Resulullah'ın hadislerini mi arıyorsunuz ?
Türkiye'nin En Geniş Kapsamlı Hadis Sitesi
HZ.MUHAMMED (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
"أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ"

Latest Post

Ma'nevî Tevatür
Bk. Tevatür.
Birbiri ardınca gelmek, kesilmeksizin devam etmek manalarına gelen tevatür, yalan söylemeleri aklen mümkün olmayan çok sayıda kalabalığın bir haberi birbiri ardınca haber vererek nakletmekte birleşmelerine denir. Bu kalabalığın yalan üzerinde birleşmeleri imkânsızdır. Tevatür yoluyla nakledilen habere ise mütevatir adı verilir. Tevatür iki şekilde olur. Bunlardan birincisi lafzen (veya lafzı) tevatürdür. Nakledilen haberin lafzında hasıl olan tevatürdür. Mesela (Yavuz Sultan Selim İran Şahı Şah İsmail’i Çaldıran'da bozguna uğrattı” haberi birbiri ardınca gelen çok sayıda haberci tarafından aynı söylerle ve birbirine yakın, yahutta aynı manaya gelen sözlerle nakledilir ve bu nakilde tevatür hasıl olursa buna lafzı tevatür denir. İkincisi manevi tevatür olup haberlerin lafzında değil, manasında hasıl olan tevatürdür. Mesela yine tevatür yoluyla nakledilen bir haberde “falanca zenginin bir fakire bir seferde beş milyon lira yardım ettiği” söylense, bu haberi nakledenler arasında beş milyonu bir seferde değil, üç taksitte verdi, nakit değil, ev yapması için arsa olarak verdi, bu miktarda malzeme bağışladı diyenler olsa, bağış olayı üzerinde birleşilmesine rağmen olayın naklinde kullanılan lafızlarda değil de manasında tevatür husule gelir ve buna manevî veya ma'nen tevatür tabir edilir.

Ma'nen Rivayet
Bk. Rivayet bi'l-Ma'na.
Ma'nen rivayet de denir. Her ikisi de mana ile rivayet demektir. Kısaca, hadislerin manasıyla rivayet edilmesine denir. Hadisler, yerine göre Hz. Peygamber'den yıllarca sonra rivayet edilmiştir. Bu itibarla bir kısmının aradan zaman geçmesi dolayısiyle onun ağzından çıkan sözler yerine onlarla aynı manaya gelen başka lafızlarla nakledildiği olmuştur. Hadisin manasını bozmayacak şekilde bazı kelimelerinin yerine onunla aynı manaya gelen başkalarını getirerek rivayete bu isimler verilmiştir. Hadislerin manasiyle rivayetine şu hadisin rivayeti misal verilebilir: “Koğucu olanlar Cennete giremezler”. 989Bu hadis, bazı raviler tarafından metindeki “kattât” kelimesi yerine aynı manaya gelen “nemmâm” lafzı ile rivayet edilmiştir. 990Her iki kelime de koğucu manasına gelir. Şu hale göre, hadisin bir kelimesi yerine aynı manaya gelen bir başka söz getirilmekle mana bozulmamıştır. Dolayısiyle hadis, metnindeki bir kelime manası bozulmayacak şekilde başka bir kelimeyle değiştirilerek rivayet edilmiştir. İşte ravinin, şeyhinden işittiği hadisleri kelimesi kelimesine rivayet etmesine lafzan rivayet, bazı kelimeleri yerine manasını değiştirmeyecek başka sözler getirerek rivayette bulunmasına ise ma'nen rivayet adı verilir. Hadislerin manasıyla rivayeti başlıca üç şekilde olur: 1. Bir sözü, onunla aynı manaya gelen bir başkasıyla değiştirerek. Söz gelimi “ka'ade” yerine “celese”, “alime” yerine “arefe” veya “edreke”, “istitâat” yerine “kudret”, “nebi” yerine “resul” kelimelerini getirmek suretiyle rivayet gibi. 2. Hadisteki bir lafız yerine aynı manayı vediği zannolunan, ancak kesinlikle aynı manaya gelmeyen bir kelime getirerek. Bu şekildeki ma'nen rivayetin caiz olmadığında hadis âlimlerinin görüş birliği vardır. Sebebi, böyle bir durumda mananın bozulacağıdır. 3. Ravi, hadisin manasını kavradığına kesinlikle inanır. Rivayet ederken bazı sözleri yerine onlarla eş-manalı başka sözler kullanacağı yerde, manayı kendi anladığı şekilde ifade ettiğine kesin olarak inandığı başka sözler getirerek rivayet eder. Getirilen ibarenin değiştirilen sözlerle kasdedilen manaya gelmesi şartıyla alimlerin çoğunlukla kabul ettikleri mana ile rivayet şekli budur. Hadisleri Hz. Peygamber'den ilk olarak rivayet etmiş bulunan sahabe, ondan görüp işittiklerini naklederken büyük sorumluluk taşıdıklarının bilinci içindeydiler. Bu yüzden hadisleri, lafızlarını değiştirmeden rivayet etmeye büyük özen gösteriyorlardı. Büyük bir kısmı hadislerin, Hz. Peygamber'den nasıl işitilmişse o şekilde rivayet edilmelerinin şart olduğu görüşündeydi. Nitekim Abdullah b. Ömer, “Münafığın meseli, iki koyun sürüsü arasında kalan şaşkın koyunun meseli gibidir” hadisini991, manasını bozmayacak şekilde bir kelime değişikliği yaparak “kemeseli'ş-şâti'r-râbidati” şeklinde rivayet eden birini azarlamış ve “Yazıklar olsun sana! Allah Resulüne karşı yalan söyleme” demiştir. 992Aynı sahabî İslam'ın beş şartını sıralayarak sayan birine Ramazan orucunu beşinci şart olarak sona almasını söylemiş ve Hz. Peygamber'den nasıl işitilmişse öyle rivayet edilmesi lazım geldiğine işaret etmiştir. Sahabeden sonra gelen Tabiîn ve Tebe'u't-Tâbi'in devirlerinde de hadislerin genellikle değiştirilmeden lafzıyla rivayet edilmeye çalışıldığı görülür. Bununla birlikte zamanla bu konu hadislerin manasıyla rivayet edilmelerinin caiz olup olmadığı konusuna dönüşmüş ve İslam alimleri, özellikle muhaddisler arasında görüş ayrılığına yol açmıştır. Kasım b. Muhammed, Muhanımed b. Şîrîn, Sufyan b. Uyeyne, İmam Malik, Ebu İshâk İsferâ'inî, Ebu Bekr er-Râzî, İbn Hazm gibi âlimler Arap dilinin üslup özelliklerine hakkıyla vakıf olması gereken muhaddislerin hadisleri, işitilen lafızlarını aynen muhafaza ederek rivayet etmeleri gerektiği, bunları hiçbir şekilde değiştirmelerinin caiz olmadığı görüşündedirler. Bu görüşte olanların dayandıkları deliller şunlardır: a) Hz. Peygamber Veda Haccında binlerce sahabînin huzurunda, “Benim sözlerimi işitip belleyenin, sonra işittiği şekilde başkalarına ulaştıranın Allah yüzünü ak etsin; zira nice kimseler vardır ki, belledikleri ilmi kendilerinden daha bilgili birine ulaştırmış olurlar” buyurmuştur. 993Dikkat edilirse hadiste Hz. Peygamber'in sözlerini işittiği şekilde ve değiştirmeksizin başkalarına ulaştıranlar öğülmüştür. Onun sözlerini değiştirmeden başkalarına ulaştırmak ancak kelimesi kelimesine tekrarlamak suretiyle rivayet etmekle olur. b) Hz. Peygamber Arapların en güzel konuşanıydı. Sözleri ölçülü, dinleyenlerin anlayabilecekleri şekilde açık, herbir kelimesinde ayn bir mana, yerine göre bir edebî güzellik veya özellikle hüküm bulunacak şekildeydi. Eğer ona ait sözler rivayet sırasında değiştirilirse, bir an için mananın değişmeyeceği kabul edilse bile, bu özelliği kaybolur. Öyleyse hadislerin işitildiği şekilde muhafazası ve değişikliğe uğramadan rivayet edilmeleri gerekir. Nitekim aynı sebepten dolayı Kur'ân-ı Kerim'in manasıyla rivayeti caiz görülmemiştir. c) Hz. Peygamberin sahabeden el-Berâ b. Âzib'e bir dua öğretirken onun duada geçen “nebiyyike” kelimesi yerine aynı manada “resûlike” demesi üzerine “hayır öyle deme, nebiyyike de” buyurduğu rivayet edilmiştir. 994Allah Resulünün bu ikazını, sözünün kelimesi kelimesine nakledilmesini istemesine bağlamak en isabetli yorum olur. d) Sonraki devirlerde yaşamış olan müslümanlar, Hz. Peygamber (s.a.s)'in her sözünü değişik yorumlamak sonucu, birçok faydalı bilgiler elde etmişlerdir. Halbuki hadisler, lafızlarıyla değil de manalarıyla rivayet edildikleri takdirde bir lafzın yerine getirilmiş başka sözün, ne kadar aynı manaya gelirse gelsin, aynı bilgilere yorumlanması imkansızdır. Bunun gibi değiştirilen sözler arasındaki küçük farklardan dolayı hadisin, olduğundan daha değişik manalarda anlaşılması ihtimali de her zaman için vardır. e) Bir ravinin Hz. Peygamber (s.a.s)'in bir sözünü değiştirmesi caiz olunca ondan rivayet edenin de değiştirmesi caiz olur. İkinci raviden rivayette bulunan bir üçüncü raviye aynı iş daha kolay gelebilir. Bu takdirde Hz. Peygamber'in sözü ile son ravinin rivayeti arasında geniş ölçüde farklılık meydana gelebilir. Böyle olduğu için hadislerin, sözleri değiştirilmeden rivayet edilmeleri kaçınılmaz bir zaruret halini alır. Diğer taraftan İmam Malik, Hz. Peygamber (s.a.s)'in hadislerini lafzen rivayet edildiği şekilde hıfzederek nakletmekle birlikte Hz. Peygamber'in dışındakilerden gelen mevkuf ve maktu rivayetlerin manen rivayet edilmelerinin caiz olabileceği görüşündedir. Görüldüğü gibi, kimi alimler yukarıda nakledilen aklî ve nakli delillere dayanarak hadislerin manasiyle değil lafzen rivayet edilmesi gerektiğini ileri sürmüşlerdir. Buna karşılık kimi alimler de hadislerin manasiyle rivayet edilmesini caiz görmüşlerdir. Bunlar, görüşlerine delil olarak bazı haberler nakletmişlerdir. Bunlardan birine göre Hz. Peygamber (s.a.s)'e sahabeden bazıları “Ya Resulallah! Senden hadis işitiyoruz, fakat işittiğimiz gibi eda edemiyoruz” deyince, O, “Helali haram; haramı helal yapmadığınız ve manasında isabet ettiğiniz sürece işittiğiniz gibi eda etmenizde beis yoktur” buyurmuştur. 995Bir başka rivayete göre ise Mekhûl şöyle demiştir: “Sahabî Vasile b. el-Eskâ’ın yanma girdik. Bize Hz. Peygamber (s.a.s)'den işitmiş olduğun içinde vehim ve nisyan olmayan bir hadis rivayet et” dedik. Bize “Bu gece içinizden Kur'ân okuyan oldu mu?” diye sordu “Evet” dedik, “Okuduğunuz Kur'ân'a elif, vav veya başka bir harf eklediniz mi?” dedi. Ben “Kur'ân-ı Kerim'in lafızlarını iyice hıfzetmediğimiz için bazen fazla, bazen de noksan okuyoruz” cevabını verdim. O zaman şöyle dedi: “Elinizdeki Kur'ân-ı Kerimi gece gündüz okuduğunuz halde (lafızlarını iyice ezberliyemediğinizi söylüyorsunuz da) bizler Hz. Peygamberden bir veya iki kere işittiğimiz bir sözü vehim veya hataya düşmeden, noksan veya fazla olmadan nasıl rivayet edebiliriz? Hadisi size manasiyle rivayet edersem bu size yeter.” 996 Hadislerin manasiyle rivayet edilmelerini caiz görenler Ayrıca şu aklî delilleri de ileri sürmüşlerdir. 1. İbn Mes'ud ve diğer bazı sahabîler rivayetlerinde; “Hz. Peygamber (s.a.s) şunları buyurdular yahut bunun gibi, veyahutta buna benzer bir söz söylediler” demişlerdir. Demek oluyor ki, böyle diyen sahabî, Hz. Peygamber'in ne söylediğini hatırlayamamış, sözlerinin yerine manasını rivayet etmiştir, aynı şekilde birçok sahabînin, “Hz. Peygamber (s.a.s) bize şunu emretti, bizleri şundan men etti” dedikleri bilinmektedir. Bu, Hz. Peygamber'in bir şey emredip ötekini yasaklarken söylediklerinin tekrarı değil, manasının rivayetinden başka bir şey değildir. 2. İmam Şâfi'î'nin belirttiğine göre tâbi'ilerden biri “yetiştiğim kimi sahabîler bir hadisin manasında birleştikleri halde sözlerinde ihtilaf etmişlerdi. İçlerinden birine bu hali söyledim, “manası bozulmadıktan sonra bunun bir mahzuru yoktur” diye cevap verdi” demiştir. Sahabilerin yukardaki sözleriyle tabiîlerin bu görüşleri, hadislerin manasıyla rivayet edilmelerinin caiz olduğu konusunda icma mesabesindedir. 3. Yine sahabîlerden aynı mecliste oturup bir kıssayı değişik sözlerle rivayet ettikleri halde birbirlerini uyarmadıklarını gösteren rivayetler vardır. Bu da onların hadisleri manasıyla rivayette bir sakınca görmediklerini gösterir. 4. Sahabîler Hz. Peygamberle birlikte bulunduklarında ondan işittiklerini hemence yazmadıkları gibi ezberlemek için huzurunda tekrar da etmiyorlardı. Böyle iken, belledikleri hadisleri aradan uzun yıllar geçtikten sonra rivayet etmeleri gösterir ki onların ezberledikleri çok kere Hz. Peygamber'in lafızları değil, ağzından çıkan sözlerin taşıdığı manadır. 5. Bir sözde asıl olan o sözün kendisi değil, manasıdır. Söz, manayı bildiren vasıtadan başka bir şey değildir. Öyleyse asıl olan, manayı verecek bir söz yerine aynı manayı veren başkasını getirmenin bir mahzuru olmamak gerekir. 6. Tâbi'îler ile Tebe'u't-Tabi'în arasında çoğu azadlı köle olan hayli hadis alimi yetişmiştir. Bunların büyük çoğunluğu Arap asıllı değildir. Böyle olduğu için Arap dilinin kaidelerini ve ifade özelliklerini tam manasıyla bilmeleri imkansızdır. Halbuki bunların rivayetlerinde pek çok i'rab hatası ve şive farklılığından doğan yanlışlar vardır. Bu hatalı ve farklı rivayetler, aralarında-hadislerin mana ile rivayet edilmelerini caiz görenlerin de bulunduğu birçok muhaddis tarafından oldukları gibi rivayet edilmişlerdir. Bu da sahabe ve tabi'în devirlerinde mana ile rivayetin yaygın hale gelmiş olduğunu gösterir. Kaydetmek yerinde olur ki sahabenin doğru olmayan bir şeyi yapmalarına ne imkan vardır ne de böyle bir şey onlar için düşünülebilir. 7. Hadislerin mana ile rivayet edilmelerini caiz görenler, aksi görüşte olanların ileri sürdükleri “Benim sözümü işitip belleyenin sonra da işittiği gibi başkalarına ulaştıranın Allah yüzünü ak etsin; zira nice kimseler vardır ki, belledikleri ilmi kendilerinden daha bilgili birine ulaştırmış olurlar” manasına gelen hadisin aslında kendilerini desteklediği kanaatindedirler. Oysa bu hadis önce birbirinden farklı lafızlarla rivayet edilmiştir. Bu o hadisi rivayet edenlerin aslında Hz. Peygamber'in sözlerini değil, o sözlerden kasdedilen manayı rivayet etmelerinden başka bir anlama gelmez. Öte yandan hadiste “kema semi'ahâ” buyurulmuştur. Hadisin bu kısmındaki “kef” harfi teşbih içindir. Bu itibarla bu kısım “işittiği gibi” manasına gelmez. Aksine “işittiği lafızların benzerleriyle” demek olur. Öyleyse Hz. Peygamber'in ilim yolcularına müjdeler veren bu sözleri, aynı zamanda hadislerin manasıyla rivayet edilmelerinde bir sakınca olmadığını gösterir. 997 Burada çok önemli bir noktaya işaret etmek gerekir. Hadislerin manasıyla rivayet edilmeleri konusundaki görüş ayrılıklarının hiçbiri yazılı hadis kaynaklan için geçerli değildir. Bu kaynaklardaki hadislerin herhangi bir lafızının bir başkasıyla değiştirilmesi caiz görülmemiştir. Bunun sebebi şudur: Hadislerin manasıyla rivayet edilmelerini caiz görenler bunu işitilen sözlerin kelimesi kelimesine zaptedilerek ezberlenmesindeki güçlüğü göz önünde tutarak yapmışlardır. Hadisler tesbit edilip yazılı metinlere ve kitaplara geçirildikten sonra bu güçlük ortadan kalkmıştır. Kaide olarak, mahzuru mubah yapan sebep ortadan kalkınca mahzur devam eder. Buna alimler arasında birlik vardır. Görüldüğü gibi, sahabe ve tabiîlerden çoğuna göre hadislerin mana ile rivayet edilmeleri caizdir. Yeter ki hadisin manası bozulmasın. Bununla birlikte bazı alimler, mana ile rivayeti bir sözde caiz görmüşler, cümlelerde görmemişlerdir. Bazı alimlere göre de hadisin lafızlarını hatırlayan kimseler için mana ile rivayet caiz değildir. Nihayet bazıları da hadislerin manasıyla rivayet edilmesini yalnız hadisi ezberlediği halde sonradan unutan, sadece manasını aklında tutabilen kimseler için caiz görürler. Böylelerinin hüküm çıkarmak için gerektiğinde hadisi, manasıyla rivayet etmeleri gerekir. Fakat ezberlediği hadislerin sözlerini, hatırlayanlar için onları manasıyla rivayet caiz gorülmemişitir. İbn Hacer'e göre muhaddislerin çoğu, hadislerin mana ile rivayet edilmelerinin caiz oduğu görüşündedirler. Onların en kuvvetli delilleri, İslâm Şeriatının yabancılar için Arapçadan başka dillerle izah edilmesinin caiz olduğu konusundaki icmadır. İslam şeriatının yabancılar için Arapçadan başka dillerle izah edilmesi caiz olunca, aynı şeyin değişik lafızlarla Arapça anlatılması öncelikle caiz olur. 998 Son olarak şunları söylemek gerekir. Hadislerin manasıyla rivayet edilmelerinin caiz olduğu görüşünde olanlar böyle rivayet için bazı şartlar ileri sürmüşlerdir. Bu konuda el-Hatibu'l-Bağdadî, özetle şunları söylemiştir: “Selef hadiscilerin çoğu hadisin manası üzere rivayet edilmesinin caiz olmadığı, her lafzın takdim tehir olmadan ve ne fazla ne de eksik olmaksızın rivayet edilmeleri gerektiği görüşündedirler. Bu görüşte olanlar hadislerin sözlerini ve mevzuunu iyi bilen âlimlerle bilmeyenleri ayırmamışlardır. Şu var ki, selef alimlerinden bazılarının hadisi, manasını ve bir lafzın yerine geçecek öteki lafzı iyi bilerek manasıyla rivayet ettikleri zikredilir. Fakihlerin hemen hepsine göre hadisi manasıyla rivayet, hitap yerlerini ve lafızların manalarını bilen alime caizdir. Bundan haberi olmayan cahil birine caiz olmadığında ihtilaf yoktur. Kimi âlimlere göre, muhaddise manası kapalı ve birkaç manaya muhtemel hadisi lafzıyla rivayet etmesi vacip olur. Hadis öyle olmayıp da manası açık olduğu takdirde ravinin Hz. Peygamber (s.a.s)'in kullanmış olduğu lafzın yerine geçecek bir başka lafız kullanmasında sakınca yoktur. Ancak bu takdirde Hz. Peygamber'in hadisteki sözünün yerine getirilen kelimenin, “kame” sözünü “neheda”; “kale” yi “tekelleme”; “celese”yi “ka'ade”; “arefe”yi “alime”; “erade”yi “kasade”; evcebe”yi “ferada”; “hazara”yı “harame” şeklinde değiştirmesi gibi, ne fazla ne noksan, ne de Hz. Peygamber (s.a.s)'in kullandığı lafızdan fazla manaya muhtemel olmaması gerekir. Ravinin hadisleri manasıyla rivayeti bu şartlarla caiz olur. Bizim benimsediğimiz görüş de budur. Ancak bir şart daha vardır ki o da şudur: Hz. Peygamber (s.a.s)'in bir sözünü işitenin o sözün dildeki manasını ve ne maksatla söylendiğini iyi bilmesi icab eder. Eğer Hz. Peygamber'in sözündeki mecazi, istiareyi bilirse onun bu sözlerindeki maksadını zikretmeksizin mücerred lafzı zikretmesi doğru olmaz. Böyle yaptığı takdirde hata etmiş olur. O zaman da hadisi lafzıyla rivayet etmesi uygun düşer.” 999 Demek oluyor ki, hadislerin manasıyla rivayet edilmeleri kısaca, manasını bozmamak, Hz. Peygamber'in anlatmak istediğini değişik gösterecek şekilde lafızları değiştirmemek şartıyla caiz görülmüştür. Burada esas olarak hadislerin doğru anlaşılmalarının öngörüldüğü dikkati çekmektedir.

Ma'nen Mütevâtir
Bk. Mütevatir.
Sözlükte tefâul vezninde bir kaç iş birbiri ardınca gelmek, birbiri ardınca gelen şeyler arasında bir miktar fasıla ve fetret olarak peyderpey görünmek manasına 952 tevatürden ismi faildir. “Tevâtere'l-mataru” denir ki, aralıksız yağmur yağdı demektir. Hadîs ilminde mütevâtir, her tabakada Hz. Peygamber (s.a.s) üzerine yalan söylemeleri aklen mümkün olmayan çok sayıda ravi tarafından görerek veya işiterek rivayet edilen habere (hadîse) denir. Bu tarife göre, şu hadîs mütevâtirdir denildiği zaman o hadîsin Hz. Peygamber (s.a.s)'in ağzından yalan uydurmalarını aklın kabul etmediği kalabalık denebilecek sayıda sahâbî tarafından Allah Resulünden görülerek veya işitilerek rivayet edilmiş olması, aynı şekilde herbiri ayrı ülkelerden oldukları, sayılan da fazla olduğu için yalan söylemek üzere birleştiklerini aklın kabul etmediği tabiîlerden kalabalık bir grub tarafından sahâbîlerden rivayet edilmesi, onlardan da aynı vasfa sahip kalabalık bir cemaat tarafından nakledilen hadîs olduğu anlaşılır. İsnadı böyle olan ravilerin rivayet ettiği hadîslerin mütevâtir olabilmesi için tarif içindeki şartlann bir arada olması gerekir. Bunlara şurûtu'l-mutevâtir (mü'tevatirin şartlan) denir. (Bk. Şurûtu'l-Mutevâtir). Mütevâtir hadîsler mutevatir-i lafzî (lafzen mütevâtir) ve mütevatir-i ma'nevi (ma'nen mütevâtir) olmak üzere iki kısma ayrılır. Lafzî mütevâtir, lafzında tevatür hasıl olan hadîslerdir. Ma'nen mütevâtir ise lafızları az çok birbirinden farklı olmak üzere manasında tevatür yoluyla rivayet edilen hadîstir. Mütevatirin bu iki kısmı şöyle bir misalle daha iyi anlaşılabilir. Diyelim ki bir kimsenin sadaka verdiğine dair çeşitli rivayetler gelse, bu rivayetlerin birinde o kimsenin deve sadaka ettiği, bir başkasında at, bir diğerinde koyun sadaka verdiği belirtilse bu haberin sadaka verme hususu ma'nen mütevâtir olur. 953Eğer böyle bir haber hep aynı sözlerle rivayet edilirse o zaman da lafzen mütevâtir adını alır. Hem lafzı, hem manası mütevâtir olan tek eser Kur'ân-ı Kerim'dir. İbnu's-Salâh'a göre zarurî ilim ifâde edecek nitelikte mütevâtir hadîs bulmak zordur. Gerçek manada mütevatire ancak, “Kim benim üzerime bilerek yalan uydurursa Cehennemdeki yerine hazırlansın.” hadîsi 954 misâl verilebilir. 955İbn Haceri'l-Askalânî buna itiraz ederek şöyle der: “Gerek İbnu's-Salâh’ın bu şartları ihtiva eden mütevatirin nadir bulunduğu ve gerekse başkalarının hiç bulunmadığı yolundaki iddiaları yersizdir; çünkü bu gibi iddialar, isnadların çokluğuna ve adet olarak yalan üzerinde birleşmelerini yahut yalanın onlardan ittifakla sadır olmasını imkansız kılan ricalin hallerine ve özelliklerine gerektiği şekilde muttali olamamaktan doğmuştur. Hz. Peygamber'in hadîsleri arasında mütevatirin çok denecek kadar bulunduğunu ortaya koyan delillerin en güzeli, doğu ve batıda ilim ehlinin ellerinde dolaşan ve musannıflarına nisbetlerindeki doğruluğu kesinlikle bilinen birçok hadîs kitabı, bir hadîsin ihraç ve rivayetinde ittifak ettiği ve bu hadîs tarikları ile isnadları, diğer şartların tahakkuku ile birlikte yalan üzerinde ittifak etmelerini adeten imkansız kılacak şekilde çoğaldığı zaman, o hadîsin söyleyenine nisbetindeki doğruluk hakkında yakîn derecesinde ilim hasıl olur. Meşhur kitaplarda bu şekilde hadîsler pek çoktur.” 956 İbn Hacer'in çok olarak nitelediği mütevatirden en fazla meşhur olan birkaçı şunlardır: Yukarıda nakledilen “men kezebe aleyye” hadîsi (yetmişbeş sahâbiden rivayet edilmiştir). 957“Mesh ale'l-huffeyn” (yetmiş kusur sahâbi); “havz” hadîsi (elli kusur); “Refu'l-yedeyn fis-Salât” hadîsi (elli sahâbi); “nezele”l-Kurânu'alâ Seb'ati ehrufin” hadîsi (yirmi yedi sahâbî); “Kabir azabı” hadîsi (otuziki sahâbî), “kabirde münker-nekir meleklerini ölüyü sorguya çekmeleri” hadîsi (yirmi altı); “İhlas suresinin Kur'ân-ı Kerim'in üçte birine muadil olduğuna dair hadîs” yirmi sahâbî tarafından rivayet edilerek tevatür derecesine ulaşmıştır. Mütevâtir hadîsleri toplayan eserler içinde en mühim olanlar şunlardır: 1. el-Fevâ'i'du'1-Mutekâsire fî'1-Ahbâri'l-Mutevatire: es-Suyûti. 2. el-Ezhâru'1-Mutenâsire fi'1-Ahbâri'l-Mutevâtire: Bu da es-Suyûti'nindir ve ilkinden derlemedir. Yüz mütevâtir hadîsi ihtiva eder. 3. el-Le'ali'1-Mutenâsire fî'1-Ahâdisi'l-Mutevâtire: Muhammed Murtaza'l-Huseynî. 4. el-Hırzu'1-Meknûn min Lafzi'l-Ma'sumi'l-Me’mûn: Sıddık b. Hasen b. Ali el-Kannûcî. 958 5. Nazmu'l-Mutenâsir mine'l-Hadîsi’1-Mutevâtir: Ca'feru'l-Hüseyni el-Kettâni. Bu eser es-Suyûti'nin el-Ezharı ile değişik kaynaklardan derlenmiş 310 mütevâtir hadîs ihtiva eder. Baş tarafında mütevatirle ilgili hayli kıymetli malumat vardır. 1327 de Fas'da basılmıştır. Diğer baskıları da vardır.

SELMAN SEVEN

{facebook#https://facebook.com/} {twitter#https://twitter.com/}

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget