Resulullah'ın hadislerini mi arıyorsunuz ?
Türkiye'nin En Geniş Kapsamlı Hadis Sitesi
HZ.MUHAMMED (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
"أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ"

Latest Post

Mutâba
Kısaca Mutabiî olan hadîs demektir. İ'tibar ve mutabaat maddelerinde izah etmeye çalıştığımız gibi ferd sanılan bir hadîsin başka tarik ya da tarîklardan rivayet edilip edilmediği hadîs kitaplarından araştırılır. Bu araştırma sonucu rivayetinde tek kalan ravinin şeyhinden veya şeyhin şeyhinden bir başkası tarafından rivayet edildiği açığa çıkarsa ferd zannedilen hadîs artık ferd olmaktan kurtulur. İşte önceden tek rivayet tarîkinin bulunduğu sanılarak ferd kabul edilen bir hadîs, araştırma sonunda başka ravi tarafından rivayet edildiğinin anlaşılmasiyle fertlikten çıkıp tabiî ya da diğer tabiriyle mutâbii olan bir hadîs durumuna gelir ki artık fert değil mutâba veya mutâba'un aleyh adını alır. Bu iki terim ferd zannedilen hadîsin, mutâbii olan diğer hadîs kimden rivayet edilmişse onun için de kullanılır. Konuya açıklık getirmesi bakımından mutabaat maddesinde de zikredilen şu misal üzerinde duralım. İmam Şâfi'î Kitâbu'1-Um isimli eserinde Mâlik-Abdullah b. Dînâr-İbn Ömer isnadiyle Hz. Peygamber (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu rivayet eder. “Ramazan ayı yirmi dokuz (veya otuz) gündür. O halde hilali görmeden önce oruca başlamayın. Hilali görmedikçe iftar (edip bayram) yapmayın. Eğer görüş ufkunuz kaplıysa oruç sayısını otuza tamamlayın,” İmam Mâlik'ten İmam Şâfi'î'den başka rivayet eden olmadığı zannedilerek fert sayılan bu hadîs itibar sonucu, İmam Şafiî'nin şeyhi İmam-Mâlikten el-Ka'nebî'nin rivayet ettiğinin anlaşılmasiyle ferd olmaktan çıkmıştır. Artık onu ferd olmaktan çıkaran bir başka rivayet olduğundan mutaba veya mutâba'un aleyh durumuna gelmiştir. Aynı zamanda, İmam Şafii'nin ferd zannedilen hadîsini el-Ka'nebî'nin rivayette bulunduğu kişi olan İmam Malik de mutâba veya mutâba'un aleyh sayılabilir.

Mustemlî
İstif’al babından ismi fail olan müstemli, aslında şeyhten kendisine hadis yazdırmasını isteyen talibe denir. Hadis rivayetine yeni başlamış olan biri tanınmış bir hadis şeyhinin ilim meclisine katılarak ondan hadis yazmaya başlarsa mustemlî sayılır. Cami ve mescit gibi ibadethanelerde, açık havada veya uygun yerlerde meclisler akdedip bu meclislerde hazır olanlara imla suretiyle hadis rivayet etmek, İslâm tarihinin ilk devirlerinden itibaren görülegelen ilmi faaliyetler arasındadır. Hadis meclislerinde toplanan talebeye hadisleri yazdırarak rivayette bulunmak her devirde büyük ilim merkezlerinden nisbeten küçük yerlere kadar her yerde uygulanmış ve bu usul hadis rivayet metodlarından biri sayılmıştır. Bu meclislere katılıp şeyhin hadislerini yazmak isteyenler talip adıyla bilindiği gibi mustemlî diye de anılır. Bununla birlikte mustemlî, daha çok hadis meclislerinde yüksekçe bir yere oturarak hadislerini yazdıran şeyhin sesini uzak yerlerde oturanlara duyurmak için tekrar edene denir. İmlâ maddesinde söz konusu edildiği gibi, hadis meclislerinde bazen binlerce talib toplanırdı. Haliyle şeyhten uzak yerlerde oturanların onun sesini uzaktan işitmeleri imkansızdı. Bu durumda meclisin büyüklüğüne göre belli yerlerde gür sesli bir veya bir kaç kişi bulunur, şeyhin okuduğu yahutta kendisine okunan hadislerin lafızlarını tekrar ederek uzakta bulunanların duymalarını sağlardı. Kısacası günümüzde hoparlörün yaptığı İşi hadis meclisinde kişiler yapar, bunlara müstemli denirdi. Mustemlî'nin şeyhin okunan hadis lafızlarını uzaktakilere duyurmak maksadıyla tekrar etmesine tebliğ denir. Müstemlîlik vazifesinin hadis meclislerinin kalabalık oluşu ve şeyhden uzak düşenlerin sözlerini işitmemeleri üzerine ihdas edildiğine şüphe yoktur. Veda haccında Hz. Peygamber (s.a.s)'in Arafatta söylediği hutbenin Hz. Ali tarafından tekrar edilişi benzer tatbikatın Hz. Peygamber (s.a.s) zamanına kadar gittiğini gösterir. Kalabalık meclislerde şeyhin sesinin uzaktakiler tarafından işitilmemesi üzerine hadisleri yazanların duymadıkları yerleri yanındakilere sormaları yüzünden gürültü çıkmasının da mustemlî kullanmakta tesirli olduğu söylenebilir. Rivayete göre Sufyân b. Uyeyne hadis meclisinde Ebu Müslim el-Mustemlî “Meclis çok kalabalık uzaktakiler işitmiyorlar” deyince “Sen işitiyorsun değil mi?” diye sormuş o da “Evet işitiyorum” cevabını vermiştir. Bunun üzerine Sufyan “Onlara sen duyur” demiştir. el-A’meş de şöyle demiştir: “İbrahim en-Neha'î'nin hadis meclislerine devam ederdik. Bazen halka genişlerdi de uzakta olanlar söylediklerini duymazlar, birbirlerine sorarlardı. Sonra da ondan işitmeyip başkasından duydukları sözleri ona nisbet ederek rivayet ederlerdi.” 897 Her iki rivayet hadis meclislerinde kalabalık yüzünden şeyhe uzak düşenlerin onun rivayet ettiği hadislerin lafızlarını işitmemeleri halinde bir tedbir olarak birisinin tekrarladığını açıkça göstermektedir. İbrahim en-Nehaî birinci hicrî asır âlimlerinden olduğuna göre hadis meclislerinde mustemlî kullanmanın erken devirlerde başladığı söylenebilir. Ne var ki kesin tarih sınırı içinde başlangıcını kestirmek imkânsızdır. Hadis meclislerine gösterilen rağbet şeyhin ilmî mevkii ile şöhretine bağlıdır. Her devirde isim yapmış hadis alimlerinin meclisleri diğerlerine nisbetle fazla kalabalık olmuştur. Bu durum ise meclisin büyüklüğüne göre birkaç mustemlînin birden görev yapmasını zorunlu kılmıştır. Rivayete göre Basra'lı meşhur muhaddis Ebu Müslim İbrahim b. Abdillah el-Kecci (el-Keşşî)'nin meclisinde aynı anda yedi mustemlî vazife yapmıştır.898 el-Hatîbu'1-Bağdâdî'nin kaydettiğine göre mustemlî'nin mecliste yüksekçe bir yere veya kürsü üzerine oturması uygun olur. Böyle yüksek bir yer ya da oturacağı kürsü bulamayan ayakta durur. Tebliğ esnasında şeyhin lafızlarım aynen tekrar etmesi iyi olur. Özellikle raviler dirayetli ve rivayet esaslarını iyi bilen kimselerse bu lüzumlu hale gelir. Mustemlînin şeyhin sözlerini aynen tekrar etmemesi halinde isnadların hadis lafızlarına karışması ve yanlış yazılması tehlikesi vardır. Şu olay bunu gösterir: “Hârûnu'd-Dîk el-Basri, Dâvud b. Raşid'in müstemlîsi idi. Davud, Haddesenâ Hammâd b. Hâlid dese bunu kitabına “haddesenâ Hammâd b. Zeyd” diye yazar; istimla anında Hammâd b. Seleme diye okurdu. Sonra evine gider yazdıklarını okumak ister, doğru dürüst okuyamayınca da kalkar karısını döğerdi. Kadın da gelip Davud'a şikayet ederdi. 899 Mustemlînin vazifesi sadece şeyhin okunan hadislerinin sözlerini tekrar ederek mecliste bulunanlara duyurmak değildir. Yine el-Hatîb'in kaydettiğine göre bir hadis âliminin meclisinde mustemî olarak bulunan kimsenin görevleri arasında şu işleri yapmak da vardır: İmlâya başlamadan Kur'ân okumak; Kur'ân okunduktan sonra cemaatı susturmak; besmele çekmek; hamdele edip Hz. Peygamber (s.a.v.)'e salât ve selam okumak; daha sonra muhaddise dönüp dua ederken o gün okunacak hadisleri kimlerden rivayet ettiğini sormak,900 Bundan başka Hz. Peygamber (s.a.s)'in ismi her geçtiğinde (Sallallahu aleyhi ve sellem), sahabî ismi geçtiğinde (radiyallahu anh) demek de mustemlînin görevleri arasındadır. Şeyhin sesini işitmeden mustemlîden duyulan hadisleri şeyhe nisbet ederek rivayet etmenin cevazı konusunda basit de olsa görüş ayrılığı vardır. İbnu's-Salâh’ın işaret ettiğine göre pek çok muhaddis mustemlînin söylediği sözleri mumlî denilen şeyhten rivayet etmeyi caiz görmüşlerdir. Ne var ki müstemlinin tekrar ettiği sözleri işitmeyip yanındakine sorup öğrendikten sonra şeyhe nisbet ederek rivayetin, hadis rivayetinde tesahül olduğunu söyleyerek bu cevaza katılmayanlar vardır. Sufyân b. Uyeyne caiz olduğu; Buhârî şeyhi Ebu Nuaym el-Fadl b. Dukeyn caiz olmadığı görüşünde olanlardandır. Sufyan b. Uyeyne'nin yukarıda nakledilen haberi onun hadis meclisi büyük olduğu takdirde şeyhin sözleri müstemliden işitip ona isnad ederek rivayeti caiz gördüğüne delil addedilmiştir. Rivayete göre el-Fadl b. Dukeyn pratikte el-A’meş, Sufyân gibi muhaddislerden dinlediği hadislerden bir harf, bir isim bile olsa, kulağıyla işitmeyip arkadaşlarından sorarak öğrendiği tek tük kelimeleri şeyhinden değil arkadaşlarından rivayet eder, başka türlü hareketi caiz görmezdi. 901Aynı konuda Halef b. Temim şöyle demiştir: “Sufyan es-Sevrî'den onbin kadar hadis işittim. Rivayet esnasında bazen bazı hadislerin lafızlarını iyice anlamak ister, yanımda oturandan sorardım. Bir gün de Zaide b. Kudâme'ye sordum. Bana “kalbinin hıfzettikleri ile kulağının duyduklarından başkasını sakın rivayet etme” dedi. Ben de hepsini kaldırıp attım.” 902 el-Irâkî ise şeyhin hadislerini mustemlînin sözlerinden rivayet etmenin ötedenberi uygulanageldiğini kaydettik den sonra mustemlînin, şeyhe hadislerini okuyup arzeden kimse hükmünde olduğuna işaret ederek şöyle der: “Ancak bu durumda hadîslerini imlâ ettiren şeyhin, hadislerini okuyan kârinin sesini işitmesi şart olduğu gibi mustemlînin sesini duyması da şarttır. Bu konuda ihtiyata uygun olan, İbn Huzeyme ve diğer bazı alimlerin yaptıklarını yaparak nakledilen hadisin veya kimi lafızlarının müstemlîden işitilmiş olduğunu edâ sırasında “ahberanâ fulânun bi-teblîği fulânin” diyerek açıklanmasıdır.” 903 Buhârî'nin rivayet ettiği bir hadisde Câbir b. Semure şöyle demiştir: “...Hz. Peygamber (s.a.s)'i “On iki emir gelir...” derken duydum. Allah Resulü bir şey daha söyledi ama ben onu işitemedim. Hz. Peygamberin burada ne dediğini babam haber verdi ve “hepsi de Kuteyş’tendir” buyurduğunu söyledi” 904Burada da Câbir b. Semure kendisi bizzat Hz. Peygamber (s.a.s)'in mübarek ağızlarından duydukları sözlerle babası vasıtasıyla işitmiş olduklarının arasını ayırmıştır. Hadis meclislerinde imlâ sistemi ile hadis rivayetinin gördüğü ilgi nisbetinde müstemlîlik de önem kazanmış ve zamanla bir meslek haline gelmiştir. Rical kitaplarında el-mustemlî nisbesi ile görülen pek çok kişi aynı zamanda bu işi görenlerdir.905 Bunlar yaptıkları işe karşılık ya belirli bir ücret alırlar; ya da şeyhin imlâ ettiği hadislerin yazılı bir nüshasına sahip olurlardı. Bu ikincisi, hadisle meşgul olan müstemlîler için paha biçilmez bir kazanç sayılırdı. 

Mustefîz
Taşmak, kabarmak manasına “fada” kök fiilinin istif al babından ism-i faili olan müstefiz, daha çok Fıkıh alimleri tarafından meşhur karşılığı olarak kullanılan bir terimdir. Meşhurun muhaddisler arasında en fazla rastlanan tarifi “ikiden fazla tariki olan fakat mütevatır derecesine ulaşmayan hadis” şeklinde olduğuna göre (Bk. Meşhur), bu vasfı taşıyan hadis fakihlere göre mustefizdir. Fakihlerin meşhura müstefiz deyişleri, kelimenin bir kapdan dökülen suyun etrafa yayılması manasından hareketle hadisin tarîklannın gittikçe çoğalmasını ifade etmek için olmalıdır. Bununla beraber meşhur ile mustefizin ayn olduğu görüşünde olan alimler de vardır. Bunlardan kimine göre meşhur, ilk asırda aslı olup ümmet tarafından kabul edilen sonradan şayi olan hadis, mustefiz ise tevatür derecesine varmaksızın en az üç sahâbî tarafindan naklolunan hadistir. Bu mânâda meşhur ile mustefiz arasında bir yönden umum-husus münasebeti vardır. Her mustefiz meşhur ise de her meşhur mustefiz değildir. Kimi alimlere göre de mustefiz, isnadının başında ve sonunda sayılan aynı olan raviler tarafından rivayet edilmiş olan hadistir. 896Meselâ üç sahabî tarafından rivayet edilmiş bir hadis, zamanla yine bu sayıda ravi tarafından rivayet edilirse mustefiz olur. Ancak baştan bir kaç sahâbî tarafından rivayet edildikten sonra zamanla rivayet tariklan çoğalan hadis ise meşhurdur. Bu tarife göre ise meşhur, mustefizden daha umumidir.

SELMAN SEVEN

{facebook#https://facebook.com/} {twitter#https://twitter.com/}

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget