Resulullah'ın hadislerini mi arıyorsunuz ?
Türkiye'nin En Geniş Kapsamlı Hadis Sitesi
HZ.MUHAMMED (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
"أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ"

Latest Post

Bu bölümde hadis anlaşılmasındaki temel ilke ve esaslar dört başlık halinde özet olarak sunulacaktır.
i. Genel İlke ve Esaslar
ii. Hadis Metinleri Bağlamında Özel İlke ve Esaslar
iii. Metin Dışındaki Unsurlarla ilgili İlke ve Esaslar
iv. Hadislerin Ana Konularını Dikkate Almak
i. Genel İlke ve Esaslar
Hadislerin İslâm"ın Bütünlüğü İçerisinde Okunması, Anlaşılması ve Değerlendirilmesi
Hadisleri sağlıklı bir şekilde anlamanın temel ilke ve esası, "din", "vahiy", "Kur"an", "peygamberlik" ve "sünnet" bütünlüğü içerisinde sağlıklı bir sünnet-hadis anlayışına sahip olmaktır. Şüphesiz İslâm dininin bilgi kaynaklarını teşkil eden temel dinî metinler içerisinde hadisler, en önde gelen metinlerdir ve çok önemli bir yer tutar. Ancak hiçbir hadis, dinî metinler içerisinde, diğerlerinden bağımsız müstakil bir metin değildir. Zira her hadis, "sünnet" olarak adlandırılan ve Hz. Peygamber"in örnek yaşantısını ifade eden bütünün sözlü veya yazılı parçasıdır. Sünnet ise, peygamberliğin zorunlu sonucudur. Bir peygamberi herhangi bir insandan ayıran en önemli husus, Allah"tan vahiy almasıdır. Kur"an, İslâm"ın yegâne mukaddes kitabıdır. Dolayısıyla hadisleri Kur"an ile birlikte düşünmek ve bütüncül olarak ele almak hadislerin anlaşılması için hayatî önemi haizdir. Bu bağlamda hadisler, İslâm"ın genel esasları ile dinin genel çerçevesi, vahiy, peygamberlik, sünnetin genel esasları, İslâm dininin Allah, âlem, varlık, bilgi, ahlâk ve insan tasavvuruyla iç içe geçmiş bir anlam ilişkisine sahiptir. Bu nedenle hadisler, ancak bu bütünlük içerisinde okunduğunda sağlıklı bir anlama mümkün olabilir.
Hadisleri Kur"ân-ı Kerîm ile Birlikte Ele Almak
Bir hadisi anlamaya çalışırken ve değerlendirirken göz önünde bulundurulacak ilkelerden birisi de, o hadisin Kur"an"la birlikte ele alınmasıdır. Hadiste ifade edilen hususlar, öncelikle Kur"an"ın sarih/açık âyetleriyle veya geneliyle karşılaştırılır ve hadis, Kur"an"ın bütünlüğü açısından ele alınır. Allah"tan gelen vahyi insanlara ulaştırmak için elçi seçilen Hz. Peygamber, hiç kuşkusuz Kur"an"ı en doğru biçimde anlayan ve ve uygulayan kişidir. Bu nedenle ilkesel olarak Kur"an ile hadisler arasında bir çelişki ve aykırılıktan söz edilemez. İmam-ı A"zam Ebû Hanîfe"nin ifadesiyle, "Allah"ın Resûlü, Allah’ın Kitabı’na muhalefet etmez; Allah’ın Kitabı’na muhalefet eden de Allah’ın Resûlü olamaz.”167
Hadislerin Kur’anla karşılaştırılması fikri, Hz. Peygamber’in ve sahâbenin ileri gelenlerinin bu yöndeki uygulamalarına dayanmaktadır. Rivayet edildiğine göre İbn Abbâs bir gün Hz. Âişe’ye gelmiş ve Hz. Ömer’den naklen Hz. Peygamber’in, “Allah, geride kalan yakınlarının arkasından ağlaması nedeniyle mümine azap eder.” buyurduğunu söylemişti. Bunun üzerine Hz. Âişe, “الْقُرْآنُ حَسْبُكُمُ ” “Size Kur’an yeter.” diyerek bu konuda Kur’an’daki bilgileri de göz önünde bulundurmalarını tavsiye etmiş, ardından suçun şahsiliği ilkesine atıfta bulunan, “Hiçbir günahkâr başka bir günahkârın günah yükünü yüklenmez.” mealindeki âyeti168 okuyarak ilgili hadisin eksik ve yanlış olarak nakledildiğini belirtmiştir.169
Hadislerin Kur’an’la karşılaştırılması ile kastedilen, her hadisin doğrudan Kur’an’da bir teyidinin veya karşılığının bulunması değil, Kur’an’la karşılaştırılan hadisin Kur’an’ın sarih âyetlerine yahut belirlediği ilkelere aykırı olmamasıdır. Ancak hadislerin Kur’an’la karşılaştırmasının yapılması ve uyumunun tespit edilmesi işlemi, bu konuda yeterli düzeyde bilgi birikimi gerektiren hassas bir iştir. Bu sebeple hadislerin Kur’an ile karşılaştırılmasının uzmanlık gerektiren bir iş olduğu unutulmamalıdır.170
Hadisleri Hz. Peygamber’in Sünneti ve Sîreti ile Birlikte Anlamak
Hadislerin, ancak Hz. Peygamber’in sünneti ve sîreti (hayat tarzı) ışığında ele alındığı zaman en doğru biçimde anlaşılabileceği unutulmamalıdır. Hz. Peygamber’in sünnetlerinin tanıkları olan sahâbîler, hadisleri değerlendirirken sık sık bu yönteme başvurmuştur. Rivayet edildiğine göre Hz. Âişe, Ebû Hüreyre’den nakledilen, “Kadın, eşek ve köpek namazı bozar.” rivayetini duyunca buna itiraz etmiş ve “Allah’a yemin ederim ki ben Allah Resûlü’nün önünde, sedirin üzerinde yatarken onun namaz kıldığını gördüm. Bazen ihtiyacım oluyor, Resûlullah’ı rahatsız etmemek için ayaklarının yanından çıkıyordum.” diyerek171 söz konusu rivayetin takrirî sünnete aykırı olduğunu ifade etmiştir.172
Hadisleri Tarihî Değeri ile Birlikte Anlamak
Bir hadisin anlaşılmasını kolaylaştıracak unsurlardan biri de onun tarih boyunca nasıl anlaşıldığıdır. Başka bir ifadeyle, bir hadisin İslâm’ın bütünlüğü içindeki anlamı, Müslümanların tarih içinde bu hadis metinden ne anladıkları ile tam olarak kavranabilir.173 Bu nedenle hadisleri değerlendirirken onların gerek Medine devrinde, gerekse sonraki devirlerde nasıl anlaşıldığını, gündelik hayatı nasıl etkilediğini, davranışa nasıl dönüştüğünü, bireylerin ve toplumun hayatında nasıl bir etki meydana getirdiğini tespit etmek oldukça önemlidir. “Medineli ilk Müslümanların uygulaması ve tatbikatı” mânâsına gelen “amel-i ehl-i Medine” nin fıkhî konularda hüküm kaynağı olarak Mâlikî Mezhebi’nde özel bir yeri olmasının nedeni budur. Hanefî fakihlerinin fıkhî hükümlere kaynaklık eden deliller arasında toplumda yerleşik hale gelmiş olan “maruf sünnet”i174 de dikkate almaları buradan ileri gelmektedir.
Hadis rivayetleri, tarih boyunca İslâm coğrafyasının muhtelif bölgelerinde pek çok anlayışın oluşmasına ve şekillenmesine de katkıda bulunmuştur. Meselâ, resim/tasvir konusuyla ilgili hadisler, İslâm medeniyetindeki sanat algısını derinden etkilemiş, İslâm’a özgü özel sanat dallarına vücut verdiği gibi evrensel sanat formlarına da özgün katkılar sunmuştur.
Hadisleri İslâm’ın Evrensel-Küllî Esasları ile Birlikte Anlamak
İslâm dininin aklî çıkarımlar ve naklî deliller vasıtasıyla oluşan temel ilke ve esasları, evrensel küllî kaideleri vardır. Hadisler, İslâm dininin inanç, ibadet, ahlâk ve hukuk esaslarını belirleyen tevhid, hak, adalet, eşitlik, maslahat, kolaylık, uygulanabilirlik, insan onuruna saygı gibi pek çok naklî ve aklî delile dayanan küllî temel esasları ışığında anlaşılmalı; hayatın varlık sebebi, insanın yaratılış gayesi ve dinin gönderiliş hikmeti gibi makâsıdu’ş-şerîa bağlamında değerlendirmeye tâbi tutulmalıdır. Hadislerin şâri’in genel maksatları ile ümmetin umumî maslahatlarını belirleyen temel esaslarla uyum içerisinde olmasına dikkat edilmelidir. Hz. Peygamber’den nakledilen sahîh bir hadisin bu küllî esaslara aykırı düşmesi söz konusu olamaz. Şayet bir hadis ile söz konusu ilkeler arasında bir ihtilâf ve çelişki olduğu tespit edilirse, bu durumda cem ve telif (uzlaştırma), tercih, nesh, tevakkuf ve terk gibi hadis bilginlerinin hadisler arasındaki ihtilâfın giderilmesine yönelik olarak uyguladıkları ilmî bakımdan uzlaştırma yöntemi devreye girer.175 Zira söz konusu bu ilkeler kat’î bilgi, haber-i vâhidler ise zannî bilgi ifade eder. Kat’î/kesin olan ile zannî/ihtimalli olan çatışırsa, elbette kat’î olan tercih edilir. Hadisleri Aklî Çıkarım İlkeleri ile Birlikte Anlamak
Hadis metinlerini değerlendirmede başvurulan yollardan biri de rivayetleri aklın açık, genel ve herkes tarafından kabul edilen ilkelerine arz etmektir. Öncelikle, Hz. Peygamber’e aidiyeti sahîh olan bir rivayetin, aklın sarih ilkeleriyle çelişmeyeceği düşüncesinin genel anlamda kabul gördüğü vurgulanmalıdır. Bu durumda akla aykırı hadisler merdûd veya mevzu olarak değerlendirilmektedir. Meselâ, Ebû Hüreyre’nin, “Kim bir cenaze yıkarsa gusletsin, kim de cenazeyi taşırsa abdest alsın.” şeklindeki rivayetini duyan Hz. Âişe, “Müslümanların ölüleri necis mi ki? Bir tahta parçasını (tabutu) taşımakla birisine ne (diye abdest) almak gereksin?” demekten kendini alamamıştır.176 Ancak hadislerin akıl ölçütlerine arz edilmesinde bazı hususlara dikkat edilmelidir. Her şeyden önce burada söz konusu olan akıl, aklıselimdir; yani yönlendirilmemiş, tarafgirlikten uzak, saf ve dış etkilerden korunabilmiş akıldır. Hadislerin muhatabı olan kişilerin beşer olmalarından kaynaklanan öznellikleri nedeniyle bazen akıl ölçütlerinin kişiden kişiye değişen bir durum arz ettiği açıktır. Bu nedenle akla arz ederek bir hadisi reddetmeden önce mümkün olan tüm yorum imkânlarını değerlendirmek ihtiyatlı bir yaklaşım olur. Diğer yandan hadislerde aklın kavrama sınırını aşan konular da vardır. Gayba ilişkin rivayetler ve müteşâbih hadisler bu cümledendir. Bu hadisleri sırf akla arz ederek değerlendirmek uygun bir yaklaşım değildir.
Hadisleri Hz. Peygamber’in Gönderiliş Gayesi Çerçevesinde Değerlendirmek
Bütün hadisleri, özellikle de yaratılışın başlangıcı, dünyanın sonu, gelecekte ortaya çıkacak fitne ve kargaşalar, olağanüstü durumlar ve mucizelerle ilgili olan hadisler ile pozitif bilimlerle ilgili rivayetleri anlamaya çalışırken ve yorumlarken, öncelikle Hz. Peygamber’in gönderiliş gayesini, tebliğ etmekle mükellef olduğu bilgilerin alanını ve üstlendiği temel vazifeyi dikkate almak gerekir. Onun vazifesi, yaratılışın nasıl başladığı (bed’ü’l-halk ) ve nasıl biteceği (kıyamet ) üzerinden yaratılmışların hidayet ve saadeti ile ilgili esasları tebliğ etmektir. Onun ilgi alanı, bir tabip hassasiyeti ile ceninin anne rahminde kaç günde teşekkül ettiğini, embriyo safhalarının nelerden ibaret olduğunu bildirmek değil, bu konular üzerinden Allah’ın kullarına yaratıcılarının kudret ve azametini anlatmaktır.177 Hz. Peygamber’i iyi tanıyanlar onun büyüklüğünü sineğin kanadında tespit ettiği panzehirde değil178 kızgın çölün bereketsiz toprağında meydana getirdiği toplumun nezahetinde ve o toplumu her türlü mânevî kirlerden nasıl arındırdığında (tezkiye ) ararlar. Onu bilenler, büyüklüğünü acve hurmasının hangi hastalıklara şifa olduğunu tespit edişinde değil179 hastalıklı kalpleri nasıl tedavi ettiğinde görecek, onun bedenleri tedavi eden biri (tabîbü’l-ebdân ) olmayıp, kalpleri tedavi eden bir doktor (tabîbü’l-kulûb ) olduğunu anlayacaktır. Hatta onun büyüklüğünü sadece Burak ile semaya nasıl yükselip (urûc ) yedi kat gökte nasıl dolaştığında değil, aşağıların aşağısına (esfel-i sâfilîn ) yuvarlanmış insanlığı yüksek değerlere nasıl kavuşturduğunda veya getirdiği değerlerin, insanlığın süflî bir hayattan ulvî bir hayata yükselişi için nasıl bir mi’rac vazifesi gördüğünde arayacaktır.
Meşhur Tatar âlimi Şihâbüddin Mercânî’ye (1889) göre İslâm Peygam­beri’nin en büyük mucizesi, onun getirdiği davete uygun olarak ortaya koyduğu hayat tarzıdır. O, bu mucizeyle yeryüzünün en bereketsiz topraklarında, bedevî bir toplumdan medenî bir toplum meydana getirmiştir. Binaenaleyh Resûl-i Ekrem’in getirdiği davete uygun olarak yaşamış olması, örnek bir hayat sergilemesi, rivayetlerde yer alan ve ona atfedilen bütün olağanüstülüklerden daha üstün ve daha muteberdir.
ii. Hadis Metinleri Bağlamında Özel İlke ve Esaslar
Hadis Metinlerini Konu Bütünlüğü İçerisinde Değerlendirmek
Hadisler okunurken konu bütünlüğüne dikkat edilmelidir; yani bir hadisi o konuda vârid olan diğer hadislerle birlikte ve bir bütün olarak ele almak gerekir. Hadislerin tasnif edilmeye başlandığı hicrî ikinci asırdan itibaren belli bir konuya ilişkin hadisleri bir araya toplayan kitapların yazıldığı bilinmektedir. Meselâ, câmî türü eserler hadislerde yer alan sekiz ana konuyu içine alır. Bu konular şunlardır: İman; ibadet ve muâmelât (ahkâm ); ahlâk ve nefis terbiyesi (rikâk ); yeme, içme ve sefer âdâbı; tefsir, tarih ve siyer; fizikî, insanî ve ahlâkî nitelikler (şemâil ); fiten ve melâhim ; peygamberlerin ve ashâbın menkıbeleri.180 Ayrıca fıkhî hadisleri içeren sünen tarzı kitaplar da kaleme alınmıştır. Bir tek konuyla ilgili rivayetleri toplayan müstakil hadis eserleri de derlenmiştir. Ancak bu, bir konudaki bütün rivayetlerin bu eserlerde toplandığı anlamına gelmemektedir. Dolayısıyla belirli bir konudaki hadisleri bir arada görmek için, aslî ve tâlî bütün hadis kaynaklarındaki ilgili rivayetleri birlikte değerlendirmek gerekir. Hadisleri Farklı Rivayet ve Tarikleri ile Birlikte Anlamak
Ahmed b. Hanbel: “Bir hadisin bütün tariklerini bir araya getirmediğiniz sürece onu anlayamazsınız. Hadisin farklı tarikleri birbirini açıklar.”181 demiştir. Hz. Peygamber’den rivayet edilen her sözü veya ondan nakledilen her hadiseyi pek çok kareden oluşan bir resme benzetecek olursak, bütün bu kareleri bir araya getirmeden nakledilen sözü veya hadiseyi bütün yönleri ile görebilme ve anlayabilme imkânı oldukça sınırlıdır. Ancak rivayetlerin bütün kareleri tamamlanmış resmini veren herhangi bir hadis kitabı da mevcut değildir. Bu açıdan bakıldığında hadis kaynakları, resmi tamamlayan kareleri ihtiva etmesi açısından hiç kimsenin müstağni kalamayacağı eserlerdir. Ancak resmi tamamlamak için aynı konudaki hadisleri toplamak yetmez; ayrıca konusu ve kaynağı aynı olan rivayetlerin tek tek farklı tariklerinin bir araya getirilmesi de gerekir. Bu sayede her bir isnadın aktardığı parça metinler birleştirilmiş ve “bütün resim” imkân nispetinde bir araya getirilmiş olur. Bu işlem esnasında aynı zamanda rivayet metinlerinin aslında kime ait olduğu, metnin kimler tarafından şekillendirildiği, tarihî süreç içinde ortaya çıkan râvi tasarruflarının rivayet metinlerine nasıl aksettiği de tespit edilmiş olur. Bu işlem için hicrî ikinci asırdan intikal eden hadis, tarih ve fıkıh kaynakları ile daha sonraki musannef , câmî , müsned , sünen ve mu’cem gibi bütün eserler, veri sunabilecektir. Ana hadis kaynaklarımızın hepsinin bu bakımdan kaynak olma değeri vardır. Esasen bu işlem geleneksel hadis tetkiklerinde de belli oranda uygulanmıştır.182
Hadislerin Mânâ Olarak Rivayet Edilmiş Olabileceğini Dikkate Almak
Hadislerin anlaşılması ve yorumlanması çalışmasında göz önünde bulundurulması gereken önemli hususlardan biri de, hadislerin büyük bir kısmının “lafzen” değil “mânâ” ile rivayet edilmiş olmasıdır. Hadis rivayetinin şifahî/sözlü aktarıma dayanan karakterinden dolayı hicrî ilk üç asırda hadislerin büyük kısmı mânâ olarak rivayet edilmiştir. Meselâ, Hz. Peygamber’in Kur’an sûrelerini öğrettiği gibi sahâbeye öğrettiği teşehhüd duası dahi lafızları az çok farklı olan dokuz ayrı rivayet ile bize gelmiştir.183 Yine meşhur bir rivayet olan, “Ameller niyetlere göredir...” hadisi, sadece Hz. Ömer’den nakledilmesine rağmen Buhârî’nin el-Câmiu’s-sahîh ’inde dokuz farklı yerde nakledilir184 ve rivayetlerin hemen tamamında haberin lafızları birbirinden farklıdır.185 
Hadislerin mânâ olarak rivayet edilmiş olmaları gerçeği, bir konuda pek çok isnadı bulunan bir rivayetin, bu rivayetlerden sadece birisinin hakikati yansıttığı anlayışının yerine, bütün tariklerin sened ve metin olarak eşit derecede göz önünde bulundurulması gerektiğini göstermektedir.
Hadislerin Vürûd (Söyleniş) Sebeplerini Tespit Etmek
Kur’ân-ı Kerîm’deki sûre ve âyetlerin pek çoğunun bir iniş sebebi yani sebeb-i nüzul ü olduğu gibi, hadislerin de bir söylenme nedeni yani sebeb-i vürûd u vardır. Hadisin sebeb-i vürûdu, bazen hadis metninin içinde, bazen hadisin başka tariklerinde, bazen de hadis kaynaklarının muhtelif türlerinde yer alabilir. Siyer ve mağazi gibi tarih kaynaklarında da bulunabilir. Hadisin söylenme nedeni, hadisin anlaşılmasında, açıklanması ve hadisten hüküm çıkarılmasında yönlendirici ve bazen de belirleyici bir rol oynar; esbâb-ı vürûd, bir hadisin ne anlama geldiğini hadisin söylendiği somut durumu ve şartları dikkate alarak tespite imkân vermektedir.
Bu konuda cuma günü gusül abdesti almakla ilgili rivayet oldukça dikkat çekicidir. Hz. Âişe ve İbn Abbâs gibi sahâbîlerin naklettiğine göre Hz. Peygamber, bir cuma günü hutbe irâd ederken şöyle buyurmuştur: “Sizden biriniz cumaya gelmek istediği zaman gusletsin.” 186 Hadis külliyatında bu sözü teyit eden pek çok hadis nakledilmiştir. Sahâbeden, Hz. Peygamber’in bu sözü hangi bağlamda söylediğini bilmeyenler, sözün ifade ettiği hükmü farklı değerlendirmiş, sözü bağlamından koparmayarak değerlendirenler ise farklı yorumlamışlardır. Meselâ, İbn Ömer’e göre cuma günü gusletmek hem kadınlara hem de erkeklere farzdır ve yıkanmanın terk edilmesi caiz değildir. Nitekim ondan nakledilen bir rivayet, Hz. Peygamber’in kendi sözünü değil, bu sözden onun anladığını yansıtmaktadır ki rivayet şöyledir: “Cuma günü gusletmek, (akıl) bâliğ olan her erkek ve kadın için dinî bir yükümlülüktür.”187 Sahâbeden Ebû Saîd el-Hudrî’nin de benzer görüşte olduğu aktarılır.188
Hadisleri tarihsel ve toplumsal bağlamları ile birlikte değerlendiren sahâbîler, Hz. Peygamber’in cuma günü gusletmeyi emretmeye sevk eden sebepler üzerinde durmuşlardır. Hz. Âişe bunu şöyle ifade etmiştir: “İnsanlar (o günlerde) kendi işlerini kendileri görürlerdi. Cumaya günlük iş kıyafetleriyle gelirlerdi. Onlara, ‘Keşke bugün için yıkansanız (ne iyi olur)’ denildi.”189
İbn Abbâs, cuma günü gusletmenin, tamamen insan ilişkileri açısından, insanları rahatsız etmemek için emredildiğini anlatmıştır. Irak’tan iki kişi, bir gün kendisine gelerek cuma için boy abdesti almanın dinî bir yükümlülük olup olmadığını sormuşlar, İbn Abbâs da bunun şart olmadığını ancak güzel bir davranış olduğunu ifade ettikten sonra Hz. Peygamber’in bu sözü hangi bağlamda söylediğini şöyle izah etmiştir: “(Hz. Peygamber zamanında) İnsanlar darlık ve meşakkatte idiler. Yünden elbiseler giyerler, bedenen çalışırlardı. Mescitleri dardı, tavanı basıktı ve bir gölgelikten ibaretti. Sıcak bir günde, Resûlullah (sav) mescide geldi. Yün elbiseler içerisinde insanlar terlemişler ve ortalığa ter kokusu yayılmıştı. Bu kokudan rahatsız oldukları da belliydi. Resûlullah (sav) bu durumu görünce, ‘Ey insanlar! Bugün (cuma günü) geldiğinde yıkanın. Bulabildiğiniz koku ve yağların en güzelini sürünün.’ buyurdu. Aradan zaman geçti. Yüce Allah, (mallar, elbiseler, hizmetçilerle onlara) bolluk verdi. Müslümanlar başka elbiseler giydiler, bedenen çalışmaya ihtiyaçları kalmadı, mescitleri genişletildi. Böylece bir birlerine rahatsızlık veren ter kokusu da ortadan kalktı.”190
Şu hâlde cuma günü gusletmek sadece cuma namazı ve cuma gününe hürmeten yapılması gereken bir yükümlülük değil, aynı zamanda toplu yerlerde insanları rahatsız etmemek için yerine getirilmesi gereken bir iştir.191 Nitekim Hz. Peygamber, başka hadislerde, cuma namazına gelenlerden, dişlerini temizlemelerini, en güzel elbiselerini giymelerini ve güzel kokular sürmelerini istemiştir.192
Hz. Peygamber’in Üslûbunu ve Anlatım Tarzını Bilmek
Hadislerin sağlıklı biçimde anlaşılması ve değerlendirilmesi için yapılması gereken işlemlerden birisi de Hz. Peygamber’in üslûbunu ve anlatım tarzını dikkate almaktır. Allah Teâlâ, Kur’an’da, “Kendilerine apaçık anlatabilsin diye her peygamberi kendi milletinin diliyle gönderdik.” 193 buyurmuştur. Hz. Peygamber’in Arap toplumuna mensup olması itibariyle hadisler Arapça olarak ifade edilmiştir. Hz. Peygamber, çocukluğunu saf Arapça’nın konuşulduğu Benî Sa’d yurdunda, gençliğini ise ticaret amacıyla Hicaz Yarımadası’nın farklı bölgelerinde geçirmişti. Ayrıca risâletini tebliğ ederken farklı boy ve kabilelere hitap etmişti. Bütün bunlar, Arapça’nın bütün lehçe ve ağızlarına aşina olma konusunda ona katkıda bulunmuştu. Hatta Hz. Ali bir defasında dayanamayıp, “Ey Allah’ın Resûlü! Biz, aynı dedenin torunlarıyız; oysa görüyorum ki Arap boyları ile konuşurken benden farklı bir dil kullanıyorsun.” deyince, o, “أَدَّبَنِيرَبِّيفَأَحْسَنَتَأْدِيبِي“Beni Rabbim edeplendirdi (dil ve edebiyat bakımından yetiştirdi) ve bunu ne güzel yaptı.” 194 buyurmuştu. Allah Resûlü bu sözüyle, kendisine sözlerin en edebî olanını yani Kur’an’ı indiren Yüce Allah’ın bu konudaki yardımına işaret ediyordu. Allah Resûlü, “Bana sözün özü (cevâmiu’l-kelim) verildi.” 195 derken de dil konusunda sahip olduğu ayrıcalığa dikkat çekiyordu.
Arap Edebiyatı’nın en ünlü isimlerinden Câhız (255/869), el-Beyân ve’t-tebyîn adlı eserinde Hz. Peygamber’in dil ve üslûbunu edebî açıdan şöyle tasvir etmiştir: “Hz. Peygamber’in sözleri, az harflerle çok anlamlar ifade eden, yapmacıklıktan uzak, zorlamalardan berî sözlerdir. Dili kullanırken uzatılması gereken yerde uzatmış, kısa ve öz olması gereken yerde de çok veciz ifadelere başvurmuştur. Konuşmaları, hikmet mirasına dayanan, ismetle donatılmış sözlerden ibarettir. Söyledikleri, bizzat Allah tarafından teyit edilmiş ve o (sav), beyan konusunda başarılı kılınmıştır. Allah, onun sözlerine muhabbet katmış ve onları kabule şayan kılmıştır. O, heybetle tatlılığı, özlü ifade ile güzel anlatıyı birlikte sunmuştur...”196
Hz. Peygamber, kendi hadislerini önceden oturup kaleme almadığı veya yazdırmadığı gibi konuşurken de büyük ölçüde yazı dili değil, tabiî olarak konuşma dili kullanmıştır. O, ayrıca anlattıklarını açık seçik ve özlü olarak tasvir etmeye uygun, açık ve düzenli cümle yapısına sahip yüksek bir dil kullanmış, bununla birlikte günlük dili kullandığı zamanlar da olmuştur. Hz. Peygamber, din dilinin bütün çeşitlerine başvurmuştur. Bizâtihi ümmetine bir şeyi emreden yahut herhangi bir hususu sarih ifadelerle yasaklayan hadislerin yanı sıra çok değişik vesilelerle, muhtelif maksatlarla, çeşitli muhataplara yönelik olarak dilin farklı imkânlarını da kullanmış, bazen serbest ifade ve üslûbu tercih etmiştir. Özetle hadis metinleri, dil ve üslûp açısından yeknesak bir mahiyet arz etmemekte, bilakis farklı, zengin bir üslûp özelliği sergilemektedir.
Hz. Peygamber’in Kavram Dünyasını Bilmek
Hadisleri doğru anlamanın ilkelerinden birisi de Hz. Peygamber’in kavram dünyasını tespit etmektir. Hadislerde hayır-şer, birr-ism, haram-helâl, salah-fesad, maruf-münker, tayyib-habis, hasene-seyyie gibi söz ve davranışlara “değer biçen” kavramların yanı sıra küfür, şirk, hidayet, dalâlet, iman, İslâm, ihsan gibi “tasvir edici” kavramlar da sıkça yer alır. Son üç kavram Cibrîl hadisi olarak bilinen bir rivayette197 Hz. Peygamber’in diliyle tanımlanmıştır.198 Bu kavramların lüğavi bir tahlile tâbi tutularak anlam içeriklerinin tespit edilmesi,199 Hz. Peygamber’in din ve dünya görüşünü anlamak için hayatî öneme sahiptir.200
Hz. Peygamber bazen içinde yaşadığı toplumun günlük dilde kullandığı kelime ve kavramlara yeni anlamlar yüklemiş, dar olan anlam çerçevelerini genişletme yoluna gitmiştir. Hatta bazen kelimelerin ifade ettiği anlamı tersine çevirdiği olmuştur. Hz. Peygamber’in diliyle anlam daralmasına veya anlam genişlemesine uğrayan kelimeler olduğu gibi anlam kayması geçirenler de olmuştur. Hz. Peygamber’in kavramlaştırma yoluyla bir hakikati nasıl yerleştirmeye çalıştığı, Abdullah b. Mes’ûd’dan rivayet edilen şu hadiste açıkça görülür. Buna göre bir gün Hz. Peygamber, “Sizce pehlivan kimdir?” diye sorar. Yanında bulananlar, “Pehlivan, hiç kimsenin güreşte yenemediği kimsedir.” diye cevap verirler. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle der: “Hayır öyle değildir; asıl pehlivan, öfkelendiğinde nefsine hâkim olan kimsedir.” 201 Görüldüğü gibi Hz. Peygamber, toplumun “pehlivanlık” kelimesine yüklediği maddî anlamı mânevîleştirmiş; güç ve kuvvetin pazuların güçlü olmasında değil, iradeye hâkim olmada, öfkeli anlarda dengeyi yitirmemede olduğunu ifade etmiştir.
Hadislerdeki Teşbih, İstiare, Mecaz, Kinaye gibi Edebî Anlatım Tarzlarını Bilmek
Hz. Peygamber insanları dine davet ederken Arap dilinin bütün anlatım özelliklerine başvurmuştur. İslâm’ın temel hakikatlerini açık ve yalın cümlelerle ifade edebilmek için dolaysız anlatım tarzına başvurduğu gibi, Arap dilindeki teşbih, istiare, mecaz, kinaye gibi anlatım tarzlarından da yararlanmıştır. Anlatmak istediklerini bazen canlı tasvirlerle belleklere yerleştirmeye çalışmış, bazen de her dil ve gelenekte olduğu gibi kıssalar ve temsilî hikâyeler nakletmiştir. Ayrıca bütün dillerde soyut mefhumları anlatabilmek için somutlaştırma yoluyla anlam aktarmalarına başvurulduğu da bir gerçektir. Somutlaştırma, anlatım gücünü artırmak için yapılan bir deyim aktarmasıdır. Bu, anlatılması güç düşünce ve duyguların, soyut kavramların, somut kavramlar aracılığıyla anlatılmasıdır.202 Hz. Peygamber de bilhassa tasavvur alanımızın dışında kalan soyut hakikatleri anlatmak için bu yola başvurmuştur.
Hz. Peygamber’inüslûbunu ve anlatım tarzını iki kısma ayırmak mümkündür:
a) Dolaysız Anlatım: Bu anlatım tarzı, daha çok Hz. Peygamber’in açık emir ve yasaklarında, geçmiş, gelecek ve mevcut durum ile ilgili öğretici ve bilgilendirici haberlerinde, hutbelerinde, yazışmalarında ve tavsiyelerinde görülmektedir. Hüküm bildiren önermeler daha çok bu yolla ifade edilmiştir: “İslâm, beş esas üzerine bina edilmiştir.” 203 ,“İlim kadın erkek her Müslüman’a farzdır.” 204 ve“Mümin, müminin kardeşidir.” 205 gibi.
b) Dolaylı anlatım: Bir durumu ifade edebilmek için açık ve yalın ifadeler yerine, onu anlaşılır kılmak veya insanın zihnine yerleştirmek için başvurulan bir anlatım tarzıdır. Edebî tasvirler, teşbih, mecaz, istiare, kinaye, meseller ve kıssalar , dolaylı anlatımın ilk akla gelen örnekleridir.
Dolaylı anlatımın en önemli tarzı, teşbih, istiare ve mecaz dır. Hakikat, bir kelimenin dilde vazedildiği anlamıdır. Mecaz ise bir sözün hakiki anlamı ile alınmasını imkânsız kılan bir engelden dolayı başka bir anlamda kullanılmasıdır.206 Mecazın kelime anlamı “geçiş”tir; mecazda, hakikî mânâdan başka bir mânâya kayma ve geçme söz konusu olduğu için bu adı almıştır.207 Kinaye ise belli bir kelimenin hem hakiki anlamına hem de mecazî anlamına karşılık gelecek şekilde kullanılmasıdır. Daha çok temsilî dili andırır.208
Hz. Peygamber’in, anlatım tarzı olarak mecaz, kinaye ve istiareye fazlasıyla başvurduğu bilinen bir gerçektir. Mecaz ifade eden hadislerin sayısı, Şerif Radî’nin (406/1016) kaleme aldığı el-Mecâzâtü’n-Nebeviyye adlı eserdeki üç yüz hadisten ibaret değildir. Ayrıca bu tür hadislerin yanlış ve farklı anlamalara yol açtığı da yine bilinmektedir. Ebû Huseyn el-Basrî, bunun sebebini şöyle izah eder: “Mecazda, hakikatte olmayan hazifler (eksiltmeler) ve mübalağalar (abartılar) vardır.”209 Bu hazf ve mübalağa zamanla hakikate dönüştüğü içindir ki mecaz ifade eden birçok hadis yanlış anlaşılmıştır.
Hadislerdeki mecazî anlatımın örneklerinden biri şu rivayette yer alır: Buhârî ve Müslim’in Ebû Hüreyre’den naklettiğine göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Kadınlara iyi muamele edin; çünkü kadınlar kaburga kemiğinden yaratılmıştır. Kaburga kemiğinin en eğri (ve hassas) tarafı üst tarafıdır. Düzeltmeye kalkışırsanız kırarsınız; tamamen terk ederseniz eğri kalır. Kadınlara hayırla muamele edin.” 210
Bu hadisi lafzî mânâsıyla anlamaya çalışırsak kadının yaratılış maddesinin toprak değil, kaburga kemiği olduğu anlaşılır; ancak mecazî olarak yorumlarsak daha başka bir anlamı olduğu ortaya çıkar. Kazanlı âlim Musa Cârullah Bigiyef’e (1949) göre bu hadisten kadınların kemikten yaratıldığı kastedilmemiştir. Ona göre Hz. Peygamber bu hadisle, hanımların hassas ve kırılgan olduklarını ifade etmiş; onlara zulmetmemek, hukukuna saygı göstermek, varsa kusurlarını affetmek, bazen cefalarına da katlanmak gerektiğini söylemiştir.211
Aynı şekilde bu hadisin de asıl anlamı, bütün tarikleri toplandıktan sonra verilse, hakikat ortaya çıkacak ve bir teşbih ve mecaz olduğu anlaşılacaktır. Kaldı ki beş ayrı tarikle rivayet edilen haberin beşi de Ebû Hüreyre’ye dayanmaktadır. Müslim’in yer verdiği diğer bir tariki şöyledir: “Kadın kaburga kemiği gibidir; düzeltmeye kalkışırsan onu kırarsın; onu kırmak, boşamaktır.” 212 Hz. Peygamber’in, Veda Haccı’nda hanımları taşıyan develeri süren Enceşe isimli Habeşli köleye söylediği söz de yukarıdaki hadisin bir benzeridir. Enes b. Mâlik’in rivayetine göre Enceşe, develeri süratlice sürüp de üzerlerindeki hanımlar sarsılınca Resûlullah, “Enceşe! Kristallere dikkatli davran!” 213 demiştir. Önceki hadiste hassas kaburga kemiğine benzetilen hanımlar, bu hadiste de incelik ve zarafette kristale teşbih edilmişlerdir.
Hadislerdeki Deyimleri Anlamak
Hadisler asıl itibariyle Arap dilinde dillendirildikleri için, bazı hadislerde Arap diline özgü deyimsel ifadeler yer almıştır. Bu ifadelerin anlaşılması için hem o ifadenin bulunduğu hadisin bağlamı, hem de söz konusu ifadenin o dönemdeki mânâ ve kullanımı tespit edilmelidir. Hadislerde sıkça zikredilen ve Araplara özgü bir yemin ifadesi olan214 “فَوَالَّذِىنَفْسِىبِيَدِهِ” (Bu canı bu tende tutana yemin olsun ki)215 tipik bir deyimsel ifadedir. Yeminin, sahibi nezdindeki önemini vurgulamak için kullanılan bu yemin kalıbı, “Bu can Allah’ın izniyle bu bedende durduğu sürece...” gibi bir anlam ifade etmekte ve yemin ile ifade edilecek hususun, yemin eden kişinin varlığına eşdeğer bir önemde olduğunu ima etmektedir. Diğer yandan yeminin putlara ya da diğer varlıklara değil, sadece Allah adına olacağına bir göndermede bulunmaktadır.216
Sahâbeden Mikdâd b. el-Esved’in rivayet ettiği bir hadiste de deyimsel bir ifade kullanılmıştır. Buna göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Sizi yüzünüze karşı öven meddahlarla karşılaşırsanız yüzlerine toprak saçın.” 217 Mikdâd b. el-Esved, mecazî olan “yüzlerine toprak saçın” ifadesini hakikate hamlederek anlamıştır. Bir adam Halife Osman’ın huzuruna girerek yüzüne karşı kendisini övmeye başlamıştır. Bunun üzerine Mikdâd. b. el-Esved yerden bir avuç toprak alarak adamın yüzüne serpmiş, arkasından da az önce naklettiğimiz hadisi okumuştur. Oysa ilk hadis şârihlerinden Hattâbî’nin (388/998) de belirttiği gibi her şeyden önce buradaki meddahlık, kişiyi yaptığı bir iyilikten dolayı takdir ve tebrik etmek değildir; herhangi bir menfaat elde edebilmek için, halkın “yağcılık” dediği şeyi yapmaktır. Ayrıca Arapçada “yüze toprak serpmek” tabiri, “kişiye istediği şeyi vermeyip mahrum bırakmak”, demektir. Yine Arapçada “topraktan başka bir şeyi yok” demek, fakir, mahrum, hiçbir şeyi olmayan demektir.218 Kur’an’da da, “Toprağa (bağlı) miskin” 219 hiçbir şeyi olmayan fakir anlamında kullanılmıştır. Zemahşerî (ö. 538/1143) de, “Yüzüne toprak serpin!” ifadesinin, mecazî olarak “Onu mahcup edin!” demek olduğunu söyler.220
Hadislerde Kıssa ve Temsilî Anlatımları Bilmek
Hadislerde dolaylı anlatımın önemli bir ifade tarzı da kıssalar ve temsilî hikâyeler dir. Hz. Peygamber bir hakikati anlatmak için bazen her dil ve kültürde mevcut olan kıssalara ve temsilî hikâyelere başvurmuştur. Ancak bunların hadis külliyâtı içinde çok fazla bir yer tuttukları söylenemez. Tekrarları bir tarafa bırakılacak olursa, Kütüb-i Tis’a ’da (muteber dokuz hadis kitabında) toplam yüz otuz dokuz kıssa olduğu görülür.221
Bu kıssaları, muhteva itibariyle üç kısma ayırmak mümkündür. Bunların bir kısmı gerek rüyada gerekse uyanıkken Hz. Peygamber’in yaşadığı tecrübeler dir; vahyin başlangıcı ve mi’rac ile ilgili kıssalarda olduğu gibi.222 Bu tür kıssaların sayısı on beşi geçmez.223 Bunların bir kısmı ise gaybî kıssalar dır. Gaybî kıssaları da iki kısma ayırmak mümkündür: Geçmişte yaşanan tarihî kıssalar, gelecekte meydana gelecek büyük hadiseler. Tarihî kıssalar, iki tarzda nakledilmiştir: Bazıları geçmiş peygamberlere ve ümmetlerine atfedilmiş, bazısı ise hiçbir isim verilmeden anlatılmıştır. Bunlar daha çok hikmet ihtiva eden hadiselerdir. Teferruatlı bir bilgilendirme söz konusu değildir.224
Fiten ve melâhim hadisleri arasında sayılabilecek olan ve gelecek ile ilgili kıssalar, daha çok kıyamet günü, âhiret âlemi, Deccal, Ye’cûc ve Me’cûc, Hz. İsa’nın nüzulü, mahşer sahneleri, cennet ve cehennem tasvirlerinden oluşmaktadırlar.225
Geçmiş ile ilgili tarihî kıssalara gelince, bunların bir kısmı Kur’an’da anlatılan kıssaların tekrarı veya izahı mahiyetindedir. Kur’an’la aynı bilgileri ihtiva eden kıssaların birer hakikat olduğu kabul edilir. Ancak Kur’an’ın verdiği bilgilerin dışında bilgiler ihtiva eden kıssaların tarihle ve önceki dinî metinlerle mukayese edilmesi, bunların anlaşılması için önem arz eder.
Hz. Peygamber’den nakledilen kıssaların bir kısmı ise temsilî dir. Temsilî kıssalar yaşanmamış hadiselerdir. Bunlar bir hakikati anlatmak, onu toplumun zihnine ve hafızasına yerleştirmek için başvurulan bir dolaylı anlatım tarzıdır.226 Ancak yaşanmadığıhalde bir gerçekliği ifade etmek için yaşanmış gibi nakledilen kıssaların veya temsilî hikâyelerin anlaşılması her zaman kolay olmamıştır. Mecazlar halkın elinde hakikat kesbettiği gibi bu tür kıssalar da zamanla tarihî hakikatlere dönüştürülebilmiştir.
Hadislerdeki Meselleri (Emsâlü’l-Hadîs) Bilmek
Hz. Peygamber’in dolaylı anlatım tarzı olarak sıkça başvurduğu unsurlardan birisi de meseller dir. Hadislerde geçen meseller, hakikati anlatmak için başvurulan bir izah ve açıklama tarzıdır.227 Hem Kur’an’da hem de hadis külliyatında, zihinlere uzak, soyut bir bilgiyi somuta indirgeyerek anlatmak için bu yola başvurulmuştur.228 İbn Kayyim el-Cevziyye Kur’an’da kırk üç açık, on bir gizli meselin yer aldığını belirtmektedir.229 Ancak hadis külliyatında bunların sayıları çok daha fazladır. Ahmed b. Hanbel’in rivayetine göre Abdullah b. Amr b. el-Âs, “Ben Resûlullah’tan bin mesel ezberledim.”230 demiştir. Bunlardan toplam yüz kırk kadarını, Râmehurmuzî (360/970) Emsâlü’l-hadîs adlı eserinde bir araya getirmiştir. Temsilî hikâyelerin anlaşılmasında yaşanan problem, emsâl in anlaşılmasında da yaşanmıştır. Bunlar da, bazı râviler tarafından âdeta yaşanmış hikâyelere ve kıssalara dönüştürülmüştür.231
Hz. Peygamber’in, mümini değişik varlıklara benzettiği ve onun farklı yönlerine vurgu yaptığı hadisleri, hadislerdeki mesellerin en güzel örneklerindendir. Bu hadislerde mümin, muhtelif benzerlik yönleri açısından hurma ağacına,232 bal arısına,233 güzel koku satan kimseye,234 altın parçasına,235 yeni yeşermiş ekine236 ve yularından bir yere bağlanmış ata237 benzetilmiştir.
Hadislerdeki Sayı ve Miktarları Bilmek
Hadis rivayetleri içerisinde çokluk, azlık, uzaklık, yakınlık ve imkânsızlık (muhâl) gibi şeyleri ifade ederken kullanılan rakamlar, mesafeler, ölçü ve tartı birimleri yanlış anlamalara müsait olan hususlardandır.
“Miskal-i zerre, hardal tanesi, iğne ucu, yarım hurma, karış, arşın, deniz köpüğü” gibi ifadeler bu cümledendir. Bilhassa hadislerde geçen altmış, yetmiş, yüz ve yedi yüz rakamları, bazı anlaşılma problemlerine yol açmıştır. Bu sayılar, Arapçada çokluk ve mübalağa ifade ettiğihalde, bunları kesin rakamlar olarak değerlendirenler olmuştur.238
Buhârî üzerine yazdığı şerhi ile meşhur olan Bedreddin el-Aynî (855/1451) bu konuda şöyle demiştir: “التخصيص بالعدد لا يدل على نفي الزائد”, “Hadislerde belirli bir sayı ile sınırlandırma yapılması, o sayıdan daha fazlasının anlaşılmasına engel değildir.”239 Başka bir ifadeyle hadiste belirtilen sayı mutlak bir kesinlik ve sınırlama ifade etmez. Bu çerçevede, “İslâm beş esas üzerine bina edilmiştir.” hadisi,240 bu beş esasın dışında İslâm’ın herhangi bir esası olmadığı anlamına gelmediği gibi, adalet ve ahlâk gibi esasların İslâm’ın esaslarından olmadığı mânâsına hiç gelmez. Yine meselâ, “Müslüman’ın Müslüman üzerindeki hakkı beştir.” hadisi, bu beş hakkın dışında Müslümanların birbirlerine karşı başka hakkı yoktur, demek değildir. Hadislerdeki bu türden sayılar, konuları bizim zihnimize yaklaştırmak, vurgulamak ve sınıflandırmak gibi gayelere yöneliktir.
Şah Veliyullah Dihlevî’ye göre de terğîb ve terhîb yani teşvik edici ve sakındırıcı nitelikte olan haberlerde beyan edilen miktar ve sayılarda Hz. Peygamber’in amacı sınırlayıcılık (hasr) değildir. Ona göre aşağıdaki hadis, sözü edilen bu esas doğrultusunda anlaşılmalıdır: “Ümmetimin sevapları bana arz olundu; içinde kişinin mescitten çıkardığı çer çöp de vardı. Bana ümmetimin günahları da arz olundu. Onlar arasında, bir adamın Kur’an’dan ezberleyip de sonra unuttuğu sûreden daha büyüğünü görmedim.” 241
Diğer yandan hadis rivayetlerindeki sayısal ifadeler içerisinden, ilgili olduğu konuya göre kesin bir rakam belirtenler de vardır. Namaz rekâtları, zekât miktarları, oruç günleri gibi farz ibadetlerle ilgili olanlar ile miras taksimi ve cezalar gibi fıkhî meselelerle ilgili olan hadislerdeki sayılar, kesin miktar belirten sayılardır.
Hadislerde Melek ve Şeytan Temsillerini Bilmek
Din, madde ile mânâyı, şehâdet ile gaybı, dünya ile âhireti birleştirerek değerlendirdiği için, bazen maddî dünyamızda görülmeyen varlıklara da çeşitli nedenlerle atıflarda bulunur. Bu cümleden olarak Hz. Peygamber, bazı hadislerinde olumsuz ve kötü şeyleri şeytanla irtibatlandırmış, buna mukabil iyi ve güzel işleri de meleklere isnad etmiştir. Böylece insan insanları yapmaya yönlendireceği davranışları melek kavramı ile, sakındırmak istediği tutumları da şeytan kavramı ile ilişkilendirerek pek çok kavramın mânâ ve muhteviyatını somutlaştırmış, pek çok tutum ve davranışın da iyilik ve kötülük kaynağını bunlara bağlayarak anlaşılmasını kolaylaştırmıştır. Meselâ, şu hadisi ele alalım: “Sizden biriniz uykudan uyandığında, (abdest alırken) üç defa burnunu temizlesin; zira şeytan insanın genzinde geceler.” 242 Hz. Peygamber’in temizlik konusunda eğitime muhtaç bir topluma sabah kalktıklarında burunlarını temizlemeleri gerektiğini söylemesini anlaşılabilir bir husustur; ancak gösterilen gerekçeyi zahirî anlamıyla anlamak mümkün değildir.243
Hadislerde bu şekilde şeytan ile irtibatlandırılan hususlar, sadece temizlikten ibaret değildir. Meselâ, toplum içinde iyi karşılanmasa da, insan vücudunun tabiî bir hareketi olan esneme de yine şeytanla ilişkilendirilmiştir. Ebû Hüreyre’nin rivayet ettiği bir hadiste Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Esnemek şeytandandır. Sizden biriniz esneyeceği zaman mümkün olduğu kadar yutkunsun 244 veya elini ağzına koysun.” 245 Ebû Hüreyre’den gelen bir rivayette de esneme esnasında çıkan sesin, aslında insanın karnında gülen şeytanın sesi olduğu ifade edilir.246 Ebû Saîd el-Hudrî’den gelen bir rivayette ise insan esnerken ağzı açılınca karnına şeytan girer.247 Fakat bu son rivayete göre esnemeyi engelleme emri olağan zamanlarda değil, namaz içerisindedir. Bu hadis de bir önceki gibi insanın atalet, gevşeklik ve rehavet anında esnediği, bunun ise şeytanın vesvesesine zemin hazırladığı şeklinde yorumlanmıştır.248
Hz. Peygamber’in, hadislerde olumsuz ve kötü şeyleri şeytana, iyi ve güzel işleri de meleklere isnad ederken çoğu zaman hakikî mânâyı kastetmediği, şeytan ve meleği birer temsil olarak kullandığı anlaşılmaktadır. Nitekim Endülüslü âlim Ebû Bekir İbnü’l-Arabî (543/1149) bunu şöyle özetlemiştir: “İslâm dininde çirkin olan her davranış şeytana, güzel olan her iş de meleklere nispet edilmiştir; zira şeytan kötülüğün, melek ise iyilik ve güzelliğin vasıtasıdır.”249 Râğıb el-İsfehânî (502/1108) de, insandaki kötü huyların (ahlâk-ı zemîme) şeytan diye isimlendirildiğini belirtmiştir.”250
Hicrî beşinci asırda bazı kimseler zamanın büyük âlimi Ebû Hâmid Gazâlî’ye (505/1111) gelerek bir hadisi anlamakta güçlük çektiklerini söylerler ve ondan kendilerine bunu izah etmesini isterler. Sordukları hadisin anlaşılamayan kısmı şöyledir: “Şeytan insanın damarlarında kanın dolaştığı gibi dolaşır.” 251 Tabiî ki sorulan sorular sadece bu hadisten ibaret değildir;buna benzer beş on soru daha vardır. Ancak asıl öğrenmek istedikleri hususların başında, şeytanın insanın içinde veya kanında nasıl dolaştığıdır. Gazâlî’ye sorulan hadisin açıklamasına gelince, aslında hadis, bağlamından koparılmadan vürûd sebebi ile birlikte zikredilirse sorun teşkil eden bir tarafının kalmayacağı görülür. Müslim’in Enes b. Mâlik ve Hz. Safiyye’den rivayet ettiğine göre, bir gün Hz. Peygamber mescitte itikafta iken, hanımı Safiyye akşam vakti onu ziyaret etmeye gider; kendisinden ayrılacağı zaman ise Hz. Peygamber, onu uğurlamak ister. Yolda ensardan iki adamla karşılaşırlar. Her ikisi de Resûlullah’ı görünce adımlarını hızlandırırlar. Bunun üzerine Hz. Peygamber, “Durun!” der ve onlara yaklaşarak, “Bu yanımdaki kişi (eşim) Safiyye bnt. Huyeyy’dir.” deyince, ensardan sahâbîler, “Sübhânallâh! Biz sizin hakkınızda nasıl kötü düşünebiliriz?” derler. İşte bunun üzerine Hz. Peygamber, “Şeytan insanın damarlarında kanın dolaştığı gibi dolaşır.” 252 der ve insanın kötü düşünce ve vesveselere kapılabileceğine işaret eder.
iii. Metin Dışındaki Unsurlarla ilgili İlke ve Esaslar
Hadislerde Doğrudan Yer Almayan Metin Dışı Unsurları Dikkate Almak
Hadis rivayetleri sadece isnad ve metinden ibaret değildir; dolayısıyla bu rivayetlerin anlaşılmaları sadece dilin sınırları içinde gerçekleşmez. Hadisler, içinde vârid oldukları fiziksel çevre ve mekân, söylenmelerine neden olan sosyokültürel zemin ve ait oldukları tarihî bağlam ışığında kendi gerçekliğine uygun olarak anlaşılabilirler. Hz. Peygamber’in öyle ifadeleri vardır ki, bunlar ancak o zamanın tabiî ve coğrafî şartları, toplumsal yapısı ve tarihsel ortamı göz önüne alındığında anlamlı olabilmektedir.253 Bu şartların göz ardı edilmesi halinde, rivayetin işaret ettiği anlam ya genelleştirilmekte ya hadis güncelleştirilememekte yahut yüzeysel bir yaklaşımla reddedilmektedir.
Meselâ, Abdullah b. Mes’ûd’un naklettiğine göre Hz. Peygamber, yüzündeki tüyleri aldıran, saçlarına başkalarının saçlarını ekleten, kaşlarını aldıran, dişlerini incelten ve vücutlarına dövme yaptıran kadınların ilâhî rahmetten uzak olduklarını söylemiştir.254 Oysa hadiste kınanan husus sıradan bir güzelleştirme işlemi değildir. Hadise konu olan davranışın o günkü sosyal ve tarihsel ortam içinde farklı bir karşılığı vardır. Buna göre, câhiliye döneminde kötü şöhrete sahip bazı kadınların sırf karşı cinsin dikkatini çekmek amacıyla bu kabil işler yaptıkları ve bu da kötü kadınların âdeti olarak şöhret bulduğu için bu işleri yapanların kınandığı anlaşılmaktadır.255 Nitekim müminlerin annesi Hz. Âişe, saçlarına başkalarının saçlarını ekletenler hakkında kendisine bir soru yöneltildiğinde şu karşılığı vermiştir: “Saç ekletenlerden kasıt sizin anladığınız gibi değildir. Saçı dökülen bir kadının saçına yünden mamul kılları eklemesinde bir sakınca yoktur. Ancak (Peygamber’in kınadığı kimseler), gençliğinde fuhuş yapan, saçı dökülüp ihtiyarladığında ise kafasına saç ekleterek (veya sunî bir saç kullanarak) fuhuş yaptıranlardır.”256
Hadisin Hz. Peygamber’in Bilgi Kaynakları Açısından Değerini Tespit Etmek
Hadisin sağlıklı bir şekilde anlaşılabilmesi için gerekli hususlardan biri de, ilgili hadisin Hz. Peygamber’in bilgi kaynaklarıyla ilişkisinin ortaya konması ve kaynağının vahiy olup olmadığının belirlenmesidir. Peygamberimizin sözlerinden hangisinin vahiy kaynaklı olup hangisinin olmadığı hususunda sahâbe döneminden itibaren tartışmalar görülmüştür. Onun bütün hadislerinin vahye dayandığı söylenirse257 bu durumda örneklik ve tebliği dışında kalan bir özelliğinden söz edilemez. Eğer hadislerinden bir kısmı kendi beşerî re’y ve ictihadına dayanıyorsa bu takdirde, sözlerinin bağlayıcılık derecesini tayin etmek gerekir.
Şah Veliyullah Dihlevî, Hz. Peygamber’den gelen bilgileri iki kısma ayırır:
a) Hz. Peygamber’in risâletiyle ilgili olan, onun insanlığa tebliğ etmekle yükümlü olduğu hususlar. Kur’an bunun başında gelir. Hukuk, ibadet ve ahlâkın ana ilkeleri de bu kısma girer. Dihlevî’ye göre, Hz. Peygamber’in Kur’an dışında âhiret âlemine ilişkin verdiği bilgiler (acâibu’l-melekût ) de yine bu türdendir.
b) Hz. Peygamber’in risâlet sahasına girmeyen, tebliğ etmekle mükellef olmadığı, ancak bir insan olarak söyledikleri ve yaptıkları. Peygamber (sav) de bir fert olarak toplum içinde yaşamıştır. Dolayısıyla onun da gündelik hayatı ve sade insanların yaşantısı gibi bir yaşantısı vardı. Bütün bu konularda hiçbir söz söylemediğini ileri sürmek mümkün değildir. Bu noktada yapılması gereken iş, onun peygamberlik görevi ile insan oluşu arasındaki dengeyi görmek ve muhafaza etmektir. Kur’an, onun bir beşer olduğunu vurgulamış,258 kendisi de sık sık bu özelliğini ön plana çıkarmıştır.259 Beşerden bir peygamber olamayacağı iddiası, müminlerden değil müşriklerden gelmiştir.260 
Resûlullah’ın bazı tasarrufları, onun yalnızca bir insan olarak aklına, kişisel görüşüne ya da zan ve tahminine dayanmaktaydı. Meselâ, Medine’ye geldiğinde, hurma ağaçları üzerinde bulunan bazı adamları görmüş ve onların ne yaptıklarını sormuştu. Ona, erkek hurma filizini, dişisine koymak suretiyle hurmaları aşıladıklarını söylediklerinde Hz. Peygamber, “Onun bir fayda vereceğini zannetmiyorum, bunu yapmasalar belki daha iyi olur.” buyurdu. Bunun üzerine onlar da bunu yapmaktan vazgeçtiler; ancak bu sefer hurmaların meyveleri az, verimleri düşük oldu. Kendisine durum anlatıldığında o, şöyle buyurdu: “Ben sadece bir tahminde bulundum; şayet (aşılama) bir fayda veriyorsa yapın. Bilin ki ben de sizin gibi bir insanım. Benimki sadece bir zan idi. Zan (da bulunan) hata da eder, isabet de. Ancak ben size, Allah diyor ki, diye başlayan bir ifade nakledersem bilin ki ben, asla Allah’a yalan isnad etmem.” 261
Ancak özenle vurgulamak gerekir ki Hz. Peygamber’in tebliğ etmekle mükellef olduğu alanı, dinî ve dünyevî veya dünyevî ve uhrevî diye biribirinden kopuk iki kısma ayırmak ve Peygamber’in söylediklerini ve yaptıklarını sadece dinî veya uhrevî kısma yerleştirmek, getirdiği dine ve o dinin ilke ve esaslarına aykırıdır.
Hadislerin Dinî Hükümler Bakımından Bağlayıcılık Derecesini Belirlemek
Hz. Peygamber’in hadislerindeki hükümlerin bizler için ne derece bağlayıcılık ifade ettiğinin tespit edilmesi de onların sağlıklı bir şekilde anlaşılması için önemlidir. Hz. Peygamber’in sözlerinin teşrî bakımından bağlayıcılık dereceleri, tarih boyunca Müslüman âlimler arasında tartışılagelmiştir. Sahâbîlerden kimileri Hz. Peygamber’in sözlerinin bağlayıcılık durumunu sorgulayıp onları ayırmak cihetine gitmiş; söylediği sözün ilâhî vahyin sâikiyle mi yoksa şahsî görüş ve ictihadına göre mi ortaya çıktığını sormaktan çekinmemiştir.
Meselâ, İbn Abbâs’ın anlattığına göre, ara sıra Hz. Âişe’nin hizmetinde bulunan Berîre262 isminde bir cariye vardı. Bir gün Hz. Âişe, Berîre’yi bedelini ödeyerek sahiplerinden satın aldı ve hürriyetine kavuşturdu.263 Azat edilmeden önce Muğîs b. Cahş adında bir kölenin hanımı olan Berîre,264 hürriyetine kavuştuktan sonra evliliğini sürdürüp sürdürmeme konusunda dinî bakımdan tamamen serbest olduğunu öğrenince kocasından ayrılmaya karar verdi.265 Ancak hanımını çok seven Muğîs, kendisinden ayrılmaması için Medine sokaklarında ağlaya ağlaya onun peşinden dolaşıyordu.
Çaresiz Muğîs, son olarak Hz. Peygamber’e geldi ve “Ey Allah’ın Resûlü! Ne olur benim için Berîre ile konuşuver.” diyerek ondan yardım istedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber Berîre’yi çağırarak, “Ey Berîre! Allah’tan kork! O senin hem kocan, hem de çocuğunun babası, ne var ona geri dönsen?” diyerek onu kocasına dönmeye teşvik etti. Bunları dinleyen Berire, “Ey Allah’ın Resûlü! Emir mi buyuruyorsun?” diye sorunca Hz. Peygamber, “Ben yalnızca aracılık yapıyorum.” cevabını verdi. Bunun üzerine Berîre, “Benim ona ihtiyacım yok!” dedi ve kocasından ayrıldı.266
Berîre’nin, Hz. Peygamber’in talebinin emir olup olmadığını sorması, onun, Hz. Peygamber’in emrinin bağlayıcı olduğunu bildiğini gösterir. Ancak o, Resûlullah’ın ricasına rağmen, onun burada herhangi birisi gibi yalnızca bir aracı konumunda olduğunu öğrendiğinde kararından vazgeçmemiş ve kocasından ayrılmayı yeğlemiştir. Hz. Peygamber, onun bu kararlılığını görünce amcası Abbâs’a, “Ey Abbâs! Muğîs’in Berîre’ye olan şu sevgisiyle, Berîre’nin ona olan bu nefretine şaşırmıyor musun?” 267 diyerek hayretini ifade etmiş, ancak Hz. Peygamber’in aracılığını kabul etmemesinden dolayı Berîre’yi, ne Resûlullah ne de Müslümanlar ayıplamışlardır.
Özellikle fakih sahâbîler, Hz. Peygamber’in tasarruflarını, bağlayıcı olup olmaması açısından ayırt etme ihtiyacı hissetmişlerdir. Hadis ve sünnetin sağlıklı bir şekilde anlaşılıp yorumlanabilmesi açısından günümüzde de ilmî kriterler çerçevesinde benzer ayrımların göz önünde tutulması gerekmektedir.268
Hadislerde Konu Edinilen Varlık Mertebelerini Dikkate Almak
Hz. Peygamber vahye mazhar olan bir insan olarak, bizim görmediklerimizi gördüğü, bizim hissetmediklerimizi hissettiği içindir ki, sadece şehâdet âleminden değil gayb ve melekût âleminden yani fizik ötesi âlemden de haberler vermiş ve insan aklının bu haberleri anlamada ve yorumlamada zaman zaman zorlandığı olmuştur. Onun haber verdiği yaratılışın başlangıcı, vahyin keyfiyeti, kıyamet, haşr, cennet, cehennem, melek, cin, şeytan gibi kavramlar aynı zamanda Kur’an’da da bildirilmiştir. Ancak Hz. Peygamber’in bazen Kur’an’da olmadığı halde haber verdiği birtakım varlıklar da yok değildir.
Bu konuda özellikle İmam Gazâlî’nin kaydettiği hususlar dikkat çekicidir. Ona göre Peygamber’i tasdik etmenin anlamı, onun haber verdiği şeylerin varlığını kabul etmektir. Varlığın beş ayrı mertebesi vardır:
Zâtî varlık (el-vücûdü"z-zâtî): Zâtî varlık hakiki varlıktır. Varlığın bizzat kendisidir.
Hissî varlık (el-vücûdü"l-hissî): Bir şeyin madde olarak var olmasıdır. Meselâ, gözle görülen varlıklar hissî varlıklardır.
Hayalî varlık (el-vücûdü"l-hayâlî): Hayalî varlık, duyularla zihnen canlandırılan varlıkların, hissen müşahade edilemeyenlerin suretidir. Hayalî varlık, tasavvur olarak insan zihninde mevcuttur, fakat dış âlemde mevcut değildir.
Aklî varlık (el-vücûdü"l-aklî): Aklî varlık, bir şeyin ruhu, mânâsı ve hakikati demektir. Aklın kavradığı bu şey, aklî varlıktır.
Şibhî varlık (el-vücûdü"ş-şibhî): Şibhî varlık; ne suretiyle ne hakikatiyle, ne histe ne hayalde ne de akılda bir şeyin bizâtihi var olmasıdır. Sadece benzetme yolu ile bir şeyin dilde var kılınmasıdır.
Gazâlî, hadislerde haber verilen varlıkları varlığın bu beş mertebesiyle izah eder. Örneğin, Buhârî ve Müslim"in Ebû Saîd el-Hudrî"den rivayet ettikleri bir hadiste269 Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
"Ölüm (kıyamet günü) güzel bir koç şeklinde getirilir ve (cennet ile cehennem arasında tutulur). Bir münadi, "Ey cennet ehli!" diye seslenir ve cennet ehli koşuşarak gelir ve (koç şeklindeki ölüme) bakarlar. "Bunu tanıyor musunuz?" diye sorar. Onlar da, "Evet bu ölümdür." derler ve hepsi onu görmüş olurlar. Sonra münadi, "Ey cehennem ehli!" diye seslenir. Onlar da koşuşarak gelir ve ona bakarlar. Onlara da, "Bunu tanıyor musunuz?" diye sorar. Onlar da, "Evet, bu ölümdür." diye cevap verirler ve hepsi onu görmüş olurlar. Sonra bu koç (onların gözü önünde) kesilir. Sonra (aynı münadi), "Ey cennet ehli burada ebedîlik (hulûd) vardır, ölüm yoktur. Ey cehennem ehli size de ebedîlik var, ölüm yoktur." der." (Daha sonra Resûllullah) şu âyeti okur: "Her şeyin hükme bağlanacağı o onulmaz pişmanlıklar gününün (gelip çatacağı konusunda) onları uyar. Çünkü onlar hâlâ gaflet içindeler ve (o günün geleceğine) inanmıyorlar." 270
Gazâlî bu tür hadislerde geçen varlıkları hakiki varlık olarak telakki etmenin doğru olduğunu kabul etmediği gibi, bu tür hadislerin tamamını mecaz, teşbih veya istiare olarak görmenin de doğru olmadığını söyler. Ona göre ölüm bizâtihi bir koç şekline dönüşmeyecek fakat hem cennet ehli hem de cehennem ehli onu hissî bir varlık olarak bu şekilde tasavvur edecektir. Ölümün koça dönüşmesi ve boğazlanması, hariçte değil onların duyularında gerçekleşmiş olacaktır. Böylece artık âhirette ölümün varlığından ümitler kesilmiş olacaktır.271
Hadislerdeki İllet ve Hikmeti Tespit Etmek
Hadisleri sağlıklı anlamanın ve yorumlamanın ilkelerinden biri de hadiste yer alan hükümlerin illetlerini ve hikmetlerini tespit etmektir. Bunu tespit etmek için sorulması gereken soru “niçin” sorusudur. Zira “niçin” sorusu, sadece anlamayı değil açıklamayı da gerektirir.
Kuşkusuz Hz. Peygamber’in bir hüküm koyarken dikkate aldığı genel ve özel birtakım esaslar vardır. Genel ve küllî esaslar, makâsıdü’ş-şerîa olarak bilinen dinin temel gaye ve ilkeleridir. Özel esaslar ise hükmün sebebini ve amacını ifade eden illet ve hikmet tir. Bir hadisteki hükmün bizler için nasıl bir anlam ifade ettiği, hadisin dayandığı sebep, illet ve hikmetin tespitine bağlıdır. Eğer illet devam ediyorsa hüküm de bâkî kalacak, sebep ortadan kalkmışsa hüküm de ortadan kalkacaktır. Meselâ, illet ve hikmeti bilinmezse Hz. Peygamber’in, “Ateşte pişen yiyeceklerden dolayı abdest alın.” 272 hadisi gereği hemen hemen her yemekten sonra abdest almak gerekecektir. Ancak bu söze muhatap olan toplumun, bilhassa yağlı yiyeceklerden sonra, “Kokusu yokluğundan hayırlıdır.” deyip ellerini üzerine sürdüğü, Hz. Peygamber’in, bu toplumu su kullanımına alıştırmak gibi bir amacının olduğu bilinir, ayrıca “vudû” kelimesinin de Arapçada “el yıkamak” mânâsına da geldiği tespit edilirse273 o takdirde hadis, “Ateşte pişen yiyeceklerden sonra ellerinizi yıkayın.” şeklinde anlaşılacaktır.
Öğle ve yatsı namazlarını geç kılmanın fazileti üzerinde duran Hz. Peygamber,274 ikindi namazının ilk vaktinde kılınması gerektiğini söylemiş, bu namazı geciktirmeye dahi razı olmamış ve güneşin batışından hemen önce kılanı gördüğünde ise şöyle demiştir: “Bu, münafık namazıdır. (Münafıklar) oturup güneşi gözetir, batışına yakın bir vakitte kalkıp (karga gibi) dört defa yeri gagalar ve Allah’ı az zikreder.” 275
Aslında bütünlük ilkesini esas alırsak beş vakit namazın beşi de önemlidir. Birinin diğerine üstünlüğü yoktur. Öyleyse Hz. Peygamber’in, ikindi namazına atfettiği bu önem nasıl izah edilebilir?
Şah Veliyullah Dihlevî, salt ibadetle ilgili bu konuyu dahi Medine toplumunun tarihsel ve toplumsal şartlarıyla izah etmiştir. Bir tarım toplumu olan Medine’de, insanları en çok namazdan alıkoyacak vakit, ikindi vaktidir; zira bu vakit, esnafın çarşı pazara, çiftçinin tarla ve bahçesine gittiği en uygun vakittir.276
Gündüz iki vakitte mesai yapılıyordu: Biri, sabah namazından sonraki vakitti ki bu vakitte namaz yoktu ve öğle vakti gelmeden —iklim icabı— herkes evine çekiliyordu. Kaylûle (öğle uykusu) Arap’ın vazgeçilmez alışkanlığıydı; hatta sıcak iklimden dolayı Hz. Peygamber, öğle namazının ikindi serinliğine doğru kılınmasının daha efdal olduğunu söylemişti.277 Çalıştıkları ikinci vakit ise ikindi vaktiydi. İşte Dihlevî’ye göre, bu mesai insanları namazdan alıkoyduğu için Hz. Peygamber, terğîb ve terhîb kastıyla ikindi namazının önemi üzerinde hassasiyetle durmuştur.278
Hadislerde Muhatabı ve Muhatabın Konumunu Belirlemek
Hadisleri sağlıklı anlamanın bir diğer ilkesi de hadise muhatap olan kimselerin belirlenmesidir. Zira her hitap öncelikle muhatap içindir. Hadislerde Hz. Peygamber’in doğrudan ve ilk muhatapları, onun devrinde yaşayan kimselerdir. Ancak İslâm dininin evrenselliği ve ebedîliği gereği, Hz. Peygamber’in her çağdaki dolaylı muhatapları da unutulmamalıdır.
Hadislerde ifade edilen bir hüküm ya da husus, muhatabın şahsına, durumuna, güç ve kuvvetine, yaşına, maddî durumuna, cinsiyetine, hatta medenî haline göre değişebilmektedir. Çünkü Hz. Peygamber bütün sözlerinde daima muhataplarının durum ve ihtiyaçlarını gözetmiştir. Bu yüzden hadisin zengin-fakir, kadın-erkek, yöneten-yönetilenden kime hitap ettiğini; bütün ümmete mi seslendiğini yoksa yerel insanlara mı konuştuğunu tespit etmek önemlidir.
Hiç şüphesiz Hz. Peygamber’in hitap ettiği toplumda farklı kabiliyetlerde yaratılmış, ilgi, ihtiyaç ve konumları birbirinden farklı pek çok insan bulunmaktaydı. Dolayısıyla o, gönderildiği toplumda yerleştirmek istediği esas ve prensipleri kişilerin durumlarına göre düzenlemiş, soru soranların her birine onun için yararlı ve ona özgü gördüğü şeylerle mukabelede bulunmuştur. Bunun en açık örnekleri amellerin fazileti konusundaki hadislerde görülür. Meselâ, soru soranlardan birinin gururlu olduğunu ve insanlardan uzak olduğunu görerek ona insanlara yemek yedirmeyi ve tanıdığı tanımadığı herkese selâm vermeyi en faziletli amel olarak tavsiye etmiş, kimi zaman da eli ve dili ile diğer insanlara rahatsızlık veren birini görerek ona da bundan vazgeçmesi yönünde telkinlerde bulunmuştur. Kısacası o, soru soranların haline göre en uygun davranış neyse onu öğütlemiştir. Kimine, “Faziletlerin en üstünü, seninle bağını kesenle irtibat kurman, senden esirgeyene vermen ve sana ağır konuşanı bağışlamandır.” 279 buyurmuş, “Hangi amel daha faziletlidir?” diye soran birine, “Vaktinde kılınan namazdır.” cevabını vermiş,280 bir başkasının sorusuna da, “Allah’a iman ve onun yolunda cihad.” karşılığını vermiştir.281 Dolayısıyla Hz. Peygamber’in aynı soruya verdiği farklı cevaplar çelişki olarak görülmemelidir.
Hadislerdeki Tedrîcîlik İlkesini Dikkate Almak
Hz. Peygamber, hidayet elçisi olarak gönderildiği toplumda iyiliği hâkim kılmak ve kötülükleri ortadan kaldırmak için bir yöntem olarak tedrîcîliği esas edinmiş ve insanlara ilâhî hükümleri aşama aşama tebliğ etmiştir. Kur’ân-ı Kerîm’in yirmi üç yılda âyet âyet ve sûre sûre olarak inmesi282 de tedrîcîlik ilkesinin bir sonucudur. Gerek Kur’an’ın gerekse Hz. Peygamber’in, doğrudan muhatap oldukları toplumdaki yerleşmiş inanç ve uygulamalara karşı en önemli tavrı, seçici davranıp onları toptan reddetmemesidir. İslâm, söz konusu toplumun itikadî, hukukî, ahlâkî ve kültürel yapısını bir gerçeklik olarak kabul etmiş ve bu yapıdaki yerleşik inanç ve uygulamaların bir kısmını aynen kabul ederken bir kısmını ta’dil cihetine gitmiştir. Bazısını karşısına alıp mücadele ederken bazısı ile mücadeleyi tedrîcîlik gereği kademe kademe yapmıştır.
Vahyin muhatabı olan insanların yeni dinin öğretilerini anlamalarını, kabullenmelerini ve hayata tatbik etmelerini kolaylaştırmak gibi hikmetleri olan tedrîcîlik; namaz, oruç ve zekât gibi ibadetlerden içki, zina, kumar ve faiz gibi yasaklara ve nikâh ve talâk gibi toplumsal düzenlemelere kadar pek çok konuda izlenilen bir üslûp olmuştur. Bu üslûbun önem ve işlevini Hz. Âişe şöyle ifade etmiştir:
“Kur’an’dan ilk olarak içinde cennet ve cehennem zikrolunan mufassal sûreler nâzil olmuştur. İnsanlar İslâm konusunda bilinç sahibi oldukları zaman ise helâl ve haram âyetleri nâzil oldu. Eğer ilk önce “İçki içmeyin.” yasağı inseydi, insanlar, “Biz asla içkiyi bırakmayız!” derlerdi. Eğer ilk önce “Zina etmeyin.” yasağı inmiş olsaydı, insanlar, “Biz zinayı asla bırakmayız!” derlerdi.”283
Hz. Peygamber Muâz b. Cebel’i Yemen’e gönderirken ona tedrîcîlik ilkesini elden bırakmamasını şu sözlerle ifade etmiştir: “Sen kitap ehli olan bir topluluğa gidiyorsun. Onları, ‘Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in O’nun peygamberi olduğuna şehâdet etmeye’ çağır. Eğer bunu kabul ederlerse izzet ve celâl sahibi olan Allah’ın her gün ve gecede kılınan beş vakit namazı onlara farz kıldığını bildir. Bunu da kabul ederlerse Allah’ın zenginlerden alınıp fakirlere dağıtılması şartıyla mallarından sadaka vermeyi farz kıldığını bildir. Bunu kabul ettiklerinde, sakın (zekât olarak) onların mallarından en iyilerini alma! Bir de mazlumun bedduasından sakın! Çünkü onunla Allah arasında hiçbir perde yoktur.” 284 Şu halde hadis rivayetlerini anlamaya çalışırken ve yorumlarken tedrîcîlik ilkesi göz önünde bulundurulmalı ve rivayetlerin hangi aşamada vârid olduğu tespit edilmelidir.
Hadislerde Nesih Olgusunu ve Nâsih-Mensûh Rivayetleri Tespit Etmek
Tedrîcîlik ilkesinin bir parçası da nesihtir. Nesih , şer’î bir hükmün daha sonra gelen şer’î bir delille kaldırılmasıdır. Buna göre İslâm’ın başlangıcından itibaren vahyin inmesi ve bazı yükümlülükler getirmesi birtakım safhalar halinde gerçekleşmiştir. Her safhada toplumun şartları dikkate alınarak bazı özel amaçlara yönelik olarak bazı geçici hükümler devreye sokulmuş, gözetilen amaç gerçekleşince de bu ara hükümlerin uygulamasına son verilerek asıl hüküm belirlenmiştir. Bu durum Hz. Peygamber’in hadisleri için de geçerlidir. Bir hükmü nesheden âyete ya da hadise “nâsih” , hükmü neshedilen âyete ya da hadise de “mensûh” denilir. Hadis ilimleri arasında sayılan “Nâsih ve mensûh hadisler ilmi”, hadis rivayetlerinden hangilerinin hükmünün devam ettiğini ve hangilerinin hükümlerinin kaldırılıp onlarla amel edilmeyeceğini konu edinir.
Neshe örnek olarak Abdullah b. Büreyde’nin naklettiği şu hadis zikredilebilir: Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Daha önce kabir ziyaretini size yasaklamıştım; artık kabirleri/mezarları ziyaret edebilirsiniz. Daha önce kurbanların etlerini üç günden fazla elinizde tutmanızı size yasaklamıştım; artık uygun gördüğünüz kadarını elinizde tutabilirsiniz. Daha önce tulumdan başka herhangi bir kaptan şerbet içmenizi yasaklamıştım; artık bütün kaplardan içebilirsiniz, fakat sarhoş edici olanından içmeyin.” 285
Hadisler Arasında Görülen İhtilafların Çözüm Yollarını Araştırmak
Dinî metinlerde asıl olan, birbirleriyle çelişmemeleridir. Çünkü dinî metinler hakikati ifade ederler ve bu metinlerin kendi aralarında uyum içinde olmaları beklenir.286 Bu hüküm hadis rivayetleri için de geçerlidir. Allah’ın Resûlü sıfatıyla Hz. Peygamber’den sâdır olan sözler çelişkiden ve tutarsızlıktan uzaktır. Ancak bazı rivayetler arasında zahiren çelişkilerin görüldüğü de bir gerçektir. İşte hadis ilimleri içerisinde hadislerde görülen teâruz ve ihtilâfları konu alan “Muhtelifü’l-hadîs” adlı ilmin varlık sebebi budur. Muhtelifü"l-hadîs , "makbul bir hadisin aynı konuda kendisi gibi makbul bir veya birçok hadise yahut öteki delillere görünürde veya gerçekte mânen muhalif olmasından ve bu muhalefetin giderilme yollarından bahseden ilim dalıdır."287 Ancak hemen belirtilmelidir ki iki hadis arasında bir çelişkiden söz edebilmek için hadislerin her ikisinin de sıhhat ve sübut açısından aynı düzeyde makbul sayılmaları gerekir.
Hadisler arasındaki ihtilâfın sebepleri arasında Hz. Peygamber"in farklı durumlarda, duruma özgü farklı davranış sergilemesi, maksadına göre değişik ifadeler kullanması, fiillerinin hükmünü her defasında açıklamaması, sorulara muhataplarına göre ve gerektiği ölçüde cevap vermesi gibi hususlar ifade edilebilir. Diğer yandan râvinin hadisin bir kısmını duyup diğer kısmını duymamış olması, Hz. Peygamber"in maksadını yanlış anlaması, hadisin sebeb-i vürûduna vâkıf olmaması gibi râviye ait ihtilâf sebeplerinden söz edilebilir. Ayrıca hadislerin mânâ ile rivayet edilmiş olması, rivayette ihtisar, ziyade yahut tashifin bulunması, hadislerin lafızlarının ve Arap dilinin kendine özgü incelikleri ve teşrî usulünde takip edilen tedrîcîlik ilkesi gibi nedenler de hadislerde görülen zâhirî ihtilâfın nedenlerindendir.288
Hadis âlimleri hadisler arasındaki ihtilâfın giderilmesinde dört aşamalı bir usul takip etmişlerdir. Bunlar:
a. Cem" ve telif: Aralarında ihtilâf olan hadisleri usulüne uygun bir şekilde tevil ederek uzlaştırma ve bağdaştırma esasına dayanır. Böylece her iki hadis de yürürlükte kalır ve ikisiyle de amel etmek mümkün olur. Cem" ve telif usulü, hadislerdeki ihtilâfa makul bir izah getirmek için hadis ilminin ve diğer ilimlerin verilerini dikkate almak zorundadır. Dolayısıyla hadis âlimlerinin kişisel kabiliyetlerine ve yetkinliklerine bağlı olarak sınırsız şekilde uygulama örneği olabilir.
b. Nesih: Hadisler arasındaki ihtilâfın cem" ve telif yoluyla giderilmesi mümkün olmadığı zaman, hadislerde nesih olup olmadığına bakılır. Nesih , şer"î bir hükmün daha sonra gelen şer"î bir delille kaldırılmasıdır. Aralarında teâruz olduğu düşünülen hadislerde nesih söz konusu ise zaman itibariyle sonra olan hadisin (nâsih) hükmü devam eder, daha önce vârid olan hadisin (mensûh) hükmü kalkar ve onunla amel edilmez.
c. Tercih : Cem" ve telifi mümkün olmayan, aralarında neshin varlığına da hükmedilememiş bulunan muteârız hadisler, bazı sebeplere istinaden tercih işlemine tâbi tutulur. Bu noktada aralarında zıtlık bulunan her iki rivayet; isnad, rivayet, râvi, metin, lafız, üslûp ve mânâ gibi ölçütler açısından karşılaştırılır ve diğerine karşı daha üstün olan tercih edilir.
d. Tevakkuf: Yukarıda belirtilen üç işlem sonucunda hadisler arasındaki ihtilâf hâlâ giderilemezse, tevakkuf edilir yani bu konuda kesin bir hükme varılmaz ve bir çözüm bulununcaya kadar kanaat izhar edilmez.289
iv. Hadislerin Ana Konularını Dikkate Almak
Ahkâm Hadisleri
Hadis rivayetleri ana konuları ve içerikleri itibariyle çeşitli sınıflara ayrılır. Bunlardan biri şer’î hüküm ihtiva eden, sosyal ve hukukî meseleleri konu edinen fıkhî hadislerdir. “Fıkhî hadisler insanların, Allah ile, hemcinsleriyle, tabiatla ve kendileriyle olan ilişkilerini konu edinen; hak ve mükellefiyetlerin dile getirildiği, ibâdât, muâmelât ve ukûbât a dair hükümlerle, fıkhın usul ve kaidelerini içeren rivayetlerdir.”290 Hadis literatüründe bu türden hüküm ve kural niteliği taşıyan ahkâm rivayetlerini toplayan sünen tarzı kitaplar kaleme alınmıştır. Ebû Dâvûd, Nesâî ve İbn Mâce’nin es-Sünen adlı eserleri, bu türün seçkin örneklerindendir. Ayrıca münhasıran ahkâm hadislerini içeren veya bunları şerh eden müstakil kitaplar yazılmıştır. İbn Hacer el-Askalânî’nin (852/1449) Bülûğü’l-merâm ’ı ile el-Cemmâîlî’nin (600/1203) Sahîh-i Buhârî ile Sahîh-i Müslim ’deki ahkâmla ilgili rivayetleri topladığı Umdetü’l-ahkâm adlı eseri bu türün önemli iki eseridir. İbn Dakîku’l-Îd’in (702/1302) son esere yazdığı İhkâmü’l-ahkâm şerhu Umdeti’l-ahkâm adlı şerhi oldukça meşhurdur.
Kur’an ve sünnetin İslâm tarihinde Müslüman kültüründe ve İslâm medeniyetinde bütün sahalara olduğu gibi toplumsal kaidelere ve hukuka da kaynaklık ettiği bir gerçektir. Ancak ne Kur’an’ın ne de hadislerin kodifiye edilmiş birer kanun maddeleri manzumesi olmadığı da aşikârdır.291 Hadisler, sadece katı kanun maddeleri oluşturmak gayesiyle vârid olmamıştır. Hatta, hadislerin büyük bir kısmı lafzen değil mânâ olarak rivayet edilmiştir ve hadislerin lafızları onu nakleden râvilerin tasarruflarından azade değildir. Bu itibarla, yukarıda ifade edildiği gibi hadisleri birer kanun metni gibi görüp onların her cümlesini, her kelimesini, her edatını ve hatta her harfini gramer ve dil kaideleri çerçevesinde ele alıp bunlardan hüküm çıkarmak katı bir yaklaşım tarzıdır.
Aynı şekilde dinî metinlerden hüküm çıkarma yöntemi olan usûl-i fıkhın bu konudaki özel durumlar dikkate alınmadan hadislere tatbik edilmesi de isabetli bir yol değildir. Özellikle de inanç ve ahlâkla ilgili hadislere bu usulün tatbik edilmesi, hadislerin mânâ ve maksadına aykırı bazı anlama ve yorumlamalara yol açabilmektedir. Bunun yerine, hadis lafızlarını da ihmal etmeksizin, hadisin farklı tarikleri, vürûd sebepleri, bağlamı, vârid olduğu fiziksel, kültürel, toplumsal ve tarihsel çevre (metin dışı unsurlar) tespit edilmeli, hadis bu çerçevede anlaşılmaya çalışılmalı ve değerlendirilmelidir.
Terğîb ve Terhîb Hadisleri
Kur’an’da da belirtildiği gibi Hz. Peygamber’in görevleri arasında toplumu uyarmak ve müjdelemek de vardır. Bu sebeple o, hem “beşîr” (müjdeleyici) hem de “nezîr” dir (uyarıcı ve sakındırıcı). Buna uygun olarak insanları uyarırken yahut müjdelerken başvurduğu usul, terğîb (iyiliği teşvik etmek) ve terhîb (kötülükten sakındırmak) olmuştur. Din dilinde terğîb ve terhîb ; bir üslûp, bir ifade biçimi, bir anlatım tarzı, bir değer hükmü, bir söylem, bir tasrif ve delâlet çeşidi olarak tanımlanmıştır. Buna göre dinin; hakikat, iyi, doğru, sevap, güzel, fazilet dediği söz ve davranışlara özendirmek ve teşvik etmek için kullanılan ifadelere terğîb , dinin bâtıl, kötü, yanlış, günah, rezalet olarak nitelendirdiği söz ve davranışlardan sakındırmak, korkutmak, çekindirmek amacıyla kullanılan ifadelere de terhîb denmiştir.
Terğîb ve terhîb Kur’an’da da yer alan önemli bir anlatım tarzıdır. Va’d ve vaîd, inzâr ve tebşîr, havf ve recâ, sevap ve ikâb, cennet ve cehennem, ma’ruf ve münker gibi hususlara yönelik ikili anlatım biçimleri nasıl yer aldıysa, terğîb ve terhîb ifadeleri de aynı şekilde birlikte yer almıştır. Ancak terğîb ve terhîb in yoğun olarak kullanıldığı alan hadis rivayetleri olmuştur. Hz. Peygamber’in iyiye, hayra, fazilete, hakka, hakikate, adalete, ahlâka özendirmek ve teşvik etmek; kötüden, şerden, reziletten, bâtıldan, zulümden ve ahlâksızlıktan korkutmak, çekindirmek ve sakındırmak için söylediği hadislere terğîb ve terhîb hadisleri denmiştir.
Gerek Kur’an’da gerekse hadislerde bulunan terğîb ve terhîb ifadelerinin kendine has bir dili, üslûbu ve anlatım tarzı vardır. Bazen terğîb ve terhîb amacıyla dolaylı anlatım yollarından teşbih, temsil, mecaz, istiare, kıssa gibi anlatımlar tercih edilirken, bazen de “Allah sever.”, “Allah buğzeder.”, “Küfürdür.”, “Şirktir.”, “Cennetliktir.”, “Cehennemliktir.”, “Cennet vacip olur.”, “Cehennem vacip olur.”, “Bizden değildir.”, “İman etmiş olamaz.”, “Mümin değildir.”, “Yazıklar olsun.”, “Lânet olsun.” gibi doğrudan hüküm ifadeleri kullanılmıştır. Bununla birlikte tek başına kullanılan ifadelerden yahut ifadelerin dili ve üslûbundan söz konusu değer hükümlerinin terğîb ve terhîb için söylendiği sonucunu çıkarmak zordur. Bunu ortaya çıkaran, hadis metinleri içinde bulunan bazı karineler ile bu metinlerin iç bütünlüğü ve rivayetlerin İslâm’ın genel ilke ve esasları ışığında anlaşılması ve yorumlanmasıdır. Terğîb ve terhîb üslûbunun belirli bir konusu yoktur. Hadislerde hemen hemen her konuda bu üslûba rastlamak mümkündür. Bununla birlikte insanları iyiye, güzele ve doğruya sevk etme maksadını taşıyan konular, bilhassa da amellerin faziletleri ile edep ve ahlâka ilişkin hususlar, terğîb ve terhîbin asıl konusunu oluşturmuştur. Az amel karşılığında çok mükâfat yahut küçük bir günah karşılığında büyük cezalar dile getiren rivayetler de terğîb ve terhîbe hamledilmiştir.
Terğîb ve terhîb hadisleri ile ilgili en önemli sorun, bunların sağlıklı anlaşılması ve yorumlanması meselesidir. Usûl-i fıkhın delâlet bahislerinden hareketle her kelimeden hatta her harf ve edattan hüküm çıkaran bir yöntemle terğîb ve terhîb ifadelerinden değer hükümleri çıkarımında bulunulduğu takdirde, gâî yorum ve makâsıdü’ş-şerîa dikkate alınmadığı zaman ciddi bir anlam ve hüküm karmaşası ortaya çıkacaktır.
Terğîb ve terhîble ilgili en önemli sorunlardan birisi de tergîb ve terhîbin hadis uydurma sebepleri arasında yer almasıdır.292 Hicrî ikinci ve üçüncü asırlardan itibaren bazı zâhid kimseler, insanları iyiye, güzele, doğruya, hayra teşvik etmek ve kötü, çirkin, yanlış ve şer işlerden sakındırmak adına Hz. Peygamber’e söylemediği sözleri izafe etmekten çekinmemişlerdir. İşlenen küçük bir günaha haddinden fazla ağır cezalar, küçük bir iyilik ve hayra karşılık büyük mükâfatları içermek uydurma hadislerin alâmetlerinden olmuştur. Aynı husus terğîb ve terhîb üslûbunun da özelliklerindendir. Ancak, Kur’ân-ı Kerîm ve makbul hadislerdeki terğîb-terhîb ifadeleri gayet ölçülüdür. İnsanları haddinden fazla ümide ve aşırı bir korkuya kaptırmadan dengeli bir dünya ve âhiret sevgisi ve canlılığı içinde bulundurmak gayesi gözetilmiştir.293
Ahlâk, Fazilet ve Zühdle ilgili Hadisler
Hadislerden bazıları ahlâk, fazilet, âdâb ve zühd ile ilgilidir. Ancak bir bilim alanı olarak ahlâkı hadis kaynaklarında veya hadis kitaplarının bölüm ve bâb başlıklarında aramak yanlış olur. Zira bu eserleri tasnif eden musanniflerin zihninde ahlâk, din ve dünya tasavvuru içinde dinin bütününden ayrıştırılmış ve yalıtılmış ayrı bir alan değildir. Ahlâk, Hz. Peygamber"den gelen her şeydir. Bu açıdan hadis rivayetlerinin tamamının ahlâkî yönlendirme ve bildirimler içerdiği söylenebilir. Hadis kaynaklarında bilhassa ahlâka ve ahlâkî konulara ayrılmış müstakil kitap, bölüm ve rivayetlerin varlığı da bir gerçektir. Ancak bu rivayetlerin sağlıklı olarak anlaşılması ve yorumlanabilmesi için de göz önünde bulundurulması gereken bazı hususlar vardır. Şöyle ki:
a. Hadisler, tek tek bazı davranışlardan hangisinin ahlâkî olduğunu, hangisinin ahlâkî olmadığını söyler. Ahlâkî ilkeyi örnekler üzerinden verir.
b. Hadis rivayetlerinde bol miktarda bulunan değer hükümleri ile bir davranışı ahlâkî kılan temel değer arasındaki ilişki okuyucu tarafından bir temele bağlanmalıdır. Zira rivayetlerde yer alan değer hükümleri ile temel değer arasında her zaman birebir örtüşme söz konusu olmayabilir. Meselâ, hadis rivayetlerinde elli kadar olumsuz davranış ve insan tipinin "lânetlendiği" ifade edilmiştir. İçki içen,294 takma saç takan,295 kızgın demirle hayvanlara damga vuran,296 dövme yapan ve yaptıran,297 Lût kavminin amelini yapan,298 ölünün ardından feryat ve figan eden,299 âmâ birini yanlış yöne saptıran,300 canlı bir varlığı hedef edinen,301 kendisini babasından başkasına nispet eden,302 hülle yapan ve yaptıran,303 kadınlara benzemeye çalışan erkekler ile erkeklere benzemeye çalışan kadınlar,304 rüşvet alan ve veren,305 faiz yiyen ve yediren,306 anne babasına lânet eden,307 karaborsacılık yapan,308 arazilerin sınırlarını değiştiren309 ve meclis halkasının ortasına oturan kimseler310 hadislerde lânetin muhatabı olmuşlardır. Lânet, bir kişinin Allah"ın rahmetinden uzak olacağını bildirmektir. Lâneti gerektiren davranışlara bakıldığında, bunların birbirinden farklı değer düzeylerine sahip oldukları görülecektir. Rivayetlerdeki vurgu nedeniyle geniş Müslüman halk kitleleri sevap vaad edilen davranışları, ahlâkî sorumluluk gereği tavsiye edilen davranışlara öncelemiştir.
c. Hadis edebiyatı İslâm ahlâkının en üst ilkelerini, değerler düzeneği hâlinde bir bütün olarak sunmuştur; ancak ahlâk felsefesinde olduğu gibi bu düzenek için sistematik bir tasnif getirmemiştir. Bu nedenle "gaye değerler" ile "vesile değerler"i okuyucunun ayırt etmesi gerekir. Bu bağlamda rivayetlerden tikel davranış kalıpları çıkarmak yetmez. Söz konusu davranış kalıplarını amaç değerler ve araç değerlerle birlikte düşünmek gerekir. 
d. Hadis rivayetlerinde dile getirilen ahlâkî davranışlar ilâhî rızayı kazanmaya ve ilâhî buyruğa riayet etmeye dayanır. Dolayısıyla bir mümin için değer hükmü ifade eden bir rivayetin yahut rivayette dile getirilen tutum ve davranışın kaynağı oldukça önemlidir. Bu kaynak bizzat Kur’an tarafından bütün insanlığa numune-i imtisal olarak gönderilen ve yüksek ahlâk sahibi olan Hz. Peygamber’dir. Ancak bunun yüce bir kaynağa dayanması tek başına yeterli değildir. Bizzat kaynağa giderek gerek rivayetteki değer yüklü önermenin gerekse rivayette bize nakledilen davranışın ahlâk-değer ilişkisi açısından da anlaşılmaya çalışılması gerekir. Hz. Peygamber’in söz, tutum ve davranışlarına yön veren, Kur’an’ın sözünü ettiği yüksek ahlâkın ilkeleri midir? Yoksa yüksek ahlâkın asıl belirleyicisi bizzat Hz. Peygamber’in söz, tutum ve davranışlarının kendisi midir? Başka bir ifadeyle ahlâk mı Hz. Peygamber’in tutum ve davranışlarını belirlemiştir? Yoksa Hz. Peygamber’in davranışları mı ahlâkı belirlemiştir? Elbette ki burada karşılıklı bir ilişki olduğu açıktır. Yüksek ahlâkî erdemleri en mükemmel kıvamı ile sergilemek için gönderilen Son Peygamber’in sünnetinin de ahlâkın bizzat kendisi olduğu unutulmamalıdır.
Fiten ve Gayb ile İlgili Hadisler
Hadislerden bazıları gelecekte ortaya çıkacak sosyal kargaşa, iç savaş gibi önemli olaylar ve kıyamet alâmetlerine dair haberleri konu alır. “Fiten ve melâhim rivayetleri” adı verilen bu haberleri içeren geniş bir hadis yazını vardır. Müstakil fiten kitaplarının yanı sıra konulu hadis eserlerinin fiten, melâhim, eşrâtü’s-sâa, imâre, meğâzî, menâkıb, sıfatü’l-kıyâme gibi bölümlerinde bu tür haberlere yer verilir. Bu eserlerde ağırlıklı olarak İslâm toplumunda çeşitli dinî ve siyasî sebeplerle ortaya çıkan her tür sosyal kargaşa, savaş ve ölümle sonuçlanan olaylar ve kıyametten önce zuhur etmesi beklenen alâmetlere dair haberler yer almaktadır.
Fiten ve melâhime dair haberler genel anlamda gayb ile ilgili rivayetler arasında değerlendirilmiştir. Gaybî rivayetler in kaynağı meselesi ve Hz. Peygamber’in gayb bilgisinin kaynağı daima tartışma konusu olmuştur.311 Bu noktada gayba dair haberleri icmâlî (genel bilgiler içeren haberler) ve tafsilî (özel/detaylı bilgiler içeren haberler) olmak üzere ikiye ayırarak değerlendirmek isabetli görünmektedir. Hz. Peygamber’in ileride halk arasında sosyal huzursuzlukların zuhur edeceğine dair genel ifadelerini, onun şahsî fetânet ve basireti yoluyla müstakbel tehlikelere karşı ümmete yönelik nebevî uyarılar olarak kabul etmek mümkündür. Ancak fiten ve melâhime dair bütün haberlerin icmâlî nitelikte olmadığı bilinmektedir. Bu haberler arasında belli kişi ve olaylarla ilgili ayrıntılı bilgi verenler de bulunmaktadır. Bunlar öncelikle isnad yönünden ve vahiy kaynaklı olup olmamaları açısından ele alınıp incelenmeli, Kur’an, sünnet ve tarihî gerçeklerle de uyum içinde olup olmadığı gözden geçirilmelidir. Hz. Peygamber’e nispet edilerek onun kendisinden sonra meydana gelecek bazı hadiseler hakkında tafsîlî bilgiler verdiğini bildiren bütün rivayetler ihtiyatla karşılanmalıdır.312
Diğer yandan uzak geleceğe ait haberlerin büyük bir kısmının, ilk fitne döneminde meydana gelen olayların müminler üzerinde uyandırdığı ümitsizlik duygularını yansıttığı görülmektedir. Bu tür rivayetlerde kötülüklerin toplumda giderek yaygınlaşması hususu kaderin bir sonucu olarak gösterilmekte, Müslümanlar için çok karamsar bir gelecek öngörülmektedir. Ayrıca bu rivayetlerin, özellikle Hz. Osman’ın şehit edilmesinden sonra ortaya çıkan iktidar mücadeleleri sırasında farklı tavırlar sergileyen çevreler tarafından güçlü bir savunma aracı olarak kullanıldığı, olaylara kendi tercihleri doğrultusunda yön vermek isteyen zümrelerin, kendilerince benimsenen tavrın Hz. Peygamber tarafından da onaylanan bir yöntem olduğunu belirtmek amacıyla bu tür rivayetlere başvurdukları gerçeği de gözden uzak tutulmamalıdır.313
Müteşâbih Hadisler
Hadislerden bazıları da tıpkı bazı Kur’an âyetleri gibi mânâsı itibariyle müteşâbihtir. Başka bir ifadeyle bazı hadisleri sadece zahirî anlamları ile değerlendirmek birtakım güçlüklere yol açar. Bu türden metinlerin anlamını yalnızca lafızlarından hareketle tespit etmek oldukça zordur; onları anlamak için ilimde derinleşmiş yetkin bilginlerin314 konuyla ilgili açıklamalarına ve yorumlarına kulak vermek gerekir. Kur’ân-ı Kerîm’de ve hadis rivayetlerinde müteşâbih özelliği taşıyan nassların bulunmasının kuşkusuz bazı hikmetleri vardır. Her şeyden önce dinin gaybî konuları ve kaynakları, hem kaynak hem de konuları açısından aşkın bir niteliğe sahiptir ve özellikle Allah’ın zâtına ve melekût âlemine dair bazı hususların insan idrakini aştığı açıktır. Yüce Allah bu âyetlerle insanları bir imtihana tâbi tutar. Diğer yandan müteşâbih metinler insanı, onlar üzerinde düşünmeye ve aklını kullanmaya sevk eder. Hatta müteşâbih olgusu, dinî metinlere zenginlik ve derinlik kazandırır.315 Şuhalde çeşitli zaman ve coğrafyalarda farklı kültürlere sahip insanlar tarafından okunan müteşâbih hadislerde okuyucunun bilgi düzeyine göre farklı anlayışların ortaya çıkması tabiîdir. Ancak öyle müteşâbih hadisler vardır ki, bu türden hadislerin uygun bir yolla açıklanması ve yorumlanması bir zorunluluk arz etmektedir. Meselâ, Ebû Hüreyre’den rivayet olunduğuna göre Resûlullah şöyle buyurmuştur: “Allah Teâlâ her gecenin son üçte birinde dünya semasına iner ve şöyle seslenir: ‘Her kim dua ederse duasına karşılık veririm, her kim benden bir şey isterse istediğini yerine getiririm, her kim benden bağışlanma dilerse onu affederim.’” 316
Bu hadis üzerine kelâmcılar ile hadisçiler arasında ve hadisçilerin kendi aralarında hararetli tartışmalar meydana gelmiştir. Oysa bu ve buna benzer hadislerde anlatılmak istenen, ne Allah’ın dünya semasına inişi ne de arşa çıkışıdır; asıl vurgulanmak istenen husus, onun rahmet kapısının daima açık olduğu, kullarına hep yakın olduğu ve bu yakınlığın belirli zamanlarda daha da arttığıdır. Nitekim hadisin bütün tarikleri birleştirildiği zaman bu açık bir şekilde anlaşılmaktadır.
Tıbb-ı Nebevî ile İlgili Hadisler
Bir peygamber olarak insanlara ilâhî hakikatleri tebliğ etmekle yükümlü olan Resûl-i Ekrem, bir insan olarak da tebliğ alanına girmeyen değişik konularda görüş beyan etmiştir. Bu konulardan birisi de tıptır. Allah Resûlü (sav) hem kendisi hastalanınca hem de çevresindekilerin sağlıkları bozulunca, çeşitli tedavi yollarından ve ilaçlardan bahsetmiş ve bunlardan bazılarını tavsiye etmiştir. Hz. Peygamber’in tıpla ilgili söz konusu görüş, öneri ve tavsiyeleri hadis literatüründe “Tıbb-ı Nebevî” veya “Kitâbü’t-tıbb” başlıklı bir edebiyata vücut vermiştir.
Ünlü hadis âlimi İbn Hacer el-Askalânî (852/1449) Hz. Peygamber’in, bedenlerin değil kalplerin tabibi olduğunu söyler: “Tıp (tedavi) iki türlüdür: Birincisi bedenin tıbbı, ikincisi kalbin tıbbıdır. Kalbin tıbbı, ancak Resûl-i Ekrem’in Yüce Allah’tan getirdiği (din) ile olur. Bedenin tıbbına gelince, bu konuda hem Allah Resûlü’ne hem de başka insanlara ait sözler vardır ve bunların çoğu tecrübeye dayanır.”317
Bir rivayette ise Allah Resûlü’nün eşlerinden Hz. Âişe’nin yeğeni Urve b. Zübeyr, teyzesi Hz. Âişe’ye şöyle bir soru sormuştur: “Ey anneciğim! Senin (yüksek) anlayışına şaşırmıyorum; çünkü sen Resûlullah’ın eşi, Ebû Bekir’in kızısın. Şiir ve tarih bilgine de şaşırmıyorum; zira Ebû Bekir’in kızısın ve Ebû Bekir bu konularda en bilgili kimse idi. Ancak tıp bilgine şaşırıyorum; bunu nasıl ve kimden öğrendin?” Hz. Âişe bunun üzerine Urve’nin omzuna vurarak şu cevabı vermiştir: “Urveciğim! Resûlullah ömrünün sonunda hastalandığında her taraftan Arap heyetleri gelirdi. Onlar (tıp ile ilgili) önerilerde bulunur, ben de Hz. Peygamber’i onlarla tedavi ederdim.”318 Hz. Âişe’nin sözlerinden anlaşıldığı gibi Allah Resûlü’nün tıp ile ilgili söylediklerinin büyük kısmı peygamberlik ve vahiy ile ilgili olmayıp tamamen içinde yaşadığı toplumun tecrübe ve bilgi birikimine dayanmaktadır.
İbn Haldûn (808/1405) da tıpla ilgili rivayetlerin Hz. Peygamber’in bize bildirmek ve öğretmekle mükellef olduğu temel dinî bilgilerin dışında kaldığını ve bu hadislerin bizim için bağlayıcı olmadığını söylemiştir. O, Resûlullah’ın tıp ile ilgili tavsiyelerini değerlendirirken şöyle demiştir: “Hz. Peygamber, bize dini öğretmek için gönderilmiştir; ne tıp ne de başka bir şeyi öğretmek için değil.”319 Dihlevî’ye göre de Hz. Peygamber’in insan olarak yaptıkları, örf ve âdete mebni olarak yaptıkları ve tecrübeye dayanarak işledikleri, risâlet görevinin dışında kalan fiillerdir ve bu tür fiiller bağlayıcı değildir.320 Hülasa, Hz. Peygamber bize tıp, ziraat, sanat, ticaret gibi şeyler öğretmeye gelmemiştir. Hz. Nuh’a gemicilik,321 Hz. Dâvûd’a zırh yapımı ve demircilik322 öğretildiği gibi Peygamberimize öğretilen özel bir iş veya sanat olmamıştır. Ancak bu durum, onun tıp, ziraat ve sanat ile ilgili hiçbir açıklama yapmadığı anlamına gelmez.
167 Ebû Hanîfe, Nu’mân b. Sâbit, el-Âlim ve’l-müteallim, (İmam-ı A’zam’ın Beş Eseri” içinde), s. 26-27 (Krş. Ünal, İsmail Hakkı, İmam Ebû Hanîfe’nin Hadis Anlayışı ve Hanefî Mezhebinin Hadis Metodu, s. 85).
168 En’âm, 6/164.
قُلْ اَغَيْرَ اللّٰهِ اَبْغ۪ي رَبًّا وَهُوَ رَبُّ كُلِّ شَيْءٍۜ وَلَا تَكْسِبُ كُلُّ نَفْسٍ اِلَّا عَلَيْهَاۚ وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰىۚ ثُمَّ اِلٰى رَبِّكُمْ مَرْجِعُكُمْ فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ ف۪يهِ تَخْتَلِفُونَ ﴿164﴾
169 B1288 Buhârî, Cenâiz, 32
قَالَ ابْنُ عَبَّاسٍ - رضى الله عنهما فَلَمَّا مَاتَ عُمَرُ - رضى الله عنه - ذَكَرْتُ ذَلِكَ لِعَائِشَةَ - رضى الله عنها - فَقَالَتْ رَحِمَ اللَّهُ عُمَرَ ، وَاللَّهِ مَا حَدَّثَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم إِنَّ اللَّهَ لَيُعَذِّبُ الْمُؤْمِنَ بِبُكَاءِ أَهْلِهِ عَلَيْهِ . وَلَكِنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَالَ « إِنَّ اللَّهَ لَيَزِيدُ الْكَافِرَ عَذَابًا بِبُكَاءِ أَهْلِهِ عَلَيْهِ » . وَقَالَتْ حَسْبُكُمُ الْقُرْآنُ ( وَلاَ تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ أُخْرَى ) . قَالَ ابْنُ عَبَّاسٍ - رضى الله عنهما - عِنْدَ ذَلِكَ وَاللَّهُ هُوَ أَضْحَكَ وَأَبْكَى . قَالَ ابْنُ أَبِى مُلَيْكَةَ وَاللَّهِ مَا قَالَ ابْنُ عُمَرَ - رضى الله عنهما - شَيْئًا . M2150 Müslim, Cenâiz, 23 rivayet ile ilgili başka açıklamalar ve yorumlar da vardır. Bkz. ez-Zerkeşî, el-İcâbe: Hz. Âişe’nin Sahabeye Yönelttiği Eleştiriler, s. 38-42حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ رَافِعٍ وَعَبْدُ بْنُ حُمَيْدٍ قَالَ ابْنُ رَافِعٍ حَدَّثَنَا عَبْدُ الرَّزَّاقِ أَخْبَرَنَا ابْنُ جُرَيْجٍ أَخْبَرَنِى عَبْدُ اللَّهِ بْنُ أَبِى مُلَيْكَةَ قَالَ تُوُفِّيَتِ ابْنَةٌ لِعُثْمَانَ بْنِ عَفَّانَ بِمَكَّةَ قَالَ فَجِئْنَا لِنَشْهَدَهَا - قَالَ - فَحَضَرَهَا ابْنُ عُمَرَ وَابْنُ عَبَّاسٍ قَالَ وَإِنِّى لَجَالِسٌ بَيْنَهُمَا - قَالَ - جَلَسْتُ إِلَى أَحَدِهِمَا ثُمَّ جَاءَ الآخَرُ فَجَلَسَ إِلَى جَنْبِى فَقَالَ عَبْدُ اللَّهِ بْنُ عُمَرَ لِعَمْرِو بْنِ عُثْمَانَ وَهُوَ مُوَاجِهُهُ أَلاَ تَنْهَى عَنِ الْبُكَاءِ فَإِنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَالَ « إِنَّ الْمَيِّتَ لَيُعَذَّبُ بِبُكَاءِ أَهْلِهِ عَلَيْهِ » فَقَالَ ابْنُ عَبَّاسٍ قَدْ كَانَ عُمَرُ يَقُولُ بَعْضَ ذَلِكَ ثُمَّ حَدَّثَ فَقَالَ صَدَرْتُ مَعَ عُمَرَ مِنْ مَكَّةَ حَتَّى إِذَا كُنَّا بِالْبَيْدَاءِ إِذَا هُوَ بِرَكْبٍ تَحْتَ ظِلِّ شَجَرَةٍ فَقَالَ اذْهَبْ فَانْظُرْ مَنْ هَؤُلاَءِ الرَّكْبُ فَنَظَرْتُ فَإِذَا هُوَ صُهَيْبٌ - قَالَ - فَأَخْبَرْتُهُ فَقَالَ ادْعُهُ لِى . قَالَ فَرَجَعْتُ إِلَى صُهَيْبٍ فَقُلْتُ ارْتَحِلْ فَالْحَقْ أَمِيرَ الْمُؤْمِنِينَ . فَلَمَّا أَنْ أُصِيبَ عُمَرُ دَخَلَ صُهَيْبٌ يَبْكِى يَقُولُ وَاأَخَاهْ وَاصَاحِبَاهْ . فَقَالَ عُمَرُ يَا صُهَيْبُ أَتَبْكِى عَلَىَّ وَقَدْ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « إِنَّ الْمَيِّتَ يُعَذَّبُ بِبَعْضِ بُكَاءِ أَهْلِهِ عَلَيْهِ » فَقَالَ ابْنُ عَبَّاسٍ فَلَمَّا مَاتَ عُمَرُ ذَكَرْتُ ذَلِكَ لِعَائِشَةَ فَقَالَتْ يَرْحَمُ اللَّهُ عُمَرَ لاَ وَاللَّهِ مَا حَدَّثَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « إِنَّ اللَّهَ يُعَذِّبُ الْمُؤْمِنَ بِبُكَاءِ أَحَدٍ » . وَلَكِنْ قَالَ « إِنَّ اللَّهَ يَزِيدُ الْكَافِرَ عَذَابًا بِبُكَاءِ أَهْلِهِ عَلَيْهِ » قَالَ وَقَالَتْ عَائِشَةُ حَسْبُكُمُ الْقُرْآنُ ( وَلاَ تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ أُخْرَى ) قَالَ وَقَالَ ابْنُ عَبَّاسٍ عِنْدَ ذَلِكَ وَاللَّهُ أَضْحَكَ وَأَبْكَى . قَالَ ابْنُ أَبِى مُلَيْكَةَ فَوَاللَّهِ مَا قَالَ ابْنُ عُمَرَ مِنْ شَىْءٍ . Görmez, Mehmet, Sünnet ve Hadisin Anlaşılmasında ve Yorumlanmasında Metodoloji Sorunu, s. 175.
170 Bu konuda detaylı bilgi için bkz. Çakın, Kâmil, Hadislerin Kur’an’a Arzı Meselesi, AÜİFD, S. XXXIV (1993), s. 237-262
Polat, Selahattin, Hadis Araştırmaları, s. 267-276 Keleş, Ahmet, Hadislerin Kur’an’a Arzı, s. 193-257.
171 B514 Buhârî, Salât, 105
حَدَّثَنَا عُمَرُ بْنُ حَفْصٍ قَالَ حَدَّثَنَا أَبِى قَالَ حَدَّثَنَا الأَعْمَشُ قَالَ حَدَّثَنَا إِبْرَاهِيمُ عَنِ الأَسْوَدِ عَنْ عَائِشَةَ . قَالَ الأَعْمَشُ وَحَدَّثَنِى مُسْلِمٌ عَنْ مَسْرُوقٍ عَنْ عَائِشَةَ ذُكِرَ عِنْدَهَا مَا يَقْطَعُ الصَّلاَةَ الْكَلْبُ وَالْحِمَارُ وَالْمَرْأَةُ فَقَالَتْ شَبَّهْتُمُونَا بِالْحُمُرِ وَالْكِلاَبِ ، وَاللَّهِ لَقَدْ رَأَيْتُ النَّبِىَّ صلى الله عليه وسلم يُصَلِّى ، وَإِنِّى عَلَى السَّرِيرِ - بَيْنَهُ وَبَيْنَ الْقِبْلَةِ - مُضْطَجِعَةً فَتَبْدُو لِى الْحَاجَةُ ، فَأَكْرَهُ أَنْ أَجْلِسَ فَأُوذِىَ النَّبِىَّ صلى الله عليه وسلم فَأَنْسَلُّ مِنْ عِنْدِ رِجْلَيْهِ . M1143 Müslim, Salât, 270.حَدَّثَنَا عَمْرٌو النَّاقِدُ وَأَبُو سَعِيدٍ الأَشَجُّ قَالاَ حَدَّثَنَا حَفْصُ بْنُ غِيَاثٍ ح قَالَ وَحَدَّثَنَا عُمَرُ بْنُ حَفْصِ بْنِ غِيَاثٍ - وَاللَّفْظُ لَهُ - حَدَّثَنَا أَبِى حَدَّثَنَا الأَعْمَشُ حَدَّثَنِى إِبْرَاهِيمُ عَنِ الأَسْوَدِ عَنْ عَائِشَةَ . قَالَ الأَعْمَشُ وَحَدَّثَنِى مُسْلِمٌ عَنْ مَسْرُوقٍ عَنْ عَائِشَةَ وَذُكِرَ عِنْدَهَا مَا يَقْطَعُ الصَّلاَةَ الْكَلْبُ وَالْحِمَارُ وَالْمَرْأَةُ . فَقَالَتْ عَائِشَةُ قَدْ شَبَّهْتُمُونَا بِالْحَمِيرِ وَالْكِلاَبِ . وَاللَّهِ لَقَدْ رَأَيْتُ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يُصَلِّى وَإِنِّى عَلَى السَّرِيرِ بَيْنَهُ وَبَيْنَ الْقِبْلَةِ مُضْطَجِعَةً فَتَبْدُو لِى الْحَاجَةُ فَأَكْرَهُ أَنْ أَجْلِسَ فَأُوذِىَ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَأَنْسَلُّ مِنْ عِنْدِ رِجْلَيْهِ .

172 ez-Zerkeşî, Hz. Âişe’nin Sahabeye Yönelttiği Eleştiriler, s. 57.
173 “W. C. Smith, Kur’an’ın anlamının, Müslümanların tarih içinde bu metinden anladıkları şey olduğunu ileri sürer.” Tatar, Burhaneddin, Hermenötik, İnsan Yay., İstanbul, 2004, s. 82.
174 Ünal, İsmail Hakkı, İmam Ebû Hanîfe’nin Hadis Anlayışı ve Hanefî Mezhebinin Hadis Metodu, s. 131.
175 Bu kavramlar ve konu hakkında kapsamlı bir çalışma için bkz. Çakan, İ. Lütfi, Hadislerde Görülen İhtilaflar ve Çözüm Yolları, s. 151.
176 ez-Zerkeşî, Hz. Âişe’nin Sahabeye Yönelttiği Eleştiriler, s. 115.
177 Bkz. Bigiyef, Musa Cârullah, Kur’ân-ı Kerîm Âyet-i Kerimelerinin Nurları Huzurunda Hâtun (Çev. Mehmet Görmez), Kitâbiyât Yay., Ankara, 2000.
178 Bkz. Ebû Şehbe, Muhammed, Sünnet Müdafaası (Difâ’ an es-Sunne) (Çev. Mehmet Görmez ve M. Emin Özafşar), I, 110.
179 Bkz. Sıbâî, Mustafa, es-Sünnetü ve mekânetuhâ fî’t-teşrîi’l-İslâmî, s. 221.
180 Kannevci, Ebû’t-Tayyib es-Seyyid Sıddîk Hasan, el-Hıtta fî zikr-i sıhâhi’s-sitte, s. 65
Kandemir, Yaşar, “Câmi”, DİA, VIII, s. 94.
181 el-Hatîb el-Bağdâdî, el-Câmi li-ahlâki’r-râvî ve âdâbi’s-sâmi’, II, 212.
182 Özafşar, M. Emin, Hadisi Yeniden Düşünmek, s. 207-208.
183 M901 Müslim, Salât, 59
وَحَدَّثَنَا أَبُو بَكْرِ بْنُ أَبِى شَيْبَةَ حَدَّثَنَا أَبُو نُعَيْمٍ حَدَّثَنَا سَيْفُ بْنُ سُلَيْمَانَ قَالَ سَمِعْتُ مُجَاهِدًا يَقُولُ حَدَّثَنِى عَبْدُ اللَّهِ بْنُ سَخْبَرَةَ قَالَ سَمِعْتُ ابْنَ مَسْعُودٍ يَقُولُ عَلَّمَنِى رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم التَّشَهُّدَ كَفِّى بَيْنَ كَفَّيْهِ كَمَا يُعَلِّمُنِى السُّورَةَ مِنَ الْقُرْآنِ . وَاقْتَصَّ التَّشَهُّدَ بِمِثْلِ مَا اقْتَصُّوا . M902 Müslim, Salât, 60حَدَّثَنَا قُتَيْبَةُ بْنُ سَعِيدٍ حَدَّثَنَا لَيْثٌ ح وَحَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ رُمْحِ بْنِ الْمُهَاجِرِ أَخْبَرَنَا اللَّيْثُ عَنْ أَبِى الزُّبَيْرِ عَنْ سَعِيدِ بْنِ جُبَيْرٍ وَعَنْ طَاوُسٍ عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ أَنَّهُ قَالَ كَانَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يُعَلِّمُنَا التَّشَهُّدَ كَمَا يُعَلِّمُنَا السُّورَةَ مِنَ الْقُرْآنِ فَكَانَ يَقُولُ « التَّحِيَّاتُ الْمُبَارَكَاتُ الصَّلَوَاتُ الطَّيِّبَاتُ لِلَّهِ السَّلاَمُ عَلَيْكَ أَيُّهَا النَّبِىُّ وَرَحْمَةُ اللَّهِ وَبَرَكَاتُهُ السَّلاَمُ عَلَيْنَا وَعَلَى عِبَادِ اللَّهِ الصَّالِحِينَ أَشْهَدُ أَنْ لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللَّهُ وَأَشْهَدُ أَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ اللَّهِ » . وَفِى رِوَايَةِ ابْنِ رُمْحٍ كَمَا يُعَلِّمُنَا الْقُرْآنَ . D974 Ebû Dâvûd, Salât, 177-178.حَدَّثَنَا قُتَيْبَةُ بْنُ سَعِيدٍ حَدَّثَنَا اللَّيْثُ عَنْ أَبِى الزُّبَيْرِ عَنْ سَعِيدِ بْنِ جُبَيْرٍ وَطَاوُسٍ عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ أَنَّهُ قَالَ كَانَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يُعَلِّمُنَا التَّشَهُّدَ كَمَا يُعَلِّمُنَا الْقُرْآنَ وَكَانَ يَقُولُ « التَّحِيَّاتُ الْمُبَارَكَاتُ الصَّلَوَاتُ الطَّيِّبَاتُ لِلَّهِ السَّلاَمُ عَلَيْكَ أَيُّهَا النَّبِىُّ وَرَحْمَةُ اللَّهِ وَبَرَكَاتُهُ السَّلاَمُ عَلَيْنَا وَعَلَى عِبَادِ اللَّهِ الصَّالِحِينَ أَشْهَدُ أَنْ لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللَّهُ وَأَشْهَدُ أَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ اللَّهِ » .
184 B1 Buhârî, Bed’ü’l-vahy, 1
Buhârî, Talâk, 11(bab başlığında) B54 Buhârî, Îmân, 41حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ مَسْلَمَةَ قَالَ أَخْبَرَنَا مَالِكٌ عَنْ يَحْيَى بْنِ سَعِيدٍ عَنْ مُحَمَّدِ بْنِ إِبْرَاهِيمَ عَنْ عَلْقَمَةَ بْنِ وَقَّاصٍ عَنْ عُمَرَ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَالَ « الأَعْمَالُ بِالنِّيَّةِ ، وَلِكُلِّ امْرِئٍ مَا نَوَى ، فَمَنْ كَانَتْ هِجْرَتُهُ إِلَى اللَّهِ وَرَسُولِهِ ، فَهِجْرَتُهُ إِلَى اللَّهِ وَرَسُولِهِ ، وَمَنْ كَانَتْ هِجْرَتُهُ لِدُنْيَا يُصِيبُهَا ، أَوِ امْرَأَةٍ يَتَزَوَّجُهَا ، فَهِجْرَتُهُ إِلَى مَا هَاجَرَ إِلَيْهِ » . Buhârî, Îmân, 41 (bâb başlığı) B5070 Buhârî, Nikâh, 5حَدَّثَنَا يَحْيَى بْنُ قَزَعَةَ حَدَّثَنَا مَالِكٌ عَنْ يَحْيَى بْنِ سَعِيدٍ عَنْ مُحَمَّدِ بْنِ إِبْرَاهِيمَ بْنِ الْحَارِثِ عَنْ عَلْقَمَةَ بْنِ وَقَّاصٍ عَنْ عُمَرَ بْنِ الْخَطَّابِ - رضى الله عنه - قَالَ قَالَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم « الْعَمَلُ بِالنِّيَّةِ ، وَإِنَّمَا لاِمْرِئٍ مَا نَوَى ، فَمَنْ كَانَتْ هِجْرَتُهُ إِلَى اللَّهِ وَرَسُولِهِ فَهِجْرَتُهُ إِلَى اللَّهِ وَرَسُولِهِ صلى الله عليه وسلم وَمَنْ كَانَتْ هِجْرَتُهُ إِلَى دُنْيَا يُصِيبُهَا أَوِ امْرَأَةٍ يَنْكِحُهَا ، فَهِجْرَتُهُ إِلَى مَا هَاجَرَ إِلَيْهِ » . B2529 Buhârî, Itk, 6حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ كَثِيرٍ عَنْ سُفْيَانَ حَدَّثَنَا يَحْيَى بْنُ سَعِيدٍ عَنْ مُحَمَّدِ بْنِ إِبْرَاهِيمَ التَّيْمِىِّ عَنْ عَلْقَمَةَ بْنِ وَقَّاصٍ اللَّيْثِىِّ قَالَ سَمِعْتُ عُمَرَ بْنَ الْخَطَّابِ - رضى الله عنه - عَنِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم قَالَ « الأَعْمَالُ بِالنِّيَّةِ ، وَلاِمْرِئٍ مَا نَوَى ، فَمَنْ كَانَتْ هِجْرَتُهُ إِلَى اللَّهِ وَرَسُولِهِ ، فَهِجْرَتُهُ إِلَى اللَّهِ وَرَسُولِهِ ، وَمَنْ كَانَتْ هِجْرَتُهُ لِدُنْيَا يُصِيبُهَا ، أَوِ امْرَأَةٍ يَتَزَوَّجُهَا ، فَهِجْرَتُهُ إِلَى مَا هَاجَرَ إِلَيْهِ » . B6689 Buhârî, Eymân ve’n-nüzûr, 23حَدَّثَنَا قُتَيْبَةُ بْنُ سَعِيدٍ حَدَّثَنَا عَبْدُ الْوَهَّابِ قَالَ سَمِعْتُ يَحْيَى بْنَ سَعِيدٍ يَقُولُ أَخْبَرَنِى مُحَمَّدُ بْنُ إِبْرَاهِيمَ أَنَّهُ سَمِعَ عَلْقَمَةَ بْنَ وَقَّاصٍ اللَّيْثِىَّ يَقُولُ سَمِعْتُ عُمَرَ بْنَ الْخَطَّابِ - رضى الله عنه - يَقُولُ سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يَقُولُ « إِنَّمَا الأَعْمَالُ بِالنِّيَّةِ ، وَإِنَّمَا لاِمْرِئٍ مَا نَوَى ، فَمَنْ كَانَتْ هِجْرَتُهُ إِلَى اللَّهِ وَرَسُولِهِ فَهِجْرَتُهُ إِلَى اللَّهِ وَرَسُولِهِ ، وَمَنْ كَانَتْ هِجْرَتُهُ إِلَى دُنْيَا يُصِيبُهَا أَوِ امْرَأَةٍ يَتَزَوَّجُهَا ، فَهِجْرَتُهُ إِلَى مَا هَاجَرَ إِلَيْهِ » . B6953 Buhârî, Hıyel, 1حَدَّثَنَا أَبُو النُّعْمَانِ حَدَّثَنَا حَمَّادُ بْنُ زَيْدٍ عَنْ يَحْيَى بْنِ سَعِيدٍ عَنْ مُحَمَّدِ بْنِ إِبْرَاهِيمَ عَنْ عَلْقَمَةَ بْنِ وَقَّاصٍ قَالَ سَمِعْتُ عُمَرَ بْنَ الْخَطَّابِ - رضى الله عنه - يَخْطُبُ قَالَ سَمِعْتُ النَّبِىَّ صلى الله عليه وسلم يَقُولُ « يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّمَا الأَعْمَالُ بِالنِّيَّةِ وَإِنَّمَا لاِمْرِئٍ مَا نَوَى ، فَمَنْ كَانَتْ هِجْرَتُهُ إِلَى اللَّهِ وَرَسُولِهِ ، فَهِجْرَتُهُ إِلَى اللَّهِ وَرَسُولِهِ ، وَمَنْ هَاجَرَ إِلَى دُنْيَا يُصِيبُهَا أَوِ امْرَأَةٍ يَتَزَوَّجُهَا ، فَهِجْرَتُهُ إِلَى مَا هَاجَرَ إِلَيْهِ » . B3898 Buhârî, Menâkıbü’l-ensâr, 45.حَدَّثَنَا مُسَدَّدٌ حَدَّثَنَا حَمَّادٌ - هُوَ ابْنُ زَيْدٍ - عَنْ يَحْيَى عَنْ مُحَمَّدِ بْنِ إِبْرَاهِيمَ عَنْ عَلْقَمَةَ بْنِ وَقَّاصٍ قَالَ سَمِعْتُ عُمَرَ - رضى الله عنه - قَالَ سَمِعْتُ النَّبِىَّ صلى الله عليه وسلم يَقُولُ « الأَعْمَالُ بِالنِّيَّةِ ، فَمَنْ كَانَتْ هِجْرَتُهُ إِلَى دُنْيَا يُصِيبُهَا أَوِ امْرَأَةٍ يَتَزَوَّجُهَا ، فَهِجْرَتُهُ إِلَى مَا هَاجَرَ إِلَيْهِ ، وَمَنْ كَانَتْ هِجْرَتُهُ إِلَى اللَّهِ وَرَسُولِهِ ، فَهِجْرَتُهُ إِلَى اللَّهِ وَرَسُولِهِ صلى الله عليه وسلم » .
185 Özafşar, M. Emin, Hadisi Yeniden Düşünmek, s. 124-125.
186 B877 Buhârî, Cum’a, 2
حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ يُوسُفَ قَالَ أَخْبَرَنَا مَالِكٌ عَنْ نَافِعٍ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عُمَرَ - رضى الله عنهما - أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَالَ « إِذَا جَاءَ أَحَدُكُمُ الْجُمُعَةَ فَلْيَغْتَسِلْ » . M1951 Müslim, Cum’a, 1.حَدَّثَنَا يَحْيَى بْنُ يَحْيَى التَّمِيمِىُّ وَمُحَمَّدُ بْنُ رُمْحِ بْنِ الْمُهَاجِرِ قَالاَ أَخْبَرَنَا اللَّيْثُ ح وَحَدَّثَنَا قُتَيْبَةُ حَدَّثَنَا لَيْثٌ عَنْ نَافِعٍ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ قَالَ سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يَقُولُ « إِذَا أَرَادَ أَحَدُكُمْ أَنْ يَأْتِىَ الْجُمُعَةَ فَلْيَغْتَسِلْ » .
187 İbn Balabân, el-İhsân fî takrîbi Sahîhi İbn Hibbân, IV, 28.
188 İbn Balabân, a.g.e., IV, 30.
189 B903 Buhârî, Cum’a, 16
حَدَّثَنَا عَبْدَانُ قَالَ أَخْبَرَنَا عَبْدُ اللَّهِ قَالَ أَخْبَرَنَا يَحْيَى بْنُ سَعِيدٍ أَنَّهُ سَأَلَ عَمْرَةَ عَنِ الْغُسْلِ يَوْمَ الْجُمُعَةِ فَقَالَتْ قَالَتْ عَائِشَةُ - رضى الله عنها - كَانَ النَّاسُ مَهَنَةَ أَنْفُسِهِمْ ، وَكَانُوا إِذَا رَاحُوا إِلَى الْجُمُعَةِ رَاحُوا فِى هَيْئَتِهِمْ فَقِيلَ لَهُمْ لَوِ اغْتَسَلْتُمْ . M1959 Müslim, Cum’a, 6وَحَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ رُمْحٍ أَخْبَرَنَا اللَّيْثُ عَنْ يَحْيَى بْنِ سَعِيدٍ عَنْ عَمْرَةَ عَنْ عَائِشَةَ أَنَّهَا قَالَتْ كَانَ النَّاسُ أَهْلَ عَمَلٍ وَلَمْ يَكُنْ لَهُمْ كُفَاةٌ فَكَانُوا يَكُونُ لَهُمْ تَفَلٌ فَقِيلَ لَهُمْ لَوِ اغْتَسَلْتُمْ يَوْمَ الْجُمُعَةِ . D352 Ebû Dâvûd, Tahâret, 128.حَدَّثَنَا مُسَدَّدٌ حَدَّثَنَا حَمَّادُ بْنُ زَيْدٍ عَنْ يَحْيَى بْنِ سَعِيدٍ عَنْ عَمْرَةَ عَنْ عَائِشَةَ قَالَتْ كَانَ النَّاسُ مُهَّانَ أَنْفُسِهِمْ فَيَرُوحُونَ إِلَى الْجُمُعَةِ بِهَيْئَتِهِمْ فَقِيلَ لَهُمْ لَوِ اغْتَسَلْتُمْ .
190 D353 Ebû Dâvûd, Tahâret, 128.
حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ مَسْلَمَةَ حَدَّثَنَا عَبْدُ الْعَزِيزِ - يَعْنِى ابْنَ مُحَمَّدٍ - عَنْ عَمْرِو بْنِ أَبِى عَمْرٍو عَنْ عِكْرِمَةَ أَنَّ أُنَاسًا مِنْ أَهْلِ الْعِرَاقِ جَاءُوا فَقَالُوا يَا ابْنَ عَبَّاسٍ أَتَرَى الْغُسْلَ يَوْمَ الْجُمُعَةِ وَاجِبًا قَالَ لاَ وَلَكِنَّهُ أَطْهَرُ وَخَيْرٌ لِمَنِ اغْتَسَلَ وَمَنْ لَمْ يَغْتَسِلْ فَلَيْسَ عَلَيْهِ بِوَاجِبٍ وَسَأُخْبِرُكُمْ كَيْفَ بَدْءُ الْغُسْلِ كَانَ النَّاسُ مَجْهُودِينَ يَلْبَسُونَ الصُّوفَ وَيَعْمَلُونَ عَلَى ظُهُورِهِمْ وَكَانَ مَسْجِدُهُمْ ضَيِّقًا مُقَارِبَ السَّقْفِ إِنَّمَا هُوَ عَرِيشٌ فَخَرَجَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فِى يَوْمٍ حَارٍّ وَعَرِقَ النَّاسُ فِى ذَلِكَ الصُّوفِ حَتَّى ثَارَتْ مِنْهُمْ رِيَاحٌ آذَى بِذَلِكَ بَعْضُهُمْ بَعْضًا فَلَمَّا وَجَدَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم تِلْكَ الرِّيحَ قَالَ « أَيُّهَا النَّاسُ إِذَا كَانَ هَذَا الْيَوْمُ فَاغْتَسِلُوا وَلْيَمَسَّ أَحَدُكُمْ أَفْضَلَ مَا يَجِدُ مِنْ دُهْنِهِ وَطِيبِهِ » . قَالَ ابْنُ عَبَّاسٍ ثُمَّ جَاءَ اللَّهُ بِالْخَيْرِ وَلَبِسُوا غَيْرَ الصُّوفِ وَكُفُوا الْعَمَلَ وَوُسِّعَ مَسْجِدُهُمْ وَذَهَبَ بَعْضُ الَّذِى كَانَ يُؤْذِى بَعْضُهُمْ بَعْضًا مِنَ الْعَرَقِ .
191 Bkz. el-Aynî, Bedruddin Ebû Muhammed Mahmud b. Ahmed, Umdetü’l-kârî fî şerhi Sahîhi’l-Buhârî, VI, 165.
192 B880 Buhârî, Cum’a, 3
حَدَّثَنَا عَلِىٌّ قَالَ حَدَّثَنَا حَرَمِىُّ بْنُ عُمَارَةَ قَالَ حَدَّثَنَا شُعْبَةُ عَنْ أَبِى بَكْرِ بْنِ الْمُنْكَدِرِ قَالَ حَدَّثَنِى عَمْرُو بْنُ سُلَيْمٍ الأَنْصَارِىُّ قَالَ أَشْهَدُ عَلَى أَبِى سَعِيدٍ قَالَ أَشْهَدُ عَلَى رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَالَ « الْغُسْلُ يَوْمَ الْجُمُعَةِ وَاجِبٌ عَلَى كُلِّ مُحْتَلِمٍ ، وَأَنْ يَسْتَنَّ وَأَنْ يَمَسَّ طِيبًا إِنْ وَجَدَ » . قَالَ عَمْرٌو أَمَّا الْغُسْلُ فَأَشْهَدُ أَنَّهُ وَاجِبٌ ، وَأَمَّا الاِسْتِنَانُ وَالطِّيبُ فَاللَّهُ أَعْلَمُ أَوَاجِبٌ هُوَ أَمْ لاَ ، وَلَكِنْ هَكَذَا فِى الْحَدِيثِ . قَالَ أَبُو عَبْدِ اللَّهِ هُوَ أَخُو مُحَمَّدِ بْنِ الْمُنْكَدِرِ وَلَمْ يُسَمَّ أَبُو بَكْرٍ هَذَا . رَوَاهُ عَنْهُ بُكَيْرُ بْنُ الأَشَجِّ وَسَعِيدُ بْنُ أَبِى هِلاَلٍ وَعِدَّةٌ . وَكَانَ مُحَمَّدُ بْنُ الْمُنْكَدِرِ يُكْنَى بِأَبِى بَكْرٍ وَأَبِى عَبْدِ اللَّهِ . M1960 Müslim, Cum’a 7وَحَدَّثَنَا عَمْرُو بْنُ سَوَّادٍ الْعَامِرِىُّ حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ وَهْبٍ أَخْبَرَنَا عَمْرُو بْنُ الْحَارِثِ أَنَّ سَعِيدَ بْنَ أَبِى هِلاَلٍ وَبُكَيْرَ بْنَ الأَشَجِّ حَدَّثَاهُ عَنْ أَبِى بَكْرِ بْنِ الْمُنْكَدِرِ عَنْ عَمْرِو بْنِ سُلَيْمٍ عَنْ عَبْدِ الرَّحْمَنِ بْنِ أَبِى سَعِيدٍ الْخُدْرِىِّ عَنْ أَبِيهِ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَالَ « غُسْلُ يَوْمِ الْجُمُعَةِ عَلَى كُلِّ مُحْتَلِمٍ وَسِوَاكٌ وَيَمَسُّ مِنَ الطِّيبِ مَا قَدَرَ عَلَيْهِ » . إِلاَّ أَنَّ بُكَيْرًا لَمْ يَذْكُرْ عَبْدَ الرَّحْمَنِ وَقَالَ فِى الطِّيبِ وَلَوْ مِنْ طِيبِ الْمَرْأَةِ . D347 Ebû Dâvûd, Tahâret, 127.حَدَّثَنَا ابْنُ أَبِى عَقِيلٍ وَمُحَمَّدُ بْنُ سَلَمَةَ الْمِصْرِيَّانِ قَالاَ حَدَّثَنَا ابْنُ وَهْبٍ - قَالَ ابْنُ أَبِى عَقِيلٍ - أَخْبَرَنِى أُسَامَةُ - يَعْنِى ابْنَ زَيْدٍ - عَنْ عَمْرِو بْنِ شُعَيْبٍ عَنْ أَبِيهِ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عَمْرِو بْنِ الْعَاصِ عَنِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم أَنَّهُ قَالَ « مَنِ اغْتَسَلَ يَوْمَ الْجُمُعَةِ وَمَسَّ مِنْ طِيبِ امْرَأَتِهِ - إِنْ كَانَ لَهَا - وَلَبِسَ مِنْ صَالِحِ ثِيَابِهِ ثُمَّ لَمْ يَتَخَطَّ رِقَابَ النَّاسِ وَلَمْ يَلْغُ عِنْدَ الْمَوْعِظَةِ كَانَتْ كَفَّارَةً لِمَا بَيْنَهُمَا وَمَنْ لَغَا وَتَخَطَّى رِقَابَ النَّاسِ كَانَتْ لَهُ ظُهْرًا » .
193 İbrâhîm, 14/4.
وَمَٓا اَرْسَلْنَا مِنْ رَسُولٍ اِلَّا بِلِسَانِ قَوْمِه۪ لِيُبَيِّنَ لَهُمْۜ فَيُضِلُّ اللّٰهُ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُۜ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ ﴿4﴾
194 Sem’ânî, Ebû Saîd Abdülkerim b. Muhammed, Edebü’l-imlâ ve’l-istimlâ, s. 5
Rivayetin bağlamı, tarikleri ve sıhhati hakkında bkz. Aclûnî, Keşfü’l-hafâ ve müzîlü’l-ilbâs, s. 70.
195 M1167 Müslim, Mesâcid, 5
وَحَدَّثَنَا يَحْيَى بْنُ أَيُّوبَ وَقُتَيْبَةُ بْنُ سَعِيدٍ وَعَلِىُّ بْنُ حُجْرٍ قَالُوا حَدَّثَنَا إِسْمَاعِيلُ - وَهُوَ ابْنُ جَعْفَرٍ - عَنِ الْعَلاَءِ عَنْ أَبِيهِ عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَالَ « فُضِّلْتُ عَلَى الأَنْبِيَاءِ بِسِتٍّ أُعْطِيتُ جَوَامِعَ الْكَلِمِ وَنُصِرْتُ بِالرُّعْبِ وَأُحِلَّتْ لِىَ الْغَنَائِمُ وَجُعِلَتْ لِىَ الأَرْضُ طَهُورًا وَمَسْجِدًا وَأُرْسِلْتُ إِلَى الْخَلْقِ كَافَّةً وَخُتِمَ بِىَ النَّبِيُّونَ » . B2977 Buhârî, Cihâd, 122.حَدَّثَنَا يَحْيَى بْنُ بُكَيْرٍ حَدَّثَنَا اللَّيْثُ عَنْ عُقَيْلٍ عَنِ ابْنِ شِهَابٍ عَنْ سَعِيدِ بْنِ الْمُسَيَّبِ عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ - رضى الله عنه - أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَالَ « بُعِثْتُ بِجَوَامِعِ الْكَلِمِ ، وَنُصِرْتُ بِالرُّعْبِ ، فَبَيْنَا أَنَا نَائِمٌ أُتِيتُ بِمَفَاتِيحِ خَزَائِنِ الأَرْضِ ، فَوُضِعَتْ فِى يَدِى » . قَالَ أَبُو هُرَيْرَةَ وَقَدْ ذَهَبَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَأَنْتُمْ تَنْتَثِلُونَهَا .
196 Câhız, el-Beyân ve’t-tebyîn, II, 17.
197 B50 Buhârî, Îmân, 37
حَدَّثَنَا مُسَدَّدٌ قَالَ حَدَّثَنَا إِسْمَاعِيلُ بْنُ إِبْرَاهِيمَ أَخْبَرَنَا أَبُو حَيَّانَ التَّيْمِىُّ عَنْ أَبِى زُرْعَةَ عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ قَالَ كَانَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم بَارِزًا يَوْمًا لِلنَّاسِ ، فَأَتَاهُ جِبْرِيلُ فَقَالَ مَا الإِيمَانُ قَالَ « الإِيمَانُ أَنْ تُؤْمِنَ بِاللَّهِ وَمَلاَئِكَتِهِ وَبِلِقَائِهِ وَرُسُلِهِ ، وَتُؤْمِنَ بِالْبَعْثِ » . قَالَ مَا الإِسْلاَمُ قَالَ « الإِسْلاَمُ أَنْ تَعْبُدَ اللَّهَ وَلاَ تُشْرِكَ بِهِ ، وَتُقِيمَ الصَّلاَةَ ، وَتُؤَدِّىَ الزَّكَاةَ الْمَفْرُوضَةَ ، وَتَصُومَ رَمَضَانَ » . قَالَ مَا الإِحْسَانُ قَالَ « أَنْ تَعْبُدَ اللَّهَ كَأَنَّكَ تَرَاهُ ، فَإِنْ لَمْ تَكُنْ تَرَاهُ فَإِنَّهُ يَرَاكَ » . قَالَ مَتَى السَّاعَةُ قَالَ « مَا الْمَسْئُولُ عَنْهَا بِأَعْلَمَ مِنَ السَّائِلِ ، وَسَأُخْبِرُكَ عَنْ أَشْرَاطِهَا إِذَا وَلَدَتِ الأَمَةُ رَبَّهَا ، وَإِذَا تَطَاوَلَ رُعَاةُ الإِبِلِ الْبُهْمُ فِى الْبُنْيَانِ ، فِى خَمْسٍ لاَ يَعْلَمُهُنَّ إِلاَّ اللَّهُ » . ثُمَّ تَلاَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم ( إِنَّ اللَّهَ عِنْدَهُ عِلْمُ السَّاعَةِ ) الآيَةَ . ثُمَّ أَدْبَرَ فَقَالَ « رُدُّوهُ » . فَلَمْ يَرَوْا شَيْئًا . فَقَالَ « هَذَا جِبْرِيلُ جَاءَ يُعَلِّمُ النَّاسَ دِينَهُمْ » . قَالَ أَبُو عَبْدِ اللَّهِ جَعَلَ ذَلِكَ كُلَّهُ مِنَ الإِيمَانِ . M93 Müslim, Îmân, 1.باب مَعْرِفَةِ الإِيمَانِ وَالإِسْلاَمِ وَالْقَدَرِ وَعَلاَمَةِ السَّاعَةِ . قَالَ أَبُو الْحُسَيْنِ مُسْلِمُ بْنُ الْحَجَّاجِ الْقُشَيْرِىُّ - رَحِمَهُ اللَّهُ - بِعَوْنِ اللَّهِ نَبْتَدِئُ وَإِيَّاهُ نَسْتَكْفِى وَمَا تَوْفِيقُنَا إِلاَّ بِاللَّهِ جَلَّ جَلاَلُهُ . حَدَّثَنِى أَبُو خَيْثَمَةَ زُهَيْرُ بْنُ حَرْبٍ حَدَّثَنَا وَكِيعٌ عَنْ كَهْمَسٍ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ بُرَيْدَةَ عَنْ يَحْيَى بْنِ يَعْمَرَ ح وَحَدَّثَنَا عُبَيْدُ اللَّهِ بْنُ مُعَاذٍ الْعَنْبَرِىُّ - وَهَذَا حَدِيثُهُ - حَدَّثَنَا أَبِى حَدَّثَنَا كَهْمَسٌ عَنِ ابْنِ بُرَيْدَةَ عَنْ يَحْيَى بْنِ يَعْمَرَ قَالَ كَانَ أَوَّلَ مَنْ قَالَ فِى الْقَدَرِ بِالْبَصْرَةِ مَعْبَدٌ الْجُهَنِىُّ فَانْطَلَقْتُ أَنَا وَحُمَيْدُ بْنُ عَبْدِ الرَّحْمَنِ الْحِمْيَرِىُّ حَاجَّيْنِ أَوْ مُعْتَمِرَيْنِ فَقُلْنَا لَوْ لَقِينَا أَحَدًا مِنْ أَصْحَابِ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَسَأَلْنَاهُ عَمَّا يَقُولُ هَؤُلاَءِ فِى الْقَدَرِ فَوُفِّقَ لَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ عُمَرَ بْنِ الْخَطَّابِ دَاخِلاً الْمَسْجِدَ فَاكْتَنَفْتُهُ أَنَا وَصَاحِبِى أَحَدُنَا عَنْ يَمِينِهِ وَالآخَرُ عَنْ شِمَالِهِ فَظَنَنْتُ أَنَّ صَاحِبِى سَيَكِلُ الْكَلاَمَ إِلَىَّ فَقُلْتُ أَبَا عَبْدِ الرَّحْمَنِ إِنَّهُ قَدْ ظَهَرَ قِبَلَنَا نَاسٌ يَقْرَءُونَ الْقُرْآنَ وَيَتَقَفَّرُونَ الْعِلْمَ - وَذَكَرَ مِنْ شَأْنِهِمْ - وَأَنَّهُمْ يَزْعُمُونَ أَنْ لاَ قَدَرَ وَأَنَّ الأَمْرَ أُنُفٌ . قَالَ فَإِذَا لَقِيتَ أُولَئِكَ فَأَخْبِرْهُمْ أَنِّى بَرِىءٌ مِنْهُمْ وَأَنَّهُمْ بُرَآءُ مِنِّى وَالَّذِى يَحْلِفُ بِهِ عَبْدُ اللَّهِ بْنُ عُمَرَ لَوْ أَنَّ لأَحَدِهِمْ مِثْلَ أُحُدٍ ذَهَبًا فَأَنْفَقَهُ مَا قَبِلَ اللَّهُ مِنْهُ حَتَّى يُؤْمِنَ بِالْقَدَرِ ثُمَّ قَالَ حَدَّثَنِى أَبِى عُمَرُ بْنُ الْخَطَّابِ قَالَ بَيْنَمَا نَحْنُ عِنْدَ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم ذَاتَ يَوْمٍ إِذْ طَلَعَ عَلَيْنَا رَجُلٌ شَدِيدُ بَيَاضِ الثِّيَابِ شَدِيدُ سَوَادِ الشَّعَرِ لاَ يُرَى عَلَيْهِ أَثَرُ السَّفَرِ وَلاَ يَعْرِفُهُ مِنَّا أَحَدٌ حَتَّى جَلَسَ إِلَى النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم فَأَسْنَدَ رُكْبَتَيْهِ إِلَى رُكْبَتَيْهِ وَوَضَعَ كَفَّيْهِ عَلَى فَخِذَيْهِ وَقَالَ يَا مُحَمَّدُ أَخْبِرْنِى عَنِ الإِسْلاَمِ . فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « الإِسْلاَمُ أَنْ تَشْهَدَ أَنْ لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللَّهُ وَأَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ اللَّهِ وَتُقِيمَ الصَّلاَةَ وَتُؤْتِىَ الزَّكَاةَ وَتَصُومَ رَمَضَانَ وَتَحُجَّ الْبَيْتَ إِنِ اسْتَطَعْتَ إِلَيْهِ سَبِيلاً . قَالَ صَدَقْتَ . قَالَ فَعَجِبْنَا لَهُ يَسْأَلُهُ وَيُصَدِّقُهُ . قَالَ فَأَخْبِرْنِى عَنِ الإِيمَانِ . قَالَ « أَنْ تُؤْمِنَ بِاللَّهِ وَمَلاَئِكَتِهِ وَكُتُبِهِ وَرُسُلِهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ وَتُؤْمِنَ بِالْقَدَرِ خَيْرِهِ وَشَرِّهِ » . قَالَ صَدَقْتَ . قَالَ فَأَخْبِرْنِى عَنِ الإِحْسَانِ . قَالَ « أَنْ تَعْبُدَ اللَّهَ كَأَنَّكَ تَرَاهُ فَإِنْ لَمْ تَكُنْ تَرَاهُ فَإِنَّهُ يَرَاكَ » . قَالَ فَأَخْبِرْنِى عَنِ السَّاعَةِ . قَالَ « مَا الْمَسْئُولُ عَنْهَا بِأَعْلَمَ مِنَ السَّائِلِ » . قَالَ فَأَخْبِرْنِى عَنْ أَمَارَتِهَا . قَالَ « أَنْ تَلِدَ الأَمَةُ رَبَّتَهَا وَأَنْ تَرَى الْحُفَاةَ الْعُرَاةَ الْعَالَةَ رِعَاءَ الشَّاءِ يَتَطَاوَلُونَ فِى الْبُنْيَانِ » . قَالَ ثُمَّ انْطَلَقَ فَلَبِثْتُ مَلِيًّا ثُمَّ قَالَ لِى « يَا عُمَرُ أَتَدْرِى مَنِ السَّائِلُ » . قُلْتُ اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَعْلَمُ . قَالَ « فَإِنَّهُ جِبْرِيلُ أَتَاكُمْ يُعَلِّمُكُمْ دِينَكُمْ » .
198 Bu üç kavram etrafında yapılmış önemli bir çalışma için bkz. Sachiko Murata - William Chittick, İslâm’ın Vizyonu, (Çev. Turan Koç), İnsan Yay. İstanbul, 2000.
199 Hadislerdeki kavramların semantik tahlile tâbi tutulmasının önemi hakkında bkz. Mehmet Görmez, “Hadis ve Semantik”, Günümüzde Sünnetin Anlaşılması Sempozyumu’nda sunulan tebliğ, [29-30 Mayıs 2004 Bursa], Kur’an Araştırmaları Vakfı [KURAV] Yay., s. 231-239.
200 Bu konuda hadislerdeki “nasihat” kavramını semantik tahlile tâbi tutan bir çalışma için bkz. Görmez, Mehmet, “Hz. Peygamber’in Bir Hadis-i Şerifinde Din Tanımı”, Diyanet İlmi Dergi (Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed-Özel sayı), s. 331-338.
201 M6641 Müslim, Birr, 106
حَدَّثَنَا قُتَيْبَةُ بْنُ سَعِيدٍ وَعُثْمَانُ بْنُ أَبِى شَيْبَةَ - وَاللَّفْظُ لِقُتَيْبَةَ - قَالاَ حَدَّثَنَا جَرِيرٌ عَنِ الأَعْمَشِ عَنْ إِبْرَاهِيمَ التَّيْمِىِّ عَنِ الْحَارِثِ بْنِ سُوَيْدٍ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ مَسْعُودٍ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « مَا تَعُدُّونَ الرَّقُوبَ فِيكُمْ » . قَالَ قُلْنَا الَّذِى لاَ يُولَدُ لَهُ . قَالَ « لَيْسَ ذَاكَ بِالرَّقُوبِ وَلَكِنَّهُ الرَّجُلُ الَّذِى لَمْ يُقَدِّمْ مِنْ وَلَدِهِ شَيْئًا » . قَالَ « فَمَا تَعُدُّونَ الصُّرَعَةَ فِيكُمْ » . قَالَ قُلْنَا الَّذِى لاَ يَصْرَعُهُ الرِّجَالُ . قَالَ « لَيْسَ بِذَلِكَ وَلَكِنَّهُ الَّذِى يَمْلِكُ نَفْسَهُ عِنْدَ الْغَضَبِ » . D4779 Ebû Dâvûd, Edeb, 3.حَدَّثَنَا أَبُو بَكْرِ بْنُ أَبِى شَيْبَةَ حَدَّثَنَا أَبُو مُعَاوِيَةَ عَنِ الأَعْمَشِ عَنْ إِبْرَاهِيمَ التَّيْمِىِّ عَنِ الْحَارِثِ بْنِ سُوَيْدٍ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « مَا تَعُدُّونَ الصُّرَعَةَ فِيكُمْ » . قَالُوا الَّذِى لاَ يَصْرَعُهُ الرِّجَالُ . قَالَ « لاَ وَلَكِنَّهُ الَّذِى يَمْلِكُ نَفْسَهُ عِنْدَ الْغَضَبِ » .
202 Sabbâğ, Muhammed, et-Tasvîru’l-fennî fi’l-hadisi’n-nebevî, s. 60-86.
203 M113 Müslim, Îmân, 21
حَدَّثَنَا عُبَيْدُ اللَّهِ بْنُ مُعَاذٍ حَدَّثَنَا أَبِى حَدَّثَنَا عَاصِمٌ - وَهُوَ ابْنُ مُحَمَّدِ بْنِ زَيْدِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عُمَرَ - عَنْ أَبِيهِ قَالَ قَالَ عَبْدُ اللَّهِ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « بُنِىَ الإِسْلاَمُ عَلَى خَمْسٍ شَهَادَةِ أَنْ لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللَّهُ وَأَنَّ مُحَمَّدًا عَبْدُهُ وَرَسُولُهُ وَإِقَامِ الصَّلاَةِ وَإِيتَاءِ الزَّكَاةِ وَحَجِّ الْبَيْتِ وَصَوْمِ رَمَضَانَ » . T2609 Tirmizî, Îmân 3. حَدَّثَنَا ابْنُ أَبِى عُمَرَ حَدَّثَنَا سُفْيَانُ بْنُ عُيَيْنَةَ عَنْ سُعَيْرِ بْنِ الْخِمْسِ التَّمِيمِىِّ عَنْ حَبِيبِ بْنِ أَبِى ثَابِتٍ عَنِ ابْنِ عُمَرَ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « بُنِىَ الإِسْلاَمُ عَلَى خَمْسٍ شَهَادَةُ أَنْ لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللَّهُ وَأَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ اللَّهِ وَإِقَامُ الصَّلاَةِ وَإِيتَاءُ الزَّكَاةِ وَصَوْمُ رَمَضَانَ وَحَجُّ الْبَيْتِ » . وَفِى الْبَابِ عَنْ جَرِيرِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ . قَالَ أَبُو عِيسَى هَذَا حَدِيثٌ حَسَنٌ صَحِيحٌ وَقَدْ رُوِىَ مِنْ غَيْرِ وَجْهٍ عَنِ ابْنِ عُمَرَ عَنِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم نَحْوُ هَذَا . وَسُعَيْرُ بْنُ الْخِمْسِ ثِقَةٌ عِنْدَ أَهْلِ الْحَدِيثِ . حَدَّثَنَا أَبُو كُرَيْبٍ حَدَّثَنَا وَكِيعٌ عَنْ حَنْظَلَةَ بْنِ أَبِى سُفْيَانَ الْجُمَحِىِّ عَنْ عِكْرِمَةَ بْنِ خَالِدٍ الْمَخْزُومِىِّ عَنِ ابْنِ عُمَرَ عَنِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم نَحْوَهُ . قَالَ أَبُو عِيسَى هَذَا حَدِيثٌ حَسَنٌ صَحِيحٌ .
204 İM224 İbn Mâce, Sünnet, 17.
حَدَّثَنَا هِشَامُ بْنُ عَمَّارٍ حَدَّثَنَا حَفْصُ بْنُ سُلَيْمَانَ حَدَّثَنَا كَثِيرُ بْنُ شِنْظِيرٍ عَنْ مُحَمَّدِ بْنِ سِيرِينَ عَنْ أَنَسِ بْنِ مَالِكٍ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « طَلَبُ الْعِلْمِ فَرِيضَةٌ عَلَى كُلِّ مُسْلِمٍ وَوَاضِعُ الْعِلْمِ عِنْدَ غَيْرِ أَهْلِهِ كَمُقَلِّدِ الْخَنَازِيرِ الْجَوْهَرَ وَاللُّؤْلُؤَ وَالذَّهَبَ » .
205 M3464 Müslim, Nikâh, 56
وَحَدَّثَنِى أَبُو الطَّاهِرِ أَخْبَرَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ وَهْبٍ عَنِ اللَّيْثِ وَغَيْرِهِ عَنْ يَزِيدَ بْنِ أَبِى حَبِيبٍ عَنْ عَبْدِ الرَّحْمَنِ بْنِ شُمَاسَةَ أَنَّهُ سَمِعَ عُقْبَةَ بْنَ عَامِرٍ عَلَى الْمِنْبَرِ يَقُولُ إِنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَالَ « الْمُؤْمِنُ أَخُو الْمُؤْمِنِ فَلاَ يَحِلُّ لِلْمُؤْمِنِ أَنْ يَبْتَاعَ عَلَى بَيْعِ أَخِيهِ وَلاَ يَخْطُبَ عَلَى خِطْبَةِ أَخِيهِ حَتَّى يَذَرَ » . B6951 Buhârî, İkrah, 7.حَدَّثَنَا يَحْيَى بْنُ بُكَيْرِ حَدَّثَنَا اللَّيْثُ عَنْ عُقَيْلٍ عَنِ ابْنِ شِهَابٍ أَنَّ سَالِمًا أَخْبَرَهُ أَنَّ عَبْدَ اللَّهِ بْنَ عُمَرَ - رضى الله عنهما - أَخْبَرَهُ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَالَ « الْمُسْلِمُ أَخُو الْمُسْلِمِ ، لاَ يَظْلِمُهُ ، وَلاَ يُسْلِمُهُ ، وَمَنْ كَانَ فِى حَاجَةِ أَخِيهِ ، كَانَ اللَّهُ فِى حَاجَتِهِ » .
206 Koç, Turan, Din Dili, s. 112.
207 el-Basrî, Ebu’l-Huseyn Muhammed b. Ali, el-Mu’temed fî usûli’l-fıkh, I, 16.
208 Ali el-Cârim ve Mustafa Emin, el-Belâğatü’l-vâdıha li’l-beyân ve’l-meânî ve’l-bedî’, s. 123.
209 el-Basrî, Ebu’l-Huseyn, a.g.e., I, 29.
210 B3331 Buhârî, Enbiyâ, 1
حَدَّثَنَا أَبُو كُرَيْبٍ وَمُوسَى بْنُ حِزَامٍ قَالاَ حَدَّثَنَا حُسَيْنُ بْنُ عَلِىٍّ عَنْ زَائِدَةَ عَنْ مَيْسَرَةَ الأَشْجَعِىِّ عَنْ أَبِى حَازِمٍ عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ - رضى الله عنه - قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « اسْتَوْصُوا بِالنِّسَاءِ ، فَإِنَّ الْمَرْأَةَ خُلِقَتْ مِنْ ضِلَعٍ ، وَإِنَّ أَعْوَجَ شَىْءٍ فِى الضِّلَعِ أَعْلاَهُ ، فَإِنْ ذَهَبْتَ تُقِيمُهُ كَسَرْتَهُ ، وَإِنْ تَرَكْتَهُ لَمْ يَزَلْ أَعْوَجَ ، فَاسْتَوْصُوا بِالنِّسَاءِ » . M3644 Müslim, Radâ’, 60.وَحَدَّثَنَا أَبُو بَكْرِ بْنُ أَبِى شَيْبَةَ حَدَّثَنَا حُسَيْنُ بْنُ عَلِىٍّ عَنْ زَائِدَةَ عَنْ مَيْسَرَةَ عَنْ أَبِى حَازِمٍ عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ عَنِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم قَالَ « مَنْ كَانَ يُؤْمِنُ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ فَإِذَا شَهِدَ أَمْرًا فَلْيَتَكَلَّمْ بِخَيْرٍ أَوْ لِيَسْكُتْ وَاسْتَوْصُوا بِالنِّسَاءِ فَإِنَّ الْمَرْأَةَ خُلِقَتْ مِنْ ضِلَعٍ وَإِنَّ أَعْوَجَ شَىْءٍ فِى الضِّلَعِ أَعْلاَهُ إِنْ ذَهَبْتَ تُقِيمُهُ كَسَرْتَهُ وَإِنْ تَرَكْتَهُ لَمْ يَزَلْ أَعْوَجَ اسْتَوْصُوا بِالنِّسَاءِ خَيْرًا » .
211 Bigiyef, M. Cârullah, Uzun Günlerde Rûze, 24. Ayrıca bkz. Görmez, Mehmet, M. Cârullah Bigiyef, s. 141.
212 M3643 Müslim, Radâ’, 59.
حَدَّثَنَا عَمْرٌو النَّاقِدُ وَابْنُ أَبِى عُمَرَ - وَاللَّفْظُ لاِبْنِ أَبِى عُمَرَ - قَالاَ حَدَّثَنَا سُفْيَانُ عَنْ أَبِى الزِّنَادِ عَنِ الأَعْرَجِ عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « إِنَّ الْمَرْأَةَ خُلِقَتْ مِنْ ضِلَعٍ لَنْ تَسْتَقِيمَ لَكَ عَلَى طَرِيقَةٍ فَإِنِ اسْتَمْتَعْتَ بِهَا اسْتَمْتَعْتَ بِهَا وَبِهَا عِوَجٌ وَإِنْ ذَهَبْتَ تُقِيمُهَا كَسَرْتَهَا وَكَسْرُهَا طَلاَقُهَا » .
213 B6202 Buhârî, Edeb, 111
حَدَّثَنَا مُوسَى بْنُ إِسْمَاعِيلَ حَدَّثَنَا وُهَيْبٌ حَدَّثَنَا أَيُّوبُ عَنْ أَبِى قِلاَبَةَ عَنْ أَنَسٍ - رضى الله عنه - قَالَ كَانَتْ أُمُّ سُلَيْمٍ فِى الثَّقَلِ وَأَنْجَشَةُ غُلاَمُ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم يَسُوقُ بِهِنَّ ، فَقَالَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم « يَا أَنْجَشَ ، رُوَيْدَكَ ، سَوْقَكَ بِالْقَوَارِيرِ » . M6040 Müslim, Fedâil, 73.حَدَّثَنَا ابْنُ الْمُثَنَّى حَدَّثَنَا عَبْدُ الصَّمَدِ حَدَّثَنِى هَمَّامٌ حَدَّثَنَا قَتَادَةُ عَنْ أَنَسٍ قَالَ كَانَ لِرَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم حَادٍ حَسَنُ الصَّوْتِ فَقَالَ لَهُ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « رُوَيْدًا يَا أَنْجَشَةُ لاَ تَكْسِرِ الْقَوَارِيرَ » . يَعْنِى ضَعَفَةَ النِّسَاءِ .
214 İbn Hacer, Fethu’l-bârî, V, 340.
215 Bu yeminin geçtiği bazı rivayetler için bkz. B14 Buhârî, Îmân, 8
M7438 Müslim, Zühd, 16.حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ أَبِى عُمَرَ حَدَّثَنَا سُفْيَانُ عَنْ سُهَيْلِ بْنِ أَبِى صَالِحٍ عَنْ أَبِيهِ عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ قَالَ قَالُوا يَا رَسُولَ اللَّهِ هَلْ نَرَى رَبَّنَا يَوْمَ الْقِيَامَةِ قَالَ « هَلْ تُضَارُّونَ فِى رُؤْيَةِ الشَّمْسِ فِى الظَّهِيرَةِ لَيْسَتْ فِى سَحَابَةٍ » . قَالُوا لاَ . قَالَ « فَهَلْ تُضَارُّونَ فِى رُؤْيَةِ الْقَمَرِ لَيْلَةَ الْبَدْرِ لَيْسَ فِى سَحَابَةٍ » . قَالُوا لاَ . قَالَ « فَوَالَّذِى نَفْسِى بِيَدِهِ لاَ تُضَارُّونَ فِى رُؤْيَةِ رَبِّكُمْ إِلاَّ كَمَا تُضَارُّونَ فِى رُؤْيَةِ أَحَدِهِمَا - قَالَ - فَيَلْقَى الْعَبْدَ فَيَقُولُ أَىْ فُلْ أَلَمْ أُكْرِمْكَ وَأُسَوِّدْكَ وَأُزَوِّجْكَ وَأُسَخِّرْ لَكَ الْخَيْلَ وَالإِبِلَ وَأَذَرْكَ تَرْأَسُ وَتَرْبَعُ فَيَقُولُ بَلَى . قَالَ فَيَقُولُ أَفَظَنَنْتَ أَنَّكَ مُلاَقِىَّ فَيَقُولُ لاَ . فَيَقُولُ فَإِنِّى أَنْسَاكَ كَمَا نَسِيتَنِى . ثُمَّ يَلْقَى الثَّانِىَ فَيَقُولُ أَىْ فُلْ أَلَمْ أُكْرِمْكَ وَأُسَوِّدْكَ وَأُزَوِّجْكَ وَأُسَخِّرْ لَكَ الْخَيْلَ وَالإِبِلَ وَأَذَرْكَ تَرْأَسُ وَتَرْبَعُ فَيَقُولُ بَلَى أَىْ رَبِّ . فَيَقُولُ أَفَظَنَنْتَ أَنَّكَ مُلاَقِىَّ فَيَقُولُ لاَ . فَيَقُولُ فَإِنِّى أَنْسَاكَ كَمَا نَسِيتَنِى . ثُمَّ يَلْقَى الثَّالِثَ فَيَقُولُ لَهُ مِثْلَ ذَلِكَ فَيَقُولُ يَا رَبِّ آمَنْتُ بِكَ وَبِكِتَابِكَ وَبِرُسُلِكَ وَصَلَّيْتُ وَصُمْتُ وَتَصَدَّقْتُ . وَيُثْنِى بِخَيْرٍ مَا اسْتَطَاعَ فَيَقُولُ هَا هُنَا إِذًا - قَالَ - ثُمَّ يُقَالُ لَهُ الآنَ نَبْعَثُ شَاهِدَنَا عَلَيْكَ . وَيَتَفَكَّرُ فِى نَفْسِهِ مَنْ ذَا الَّذِى يَشْهَدُ عَلَىَّ فَيُخْتَمُ عَلَى فِيهِ وَيُقَالُ لِفَخِذِهِ وَلَحْمِهِ وَعِظَامِهِ انْطِقِى فَتَنْطِقُ فَخِذُهُ وَلَحْمُهُ وَعِظَامُهُ بِعَمَلِهِ وَذَلِكَ لِيُعْذِرَ مِنْ نَفْسِهِ . وَذَلِكَ الْمُنَافِقُ وَذَلِكَ الَّذِى يَسْخَطُ اللَّهُ عَلَيْهِ » .
216 Geniş bilgi için bkz. Candan, Abdurrahman, “İslâm Hukukunda Yemin ve Ahlâkîlik”, İslâm Hukuku Araştırmaları Dergisi, Sayı: XV, 2010, s. 431-452.
217 M7506 Müslim, Zühd, 69
وَحَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ الْمُثَنَّى وَمُحَمَّدُ بْنُ بَشَّارٍ - وَاللَّفْظُ لاِبْنِ الْمُثَنَّى - قَالاَ حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ جَعْفَرٍ حَدَّثَنَا شُعْبَةُ عَنْ مَنْصُورٍ عَنْ إِبْرَاهِيمَ عَنْ هَمَّامِ بْنِ الْحَارِثِ أَنَّ رَجُلاً جَعَلَ يَمْدَحُ عُثْمَانَ فَعَمِدَ الْمِقْدَادُ فَجَثَا عَلَى رُكْبَتَيْهِ - وَكَانَ رَجُلاً ضَخْمًا - فَجَعَلَ يَحْثُو فِى وَجْهِهِ الْحَصْبَاءَ فَقَالَ لَهُ عُثْمَانُ مَا شَأْنُكَ فَقَالَ إِنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَالَ « إِذَا رَأَيْتُمُ الْمَدَّاحِينَ فَاحْثُوا فِى وُجُوهِهِمُ التُّرَابَ » . D4804 Ebû Dâvûd, Edeb, 9.حَدَّثَنَا أَبُو بَكْرِ بْنُ أَبِى شَيْبَةَ حَدَّثَنَا وَكِيعٌ حَدَّثَنَا سُفْيَانُ عَنْ مَنْصُورٍ عَنْ إِبْرَاهِيمَ عَنْ هَمَّامٍ قَالَ جَاءَ رَجُلٌ فَأَثْنَى عَلَى عُثْمَانَ فِى وَجْهِهِ فَأَخَذَ الْمِقْدَادُ بْنُ الأَسْوَدِ تُرَابًا فَحَثَا فِى وَجْهِهِ وَقَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « إِذَا لَقِيتُمُ الْمَدَّاحِينَ فَاحْثُوا فِى وُجُوهِهِمُ التُّرَابَ » .
218 Hattâbî, Ebû Süleyman Hamd b. Muhammed b. İbrâhim, Meâlimü’s-sünen, IV, 103.
219 Beled, 90/6.
يَقُولُ اَهْلَكْتُ مَالًا لُبَدًاۜ ﴿6﴾
220 Hüseynî, İbn Hamza, el-Beyân ve’t-ta’rîf fî esbâb-i vurûdi’l-hadîsi’ş-şerif, I, 33.
221 Bu tespit kıssalar konusunda en kapsamlı araştırmayı yapan Muhammed Hasan ez-Zîr’e aittir. Eserinin adı, el-Kasas fi’l-hadîsi’n-nebevî’dir. (Mektebetü’l-medenî, Riyâd, 1985).
222 Sabbâğ, Muhammed, et-Tasvîru’l-fennî, s. 492.
223 Zîr, el-Kasas fi’l-hadîsi’n-nebevî, s. 333.
224 Zîr, a.g.e., s. 333.
225 Zîr, a.g.e., s. 333.
226 Zîr, a.g.e., s. 194.
227 Bkz. Râmehürmüzî, Kitâbü emsâli’l-hadîs, (tah. Ahmed Abdülfettâh), s. 8.
228 Râmehürmüzî, a.g.e., s. 5.
229 İbn Kayyim el-Cevziyye, Emsâlu’l-Kur’âni’l-Kerim, s. 8.
230 İbn Hanbel, IV, 203
Heysemî, Mecmau’z-zevâid, VIII, 264.
231 Bkz. Râmehürmüzî, Kitabu emsâli’l-hadîs, s. 110.
232 B6144 Buhârî, Edeb, 89.
حَدَّثَنَا مُسَدَّدٌ حَدَّثَنَا يَحْيَى عَنْ عُبَيْدِ اللَّهِ حَدَّثَنِى نَافِعٌ عَنِ ابْنِ عُمَرَ - رضى الله عنهما - قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « أَخْبِرُونِى بِشَجَرَةٍ مَثَلُهَا مَثَلُ الْمُسْلِمِ ، تُؤْتِى أُكُلَهَا كُلَّ حِينٍ بِإِذْنِ رَبِّهَا ، وَلاَ تَحُتُّ وَرَقَهَا » . فَوَقَعَ فِى نَفْسِى أَنَّهَا النَّخْلَةُ ، فَكَرِهْتُ أَنْ أَتَكَلَّمَ وَثَمَّ أَبُو بَكْرٍ وَعُمَرُ ، فَلَمَّا لَمْ يَتَكَلَّمَا قَالَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم « هِىَ النَّخْلَةُ » . فَلَمَّا خَرَجْتُ مَعَ أَبِى قُلْتُ يَا أَبَتَاهْ وَقَعَ فِى نَفْسِى أَنَّهَا النَّخْلَةُ . قَالَ مَا مَنَعَكَ أَنْ تَقُولَهَا لَوْ كُنْتَ قُلْتَهَا كَانَ أَحَبَّ إِلَىَّ مِنْ كَذَا وَكَذَا . قَالَ مَا مَنَعَنِى إِلاَّ أَنِّى لَمْ أَرَكَ وَلاَ أَبَا بَكْرٍ تَكَلَّمْتُمَا ، فَكَرِهْتُ .
233 HM6872 İbn Hanbel, II, 199
حَدَّثَنَا عَبْدُ الرَّزَّاقِ أَخْبَرَنَا مَعْمَرٌ عَنْ مَطَرٍ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ بُرَيْدَةَ قَالَ شَكَّ عُبَيْدُ اللَّهِ بْنُ زِيَادٍ فِي الْحَوْضِ فَقَالَ لَهُ أَبُو سَبْرَةَ رَجُلٌ مِنْ صَحَابَةِ عُبَيْدِ اللَّهِ بْنِ زِيَادٍ فَإِنَّ أَبَاكَ حِينَ انْطَلَقَ وَافِدًا إِلَى مُعَاوِيَةَ انْطَلَقْتُ مَعَهُ فَلَقِيتُ عَبْدَ اللَّهِ بْنَ عَمْرٍو فَحَدَّثَنِي مِنْ فِيهِ إِلَى فِيَّ حَدِيثًا سَمِعَهُ مِنْ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَأَمْلَاهُ عَلَيَّ وَكَتَبْتُهُ قَالَ فَإِنِّي أَقْسَمْتُ عَلَيْكَ لَمَا أَعْرَقْتَ هَذَا الْبِرْذَوْنَ حَتَّى تَأْتِيَنِي بِالْكِتَابِ قَالَ فَرَكِبْتُ الْبِرْذَوْنَ فَرَكَضْتُهُ حَتَّى عَرِقَ فَأَتَيْتُهُ بِالْكِتَابِ فَإِذَا فِيهِ حَدَّثَنِي عَبْدُ اللَّهِ بْنُ عَمْرِو بْنِ الْعَاصِأَنَّهُ سَمِعَ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ إِنَّ اللَّهَ يُبْغِضُ الْفُحْشَ وَالتَّفَحُّشَ وَالَّذِي نَفْسُ مُحَمَّدٍ بِيَدِهِ لَا تَقُومُ السَّاعَةُ حَتَّى يُخَوَّنَ الْأَمِينُ وَيُؤْتَمَنَ الْخَائِنُ حَتَّى يَظْهَرَ الْفُحْشُ وَالتَّفَحُّشُ وَقَطِيعَةُ الْأَرْحَامِ وَسُوءُ الْجِوَارِ وَالَّذِي نَفْسُ مُحَمَّدٍ بِيَدِهِ إِنَّ مَثَلَ الْمُؤْمِنِ لَكَمَثَلِ الْقِطْعَةِ مِنْ الذَّهَبِ نَفَخَ عَلَيْهَا صَاحِبُهَا فَلَمْ تَغَيَّرْ وَلَمْ تَنْقُصْ وَالَّذِي نَفْسُ مُحَمَّدٍ بِيَدِهِ إِنَّ مَثَلَ الْمُؤْمِنِ لَكَمَثَلِ النَّحْلَةِ أَكَلَتْ طَيِّبًا وَوَضَعَتْ طَيِّبًا وَوَقَعَتْ فَلَمْ تُكْسَرْ وَلَمْ تَفْسُدْ قَالَ وَقَالَ أَلَا إِنَّ لِي حَوْضًا مَا بَيْنَ نَاحِيَتَيْهِ كَمَا بَيْنَ أَيْلَةَ إِلَى مَكَّةَ أَوْ قَالَ صَنْعَاءَ إِلَى الْمَدِينَةِ وَإِنَّ فِيهِ مِنْ الْأَبَارِيقِ مِثْلَ الْكَوَاكِبِ هُوَ أَشَدُّ بَيَاضًا مِنْ اللَّبَنِ وَأَحْلَى مِنْ الْعَسَلِ مَنْ شَرِبَ مِنْهُ لَمْ يَظْمَأْ بَعْدَهَا أَبَدًاقَالَ أَبُو سَبْرَةَ فَأَخَذَ عُبَيْدُ اللَّهِ بْنُ زِيَادٍ الْكِتَابَ فَجَزِعْتُ عَلَيْهِ فَلَقِيَنِي يَحْيَى بْنُ يَعْمَرَ فَشَكَوْتُ ذَلِكَ إِلَيْهِ فَقَالَ وَاللَّهِ لَأَنَا أَحْفَظُ لَهُ مِنِّي لِسُورَةٍ مِنْ الْقُرْآنِ فَحَدَّثَنِي بِهِ كَمَا كَانَ فِي الْكِتَابِ سَوَاءً NM253 Hâkim, Müstedrek, I, 110 (1/76).حدثنا أبو العباس محمد بن يعقوب ثنا أبو البختري عبد الله بن محمد بن شاكر ثنا أبو أسامة حدثني الحسين المعلمو أخبرنا أحمد بن جعفر القطيعي و اللفظ له ثنا عبد الله بن أحمد بن حنبل حدثني أبي ثنا ابن أبي عدي عن حسين المعلم عن عبد الله بن بريدة قال : ذكر لي أن أبا سبرة بن سلمة الهذلي سمع ابن زياد يسأل عن لحوض حوض محمد صلى الله عليه و سلم فقال : ما أراه حقا بعدما سأل أبا برزة الأسلمي و البراء بن عازب و عائذ بن عمرو فقال : ما أصدق هؤلاء فقال أبو سبرة : ألا أحدثك بحديث شفاء : بعثني أبوك بمال إلى معاوية فلقيت عبد الله بن عمرو فحدثني بفيه و كتبته بقلمي ما سمعه من رسول الله صلى الله عليه و سلم فلم أزد حرفا و لم أنقص : حدثني أن رسول الله صلى الله عليه و سلم قال : إن الله لا يحب الفاحش و لا المتفحش و الذي نفس محمد بيده لا تقوم الساعة حتى يظهر الفحش و التفحش و قطيعة الرحم و سوء المجاورة و يخون الأمين و يؤتمن الخائن و مثل المؤمن كمثل النحلة أكلت طيبا و وضعت طيبا و وقعت طيبا فلم تفسد و لم تكسر و مثل العبد المؤمن مثل القطعة الجيدة من الذهب نفخ عليها فخرجت طيبة و وزنت فلم تنقص و قال صلى الله عليه و سلم : موعدكم حوضي عرضه مثل طوله و هو أبعد مما بين أيلة إلى مكة و ذلك مسيرة شهر فيه أمثال الكواكب أباريق ماؤه أشد بياضا من الفضة من ورده و شرب منه لم يظمأ بعده أبدا فقال ابن زياد : ما حدثني أحد بحديث مثل هذا أشهد أن الحوض حق واجب و أخذ الصحيفة التي جاء بها أبو سبرةو في حديث أبي أسامة عن عبد الله بن بريدة عن أبي سبرةهذا حديث صحيح فقد اتفق الشيخان على الاحتجاج بجميع رواته غير أبي سبرة الهذلي و هو تابعي كبير مبين ذكره في المسانيد و التواريخ غير مطعون فيهو له شاهد من حديث قتادة عن ابن بريدة
234 MK13541 Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr, XII, 319.
حَدَّثَنَا جَعْفَرُ بن مُحَمَّدٍ الْفِرْيَابِيُّ , حَدَّثَنَا هُرَيْمُ بن مِسْعَرٍ التِّرْمِذِيُّ , حَدَّثَنَا فُضَيْلُ بن عِيَاضٍ , عَنْ لَيْثٍ , عَنْ مُجَاهِدٍ , عَنِ ابْنِ عُمَرَ , قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ:مَثَلُ الْمُؤْمِنِ كَمَثَلِ الْعَطَّارِ , إِنْ جَالَسْتَهُ نَفَعَكَ , وَإِنْ مَاشَيْتَهُ نَفَعَكَ , وَإِنْ شَارَكْتَهُ نَفَعَكَ.
235 HM6872 İbn Hanbel, II, 199
حَدَّثَنَا عَبْدُ الرَّزَّاقِ أَخْبَرَنَا مَعْمَرٌ عَنْ مَطَرٍ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ بُرَيْدَةَ قَالَ شَكَّ عُبَيْدُ اللَّهِ بْنُ زِيَادٍ فِي الْحَوْضِ فَقَالَ لَهُ أَبُو سَبْرَةَ رَجُلٌ مِنْ صَحَابَةِ عُبَيْدِ اللَّهِ بْنِ زِيَادٍ فَإِنَّ أَبَاكَ حِينَ انْطَلَقَ وَافِدًا إِلَى مُعَاوِيَةَ انْطَلَقْتُ مَعَهُ فَلَقِيتُ عَبْدَ اللَّهِ بْنَ عَمْرٍو فَحَدَّثَنِي مِنْ فِيهِ إِلَى فِيَّ حَدِيثًا سَمِعَهُ مِنْ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَأَمْلَاهُ عَلَيَّ وَكَتَبْتُهُ قَالَ فَإِنِّي أَقْسَمْتُ عَلَيْكَ لَمَا أَعْرَقْتَ هَذَا الْبِرْذَوْنَ حَتَّى تَأْتِيَنِي بِالْكِتَابِ قَالَ فَرَكِبْتُ الْبِرْذَوْنَ فَرَكَضْتُهُ حَتَّى عَرِقَ فَأَتَيْتُهُ بِالْكِتَابِ فَإِذَا فِيهِ حَدَّثَنِي عَبْدُ اللَّهِ بْنُ عَمْرِو بْنِ الْعَاصِأَنَّهُ سَمِعَ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ إِنَّ اللَّهَ يُبْغِضُ الْفُحْشَ وَالتَّفَحُّشَ وَالَّذِي نَفْسُ مُحَمَّدٍ بِيَدِهِ لَا تَقُومُ السَّاعَةُ حَتَّى يُخَوَّنَ الْأَمِينُ وَيُؤْتَمَنَ الْخَائِنُ حَتَّى يَظْهَرَ الْفُحْشُ وَالتَّفَحُّشُ وَقَطِيعَةُ الْأَرْحَامِ وَسُوءُ الْجِوَارِ وَالَّذِي نَفْسُ مُحَمَّدٍ بِيَدِهِ إِنَّ مَثَلَ الْمُؤْمِنِ لَكَمَثَلِ الْقِطْعَةِ مِنْ الذَّهَبِ نَفَخَ عَلَيْهَا صَاحِبُهَا فَلَمْ تَغَيَّرْ وَلَمْ تَنْقُصْ وَالَّذِي نَفْسُ مُحَمَّدٍ بِيَدِهِ إِنَّ مَثَلَ الْمُؤْمِنِ لَكَمَثَلِ النَّحْلَةِ أَكَلَتْ طَيِّبًا وَوَضَعَتْ طَيِّبًا وَوَقَعَتْ فَلَمْ تُكْسَرْ وَلَمْ تَفْسُدْ قَالَ وَقَالَ أَلَا إِنَّ لِي حَوْضًا مَا بَيْنَ نَاحِيَتَيْهِ كَمَا بَيْنَ أَيْلَةَ إِلَى مَكَّةَ أَوْ قَالَ صَنْعَاءَ إِلَى الْمَدِينَةِ وَإِنَّ فِيهِ مِنْ الْأَبَارِيقِ مِثْلَ الْكَوَاكِبِ هُوَ أَشَدُّ بَيَاضًا مِنْ اللَّبَنِ وَأَحْلَى مِنْ الْعَسَلِ مَنْ شَرِبَ مِنْهُ لَمْ يَظْمَأْ بَعْدَهَا أَبَدًاقَالَ أَبُو سَبْرَةَ فَأَخَذَ عُبَيْدُ اللَّهِ بْنُ زِيَادٍ الْكِتَابَ فَجَزِعْتُ عَلَيْهِ فَلَقِيَنِي يَحْيَى بْنُ يَعْمَرَ فَشَكَوْتُ ذَلِكَ إِلَيْهِ فَقَالَ وَاللَّهِ لَأَنَا أَحْفَظُ لَهُ مِنِّي لِسُورَةٍ مِنْ الْقُرْآنِ فَحَدَّثَنِي بِهِ كَمَا كَانَ فِي الْكِتَابِ سَوَاءً NM253 Hâkim, Müstedrek, I, 110 (1/76).حدثنا أبو العباس محمد بن يعقوب ثنا أبو البختري عبد الله بن محمد بن شاكر ثنا أبو أسامة حدثني الحسين المعلمو أخبرنا أحمد بن جعفر القطيعي و اللفظ له ثنا عبد الله بن أحمد بن حنبل حدثني أبي ثنا ابن أبي عدي عن حسين المعلم عن عبد الله بن بريدة قال : ذكر لي أن أبا سبرة بن سلمة الهذلي سمع ابن زياد يسأل عن لحوض حوض محمد صلى الله عليه و سلم فقال : ما أراه حقا بعدما سأل أبا برزة الأسلمي و البراء بن عازب و عائذ بن عمرو فقال : ما أصدق هؤلاء فقال أبو سبرة : ألا أحدثك بحديث شفاء : بعثني أبوك بمال إلى معاوية فلقيت عبد الله بن عمرو فحدثني بفيه و كتبته بقلمي ما سمعه من رسول الله صلى الله عليه و سلم فلم أزد حرفا و لم أنقص : حدثني أن رسول الله صلى الله عليه و سلم قال : إن الله لا يحب الفاحش و لا المتفحش و الذي نفس محمد بيده لا تقوم الساعة حتى يظهر الفحش و التفحش و قطيعة الرحم و سوء المجاورة و يخون الأمين و يؤتمن الخائن و مثل المؤمن كمثل النحلة أكلت طيبا و وضعت طيبا و وقعت طيبا فلم تفسد و لم تكسر و مثل العبد المؤمن مثل القطعة الجيدة من الذهب نفخ عليها فخرجت طيبة و وزنت فلم تنقص و قال صلى الله عليه و سلم : موعدكم حوضي عرضه مثل طوله و هو أبعد مما بين أيلة إلى مكة و ذلك مسيرة شهر فيه أمثال الكواكب أباريق ماؤه أشد بياضا من الفضة من ورده و شرب منه لم يظمأ بعده أبدا فقال ابن زياد : ما حدثني أحد بحديث مثل هذا أشهد أن الحوض حق واجب و أخذ الصحيفة التي جاء بها أبو سبرةو في حديث أبي أسامة عن عبد الله بن بريدة عن أبي سبرةهذا حديث صحيح فقد اتفق الشيخان على الاحتجاج بجميع رواته غير أبي سبرة الهذلي و هو تابعي كبير مبين ذكره في المسانيد و التواريخ غير مطعون فيهو له شاهد من حديث قتادة عن ابن بريدة
236 B7466 Buhârî, Tevhîd, 31.
حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ سِنَانٍ حَدَّثَنَا فُلَيْحٌ حَدَّثَنَا هِلاَلُ بْنُ عَلِىٍّ عَنْ عَطَاءِ بْنِ يَسَارٍ عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ - رضى الله عنه - أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَالَ « مَثَلُ الْمُؤْمِنِ كَمَثَلِ خَامَةِ الزَّرْعِ ، يَفِىءُ وَرَقُهُ مِنْ حَيْثُ أَتَتْهَا الرِّيحُ تُكَفِّئُهَا ، فَإِذَا سَكَنَتِ اعْتَدَلَتْ ، وَكَذَلِكَ الْمُؤْمِنُ يُكَفَّأُ بِالْبَلاَءِ ، وَمَثَلُ الْكَافِرِ كَمَثَلِ الأَرْزَةِ صَمَّاءَ مُعْتَدِلَةً حَتَّى يَقْصِمَهَا اللَّهُ إِذَا شَاءَ » .
237 HM11355 İbn Hanbel, III, 39.
حَدَّثَنَا أَبُو عَبْدِ الرَّحْمَنِ قَالَ حَدَّثَنَا سَعِيدُ بْنُ أَبِي أَيُّوبَ حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ الْوَلِيدِ عَنْ أَبِي سُلَيْمَانَ اللَّيْثِيِّ عَنْ أَبِي سَعِيدٍ الْخُدْرِيِّعَنْ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَنَّهُ قَالَ مَثَلُ الْمُؤْمِنِ كَمَثَلِ الْفَرَسِ عَلَى آخِيَّتِهِ يَجُولُ ثُمَّ يَرْجِعُ إِلَى آخِيَّتِهِ وَإِنَّ الْمُؤْمِنَ يَسْهُو ثُمَّ يَرْجِعُ إِلَى الْإِيمَانِ
238 Sabbağ, Muhammed, et-Tasvîru’l-fennî, s. 564-575.
239 Aynî, Bedreddin, Umdetü’l-kârî fî şerhi Sahîhi’l-Buhârî, IV, 144.
240 M113 Müslim, Îmân, 21
حَدَّثَنَا عُبَيْدُ اللَّهِ بْنُ مُعَاذٍ حَدَّثَنَا أَبِى حَدَّثَنَا عَاصِمٌ - وَهُوَ ابْنُ مُحَمَّدِ بْنِ زَيْدِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عُمَرَ - عَنْ أَبِيهِ قَالَ قَالَ عَبْدُ اللَّهِ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « بُنِىَ الإِسْلاَمُ عَلَى خَمْسٍ شَهَادَةِ أَنْ لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللَّهُ وَأَنَّ مُحَمَّدًا عَبْدُهُ وَرَسُولُهُ وَإِقَامِ الصَّلاَةِ وَإِيتَاءِ الزَّكَاةِ وَحَجِّ الْبَيْتِ وَصَوْمِ رَمَضَانَ » . T2609 Tirmizî, Îmân, 3. حَدَّثَنَا ابْنُ أَبِى عُمَرَ حَدَّثَنَا سُفْيَانُ بْنُ عُيَيْنَةَ عَنْ سُعَيْرِ بْنِ الْخِمْسِ التَّمِيمِىِّ عَنْ حَبِيبِ بْنِ أَبِى ثَابِتٍ عَنِ ابْنِ عُمَرَ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « بُنِىَ الإِسْلاَمُ عَلَى خَمْسٍ شَهَادَةُ أَنْ لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللَّهُ وَأَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ اللَّهِ وَإِقَامُ الصَّلاَةِ وَإِيتَاءُ الزَّكَاةِ وَصَوْمُ رَمَضَانَ وَحَجُّ الْبَيْتِ » . وَفِى الْبَابِ عَنْ جَرِيرِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ . قَالَ أَبُو عِيسَى هَذَا حَدِيثٌ حَسَنٌ صَحِيحٌ وَقَدْ رُوِىَ مِنْ غَيْرِ وَجْهٍ عَنِ ابْنِ عُمَرَ عَنِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم نَحْوُ هَذَا . وَسُعَيْرُ بْنُ الْخِمْسِ ثِقَةٌ عِنْدَ أَهْلِ الْحَدِيثِ . حَدَّثَنَا أَبُو كُرَيْبٍ حَدَّثَنَا وَكِيعٌ عَنْ حَنْظَلَةَ بْنِ أَبِى سُفْيَانَ الْجُمَحِىِّ عَنْ عِكْرِمَةَ بْنِ خَالِدٍ الْمَخْزُومِىِّ عَنِ ابْنِ عُمَرَ عَنِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم نَحْوَهُ . قَالَ أَبُو عِيسَى هَذَا حَدِيثٌ حَسَنٌ صَحِيحٌ .
241 D461 Ebû Dâvûd, Salât, 16
حَدَّثَنَا عَبْدُ الْوَهَّابِ بْنُ عَبْدِ الْحَكَمِ الْخَزَّازُ أَخْبَرَنَا عَبْدُ الْمَجِيدِ بْنُ عَبْدِ الْعَزِيزِ بْنِ أَبِى رَوَّادٍ عَنِ ابْنِ جُرَيْجٍ عَنِ الْمُطَّلِبِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ حَنْطَبٍ عَنْ أَنَسِ بْنِ مَالِكٍ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « عُرِضَتْ عَلَىَّ أُجُورُ أُمَّتِى حَتَّى الْقَذَاةُ يُخْرِجُهَا الرَّجُلُ مِنَ الْمَسْجِدِ وَعُرِضَتْ عَلَىَّ ذُنُوبُ أُمَّتِى فَلَمْ أَرَ ذَنْبًا أَعْظَمَ مِنْ سُورَةٍ مِنَ الْقُرْآنِ أَوْ آيَةٍ أُوتِيَهَا رَجُلٌ ثُمَّ نَسِيَهَا » . T2916 Tirmizî, Fedâilü’l-Kur’ân, 19.حَدَّثَنَا عَبْدُ الْوَهَّابِ بْنُ الْحَكَمِ الْوَرَّاقُ الْبَغْدَادِىُّ حَدَّثَنَا عَبْدُ الْمَجِيدِ بْنُ عَبْدِ الْعَزِيزِ عَنِ ابْنِ جُرَيْجٍ عَنِ الْمُطَّلِبِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ حَنْطَبٍ عَنْ أَنَسِ بْنِ مَالِكٍ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « عُرِضَتْ عَلَىَّ أُجُورُ أُمَّتِى حَتَّى الْقَذَاةِ يُخْرِجُهَا الرَّجُلُ مِنَ الْمَسْجِدِ وَعُرِضَتْ عَلَىَّ ذُنُوبُ أَمَّتِى فَلَمْ أَرَ ذَنْبًا أَعْظَمَ مِنْ سُورَةٍ مِنَ الْقُرْآنِ أَوْ آيَةٍ أُوتِيهَا رَجُلٌ ثُمَّ نَسِيَهَا » . قَالَ أَبُو عِيسَى هَذَا حَدِيثٌ غَرِيبٌ لاَ نَعْرِفُهُ إِلاَّ مِنْ هَذَا الْوَجْهِ . قَالَ وَذَاكَرْتُ بِهِ مُحَمَّدَ بْنَ إِسْمَاعِيلَ فَلَمْ يَعْرِفْهُ وَاسْتَغْرَبَهُ . قَالَ مُحَمَّدٌ وَلاَ أَعْرِفُ لِلْمُطَّلِبِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ حَنْطَبٍ سَمَاعًا مِنْ أَحَدٍ مِنْ أَصْحَابِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم إِلاَّ قَوْلَهُ حَدَّثَنِى مَنْ شَهِدَ خُطْبَةَ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم . قَالَ وَسَمِعْتُ عَبْدَ اللَّهِ بْنَ عَبْدِ الرَّحْمَنِ يَقُولُ لاَ نَعْرِفُ لِلْمُطَّلِبِ سَمَاعًا مِنْ أَحَدٍ مِنْ أَصْحَابِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم . قَالَ عَبْدُ اللَّهِ وَأَنْكَرَ عَلِىُّ بْنُ الْمَدِينِىِّ أَنْ يَكُونَ الْمُطَّلِبُ سَمِعَ مِنْ أَنَسٍ .
242 B3295 Buhârî, Bed’ü’l-halk, 11
حَدَّثَنِى إِبْرَاهِيمُ بْنُ حَمْزَةَ قَالَ حَدَّثَنِى ابْنُ أَبِى حَازِمٍ عَنْ يَزِيدَ عَنْ مُحَمَّدِ بْنِ إِبْرَاهِيمَ عَنْ عِيسَى بْنِ طَلْحَةَ عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ - رضى الله عنه - عَنِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم قَالَ « إِذَا اسْتَيْقَظَ - أُرَاهُ - أَحَدُكُمْ مِنْ مَنَامِهِ فَتَوَضَّأَ فَلْيَسْتَنْثِرْ ثَلاَثًا ، فَإِنَّ الشَّيْطَانَ يَبِيتُ عَلَى خَيْشُومِهِ » . N90 Nesâî, Tahâret, 73.أَخْبَرَنَا مُحَمَّدُ بْنُ زُنْبُورٍ الْمَكِّىُّ قَالَ حَدَّثَنَا ابْنُ أَبِى حَازِمٍ عَنْ يَزِيدَ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ أَنَّ مُحَمَّدَ بْنَ إِبْرَاهِيمَ حَدَّثَهُ عَنْ عِيسَى بْنِ طَلْحَةَ عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ عَنْ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَالَ « إِذَا اسْتَيْقَظَ أَحَدُكُمْ مِنْ مَنَامِهِ فَتَوَضَّأَ فَلْيَسْتَنْثِرْ ثَلاَثَ مَرَّاتٍ فَإِنَّ الشَّيْطَانَ يَبِيتُ عَلَى خَيْشُومِهِ » .
243 Bu tür gerekçelerin bir kısmının râvilerin kendilerince yaptıkları yorum olup sonradan hadise idrac edilmiş olabileceği unutulmamalıdır. Mesela bu rivayet sadece Müslim’de beş ayrı tarikle Ebû Hüreyre’den rivayet edilmiş, bunlardan sadece birinde yukarıdaki gerekçeye yer verilmiştir. Nesâî’de yer alan rivayet sadece bu gerekçeli rivayettir.
244 M7490 Müslim, Zühd, 56.
حَدَّثَنَا يَحْيَى بْنُ أَيُّوبَ وَقُتَيْبَةُ بْنُ سَعِيدٍ وَعَلِىُّ بْنُ حُجْرٍ السَّعْدِىُّ قَالُوا حَدَّثَنَا إِسْمَاعِيلُ - يَعْنُونَ ابْنَ جَعْفَرٍ - عَنِ الْعَلاَءِ عَنْ أَبِيهِ عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَالَ « التَّثَاؤُبُ مِنَ الشَّيْطَانِ فَإِذَا تَثَاءَبَ أَحَدُكُمْ فَلْيَكْظِمْ مَا اسْتَطَاعَ » .
245 İM968 İbn Mâce, İkâmetü’s-salavât, 42.
حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ الصَّبَّاحِ أَنْبَأَنَا حَفْصُ بْنُ غِيَاثٍ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ سَعِيدٍ الْمَقْبُرِىِّ عَنْ أَبِيهِ عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَالَ « إِذَا تَثَاءَبَ أَحَدُكُمْ فَلْيَضَعْ يَدَهُ عَلَى فِيهِ وَلاَ يَعْوِى فَإِنَّ الشَّيْطَانَ يَضْحَكُ مِنْهُ » .
246 B3289 Buhârî, Bed’ü’l-halk, 11
حَدَّثَنَا عَاصِمُ بْنُ عَلِىٍّ حَدَّثَنَا ابْنُ أَبِى ذِئْبٍ عَنْ سَعِيدٍ الْمَقْبُرِىِّ عَنْ أَبِيهِ عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ - رضى الله عنه - عَنِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم قَالَ « التَّثَاؤُبُ مِنَ الشَّيْطَانِ ، فَإِذَا تَثَاءَبَ أَحَدُكُمْ فَلْيَرُدَّهُ مَا اسْتَطَاعَ ، فَإِنَّ أَحَدَكُمْ إِذَا قَالَ هَا . ضَحِكَ الشَّيْطَانُ » . T2746 Tirmizî, Edeb, 7.حَدَّثَنَا ابْنُ أَبِى عُمَرَ حَدَّثَنَا سُفْيَانُ عَنِ ابْنِ عَجْلاَنَ عَنِ الْمَقْبُرِىِّ عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَالَ « الْعُطَاسُ مِنَ اللَّهِ وَالتَّثَاؤُبُ مِنَ الشَّيْطَانِ فَإِذَا تَثَاءَبَ أَحَدُكُمْ فَلْيَضَعْ يَدَهُ عَلَى فِيهِ وَإِذَا قَالَ آهْ آهْ فَإِنَّ الشَّيْطَانَ يَضْحَكُ مِنْ جَوْفِهِ وَإِنَّ اللَّهَ يُحِبُّ الْعُطَاسَ وَيَكْرَهُ التَّثَاؤُبَ فَإِذَا قَالَ الرَّجُلُ آهْ آهْ إِذَا تَثَاءَبَ فَإِنَّ الشَّيْطَانَ يَضْحَكُ فِى جَوْفِهِ » . قَالَ أَبُو عِيسَى هَذَا حَدِيثٌ حَسَنٌ صَحِيحٌ .
247 M7491 Müslim, Zühd, 57.
حَدَّثَنِى أَبُو غَسَّانَ الْمِسْمَعِىُّ مَالِكُ بْنُ عَبْدِ الْوَاحِدِ حَدَّثَنَا بِشْرُ بْنُ الْمُفَضَّلِ حَدَّثَنَا سُهَيْلُ بْنُ أَبِى صَالِحٍ قَالَ سَمِعْتُ ابْنًا لأَبِى سَعِيدٍ الْخُدْرِىِّ يُحَدِّثُ أَبِى عَنْ أَبِيهِ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « إِذَا تَثَاوَبَ أَحَدُكُمْ فَلْيُمْسِكْ بِيَدِهِ عَلَى فِيهِ فَإِنَّ الشَّيْطَانَ يَدْخُلُ » .
248 İbn Balabân, el-İhsân fî takrîbi Sahîhi İbn Hibbân, VI, 124.
249 Bkz. İbn Balabân, el-İhsân fî takrîbi Sahîhi İbn Hibbân, IV, 122.
250 İsfehânî, Müfredât, s. 261.
251 B2038 Buhârî, İ’tikâf, 11
حَدَّثَنَا سَعِيدُ بْنُ عُفَيْرٍ قَالَ حَدَّثَنِى اللَّيْثُ قَالَ حَدَّثَنِى عَبْدُ الرَّحْمَنِ بْنُ خَالِدٍ عَنِ ابْنِ شِهَابٍ عَنْ عَلِىِّ بْنِ الْحُسَيْنِ - رضى الله عنهما - أَنَّ صَفِيَّةَ زَوْجَ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم أَخْبَرَتْهُ . حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ مُحَمَّدٍ حَدَّثَنَا هِشَامٌ أَخْبَرَنَا مَعْمَرٌ عَنِ الزُّهْرِىِّ عَنْ عَلِىِّ بْنِ الْحُسَيْنِ كَانَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم فِى الْمَسْجِدِ ، وَعِنْدَهُ أَزْوَاجُهُ ، فَرُحْنَ ، فَقَالَ لِصَفِيَّةَ بِنْتِ حُيَىٍّ « لاَ تَعْجَلِى حَتَّى أَنْصَرِفَ مَعَكِ » . وَكَانَ بَيْتُهَا فِى دَارِ أُسَامَةَ ، فَخَرَجَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم مَعَهَا ، فَلَقِيَهُ رَجُلاَنِ مِنَ الأَنْصَارِ ، فَنَظَرَا إِلَى النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم ثُمَّ أَجَازَا وَقَالَ لَهُمَا النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم « تَعَالَيَا ، إِنَّهَا صَفِيَّةُ بِنْتُ حُيَىٍّ » . قَالاَ سُبْحَانَ اللَّهِ يَا رَسُولَ اللَّهِ . قَالَ « إِنَّ الشَّيْطَانَ يَجْرِى مِنَ الإِنْسَانِ مَجْرَى الدَّمِ ، وَإِنِّى خَشِيتُ أَنْ يُلْقِىَ فِى أَنْفُسِكُمَا شَيْئًا » . M5678 Müslim, Selâm, 23.حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ مَسْلَمَةَ بْنِ قَعْنَبٍ حَدَّثَنَا حَمَّادُ بْنُ سَلَمَةَ عَنْ ثَابِتٍ الْبُنَانِىِّ عَنْ أَنَسٍ أَنَّ النَّبِىَّ صلى الله عليه وسلم كَانَ مَعَ إِحْدَى نِسَائِهِ فَمَرَّ بِهِ رَجُلٌ فَدَعَاهُ فَجَاءَ فَقَالَ « يَا فُلاَنُ هَذِهِ زَوْجَتِى فُلاَنَةُ » . فَقَالَ يَا رَسُولَ اللَّهِ مَنْ كُنْتُ أَظُنُّ بِهِ فَلَمْ أَكُنْ أَظُنُّ بِكَ . فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « إِنَّ الشَّيْطَانَ يَجْرِى مِنَ الإِنْسَانِ مَجْرَى الدَّمِ » .
252 B2038 Buhârî, İ’tikâf, 11
حَدَّثَنَا سَعِيدُ بْنُ عُفَيْرٍ قَالَ حَدَّثَنِى اللَّيْثُ قَالَ حَدَّثَنِى عَبْدُ الرَّحْمَنِ بْنُ خَالِدٍ عَنِ ابْنِ شِهَابٍ عَنْ عَلِىِّ بْنِ الْحُسَيْنِ - رضى الله عنهما - أَنَّ صَفِيَّةَ زَوْجَ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم أَخْبَرَتْهُ . حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ مُحَمَّدٍ حَدَّثَنَا هِشَامٌ أَخْبَرَنَا مَعْمَرٌ عَنِ الزُّهْرِىِّ عَنْ عَلِىِّ بْنِ الْحُسَيْنِ كَانَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم فِى الْمَسْجِدِ ، وَعِنْدَهُ أَزْوَاجُهُ ، فَرُحْنَ ، فَقَالَ لِصَفِيَّةَ بِنْتِ حُيَىٍّ « لاَ تَعْجَلِى حَتَّى أَنْصَرِفَ مَعَكِ » . وَكَانَ بَيْتُهَا فِى دَارِ أُسَامَةَ ، فَخَرَجَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم مَعَهَا ، فَلَقِيَهُ رَجُلاَنِ مِنَ الأَنْصَارِ ، فَنَظَرَا إِلَى النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم ثُمَّ أَجَازَا وَقَالَ لَهُمَا النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم « تَعَالَيَا ، إِنَّهَا صَفِيَّةُ بِنْتُ حُيَىٍّ » . قَالاَ سُبْحَانَ اللَّهِ يَا رَسُولَ اللَّهِ . قَالَ « إِنَّ الشَّيْطَانَ يَجْرِى مِنَ الإِنْسَانِ مَجْرَى الدَّمِ ، وَإِنِّى خَشِيتُ أَنْ يُلْقِىَ فِى أَنْفُسِكُمَا شَيْئًا » . B6219 Buhârî, Edeb, 121حَدَّثَنَا أَبُو الْيَمَانِ أَخْبَرَنَا شُعَيْبٌ عَنِ الزُّهْرِىِّ . وَحَدَّثَنَا إِسْمَاعِيلُ قَالَ حَدَّثَنِى أَخِى عَنْ سُلَيْمَانَ عَنْ مُحَمَّدِ بْنِ أَبِى عَتِيقٍ عَنِ ابْنِ شِهَابٍ عَنْ عَلِىِّ بْنِ الْحُسَيْنِ أَنَّ صَفِيَّةَ بِنْتَ حُيَىٍّ زَوْجَ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم أَخْبَرَتْهُ أَنَّهَا جَاءَتْ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم تَزُورُهُ وَهْوَ مُعْتَكِفٌ فِى الْمَسْجِدِ فِى الْعَشْرِ الْغَوَابِرِ مِنْ رَمَضَانَ ، فَتَحَدَّثَتْ عِنْدَهُ سَاعَةً مِنَ الْعِشَاءِ ثُمَّ قَامَتْ تَنْقَلِبُ ، فَقَامَ مَعَهَا النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم يَقْلِبُهَا حَتَّى إِذَا بَلَغَتْ بَابَ الْمَسْجِدِ الَّذِى عِنْدَ مَسْكَنِ أُمِّ سَلَمَةَ زَوْجِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم مَرَّ بِهِمَا رَجُلاَنِ مِنَ الأَنْصَارِ فَسَلَّمَا عَلَى رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم ثُمَّ نَفَذَا ، فَقَالَ لَهُمَا رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « عَلَى رِسْلِكُمَا ، إِنَّمَا هِىَ صَفِيَّةُ بِنْتُ حُيَىٍّ » . قَالاَ سُبْحَانَ اللَّهِ يَا رَسُولَ اللَّهِ . وَكَبُرَ عَلَيْهِمَا . قَالَ « إِنَّ الشَّيْطَانَ يَجْرِى مِنِ ابْنِ آدَمَ مَبْلَغَ الدَّمِ ، وَإِنِّى خَشِيتُ أَنْ يَقْذِفَ فِى قُلُوبِكُمَا » . M5678 Müslim, Selâm, 23حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ مَسْلَمَةَ بْنِ قَعْنَبٍ حَدَّثَنَا حَمَّادُ بْنُ سَلَمَةَ عَنْ ثَابِتٍ الْبُنَانِىِّ عَنْ أَنَسٍ أَنَّ النَّبِىَّ صلى الله عليه وسلم كَانَ مَعَ إِحْدَى نِسَائِهِ فَمَرَّ بِهِ رَجُلٌ فَدَعَاهُ فَجَاءَ فَقَالَ « يَا فُلاَنُ هَذِهِ زَوْجَتِى فُلاَنَةُ » . فَقَالَ يَا رَسُولَ اللَّهِ مَنْ كُنْتُ أَظُنُّ بِهِ فَلَمْ أَكُنْ أَظُنُّ بِكَ . فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « إِنَّ الشَّيْطَانَ يَجْرِى مِنَ الإِنْسَانِ مَجْرَى الدَّمِ » . D2470 Ebû Dâvûd, Sıyâm, 79.حَدَّثَنَا أَحْمَدُ بْنُ مُحَمَّدِ بْنِ شَبُّويَةَ الْمَرْوَزِىُّ حَدَّثَنِى عَبْدُ الرَّزَّاقِ أَخْبَرَنَا مَعْمَرٌ عَنِ الزُّهْرِىِّ عَنْ عَلِىِّ بْنِ حُسَيْنٍ عَنْ صَفِيَّةَ قَالَتْ كَانَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم مُعْتَكِفًا فَأَتَيْتُهُ أَزُورُهُ لَيْلاً فَحَدَّثْتُهُ ثُمَّ قُمْتُ فَانْقَلَبْتُ فَقَامَ مَعِى لِيَقْلِبَنِى - وَكَانَ مَسْكَنُهَا فِى دَارِ أُسَامَةَ بْنِ زَيْدٍ - فَمَرَّ رَجُلاَنِ مِنَ الأَنْصَارِ فَلَمَّا رَأَيَا النَّبِىَّ صلى الله عليه وسلم أَسْرَعَا فَقَالَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم « عَلَى رِسْلِكُمَا إِنَّهَا صَفِيَّةُ بِنْتُ حُيَىٍّ » . قَالاَ سُبْحَانَ اللَّهِ يَا رَسُولَ اللَّهِ . قَالَ « إِنَّ الشَّيْطَانَ يَجْرِى مِنَ الإِنْسَانِ مَجْرَى الدَّمِ فَخَشِيتُ أَنْ يَقْذِفَ فِى قُلُوبِكُمَا شَيْئًا » . أَوْ قَالَ « شَرًّا » .
253 Özafşar, Hadisi Yeniden Düşünmek, s. 303-338.
254 B5931 Buhârî, Libâs, 82
حَدَّثَنَا عُثْمَانُ حَدَّثَنَا جَرِيرٌ عَنْ مَنْصُورٍ عَنْ إِبْرَاهِيمَ عَنْ عَلْقَمَةَ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ لَعَنَ اللَّهُ الْوَاشِمَاتِ ، وَالْمُسْتَوْشِمَاتِ ، وَالْمُتَنَمِّصَاتِ وَالْمُتَفَلِّجَاتِ لِلْحُسْنِ ، الْمُغَيِّرَاتِ خَلْقَ اللَّهِ تَعَالَى ، مَالِى لاَ أَلْعَنُ مَنْ لَعَنَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم وَهْوَ فِى كِتَابِ اللَّهِ ( وَمَا آتَاكُمُ الرَّسُولُ فَخُذُوهُ ) . M5573 Müslim, Libâs ve zînet, 120. حَدَّثَنَا إِسْحَاقُ بْنُ إِبْرَاهِيمَ وَعُثْمَانُ بْنُ أَبِى شَيْبَةَ - وَاللَّفْظُ لإِسْحَاقَ - أَخْبَرَنَا جَرِيرٌ عَنْ مَنْصُورٍ عَنْ إِبْرَاهِيمَ عَنْ عَلْقَمَةَ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ قَالَ لَعَنَ اللَّهُ الْوَاشِمَاتِ وَالْمُسْتَوْشِمَاتِ وَالنَّامِصَاتِ وَالْمُتَنَمِّصَاتِ وَالْمُتَفَلِّجَاتِ لِلْحُسْنِ الْمُغَيِّرَاتِ خَلْقَ اللَّهِ . قَالَ فَبَلَغَ ذَلِكَ امْرَأَةً مِنْ بَنِى أَسَدٍ يُقَالُ لَهَا أُمُّ يَعْقُوبَ وَكَانَتْ تَقْرَأُ الْقُرْآنَ فَأَتَتْهُ فَقَالَتْ مَا حَدِيثٌ بَلَغَنِى عَنْكَ أَنَّكَ لَعَنْتَ الْوَاشِمَاتِ وَالْمُسْتَوْشِمَاتِ وَالْمُتَنَمِّصَاتِ وَالْمُتَفَلِّجَاتِ لِلْحُسْنِ الْمُغَيِّرَاتِ خَلْقَ اللَّهِ فَقَالَ عَبْدُ اللَّهِ وَمَا لِىَ لاَ أَلْعَنُ مَنْ لَعَنَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَهُوَ فِى كِتَابِ اللَّهِ فَقَالَتِ الْمَرْأَةُ لَقَدْ قَرَأْتُ مَا بَيْنَ لَوْحَىِ الْمُصْحَفِ فَمَا وَجَدْتُهُ . فَقَالَ لَئِنْ كُنْتِ قَرَأْتِيهِ لَقَدْ وَجَدْتِيهِ قَالَ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ ( وَمَا آتَاكُمُ الرَّسُولُ فَخُذُوهُ وَمَا نَهَاكُمْ عَنْهُ فَانْتَهُوا ) فَقَالَتِ الْمَرْأَةُ فَإِنِّى أَرَى شَيْئًا مِنْ هَذَا عَلَى امْرَأَتِكَ الآنَ . قَالَ اذْهَبِى فَانْظُرِى . قَالَ فَدَخَلَتْ عَلَى امْرَأَةِ عَبْدِ اللَّهِ فَلَمْ تَرَ شَيْئًا فَجَاءَتْ إِلَيْهِ فَقَالَتْ مَا رَأَيْتُ شَيْئًا . فَقَالَ أَمَا لَوْ كَانَ ذَلِكِ لَمْ نُجَامِعْهَا .
255 Özafşar, a.g.e., 337-338.
256 İbn Kuteybe ed-Dineverî, Uyûnü’l-ahbâr, Dârü’l-kütübi’l-mısriyye, IV, 102
HÜ5/192 İbnü’l-Esîr, en-Nihâye fi garibi’l-hadisi ve’l-eser, V, 425.
257 Hz. Peygamber’in bütün hadislerinin vahye dayandığı düşüncesine delil olarak gösterilen 53. Necm Sûresi’nin 4. âyeti hakkında bir değerlendirme için bkz. Koç, Mehmet Âkif, “53/Necm Sûresi’nin Tefsirinde Bazı Tarihî Sorunlar Üzerine”, İslâmiyât, VI-1, s. 165-171 (2003).
258 İbrâhîm, 14/11
قَالَتْ لَهُمْ رُسُلُهُمْ اِنْ نَحْنُ اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُكُمْ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ يَمُنُّ عَلٰى مَنْ يَشَآءُ مِنْ عِبَادِه۪ۜ وَمَا كَانَ لَنَآ اَنْ نَاْتِيَكُمْ بِسُلْطَانٍ اِلَّا بِاِذْنِ اللّٰهِۜ وَعَلَى اللّٰهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ ﴿11﴾ Kehf, 18/110قُلْ اِنَّمَآ اَنَا۬ بَشَرٌ مِثْلُكُمْ يُوحٰىٓ اِلَيَّ اَنَّمَآ اِلٰهُكُمْ اِلٰهٌ وَاحِدٌۚ فَمَنْ كَانَ يَرْجُوا لِقَآءَ رَبِّه۪ فَلْيَعْمَلْ عَمَلًا صَالِحًا وَلَا يُشْرِكْ بِعِبَادَةِ رَبِّه۪ٓ اَحَدًا ﴿110﴾Enbiyâ, 21/34وَمَا جَعَلْنَا لِبَشَرٍ مِنْ قَبْلِكَ الْخُلْدَۜ اَفَا۬ئِنْ مِتَّ فَهُمُ الْخَالِدُونَ ﴿34﴾Fussilet, 41/6.قُلْ اِنَّمَآ اَنَا۬ بَشَرٌ مِثْلُكُمْ يُوحٰىٓ اِلَيَّ اَنَّمَآ اِلٰهُكُمْ اِلٰهٌ وَاحِدٌ فَاسْتَق۪يمُوٓا اِلَيْهِ وَاسْتَغْفِرُوهُۜ وَوَيْلٌ لِلْمُشْرِك۪ينَۙ ﴿6﴾
259 Bkz. B401 Buhârî, Salât, 31
حَدَّثَنَا عُثْمَانُ قَالَ حَدَّثَنَا جَرِيرٌ عَنْ مَنْصُورٍ عَنْ إِبْرَاهِيمَ عَنْ عَلْقَمَةَ قَالَ قَالَ عَبْدُ اللَّهِ صَلَّى النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم - قَالَ إِبْرَاهِيمُ لاَ أَدْرِى زَادَ أَوْ نَقَصَ - فَلَمَّا سَلَّمَ قِيلَ لَهُ يَا رَسُولَ اللَّهِ ، أَحَدَثَ فِى الصَّلاَةِ شَىْءٌ قَالَ « وَمَا ذَاكَ » . قَالُوا صَلَّيْتَ كَذَا وَكَذَا . فَثَنَى رِجْلَيْهِ وَاسْتَقْبَلَ الْقِبْلَةَ ، وَسَجَدَ سَجْدَتَيْنِ ثُمَّ سَلَّمَ ، فَلَمَّا أَقْبَلَ عَلَيْنَا بِوَجْهِهِ قَالَ « إِنَّهُ لَوْ حَدَثَ فِى الصَّلاَةِ شَىْءٌ لَنَبَّأْتُكُمْ بِهِ ، وَلَكِنْ إِنَّمَا أَنَا بَشَرٌ مِثْلُكُمْ ، أَنْسَى كَمَا تَنْسَوْنَ ، فَإِذَا نَسِيتُ فَذَكِّرُونِى ، وَإِذَا شَكَّ أَحَدُكُمْ فِى صَلاَتِهِ فَلْيَتَحَرَّى الصَّوَابَ ، فَلْيُتِمَّ عَلَيْهِ ثُمَّ يُسَلِّمْ ، ثُمَّ يَسْجُدْ سَجْدَتَيْنِ » . M6614 Müslim, Birr, 88.حَدَّثَنَا زُهَيْرُ بْنُ حَرْبٍ حَدَّثَنَا جَرِيرٌ عَنِ الأَعْمَشِ عَنْ أَبِى الضُّحَى عَنْ مَسْرُوقٍ عَنْ عَائِشَةَ قَالَتْ دَخَلَ عَلَى رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم رَجُلاَنِ فَكَلَّمَاهُ بِشَىْءٍ لاَ أَدْرِى مَا هُوَ فَأَغْضَبَاهُ فَلَعَنَهُمَا وَسَبَّهُمَا فَلَمَّا خَرَجَا قُلْتُ يَا رَسُولَ اللَّهِ مَنْ أَصَابَ مِنَ الْخَيْرِ شَيْئًا مَا أَصَابَهُ هَذَانِ قَالَ « وَمَا ذَاكِ » . قَالَتْ قُلْتُ لَعَنْتَهُمَا وَسَبَبْتَهُمَا قَالَ « أَوَمَا عَلِمْتِ مَا شَارَطْتُ عَلَيْهِ رَبِّى قُلْتُ اللَّهُمَّ إِنَّمَا أَنَا بَشَرٌ فَأَىُّ الْمُسْلِمِينَ لَعَنْتُهُ أَوْ سَبَبْتُهُ فَاجْعَلْهُ لَهُ زَكَاةً وَأَجْرًا » .
260 Kamer, 54/24
فَقَالُوٓا اَبَشَرًا مِنَّا وَاحِدًا نَتَّبِعُهُٓۙ اِنَّآ اِذًا لَف۪ي ضَلَالٍ وَسُعُرٍ ﴿24﴾İbrâhîm, 14/10.قَالَتْ رُسُلُهُمْ اَفِي اللّٰهِ شَكٌّ فَاطِرِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ يَدْعُوكُمْ لِيَغْفِرَ لَكُمْ مِنْ ذُنُوبِكُمْ وَيُؤَخِّرَكُمْ اِلٰىٓ اَجَلٍ مُسَمًّىۜ قَالُوٓا اِنْ اَنْتُمْ اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُنَاۜ تُر۪يدُونَ اَنْ تَصُدُّونَا عَمَّا كَانَ يَعْبُدُ اٰبَآؤُ۬نَا فَاْتُونَا بِسُلْطَانٍ مُب۪ينٍ ﴿10﴾
261 M6126 Müslim, Fedâil, 139
حَدَّثَنَا قُتَيْبَةُ بْنُ سَعِيدٍ الثَّقَفِىُّ وَأَبُو كَامِلٍ الْجَحْدَرِىُّ - وَتَقَارَبَا فِى اللَّفْظِ وَهَذَا حَدِيثُ قُتَيْبَةَ - قَالاَ حَدَّثَنَا أَبُو عَوَانَةَ عَنْ سِمَاكٍ عَنْ مُوسَى بْنِ طَلْحَةَ عَنْ أَبِيهِ قَالَ مَرَرْتُ مَعَ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم بِقَوْمٍ عَلَى رُءُوسِ النَّخْلِ فَقَالَ « مَا يَصْنَعُ هَؤُلاَءِ » . فَقَالُوا يُلَقِّحُونَهُ يَجْعَلُونَ الذَّكَرَ فِى الأُنْثَى فَيَلْقَحُ . فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « مَا أَظُنُّ يُغْنِى ذَلِكَ شَيْئًا » . قَالَ فَأُخْبِرُوا بِذَلِكَ فَتَرَكُوهُ فَأُخْبِرَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم بِذَلِكَ فَقَالَ « إِنْ كَانَ يَنْفَعُهُمْ ذَلِكَ فَلْيَصْنَعُوهُ فَإِنِّى إِنَّمَا ظَنَنْتُ ظَنًّا فَلاَ تُؤَاخِذُونِى بِالظَّنِّ وَلَكِنْ إِذَا حَدَّثْتُكُمْ عَنِ اللَّهِ شَيْئًا فَخُذُوا بِهِ فَإِنِّى لَنْ أَكْذِبَ عَلَى اللَّهِ عَزَّ وَجَلَّ » . M6127 Müslim, Fedâil, 140.حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ الرُّومِىِّ الْيَمَامِىُّ وَعَبَّاسُ بْنُ عَبْدِ الْعَظِيمِ الْعَنْبَرِىُّ وَأَحْمَدُ بْنُ جَعْفَرٍ الْمَعْقِرِىُّ قَالُوا حَدَّثَنَا النَّضْرُ بْنُ مُحَمَّدٍ حَدَّثَنَا عِكْرِمَةُ - وَهُوَ ابْنُ عَمَّارٍ - حَدَّثَنَا أَبُو النَّجَاشِىِّ حَدَّثَنِى رَافِعُ بْنُ خَدِيجٍ قَالَ قَدِمَ نَبِىُّ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم الْمَدِينَةَ وَهُمْ يَأْبُرُونَ النَّخْلَ يَقُولُونَ يُلَقِّحُونَ النَّخْلَ فَقَالَ « مَا تَصْنَعُونَ » . قَالُوا كُنَّا نَصْنَعُهُ قَالَ « لَعَلَّكُمْ لَوْ لَمْ تَفْعَلُوا كَانَ خَيْرًا » . فَتَرَكُوهُ فَنَفَضَتْ أَوْ فَنَقَصَتْ - قَالَ - فَذَكَرُوا ذَلِكَ لَهُ فَقَالَ « إِنَّمَا أَنَا بَشَرٌ إِذَا أَمَرْتُكُمْ بِشَىْءٍ مِنْ دِينِكُمْ فَخُذُوا بِهِ وَإِذَا أَمَرْتُكُمْ بِشَىْءٍ مِنْ رَأْىٍ فَإِنَّمَا أَنَا بَشَرٌ » . قَالَ عِكْرِمَةُ أَوْ نَحْوَ هَذَا . قَالَ الْمَعْقِرِىُّ فَنَفَضَتْ . وَلَمْ يَشُكَّ .
262 Berire hakkında bkz. Aşıkkutlu, Emin, “Berîre”, DİA, V, s. 503-504.
263 T2124 Tirmizî, Vesâyâ, 8.
حَدَّثَنَا قُتَيْبَةُ حَدَّثَنَا اللَّيْثُ عَنِ ابْنِ شِهَابٍ عَنْ عُرْوَةَ أَنَّ عَائِشَةَ أَخْبَرَتْهُ أَنَّ بَرِيرَةَ جَاءَتْ تَسْتَعِينُ عَائِشَةَ فِى كِتَابَتِهَا وَلَمْ تَكُنْ قَضَتْ مِنْ كِتَابَتِهَا شَيْئًا فَقَالَتْ لَهَا عَائِشَةُ ارْجِعِى إِلَى أَهْلِكِ فَإِنْ أَحَبُّوا أَنْ أَقْضِىَ عَنْكِ كِتَابَتَكِ وَيَكُونَ لِى وَلاَؤُكِ فَعَلْتُ . فَذَكَرَتْ ذَلِكَ بَرِيرَةُ لأَهْلِهَا فَأَبَوْا وَقَالُوا إِنْ شَاءَتْ أَنْ تَحْتَسِبَ عَلَيْكِ وَيَكُونَ لَنَا وَلاَؤُكِ فَلْتَفْعَلْ . فَذَكَرَتْ ذَلِكَ لِرَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَقَالَ لَهَا رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « ابْتَاعِى فَأَعْتِقِى فَإِنَّمَا الْوَلاَءُ لِمَنْ أَعْتَقَ » ثُمَّ قَامَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَقَالَ « مَا بَالُ أَقْوَامٍ يَشْتَرِطُونَ شُرُوطًا لَيْسَتْ فِى كِتَابِ اللَّهِ مَنِ اشْتَرَطَ شَرْطًا لَيْسَ فِى كِتَابِ اللَّهِ فَلَيْسَ لَهُ وَإِنِ اشْتَرَطَ مِائَةَ مَرَّةٍ » . قَالَ أَبُو عِيسَى هَذَا حَدِيثٌ حَسَنٌ صَحِيحٌ وَقَدْ رُوِىَ مِنْ غَيْرِ وَجْهٍ عَنْ عَائِشَةَ . وَالْعَمَلُ عَلَى هَذَا عِنْدَ أَهْلِ الْعِلْمِ أَنَّ الْوَلاَءَ لِمَنْ أَعْتَقَ .
264 T1155 Tirmizî, Ridâ, 7.
حَدَّثَنَا هَنَّادٌ حَدَّثَنَا أَبُو مُعَاوِيَةَ عَنِ الأَعْمَشِ عَنْ إِبْرَاهِيمَ عَنِ الأَسْوَدِ عَنْ عَائِشَةَ قَالَتْ كَانَ زَوْجُ بَرِيرَةَ حُرًّا فَخَيَّرَهَا رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم . قَالَ أَبُو عِيسَى حَدِيثُ عَائِشَةَ حَدِيثٌ حَسَنٌ صَحِيحٌ . هَكَذَا رَوَى هِشَامٌ عَنْ أَبِيهِ عَنْ عَائِشَةَ قَالَتْ كَانَ زَوْجُ بَرِيرَةَ عَبْدًا . وَرَوَى عِكْرِمَةُ عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ قَالَ رَأَيْتُ زَوْجَ بَرِيرَةَ وَكَانَ عَبْدًا يُقَالُ لَهُ مُغِيثٌ . وَهَكَذَا رُوِىَ عَنِ ابْنِ عُمَرَ . وَالْعَمَلُ عَلَى هَذَا عِنْدَ بَعْضِ أَهْلِ الْعِلْمِ وَقَالُوا إِذَا كَانَتِ الأَمَةُ تَحْتَ الْحُرِّ فَأُعْتِقَتْ فَلاَ خِيَارَ لَهَا وَإِنَّمَا يَكُونُ لَهَا الْخِيَارُ إِذَا أُعْتِقَتْ وَكَانَتْ تَحْتَ عَبْدٍ . وَهُوَ قَوْلُ الشَّافِعِىِّ وَأَحْمَدَ وَإِسْحَاقَ . وَرَوَى الأَعْمَشُ عَنْ إِبْرَاهِيمَ عَنِ الأَسْوَدِ عَنْ عَائِشَةَ قَالَتْ كَانَ زَوْجُ بَرِيرَةَ حُرًّا فَخَيَّرَهَا رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم . وَرَوَى أَبُو عَوَانَةَ هَذَا الْحَدِيثَ عَنِ الأَعْمَشِ عَنْ إِبْرَاهِيمَ عَنِ الأَسْوَدِ عَنْ عَائِشَةَ فِى قِصَّةِ بَرِيرَةَ قَالَ الأَسْوَدُ وَكَانَ زَوْجُهَا حُرًّا . وَالْعَمَلُ عَلَى هَذَا عِنْدَ بَعْضِ أَهْلِ الْعِلْمِ مِنَ التَّابِعِينَ وَمَنْ بَعْدَهُمْ وَهُوَ قَوْلُ سُفْيَانَ الثَّوْرِىِّ وَأَهْلِ الْكُوفَةِ .
265 D2235 Ebû Dâvûd, Talâk, 19-20.
حَدَّثَنَا ابْنُ كَثِيرٍ أَخْبَرَنَا سُفْيَانُ عَنْ مَنْصُورٍ عَنْ إِبْرَاهِيمَ عَنِ الأَسْوَدِ عَنْ عَائِشَةَ أَنَّ زَوْجَ بَرِيرَةَ كَانَ حُرًّا حِينَ أُعْتِقَتْ وَأَنَّهَا خُيِّرَتْ فَقَالَتْ مَا أُحِبُّ أَنْ أَكُونَ مَعَهُ وَإِنَّ لِى كَذَا وَكَذَا .
266 MA13010 Abdürrezzâk, Musannef, VII, 250
أخبرنا عبد الرزاق قال : أخبرنا ابن جريج ومعمر عن أيوب عن عكرمة عن ابن عباس أن زوج بريرة كان عبدا لبني فلان - ناس من الانصار (5) - يقال له مغيث ، والله لكأني أنظر إليه الان يتبعها في سكك (6) المدينة ، وهو يبكي (7) ، فقال أيوب : عن ابن سيرين : كلم رسول الله صلى الله عليه وسلم بريرة أن ترجع إلى زوجها ، فقالت : يا رسول الله ! أتأمرني بذلك ؟ فقال : إنما أنا شفيع له ، فقالت : لا والله ، لا أرجع إليه أبدا (8). B5283 Buhârî, Talâk, 16حَدَّثَنَا مُحَمَّدٌ أَخْبَرَنَا عَبْدُ الْوَهَّابِ حَدَّثَنَا خَالِدٌ عَنْ عِكْرِمَةَ عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ أَنَّ زَوْجَ بَرِيرَةَ كَانَ عَبْدًا يُقَالُ لَهُ مُغِيثٌ كَأَنِّى أَنْظُرُ إِلَيْهِ يَطُوفُ خَلْفَهَا يَبْكِى ، وَدُمُوعُهُ تَسِيلُ عَلَى لِحْيَتِهِ ، فَقَالَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم لِعَبَّاسٍ « يَا عَبَّاسُ أَلاَ تَعْجَبُ مِنْ حُبِّ مُغِيثٍ بَرِيرَةَ ، وَمِنْ بُغْضِ بَرِيرَةَ مُغِيثًا » . فَقَالَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم « لَوْ رَاجَعْتِهِ » . قَالَتْ يَا رَسُولَ اللَّهِ تَأْمُرُنِى قَالَ « إِنَّمَا أَنَا أَشْفَعُ » . قَالَتْ لاَ حَاجَةَ لِى فِيهِ . İM2075 İbn Mâce, Talâk, 29.حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ الْمُثَنَّى وَمُحَمَّدُ بْنُ خَلاَّدٍ الْبَاهِلِىُّ قَالاَ حَدَّثَنَا عَبْدُ الْوَهَّابِ الثَّقَفِىُّ حَدَّثَنَا خَالِدٌ الْحَذَّاءُ عَنْ عِكْرِمَةَ عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ قَالَ كَانَ زَوْجُ بَرِيرَةَ عَبْدًا يُقَالُ لَهُ مُغِيثٌ كَأَنِّى أَنْظُرُ إِلَيْهِ يَطُوفُ خَلْفَهَا وَيَبْكِى وَدُمُوعُهُ تَسِيلُ عَلَى خَدِّهِ فَقَالَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم لِلْعَبَّاسِ « يَا عَبَّاسُ أَلاَ تَعْجَبُ مِنْ حُبِّ مُغِيثٍ بَرِيرَةَ وَمِنْ بُغْضِ بَرِيرَةَ مُغِيثًا » . فَقَالَ لَهَا النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم « لَوْ رَاجَعْتِيهِ فَإِنَّهُ أَبُو وَلَدِكِ » . قَالَتْ يَا رَسُولَ اللَّهِ تَأْمُرُنِى قَالَ « إِنَّمَا أَشْفَعُ » . قَالَتْ لاَ حَاجَةَ لِى فِيهِ .
267 D2231 Ebû Dâvûd, Talâk, 18-19.
حَدَّثَنَا مُوسَى بْنُ إِسْمَاعِيلَ حَدَّثَنَا حَمَّادٌ عَنْ خَالِدٍ الْحَذَّاءِ عَنْ عِكْرِمَةَ عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ أَنَّ مُغِيثًا كَانَ عَبْدًا فَقَالَ يَا رَسُولَ اللَّهِ اشْفَعْ لِى إِلَيْهَا . فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « يَا بَرِيرَةُ اتَّقِى اللَّهَ فَإِنَّهُ زَوْجُكِ وَأَبُو وَلَدِكِ » . فَقَالَتْ يَا رَسُولَ اللَّهِ أَتَأْمُرُنِى بِذَلِكَ قَالَ « لاَ إِنَّمَا أَنَا شَافِعٌ » . فَكَانَ دُمُوعُهُ تَسِيلُ عَلَى خَدِّهِ فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم لِلْعَبَّاسِ « أَلاَ تَعْجَبُ مِنْ حُبِّ مُغِيثٍ بَرِيرَةَ وَبُغْضِهَا إِيَّاهُ » .
268 Erul, Bünyamin, Sahâbenin Sünnet Anlayışı, s. 277-278.
269 B4730 Buhârî, Tefsîr, (Meryem) 1
حَدَّثَنَا عُمَرُ بْنُ حَفْصِ بْنِ غِيَاثٍ حَدَّثَنَا أَبِى حَدَّثَنَا الأَعْمَشُ حَدَّثَنَا أَبُو صَالِحٍ عَنْ أَبِى سَعِيدٍ الْخُدْرِىِّ - رضى الله عنه - قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « يُؤْتَى بِالْمَوْتِ كَهَيْئَةِ كَبْشٍ أَمْلَحَ فَيُنَادِى مُنَادٍ يَا أَهْلَ الْجَنَّةِ ، فَيَشْرَئِبُّونَ وَيَنْظُرُونَ فَيَقُولُ هَلْ تَعْرِفُونَ هَذَا فَيَقُولُونَ نَعَمْ هَذَا الْمَوْتُ ، وَكُلُّهُمْ قَدْ رَآهُ ، ثُمَّ يُنَادِى يَا أَهْلَ النَّارِ ، فَيَشْرَئِبُّونَ وَيَنْظُرُونَ ، فَيَقُولُ هَلْ تَعْرِفُونَ هَذَا فَيَقُولُونَ نَعَمْ هَذَا الْمَوْتُ ، وَكُلُّهُمْ قَدْ رَآهُ ، فَيُذْبَحُ ثُمَّ يَقُولُ يَا أَهْلَ الْجَنَّةِ ، خُلُودٌ فَلاَ مَوْتَ ، وَيَا أَهْلَ النَّارِ ، خُلُودٌ فَلاَ مَوْتَ ثُمَّ قَرَأَ ( وَأَنْذِرْهُمْ يَوْمَ الْحَسْرَةِ إِذْ قُضِىَ الأَمْرُ وَهُمْ فِى غَفْلَةٍ ) وَهَؤُلاَءِ فِى غَفْلَةٍ أَهْلُ الدُّنْيَا ( وَهُمْ لاَ يُؤْمِنُونَ ) . M7181 Müslim, Cennet, 40.حَدَّثَنَا أَبُو بَكْرِ بْنُ أَبِى شَيْبَةَ وَأَبُو كُرَيْبٍ - وَتَقَارَبَا فِى اللَّفْظِ - قَالاَ حَدَّثَنَا أَبُو مُعَاوِيَةَ عَنِ الأَعْمَشِ عَنْ أَبِى صَالِحٍ عَنْ أَبِى سَعِيدٍ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « يُجَاءُ بِالْمَوْتِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ كَأَنَّهُ كَبْشٌ أَمْلَحُ - زَادَ أَبُو كُرَيْبٍ - فَيُوقَفُ بَيْنَ الْجَنَّةِ وَالنَّارِ - وَاتَّفَقَا فِى بَاقِى الْحَدِيثِ - فَيُقَالُ يَا أَهْلَ الْجَنَّةِ هَلْ تَعْرِفُونَ هَذَا فَيَشْرَئِبُّونَ وَيَنْظُرُونَ وَيَقُولُونَ نَعَمْ هَذَا الْمَوْتُ - قَالَ - وَيُقَالُ يَا أَهْلَ النَّارِ هَلْ تَعْرِفُونَ هَذَا قَالَ فَيَشْرَئِبُّونَ وَيَنْظُرُونَ وَيَقُولُونَ نَعَمْ هَذَا الْمَوْتُ - قَالَ - فَيُؤْمَرُ بِهِ فَيُذْبَحُ - قَالَ - ثُمَّ يُقَالُ يَا أَهْلَ الْجَنَّةِ خُلُودٌ فَلاَ مَوْتَ وَيَا أَهْلَ النَّارِ خُلُودٌ فَلاَ مَوْتَ » . قَالَ ثُمَّ قَرَأَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم ( وَأَنْذِرْهُمْ يَوْمَ الْحَسْرَةِ إِذْ قُضِىَ الأَمْرُ وَهُمْ فِى غَفْلَةٍ وَهُمْ لاَ يُؤْمِنُونَ ) وَأَشَارَ بِيَدِهِ إِلَى الدُّنْيَا .
270 Meryem, 19/17.
فَاتَّخَذَتْ مِنْ دُونِهِمْ حِجَابًا فَاَرْسَلْنَٓا اِلَيْهَا رُوحَنَا فَتَمَثَّلَ لَهَا بَشَرًا سَوِيًّا ﴿17﴾Bkz. Görmez, Mehmet, “Gazâlî Felsefesinde Varlık Mertebeleri Bakımından Hadislerin Anlaşılması ve Yorumlanması”, AÜİFD, S. XXXIX, 1999, s. 360.
271 Görmez, a.g.m., s. 361.
272 M788 Müslim, Hayız, 90
قَالَ ابْنُ شِهَابٍ أَخْبَرَنِى عُمَرُ بْنُ عَبْدِ الْعَزِيزِ أَنَّ عَبْدَ اللَّهِ بْنَ إِبْرَاهِيمَ بْنِ قَارِظٍ أَخْبَرَهُ أَنَّهُ وَجَدَ أَبَا هُرَيْرَةَ يَتَوَضَّأُ عَلَى الْمَسْجِدِ فَقَالَ إِنَّمَا أَتَوَضَّأُ مِنْ أَثْوَارِ أَقِطٍ أَكَلْتُهَا لأَنِّى سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يَقُولُ « تَوَضَّئُوا مِمَّا مَسَّتِ النَّارُ » . İM485 İbn Mâce, Tahâret, 65.حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ الصَّبَّاحِ حَدَّثَنَا سُفْيَانُ بْنُ عُيَيْنَةَ عَنْ مُحَمَّدِ بْنِ عَمْرِو بْنِ عَلْقَمَةَ عَنْ أَبِى سَلَمَةَ بْنِ عَبْدِ الرَّحْمَنِ عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ أَنَّ النَّبِىَّ صلى الله عليه وسلم قَالَ « تَوَضَّئُوا مِمَّا غَيَّرَتِ النَّارُ » . فَقَالَ ابْنُ عَبَّاسٍ أَتَوَضَّأُ مِنَ الْحَمِيمِ فَقَالَ لَهُ يَا ابْنَ أَخِى إِذَا سَمِعْتَ عَنْ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم حَدِيثًا فَلاَ تَضْرِبْ لَهُ الأَمْثَالَ .
273 Hattâbî, Ebû Süleyman Hamd b. Muhammed b. İbrâhim, Garîbü’l-hadîs, I, 80.
274 İM701 İbn Mâce, Salât, 12
حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ بَشَّارٍ حَدَّثَنَا يَحْيَى بْنُ سَعِيدٍ وَمُحَمَّدُ بْنُ جَعْفَرٍ وَعَبْدُ الْوَهَّابِ قَالُوا حَدَّثَنَا عَوْفٌ عَنْ أَبِى الْمِنْهَالِ سَيَّارِ بْنِ سَلاَمَةَ عَنْ أَبِى بَرْزَةَ الأَسْلَمِىِّ قَالَ كَانَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يَسْتَحِبُّ أَنْ يُؤَخِّرَ الْعِشَاءَ وَكَانَ يَكْرَهُ النَّوْمَ قَبْلَهَا وَالْحَدِيثَ بَعْدَهَا . T157 Tirmizî, Tahâret, 5.حَدَّثَنَا قُتَيْبَةُ حَدَّثَنَا اللَّيْثُ عَنِ ابْنِ شِهَابٍ عَنْ سَعِيدِ بْنِ الْمُسَيَّبِ وَأَبِى سَلَمَةَ عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « إِذَا اشْتَدَّ الْحَرُّ فَأَبْرِدُوا عَنِ الصَّلاَةِ فَإِنَّ شِدَّةَ الْحَرِّ مِنْ فَيْحِ جَهَنَّمَ » . قَالَ وَفِى الْبَابِ عَنْ أَبِى سَعِيدٍ وَأَبِى ذَرٍّ وَابْنِ عُمَرَ وَالْمُغِيرَةِ وَالْقَاسِمِ بْنِ صَفْوَانَ عَنْ أَبِيهِ وَأَبِى مُوسَى وَابْنِ عَبَّاسٍ وَأَنَسٍ . قَالَ وَرُوِىَ عَنْ عُمَرَ عَنِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم فِى هَذَا وَلاَ يَصِحُّ . قَالَ أَبُو عِيسَى حَدِيثُ أَبِى هُرَيْرَةَ حَدِيثٌ حَسَنٌ صَحِيحٌ . وَقَدِ اخْتَارَ قَوْمٌ مِنْ أَهْلِ الْعِلْمِ تَأْخِيرَ صَلاَةِ الظُّهْرِ فِى شِدَّةِ الْحَرِّ وَهُوَ قَوْلُ ابْنِ الْمُبَارَكِ وَأَحْمَدَ وَإِسْحَاقَ . قَالَ الشَّافِعِىُّ إِنَّمَا الإِبْرَادُ بِصَلاَةِ الظُّهْرِ إِذَا كَانَ مَسْجِدًا يَنْتَابُ أَهْلُهُ مِنَ الْبُعْدِ فَأَمَّا الْمُصَلِّى وَحْدَهُ وَالَّذِى يُصَلِّى فِى مَسْجِدِ قَوْمِهِ فَالَّذِى أُحِبُّ لَهُ أَنْ لاَ يُؤَخِّرَ الصَّلاَةَ فِى شِدَّةِ الْحَرِّ . قَالَ أَبُو عِيسَى وَمَعْنَى مَنْ ذَهَبَ إِلَى تَأْخِيرِ الظُّهْرِ فِى شِدَّةِ الْحَرِّ هُوَ أَوْلَى وَأَشْبَهُ بِالاِتِّبَاعِ وَأَمَّا مَا ذَهَبَ إِلَيْهِ الشَّافِعِىُّ أَنَّ الرُّخْصَةَ لِمَنْ يَنْتَابُ مِنَ الْبُعْدِ وَالْمَشَقَّةِ عَلَى النَّاسِ فَإِنَّ فِى حَدِيثِ أَبِى ذَرٍّ مَا يَدُلُّ عَلَى خِلاَفِ مَا قَالَ الشَّافِعِىُّ . قَالَ أَبُو ذَرٍّ كُنَّا مَعَ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم فِى سَفَرٍ فَأَذَّنَ بِلاَلٌ بِصَلاَةِ الظُّهْرِ فَقَالَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم « يَا بِلاَلُ أَبْرِدْ ثُمَّ أَبْرِدْ » . فَلَوْ كَانَ الأَمْرُ عَلَى مَا ذَهَبَ إِلَيْهِ الشَّافِعِىُّ لَمْ يَكُنْ لِلإِبْرَادِ فِى ذَلِكَ الْوَقْتِ مَعْنًى لاِجْتِمَاعِهِمْ فِى السَّفَرِ وَكَانُوا لاَ يَحْتَاجُونَ أَنْ يَنْتَابُوا مِنَ الْبُعْدِ .
275 M1412 Müslim, Mesâcid, 195.
وَحَدَّثَنَا يَحْيَى بْنُ أَيُّوبَ وَمُحَمَّدُ بْنُ الصَّبَّاحِ وَقُتَيْبَةُ وَابْنُ حُجْرٍ قَالُوا حَدَّثَنَا إِسْمَاعِيلُ بْنُ جَعْفَرٍ عَنِ الْعَلاَءِ بْنِ عَبْدِ الرَّحْمَنِ أَنَّهُ دَخَلَ عَلَى أَنَسِ بْنِ مَالِكٍ فِى دَارِهِ بِالْبَصْرَةِ حِينَ انْصَرَفَ مِنَ الظُّهْرِ وَدَارُهُ بِجَنْبِ الْمَسْجِدِ فَلَمَّا دَخَلْنَا عَلَيْهِ قَالَ أَصَلَّيْتُمُ الْعَصْرَ فَقُلْنَا لَهُ إِنَّمَا انْصَرَفْنَا السَّاعَةَ مِنَ الظُّهْرِ . قَالَ فَصَلُّوا الْعَصْرَ . فَقُمْنَا فَصَلَّيْنَا فَلَمَّا انْصَرَفْنَا قَالَ سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يَقُولُ « تِلْكَ صَلاَةُ الْمُنَافِقِ يَجْلِسُ يَرْقُبُ الشَّمْسَ حَتَّى إِذَا كَانَتْ بَيْنَ قَرْنَىِ الشَّيْطَانِ قَامَ فَنَقَرَهَا أَرْبَعًا لاَ يَذْكُرُ اللَّهَ فِيهَا إِلاَّ قَلِيلاً » .
276 Dihlevî, Huccetüllahi’l-bâliğa, I, 537.
277 N498 Nesâî, Mevâkıt, 2
أَخْبَرَنَا يَعْقُوبُ بْنُ إِبْرَاهِيمَ قَالَ حَدَّثَنَا حُمَيْدُ بْنُ عَبْدِ الرَّحْمَنِ قَالَ حَدَّثَنَا زُهَيْرٌ عَنْ أَبِى إِسْحَاقَ عَنْ سَعِيدِ بْنِ وَهْبٍ عَنْ خَبَّابٍ قَالَ شَكَوْنَا إِلَى رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم حَرَّ الرَّمْضَاءِ فَلَمْ يُشْكِنَا . قِيلَ لأَبِى إِسْحَاقَ فِى تَعْجِيلِهَا قَالَ نَعَمْ . İM680 İbn Mâce, Salât, 4.حَدَّثَنَا تَمِيمُ بْنُ الْمُنْتَصِرِ الْوَاسِطِىُّ حَدَّثَنَا إِسْحَاقُ بْنُ يُوسُفَ عَنْ شَرِيكٍ عَنْ بَيَانٍ عَنْ قَيْسِ بْنِ أَبِى حَازِمٍ عَنِ الْمُغِيرَةِ بْنِ شُعْبَةَ قَالَ كُنَّا نُصَلِّى مَعَ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم صَلاَةَ الظُّهْرِ بِالْهَاجِرَةِ فَقَالَ لَنَا « أَبْرِدُوا بِالصَّلاَةِ فَإِنَّ شِدَّةَ الْحَرِّ مِنْ فَيْحِ جَهَنَّمَ » .
278 Dihlevî, Huccetüllahi’l-bâliğa, I, 438.
279 HM15703 İbn Hanbel, III, 439.
حَدَّثَنَا حَسَنٌ حَدَّثَنَا ابْنُ لَهِيعَةَ قَالَ حَدَّثَنَا زَبَّانُ عَنْ سَهْلِ بْنِ مُعَاذِ بْنِ أَنَسٍ عَنْ أَبِيهِعَنْ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَنَّهُ قَالَ أَفْضَلُ الْفَضَائِلِ أَنْ تَصِلَ مَنْ قَطَعَكَ وَتُعْطِيَ مَنْ مَنَعَكَ وَتَصْفَحَ عَمَّنْ شَتَمَكَ
280 B5970 Buhârî, Edeb, 1
حَدَّثَنَا أَبُو الْوَلِيدِ حَدَّثَنَا شُعْبَةُ قَالَ الْوَلِيدُ بْنُ عَيْزَارٍ أَخْبَرَنِى قَالَ سَمِعْتُ أَبَا عَمْرٍو الشَّيْبَانِىَّ يَقُولُ أَخْبَرَنَا صَاحِبُ هَذِهِ الدَّارِ - وَأَوْمَأَ بِيَدِهِ إِلَى دَارِ عَبْدِ اللَّهِ - قَالَ سَأَلْتُ النَّبِىَّ صلى الله عليه وسلم أَىُّ الْعَمَلِ أَحَبُّ إِلَى اللَّهِ قَالَ « الصَّلاَةُ عَلَى وَقْتِهَا » . قَالَ ثُمَّ أَىُّ قَالَ « ثُمَّ بِرُّ الْوَالِدَيْنِ » . قَالَ ثُمَّ أَىّ قَالَ « الْجِهَادُ فِى سَبِيلِ اللَّهِ » . قَالَ حَدَّثَنِى بِهِنَّ وَلَوِ اسْتَزَدْتُهُ لَزَادَنِى . M256 Müslim, Îmân, 140.حَدَّثَنَا عُثْمَانُ بْنُ أَبِى شَيْبَةَ حَدَّثَنَا جَرِيرٌ عَنِ الْحَسَنِ بْنِ عُبَيْدِ اللَّهِ عَنْ أَبِى عَمْرٍو الشَّيْبَانِىِّ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ عَنِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم قَالَ « أَفْضَلُ الأَعْمَالِ - أَوِ الْعَمَلِ - الصَّلاَةُ لِوَقْتِهَا وَبِرُّ الْوَالِدَيْنِ » .
281 N3159 Nesâî, Cihâd, 32 HM7850 İbn Hanbel, II, 288.
أَخْبَرَنَا قُتَيْبَةُ قَالَ حَدَّثَنَا اللَّيْثُ عَنْ سَعِيدِ بْنِ أَبِى سَعِيدٍ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ أَبِى قَتَادَةَ عَنْ أَبِى قَتَادَةَ أَنَّهُ سَمِعَهُ يُحَدِّثُ عَنْ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم أَنَّهُ قَامَ فِيهِمْ فَذَكَرَ لَهُمْ « أَنَّ الْجِهَادَ فِى سَبِيلِ اللَّهِ وَالإِيمَانَ بِاللَّهِ أَفْضَلُ الأَعْمَالِ » . فَقَامَ رَجُلٌ فَقَالَ يَا رَسُولَ اللَّهِ أَرَأَيْتَ إِنْ قُتِلْتُ فِى سَبِيلِ اللَّهِ أَيُكَفِّرُ اللَّهُ عَنِّى خَطَايَاىَ فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « نَعَمْ إِنْ قُتِلْتَ فِى سَبِيلِ اللَّهِ وَأَنْتَ صَابِرٌ مُحْتَسِبٌ مُقْبِلٌ غَيْرُ مُدْبِرٍ إِلاَّ الدَّيْنَ فَإِنَّ جِبْرِيلَ عَلَيْهِ السَّلاَمُ قَالَ لِى ذَلِكَ » .
282 İnsan, 76/23.
اِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا عَلَيْكَ الْقُرْاٰنَ تَنْز۪يلًاۚ ﴿23﴾
283 B4993 Buhârî, Fedâilü’l-Kur’ân, 6.
حَدَّثَنَا إِبْرَاهِيمُ بْنُ مُوسَى أَخْبَرَنَا هِشَامُ بْنُ يُوسُفَ أَنَّ ابْنَ جُرَيْجٍ أَخْبَرَهُمْ قَالَ وَأَخْبَرَنِى يُوسُفُ بْنُ مَاهَكَ قَالَ إِنِّى عِنْدَ عَائِشَةَ أُمِّ الْمُؤْمِنِينَ - رضى الله عنها - إِذْ جَاءَهَا عِرَاقِىٌّ فَقَالَ أَىُّ الْكَفَنِ خَيْرٌ قَالَتْ وَيْحَكَ وَمَا يَضُرُّكَ قَالَ يَا أُمَّ الْمُؤْمِنِينَ أَرِينِى مُصْحَفَكِ . قَالَتْ لِمَ قَالَ لَعَلِّى أُوَلِّفُ الْقُرْآنَ عَلَيْهِ فَإِنَّهُ يُقْرَأُ غَيْرَ مُؤَلَّفٍ . قَالَتْ وَمَا يَضُرُّكَ أَيَّهُ قَرَأْتَ قَبْلُ ، إِنَّمَا نَزَلَ أَوَّلَ مَا نَزَلَ مِنْهُ سُورَةٌ مِنَ الْمُفَصَّلِ فِيهَا ذِكْرُ الْجَنَّةِ وَالنَّارِ حَتَّى إِذَا ثَابَ النَّاسُ إِلَى الإِسْلاَمِ نَزَلَ الْحَلاَلُ وَالْحَرَامُ ، وَلَوْ نَزَلَ أَوَّلَ شَىْءٍ لاَ تَشْرَبُوا الْخَمْرَ . لَقَالُوا لاَ نَدَعُ الْخَمْرَ أَبَدًا . وَلَوْ نَزَلَ . لاَ تَزْنُوا . لَقَالُوا لاَ نَدَعُ الزِّنَا أَبَدًا . لَقَدْ نَزَلَ بِمَكَّةَ عَلَى مُحَمَّدٍ صلى الله عليه وسلم وَإِنِّى لَجَارِيَةٌ أَلْعَبُ ( بَلِ السَّاعَةُ مَوْعِدُهُمْ وَالسَّاعَةُ أَدْهَى وَأَمَرُّ ) وَمَا نَزَلَتْ سُورَةُ الْبَقَرَةِ وَالنِّسَاءِ إِلاَّ وَأَنَا عِنْدَهُ . قَالَ فَأَخْرَجَتْ لَهُ الْمُصْحَفَ فَأَمْلَتْ عَلَيْهِ آىَ السُّوَرِ .
284 B1496 Buhârî, Zekât, 63.
حَدَّثَنَا مُحَمَّدٌ أَخْبَرَنَا عَبْدُ اللَّهِ أَخْبَرَنَا زَكَرِيَّاءُ بْنُ إِسْحَاقَ عَنْ يَحْيَى بْنِ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ صَيْفِىٍّ عَنْ أَبِى مَعْبَدٍ مَوْلَى ابْنِ عَبَّاسٍ عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ - رضى الله عنهما - قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم لِمُعَاذِ بْنِ جَبَلٍ حِينَ بَعَثَهُ إِلَى الْيَمَنِ « إِنَّكَ سَتَأْتِى قَوْمًا أَهْلَ كِتَابٍ ، فَإِذَا جِئْتَهُمْ فَادْعُهُمْ إِلَى أَنْ يَشْهَدُوا أَنْ لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللَّهُ وَأَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ اللَّهِ ، فَإِنْ هُمْ أَطَاعُوا لَكَ بِذَلِكَ ، فَأَخْبِرْهُمْ أَنَّ اللَّهَ قَدْ فَرَضَ عَلَيْهِمْ خَمْسَ صَلَوَاتٍ فِى كُلِّ يَوْمٍ وَلَيْلَةٍ ، فَإِنْ هُمْ أَطَاعُوا لَكَ بِذَلِكَ فَأَخْبِرْهُمْ أَنَّ اللَّهَ قَدْ فَرَضَ عَلَيْهِمْ صَدَقَةً تُؤْخَذُ مِنْ أَغْنِيَائِهِمْ فَتُرَدُّ عَلَى فُقَرَائِهِمْ ، فَإِنْ هُمْ أَطَاعُوا لَكَ بِذَلِكَ فَإِيَّاكَ وَكَرَائِمَ أَمْوَالِهِمْ ، وَاتَّقِ دَعْوَةَ الْمَظْلُومِ ، فَإِنَّهُ لَيْسَ بَيْنَهُ وَبَيْنَ اللَّهِ حِجَابٌ » .
285 M5114 Müslim, Edâhî, 37.
حَدَّثَنَا أَبُو بَكْرِ بْنُ أَبِى شَيْبَةَ وَمُحَمَّدُ بْنُ الْمُثَنَّى قَالاَ حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ فُضَيْلٍ قَالَ أَبُو بَكْرٍ عَنْ أَبِى سِنَانٍ وَقَالَ ابْنُ الْمُثَنَّى عَنْ ضِرَارِ بْنِ مُرَّةَ عَنْ مُحَارِبٍ عَنِ ابْنِ بُرَيْدَةَ عَنْ أَبِيهِ ح وَحَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ نُمَيْرٍ حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ فُضَيْلٍ حَدَّثَنَا ضِرَارُ بْنُ مُرَّةَ أَبُو سِنَانٍ عَنْ مُحَارِبِ بْنِ دِثَارٍ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ بُرَيْدَةَ عَنْ أَبِيهِ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « نَهَيْتُكُمْ عَنْ زِيَارَةِ الْقُبُورِ فَزُورُوهَا وَنَهَيْتُكُمْ عَنْ لُحُومِ الأَضَاحِىِّ فَوْقَ ثَلاَثٍ فَأَمْسِكُوا مَا بَدَا لَكُمْ وَنَهَيْتُكُمْ عَنِ النَّبِيذِ إِلاَّ فِى سِقَاءٍ فَاشْرَبُوا فِى الأَسْقِيَةِ كُلِّهَا وَلاَ تَشْرَبُوا مُسْكِرًا » .
286 Karadâvî, Yusuf, Sünneti Anlamada Yöntem, s. 267.
287 Çakan, İ. Lütfi, Hadislerde Görülen İhtilaflar ve Çözüm Yolları, s. 34.
288 Bu nedenler hakkında detaylı bilgi ve örnekler için bkz. Çakan, İ. Lütfi, a.g.e., s. 105-138.
289 İhtilafı giderme yolları hakkında geniş bilgi ve örnek için bkz. Çakan, İ. Lütfi, a.g.e., s. 159-224.
290 Özafşar, Hadisi Yeniden Düşünmek, s. 40.
291 Abdurrahman, Abdulhâdî, Sultatü’n-nass, s. 22.
292 Demir, Mahmut, Terğîb-Terhîb Hadislerinin Değerlendirilmesi ve Mevzûât Edebiyatındaki Yeri, s. 72 vd.
293 Kandemir, Yaşar, Mevzu Hadisler, s. 199-200, 183. 183.
294 T1295 Tirmizî, Büyû’, 59.
حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ مُنِيرٍ قَالَ سَمِعْتُ أَبَا عَاصِمٍ عَنْ شَبِيبِ بْنِ بِشْرٍ عَنْ أَنَسِ بْنِ مَالِكٍ قَالَ لَعَنَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فِى الْخَمْرِ عَشَرَةً عَاصِرَهَا وَمُعْتَصِرَهَا وَشَارِبَهَا وَحَامِلَهَا وَالْمَحْمُولَةَ إِلَيْهِ وَسَاقِيَهَا وَبَائِعَهَا وَآكِلَ ثَمَنِهَا وَالْمُشْتَرِىَ لَهَا وَالْمُشْتَرَاةَ لَهُ . قَالَ أَبُو عِيسَى هَذَا حَدِيثٌ غَرِيبٌ مِنْ حَدِيثِ أَنَسٍ . وَقَدْ رُوِىَ نَحْوُ هَذَا عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ وَابْنِ مَسْعُودٍ وَابْنِ عُمَرَ عَنِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم .
295 M5571 Müslim, Libâs ve zînet, 119.
حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ نُمَيْرٍ حَدَّثَنَا أَبِى قال حدثنا عبيد الله ح وَحَدَّثَنَا زُهَيْرُ بْنُ حَرْبٍ وَمُحَمَّدُ بْنُ الْمُثَنَّى - وَاللَّفْظُ لِزُهَيْرٍ - قَالاَ حَدَّثَنَا يَحْيَى - وَهُوَ الْقَطَّانُ - عَنْ عُبَيْدِ اللَّهِ أَخْبَرَنِى نَافِعٌ عَنِ ابْنِ عُمَرَ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم لَعَنَ الْوَاصِلَةَ وَالْمُسْتَوْصِلَةَ وَالْوَاشِمَةَ وَالْمُسْتَوْشِمَةَ .
296 D2564 Ebû Dâvûd, Cihâd, 52.
حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ كَثِيرٍ أَخْبَرَنَا سُفْيَانُ عَنْ أَبِى الزُّبَيْرِ عَنْ جَابِرٍ أَنَّ النَّبِىَّ صلى الله عليه وسلم مُرَّ عَلَيْهِ بِحِمَارٍ قَدْ وُسِمَ فِى وَجْهِهِ فَقَالَ « أَمَا بَلَغَكُمْ أَنِّى قَدْ لَعَنْتُ مَنْ وَسَمَ الْبَهِيمَةَ فِى وَجْهِهَا أَوْ ضَرَبَهَا فِى وَجْهِهَا » . فَنَهَى عَنْ ذَلِكَ .
297 D4168 Ebû Dâvûd, Tereccul, 5.
حَدَّثَنَا أَحْمَدُ بْنُ حَنْبَلٍ وَمُسَدَّدٌ قَالاَ حَدَّثَنَا يَحْيَى عَنْ عُبَيْدِ اللَّهِ قَالَ حَدَّثَنِى نَافِعٌ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ قَالَ لَعَنَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم الْوَاصِلَةَ وَالْمُسْتَوْصِلَةَ وَالْوَاشِمَةَ وَالْمُسْتَوْشِمَةَ .
298 T1456 Tirmizî, Hudûd, 24.
حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ عَمْرٍو السَّوَّاقُ حَدَّثَنَا عَبْدُ الْعَزِيزِ بْنُ مُحَمَّدٍ عَنْ عَمْرِو بْنِ أَبِى عَمْرٍو عَنْ عِكْرِمَةَ عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « مَنْ وَجَدْتُمُوهُ يَعْمَلُ عَمَلَ قَوْمِ لُوطٍ فَاقْتُلُوا الْفَاعِلَ وَالْمَفْعُولَ بِهِ » . قَالَ وَفِى الْبَابِ عَنْ جَابِرٍ وَأَبِى هُرَيْرَةَ . قَالَ أَبُو عِيسَى وَإِنَّمَا يُعْرَفُ هَذَا الْحَدِيثُ عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ عَنِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم مِنْ هَذَا الْوَجْهِ وَرَوَى مُحَمَّدُ بْنُ إِسْحَاقَ هَذَا الْحَدِيثَ عَنْ عَمْرِو بْنِ أَبِى عَمْرٍو فَقَالَ « مَلْعُونٌ مَنْ عَمِلَ عَمَلَ قَوْمِ لُوطٍ » . وَلَمْ يَذْكُرْ فِيهِ الْقَتْلَ وَذَكَرَ فِيهِ مَلْعُونٌ مَنْ أَتَى بَهِيمَةً . وَقَدْ رُوِىَ هَذَا الْحَدِيثُ عَنْ عَاصِمِ بْنِ عُمَرَ عَنْ سُهَيْلِ بْنِ أَبِى صَالِحٍ عَنْ أَبِيهِ عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ عَنِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم قَالَ « اقْتُلُوا الْفَاعِلَ وَالْمَفْعُولَ بِهِ » . قَالَ أَبُو عِيسَى هَذَا حَدِيثٌ فِى إِسْنَادِهِ مَقَالٌ وَلاَ نَعْرِفُ أَحَدًا رَوَاهُ عَنْ سُهَيْلِ بْنِ أَبِى صَالِحٍ غَيْرَ عَاصِمِ بْنِ عُمَرَ الْعُمَرِىِّ . وَعَاصِمُ بْنُ عُمَرَ يُضَعَّفُ فِى الْحَدِيثِ مِنْ قِبَلِ حِفْظِهِ . وَاخْتَلَفَ أَهْلُ الْعِلْمِ فِى حَدِّ اللُّوطِىِّ فَرَأَى بَعْضُهُمْ أَنَّ عَلَيْهِ الرَّجْمَ أَحْصَنَ أَوْ لَمْ يُحْصِنْ وَهَذَا قَوْلُ مَالِكٍ وَالشَّافِعِىِّ وَأَحْمَدَ وَإِسْحَاقَ . وَقَالَ بَعْضُ أَهْلِ الْعِلْمِ مِنْ فُقَهَاءِ التَّابِعِينَ مِنْهُمُ الْحَسَنُ الْبَصْرِىُّ وَإِبْرَاهِيمُ النَّخَعِىُّ وَعَطَاءُ بْنُ أَبِى رَبَاحٍ وَغَيْرُهُمْ قَالُوا حَدُّ اللُّوطِىِّ حَدُّ الزَّانِى وَهُوَ قَوْلُ الثَّوْرِىِّ وَأَهْلِ الْكُوفَةِ .
299 D3128 Ebû Dâvûd, Cenâiz, 24, 25.
حَدَّثَنَا إِبْرَاهِيمُ بْنُ مُوسَى أَخْبَرَنَا مُحَمَّدُ بْنُ رَبِيعَةَ عَنْ مُحَمَّدِ بْنِ الْحَسَنِ بْنِ عَطِيَّةَ عَنْ أَبِيهِ عَنْ جَدِّهِ عَنْ أَبِى سَعِيدٍ الْخُدْرِىِّ قَالَ لَعَنَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم النَّائِحَةَ وَالْمُسْتَمِعَةَ .
300 EM892 Buhârî, el-Edebü’l-müfred, 307.
حدثنا إسماعيل بن أبي أويس قال حدثني عبد الرحمن بن أبي الزناد عن عمرو بن أبي عمرو عن عكرمة عن بن عباس أن رسول الله صلى الله عليه وسلم قال : لعن الله من كمه أعمى عن السبيل
301 N4446 Nesâî, Dahâyâ, 41.
أَخْبَرَنَا قُتَيْبَةُ بْنُ سَعِيدٍ قَالَ حَدَّثَنَا هُشَيْمٌ عَنْ أَبِى بِشْرٍ عَنْ سَعِيدِ بْنِ جُبَيْرٍ عَنِ ابْنِ عُمَرَ قَالَ لَعَنَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم مَنِ اتَّخَذَ شَيْئًا فِيهِ الرُّوحُ غَرَضًا .
302 M3794 Müslim, Itk, 20.
وَحَدَّثَنَا أَبُو كُرَيْبٍ حَدَّثَنَا أَبُو مُعَاوِيَةَ حَدَّثَنَا الأَعْمَشُ عَنْ إِبْرَاهِيمَ التَّيْمِىِّ عَنْ أَبِيهِ قَالَ خَطَبَنَا عَلِىُّ بْنُ أَبِى طَالِبٍ فَقَالَ مَنْ زَعَمَ أَنَّ عِنْدَنَا شَيْئًا نَقْرَأُهُ إِلاَّ كِتَابَ اللَّهِ وَهَذِهِ الصَّحِيفَةَ - قَالَ وَصَحِيفَةٌ مُعَلَّقَةٌ فِى قِرَابِ سَيْفِهِ - فَقَدْ كَذَبَ . فِيهَا أَسْنَانُ الإِبِلِ وَأَشْيَاءُ مِنَ الْجِرَاحَاتِ وَفِيهَا قَالَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم « الْمَدِينَةُ حَرَمٌ مَا بَيْنَ عَيْرٍ إِلَى ثَوْرٍ فَمَنْ أَحْدَثَ فِيهَا حَدَثًا أَوْ آوَى مُحْدِثًا فَعَلَيْهِ لَعْنَةُ اللَّهِ وَالْمَلاَئِكَةِ وَالنَّاسِ أَجْمَعِينَ لاَ يَقْبَلُ اللَّهُ مِنْهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ صَرْفًا وَلاَ عَدْلاً وَذِمَّةُ الْمُسْلِمِينَ وَاحِدَةٌ يَسْعَى بِهَا أَدْنَاهُمْ وَمَنِ ادَّعَى إِلَى غَيْرِ أَبِيهِ أَوِ انْتَمَى إِلَى غَيْرِ مَوَالِيهِ فَعَلَيْهِ لَعْنَةُ اللَّهِ وَالْمَلاَئِكَةِ وَالنَّاسِ أَجْمَعِينَ لاَ يَقْبَلُ اللَّهُ مِنْهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ صَرْفًا وَلاَ عَدْلاً » .
303 T1119 Tirmizî, Nikâh, 28.
حَدَّثَنَا أَبُو سَعِيدٍ الأَشَجُّ حَدَّثَنَا أَشْعَثُ بْنُ عَبْدِ الرَّحْمَنِ بْنِ زُبَيْدٍ الأَيَامِىُّ حَدَّثَنَا مُجَالِدٌ عَنِ الشَّعْبِىِّ عَنْ جَابِرِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ وَعَنِ الْحَارِثِ عَنْ عَلِىٍّ قَالاَ إِنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم لَعَنَ الْمُحِلَّ وَالْمُحَلَّلَ لَهُ . قَالَ وَفِى الْبَابِ عَنِ ابِنْ مَسْعُودٍ وَأَبِى هُرَيْرَةَ وَعُقْبَةَ بْنِ عَامِرٍ وَابْنِ عَبَّاسٍ . قَالَ أَبُو عِيسَى حَدِيثُ عَلِىٍّ وَجَابِرٍ حَدِيثٌ مَعْلُولٌ . هَكَذَا رَوَى أَشْعَثُ بْنُ عَبْدِ الرَّحْمَنِ عَنْ مُجَالِدٍ عَنْ عَامِرٍ هُوَ الشَّعْبِىُّ عَنِ الْحَارِثِ عَنْ عَلِىٍّ وَعَامِرٌ عَنْ جَابِرِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ عَنِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم . وَهَذَا حَدِيثٌ لَيْسَ إِسْنَادُهُ بِالْقَائِمِ لأَنَّ مُجَالِدَ بْنَ سَعِيدٍ قَدْ ضَعَّفَهُ بَعْضُ أَهْلِ الْعِلْمِ مِنْهُمْ أَحْمَدُ بْنُ حَنْبَلٍ . وَرَوَى عَبْدُ اللَّهِ بْنُ نُمَيْرٍ هَذَا الْحَدِيثَ عَنْ مُجَالِدٍ عَنْ عَامِرٍ عَنْ جَابِرِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ عَنْ عَلِىٍّ . وَهَذَا قَدْ وَهِمَ فِيهِ ابْنُ نُمَيْرٍ وَالْحَدِيثُ الأَوَّلُ أَصَحُّ . وَقَدْ رَوَاهُ مُغِيرَةُ وَابْنُ أَبِى خَالِدٍ وَغَيْرُ وَاحِدٍ عَنِ الشَّعْبِىِّ عَنِ الْحَارِثِ عَنْ عَلِىٍّ .
304 D4097 Ebû Dâvûd, Libâs, 28.
حَدَّثَنَا عُبَيْدُ اللَّهِ بْنُ مُعَاذٍ حَدَّثَنَا أَبِى حَدَّثَنَا شُعْبَةُ عَنْ قَتَادَةَ عَنْ عِكْرِمَةَ عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ عَنِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم أَنَّهُ لَعَنَ الْمُتَشَبِّهَاتِ مِنَ النِّسَاءِ بِالرِّجَالِ وَالْمُتَشَبِّهِينَ مِنَ الرِّجَالِ بِالنِّسَاءِ .
305 D3580 Ebû Dâvûd, Kadâ’ (Akdiye), 4.
حَدَّثَنَا أَحْمَدُ بْنُ يُونُسَ حَدَّثَنَا ابْنُ أَبِى ذِئْبٍ عَنِ الْحَارِثِ بْنِ عَبْدِ الرَّحْمَنِ عَنْ أَبِى سَلَمَةَ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عَمْرٍو قَالَ لَعَنَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم الرَّاشِىَ وَالْمُرْتَشِىَ .
306 M4092 Müslim, Müsâkât, 105.
حَدَّثَنَا عُثْمَانُ بْنُ أَبِى شَيْبَةَ وَإِسْحَاقُ بْنُ إِبْرَاهِيمَ - وَاللَّفْظُ لِعُثْمَانَ - قَالَ إِسْحَاقُ أَخْبَرَنَا وَقَالَ عُثْمَانُ حَدَّثَنَا جَرِيرٌ عَنْ مُغِيرَةَ قَالَ سَأَلَ شِبَاكٌ إِبْرَاهِيمَ فَحَدَّثَنَا عَنْ عَلْقَمَةَ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ قَالَ لَعَنَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم آكِلَ الرِّبَا وَمُؤْكِلَهُ . قَالَ قُلْتُ وَكَاتِبَهُ وَشَاهِدَيْهِ قَالَ إِنَّمَا نُحَدِّثُ بِمَا سَمِعْنَا .
307 N4427 Nesâî, Dahâyâ, 34.
أَخْبَرَنَا قُتَيْبَةُ قَالَ حَدَّثَنَا يَحْيَى - وَهُوَ ابْنُ زَكَرِيَّا بْنِ أَبِى زَائِدَةَ - عَنِ ابْنِ حَيَّانَ - يَعْنِى مَنْصُورًا - عَنْ عَامِرِ بْنِ وَاثِلَةَ قَالَ سَأَلَ رَجُلٌ عَلِيًّا هَلْ كَانَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يُسِرُّ إِلَيْكَ بِشَىْءٍ دُونَ النَّاسِ فَغَضِبَ عَلِىٌّ حَتَّى احْمَرَّ وَجْهُهُ وَقَالَ مَا كَانَ يُسِرُّ إِلَىَّ شَيْئًا دُونَ النَّاسِ غَيْرَ أَنَّهُ حَدَّثَنِى بِأَرْبَعِ كَلِمَاتٍ وَأَنَا وَهُوَ فِى الْبَيْتِ فَقَالَ « لَعَنَ اللَّهُ مَنْ لَعَنَ وَالِدَهُ وَلَعَنَ اللَّهُ مَنْ ذَبَحَ لِغَيْرِ اللَّهِ وَلَعَنَ اللَّهُ مَنْ آوَى مُحْدِثًا وَلَعَنَ اللَّهُ مَنْ غَيَّرَ مَنَارَ الأَرْضِ » .
308 DM2572 Dârimî, Büyû’, 12.
أَخْبَرَنَا مُحَمَّدُ بْنُ يُوسُفَ عَنْ إِسْرَائِيلَ عَنْ عَلِىِّ بْنِ سَالِمٍ عَنْ عَلِىِّ بْنِ زَيْدِ بْنِ جُدْعَانَ عَنْ سَعِيدِ بْنِ الْمُسَيَّبِ عَنْ عُمَرَ عَنِ النَّبِىِّ -صلى الله عليه وسلم- قَالَ :« الْجَالِبُ مَرْزُوقٌ ، وَالْمُحْتَكِرُ مَلْعُونٌ ».
309 N4427 Nesâî, Dahâyâ, 34.
أَخْبَرَنَا قُتَيْبَةُ قَالَ حَدَّثَنَا يَحْيَى - وَهُوَ ابْنُ زَكَرِيَّا بْنِ أَبِى زَائِدَةَ - عَنِ ابْنِ حَيَّانَ - يَعْنِى مَنْصُورًا - عَنْ عَامِرِ بْنِ وَاثِلَةَ قَالَ سَأَلَ رَجُلٌ عَلِيًّا هَلْ كَانَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يُسِرُّ إِلَيْكَ بِشَىْءٍ دُونَ النَّاسِ فَغَضِبَ عَلِىٌّ حَتَّى احْمَرَّ وَجْهُهُ وَقَالَ مَا كَانَ يُسِرُّ إِلَىَّ شَيْئًا دُونَ النَّاسِ غَيْرَ أَنَّهُ حَدَّثَنِى بِأَرْبَعِ كَلِمَاتٍ وَأَنَا وَهُوَ فِى الْبَيْتِ فَقَالَ « لَعَنَ اللَّهُ مَنْ لَعَنَ وَالِدَهُ وَلَعَنَ اللَّهُ مَنْ ذَبَحَ لِغَيْرِ اللَّهِ وَلَعَنَ اللَّهُ مَنْ آوَى مُحْدِثًا وَلَعَنَ اللَّهُ مَنْ غَيَّرَ مَنَارَ الأَرْضِ » .
310 T2753 Tirmizî, Edeb, 12.
حَدَّثَنَا سُوَيْدٌ أَخْبَرَنَا عَبْدُ اللَّهِ أَخْبَرَنَا شُعْبَةُ عَنْ قَتَادَةَ عَنْ أَبِى مِجْلَزٍ أَنَّ رَجُلاً قَعَدَ وَسْطَ حَلْقَةٍ فَقَالَ حُذَيْفَةُ مَلْعُونٌ عَلَى لِسَانِ مُحَمَّدٍ أَوْ لَعَنَ اللَّهُ عَلَى لِسَانِ مُحَمَّدٍ صلى الله عليه وسلم - مَنْ قَعَدَ وَسْطَ الْحَلْقَةِ . قَالَ أَبُو عِيسَى هَذَا حَدِيثٌ حَسَنٌ صَحِيحٌ وَأَبُو مِجْلَزٍ اسْمُهُ لاَحِقُ بْنُ حُمَيْدٍ .
311 Bu konu hakkında geniş bilgi için bkz. Hatiboğlu, Mehmed Said, Hz. Peygamber ve Kur’an Dışı Vahiy (Gaybi Hadîsler Meselesi).
312 Çelebi, İlyas, “Fiten ve Melâhim”, DİA, XIII, 149-153.
313 Çelebi, İlyas, “a.g.m.”, DİA, XIII, 149-153.
314 Âl-i İmrân, 3/7.
هُوَ الَّذ۪ٓي اَنْزَلَ عَلَيْكَ الْكِتَابَ مِنْهُ اٰيَاتٌ مُحْكَمَاتٌ هُنَّ اُمُّ الْكِتَابِ وَاُخَرُ مُتَشَابِهَاتٌۜ فَاَمَّا الَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ زَيْغٌ فَيَتَّبِعُونَ مَا تَشَابَهَ مِنْهُ ابْتِغَآءَ الْفِتْنَةِ وَابْتِغَآءَ تَاْو۪يلِه۪ۚ وَمَا يَعْلَمُ تَاْو۪يلَهُٓ اِلَّا اللّٰهُۢ وَالرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ يَقُولُونَ اٰمَنَّا بِه۪ۙ كُلٌّ مِنْ عِنْدِ رَبِّنَاۚ وَمَا يَذَّكَّرُ اِلَّآ اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ ﴿7﴾
315 Yavuz, Yusuf Şevki, “Müteşâbihü’l-Kur’ân”, DİA, XXXII, s. 206.
316 B1145 Buhârî, Teheccüd, 14
حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ مَسْلَمَةَ عَنْ مَالِكٍ عَنِ ابْنِ شِهَابٍ عَنْ أَبِى سَلَمَةَ وَأَبِى عَبْدِ اللَّهِ الأَغَرِّ عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ - رضى الله عنه - أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَالَ « يَنْزِلُ رَبُّنَا تَبَارَكَ وَتَعَالَى كُلَّ لَيْلَةٍ إِلَى السَّمَاءِ الدُّنْيَا حِينَ يَبْقَى ثُلُثُ اللَّيْلِ الآخِرُ يَقُولُ مَنْ يَدْعُونِى فَأَسْتَجِيبَ لَهُ مَنْ يَسْأَلُنِى فَأُعْطِيَهُ مَنْ يَسْتَغْفِرُنِى فَأَغْفِرَ لَهُ » . M1772 Müslim, Müsâfirîn, 168.حَدَّثَنَا يَحْيَى بْنُ يَحْيَى قَالَ قَرَأْتُ عَلَى مَالِكٍ عَنِ ابْنِ شِهَابٍ عَنْ أَبِى عَبْدِ اللَّهِ الأَغَرِّ وَعَنْ أَبِى سَلَمَةَ بْنِ عَبْدِ الرَّحْمَنِ عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَالَ « يَنْزِلُ رَبُّنَا تَبَارَكَ وَتَعَالَى كُلَّ لَيْلَةٍ إِلَى السَّمَاءِ الدُّنْيَا حِينَ يَبْقَى ثُلُثُ اللَّيْلِ الآخِرُ فَيَقُولُ مَنْ يَدْعُونِى فَأَسْتَجِيبَ لَهُ وَمَنْ يَسْأَلُنِى فَأُعْطِيَهُ وَمَنْ يَسْتَغْفِرُنِى فَأَغْفِرَ لَهُ » .
317 İbn Hacer, Fethü’l-bârî, X, 134.
318 HM24884 İbn Hanbel, VI, 66.
حَدَّثَنَا أَبُو مُعَاوِيَةَ عَبْدُ اللَّهِ بْنُ مُعَاوِيَةَ الزُّبَيْرِيُّ قَدِمَ عَلَيْنَا مَكَّةَ حَدَّثَنَا هِشَامُ بْنُ عُرْوَةَ قَالَ كَانَ عُرْوَةُ يَقُولُ لِعَائِشَةَيَا أُمَّتَاهُ لَا أَعْجَبُ مِنْ فَهْمِكِ أَقُولُ زَوْجَةُ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَبِنْتُ أَبِي بَكْرٍ وَلَا أَعْجَبُ مِنْ عِلْمِكِ بِالشِّعْرِ وَأَيَّامِ النَّاسِ أَقُولُ ابْنَةُ أَبِي بَكْرٍ وَكَانَ أَعْلَمَ النَّاسِ أَوْ وَمِنْ أَعْلَمِ النَّاسِ وَلَكِنْ أَعْجَبُ مِنْ عِلْمِكِ بِالطِّبِّ كَيْفَ هُوَ وَمِنْ أَيْنَ هُوَ [أو ما هو] قَالَ فَضَرَبَتْ عَلَى مَنْكِبِهِ وَقَالَتْ أَيْ عُرَيَّةُ إِنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ كَانَ يَسْقَمُ عِنْدَ آخِرِ عُمْرِهِ أَوْ فِي آخِرِ عُمْرِهِ فَكَانَتْ تَقْدَمُ عَلَيْهِ وُفُودُ الْعَرَبِ مِنْ كُلِّ وَجْهٍ فَتَنْعَتُ لَهُ الْأَنْعَاتَ وَكُنْتُ أُعَالِجُهَا لَهُ فَمِنْ ثَمَّ
319 İbn Haldûn, Mukaddime, 488.
320 Dihlevî, Hüccetüllahi’l-bâliğa, I, 271.
321 Hûd, 11/38.
وَيَصْنَعُ الْفُلْكَ وَكُلَّمَا مَرَّ عَلَيْهِ مَلَاٌ مِنْ قَوْمِه۪ سَخِرُوا مِنْهُۜ قَالَ اِنْ تَسْخَرُوا مِنَّا فَاِنَّا نَسْخَرُ مِنْكُمْ كَمَا تَسْخَرُونَۜ ﴿38﴾
322 Enbiyâ, 21/80
وَعَلَّمْنَاهُ صَنْعَةَ لَبُوسٍ لَكُمْ لِتُحْصِنَكُمْ مِنْ بَاْسِكُمْۚ فَهَلْ اَنْتُمْ شَاكِرُونَ ﴿80﴾ Sebe’, 34/10.وَلَقَدْ اٰتَيْنَا دَاوُ۫دَ مِنَّا فَضْلًاۜ يَا جِبَالُ اَوِّب۪ي مَعَهُ وَالطَّيْرَۚ وَاَلَنَّا لَهُ الْحَد۪يدَۙ ﴿10﴾

H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


İslâm’ın ilk asırlarından günümüze kadar “sünnet” ve “hadis” sözcüklerine yüklenen anlamlar farklı olmuştur. Sözlük anlamına uygun olarak sünnet daha çok davranış ile ilgili bir kavram olarak görülürken; hadis sözlü ve yazılı rivayetlerin adı olarak anlaşılmıştır. Bu çerçevede Hz. Peygamber’in söz ve fiillerinin sözlü rivayetleri hadis , uygulanagelen söz ve filleri de sünnet adını almıştır. Buna göre hadisleri ve sünneti anlamanın temel ilke ve esaslarını iki ayrı başlık altında ele almak mümkündür.
Sünnet ve hadisin nasıl anlaşılması ve yorumlanması gerektiği konusu, İslâm tarihi boyunca Müslüman bilginlerin üzerinde durdukları en önemli konulardan biri olmuştur. Hadis ve sünnetin anlaşılmasına yönelik bu ilmî çabalar günümüz araştırmacıları tarafından da bilimsel yöntemlerle sürdürülmektedir.

H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


SELMAN SEVEN

{facebook#https://facebook.com/} {twitter#https://twitter.com/}

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget