Resulullah'ın hadislerini mi arıyorsunuz ?
Türkiye'nin En Geniş Kapsamlı Hadis Sitesi
HZ.MUHAMMED (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
"أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ"

Latest Post

Merâsîlu's-Sahâbe
Bk. Sahâbî Mürseli.
Merfu Mürsel başlığı altında açıklandığı gibi bazı muhaddisler irsali mutlak manada alarak kim olursa olsun, ravilerinden birisi hazfedilerek rivayet edilen hadislere mürsel adını vermişlerdir. Bu manada bir sahabînin bizzat Hz. Peygamber (s.a.s)'den işiterek değil ondan işiten başka bir sahabîden duyarak öğrenip Hz. Peygamber'den kendisi işitmişcesine rivayet ettiği hadise de mürsel diyenler olmuştur. Fakat hadisi aslında işitmiş olduğu sahabîyi isnadında zikretmeden doğrudan doğruya Hz. Peygamber'den rivayet eden sahabînin bu rivayet şekline mürsel denilince ilk akla gelen tabiinin sahabîyi atlayarak Allah Resulünden rivayet ettiği hadisten ayrı mütalaa etmek gerekir. Bu farkı belirtmek üzere, sahabînin sahabîden Hz. Peygamber'e isnad ederek rivayet ettiği hadise sahabî mürseli denilmiştir. 1029 Bilindiği gibi, Hz. Peygamber Mekke'de peygamberliğini açıkladığı zaman kendisine çok az kimse iman etmişti. Peygamberliğin Mekke devrinde müslüman olanların sayısında önemli bir artış olmamıştı. Medine'ye hicretten sonra sayılan hızla artarı müslümanlar, bir taraftan inen Kur'ân-ı Kerim ayetlerini öğrenirlerken, bir taraftan da Hz. Peygamber'in hadislerini ve onunla ilgili olayları öğrenmeye başladılar. Haliyle hicretten önceki olayları ve Medîne'de konulan hükümlerin uygulanış şekillerini gösteren hadisleri bütün sahabîlerin Hz. Peygamber'den görüş işiterek rivayet etmelerine imkan yoktu. Halbuki sahabîlerin hemep hepsi Hz. Peygamber'den bizzat işitmediği veya kendisinin hazır bulunmadığı yahutta müslüman oluşundan önceki zamanlara ait olayları nakleden hadisler rivayet etmişlerdir. Söz gelişi Ebu Hureyre hicretin yedinci yılında Hz. Peygamber'i görmüş olmasına rağmen hicretle ilgili bazı hadisler rivayet etmiştir. Ebu Hureyre'nin bunları bizzat görerek veya işiterek rivayet etmediği açıktır. Yine Hz. Aişe, örnek vermek için söyleyelim, ilk vahyin gelişini anlatan meşhur rivayetin sahibidir. Oysa Allah Resulüne ilk vahy geldiği zaman henüz hayatta bile değildi. Bu itibarla gerek Ebu Hureyre, gerekse Hz. A'işe her ikisi de hazır olmadıkları, gözleriyle görmedikleri olayları anlatan hadisler rivayet etmişlerdir. Bizzat işitmedikleri hadisleri rivayet ettikleri de olmuştur. Ancak bu gibi hadislerin isnadlarma bakıldığı zaman bunları Hz. Peygamber'den kendileri görüp işiterek rivayet etmiş görünürler. O halde sahabîlerin Hz. Peygamber'den öğrendiklerini aralarında müzakere ederlerken veya başka vesilelerle diğer sahabîlere nakletmeleri sonunda öğrenilen hadisler, hadis söylendiği veya hadiste anlatılan olayın geçtiği sırada Hz. Peygamber'in yanında bulunmayan sahabîler tarafından da rivayet edilmişlerdir. Böyle rivayetlere sahabî mürseli denilmiştir. Sahabîlerin hepsi cerh ve ta'dil bakımından adûl, yani tam manasıyla adalet sahibi kabul edilirler. Bu bakımdan mürselleri mevsul sayılır. Bir başka deyişle mürsel hadiste olduğu gibi, sahabîlerin aslında hadisi öğrenmiş oldukları sahabînin ismini anmadan rivayet ettikleri hadisler doğrudan doğruya Hz. Peygamber'den rivayet edilmiş kabul edilirler. Sahâbî mürselleri şöyle sıralanmıştır: a) Hz. Peygamber (s.a.s)'den rivayeti olduğu bilinen sahabîlerin mürselleri. b) Hz.Peygamber'i gördüğü halde ondan hadis işitmemiş olan sahabîlerin mürselleri, c) Muhadramûn denilen ve Hz. Peygamber'in peygamberlik devrine yetiştiği halde onu görmek şerefinden mahrum kalanların mürselleri. Yukarıda da söylendiği gibi sahabîler adalet sahibi kabul edildiklerinden birbirlerinden rivayetleri Hz. Peygamber'den rivayet hükmündedir ve zayıf sayılmazlar.

Mensûh
Bk. Nesh.
Sözlükte değiştirmek, silip yok etmek, bir şeyin ardından bir başka şey getirmek, nakletmek ve kaydetmek gibi manalara gelir. Terim olarak Hadis Usulünde nâsihu'l-hadîs ve mensûhuhû şeklinde kullanılır. Bunun dışındaki ilimlerde kısaca nesh denir. Umumiyetle şer'î bir hükmün yürürlükten kaldırılarak yerine bir başka hükmün getirilmesine denir. Hükmü kaldıran da, kaldırdığı hükmün yerine bir başkasını getiren de Allah Te'âlâ'dır. Onun emir veya müsaadesiyle peygamberi de bir şer'î hükmü neshedebilir.
Bir hükmü yürürlükten kaldıran hükme nasih; bir diğer hükümle yürürlükten kaldırılana ise mensûh denir.
İslâmî edebiyat içinde en çok münakaşa konusu olmuş meselelerden birisi neshtir. Öyle ki islâm âlimleri en azından vakıa olarak görülmüş nesh olayı üzerinde hayli münakaşalar yapmışlardır. Bu münakaşaların sonunda neshin imkânı, vukuu, şartlan, aklî ve naklî delilleri üzerinde durulmuştur. Sonunda konu ile ilgili zengin bir bilgi birikimi meydana gelmiştir.
Bilinen bir gerçektir ki, kainatın yaratıcısı olan yüce Allah kulları üzerinde mutlak hüküm sahibidir. Dilediğini emreder; dilediğini yasaklar. Dilediğini de bir süre yürürlükte bulunduktan so a nesheder; yerine bir başka hüküm getirir. Kaldı ki kainat üzerinde bunca değişim mevcuttur. Yaradan, bu gün yarattığını yarın yok etmekte veya bir başka şekle getirmektedir. Şu hale göre nesh O'nun takdiri ve kullan üzerindeki mutlak tasarrufu ve hükmü sayılmalı; yoksa Allah'ın -hâşâ- koyduğu hükümden vaz geçtiği anlamına alınmamalıdır.
Neshin Kur'ân-ı Kerim'deki delili şu ayettir:
“Biz bir ayeti (hükmünü diğer bir ayetle değiştirir) neshedersek veya unutturursak ondan daha hayırlısını, yahut onun benzerini getiririz. Allah'ın her şeye hakkiyle kadir olduğunu bilmiyor musun?” 968
Nesh, yalnızca dinî hükümlerde olur. Beşeri hükümlerin değiştirilmesi nesh anlamına gelmez. Bazı toplumlarda İslâm Hukukunun tatbik edilmeyerek yerine beşeri hukuk sistemlerinin getirilmesi de nesh demek değildir. Şu da var ki, ebediyet kaydiyle bilinen hükümlerde mesela namazın, orucun, farziyyetinde nesh söz konusu olmaz. Ayrıca haberlerde, olayların hikâye edilmesinde de nesh olmaz.
Bir hükümde neshe hükmedebilmek, bir diğer deyişle şu hüküm nasihtir; şu ise mensûhtur diyebilmek için bazı şartlar vardır. Önce nesh hakkında bir hitap olmalıdır. Meselâ, İslâm'ın ilk devirlerinde yatsı namazını kıldıktan, uyuduktan so a yemek, içmek, kansına yaklaşmak caiz değildi.
“Oruç (tutacağınız günün) gecesi kadınlarınıza yaklaşmak size helâl kılındı” ayetindeki hitap 969önceki hükmü neshetti.
İkincisi gerek nâsih, gerekse mensûh her ikisi de birer şer'î hüküm olmalıdır. Bilhassa, cahiliye devrindeki bir âdeti kaldıran şer'î hüküm gibi nasih, mutlaka şer'î hüküm mahiyeti taşımalıdır. Bundan başka mensûhun hükmü devamlı olmalı, belli bir süre için konulmuş bulunmamalıdır. Muayyen bir vakit için konulmuş hüküm zaten o vakit çıktığında yürürlükten kalkar. Bu itibarla böyle belirli bir zaman için konulmuş hükümlerde nesh vaki olmaz.
Nâsih hükmün mensûhtan so a gelmesi, ikisinin birbirine zıt olup aralarını belirleştirmenin veya ikisiyle birlikte amel etmenin imkânsız oluşu da neshin şartlarındandır.
Nesh denilince akla ilk defa bir Kur'ân-ı Kerim hükmünün, başka bir Kur'ân-ı Kerim hükmünü neshetmesi gelir. Bundan başka, Kur'ân-ı Kerim'in Sünneti neshi ile Sünnetin Sünneti neshi vardır. Kur'ân-ı Kerim'in sünneti neshine Hz. Peygamber (s.a.s)'in önceleri Kudüs'deki Mescidi Aksâ'ya yönelerek namaz kılmasını Kur'ân-ı Kerim'in,
“(Namaz kılarken) artık yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. (Ey Mü’minler!) Siz de nerede bulunursanız bulunun (namaz kılarken) yönünüzü o tarafa dönün” 970ayetinin neshetmesi misal gösterilebilir. Sünnetin sünneti neshine gelince, nesh veya nâsihu'l-hadîs ve mensûhuh denilince kasdedilen budur. Hz. Peygamber'in Sünneti olarak varid olmuş bir hükmün, yine Hz. Peygamber tarafından neshedilmesinden ibarettir. Meselâ,
“Sizi kabirleri ziyaret etmekten men etmiştim. Artık ziyaret edebilirsiniz.” 971Hadiste görüldüğü gibi Hz. Peygamber Mü’minleri mezar ziyaretinden önce men etmiş; so a bu yasağı kendisi kaldırmıştır. Dolayısiyle Sünnetle konulmuş bir hüküm yine Sünnetle kaldırılmıştır.
Hadiste neshin bulunduğuna, bir başka deyişle neshin şartlarına göre, birbirine zıt manada varid olup aralarının birleştirilmesi veya her ikisiyle amel edilmesinin mümkün olmayıp birinin nâsih, ötekininse mensûh olduğuna hükmedilmesi çeşitli yollarla olur. Bunlara neshin alâmetleri denir. Hadislerde nesh vaki olduğunun belli başlı alâmetleri şunlardır:
a) Hz. Peygamber'in kendi açıklaması. Yukarıda verilen kabir ziyareti hadisinde olduğu gibi Hz. Peygamber (s.a.s) önceleri bir şeyi men ettiğini, so adan o önce men edilen şeyin yapılmasına izin verdiğini bizzat kendisi açıklar. Bu, önceden koyduğu hükmü so adan neshetiğine delalet eder. O hadisin Müslimdeki devamı da aynı konuda iki misal oluşturur:
“... Kurban etlerini üç günden fazla tutmaktan sizleri men etmiştim. Artık onu da lüzum görülen müddet tutabilirsiniz. Deri kaplarda saklananlar hariç sizleri hurma şırası içmekten, de men etmiştim. Bundan böyle bütün kaplardan içebilirsiniz. Şu var ki, (hangi kapta olursa olsun) sarhoşluk verecek şekilde şarap haline gelmişse yine de içmeyin” 972
Rivayete göre Hz. Peygamber (s.a.s) zamanında çevre kabilelerde yaşayan fakir müslümanlar bir Kur'ban Bayramı yaklaştığında akın akın Medine'ye gelmeye başladılar. Bu durumu gören Hz. Peygamber sahabîlere “Kurban etlerinizi üç gün tutun. So a geri kalanı sadaka verin” buyurdu. Ertesi yıl sahabîler
“Yâ Resûlallah, dediler; bazıları kurbanlarından kaplar dolusu erzak elde ediyorlar. Yağ eritip saklıyorlar.” Allah Resulü,
“Bunu bana niçin soruyorsunuz?” buyurdu. Sahabiler
“Geçen sene kurban etlerinin üç günden fazla tutulmasını men etmiştiniz de ondan” cevabını verdiler. Bunun üzerine
“Ben o zaman gruplar halinde akın edip yavaş yavaş gelen fakir çöl ahalisi(ni düşündüğüm) için sizi (kurban etlerinizi üç günden so a yemekten) men etmiştim. Artık kurban etlerinizi yeuiniz. Biriktiriniz, sadaka veriniz” buyurdu.” 973
Bu hadiste de açıkça görüldüğü gibi Hz. Peygamber (s.a.s) kurban etlerinin çölden Medine'ye gelen fakirlere dağıtılması maksadiyle üç günden fazla tutulmasına önce müsaade etmemiştir. Ancak aradan bir yıl geçince bu yasağı kaldırmış, müslümanları diledikleri şekilde hareket etmekte serbest bırakmıştır. Şu hale göre ilk koyduğu hükmü so adan kaldırmıştır. Bu da Sünnetin Sünnetle neshidir.
Önceleri deri tulumlarda muhafaza edilenin dışında hurma şırası içmenin yasaklanması, so adan şaraplaşmadığı sürece hangi kapta muhafaza edilirse edilsin, içilmesine izin verilişi de öyledir. Her iki nesh olayı Hz. Peygamber'in bizzat kendisinin söylediği sözlerinden anlaşılmaktadır.
b) Sahabîlerin ifadesi de hadislerde neshe delâlet eder. Bu durumda Hz. Peygamber (s.a.s)'in bir hadisindeki hükmün bir başka hadisinin hükmüyle neshedilmiş olduğu sahabî sözünden anlaşılır. Şu misal bunu gösterir. Hz. Peygamber önceleri, “Ateş dokunmuş (deve eti yemek) sebebiyle abdest alın” buyurarak 974 ateşte pişen deve eti yemenin abdest almayı gerektirdiğini hükme bağlamıştır. Bu hükmün so adan neshedilmiş olduğu sahabeden Câbir b. Abdillah'ın şu sözlerinden anlaşılmaktadır:
Hz. Peygamber (s.a.s)'in son olarak yaptığı iki işten biri ateşte pişmiş (deve eti) yemek yüzünden abdest almayı
bırakmak idi.” 975
Mensûh ile nâsih hükümleri bildiren sahabî ifadesi bazen bir arada bulunabilir. Meselâ,
“Hz. A'işe'den nakledildiğine göre Hz. Peygamber hamama gitmekten men etti. So a erkeklerin peştemallı olarak gitmelerine müsaade etti.” 976
c) İcmâ'da neshe delâlet eder. Bir diğer ifadeyle, hadiste neshin bulunduğu icmâ' ile sabit olur. Burada işaret etmek gerekir ki, icmâ' daha çok nâsihi gösterir; mensuha delâlet etmez. Meselâ Hz. Peygamber (s.a.s) üç defa içki içtiği için had cezasına çarptırılan bir kimsenin dördüncüde öldürülmesini emretmiştir. Hz. Peygamber'in bu emrinin tatbik edildiğini gösteren herhangi bir haber yoktur. Kaldı ki, bu hükmün tatbik edilmediğinde icmâ' vardır. Böyle bir hüküm tatbik edilseydi sahabe bunu rivayet ederlerdi. İşte içki içene dördüncü içişinde verilen ölüm cezası hükmünün tatbik edilmediği konusunda icmâ bulunması o hükmün Hz. Peygamber tarafından neshedildiğini gösterir.
İcmâ'ın neshe delâlet ettiğini gösteren ikinci misal şu hadistir:
“Câbir'den rivayet edilmiştir. “Biz, demiştir; Hz. Peygamber (s.a.s)'in maiyetinde haccettiğimiz zaman kadınların yerine telbiye etmiş; çocukların yerine cemreleri taşlamıştık” Haccederken -bedel haccı hariç- kadınların seslerini yükseltmemek kaydiyle kendilerinin telbiye etmelerinde icmâ' vardır. Nitekim Tirmizî, bu hadisi naklettikten so a şunları söylemiştir: “Kadının haccederken kendi yerine başkasının telbiye edemiyeceği, aksine telbiyeyi kendisinin yapması konusunda âlimlerin icma'ı vardır. Yalnız kadının telbiye ederken sesini yükseltmesi mekruh görülmüştür. 977
Anlaşıldığına göre Hz. Peygamberle birlikte hacceden kadın sahabîlerin yerine erkeklerin telbiye etmesine önce izin verilmiş, bu izin Hz. Peygamber tarafından kaldırılmıştır. Bütün âlimlerin icma'ı, kadının haccederken -yüksek sesle olmamak kaydiyle- kedisinin telbiye etmesi yönündedir. Şayet Cabir'in bahsettiği hüküm mensûh olmasaydı hac menasiki arasında tatbik edilir ve haberi bize kadar ulaşırdı. Aksine sahih bir rivayet olduğu sürece de icmâ' hasıl olmazdı.
d) Tarih itibariyle nâsihin so a, mensûhun önce oluşu da neshe delâlet eder. Buna göre birbirine zıt iki hüküm taşıyan Sünnetten biri önce diğeri so a vaki olmuşsa önceki mensûh; so aki nâsihtir. Meselâ, “Şeddad b. Evs'ten nakledilmiştir. Demiştir ki, “Biz Fetih senesi Hz. Peygamber (s.a.s)'le birlikteydik. Ramazanın on sekiziydi. Allah Resulü kan aldıran birini gördü. Şöyle dedi
“Kan alan da aldıran da iftar etmiş (orucunu bozmuş) oldu” 978Aynı konuda bunun aksine bir rivayet daha vardır ve şöyledir:
“İbn Abbas'tan Hz. Peygamber (s.a.s)'in oruçlu iken kan aldırdığı rivayet edilmiştir.” 979Bu iki hadisin ilkinde, dikkat edilirse Şeddâd Hz. Peygamber'in oruçlu iken kan aldıran birini gördüğünde alanın da aldıranın da orucunu bozmuş olacağını Mekke'nin fethedildiği yıl söylediğini belirtmiştir. Mekke, hicretin 8. yılında fethedilmiştir. İbn Abbas ise Hz. Peygamber (s.a.s)'i onuncu hicret yılında Veda Haccı sırasında görmüştür. Şu hale göre Hz. Peygamber (s.a.s)'in oruçlu iken kan aldırması olayı Mekke Fethinden so a olmuştur. Dolayısıyle oruçlu iken kan aldırmanın orucu bozacağı hükmü, Hz. Peygamber'in oruçlu olduğu halde kan aldırması fiilî sünnetiyle nesh edilmiştir. Önceki mensûh, so aki nâsihtir. Nesh olayı ise böylece iki olayın tarihlerinden anlaşılmaktadır.
Öte yandan aynı konudaki bir başka rivayette Hz. Peygamber (s.a.s)'in oruçlu olduğu halde kan aldıran Ca'fer b. Ebî Talibin yanına vararak “işte bu, şimdi iftar etmiş oldu” dediği nakledilmiştir, bilindiği gibi Ca'fer, 8. hicri yılda yapılan Muta savaşında şehit düşmüştür. Buna göre Hz. Peygamber'in onu kan aldırırken görüp orucunun bozulduğunu söylemesi bu yıl dolaylarında olmalıdır. Oysa İbn Abbas’ın Hz. Peygamber'i oruçlu olduğu halde kan aldırırken germesi olayı tarih bakımından daha so adır. İlk rivayetin mensûh olduğu da olay tarihinin önce olmasından anlaşılmaktadır. Haliyle daha so aki nâsihtir.
Nesh konusu hadis ilminin en çetin konularından biri sayılır; zira rivayet şartlarını yerine getirerek birbirleriyle tezat teşkil eden hükümler taşıyan iki hadis rivayet ettiklerinden bunlardan birinin mensûh olduğunu bilmeyenler, ondan yanlış hüküm çıkarırlar. Böyle bir durumda hükümde nâsih değil, mensûh esas alınmış olur. Bununla birlikte nesh, hadislerdeki nasih mensûh konularıyla meşgul olan bu ilimde şöhret yapmış âlimler vardır. İmam Şâfi'î nesh konusunda önde gelen isimdir.
Hadislerin nâsih ve mensûh olanlarına dair günümüze iki kıymetli eser kalmıştır. Bunlardan birincisi Ahmed b. Hanbel'in Kitâbu'n-Nâsih ve'1-Mensûhu, diğeri el-Hâzimî'nin Kitâbu'l-İ'tibar fi'n-Nâsihi ve'1-Mensûhi mine'1-Asâr isimli eseridir.

SELMAN SEVEN

{facebook#https://facebook.com/} {twitter#https://twitter.com/}

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget