Hz. Peygamber ve Sahâbe Döneminde Hadis ve Hadis Rivayeti
Allah Resûlü’nün ve Müslümanların Mekke’den göçleriyle “Hicret Yurdu” adını alan Medine, çok kısa bir süre içinde bilgi ve hikmetin de yurdu haline gelmişti. İnsanlar iman ettikleri dinin gereklerini öğrenmek için Kur’an’a, sünnete dair konularda Allah Resûlü’ne sürekli sorular soruyorlar, o da bilgiye ve hikmete susamış sahâbîlerinin susuzluğunu gidermek için büyük çaba sarf ediyor, kendisine yöneltilen soruları tek tek cevaplıyordu. Allah Resûlü, sahâbîlere karşı olan bu tutumunu müşfik bir babanın evlatlarına karşı tutumuna benzetmiş ve “Ben size (öğreten/yol gösteren) bir baba gibi öğretiyorum.” 51 buyurmuştu.
Resûl-i Ekrem’in, İslâm’ın yüksek hakikatlerinden günlük hayatın en ince detaylarına kadar ashâbını her konuda eğitmesi, müşriklerin de dikkatini çekmiş, alaycı bir tavırla, onun her şeyi hatta tuvalet âdâbını dahi arkadaşlarına öğrettiğini dile getirmişlerdi.52 Bu durumun bilincinde olan sahâbe ise nebevî kaynaktan gelen her bilgiyi muhafaza etmek için büyük bir gayret ve ciddiyet içinde olmuşlardı. Onların Allah Resûlü’nü dinlerken takındıkları tavrı tasvir eden bir rivayette, “Sanki başlarında birer kuş varmış gibi (dikkatli) idiler.” denilmiştir.53 Elbette Peygamber ve sahâbe arasındaki bu iletişim sadece mescitle ve hutbelerle sınırlı değildi. Hz. Peygamber’in, içlerinden birisi gibi yaşaması sebebiyle aralarındaki bilgi akışı hayatın doğal seyri içinde evde, yolda, çarşıda, seferde, kısacası toplumsal her ortamda devam etmişti. Böylece Medine, tarihin tanık olduğu en büyük açık bilgi şehirlerinden biri olmuştu. Bazı sahâbîler, etrafında kenetlendikleri bu rehber iradenin söylediklerini ve yaptıklarını kaçırmamak için özel meclislerinde bulunmayı nöbete bağlamışlardı. Buhârî’nin rivayet ettiğine göre, Medine’nin iki-üç mil (takriben dört kilometre) uzağında oturan Hz. Ömer, komşusu ile bu konuda anlaşmıştı. Gerek evlerinin Mescid-i Nebî’ye uzak olması, gerekse yapmaları gereken günlük işler54 dolayısıyla Resûlullah’ın yanına nöbetleşe giderler, Medine’ye bir gün Hz. Ömer iner, bir gün de komşusu inerdi. Böylece kim Allah Resûlü ile buluşmuşsa akşamları duyduklarını diğerine aktarır, ikisi de yeni bilgilerden mahrum kalmazdı.55Allah Resûlü’nün eğitim öğretim amacıyla tertip ettiği meclislere erkeklerin yanı sıra hanımlar da yoğun biçimde katılmıştır. Hatta hanımlar mescitte erkeklerden yer ve fırsat bulamayınca, “Allah’ın sana öğrettiğinden bize de öğret.” diyerek kendilerine özel bir gün tahsis edilmesini istemişler, Hz. Peygamber de özel bir gün belirleyip onlara vaaz ve nasihat ederek eğitimleriyle meşgul olmuştur.56
Hz. Peygamber’in bilgilendirme ve eğitim faaliyetleri Medine halkı ile sınırlı değildi. O, kendisine gelen heyetler (vüfûd) ve başkalarına gönderdiği elçiler (buûs) vasıtasıyla uzaktaki topluluklara ve beldelere de ulaşmıştır. Ancak Medine’deki eğitim ve öğretim faaliyetlerinin daha özel ve daha düzenli hale gelmesi Suffe Ashâbı ile olmuştur. Mesid-i Nebevî’nin bitişiğinde yoksul veya ailesiz/bekâr sahâbîlerin barınması için ayrılan ve zamanla bir eğitim merkezi haline gelen Suffe, sayıları yüzlerle ifade edilen öğrencisiyle İslâm’ın ilk sistemli eğitim ve öğretim müessesesi kabul edilmektedir. Peygamber Efendimiz (sav), zamanlarının çoğunu kendisiyle birlikte geçiren Suffe Ashâbı’nın yetişmesi için bizzat ilgilenirdi. Suffe Ehli aslında bir ilim ve irfan kadrosu idi. Bütün zamanlarını Kur’an ve hadis (sünnet) başta olmak üzere İslâm’ın esaslarını öğrenmeye hasretmişlerdi. Peygamber Efendimizin belirlediği muallimler onlara Kur’an okumayı ve yazı yazmayı öğretiyordu. Suffe Ashâbı’ndan olan Ubâde b. Sâmit ile Abdullah b. Saîd b. el-Âs Suffe’deki talebelere okuma, yazma ve dinî bilgiler konusunda ders veriyorlardı.57 Abdullah b. Mes’ûd, Übey b. Kâ’b, Muâz b. Cebel, Sâlim b. Muâz da Allah Resûlü’nün kendilerinden Kur’an öğrenilmesini tavsiye ettiği isimler arasında bulunuyorlardı.58 Suffe Ehli, hadislerin, sünnetin ve dinî uygulamaların tespit edilip korunmasında ve yayılmasında büyük pay sahibidir. Onların ilim yolundaki bu gayretleri sonraki dönemlere de güzel bir örnek teşkil etmiştir. Nitekim camilerin bitişiğinde kurulan mektep, medrese ve külliyelerin hepsi, Resûlullah’ın Mescid-i Nebevî’deki bu uygulamasından esinlenerek yapılmıştır.59
Hadis, varlığını Hz. Peygamber’den alır. Ancak, Hz. Peygamber’in Kur’an’ın dışındaki söz ve davranışları, onun sağlığında düzenli ve kapsamlı biçimde yazıya geçirilmemiştir. Zaten bunun yapılabilmesi için ne tarihî ve sosyal şartlar müsaittir ne de bu çapta bir edebî, bilimsel faaliyete imkân verecek insan kaynağı ve malzeme mevcuttur.60 Hz. Peygamber’in, Kur’an’la karışma ihtimaline binaen61 hadislerin yazılmaması yönünde bir isteği olduğu bilinmektedir. Ebû Saîd el-Hudrî vasıtasıyla nakledildiğine  göre Resûlullah şöyle demiştir: “Benden bir şey yazmayın. Her kim benden Kur’an’dan başka bir şey yazmışsa onu hemen yok etsin. Benden hadis rivayet edin; bunun bir sakıncası yok. Ama her kim benim üzerimden kasten yalan söylerse cehennemdeki yerini hazırlasın.” 62 Bir başka rivayete göre yine Ebû Saîd el-Hudrî, Resûlullah’tan, (hadisleri) yazmak için izin istediklerini, ancak onun kendilerine izin vermediğini nakletmektedir.63 Resûlullah’ın hadislerin yazılmaması yönünde bir isteği olduğunu Zeyd b. Sâbit de nakletmektedir.64 Hatta Hz. Ömer devrinde bütün hadislerin toplanılması düşünülmüş, ancak aynı gerekçeyle bundan vazgeçilmiştir. Tabakât müellifi İbn Sa’d’ın naklettiğine göre, Hz. Ömer Resûlullah’ın sünnetlerini kayda geçirmek hususunda önce sahâbe ile istişare etmiş, ancak tam karar veremeyince bir ay boyunca istihareye yatmış ve neticede önceki din mensuplarının, sonradan yazdıkları kitaplara yönelmek suretiyle Allah’ın Kitabı’nı terk ettiklerini anımsayarak “Allah’ın Kitabı’na bir şey karıştırmam”65 demiş ve bu uygulamadan tamamen vazgeçmiştir.66
• Hz. Peygamber’in hadislerin yazılması hususunda bazı sahâbîlere özel izin verdiği bilinmektedir. Bunlardan biri olan Abdullah b. Amr b. el-Âs şöyle demiştir: “Ben, muhafaza etme düşüncesiyle Resûlullah’tan işittiklerimin hepsini yazıyordum. Kureyşli bazı kişiler, ‘Resûlullah (sav) sakinken de öfkeliyken de konuşan bir insan olduğu hâlde, sen ondan her duyduğunu yazıyor musun?’ diyerek beni bundan menettiler. Ben de yazmaktan vazgeçtim ve bu durumu Allah’ın Elçisi’ne ilettim. O (sav) da “Sen yaz.” dedi ve parmağıyla ağzına işaret ederek, “Varlığım elinde olan Allah’a yemin olsun ki buradan hakikatten başka bir şey çıkmaz.” 67 buyurdu. Abdullah’ın Resûlullah’tan yazdıklarını “es-Sâdıka” adını verdiği bir sahife de bir araya getirdiği söylenir.68 En çok hadis rivayet eden sahâbî olarak bilinen Ebû Hüreyre’nin de Abdullah b. Amr’ın hadisleri yazmakta olduğuna şöyle tanıklık ettiği ifade edilmektedir: “Peygamber’in (sav) ashâbı arasında Abdullah b. Amr dışında benden daha fazla hadis bilen yoktur. Çünkü o yazardı ben yazmazdım.”69 Tevrat ve İncil gibi kadim kitapları okuyabilen, Arapça ve Süryanice dilleriyle rahatça yazabilen biri olması hasebiyle Abdullah b. Amr’a hadisleri yazması yönünde özel bir izin verildiği anlaşılmaktadır.70 Yine Ebû Hüreyre’den nakledilen bir rivayete göre, Mekke’nin fethini müteakip Hz. Peygamber’in yaptığı konuşmayı dinleyen Ebû Şâh adlı Yemenli bir zat, Resûlullah’tan yaptığı konuşmayı kendisi için yazdırmasını istemiş, bunun üzerine Allah Resûlü kâtiplerine hutbenin Ebû Şâh için yazılması görevini vermiştir.71 Ebû Hüreyre’den nakledilen bir başka rivayete göre ise ensardan bir adam Resûlullah’ın yanında oturur, onun hadislerini dinlerdi. Dinledikleri hoşuna giderdi fakat onları ezberleyemezdi. Nihayet adam durumunu Allah Resûlü’ne arz etti. Bunun üzerine Resûlullah (sav), “O hâlde elinden yardım al.” dedi ve dinlediklerini yazması için eliyle işaret etti.72 Râfi’ b. Hadîc de Hz. Peygamber’in, ondan duyduklarını yazma konusunda kendisine izin verdiğini nakletmektedir.73
Hz. Peygamber (sav) zamanında hadislerin sahifeler halinde bazı sahâbîler tarafından yazıldığı bilinmektedir.74 Hadis sahifesi olduğu belirtilen bazı sahâbîler şunlardır:75
Sa’d b. Ubâde (15/637)
Ali b. Ebû Tâlib (40/660)
Semüre b. Cündeb (58-9/677)
Ebû Hüreyre (59/678)
Abdullah b. Amr b. el-Âs (63/682)
Abdullah b. Abbâs (68/687)
Abdullah b. Ömer (74/693)
Câbir b. Abdullah (78/697)
Ebû Hüreyre76 ile Semüre b. Cündeb’in77 sahifeleri günümüze kadar ulaşmıştır. Dolayısıyla Hz. Peygamber’in hayatında hadislerin yazımı konusunda mutlak/kesin bir yasak veya izin olduğunu söylemek mümkün gözükmemektedir. En azından hadislerin kısmen ve imkânlar ölçüsaünde kayda geçirildiği belirtilebilir. Kimi meraklı sahâbîlerin kendileri için yazdıkları bazı hadis sahifelerinin yanında, tek tük isteklilerin talebini karşılamak üzere bazı hadisler de yazılmıştır. Veda Hutbesi’nin yanı sıra İslâm’a davet mektupları, Medine Sözleşmesi, Hudeybiye antlaşması, Yemen’e gönderilen vergi düzenlemesi örneklerinde görüldüğü üzere siyasî, idarî ve malî konularda düzenlemeler78 yapmak için Hz. Peygamber’in bizzat kendi yazdırdıkları düşünülünce İslâm’ın ilk yıllarında azımsanamayacak düzeyde kayıt faaliyetinin gerçekleştirildiği söylenebilir.79
Hz. Peygamber’in sağlığında sözleri düzenli bir biçimde kayda geçirilmemiş olsa da onların nakli veya rivayeti fasılasız olarak devam etmiştir. Şu var ki Efendimizin hadisleri daha sonraki dönemlerde onun ağzından çıktığı şekliyle bire bir kayda geçirilememiştir. Bu durumun bilincinde olan hadisçiler de hadislerin lafzı ile rivayeti konusunda esnek bir tavır sergilemişler, mânâyı değiştirmemek kaydıyla râvinin, hadisi anladığı şekilde rivayet etmesinde bir sakınca görmemişlerdir.80 Bizzat sahâbîlerin Hz. Peygamber döneminde zaman zaman muhatap oldukları buyrukları farklı biçimlerde algılayabildikleri81 göz önüne alınırsa bu konuda müsamaha gösterilmesi kaçınılmazdı.
Hz. Peygamber’in vefatından sonra çeşitli coğrafyalara dağılıp oralarda nebevî bilgi mirasını geniş kitlelere ulaştırma görevini üstlenen sahâbîlerin, hadisleri Peygamber’in ağzından çıktığı şekliyle bire bir rivayet ettiklerini söylemek zordur. Nitekim en çok hadis rivayet eden sahâbîlerden Enes b. Mâlik’in bu noktada zaman zaman temkinli bir üslûp kullandığı görülmektedir. Onun, bir hadis rivayet ettiğinde, sözlerini “yahut da Resûlullah’ın buyurduğu gibi (sأَوْ كَمَا قَالَ رَسُولُ اللَّهِ )” şeklinde bitirdiği rivayet edilir.82
Hz. Peygamber’in ashâbını yetiştirmek için mescitte tertiplediği özel sohbetler, çeşitli heyetlerle gerçekleştirilen görüşmelerdeki beyanlar, ev ziyaretlerinde dile getirdiği hakikatler, savaşa gidip gelirken ve savaş alanlarında sarf ettiği sözler, herkesin huzurunda gerçekleşmiştir. Çeşitli vesilelerle özel olarak konuştuğu kimseler de bu görüşmelerde dile getirdiklerini mutlaka arkadaşlarıyla paylaşmışlardır. Böylece o, herkesin gözleri önünde ve herkese hitap eden bir Peygamber olarak yaşamış, asla kimseye gizli saklı bir bildirimde bulunmamıştır. Arkadaşlarının her biri de kendi idrak, zihin, hafıza ve muhayyile düzeylerine göre onun söz ve davranışlarını bellemişler ve onu göremeyen kuşaklara öğrendiklerini taşımışlardır.
Allah Resûlü hayatta iken onun tebliğ ettiği dine gönülden bağlanan ve onu hayatlarının odağına yerleştiren sahâbîler, Peygamber’i en yüksek örnek bilmişler ve bütün davranışlarında onu ölçü almışlardı. Onun gibi namaz kılmak,83 onun gibi oruç tutmak,84 o nasıl haccetmişse öyle haccetmek,85 nasıl Kur’an okumuşsa öyle Kur’an okumak,86 kısacası her sahâbîde Allah’a onun gibi kulluk yapma arzusu vardı. Asr-ı saadette bu arzuyu duyan sahâbîler, Resûl-i Ekrem’in hayatını izlemekten yahut onun hayatının ayrıntılarını soruşturup öğrenmekten kendilerini alamazlardı. Onu anne ve babalarından, mal ve mülklerinden, vatan ve illerinden, hatta kendi canlarından daha çok seven, onun hatırasını her an zinde ve diri tutan muhacir ve ensarın, onun sözlerine, talimat ve yönlendirmelerine, hal, hareket ve tavırlarına, şekil ve şemâiline, yemesine ve içmesine, oturup kalkmasına, insanlarla ilişki tarzına, aile yaşantısına, dostluğuna, ibadetine ve taatine; düşmanla yahut yabancılarla iletişimine; sorgularken, suç işleyenleri yargılarken ve suçu kesinleşenlere müeyyide uygularken takındığı tutuma; sağlığında, hastalığında, neşeli halinde ve öfkelendiğinde nasıl tepkiler verdiğine her şeyden fazla dikkat kesildiklerinde şüphe yoktur.87
Hz. Peygamber’in hadisleri ve sünneti, sağlığında olduğu gibi daha sonra da tüm Müslümanlar için en temel bilgi ve hikmet kaynağı olmuştur. Nebevî sünnetin temel kaynağı Kur’an olmakla birlikte hadisler sünnetin sonraki kuşaklara aktarılmasında önemli bir nakil aracı olmuştur. Hadis rivayet etme işi aslında doğal sebeplerle kendiliğinden başlayan ve gelişen bir süreç olmuştur. Başta Hz. Âişe olmak üzere, Ali b. Ebû Tâlib, Abdullah b. Abbâs, Abdullah b. Ömer, Enes b. Mâlik, Ebû Hüreyre ve Abdullah b. Amr gibi Resûlullah’ın vefatı sırasında henüz genç yaşta olan ve uzun süre yaşayan sahâbîler, Hz. Peygamber’in sünnetini öğrenmek isteyen müminler için ilgi odağı olmuşlardır. Neticede bu sahâbîlerin etrafında oluşan talebe halkaları onlardan duydukları hadisleri bir sonraki kuşağa aktarmışlardır. Hz. Peygamber’in, İbn Abbâs aracılığıyla rivayet edilen, “Sizler benden (sözlerimi) işitiyorsunuz. Sizden de başkaları işitecek. Onlardan da başkaları işitecektir.” 88 hadisi, âdeta bu doğal süreci resmetmektedir. Hz. Peygamber daha hayattayken sözlerinin sağlıklı bir biçimde gelecek nesillere aktarılmasını teşvik etmiştir. O (sav), Veda Hutbesi’nde, konuşmasını tamamlarken, “Burada hazır bulunanlar, burada bulunmayanlara tebliğ etsin. Belki burada bulunan kimse, burada olmadığı hâlde bunu daha iyi anlayacak bir kimseye tebliğ etmiş olur.” 89 demiş, başka bir sözünde de “Allah bizden herhangi bir şeyi işiten ve işittiği gibi de tebliğ edip başkalarına aktaran kişinin yüzünü ak etsin...” 90 buyurarak hadis rivayetini teşvik etmiştir. Resûlullah’ın bu iltifatına mazhar olmak, büyük bir şeref ve fazilet vesilesi sayılmıştır.91 İslâm’ın erken döneminden itibaren ilim adamlarını, Peygamber’in çağrısını ve onun hayatına ilişkin hemen her şeyi korumaya sevk eden bir başka rivayet de şudur: “Bu ilmi (ilâhî öğretileri) sonraki nesillerden güvenilir kimseler devralacak ve onu, cahillerin yorumlarından, bâtıl ehlinin kendi çıkarları uğruna istismar etmelerinden ve haddi aşanların saptırmalarından koruyacaklardır.” 92 Ayrıca, “Her işittiğini aktarmak kişiye yalan olarak yeter. 93 hadisi ile ilgili bütün kaynaklarda yer alan ve tevatür derecesine ulaşan, “Her kim kasten benim üzerimden bir yalan uydurursa cehennemdeki yerini hazırlasın.” 94 gibi uyarıcı mahiyetteki rivayetler, nebevî mirası korumaya çalışan muhaddisleri ve hadisleri nakleden râvileri hadis rivayeti konusunda olabildiğince ihtiyatlı davranmaya sevk etmiştir. Bu hassasiyet, sahâbîler devrinde başlamıştır. Onun sözlerine bir şeyler ekleme veya onları eksik aktarmış olma suretiyle Resûlullah’ın cehennemle tehdit ettiği sınıfa girebilecekleri kaygısı taşıyan bazı sahâbîler, hadis rivayet etmeyi dahi sakıncalı görmüşlerdir.95 Nitekim Hz. Ali’nin yakın çevresinden ve Kûfe’nin saygın simalarından Abdurrahman b. Ebû Leylâ (83/703)96 bir defasında Medineli sahâbî Zeyd b. Erkam’dan (66/686) Resûlullah’tan hadis nakletmesini istediğinde şu cevabı almıştır: “Biz artık yaşlandık ve unutur olduk. Allah Resûlü’nden hadis rivayet etmek, (sorumluluğu) çok ağır bir iştir.”97 Belki bu sorumluluğun hakkını verememekten korktukları için bazı meşhur sahâbîler çok az hadis rivayet etmişlerdir. Resûlullah vefat ettiğinde yaklaşık yedi yaşlarında olan Medineli es-Sâib b. Yezîd (91/711), Abdurrahman b. Avf, Talha b. Ubeydullah, Sa’d b. Ebû Vakkâs ve Mikdâd b. Esved ile beraber olduğu süre zarfında sadece Talha’dan bir hadis duyduğunu söylemiştir.98 Yine bu küçük sahâbî, Sa’d b. Mâlik (İbn Ebî Vakkâs) ile beraber Medine’den Mekke’ye yolculuk yaptığını ve gidip tekrar dönünceye kadar kendisinden herhangi bir hadis duymadığını ifade etmiştir.99 Kûfeli seçkin hadisçilerden Şa’bî (103/721) de aynı şekilde Abdullah b. Ömer ile bir yıl beraber olduğunu ve onun Hz. Peygamber’den hiçbir hadis naklettiğini duymadığını belirtmiştir.100 İbn Abbâs ise tâbiûnun büyüklerinden Büşeyr b. Kâ’b’ın bir defasında kendisine hadis rivayet etmesi üzerine aralarında geçen kısa konuşmanın ardından şöyle demiştir: “Gerçekte biz Resûlullah (sav) adına yalan uydurulmazken ondan hadis rivayet ederdik. Fakat insanlar hırçın deveye de uysal deveye de binmeye başlayınca (yani insanlar iyi-kötü ayrımı yapmadan her sözü nakletmeye başlayınca) biz de ondan hadis rivayet etmekten vazgeçtik.”101
Peygamber’in sözlerine yalan yanlış şeyler karışır endişesiyle bilhassa ilk halifelerin bu konuda ciddi bir hassasiyet gösterdikleri bilinmektedir. Zehebî (748/1348), haberleri kabul etme hususunda ihtiyatlı davranan ilk sahâbînin Hz. Ebû Bekir102 olduğunu belirtir. Resûlullah’ın nineye altıda bir miras verdiğini söyleyen Muğîre b. Şu’be’den bu bilginin doğruluğunu teyit etmesi için bir şahit istemesi;103 aynı şekilde Halife Hz. Ömer’in de bir başka meselede yine Muğîre b. Şu’be’den bir şahit getirmesini istemesi;104 Hz. Ali’nin daha ileri giderek, “Ben, Resûlullah’tan bir hadis işittiğim zaman, Allah dilediği kadar beni o hadisten yararlandırırdı. Ancak başkası ondan bana hadis rivayet ettiği zaman râviden yemin etmesini isterdim. Yemin ettiği zaman onu tasdik ederdim.”105 demesi, ilk halifelerin, hadis rivayeti konusundaki ihtiyatlı yaklaşımlarını ifade etmektedir. Sahâbe devrinde bir yandan Hz. Peygamber’in sözlerini nakil konusunda temkinli bir davranış sergilenmiş, öte yandan birçok sahâbî onun söylediklerini olabildiğince fazla kimseye ulaştırmayı dinî ve vicdanî bir sorumluluk addetmiştir. Fetihlerin ardından İslâm’ı kabul eden insanların eğitimi için çok emek sarf eden sahâbîler, değişik şehirlere yerleşmişler ve bulundukları yerleşim yerlerini birer ilim ve hikmet merkezi haline getirmişlerdir. İlk asırlarda “ilim” denilince “hadis” kastedildiği düşünülürse bu şehirlerin birer “hadis rivayet merkezi” olarak değerlendirilmesi yanlış olmayacaktır. Bu bağlamda Ebû Hüreyre, Abdullah b. Ömer, Câbir b. Abdullah, Hz. Âişe gibi isimler Medine’de, İbn Abbâs ise Mekke’de yaşamış, Semüre b. Cündeb ve Enes b. Mâlik Basra’da, İbn Mes’ûd Kûfe’de ve Abdullah b. Amr b. el-Âs Mısır’da yerleşmişlerdir. Böylece farklı şehirlerde binlerce hadis talebesinin katıldığı geniş kapsamlı hadis meclisleri oluşmuş, Allah Resûlü’nün bilgi mirası, bu meclisler vasıtasıyla öğrenilmiş ve insanlara aktarılmıştır.
Hz. Peygamber’in sağlığında ortaya çıkan muazzam hadis birikimini sonraki nesillere aktaran ve bu konuda hayatî yeri bulunanlar, sahâbîlerdir. “Sahâbî” , lügatte biriyle yakınlık kurmak anlamına gelen106 “sohbet” sözcüğünden türemiştir. Hadis ilminde ise “sahâbe” kelimesi, Resûlullah’la birlikte olan, onu gören ve ona inanan kutlu insanları ifade eder. Bu birlikteliğin mahiyeti ve keyfiyeti tartışılmıştır. Saîd b. Müseyyib (94/713), “Ancak Allah Resûlü ile bir yıl veya daha fazla süre beraber olan veya onunla birlikte bir veya daha fazla gazveye katılan kimseler sahâbî sayılabilir.” demiştir.107 Buna karşın İbn Hanbel (241/855) Allah Resûlü ile bir yıl ya da bir ay veyahut bir gün, hatta bir saat birlikte olan ya da onu gören herkesin sahâbî olduğunu ifade etmiş,108 hocasının bu görüşüne uygun olarak Buhârî de (256/870) sahâbeyi, “Hz. Peygamber’le arkadaş olan veya onu gören Müslümanlar” şeklinde tanımlamıştır.109 “Sohbet” kelimesinin sözlük anlamından hareketle sohbetin muayyen bir zamanla tahdit edilmediğini söyleyen Hatîb-i Bağdâdî (463/1071), bununla birlikte sahâbî isminin Müslümanlar nezdinde yaygın olarak Hz. Peygamber’le birlikteliği çok uzun olanlar için kullanıldığını belirtmektedir.110 Dolayısıyla Hz. Peygamber’i gören her Müslüman’a sahâbî denilmekle birlikte “Peygamber’in yakın dostları” anlamındaki sahâbîler, onun hadislerini nakleden ve onun sünnetini, yaşayış tarzını ve getirdiği dinin temel esaslarını temsil ederek aktaran, onunla birlikte bir müddet yaşayan, savaşlarına katılan, onun eğitiminden ve terbiyesinden geçen, onu yakından tanıyacak kadar birlikte yaşamış olan kimselerdir.
Sahâbeden Hz. Peygamber’in sağlığında Hicaz Yarımadası’nın muhtelif bölgelerine görevli olarak gönderilenler ve çeşitli bölgelerden Müslüman olmak için gelen heyetlerde bulunanlar, zaman zaman da kişisel olarak gelip Hz. Peygamber ile görüşerek ondan bazı bilgileri alıp kabilesine ve yöresine dönenler aracılığıyla hadisler, yarımadanın her bölgesine yayılmıştır. Resûlullah’ın vefatının ardından halifeler zamanında düzenlenen askerî seferlerle İslâm ordularının ele geçirdiği bölgelerin tamamına İslâm çağrısı ve Hz. Peygamber’in hadisleri ulaşmıştır.
Halife Ömer zamanından itibaren yeni kurulan şehirlere öğreticiler gönderilerek yeni Müslüman olanlara hadis birikimi kazandırılmış, İslâm’ın birincil kaynağı Kur’an Hz. Osman devrinde çoğaltılarak yeni fethedilen bölgelere ulaştırılmıştır. Hz. Ömer, Kûfe’ye Abdullah b. Mes’ûd’u, Basra’ya Ebû Musa el-Eş’arî’yi ve Ebu’d-Derdâ’ı, Filistin bölgesine Muâz b. Cebel’i ve benzeri sahâbîleri muallim olarak göndermiş, onlar da insanlara Kur’an’ı, Hz. Peygamber’in hayatını, siretini, sünnetini ve hadislerini öğretmişlerdir. Bu bölgelerde her bir sahâbînin talebeleri yetişmiş, özel okullar oluşmuş ve tâbiûn kuşağından çok sayıda hadis râvisi yetişmiştir. Hatta iç çekişmeler ve kargaşalar patlak verince, bazı sahâbîler kendilerini bütünüyle ilme vermiş ve sadece insanları bilgilendirmekle meşgul olmayı seçmişlerdir. Hicaz, Irak ve Şam bölgesinde ilim merkezleri teşekkül etmiş, her merkezde ilim meclisleri ve yavaş yavaş bölgesel ilim gelenekleri ortaya çıkmıştır.
Sahâbe devrinde İslâm toprakları genişlemiş, yeni şehirler kurulmuş ve Müslümanlar buralara yerleştirilmiştir. Sahâbîlerin de önemli bir kısmı çeşitli sebeplerle bu yeni kurulan şehirlere giderek kendilerine yeni bir hayat kurmuşlardır. Bu nedenle daha sahâbe kuşağında hadisleri ilk kaynağından almak için yapılan ilmî yolculuklar başlamış ve buna hadis tarihinde er-Rihle fî talebi’l-hadîs denilmiştir. Hadis tarihi boyunca özellikle rivayet dönemlerinde hadisçiler, çok uzun süren ilmî seyahatlere çıkmışlardır.
İslâm’ın ilk şahitleri, Kur’an vahyinin ilk muhatapları olmaları sebebiyle sahâbîler, İslâm’ın sonraki nesillere aktarılmasında son derece önemli bir yere sahiptirler. Bu yüzden hadis ilminde sahâbîlerin hayat hikâyelerini konu alan hatırı sayılır miktarda eser yazılmıştır.111 Sahâbenin tarihçe-i hayatına tahsis edilen kitaplar binlerce ismi içermekte ve meselâ, İbn Hacer’in konuyla ilgili el -İsâbe adlı eserinde 12.304 kişinin bilgisi yer almaktadır. Bunların içerisinde sahâbî olduğu tespit edilemeyenler de vardır. Kuşkusuz el-İsâbe bu sahada daha önce yazılan eserlerden de yararlanarak en çok sayıda sahâbînin hayat hikâyesini içeren bir kitaptır.
Hz. Peygamber’in vefatında yüz bini aşkın sahâbî olduğu bildirilmekle beraber, Hâkim en-Neysâbûrî (405/1014) hadis rivayetinde bulunan sahâbîlerin 4.000 kişi civarında olduğunu söyler. Fakat Zehebî bunların 1.500 kişi olduklarını belirtir ve sayılarının ne kadar zorlansa asla 2.000’i bulmayacağını söyler.112 Sahâbîler, rivayet bakımından çok hadis nakledenler “müksirûn” ve az hadis nakledenler mânâsında “mukıllûn” olmak üzere iki kısımda ele alınırlar. Müksirûn olarak nitelenen ve binin üzerinde hadis nakleden yedi sahâbî vardır. Bunlardan Ebû Hüreyre 5.374, Abdullah b. Ömer 2.630, Enes b. Mâlik 2.286, Hz. Âişe 2.210, Abdullah b. Abbâs 1.969, Câbir b. Abdullah 1.540 ve Ebû Saîd el-Hudrî 1.170 hadis nakletmiştir. Bunun dışında kalan sahâbîler ise mukıllûn olarak nitelenirler.
Özellikle hicrî birinci asır, İslâm toplumunda hızlı dönüşümün yaşanması, nüfusun karmaşıklaşması ve önü alınamaz siyasî ve toplumsal çalkantıların yaşanması sebebiyle, hadis tarihinin en nazik devresini teşkil eder. Fiten-melâhim rivayetlerinin halkın hissiyatına tercüman olması ve kabilevî ve fikrî kamplaşmaların hadislere yansıması da bu dönemde başlar. Hz. Peygamber’e atfen hadis uydurulması faaliyeti, ilk asırda görülmeye başlanan en önemli hadiselerden birisidir. Hadis ilminin rivayet metinleri bağlamında belkemiğini teşkil eden sahâbe, tâbiûn ve ondan sonraki nesle tanık olan ilk iki asır, daha sonraki fikrî kamplaşmaların da temellerinin atıldığı bir süreçtir. Hz. Peygamber’in vefatının ardından patlak veren irtidat hadiseleri, Hz. Ebû Bekir’in dirayetli siyaseti sayesinde önlenmiş; Hz. Ömer devrinde istikrarlı bir yönetim sergilenmiş, Hz. Osman’ın devr-i hilâfetinin sonlarına doğru İslâm toplumunda ciddi rahatsızlıklar zuhur etmiştir. Hz. Osman’ın bir suikasta kurban gitmesiyle başlayan süreçte Cemel ve Sıffin gibi acı iç çatışmalar yaşanmış; Hz. Ali ve Muâviye arasındaki anlaşmazlık maalesef Müslüman toplumun siyasî olarak bölünmesine yol açmıştır. Hz. Ali’nin safında yer alan kimi bedevîlerin ondan ayrılmasıyla Hâricîlik fırkası, Ali’ye yandaş olanların ise ona duydukları sevgide aşırı gitmeleri ile Şîa/Râfızıyye fırkası teşekkül etmiştir. Emevîler devrinde zuhur eden Mürcie, Kaderiyye, Cehmiyye ve Müşebbihe gibi fırkalar, Müslüman toplum arasındaki fikrî ve itikadî bölünmeleri çoğaltmıştır. Buna bir de Müslüman olmadığı hâlde Müslüman görünen kimi çevre ve şahısların kışkırtmaları eklenince fırka ve zümreler arasındaki fikir çatışmaları önlenemez boyutlara ulaşmıştır. Her zümre kendini haklı çıkarmak, mezhebini meşrulaştırmak ve karşıtlarını karalamak maksadıyla hadislerden yararlanma cihetine gitmiştir. Bilhassa ilk devirlerde Hz. Ali ve ailesine aşırı sevgi duyan çevreler, yoğun miktarda hadis uydurmuşlardır. Hz. Osman’ın katledilmesiyle başlayan fitne hadiseleri aynı zamanda bilinçli ve planlı biçimde hadis uydurma faaliyetlerinin de başlangıcı olmuştur. Bu hadiseler karşısında Emevî iktidarına yakın olan kimi cahil kimseler, kabile ve soy taassubu içerisinde bulunanlar, dünyaya ve dünya işlerine karşı menfî tavır takınan ve uzlet hayatını tercih eden bazı zâhidler, halkı iyilik ve hayra, ibadet ve taate teşvik etmek isteyen iyi niyetli cahil vaizler de hadis adı altında kendi sözlerini hadisleştirmişlerdir. İlk hicret asrında bilhassa Müslümanların kanlı savaş ve iç çatışmalarla karşı karşıya kalmaları, fiten ve melâhim denilen çeşitli rivayetlerin tedavüle çıkmasına yol açmıştır. Gayr-i müslim unsurlarla fikrî çatışmalar, kadim inanç ve geleneklerin kimi telakkilerinin uydurma hadisler kanalıyla İslâm toplumuna sızmasına neden olmuştur. İslâm karşıtlarının İslâm’ı ve Müslümanları küçük düşürmek maksadıyla uydurdukları hadislerle, yeteneksiz kimselerin Hadis İlmi’yle meşgul olmaları sonucu ortaya çıkan asılsız haberlerin çoğalması, Hadis İlminde isnad tatbiki ve tenkidi denilen yöntemin gelişmesine yol açmıştır. Böylece, hadisleri nakledenlerin değerlendirildiği, daha sonra cerh ve tadil olarak adlandırılacak râvi değerlendirme usulü oluşturulmaya başlanmıştır. Bununla eş zamanlı olarak hadisler toplanmış, yazıya geçirilmiş ve nihayet tedvin edilmiştir. Bu konuda Emevî halifesi Ömer b. Abdülazîz (101/720) resmî bir girişim başlatmış ve başta İbn Şihâb ez-Zührî (124/742) olmak üzere hadis rivayetiyle meşgul olan âlimler tedvin faaliyetini özenle ve büyük özveriyle gerçekleştirmişlerdir.113
Erken Dönem Hadis Kaynaklarının Ortaya Çıkışı
Hicrî birinci asrın son çeyreği ile ikinci asrın başlarında yetişen tâbiûn nesli ya da sahâbenin öğrencileri, bulundukları bölgelerde nebevî bilgi mirasının naklinde çok mühim bir vazife üstlenmişlerdir. Bu dönemde muayyen bir mezhebe intisap etmek söz konusu olmadığı için bu zatların her biri aynı zamanda halkın dinî meselelerdeki rehberi konumundaydılar.114 Onların ardından gelen tebe-i tâbiûn yani tâbiûn sonrası kuşağı hadisçileri ise hadislerin tedvin ve tasnif edilmesi çalışmalarını başlatmışlardır. Râmehürmüzî’nin (360/970) kaydettiğine göre Medine’de Mâlik b. Enes (179/796), Mekke’de Abdülmelik b. Abdülazîz b. Cüreyc (150/767) ve Süfyân b. Uyeyne (198/814), Kûfe’de Süfyân es-Sevrî (161/778) İbn Ebî Zâide (193/809), Muhammed b. Fudayl (195/811) ve Vekî’ b. el-Cerrâh (196/812), Şam’da Abdurrahman el-Evzâî (157/774) ve Velîd b. Müslim (195/811), Basra’da Saîd b. Ebî Arûbe (156/773), Rebî’ b. Sabîh (160/777) ve Hammâd b. Seleme (167/784), Yemen’de “el-Abd” olarak bilinen Hâlid b. Cemîl (?), Ma’mer b. Râşid (153/770), Ebû Kurrâ Musa b. Târık (203/818) ve Abdürrezzâk (211/827), Vâsıt’ta Hüşeym b. Beşîr (183/800), Merv ve Horasan’da Abdullah b. Mübârek (181/798), Rey’de Cerîr b. Abdülhamîd (182/799) Hadis İlmi’nin ilk musanniflerindendir.115
Bu musanniflerin en meşhuru hiç şüphesiz Medineli Mâlik b. Enes’tir. O, çağdaşlarının yaptığı gibi el-Muvatta ’ adlı eserinde nebevî hadislerin yanında sahâbe sözlerine ve tâbiûn fetvalarına, hatta kendi şahsî görüşlerine de yer vermiştir. Böylece İmam Mâlik, fıkıh bâblarına göre tertip ettiği eserinde hadisle fıkhı birleştirmiştir. Medineli hadis imamlarından Süleyman b. Bilâl (177/793) çağdaşı İmam Mâlik’in el-Muvatta ’ını dört bin rivayeti gözden geçirerek seçtiği hadislerden oluşturduğunu, bunu yaparken de kendi nazarında Müslümanların maslahatına en uygun ve dinî açıdan örneklik değeri en yüksek olan rivayetleri tercih ettiğini söylemiştir.116
İlk fakihlerin hür düşüncelerinden, sonraki dönemin düzenli hale getirilmiş ve netleşmiş Hadis İlmi’ne geçişi temsil eden el-Muvatta ,117 fıkhî bâblara göre tertip edilmiş olmasıyla bilhassa hicrî III. asrın hadis kaynakları üzerinde ciddi bir etki meydana getirmiştir. Bu bakımdan Ebû Bekir İbnü’l-Arabî’nin (ö. 543/1149) ifade ettiği gibi, el-Muvatta’ hadis kitaplarının tasnifinde asıl eser sayılan ilk kitap ve sonraki eserlerin özüdür; Buhârî’nin kitabı ise ikinci asıl kitaptır. Müslim ve Tirmizî gibi diğer hadisçiler eserlerini bu asıllar üzerine bina etmişlerdir.118
İmam Mâlik’in el-Muvatta ’ında olduğu gibi, hicrî II. asırdaki hadis eserlerinde Hz. Peygamber’in hadisleriyle, sahâbe ve tâbiûn sözleri bir arada yer alıyordu. Ancak bunlardan sonra gelenler sadece Resûlullah’a dayandırılan hadisleri toplamak üzere Müsned adı verilen eserler kaleme aldılar.119 Bu eserlerde sahâbî isimleri esas alınmak suretiyle, onların vasıtasıyla Resûlullah’a nispet edilen rivayetleri toplamak hedeflenmişti. Bu yüzden müsnedlerde hem sika/güvenilir olan, hem de cerhedilen râviler tarafından nakledilen birçok rivayete rastlamak mümkündür. Ebû Dâvûd et-Tayâlisî (204/820) ile Ubeydullah b. Musa el-Absî’nin (214/830) müsned türü eser yazan ilk hadisçiler oldukları söylenmektedir. Ardından Ahmed b. Hanbel (241/856), İshâk b. İbrâhim el-Hanzalî (İbn Râheveyh) (238/853), Ebû Hayseme Züheyr b. Harb (234/849) ve Ebû Saîd Ubeydullah b. Ömer el-Kavârîrî (235/850) gibi musannifler gelmiştir. Onlardan sonra da sadece sahâbîler değil diğer râvilerin de isimleri esas alınmak suretiyle birçok müsned kaleme alınmıştır. Bu kitapların hiçbirinde hadisler için sahîh-sakîm/zayıf ayrımı yapılmamıştır.120 Daha sonraları, ilk eserlerde karışık olarak derlenmiş bulunan rivayet malzemesi çeşitli şekillerde sınıflandırılmış ve düzene konulmuştur. Hicrî ikinci asrın ikinci çeyreğinden dördüncü asrın başlarına, hatta beşinci asrın ortalarına kadar süren ve tasnif dönemi olarak bilinen bu dönemde hadisleri konularına, râvilerine ve sıhhat durumlarına göre sınıflandıran yeni kitap çalışmaları yapılmıştır. Müsned türü hadis kitaplarından sonra hadisleri toplarken daha seçici olan müelliflerin eserleri ortaya çıkmıştır. Sadece sahîh hadisleri bir araya getirmeyi hedef alan bu musanniflerin ilki Buhârî (256/870), ikincisi de Müslim’dir. (261/875) Onlar râvi isimlerine göre değil, bâb/konu başlıklarına göre eserlerini tertip etmişler ve hadisleri kitaplarına yerleştirmişlerdir.
Hadisin Altın Çağı ve Sonrası
Üçüncü hicrî asır, “hadisin altın çağı” olarak kabul edilir ki bu şüphesiz doğrudur. Zira Hadis İlmi’nin erken devir eserleri bu asırda yazılmıştır. Bu asrın en geniş hadis kitaplarından olan Abdürrezzâk b. Hemmâm (211/826) ve Ebû Bekir İbn Ebû Şeybe’nin (235/849) el-Musannef ’leri ile Ahmed b. Hanbel’in (241/855) el-Müsned adlı eseri özellikle Kütüb-i Sitte’nin ana kaynağını oluşturan en önemli hadis arşivleridir. Örneğin İmam Müslim es-Sahîh ’inde İbn Ebû Şeybe’den 1540 hadis nakletmiştir.121 Aynı şekilde Abdürrezzâk, Ahmed b. Hanbel’in en önemli kaynaklarından biridir. İbn Hanbel Müsned ’ini Abdürrezzâk’ın yanından ayrıldıktan sonra 700 bin civarında hadisi gözden geçirmek suretiyle yazmaya başlamış ve onu sünnet konusunda ihtilâfa düştüklerinde Müslümanların başvuracakları “imam” (temel kaynak) olarak göstermiştir.122 Abdürrezzâk takriben 18.000, İbn Ebû Şeybe 39.000, İbn Hanbel ise yaklaşık 28.000 rivayet kaydetmiştir. İlk ikisi merfû , mevkûf ve maktû’ rivayetlerin en zengin kaynaklarıdır. Üçüncü asırda öne çıkan en mühim eserler ise “es-Sahîhayn : İki Sahîh ” olarak bilinen Buhârî ve Müslim’in el-Câmiu’s-sahîh adlı eserleri “Sünen-i erba’a: Dört Sünen ” olarak bilinen Ebû Dâvûd, Tirmizî, İbn Mâce ve Nesâî’nin es-Sünen isimli çalışmalarıdır. Bunlar, “Kütüb-i sitte” denilen altı ana hadis kaynağını meydana getirmiştir. Söz konusu altı hadis imamından ve kitaplarından burada kısaca söz etmek yerinde olacaktır.
Buhârî (194-256) ve el-Câmiu’s-sahîh Adlı Eseri
Ebû Abdullah Muhammed b. İsmail b. İbrâhim el-Cu’fî, el-Buhârî, 194/810 yılında Mâverâünnehir şehirlerinden Buhârâ’da doğdu. Güçlü bir zeka ve hafızaya sahipti ve küçük yaşta Kur’an’ı ezberledi; Arapça öğrendi ve on yaşından itibaren hadis dinlemeye ve ezberlemeye başladı. 16 yaşında iken başta Abdullah b. Mübârek (181/798) ve Vekî’ b. el-Cerrâh’ın (196/812) kitapları olmak üzere birçok muhaddis ve fakihin kitaplarını ezberlemişti. Hac için gittiği Mekke’de kalarak Humeydî (219/834) ve başkalarından hadis tahsil etti. 18 yaşına geldiğinde sahâbe ve tâbiûndan birçok bilginin rivayetlerini ve fetvalarını toplayıp tasnif etti. Aynı dönemde et-Târîhu’l-Kebîr adlı eserini yazdı. Daha sonra hadis toplamak üzere başta Suriye, Mısır, Cezire, Basra, Belh, Kûfe ve Hicaz olmak üzere birçok şehir dolaşan Buhârî, buralarda bir süre kalarak en tanınmış simalardan dersler aldı. Binden fazla hocadan hadis yazdığı bildirilmektedir. Buhârî, 256/870 yılında Semerkand yakınlarındaki Hartenk kasabasında vefat etmiştir.123
Buhârî kısaca el-Câmiu’s-sahîh veya Sahîh-i Buhârî olarak meşhur olan eserini, 600.000 rivayet arasından seçtiği hadislerden oluşturmuştur. M. Fuâd Abdülbâkî’ye göre es-Sahîh ’te 97 kitap, 3889 bâb mevcuttur. Buhârî’nin 16 senede tasnif ettiği söylenen bu çalışmada mükerrerleriyle birlikte 7275 hadis olup, tekrarsız rivayetlerin sayısı 4000, bunların içinde muttasıl rivayet edilenler ise 2602’dir.124 Buhârî’nin bâb başlıkları aynı zamanda onun fıkhî kanaatlerini ifade eden bir nitelik arz etmektedir. Nitekim “fıkhu’l-Buhârî fî terâcümih” “Buhârî’nin fıkhî görüşleri konu başlıklarındadır.” sözü meşhurdur. Buhârî, bir fıkıh kitabı görüntüsü veren bu gibi yerlerde daha çok kendi kanaatini destekleyen görüşleri nakleder.
Müslim (206-261) ve el-Câmiu’s-sahîh Adlı Eseri
Ebu’l-Huseyn Muslim b. el-Haccâc el-Kuşeyrî en-Nîsâbûrî, 206/821 yılında Nişabur’da doğmuştur. 14 yaşından itibaren Horasan, Rey, Hicaz, Irak, Şam ve Mısır’da bulunan devrin büyük hadisçilerinden hadis dinlemiştir. Tahsilini bitirdikten sonra Nişabur’a yerleşmiştir. Ömrünün sonlarına doğru Buhârî ile tanışmış ve onun ilmini takdir ederek Hadis İlmi’nde onun görüşlerine tâbi olmuştur. 261/875 yılında bir hadisi araştırmakla meşgul iken Nişabur’da vefat etmiştir.125
Müslim’in, hocalarından sema yoluyla rivayet ettiği 300.000 hadisten seçerek hazırladığı ve kendisinin el-Müsned ve el-Müsnedü’s-sahîh diye söz ettiği eserini, 235 yılında henüz yirmi dokuz yaşında iken tasnife başladığı, on beş yıl süren titiz bir çalışma sonunda 250 yılında tamamladığı anlaşılmaktadır. Daha sonra bu çalışmasını Ebû Zür’a er-Râzî’nin incelemesine sunmuş, onun kusur bulduğu rivayetleri kitabından çıkarmıştır.
Sahîh ’te 54 kitap, 1329 bâb bulunmaktadır. Kitap adlarını bizzat müellif tespit etmekle beraber, bâb adlarını o yazmamıştır. Daha sonra bâb başlıkları yazan başka âlimler olmuşsa da bugün elimizde bulunan matbu nüshalardaki başlıklar İmam Nevevî’ye (676/1277) aittir. Tekrarlarıyla birlikte 7581 hadis ihtiva eden Sahîh ’te, M. Fuâd Abdülbâkî’nin rakamlamasına göre tekrarsız 3033 hadis bulunmaktadır.
Sahîh-i Müslim ’in en önemli özelliği hiç kuşkusuz mukaddimesidir. Mukaddime, hadis usulü ve ıstılahlarının gelişiminde çok önemli bir yer tutar. Mukaddimesinin yanı sıra eserinde hadislerin tarîklerini bir araya getirme ve tertibindeki güzelliğiyle Sahîh-i Müslim,Sahîh-i Buhârî ’den üstün sayılmıştır.126 Müslim, bir konuda gelen bütün hadisleri bir arada rivayet ettiği için, farklı isnadların yanı sıra, rivayetler arasındaki mânâ farklarını, râvi tasarruflarını görmek ve farklı tarîkleri karşılaştırmak gibi bir imkân ve kolaylık sağlamaktadır.
Tirmizî (209-279) ve es-Sünen Adlı Eseri
Ebû Îsâ künyesiyle meşhur olan Muhammed b. Îsâ et-Tirmizî, 209/827 yılında bugünkü Özbekistan topraklarında bulunan Tirmiz’de doğmuştur. Yirmi yaşını geçtikten sonra ilim tahsili için yola çıkmış ve Arabistan, Mezopotamya, İran ve Horasan gibi çeşitli ilim merkezlerine seyahatler yapmış, Buhârî, Müslim ve Ebû Dâvûd gibi hadisçiler başta olmak üzere, devrin ileri gelen ilim adamlarından hadis almıştır. Ömrünün sonuna doğru gözlerini kaybeden Tirmizî, 279/892 tarihinde Tirmiz’de vefat etmiştir.127
Tirmizî’nin fıkıh bâblarına göre tasnif ettiği es-Sünen ’i, Buhârî ve Müslim’de olduğu gibi Câmi’ türü eserlerde bulunan değişik konulardaki bâbları da ihtiva ettiği için el-Câmiu"s-sahîh adıyla da şöhret kazanmıştır. Ayrıca Sünenü"t-Tirmizî, Câmiu"t-Tirmizî, Sahîhu"t-Tirmizî, el-Müsnedü"s-Sahîh veel-Câmiu"l-Kebîr gibi değişik adlarla da anılan eser, 51 kitab, 2496 bâb ve 3956 hadisten oluşmaktadır. Bazılarına göre Sahîh veya Câmi" ismi onun muhtevasına daha uygundur. Zira bu eser, İslâm fıkhı ile ilgili hadislerden başka, diğer mevzulara ait hadisleri de ihtiva eder. Ancak V. yüzyıldan sonra rağbet kazanarak Kütüb-i Sitte arasındaki yerini alabilen eserin, Kütüb-i Sitte"nin üçüncü veya dördüncü kitabı olduğunda ihtilâf edilmiştir.128 Tirmizî"nin es-Sünen "i ile ilgili olarak öne çıkan bazı hususiyetleri vardır. O, bâb başlığı altında bir veya birkaç hadisi verdikten sonra, sırasıyla şu işlemleri yapar:
Hadisin sıhhat durumunu (hasen, sahîh, zayıf, garîb olduğunu) açıklar.
Râvilerin güvenilirlik ve yeterlilik durumunu, varsa seneddeki illeti beyan eder.
Hadisin —varsa— diğer tariklerini verir.
Konuyla ilgili, diğer sahâbîlerden yapılmış rivayetler varsa, onlara da "ve fi"l-bâbi an fülânin ve fülânin..." diyerek, sahâbî isimlerini vermek suretiyle işaret eder.
Konuyla ilgili çeşitli âlimlerin görüşlerini, ilgili hadisle nasıl delil getirdiklerini, ulemâ arasında ittifak mı, ihtilâf mı bulunduğunu bildirir, icmâ varsa, mutlaka işaret eder. Bazen de uygulamanın hangi yönde olduğunu gösterir. Konuya ait birbiriyle çelişen hadisleri zikreder.129
Eserin sonunda yer alan Kitâbü"l-İlel , sadece Tirmizî"nin kitabında bulunan bir bölümdür. O, burada eserine aldığı hadislerin kısa bir değerlendirmesini yapmış, yararlandığı kaynaklardan söz etmiş, kısmen ricâl değerlendirmesi ile hadislerin lafız ya da mânâ ile rivayet edilmesi gibi konular üzerinde durmuştur. Tirmizî"nin es-Sünen "i, hadis usulü veya mustalahu"l-hadîs "in henüz bir müstakil bilgi dalı haline gelmediği bir dönemde usule ait bazı ıstılahların hadislere uygulanması, bir başka ifade ile usul ile fürûun birleştirilmesi açısından önem arz etmektedir.130
Ebû Dâvûd (202/3-275) ve es-Sünen Adlı Eseri
Ebû Dâvûd Süleyman b. el-Eş"âs b. İshak el-Ezdî es-Sicistânî, 202 veya 203/818-819 yılında İran ile Afganistan arasındaki sınır bölgesi olan Sicistan"da doğdu. Hadis tahsiline orada başlayan Ebû Dâvûd, on sekiz yaşında ilim için seyahate çıkarak Bağdat, Basra, Mekke, Kûfe, Halep,Harran, Humus, Horasan, Belh ve Mısır gibi birçok ilim merkezlerinde bulundu ve devrin meşhur ilim adamlarından hadis rivayet etti. Kendisinden de, birçokları hadis rivayet etmiştir. Yirmi sene Tarsus’ta ikamet eden Ebû Dâvûd, beş altı yıl kadar da Basra’da yaşamış ve 275/889’da orada vefat etmiştir.131
Ahkâm hadislerini toplamış olması sebebiyle muhtelif mezhep âlimlerince hüsn-i kabul gören Ebû Dâvûd’un es-Sünen ’i, 40 kitab ve 1889 bâb içerir. Resûlullah’tan nakledilen 500.000 hadis yazdığını söyleyen müellif, eserini bunlardan toplam 4800 hadis seçerek tasnif ettiğini söylemişse de, Hattâbî’nin Meâlimü’s-Sünen adlı şerhiyle birlikte basılan beş nüshadaki hadis sayısı 5274’tür. Aradaki bu sayı farkı, aynı isnadla gelen mükerrer rivayetlerle, aynı konudaki farklı nakillerden kaynaklanmaktadır.132
es-Sünen ’deki bâb başlıkları, daha çok o kısımda ele alınan konuları ifade ederken, bazen de Ebû Dâvûd’un fıkhî kanaatini yansıtacak niteliktedir. Müellif, bir konuda birçok sahîh hadis mevcut olsa bile, kitabın hacminin büyümemesi ve kitaptan istifadeyi kolaylaştırmak için bir bâb başlığı altında bir veya iki hadis verir, bütün tarikleri zikretmez. Gerekli gördüğü yerlerde, ya başkalarından naklen veya bizzat kendi görüşü olarak râvilere ilişkin bilgiler sunar, cerh ve tadilde bulunur. Bazen hadisin sebeb-i vürûdunu , ğarîb kelimelerini açıklar, hadis hakkında çeşitli bilgiler verir. Sünen-i Ebî Dâvûd ’un diğer bir özelliği de hadislerin isnadlarından ziyade fıkhî hükümlerine önem vermiş olmasıdır. Bu nedenledir ki o, bir hadisi naklettikten sonra, onun diğer tariklerini, lafız farklarını, birbirinden farklı taraflarını göstermiştir.133
Nesâî (215-303) ve es-Sünen Adlı Eseri
Asıl adı Ebû Abdurrahman Ahmed b. Şuayb el-Horasânî en-Nesâî olup, 215/830 yılında Horasan’ın Nesâ kasabasında doğmuştur. İlim tahsiline küçük yaşta başlamış, 15 yaşında gittiği Belh’te, bir yıldan fazla kaldıktan sonra bütün Horasan’ı, Hicaz, Irak, Suriye ve Mısır’ı dolaşarak oralarda bulunan meşhur hadisçilerden hadis almıştır. Hayatının önemli bir kısmını Mısır’da geçiren ve eserlerini orada tasnif eden Nesâî, ölümünden bir süre önce Şam’a geldiğinde, Muâviye’nin fazileti hakkında hadis rivayet etmesi istenmiş, o da buna olumlu cevap vermeyince, oradakiler tarafından ağır bir şekilde dövülerek mescitten atılmıştır. Ardından Mekke’ye giderken 303/915 yılında Filistin’in Remle şehrinde vefat etmiştir.134 Nesâî, Remle emîrinin isteği üzerine es-Sünenü’l-Kübrâ isimli bir kitap tasnif etmiş ve bu hacimli eserde fıkıh alanına giren rivayetleri bir arada toplamıştır. Ancak emîrin yalnızca sahîh hadisleri bir araya getirmesi isteği üzerine, bu sefer ondaki zayıf ve illetli hadisleri atarak, es-Sünenü’s-Suğrâ adını verdiği, el -Müctebâ diye de anılan kitabını hazırlamıştır. Nesâî Sünen ’in içerdiği bütün hadislerin sahîh olduğu iddiasındadır. Sünen , 51 kitab ve 2400’e yakın bâb içinde, toplam 5756 hadisten oluşmaktadır.135
Bazı âlimler, Nesâî’nin Sünen ’ini, Sahîhayn ’dan sonra zayıf hadisi ve cerh edilmiş râvisi en az bulunan kitap olarak değerlendirmekte ve onu öncelemektedirler.136
Nesâî, Tirmizî’de olduğu gibi her hadis için ayrı bir değerlendirme yapmaz. Onun değerlendirmesi, hadisi kitabına almış olmasıdır. Ancak yine de yer yer senedlerin durumlarını açıkladığı görülür. O, hadisler arasındaki çok küçük rivayet farklarını bile, hadisi baştan aşağı tekrar etmek suretiyle göstermiştir. Bâblarının birçoğunda tek bir hadise yer verir. Birden fazla hadisin nakledildiği bâblar, farklı senedlerle gelen ve lafız farklılıkları bulunan hadisleri bir arada karşılaştırma imkânı vermektedir. Bazen, isnaddaki bir râvi hakkında bilgi verir, değerlendirme yapar. Nesâî, birbirine muhalif olan rivayetlerden, ilk önce hatalı olanını zikreder, ardından da bunun doğrusunu rivayet eder. Bu durum bazen bâb başlıklarına da yansır. Herhangi bir emir veya yasağı bildiren bir bâb başlığının akabinden, o hususla ilgili bir ruhsatın bulunduğunu yahut artık o durumun terk edildiğini bildiren başlıklar kullanır. Mümkün mertebe hadislerin içerdiği mânâyı ve muhtevayı, kerâhet, farz, îcab, tenezzüh, terğîb, teşdîd gibi kelimeler kullanarak bâb başlığıyla ifade etmeye çalışır.
İbn Mâce (209-273) ve es-Sünen Adlı Eseri
İbn Mâce künyesiyle şöhret kazanmış Ebû Abdullah Muhammed b. Yezîd el-Kazvinî, 209/824 yılında Kazvin’de doğmuştur. Hadis tahsili için Rey, Vâsıt, Basra, Kûfe, Bağdat, Şam, Mısır ve Hicaz gibi o devrin en önemli ilim merkezlerine seyahat etmiştir. Ali b. Muhammed et-Tanâfisî, Ebû Bekir b. Ebû Şeybe, Hişâm b. Ammâr, Muhammed b. Beşşâr, Muhammed b. Abdullah b. Nümeyr gibi meşhur hadis hafızlarından hadis almış ve onlardan çok miktarda rivayette bulunmuştur. İbn Mâce, 273/886 yılında Kazvin’de vefat etmiştir.137 Hicrî VI. asrın başına kadar, Buhârî, Müslim, Nesâî, Ebû Dâvûd ve Tirmizî’nin eserleri şöhret bulmuş, henüz İbn Mâce’nin es-Sünen ’i, Kütüb-i Sitte’ye dâhil edilmemişti. Ancak Muhammed b. Tâhir el-Makdisî’nin (507/1113), bu beş kitaba (usûl-i hamse) tahsis ettiği Etrâf kitabına İbn Mâce’nin eserini de eklemesinden ve “Şurûtu’l-Eimmeti’s-Sitte ” (Altı İmamın Şartları) adlı kitabını telif etmesinden sonra İbn Mâce’nin kitabı da muteber hadis kitapları arasına girmeye başlamıştır. Bununla beraber onun yalancılık ve hadis hırsızlığı ile itham olunmuş bazı râvilerden gelen hadislere de kitabında yer vermiş olması, bazı hadisçilerin es-Sünen ’in altıncı kitap sayılmaması gerektiği yönünde kanaat belirtmelerine yol açmıştır. Bu hadisçilerden bir kısmı, daha az zayıf râvileri ve daha az şâz ve münker hadisleri bulunan Dârimî’nin Sünen ’ini, diğer bazıları ise İmam Mâlik’in Muvatta’ adlı eserini altıncı kitap olmaya daha lâyık görmüşlerdir.
Bununla birlikte İbn Mâce’nin es-Sünen ’i, bilhassa fıkıh bâbları yönünden büyük faydası dolayısıyla VII. asırdan itibaren Kütüb-i Sitte ’nin altıncı kitabı olarak kabul ve rağbet görmüştür.138 İbn Mâce’nin eseri, M. Fuâd Abdülbâkî’nin tespitine göre, Mukaddime hariç, 37 kitap, 1515 bâb ve 4341 hadisten oluşmaktadır.139
Daha çok Horasan ve çevresinde şöhret kazanmış bulunan Sünen-i İbn Mâce , özellikle kullanışlı olması nedeniyle bütün kusurlarına rağmen faydalı bir kaynak eser sayılmaya lâyık görülmüştür. Fıkhın diğer hadis kitaplarında bulunmayan birçok konusuna dair hadislere yer vermiştir. Bâb başlıkları konunun inceliklerini dile getirecek kadar özlü ve düzgün bir biçimde konulmuştur. Tertibi, tekrardan uzak, kısa ve düzenli oluşu cihetiyle oldukça kullanışlıdır.140
es-Sünen , geniş bir mukaddime ile başlamaktadır. İbn Mâce burada, sünnete ittiba, hadislere saygı, hadis rivayet ederken gösterilmesi gereken titizlik, hadis uydurmanın vebali, Hulefâ-i Râşidîn’in sünnetine ittiba, bid’atlerden, cedelden, re’y ve kıyastan sakınma, iyi ve kötü çığır açma, ölmüş sünnetleri ihya, Kur’an öğrenimi-öğretimi, ilim ve âlimlerin fazileti, hayra delâlet, iman, kader, ashâbın fazileti, Hâricîler ve Cehmiyye gibi muhtelif konulara dair hadisleri rivayet ederek, Ehl-i Hadis’in düşüncelerini yansıtmıştır.141
İbn Mâce, hadislerin mânâ ve muhtevalarıyla ilgili herhangi bir yorum veya açıklama yapma cihetine gitmez, hadisi uygun gördüğü bâb başlığı altında zikretmekle yetinir. Çok sık olmamakla birlikte, bazen kendisi, bazen de hocalarından naklen, hadisin sıhhat durumu, isnadı ile ilgili birtakım kısa bilgiler verdiği görülmektedir.
* * *
Hicrî dördüncü asırda ise İbn Huzeyme’nin (311/923)es-Sahîh ’i, İbnü’l-Cârûd’un (307/919) el-Müntekâ ’sı, Tahâvî’nin (321/933)Şerhu meâni’l-âsâr ’ı ve Şerhu müşkili’l-âsâr ’ı, İbn Ebî Hâtim’in (327/939) Kitâbü’l-cerh ve’t-ta’dîl ’i, Dârekutnî’nin (385/995) Sünen ’i, Hattâbî’nin (ö. 388/998) Buhârî şerhiA’lâmü’l-hadîs’ iileEbû Dâvûd şerhi Meâlimü’s-Sünen’ ibaşta olmak üzere çeşitli kitaplar kaleme alınmıştır. Bu asırda Taberânî’nin (360/971) Mu’cem ’leri (el-Mu’cemü’l-kebîr, el-Mu’cemü’l-evsat ve el-Mu’cemü’s-sağîr ) ile Hâkim’in (405/1014) el-Müstedrek ’i gibi muhtelif hadis kitapları da vücuda getirilmiştir.
Hadis ilminin en temel özelliği onun bir nakil-rivayet ilmi olmasıdır. Bu itibarla, “Hadis ilmi bir isnad ilmidir.” denilir. Nakil ilmi olduğu için de ağırlıklı olarak Hadis Usulü’nün kavram ve mefhumları “nakil” kavramı etrafında odaklanır. Erken dönem tedvin ve tasnif faaliyetlerine koşut olarak hadis rivayetinin ıstılahları da teşekkül etmeye başlamış ve asgarî bir ortak kavramsal zemin meydana gelmiştir. Bu kavramsal zeminin teşekkülünde başta İmam Şâfiî’nin (204/819) er-Risâle adlı eseri olmak üzere Müslim’in (261/874) el-Câmiu’s-sahîh isimli eserine yazdığı Mukaddime ile Tirmizî’nin (279/892) es-Sünen isimli eserinin sonunda yer alan el -İlel ’i, Ebû Dâvûd es-Sicistânî’nin (275/888) es-Sünen adlı kitabında takip ettiği usulü anlatmak için yazdığı er-Risâle ilâ ehliMekke ’si önemli bir yere sahip olmuştur. Böylece ilk üç asrın zengin birikimi ve tecrübesi “Mustalahu’l-hadîs ”Usûlü’l-hadîs ” veya“Ulûmü’l-hadîs ” (Hadis ilimleri) başlığı altında müstakil bir bilgi dalı doğurmuştur. Kadı Hasan er-Râmehürmüzî’nin (360/970), kendi ifadesiyle hadisi ve hadis ehlini savunmak amacıyla yazdığı el-Muhaddisü’l-fâsıl beyne’r-râvî ve’l -vâî adlı eseri bu türün ilk örneği sayılabilir. Râmehürmüzî, hadis usulü veya hadis ıstılahlarına dair eserlerin teşekkülünde bir dönüm noktası teşkil eder. Hâkim en-Neysâbûrî’nin (405/1014) Ma’rifetü ulûmi’l-hadîs ’i tarihsel olarak Râmehürmüzî’nin eserinden sonra gelir. Ancak daha sonra bu sahada yazılan eserlerin hemen tamamına malzeme sunacak olan Hatîb-i Bağdâdî (463/1070), Râmehürmüzî’nin bu kitabından çok faydalanmış ve ona birtakım ilâvelerde bulunmak suretiyle bu sahada çok sayıda kitap telif etmiştir. Burada özellikle el-Kifâye fî ilmi’r-rivâye ve el-Câmi’ beyne ahlâkı’r-râvî ve âdâbi’s-sâmi’ isimli eserlerini zikretmek gerekir. Ardından Kâdî İyâz’ın (544/1149) kaleme aldığı el-İlmâ’ ilâ ma’rifeti usûli’r-rivâye ve takyîdi’s -semâ’ adlı eseri dikkat çekse de hiç şüphesiz bu dönemin en önemli eseri İbnü’s-Salâh’ın (643/1245) kitabı olmuştur. Onun ders notu olarak hazırladığı Ulûmü’l -hadîs veya Mukaddimetü İbni’s -Salâh isimli eseri, bu dönemin sonuna kadar başvuru kaynağı kabul edilmiştir. Nevevî’nin (676/1277) İbnü’s-Salâh’ın kitabından özetlediği et-Takrîb ve’t -teysîr ’i, onun tesirini sürdürmüştür. Açılım döneminin sonuna doğru ise İbn Hacer el-Askalânî (852/1448) Nuhbetü’l-fiker ve onun şerhi Nüzhetü’n-nazar isimli eseri ile yeni bir dönüm noktasını teşkil etmiştir. Kendisinden sonraki dönemlerde, hatta günümüzde bile hadis usulü ve ıstılahları konusunda belirleyici olma özelliğini korumaktadır. Sehâvî’nin (903/1497) Irâkî’nin Elfiyyetü’l-hadîs isimli manzum hadis usulü eserine şerh olarak kaleme aldığı Fethu’l -muğîs ’i ile Süyûtî’nin (911/1505) Nevevî’nin eserine şerh olarak yazdığı Tedrîbü’r-râvî şerhu Takrîbi’n-Nevevî isimli eserleri bu dönemin sonlarına dair örnekleri temsil etmektedir.
* * *
İslâmî ilimlerin tedvin ve tasnif dönemlerinden itibaren bugüne kadar hadis sahasında binlerce eser telif edilmiş ve bunların pek çoğu günümüze ulaşarak önemli bir yekûn teşkil etmiştir. Bu eserleri genel olarak iki sınıfta değerlendirmek mümkündür:
1. Temel Kaynaklar
Hadis edebiyatının oluşumunda ilmî ve fikrî hareketlerin, kelâmî ve fıkhî görüşlerin oldukça büyük etkisi olmuştur. Bu itibarla hadis kitaplarında inanç, ibadet ve muâmelât ile ilgili hadisleri toplamaya ağırlık verilmiştir. Ayrıca hadislerin isnad ve metinleriyle alâkalı teknik bilgiler daima ilgi kaynağı olmuştur. Bu nedenle erken dönemde yazılan eserlerin çoğunluğu temelde hadis uzmanlarına has özel ilmî mülâhazalarla kaleme alınmıştır. Kütüb-i Sitte olarak (altı hadis kitabı) adlandırılan ana hadis kaynakları bu sınıfta değerlendirilebilir.
2. Ahlâk ve Âdâb Hadislerini İçeren Derleme Eserler
Hadis edebiyatı içinde belli konu veya belli maksada yönelik olan ve bilhassa sünnetin insan davranışına örnek teşkil edecek nümunelerini içeren müstakil eserler de bulunmaktadır. Halkın eğitimi, irşadı, yetiştirilmesi ve yönlendirilmesi açısından oldukça önemli olan bu eserlerde özellikle bireysel ve toplumsal hayatın çeşitli alanlarıyla ilgili olan hadisler bir araya getirilmiş ve Müslümanların itikad, ibadet, ahlâk ve muâmelât sahasında İslâm’ın yüksek umdelerine göre davranmalarını sağlamak hedeflenmiştir. İrşad, tebliğ ve davet mahiyetindeki bu eserlerin en önemlileri arasında İmam Buhârî’nin (256/870) el-Edebü’l-müfred ’i, Tirmizî’nin (279/892) Şemâil ’i, Ebu’l-Leys es-Semerkandî’nin (373/983) Tenbîhü’l-ğâfilîn ’i, Kudâî’nin (454/1062) Şihâbü’l-ahbâr ’ı, İbnü’l-Cevzî’nin (597/1201) Bustânü’l-vâizîn ve Saydü’l-hâtır ’ı ile Süyûtî’nin (911/1505) Tahzîrü’l-eykâz ’ı sayılabilir. Ayrıca müstakil konulu çeşitli hadis risaleleri, seçkiler, kırk hadisler, mekârim-i ahlâk kitapları bu cümledendir.
Hadis ilminde yukarıda sözü edilen iki tasnif türüne ilâveten dikkat çeken başka hadis eserleri de yazılmıştır. Bunlardan öne çıkanları şunlardır:
Tehzîbü’l-âsâr ve tafsîlü’l-meâni’s-sâbit mine’l-ahbâr
Üçüncü asrın en önemli ilmî simalarından Ebû Ca’fer Muhammed b. Cerîr et-Taberî’nin (310/923) tamamlamaya ömrünün kâfi gelmediği Tehzîbü’l-âsâr isimli eseri, daha önce oluşturulmuş eser türlerinden herhangi birini takip etmez. Eser, isnadların karşılaştırılmasından metin ve muhtevanın mukayesesine, konu etrafında farklı kanallardan gelen hadislerin birlikte değerlendirilmesinden hadislerdeki illetlere, fıkhî neticelerden lügavî izahlara varıncaya kadar bir hadisin çok yönlü olarak değerlendirilmesine imkân tanımakta, herhangi bir konuyu hadislerle ele alma ve etraflıca çalışma kolaylığı sunmaktadır.142 Ancak eserin özgünlüğü Taberî’nin çeşitli fıkhî yaklaşımları temellendiren rivayetleri içermesinden değil, bununla birlikte aynı konudaki başka rivayetleri kendisine karşı bir muhalif üslûbuyla vermesinden ileri gelir.143 Taberî’nin ilk başta verdiği asıl hadisten sonra aynı içerikteki ve ilişkili ilgili tüm rivayetleri sıralaması eserinin bir başka özgün yanını teşkil eder.
el-Müsned es-sahîh ale’t-tekâsîm ve’l-envâ’
Hicrî dördüncü asrın önemli hadisçilerinden İbn Hibbân el-Büstî (354/965), tasnif döneminden sonra ilk defa hadisleri değişik yönleri ile almayı ve açıklamayı esas alarak bu eseri kaleme almıştır. Tamamı günümüze ulaşmamış olan eser,144 klâsik tasnif usullerinden farklı olarak emirler, nehiyler, haberler, mubahlar ve Peygamber’in fiilleri şeklinde beş bölüm (tekâsîm) halinde düzenlenmiştir. Ayrıca bunlardan her biri, yine ifade ettikleri hüküm, anlam, değer ve bağlayıcılık bakımından alt bölümlere (envâ’) ayrılmıştır. Bu taksimle İbn Hibbân, emirler için yüz on, nehiyler için yüz on, haberler için seksen, mubahlar için elli ve fiiller için de elli olmak üzere dört yüz ana başlık belirlemiştir. Bu başlıkları belirlerken de başta konu bütünlüğü olmak üzere emir veya yasağın tüm zamanları ve herkesi kapsayıp kapsamadığını ve Hz. Peygamber’in hangi maksadı gözettiğini dikkate almıştır. Kitap Türk asıllı hadis bilgini İbn Balabân (739/1339) tarafından da el-İhsân fî takrîbi sahîhi ibn Hibbân adıyla fıkıh bâblarına göre yeniden düzenlenmiş ve muhtelif baskıları yapılmıştır.
Mesâbîhu’s-sünne
Muhyi’s-sünne el-Begavî’ye (516/1122) ait eserde, güvenilir hadis kaynaklarından senedleri çıkartılarak seçilen hadisler, önce konularına göre sıralanmış, sonra da her bâb kendi arasında sahîh ve hasen hadisler olmak üzere ikiye ayrılmıştır. 4719 hadisi ihtiva eden eser, İslâm âleminde büyük bir şöhret kazanmış ve üzerinde otuzdan fazla âlim tarafından şerh ve yorumlar yazılmıştır.145
Câmiu’l-usûl li ehâdîsi’r-resûl
Mecdüddin İbnü’l-Esîr (606/1210) tarafından tasnif edilen eser Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî ve İmam Mâlik’in eserlerinden derlenip konularına göre alfabetik olarak sıralanan hadislerden meydana gelmektedir. Sahâbî râvileri dışında senedleri tümüyle hazfedilen eser üzerinde pek çok çalışma yapılmıştır. Kitap Türkçeye de çevrilmiştir.146
et-Terğîb ve’t-terhîb
Münzirî (656/1258) nisbesiyle bilinen Ebû Muhammed Zekiyyüddin Abdülazîm’e ait olan eser, klâsik hadis kaynaklarından seçilmiş beş binden fazla hadisin, yirmi beş bölüm halinde sıralanmasıyla meydana gelmiş olup senetlerde sahâbî dışındaki kişiler zikredilmemiştir. Konuların işlenişinde önce terğîb (teşvik) hadislerine sonra terhîb (sakındırma) hadislerine yer verilmiştir. Eser, tertibi, rivayet seçimi, hadislerin güvenilirlik derecesinin belirtilmesi gibi sebeplerle İslâm dünyasında büyük şöhret kazanmıştır.
Mişkâtü’l-mesâbîh
el-Begavî’den (516/1122) yaklaşık iki asır sonra Hatîb Tebrizî (737/ 1336) onun Mesâbîhü’s-sünne adlı eserine 1511 hadis ziyade etmek suretiyle Mişkâtü’l-mesâbîh adlı eserini meydana getirmiştir. Tebrizî, Begavî’nin senedsiz zikrettiği hadislerin râvi ve kaynağını göstermek ve hemen hemen her bâbı üç fasla çıkarmak suretiyle Mişkât ’ı telif etmiştir. Mişkât üzerine yapılan en önemli çalışma Aliyyü’l-Kârî’nin (1014/1605) Mirkâtü’l-mefâtîh adlı eseridir. Aliyyü’l-Kârî, mükerrer rivayetleri çıkararak hadisleri senedleriyle birlikte kaydetmiş, merfû veya mevkûf olduklarını belirtmiş, muhtasar rivayetlerin tamamını zikretmiş ve Tebrizî’nin garîb yahut zayıf olarak nitelediği rivayetleri yeniden değerlendirmiştir.147
Riyâzü’s-sâlihîn
Ünlü hadis âlimi Ebû Zekeriyya en-Nevevî’nin (676/1277) İslâm ahlâkını ve âdâbını öğretmek maksadıyla 1.900 hadisi, on sekiz bölüm halinde topladığı bu eseri, geniş halk kitleleri tarafından büyük ilgi görmüştür. Sadece bir hadis derlemesi değil aynı zamanda Nevevî’nin yaşadığı dönemde toplumun ve İslâm coğrafyasının meselelerini ortaya koyan bir belge, birey ve toplumun ihtiyaçlarına İslâm’ın iki ana kaynağı ışığında çözüm üretme yollarını anlatması bakımından insanlar için bir rehber niteliğindeki bu eser, asırlarca İslâm dünyasında Müslümanların el kitabı olma özelliğini korumuş, bu sebeple Kur’ân-ı Kerîm’den sonra en çok okunan kitap olduğu söylenmiştir.148
Câmiu’l-ulûm ve’l-hikem
Hicrî sekizinci asır hadisçilerinden İbn Receb el-Hanbelî’nin (795/ 1393), Nevevî’nin kırk iki hadis ihtiva eden el-Erbaîn adlı mecmuasını elliye tamamlayarak hazırladığı şerhidir. Eserde hadislerin sıhhat derecesi ve aynı mealdeki benzer rivayetler yanında ilgili fıkhî hükümler de zikredilmektedir. Zira “ehâdîs-i külliyye” de denilen bu tür hadisler fıkhın küllî kaidelerine mesned teşkil etmektedir.149
el-Câmiu’s-sağîr
Hadis edebiyatı eserlerinden daha kolayca yararlanma ihtiyacı müellifleri yeni arayışlara zorlamıştır. Bugün bile okuyucu için en kolay kulanıma sahip olma niteliğini taşıyan alfabetik sistem, hadis edebiyatındaki yerini merfû ve kavlî hadis metinleri için hicrî onuncu asırda almıştır. Bu türün ilklerinden biri, Celâleddin es-Süyûtî’nin (911/1505) el-Câmiu’s-sağîr ’idir. Kısa ve özlü hadislere tahsis edilen el-Câmiu’s-sağîr ’de on bin kadar hadis bulunmaktadır. Hadisler genellikle kelimenin ilk iki harfine göre alfabetik olarak sıralandığı için senedler tamamen hazfedilmiştir. Her hadis metninden sonra, hadisin bulunduğu kaynaklar birer remiz ile gösterilmiştir.150
et-Tecrîdü’s-sarîh li ehâdîsi’l-Câmii’s-sahîh
Hicrî dokuzuncu asır bilginlerinden Yemenli Ebu’l-Abbâs Zeynüddin Ahmed b. Ahmed ez-Zebîdî’ye (893/1488) ait olan eser, Buhârî’nin meşhur eseri el-Câmiu’s-sahîh ’in muhtasarıdır. Eser, tertibi ve kullanışlı olmasıyla şöhret bulmuştur. Eserde hadislerin isnadları düşürülmüş, sadece Hz. Peygamber’e ait olan merfû hadislere yer verilmiş, mükerrer hadisler tekrarsız olarak zikredilmiş ve böylece aslına nispetle dörtte bir oranında küçülmüştür.151 Eser Cumhuriyet döneminde Türkçeye de çevrilmiş ve Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yayımlanmıştır.
Teysîru’l-vüsûl ilâ Câmii’l-usûl
İbnü’l-Esîr’in (606/1210) Câmiu’l-usûl ’ünün İbnü’d-Deyba’ (944/1537) tarafından hazırlanan muhtasarının adıdır. İbnü’d-Deyba’, yukarıda adı geçen Zebîdî’nin talebesidir. Câmiu’l-usûl ’de olduğu gibi Teysîru’l-vüsûl ’de de Kütüb-i Sitte ’nin altıncı kitabı olarak Muvatta’ yer aldığı için İbn Mâce’nin Sünen ’indeki rivayetlere yer verilmemiştir. Eser Türkçeye çevrilmiş ve tercümeye İbn Mâce’nin Sünen ’i de ilâve edilmiştir.152
Kenzü’l-ummâl
Müttakî el-Hindî’nin (975/1567) Süyûtî’ye ait derleme türü üç hadis eserindeki rivayetleri fıkıh konularına göre alfabetik olarak düzenlediği hadis kitabıdır. Senedleri hazfedilmiş kırk binden fazla rivayetin yer aldığı eser, fıkıh konularına göre düzenlenmiştir.
Bu eserlerle güdülen amaç hadis mirasını olabildiğince geniş halk kitlelerine ulaştırma gayretidir. Ancak esas halka yönelik hadis eserleri Osmanlı döneminde kaleme alınmıştır.
Osmanlı Dönemi Hadis Çalışmaları
Hadis tarihi oluşum, gelişim, açılım, daralma ve yeni/dönüşüm dönemi şeklinde tarihsel safhalara ayrılacak olursa, Osmanlı devrine daralma dönemi denk düşer. Bu döneme nazım, haşiye, muhtasar ve şerh türü eserler rengini verir.153 Bu dönem, daha önceki devirlerde ortaya konulan mesai ve edebî türlerin çeşitliliğine nispetle bir duraklamayı/dinginleşmeyi ifade eder. Osmanlı döneminde hadisin en güçlü biçimde ele alındığı alan, eğitim kurumları yani “dârülhadis”lerdir. Bu hadis okullarında daha çok ders takririne yönelik eserler okutulmuş, Buhârî ve Müslim’in Sahîh leri ile Sâğânî’nin Meşâriku’l-envâr ’ı en çok okutulan kitaplar olmuştur. Diğer yandan Osmanlı hadisçileri medreselerde tedris edilen eserlerin yanında kitlelere hitap edecek hadis kitapları kaleme almayı ihmal etmemişlerdir. Bilhassa IX/XV. asırdan itibaren Osmanlı müelliflerinin “kırk hadis” çalışmalarına yöneldikleri görülür. Arapça kırk hadislerin yanında Osmanlı’da bir de Türkçe kırk hadis çalışmaları vardır ve bunların çoğu manzumdur. Divan Edebiyatı da denilen, Klâsik Türk Edebiyatı’nın egemen olduğu dönemde kaleme alınmış manzum yüz hadis eserleri de hadisi halka ulaştıran ve halk bilgisinin şekillenmesine etki eden hadis çalışmalarıdır. Osmanlı insanına Hz. Peygamber sevgisini ve ona nispet edilen hadisleri taşıyan daha başka eser türleri de vardır. Muhammediyye , Envârü’l-âşıkîn ve Ahmediyye gibi eserler, asırlarca Osmanlı devrinde Hz. Peygamber ile ilgili olarak şekillenen halk anlayışını beslemişlerdir. Sûfî kaynaklı eserler de kimi hadislerin topluma ulaşmasında aracı görevi görmüş ve bazı telakkileri bu hadisler vasıtasıyla geniş halk katmanlarına kabul ettirmiştir. İrşad amacıyla kaleme alındıkları için bilimsel bir titizlik gösterilmemiş ve halkın iyiye ve güzele yönlendirilmesine faydası dokunacak her türlü bilgi, haber, hikâye gibi hadis ve rivayetler rahatlıkla kullanılmıştır. Osmanlı devri halk kaynaklarında hadislere yer veren müelliflerin geneli, bugünkü mânâda bir bilimsel tenkit anlayışıyla rivayetlerin tarihî ve ilmî olarak sahîh olup olmamasıyla ilgilenmemişler, rivayetleri halk irfanının mutemet kaynakları olarak kabul etmişlerdir.154
Osmanlı döneminde Anadolu’da hadis, eğitim kurumlarında “dârül­hadis”lerin tesisiyle yerini alır. İlk Osmanlı dârülhadisi I. Murad devrinde (792/1389) İznik’te yaptırılır. Bu, İslâm Dünyası’nda bilinen en eski dârülhadisin kurulmasından yaklaşık iki buçuk asır sonraya rastlar. Zira hicrî altıncı asırda Sultan Nûreddin Mahmûd’un (569/1173) Dımaşk’ta kurduğu “Nûriyye Dârülhadisi” bu alanda ilk olarak kabul edilir. I. Murat devrinin önemli sîmalarından biri olan İbn Melek İzzeddin Abdüllatîf (797/1394), İslâmî ilimlerin her alanında kaynak olmuş, İzmir Tire’de müderrislik yapmıştır. Eserlerinden birisi, Osmanlı medreselerinin hadis sahasındaki başyapıtlarından biri olan Sâğânî’nin (650/1253) Meşâriku’l-envâr ’ı üzerine yazılmış olan Mebârikü’l-ezhâr ’dır.
Osmanlı dârülhadislerinin en önemlilerinden biri, II. Murad tarafından kurulan Edirne Dârülhadisi’dir. Yapının inşa tarihi 828/1435’tir. II. Murad devrinde (1421-1451) Arabistan, Türkistan ve Kırım’dan birçok değerli âlim getirilmiştir. Aralarında Molla Gürânî, Alâeddin et-Tûsî, Alâeddin es-Semerkandî ve benzeri şahsiyetlerin de bulunduğu bu âlimler heyetinde Osmanlı’da ilk resmî hadis hocası sayılan Fahreddin Acemî (865/1460-1461) de vardır. Fatih devrinin gözde sîması, sultanın hocası, Şeyhülislâm Molla Gürânî’nin (893/1487) el-Kevseru’l-cârî (alâ/fî) ilâ Riyâzi’l-Buhârî adlı Buhârî şerhinin bulunması, eğitim kurumlarına denk olarak temel hadis kaynakları üzerine de çalışmalar yapıldığını gösterir. Gürânî’nin, Mısır’daki hadis birikimini Anadolu’ya taşıyan önemli isimlerden biri olduğu söylenebilir. Zira kendisi 835/1431 civarında Kahire’ye gelmiş ve İbn Hacer’den (852/1448) Buhârî’nin es-Sahîh ’i ve Irâkî’nin Şerhu elfiyye ’sini; Zeyneddin ez-Zerkeşî’den (846/1442) Müslim’in es-Sahîh ’ini okumuştur. Tarihçi Makrizî (869/1441) kendisinden Müslim ve benzeri eserleri okumuştur. Gürânî, Fatih devrinde İstanbul’da kendi adına bir de dârülhadîs medresesi yaptırmıştır.
II. Bayezid döneminde (1481-1512) Amasya’da kurulan Abdullah Paşa Dârülhadis’i (890/1485), Kanunî devrinde inşa edilen Süleymaniye Dârülhadisi’ne (964/1557) kadar dikkat çeken önemli kurumlardandır. Bu devrin mühim sîması ise Tokatlı Molla Lütfi’dir(900/1495) ve döneminde pek çok eser vermiştir. Bunlar içerisinde hadisle ilgili olan Şerhu’l-Buhârî veya Ta’lika ale’l-Câmi’i’s-sahîh dikkate değer bir çalışmadır.
Yavuz Sultan Selim (1512-1520) dönemi, kuşkusuz Osmanlı Anadolu coğrafyasında bir dönüm noktasıdır. Mısır’ın Osmanlı yönetimine katılması, sadece siyasal bir açılım değil aynı zamanda bilimsel, kültürel ve sanatsal bir kazanım da olmuştur. Osmanlı dönemi Mısır’ının mümtaz hadisçilerine örnek vermek gerekirse bunlar arasında Abdurraûf el-Münâvî’yi (1031/1621) anmak gerekir. Eserleri arasında on bin hadisi içeren ve kırk dört kaynaktan derlenen Künûzü’l-hakâik önemli bir yer tutar. Rûdânî (1094/1682) ise Münâvî’nin ölümünden yedi yıl sonra Kuzey Afrika’nın Sus kenti yakınlarındaki bir kasabada doğmuş, Marakeş, Cezair ve Mısır’da ilim tahsil etmiştir. Rûdânî, Osmanlı devri Anadolu’sunun en büyük hadisçilerinin yetişmesine de büyük katkısı olan bir zattır. Eserlerinden Cem’u’l-fevâid min Câmi’i’l-usûlve Mecmai’z-zevâid, hadis sahasında önemli bir derlemedir. Bu çalışma, Büyük Hadis Külliyâtı adıyla Türkçeye de çevrilmiş ve üç cilt halinde basılmıştır.155
Süleymaniye Dârülhadisi’nin kurucusu olan Kanûnî Sultan Süleyman devri (974/1566), her bakımdan Türk ilim, irfan ve edebiyatının şahsiyetini kazandığı bir kemal devresidir. İbn Kemal Paşa (940/1533), Molla Lütfi, Kestelli, Hatibzâde ve Marufzâde’den ders aldıktan sonra Edirne medreselerine müderris olmuştur. Edirne kadılığı ve Anadolu kazaskerliği yapmış, Kanûnî devrinde şeyhülislâm olmuştur. Arapça, Farsça ve Türkçe şiirler de yazan İbn Kemal’in iki yüz kadar eseri vardır. Hadis alanında Ta’lika ale’l-Câmii’s-sahîh li’l-Buhârî, Şerhu Meşâriki’l-envâr li’s-Sâğânî veŞerhu erba’in isimli eserleri bulunmaktadır.
II. Selim devrinde (1566-1574) padişahın hocası Atâullah Efendi tarafından Birgivî Mehmed Efendi (981/1573) için Birgi’de İsa Bey Camii yakınında inşa ettirilen “Atâullah Efendi Dârülhadis”i (979/1571) önemli bir mevkii haizdi. Osmanlı hadisçiliğinin en mühim simalarından birisi olan Birgivî Mehmed Efendi,156 hadis usulüne ilişkin bir risale, ibadetler konusunda kırk hadis şerhi ve iki ciltlik Kitâbü’l-îmân ve’l-istihsân adlı derleme çalışmasıyla hadis sahasında dikkat çeken eserler vermiştir. Birgivî, ahlâk sahasında kaleme aldığı et-Tarîkatü’l-Muhammediyye adlı eseriyle ilim ve kültür dünyamızda derin tesirler uyandırmıştır. Tek ciltlik bu eserinde 775 hadis naklederek neredeyse müstakil bir hadis eseri oluşturan Birgivî, sünnete dayanan sağlam bir ahlâkî yapılanmayı okuyucusuna sunmaktadır. Tarîka üzerinde çok sayıda şerh çalışması yapılmıştır.
Osmanlı dârülhadislerinde ders metni olarak Sahîh-i Buhârî , Sahîh-i Müslim ; Bağavî’nin (516/1126) Mesâbîhu’s-sünne ; es-Sâğânî’nin (650/1253) Meşâriku’l-envâr gibi eserleri okutulmuştur. Bu kurumlarda yetişen hadisçilerin, sadece birkaç hadis kitabını okuduklarını düşünmek yanıltıcı olur. Devrin ilim anlayışı çerçevesinde okunması mutat olan temel hadis kaynakları Osmanlı dârülhadislerinde de okunmaktadır. Bunu görmek için Osmanlı’nın son muhaddisi sayılabilecek olan Zâhid el-Kevserî’nin (1371/1952) hadis birikimine ve onu nasıl edindiğine bakmak yeterlidir. Onun icazet ve rivayet silsilelerinden anlaşılmaktadır ki, Osmanlı dönemi Anadolu’sunda on yedinci asırdan itibaren geleneksel hadis nakil usulüne uygun bir biçimde hadis kaynaklarının okunması ve aktarılması geleneği oturmuştur. Yine rivayet silsilelerinden anlaşılan bir başka husus, Mısır’ın Yavuz Selim tarafından Osmanlı yönetimine katılmasıyla birlikte Anadolu, Mısır, Irak ve Suriye bölgesi âlimleri arasındaki bilgi alışverişinin daha da hızlandığıdır. Meselâ, Necmeddin el-Gaytî (984/1576) Osmanlı egemenliğindeki Mısır’ın yetiştirdiği en gözde hadis hafızlarından biridir. Onun talebelerinin talebeleri kanalıyla geleneksel hadis aktarım/rivayet usulü Anadolu’da da yaygınlaşma sürecine girmiş ve on sekizinci ve on dokuzuncu asırlarda iyice yaygınlaşmıştır. Gaytî, İbn Hacer’in (852/1448) ileri gelen talebesi Zekeriyya el-Ensârî’nin (925/1519) öğrencisidir. Gaytî ve hocası Zekeriyya el-Ensârî aynı zamanda Hind uleması ile Osmanlı Anadolu ulemasının ortak hadis kaynaklarını teşkil etmektedirler. Eğer son asırlarda Hindistan’ın yetiştirdiği büyük hadisçilerden birisi olan ve Hind-Pakistan alt kıtasında hadisçilik cereyanına ruhunu veren Şah Veliyyullah ed-Dihlevî’nin (1176/1762) hadisteki rivayet silsileleri incelenecek olursa, bunların bir kısmının Gaytî ve Ensârî kanalıyla İbn Hacer’e ulaştığı görülür. Aynı durum Yemen hadisçileri için de geçerlidir. Bunun örneği Sıddık Hasan Han el-Kannûcî’nin (1307/1889) icazet belgesidir. Böylece Gaytî, Osmanlı dönemi Anadolu, Hind ve Yemen hadisçilerinin ortak noktalarından birini teşkil eder. Bunun bir anlamı da, Osmanlı yönetimindeki Mısır’ın Hadis İlmi bakımından hâlâ cazibe merkezi olma özelliğini koruduğudur.
İsmail el-Aclûnî de (1162/1748) Şam’da yetişmiş bir Osmanlı devri hadisçisidir. III. Ahmed’in hükümdarlığı zamanında 1707 yılında hilâfet merkezi İstanbul’a gelmiş ve burada bir yıl kalmıştır. Osmanlı Anadolusu’nda Aclûnî’nin el-Erbaûn el-Aclûniyye adlı eseri okunarak aktarılmıştır. Onun İstanbul’a geldiği sene Kalenderhane Mahallesi’nde Hasan Ağa Dârülhadis’i (1119/1707) açılmıştır. Bu tarih, Sadrazam Damad İbrahim Paşa’nın (1143/1730) kendi adına dârülhadisler, külliyeler, kütüphaneler tesis ettiği; devrin akademisi sayılabilecek ilim heyetleri teşkil ettiği bir sürecin arefesidir. Nitekim zamanın padişahı III. Ahmed, kendisi de Hadis İlmi’ne özel bir ilgi duymaktadır. III. Ahmed’in hadise olan ilgisi devrinde yazılmış pek çok kırk hadis kitabından da anlaşılabilir. Nitekim bu eserlerden bazıları Sultan’a ithafen kaleme alınmıştır. Enderûn-ı Hümâyûn mensubu Abdullah b. Mehmed’in Padişah’ın cülûs yılı olan 1115/1703’de kaleme aldığı Ahsenü’l-haber başlıklı kırk hadis çalışması bunlardan biridir. Hikmetî’nin kırk hadis tercümesi ile Osmanzâde Tâib’in Sıhhat-âbâd adlı kırk hadis tercümesini yine aynı padişaha ithafen yazmış olmaları da bunu desteklemektedir.
On sekizinci asır Osmanlı Anadolusu’nun en büyük hadisçisi ise tartışmasız Amasyalı Yusuf Efendizâde Abdullah’tır (1167/1754). Yusuf Efendi 1066/1655’de Amasya’da doğmuştur. Babası Muhammed el-Amasî, ayrıca, Ali b. Süleyman el-Mansûrî (1134/1721), Kara Halil (1123/1711) ve İbrahim b. Süleyman el-Bektâşî’den (1120/1708) ve Ayasofya Şeyhi diye şöhret bulan Süleyman el-Fâzıl’dan (1134/1721) okumuştur. Hocası olan bu zat, Anadolu’nun gözde hadisçilerinden biri olarak nitelenir. Yusuf Efendizâde seksen iki yaşında 1167/1754’de vefat etmiştir. Hadis alanında iki mühim eseri vardır: Bunlardan birisi Buhârî şerhi Necâhu’l-kâri ’dir ve otuz cüzden müteşekkildir. Hadis alanındaki diğer çalışması, Müslim şerhidir ve İnâyetü’l-meliki’l-mün’im li şerhi Sahîh-i Müslim başlığını taşımaktadır.
Trablusşam müftülüğü de yapmış olan Seyyid Ahmed el-Ervâdî, 1266/1849’da İstanbul’a gelmiş ve iki sene Ayasofya’da hadis okutmuştur. Talebesi ve müridi Gümüşhanevî de kendisiyle bu sırada tanışmış ve ondan hadis dersleri almıştır. Gümüşhanevî’nin hadis sahasında, Râmûzu’l-ehâdîs (I-II); onun şerhi Levâmiu’l-ukûl (I-V) Garâibü’l-ehâdîs ve Hadîs-i erbaîn gibi eserleri vardır. Gümüşhanevî 1877’de hac dönüşü Mısır’a uğramış ve üç sene orada kalarak Nâsıriyye, Ezher ve Seyyidinâ Hüseyin camilerinde hadis okutmuştur.
Osmanlı’nın tarih sahnesinden çekilmesine yaklaşık çeyrek asır kaldığı sırada, geleneksel hadis birikimini bir sonraki kuşağa aktaranlardan birisi Safranbolulu Hafız (Büyük) Ahmed Şâkir’dir (1315/1897). Hocaları arasında Vezir Muhammed Ruşdî eş-Şirvanî (1291/1874) ve “Muhaddisü’l-âsıme” (Başkentin Hadisçisi) diye anılan, Buhârî ve Müslim’in Sahîh lerini kendisinden okuduğu Muhammed el-Ezherî (1298/1880) de vardır. Ahmed Şâkir, aralarında Kevserî’nin hocaları Eğinli İbrahim Hakkı ve Alasonyalı Zeynelâbidîn’in de bulunduğu yaklaşık beş yüz âlim yetiştirmiştir. Talebelerinden Erzurumlu Musa Kazım ile Muhammed Nuri daha sonra şeyhülislâm olmuşlar; Mahmud Esad, bakanlık yapmıştır. İzmirli İsmail Hakkı ise hadis de dâhil pek çok sahada Osmanlı birikimini Darülfünûn’a (Üniversite) taşımıştır.
Osmanlı Anadolu coğrafyasında hadis sahasındaki eserlerin çeşit olarak diğer bölgelere göre daha az olmasının farklı nedenleri vardır. Bunlardan birincisi, hadis geleneğinin Suriye, Mısır, Hind gibi bölgelere nispetle Anadolu’ya çok daha geç bir zamanda gelmiş olmasıdır. Bu itibarla ilk dârülhadislerde hocalık yapanlar rivayet ilimlerinde uzmanlaşmış kimseler olmaktan ziyade aklî ilimlerde yetişmiş, ama bu arada Buhârî ve benzeri eserleri de okumuş kimselerdir. Bir diğer sebep, Osmanlı’da âlimler üzerindeki “idarî motivasyon”, diğer bölgelerden çok daha güçlü olmuştur.
Osmanlı hadis geleneğinde dikkati çeken bir diğer nokta ise hadisle tasavvufun kaynaşmış olmasıdır. Özellikle Mısır’ın Osmanlı yönetimine katılması Anadolu’daki resmî hadisçiliği olduğu kadar sivil hadisçiliği de derinden etkilemiştir. Bu tarihten itibaren, daha önceleri de kısmen var olan bölgeler arası bilgi alışverişi daha da hızlanmıştır. Anadolu’daki hadis geleneğinin Gaytî (984/1576), Aclûnî (1162/1748) ve Ervâdî (1275/1858) gibi sûfî hadisçilere dayandığı görülür. Osmanlı devrinde hadisle meşgul olan zatlara şu şahıslar örnek verilebilir:
Fahreddin-i Acemî (865/1460)
Molla Gürânî (893/1487)
Molla Lütfî (900/1495)
İbn Kemal Paşa (940/1533)
Birgivî Mehmed Efendi (981/1573)
İbn Melek (979/1571)
er-Rûdânî Süleyman (1094/1682)
Yusuf Efendizâde (1167/1754)
Ahmed Ziyâeddin (1311/1893)
Oryantalizm ve Modern Zamanlarda Hadis Tartışmaları
Dünyanın farklı bölge ve coğrafyalarında yaşamalarına ve farklı yapılara sahip olmalarına rağmen tüm Müslümanlar arasındaki inanç ve tatbikat birliği, batılı bilim adamlarının ilgisini çeken bir husus olmuştur. Modern batı zihniyeti, farklı dilleri konuşan, farklı örf ve âdetlere sahip ve Müslüman olmadan önce de ortak bir geçmiş yaşantıları olmayan milletlerin İslâm"a mensup olduktan sonra sofra âdâbından giyim-kuşam kültürüne, komşuluk ilişkilerinden uluslararası münasebetlere kadar pek çok alanda birbirleriyle uyumlu (homojen) bir kültür inşa etmiş olmalarını algılamakta güçlük çekmiştir. Ohalde İslâm toplumlarında bu ortak benzeşik yapıyı sağlayan temel unsurlar nelerdir? İslâm Dünyası batılı şarkiyatçılar (oryantalistler) sayesinde bu soruyla tanışmıştır. Dahası, Müslüman düşünürlerin oryantalistler kadar bu sorunun cevabına ilgi duymamış olmaları, üzerinde düşünülmesi gereken bir husustur.
Batılı araştırmalar bu sorunun cevabını Hz. Peygamber"in mânevî bilgi mirasında bulmuşlardır. Buna göre sünnet ve hadis ten oluşan bu miras, yüzyıllar boyunca tüm İslâm topluluklarının ortak bir inanç, zihin ve uygulama birliği elde etmesinde en önemli unsur olmuştur. Bu bakımdan oryantalizm yeni dönem hadis faaliyetleri açısında oldukça önemlidir. Hadisle ilgilenen bazı batılılar hadisi, somut insanî ilişkiler düzleminde İslâmiyet"i hayata geçiren bir unsur olarak gördükleri için bu sahaya el atmışlardır. Ancak onlar Hz. Peygamber"in söz ve davranışlarının bağlayıcı olup olmadığını tespit etmek ve hadislerin sahîh ini sakîm inden (zayıfından) ayırt etmeye çalışmak gibi kadim meselelerle ilgilenmek yerine hadisin İslâm’ın ve Müslümanlığın inşasında oynadığı rol ve İslâm’ın cihanşümûl bir din olmasına nasıl katkı sağladığıyla ilgilenmişlerdir.157
Hadis alanında çalışan muhtelif milletlerden çok sayıda ilim adamı, oldukça ciddi miktarda klasik hadis eserini neşretmiş ve o nispette özgün çalışmalar ortaya koymuştur. Oryantalizmin tarihinde Barthelemy d’Herbelot’un (1625-1695) Bibliotheque Orientale (Şark Kütüphanesi) adlı eseri önemli bir yer tutar. Oryantalist muhitlerde hadisle ilgili ilk bilgilerin bulunduğu eser de yine budur. d’Herbelot bu eserinde Hz. Peygamber, hadis ve sünnet konularında açıklamalara yer verir. Hadislerin büyük bölümünün Talmud’dan alındığını ileri süren d’Herbelot, Hz. Peygamber’i de Dante ve benzeri batılılar gibi görür.
Oryantalist çalışmalar içerisinde 1850’den sonra hadis sahasında yapılan çalışmalar önemli bir yer tutmaktadır. Bilimsel anlamda hadis konusunu ele alanlardan birisi Alois Sprenger’dir (1813-1893). İngiliz-Doğu Hindistan şirketi adına Hindistan’da çalışmalarını sürdüren Sprenger, hadisin tarihî bakımdan güvenilirliği konusuyla yakından ilgilenmiştir. Sprenger, hicrî beşinci yüzyıldan itibaren sadece hadis kaynaklarına değil müelliflerin tenkidinden geçmeden istinsah edildikleri için yazılan hiçbir esere güvenilemeyeceğini iddia etmiştir. William Muir (1819-1905), Reinhart Dozy (1820-1883), Snouck Hurgronje (1858-1940), Leone Caetani (1861-1935), Arthur John Arbery (1905-1969) Hamilton A. R. Gibb (1895-1971) gibi müsteşrikler, hadis ve Hadis İlmi ile ilgilenmişler, çeşitli hadis eserlerini neşretmişler ve hadisin değeri üzerinde makaleler yazmışlardır. Hadisleri değerlendirmede tarihî tenkit metodunu uygulamalı olarak ortaya koyan Ignaz Goldziher (1850-1921) ve hadisleri kaynaklarından bulmayı kolaylaştırmak için hazırladığı Concardance ile Arent Jan Wensinck (851-1939) oryantalist hadis tetkiklerinde önemli bir aşamayı temsil etmektedirler. Joseph Schacht (1902-1969), Goldziher’in yaklaşımını fıkhî hadislere tatbik etmenin yanında isnad araştırmalarında da batı muhitleri için önemli çalışmalar ortaya koymuştur. Schacht’ın görüşleri, hemen hemen bütün oryantalistleri etkisi altına almıştır.
Schacht’tan sonra oryantalist muhitlerde hem nicelik hem de nitelik olarak en yoğun çalışmalara imza atan kişi G. H. A. Juynboll’dur. Onun Muslim Tradition adlı eseri en kapsamlı çalışmalarından birisidir. Nabia Abbot ve Harald Motzki’nin çalışmaları oryantalist gelenek içerisinde farklı bir yaklaşımı temsil etmektedir. Fuad Sezgin ve Mustafa el-Azamî ise oryantalist çalışmalarda ileri sürülen görüşlere muhalif iddia ve eserleriyle dikkat çekmektedirler.
İslâm dünyası oryantalist çalışmalara kayıtsız kalmamıştır. Şarkiyatçıların sünnetin en önemli kaynağı olan hadisi, “sıhhat/güvenilirlik” açısından tartışmaya açmaları, bilhassa Hint-Pakistan ve Mısır bölgesi ilim muhitlerinde büyük yankı yaratmıştır. Hadislerin ilk kez ne zaman yazılmaya başladığı, yine hadis kitabetinin resmî kaydı olan tedvin faaliyetinin başlangıcı, isnad sistemi, uydurma hadislerin kaynakları ve sahâbenin adaleti gibi birçok husus oryantalist itirazlara konu olmuş, dolayısıyla Müslüman âlim ve düşünürlerin mesâisini meşgul etmiştir.158
Cumhuriyet Dönemi Hadis Çalışmaları
Sünnet ve hadis mirasını halk kitlelerine ulaştırma ve anlatma çabaları modern zamanlarda da devam etmiştir. Bu noktada Cumhuriyet döneminde bizzat TBMM’nin iradesiyle hazırlatılan bir hadis eserine değinmek gerekir. Denizli mebusu Mazhar Müfid Bey, “Her Müslümanın elinde Kur’an’ın iyi bir tercümesi ile ehâdîs-i nebeviyyeyi câmi iyi bir külliyat bulunsun.” Diyerek Karesi mebusu Ali Sürûrî Bey de “Kur’ân-ı Mübîn’in tam bir istifade husule gelmesi için ehâdîs-i şerîfeden, kütüb-i müsellemeden hiç olmazsa Buhârî-i Şerîf ve Müslim-i Şerîf tercüme edilmelidir...”159 şeklinde bir teklifte bulunarak bir Kur’an tefsirinin, bir de hadis tercümesinin yapılmasını gündeme getirmişlerdir.160
21 Şubat 1925 tarihinde, kuruluşunun henüz ikinci yılında olan Diyanet İşleri Reisliği’nin bütçesi TBMM’de görüşülürken, ilmiyeden Eskişehir mebusu ve aynı zamanda Şer’iyye ve Evkaf vekili Abdullah Azmi Efendi ve elli üç arkadaşının imzası ile meclis gündemine bir önerge taşınır ve Kur’ân-ı Kerîm’in ve bazı İslâmî eserlerin telif ve tercümesine karar verilir.161 Kararın akabinde bu işi yürütecek ehil insanları tespit için uzun bir uğraşı verilir ve Elmalılı Hamdi Efendi’ye Kur’an Tefsiri, Mehmed Akif Ersoy’a da Kur’an Meali tevdi edilir. Hadis konusunda ise Sahîh-i Buhârî ’nin Zeyneddin Ahmed b. Ahmed ez-Zebîdî (893/1488) tarafından hazırlanmış olan Tecrîd-i sarîh adlı muhtasarının tercüme edilmesi uygun görülür. Bu vazife, Dârülfünun müderrislerinden Babanzâde Ahmed Naim’e (1872-1934) verilir, ancak ilk iki cildi eski harflerle 1926 ve 1928’de İstanbul-Evkaf Matbaası’nda basıldıktan ve üçüncü cildi yayına hazırlandıktan sonra Babanzâde 13 Ağustos 1934’te vefat eder. Bunun üzerine, yarıda kalan bu hizmeti tamamlama görevi dönemin ilim ve siyaset adamlarından Kâmil Miras’a (1875-1957) tevdi edilir. Ahmed Naim’in hazırladığı üçüncü cildin müsveddelerini tashih ederek onun adına neşreden Kâmil Miras, kalan dokuz cildi kendisi tamamlar. Böylece eserin tercüme ve şerhi 1947 yılında bitirilir ve basılır. Eserin 1957’de ikinci, 1993’te ise on ikinci baskısı yine Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yapılır.162
Diyanet İşleri Başkanlığınca bastırılan bir diğer hadis eseri Riyâzu’s-sâlihîn ve Tercemesi ’dir. Merhum A. Hamdi Akseki’nin de kitabın mukaddimesinde ifade ettiği üzere bu eser, bilhassa vaizlerin elinde sahîh ve itimada şayan bir hadis kitabı bulundurmak amacıyla yayımlanmıştır. Üç cilt halinde yayınlanan eserin ilk iki cildinin çevirisini Diyanet İşleri eski başkanlarından Dr. Hasan Hüsnü Erdem, Müşavere Kurulu Üyesi Kıvâmuddin Burslan ile birlikte yapmış, üçüncü cildi de tek başına Türkçeye kazandırmıştır. Ayrıca, Ahmet Hamdi Akseki eser için sünnet, hadis ve hadis tarihine ilişkin muhtasar ve faydalı bir mukaddime yazmıştır. Riyâzu’s-sâlihîn ve Tercemesi ’nin son baskısı Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından 2000 yılında yapılmıştır. Yeni çevirisi ile basımı çalışmaları devam etmektedir.
Cumhuriyet dönemi Türkiye’sinde 1950’den ve özellikle İlahiyat Fakültesi’nin ve Yüksek İslâm Enstitülerinin kurulmasından sonra Hadis İlmi’nin muhtelif sahalarında önemli çalışmalar yapılmıştır. Akademik düzeyde gerçekleştirilen çalışmaların bir kısmı Türk okuruna sunulma imkânı bulurken önemli bir kısmı basılamamıştır. Bu dönemde yapılan çalışmaların bazısı telif, bir kısmı terceme, bir kısmı da tahkik şeklindedir. Bu arada muhtelif konularda çok miktarda makale de kaleme alınmıştır.
1960’lı yıllarda hadis metinlerine yönelik çalışmalara öncelik verilmiştir. Bunlar arasında Ömer Nasuhi Bilmen “500 Hadis, 1961 ”; Hasan Basri Çantay “Hadisler, On Kere Kırk Hadis-1962 ”; Ahmet Davudoğlu “Selamet Yolları-1967” sayılabilir. Bu eser İbn Hacer’in “Bülûğu’l-merâm min edilleti’l-ahkâm ” adlı eserinin bazı şerhlerinden de yararlanılarak hazırlanan bir eserdir. Mehmet Sofuoğlu’nun dilimize kazandırdığı “Sahîh-i Müslim ve Tercemesi-1967-1970”; Mansur Ali Nasıf’ın “et-Tâc el-câmi li’l-usûl fî ehâdîsi’r-Rasûl ” adlı eserinin Bekir Sadak tarafından hazırlanan “Tâc Tercemesi-1966-1968” örnek olarak zikredilebilir.
Cumhuriyet döneminde hadisi halka ulaştırmak maksadıyla hemen hemen bütün ana hadis kitaplarının Türkçeye çevirisi yapılmış; bazı eserler üzerine şerh çalışmaları da gerçekleştirilmiştir. Bunlar arasında “Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi “ 163 ; “İbn Mâce ve Şerhi” 164 ; ve “Riyâzü’s-sâlihînŞerhi ”165 zikredilebilir.
Uzun yıllardan beri hadis kitaplarının Türkçeye çevrildiği bilinmekle birlikte çeşitli nedenlerle hadis eserlerinin Batı dillerine çevrileri Türkçeden çok daha önce başlamıştır. Dilimize ise on dokuzuncu yüzyılın son çeyreğinden itibaren kırk hadis, bin bir hadis, Zübdetü’l-Buhârî , Tecrîd-i sarîh , Riyâzü’s-sâlihîn gibi eserler kazandırılmıştır. 1960-70’li yıllardan sonra temel hadis kaynaklarının çevirisine hız verilmiştir. Daha çok İslâm’ı ana kaynaklarından öğrenme amacıyla hareket edenlerin başvurduğu tercüme hadis kitaplarının, çeviri tekniği, anlaşılırlık ve dil kullanımı açısından hayli sorunlu oldukları ifade edilmiştir. Çevirilerdeki eksikliklerin hadis ve sünnetin doğru anlaşılmasını engellediği, hatta sünnetin yanlış anlaşılmasına sebep olduğu ve hatalı istidlallere ve yorumlara sebebiyet verdiği belirtilmiştir. Ayrıca bazı hatalı çevirilerin hadis ve sünnet hasımlarının eline malzeme verdiği tespiti yapılmıştır.166 Bu itibarla temel hadis kaynaklarının daha yetkin çevirilerine büyük ihtiyaç bulunmaktadır.
51 N40 Nesâî, Tahâret, 36
أَخْبَرَنَا يَعْقُوبُ بْنُ إِبْرَاهِيمَ قَالَ حَدَّثَنَا يَحْيَى - يَعْنِى ابْنَ سَعِيدٍ - عَنْ مُحَمَّدِ بْنِ عَجْلاَنَ قَالَ أَخْبَرَنِى الْقَعْقَاعُ عَنْ أَبِى صَالِحٍ عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ عَنِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم قَالَ « إِنَّمَا أَنَا لَكُمْ مِثْلُ الْوَالِدِ أُعَلِّمُكُمْ إِذَا ذَهَبَ أَحَدُكُمْ إِلَى الْخَلاَءِ فَلاَ يَسْتَقْبِلِ الْقِبْلَةَ وَلاَ يَسْتَدْبِرْهَا وَلاَ يَسْتَنْجِ بِيَمِينِهِ » وَكَانَ يَأْمُرُ بِثَلاَثَةِ أَحْجَارٍ وَنَهَى عَنِ الرَّوْثِ وَالرِّمَّةِ .HM7403 İbn Hanbel, II, 250. حَدَّثَنَا يَحْيَى بْنُ سَعِيدٍ حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ عَجْلَانَ حَدَّثَنِي الْقَعْقَاعُ بْنُ حَكِيمٍ عَنْ أَبِي صَالِحٍ عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ قَالَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِنَّمَا أَنَا لَكُمْ مِثْلُ الْوَالِدِ أُعَلِّمُكُمْ فَإِذَا أَتَى أَحَدُكُمْ الْخَلَاءَ فَلَا تَسْتَقْبِلُوهَا وَلَا تَسْتَدْبِرُوهَا وَلَا يَسْتَنْجِي بِيَمِينِهِ وَكَانَ يَأْمُرُ بِثَلَاثَةِ أَحْجَارٍ وَيَنْهَى عَنْ الرَّوْثِ وَالرِّمَّةِ
52 M607 Müslim, Tahâret, 57
حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ الْمُثَنَّى حَدَّثَنَا عَبْدُ الرَّحْمَنِ حَدَّثَنَا سُفْيَانُ عَنِ الأَعْمَشِ وَمَنْصُورٍ عَنْ إِبْرَاهِيمَ عَنْ عَبْدِ الرَّحْمَنِ بْنِ يَزِيدَ عَنْ سَلْمَانَ قَالَ قَالَ لَنَا الْمُشْرِكُونَ إِنِّى أَرَى صَاحِبَكُمْ يُعَلِّمُكُمْ حَتَّى يُعَلِّمَكُمُ الْخِرَاءَةَ . فَقَالَ أَجَلْ إِنَّهُ نَهَانَا أَنْ يَسْتَنْجِىَ أَحَدُنَا بِيَمِينِهِ أَوْ يَسْتَقْبِلَ الْقِبْلَةَ وَنَهَى عَنِ الرَّوْثِ وَالْعِظَامِ وَقَالَ « لاَ يَسْتَنْجِى أَحَدُكُمْ بِدُونِ ثَلاَثَةِ أَحْجَارٍ » . D7 Ebû Dâvûd, Tahâret, 4.- حَدَّثَنَا مُسَدَّدُ بْنُ مُسَرْهَدٍ حَدَّثَنَا أَبُو مُعَاوِيَةَ عَنِ الأَعْمَشِ عَنْ إِبْرَاهِيمَ عَنْ عَبْدِ الرَّحْمَنِ بْنِ يَزِيدَ عَنْ سَلْمَانَ قَالَ قِيلَ لَهُ لَقَدْ عَلَّمَكُمْ نَبِيُّكُمْ كُلَّ شَىْءٍ حَتَّى الْخِرَاءَةَ . قَالَ أَجَلْ لَقَدْ نَهَانَا صلى الله عليه وسلم أَنْ نَسْتَقْبِلَ الْقِبْلَةَ بِغَائِطٍ أَوْ بَوْلٍ وَأَنْ لاَ نَسْتَنْجِىَ بِالْيَمِينِ وَأَنْ لاَ يَسْتَنْجِىَ أَحَدُنَا بِأَقَلَّ مِنْ ثَلاَثَةِ أَحْجَارٍ أَوْ يَسْتَنْجِىَ بِرَجِيعٍ أَوْ عَظْمٍ .
53 D3855 Ebû Dâvûd, Tıb, 1.
حَدَّثَنَا حَفْصُ بْنُ عُمَرَ النَّمَرِىُّ حَدَّثَنَا شُعْبَةُ عَنْ زِيَادِ بْنِ عِلاَقَةَ عَنْ أُسَامَةَ بْنِ شَرِيكٍ قَالَ أَتَيْتُ النَّبِىَّ صلى الله عليه وسلم وَأَصْحَابُهُ كَأَنَّمَا عَلَى رُءُوسِهِمُ الطَّيْرُ فَسَلَّمْتُ ثُمَّ قَعَدْتُ فَجَاءَ الأَعْرَابُ مِنْ هَا هُنَا وَهَا هُنَا فَقَالُوا يَا رَسُولَ اللَّهِ أَنَتَدَاوَى فَقَالَ « تَدَاوَوْا فَإِنَّ اللَّهَ عَزَّ وَجَلَّ لَمْ يَضَعْ دَاءً إِلاَّ وَضَعَ لَهُ دَوَاءً غَيْرَ دَاءٍ وَاحِدٍ الْهَرَمُ » .
54 Bkz. D169 Ebû Dâvûd, Tahâret, 65.
حَدَّثَنَا أَحْمَدُ بْنُ سَعِيدٍ الْهَمْدَانِىُّ حَدَّثَنَا ابْنُ وَهْبٍ سَمِعْتُ مُعَاوِيَةَ - يَعْنِى ابْنَ صَالِحٍ - يُحَدِّثُ عَنْ أَبِى عُثْمَانَ عَنْ جُبَيْرِ بْنِ نُفَيْرٍ عَنْ عُقْبَةَ بْنِ عَامِرٍ قَالَ كُنَّا مَعَ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم خُدَّامَ أَنْفُسِنَا نَتَنَاوَبُ الرِّعَايَةَ رِعَايَةَ إِبِلِنَا فَكَانَتْ عَلَىَّ رِعَايَةُ الإِبِلِ فَرَوَّحْتُهَا بِالْعَشِىِّ فَأَدْرَكْتُ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يَخْطُبُ النَّاسَ فَسَمِعْتُهُ يَقُولُ « مَا مِنْكُمْ مِنْ أَحَدٍ يَتَوَضَّأُ فَيُحْسِنُ الْوُضُوءَ ثُمَّ يَقُومُ فَيَرْكَعُ رَكْعَتَيْنِ يُقْبِلُ عَلَيْهِمَا بِقَلْبِهِ وَوَجْهِهِ إِلاَّ قَدْ أَوْجَبَ » . فَقُلْتُ بَخْ بَخْ مَا أَجْوَدَ هَذِهِ . فَقَالَ رَجُلٌ مِنْ بَيْنِ يَدَىَّ الَّتِى قَبْلَهَا يَا عُقْبَةُ أَجْوَدُ مِنْهَا . فَنَظَرْتُ فَإِذَا هُوَ عُمَرُ بْنُ الْخَطَّابِ فَقُلْتُ مَا هِىَ يَا أَبَا حَفْصٍ قَالَ إِنَّهُ قَالَ آنِفًا قَبْلَ أَنْ تَجِىءَ « مَا مِنْكُمْ مِنْ أَحَدٍ يَتَوَضَّأُ فَيُحْسِنُ الْوُضُوءَ ثُمَّ يَقُولُ حِينَ يَفْرُغُ مِنْ وُضُوئِهِ أَشْهَدُ أَنْ لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللَّهُ وَحْدَهُ لاَ شَرِيكَ لَهُ وَأَنَّ مُحَمَّدًا عَبْدُهُ وَرَسُولُهُ إِلاَّ فُتِحَتْ لَهُ أَبْوَابُ الْجَنَّةِ الثَّمَانِيَةُ يَدْخُلُ مِنْ أَيِّهَا شَاءَ » . قَالَ مُعَاوِيَةُ وَحَدَّثَنِى رَبِيعَةُ بْنُ يَزِيدَ عَنْ أَبِى إِدْرِيسَ عَنْ عُقْبَةَ بْنِ عَامِرٍ .
55 B89 Buhârî, İlim, 27.

حَدَّثَنَا أَبُو الْيَمَانِ أَخْبَرَنَا شُعَيْبٌ عَنِ الزُّهْرِىِّ ح قَالَ أَبُو عَبْدِ اللَّهِ وَقَالَ ابْنُ وَهْبٍ أَخْبَرَنَا يُونُسُ عَنِ ابْنِ شِهَابٍ عَنْ عُبَيْدِ اللَّهِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ أَبِى ثَوْرٍ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عَبَّاسٍ عَنْ عُمَرَ قَالَ كُنْتُ أَنَا وَجَارٌ لِى مِنَ الأَنْصَارِ فِى بَنِى أُمَيَّةَ بْنِ زَيْدٍ ، وَهْىَ مِنْ عَوَالِى الْمَدِينَةِ ، وَكُنَّا نَتَنَاوَبُ النُّزُولَ عَلَى رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يَنْزِلُ يَوْمًا وَأَنْزِلُ يَوْمًا ، فَإِذَا نَزَلْتُ جِئْتُهُ بِخَبَرِ ذَلِكَ الْيَوْمِ مِنَ الْوَحْىِ وَغَيْرِهِ ، وَإِذَا نَزَلَ فَعَلَ مِثْلَ ذَلِكَ ، فَنَزَلَ صَاحِبِى الأَنْصَارِىُّ يَوْمَ نَوْبَتِهِ ، فَضَرَبَ بَابِى ضَرْبًا شَدِيدًا . فَقَالَ أَثَمَّ هُوَ فَفَزِعْتُ فَخَرَجْتُ إِلَيْهِ فَقَالَ قَدْ حَدَثَ أَمْرٌ عَظِيمٌ . قَالَ فَدَخَلْتُ عَلَى حَفْصَةَ فَإِذَا هِىَ تَبْكِى فَقُلْتُ طَلَّقَكُنَّ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَالَتْ لاَ أَدْرِى . ثُمَّ دَخَلْتُ عَلَى النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم فَقُلْتُ وَأَنَا قَائِمٌ أَطَلَّقْتَ نِسَاءَكَ قَالَ « لاَ » . فَقُلْتُ اللَّهُ أَكْبَرُ .
56 B7310 Buhârî, İ’tisâm, 9
حَدَّثَنَا مُسَدَّدٌ حَدَّثَنَا أَبُو عَوَانَةَ عَنْ عَبْدِ الرَّحْمَنِ بْنِ الأَصْبَهَانِىِّ عَنْ أَبِى صَالِحٍ ذَكْوَانَ عَنْ أَبِى سَعِيدٍ جَاءَتِ امْرَأَةٌ إِلَى رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَقَالَتْ يَا رَسُولَ اللَّهِ ذَهَبَ الرِّجَالُ بِحَدِيثِكَ ، فَاجْعَلْ لَنَا مِنْ نَفْسِكَ ، يَوْمًا نَأْتِيكَ فِيهِ تُعَلِّمُنَا مِمَّا عَلَّمَكَ اللَّهُ . فَقَالَ « اجْتَمِعْنَ فِى يَوْمِ كَذَا وَكَذَا فِى مَكَانِ كَذَا وَكَذَا » . فَاجْتَمَعْنَ فَأَتَاهُنَّ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَعَلَّمَهُنَّ مِمَّا عَلَّمَهُ اللَّهُ ثُمَّ قَالَ « مَا مِنْكُنَّ امْرَأَةٌ تُقَدِّمُ بَيْنَ يَدَيْهَا مِنْ وَلَدِهَا ثَلاَثَةً ، إِلاَّ كَانَ لَهَا حِجَابًا مِنَ النَّارِ » . فَقَالَتِ امْرَأَةٌ مِنْهُنَّ يَا رَسُولَ اللَّهِ اثْنَيْنِ قَالَ فَأَعَادَتْهَا مَرَّتَيْنِ ثُمَّ قَالَ « وَاثْنَيْنِ وَاثْنَيْنِ وَاثْنَيْنِ » . M6699 Müslim, Birr, 152. حَدَّثَنَا أَبُو كَامِلٍ الْجَحْدَرِىُّ فُضَيْلُ بْنُ حُسَيْنٍ حَدَّثَنَا أَبُو عَوَانَةَ عَنْ عَبْدِ الرَّحْمَنِ بْنِ الأَصْبَهَانِىِّ عَنْ أَبِى صَالِحٍ ذَكْوَانَ عَنْ أَبِى سَعِيدٍ الْخُدْرِىِّ قَالَ جَاءَتِ امْرَأَةٌ إِلَى رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَقَالَتْ يَا رَسُولَ اللَّهِ ذَهَبَ الرِّجَالُ بِحَدِيثِكَ فَاجْعَلْ لَنَا مِنْ نَفْسِكَ يَوْمًا نَأْتِيكَ فِيهِ تُعَلِّمُنَا مِمَّا عَلَّمَكَ اللَّهُ . قَالَ « اجْتَمِعْنَ يَوْمَ كَذَا وَكَذَا » . فَاجْتَمَعْنَ فَأَتَاهُنَّ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَعَلَّمَهُنَّ مِمَّا عَلَّمَهُ اللَّهُ ثُمَّ قَالَ « مَا مِنْكُنَّ مِنِ امْرَأَةٍ تُقَدِّمُ بَيْنَ يَدَيْهَا مِنْ وَلَدِهَا ثَلاَثَةً إِلاَّ كَانُوا لَهَا حِجَابًا مِنَ النَّارِ » . فَقَالَتِ امْرَأَةٌ وَاثْنَيْنِ وَاثْنَيْنِ وَاثْنَيْنِ فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « وَاثْنَيْنِ وَاثْنَيْنِ وَاثْنَيْنِ » .
57 D3416 Ebû Dâvûd, Büyû’ (İcâre), 36
حَدَّثَنَا أَبُو بَكْرِ بْنُ أَبِى شَيْبَةَ حَدَّثَنَا وَكِيعٌ وَحُمَيْدُ بْنُ عَبْدِ الرَّحْمَنِ الرُّؤَاسِىُّ عَنْ مُغِيرَةَ بْنِ زِيَادٍ عَنْ عُبَادَةَ بْنِ نُسَىٍّ عَنِ الأَسْوَدِ بْنِ ثَعْلَبَةَ عَنْ عُبَادَةَ بْنِ الصَّامِتِ قَالَ عَلَّمْتُ نَاسًا مِنْ أَهْلِ الصُّفَّةِ الْكِتَابَ وَالْقُرْآنَ فَأَهْدَى إِلَىَّ رَجُلٌ مِنْهُمْ قَوْسًا فَقُلْتُ لَيْسَتْ بِمَالٍ وَأَرْمِى عَنْهَا فِى سَبِيلِ اللَّهِ عَزَّ وَجَلَّ لآتِيَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَلأَسْأَلَنَّهُ فَأَتَيْتُهُ فَقُلْتُ يَا رَسُولَ اللَّهِ رَجُلٌ أَهْدَى إِلَىَّ قَوْسًا مِمَّنْ كُنْتُ أُعَلِّمُهُ الْكِتَابَ وَالْقُرْآنَ وَلَيْسَتْ بِمَالٍ وَأَرْمِى عَنْهَا فِى سَبِيلِ اللَّهِ . قَالَ « إِنْ كُنْتَ تُحِبُّ أَنْ تُطَوَّقَ طَوْقًا مِنْ نَارٍ فَاقْبَلْهَا » . EÜ3/263 İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-gâbe, 3, 263. أبو إياس س أبو إياس أو ابن إياس . أورده جعفر هكذا روى عنه سعيد بن المسيب أنه قال : كنت رديف رسول الله صلى الله عليه و سلم فقال لي : " قل " . قلت : وما أقول قال : " قل هو الله أحد " حتى ختمها . ثم قال : " قل أعوذ برب الفلق " و " قل أعوذ برب الناس " . ثم قال : " يا أبا إياس ما قرأ الناس بمثلهن " . وقد ذكره ابن أبي عاصم فقال : أبو إياس بن سهل من بني ساعدة . أخبرنا يحيى بإسناده عن أبي عاصم قال : حدثنا أبو بكر بن أبي شيبة حدثنا مصعب بن المقدام أخبرنا محمد بن إبراهيم عن أبي حازم : أنه جلس إلى أياس بن سهل الأنصاري فقال : أقبل علي . فأقبلت عليه فقال : يا أبا حازم ألا أحدثك عن أبي عن النبي صلى الله عليه و سلم قال : " لأن أصلي الصبح ثم أجلس في مجلس أذكر الله فيه حتى تطلع الشمس أحب إلي من شد على جياد الخيل في سبيل الله ومن حين أصلي العصر حتى تغرب الشمس " . أخرجه أبو موسى
58 B4999 Buhârî, Fedâilü’l-Kur’ân, 8.
حَدَّثَنَا حَفْصُ بْنُ عُمَرَ حَدَّثَنَا شُعْبَةُ عَنْ عَمْرٍو عَنْ إِبْرَاهِيمَ عَنْ مَسْرُوقٍ ذَكَرَ عَبْدُ اللَّهِ بْنُ عَمْرٍو عَبْدَ اللَّهِ بْنَ مَسْعُودٍ فَقَالَ لاَ أَزَالُ أُحِبُّهُ سَمِعْتُ النَّبِىَّ صلى الله عليه وسلم يَقُولُ « خُذُوا الْقُرْآنَ مِنْ أَرْبَعَةٍ مِنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ مَسْعُودٍ وَسَالِمٍ وَمُعَاذٍ وَأُبَىِّ بْنِ كَعْبٍ » .
59 Suffe Ashâbı konusunda verilen bu bilgiler ve diğer detaylar için bkz. Konulu Hadis Projesi, “Suffe Ashâbı” yazısı.
60 Özafşar, Hadis İlmine Giriş, s. 56
61 Hatîb-i Bağdâdî, Takyîdü’l-ilm, s. 57.
62 M7510 Müslim, Zühd, 72
حَدَّثَنَا هَدَّابُ بْنُ خَالِدٍ الأَزْدِىُّ حَدَّثَنَا هَمَّامٌ عَنْ زَيْدِ بْنِ أَسْلَمَ عَنْ عَطَاءِ بْنِ يَسَارٍ عَنْ أَبِى سَعِيدٍ الْخُدْرِىِّ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَالَ « لاَ تَكْتُبُوا عَنِّى وَمَنْ كَتَبَ عَنِّى غَيْرَ الْقُرْآنِ فَلْيَمْحُهُ وَحَدِّثُوا عَنِّى وَلاَ حَرَجَ وَمَنْ كَذَبَ عَلَىَّ - قَالَ هَمَّامٌ أَحْسِبُهُ قَالَ - مُتَعَمِّدًا فَلْيَتَبَوَّأْ مَقْعَدَهُ مِنَ النَّارِ » . HM11557 İbn Hanbel, III, 56حَدَّثَنَا عَفَّانُ حَدَّثَنَا هَمَّامٌ أَخْبَرَنَا زَيْدُ بْنُ أَسْلَمَ عَنْ عَطَاءِ بْنِ يَسَارٍ عَنْ أَبِي سَعِيدٍ الْخُدْرِيِّعَنْ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ لَا تَكْتُبُوا عَنِّي شَيْئًا غَيْرَ الْقُرْآنِ فَمَنْ كَتَبَ عَنِّي شَيْئًا غَيْرَ الْقُرْآنِ فَلْيَمْحُهُ وَقَالَ حَدِّثُوا عَنْ بَنِي إِسْرَائِيلَ وَلَا حَرَجَ حَدِّثُوا عَنِّي وَلَا تَكْذِبُوا قَالَ وَمَنْ كَذَبَ عَلَيَّ قَالَ هَمَّامٌ أَحْسَبُهُ قَالَ مُتَعَمِّدًا فَلْيَتَبَوَّأْ مَقْعَدَهُ مِنْ النَّارِ DM458 Dârimî, Mukaddime, 42.أَخْبَرَنَا يَزِيدُ بْنُ هَارُونَ أَخْبَرَنَا هَمَّامٌ عَنْ زَيْدِ بْنِ أَسْلَمَ عَنْ عَطَاءِ بْنِ يَسَارٍ عَنْ أَبِى سَعِيدٍ الْخُدْرِىِّ أَنَّ النَّبِىَّ -صلى الله عليه وسلم- قَالَ :« لاَ تَكْتُبُوا عَنِّى شَيْئاً إِلاَّ الْقُرْآنَ ، فَمَنْ كَتَبَ عَنِّى شَيْئاً غَيْرَ الْقُرْآنِ فَلْيَمْحُهُ ».
63 T2665 Tirmizî, İlim, 11.
حَدَّثَنَا سُفْيَانُ بْنُ وَكِيعٍ حَدَّثَنَا سُفْيَانُ بْنُ عُيَيْنَةَ عَنْ زَيْدِ بْنِ أَسْلَمَ عَنْ عَطَاءِ بْنِ يَسَارٍ عَنْ أَبِى سَعِيدٍ الْخُدْرِىِّ قَالَ اسْتَأْذَنَّا النَّبِىَّ صلى الله عليه وسلم فِى الْكِتَابَةِ فَلَمْ يَأْذَنْ لَنَا . قَالَ أَبُو عِيسَى وَقَدْ رُوِىَ هَذَا الْحَدِيثُ مِنْ غَيْرِ هَذَا الْوَجْهِ أَيْضًا عَنْ زَيْدِ بْنِ أَسْلَمَ رَوَاهُ هَمَّامٌ عَنْ زَيْدِ بْنِ أَسْلَمَ .
64 D3647 Ebû Dâvûd, İlim, 3.
حَدَّثَنَا نَصْرُ بْنُ عَلِىٍّ أَخْبَرَنَا أَبُو أَحْمَدَ حَدَّثَنَا كَثِيرُ بْنُ زَيْدٍ عَنِ الْمُطَّلِبِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ حَنْطَبٍ قَالَ دَخَلَ زَيْدُ بْنُ ثَابِتٍ عَلَى مُعَاوِيَةَ فَسَأَلَهُ عَنْ حَدِيثٍ فَأَمَرَ إِنْسَانًا يَكْتُبُهُ فَقَالَ لَهُ زَيْدٌ إِنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم أَمَرَنَا أَنْ لاَ نَكْتُبَ شَيْئًا مِنْ حَدِيثِهِ فَمَحَاهُ .
65 Hatîb, Takyîdü’l-ilm, 49.
66 İbn Sa’d, Tabakât, III, 287.
67 D3646 Ebû Dâvûd, İlim, 3
حَدَّثَنَا مُسَدَّدٌ وَأَبُو بَكْرِ بْنُ أَبِى شَيْبَةَ قَالاَ حَدَّثَنَا يَحْيَى عَنْ عُبَيْدِ اللَّهِ بْنِ الأَخْنَسِ عَنِ الْوَلِيدِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ أَبِى مُغِيثٍ عَنْ يُوسُفَ بْنِ مَاهَكَ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عَمْرٍو قَالَ كُنْتُ أَكْتُبُ كُلَّ شَىْءٍ أَسْمَعُهُ مِنْ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم أُرِيدُ حِفْظَهُ فَنَهَتْنِى قُرَيْشٌ وَقَالُوا أَتَكْتُبُ كُلَّ شَىْءٍ تَسْمَعُهُ وَرَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم بَشَرٌ يَتَكَلَّمُ فِى الْغَضَبِ وَالرِّضَا فَأَمْسَكْتُ عَنِ الْكِتَابِ فَذَكَرْتُ ذَلِكَ لِرَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَأَوْمَأَ بِأُصْبُعِهِ إِلَى فِيهِ فَقَالَ « اكْتُبْ فَوَالَّذِى نَفْسِى بِيَدِهِ مَا يَخْرُجُ مِنْهُ إِلاَّ حَقٌّ » . DM493 Dârimî, Mukaddime, 43.أَخْبَرَنَا مُسَدَّدٌ حَدَّثَنَا يَحْيَى عَنْ عُبَيْدِ اللَّهِ بْنِ الأَخْنَسِ قَالَ حَدَّثَنِى الْوَلِيدُ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ عَنْ يُوسُفَ بْنِ مَاهَكَ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عَمْرٍو قَالَ : كُنْتُ أَكْتُبُ كُلَّ شَىْءٍ أَسْمَعُهُ مِنْ رَسُولِ اللَّهِ -صلى الله عليه وسلم- أُرِيدُ حِفْظَهُ فَنَهَتْنِى قُرَيْشٌ وَقَالُوا : تَكْتُبُ كُلَّ شَىْءٍ سَمِعْتَهُ مِنْ رَسُولِ اللَّهِ -صلى الله عليه وسلم- وَرَسُولُ اللَّهِ -صلى الله عليه وسلم- بَشَرٌ يَتَكَلَّمُ فِى الْغَضَبِ وَالرِّضَا ؟ فَأَمْسَكْتُ عَنِ الْكِتَابِ فَذَكَرْتُ ذَلِكَ لِرَسُولِ اللَّهِ -صلى الله عليه وسلم- فَأَوْمَأَ بِأُصْبُعِهِ إِلَى فِيهِ وَقَالَ :« اكْتُبْ فَوَالَّذِى نَفْسِى بِيَدِهِ مَا خَرَجَ مِنْهُ إِلاَّ حَقٌّ ».
68 DM505 Dârimî, Mukaddime, 43
أَخْبَرَنَا مُحَمَّدُ بْنُ سَعِيدٍ أَخْبَرَنَا شَرِيكٌ عَنْ لَيْثٍ عَنْ مُجَاهِدٍ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عَمْرٍو قَالَ : مَا يُرَغِّبُنِى فِى الْحَيَاةِ إِلاَّ الصَّادِقَةُ وَالْوَهْطُ ، فَأَمَّا الصَّادِقَةُ فَصَحِيفَةٌ كَتَبْتُهَا مِنْ رَسُولِ اللَّهِ -صلى الله عليه وسلم- وَأَمَّا الْوَهْطُ فَأَرْضٌ تَصَدَّقَ بِهَا عَمْرُو بْنُ الْعَاصِ كَانَ يَقُومُ عَلَيْهَا. Hatîb, Takyîdü’l-ilm, s. 85.
69 NM357 Hâkim, Müstedrek, I, 153 (1/105).
حدثنا أبو بكر إسماعيل بن محمد بن إسماعيل الضرير بالري ثنا أبو حاتم محمد بن إدريس ثنا عبد الله بن صالح حدثني الليث بن سعدو أخبرنا أبو قتيبة سلم بن الفضل الآدمي بمكة ثنا عبد الله بن محمد بن ناجية ثنا عبدة بن عبد الله الخزاعي ثنا زيد بن حباب ثنا ليث بن سعد المصري حدثني خالد بن يزيد عن عبد الواحد بن قيس عن عبد الله بن عمرو قال : قالت لي قريشا : تكتب عن رسول الله صلى الله عليه و سلم و إنما هو بشر يغضب كما يغضب البشر فأتيت رسول الله صلى الله عليه و سلم فقلت : يا رسول الله إن قريشا يقول : تكتب عن رسول الله صلى الله عليه و سلم و إنما هو بشر يغضب كما يغضب البشر قال : فأومىء لي شفتيه فقال : و الذي نفسي بيده ما يخرج مما بينهما إلا حق فاكتبهذا حديث صحيح الإسناد أصل في نسخ الحديث عن رسول الله صلى الله عليه و سلم و لم يخرجاه و قد احتجا بجميع رواته إلا عبد الواحد بن قيس و هو شيخ من أهل الشام و ابنه عمر بن عبد الواحد الدمشقي أحد أئمة الحديث و قد روى عبد الواحد بن قيس عن جماعة من الصحابة : منهم أبو هريرة و أبو أمامة الباهلي و واثلة بن الأسقع رضي الله عنهم و روى عنه الأوزاعي أحاديثو لهذا الحديث شاهد قد اتفقا على إخراجه على سبيل الاختصار عن همام بن منبه عن أبي هريرة أنه قال : ليس أحد من أصحاب النبي صلى الله عليه و سلم أكثر حديثا مني إلا عبد الله بن عمرو فإنه كان يكتب و كنت لا أكتبو عن عمرو بن دينار عن وهب بن منبه عن أخيه همام عن أبي هريرة نحوهفأما عبد الواحد بن قيس و حديثه عن عبد الله بن عمرو فقد وجدت له فيه شاهدا من حديث عمرو بن شعيب و قد سمعت أبا الوليد حسان بن محمد الفقيه يقول : سمعت الحسن بن سفيان يقول : سمعت إسحاق بن إبراهيم الحنظلي يقول : إذا كان الراوي عن عمرو بن شعيب ثقة فهو كأيوب عن نافع عن ابن عمرفأما حديث الشاهد :
70 İbn Kuteybe, Te’vîlü muhtelifi’l-hadîs, s. 287.
71 B2434 Buhârî, Lukata, 7
حَدَّثَنَا يَحْيَى بْنُ مُوسَى حَدَّثَنَا الْوَلِيدُ بْنُ مُسْلِمٍ حَدَّثَنَا الأَوْزَاعِىُّ قَالَ حَدَّثَنِى يَحْيَى بْنُ أَبِى كَثِيرٍ قَالَ حَدَّثَنِى أَبُو سَلَمَةَ بْنُ عَبْدِ الرَّحْمَنِ قَالَ حَدَّثَنِى أَبُو هُرَيْرَةَ - رضى الله عنه - قَالَ لَمَّا فَتَحَ اللَّهُ عَلَى رَسُولِهِ صلى الله عليه وسلم مَكَّةَ قَامَ فِى النَّاسِ ، فَحَمِدَ اللَّهَ ، وَأَثْنَى عَلَيْهِ ثُمَّ قَالَ « إِنَّ اللَّهَ حَبَسَ عَنْ مَكَّةَ الْفِيلَ ، وَسَلَّطَ عَلَيْهَا رَسُولَهُ وَالْمُؤْمِنِينَ ، فَإِنَّهَا لاَ تَحِلُّ لأَحَدٍ كَانَ قَبْلِى ، وَإِنَّهَا أُحِلَّتْ لِى سَاعَةً مِنْ نَهَارٍ ، وَإِنَّهَا لاَ تَحِلُّ لأَحَدٍ بَعْدِى ، فَلاَ يُنَفَّرُ صَيْدُهَا وَلاَ يُخْتَلَى شَوْكُهَا ، وَلاَ تَحِلُّ سَاقِطَتُهَا إِلاَّ لِمُنْشِدٍ ، وَمَنْ قُتِلَ لَهُ قَتِيلٌ فَهْوَ بِخَيْرِ النَّظَرَيْنِ ، إِمَّا أَنْ يُفْدَى ، وَإِمَّا أَنْ يُقِيدَ » . فَقَالَ الْعَبَّاسُ إِلاَّ الإِذْخِرَ ، فَإِنَّا نَجْعَلُهُ لِقُبُورِنَا وَبُيُوتِنَا . فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « إِلاَّ الإِذْخِرَ » . فَقَامَ أَبُو شَاهٍ - رَجُلٌ مِنْ أَهْلِ الْيَمَنِ - فَقَالَ اكْتُبُوا لِى يَا رَسُولَ اللَّهِ . فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « اكْتُبُوا لأَبِى شَاهٍ » . قُلْتُ لِلأَوْزَاعِىِّ مَا قَوْلُهُ اكْتُبُوا لِى يَا رَسُولَ اللَّهِ قَالَ هَذِهِ الْخُطْبَةَ الَّتِى سَمِعَهَا مِنْ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم . M3305 Müslim, Hac, 447حَدَّثَنِى زُهَيْرُ بْنُ حَرْبٍ وَعُبَيْدُ اللَّهِ بْنُ سَعِيدٍ جَمِيعًا عَنِ الْوَلِيدِ - قَالَ زُهَيْرٌ حَدَّثَنَا الْوَلِيدُ بْنُ مُسْلِمٍ - حَدَّثَنَا الأَوْزَاعِىُّ حَدَّثَنِى يَحْيَى بْنُ أَبِى كَثِيرٍ حَدَّثَنِى أَبُو سَلَمَةَ - هُوَ ابْنُ عَبْدِ الرَّحْمَنِ - حَدَّثَنِى أَبُو هُرَيْرَةَ قَالَ لَمَّا فَتَحَ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ عَلَى رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم مَكَّةَ قَامَ فِى النَّاسِ فَحَمِدَ اللَّهَ وَأَثْنَى عَلَيْهِ ثُمَّ قَالَ « إِنَّ اللَّهَ حَبَسَ عَنْ مَكَّةَ الْفِيلَ وَسَلَّطَ عَلَيْهَا رَسُولَهُ وَالْمُؤْمِنِينَ وَإِنَّهَا لَنْ تَحِلَّ لأَحَدٍ كَانَ قَبْلِى وَإِنَّهَا أُحِلَّتْ لِى سَاعَةً مِنْ نَهَارٍ وَإِنَّهَا لَنْ تَحِلَّ لأَحَدٍ بَعْدِى فَلاَ يُنَفَّرُ صَيْدُهَا وَلاَ يُخْتَلَى شَوْكُهَا وَلاَ تَحِلُّ سَاقِطَتُهَا إِلاَّ لِمُنْشِدٍ وَمَنْ قُتِلَ لَهُ قَتِيلٌ فَهُوَ بِخَيْرِ النَّظَرَيْنِ إِمَّا أَنْ يُفْدَى وَإِمَّا أَنْ يُقْتَلَ » . فَقَالَ الْعَبَّاسُ إِلاَّ الإِذْخِرَ يَا رَسُولَ اللَّهِ فَإِنَّا نَجْعَلُهُ فِى قُبُورِنَا وَبُيُوتِنَا . فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « إِلاَّ الإِذْخِرَ » . فَقَامَ أَبُو شَاهٍ رَجُلٌ مِنْ أَهْلِ الْيَمَنِ فَقَالَ اكْتُبُوا لِى يَا رَسُولَ اللَّهِ . فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « اكْتُبُوا لأَبِى شَاهٍ » . قَالَ الْوَلِيدُ فَقُلْتُ لِلأَوْزَاعِىِّ مَا قَوْلُهُ اكْتُبُوا لِى يَا رَسُولَ اللَّهِ قَالَ هَذِهِ الْخُطْبَةَ الَّتِى سَمِعَهَا مِنْ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم . D3649 Ebû Dâvûd, İlim, 3.حَدَّثَنَا مُؤَمَّلٌ قَالَ حَدَّثَنَا الْوَلِيدُ ح وَحَدَّثَنَا الْعَبَّاسُ بْنُ الْوَلِيدِ بْنِ مَزْيَدٍ قَالَ أَخْبَرَنِى أَبِى عَنِ الأَوْزَاعِىِّ عَنْ يَحْيَى بْنِ أَبِى كَثِيرٍ قَالَ حَدَّثَنَا أَبُو سَلَمَةَ - يَعْنِى ابْنَ عَبْدِ الرَّحْمَنِ - قَالَ حَدَّثَنِى أَبُو هُرَيْرَةَ قَالَ لَمَّا فُتِحَتْ مَكَّةُ قَامَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم فَذَكَرَ الْخُطْبَةَ خُطْبَةَ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم قَالَ فَقَامَ رَجُلٌ مِنْ أَهْلِ الْيَمَنِ يُقَالُ لَهُ أَبُو شَاهٍ فَقَالَ يَا رَسُولَ اللَّهِ اكْتُبُوا لِى . فَقَالَ « اكْتُبُوا لأَبِى شَاهٍ » .
72 T2666 Tirmizî, İlim, 12.
حَدَّثَنَا قُتَيْبَةُ حَدَّثَنَا اللَّيْثُ عَنِ الْخَلِيلِ بْنِ مُرَّةَ عَنْ يَحْيَى بْنِ أَبِى صَالِحٍ عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ قَالَ كَانَ رَجُلٌ مِنَ الأَنْصَارِ يَجْلِسُ إِلَى النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم فَيَسْمَعُ مِنَ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم الْحَدِيثَ فَيُعْجِبُهُ وَلاَ يَحْفَظُهُ فَشَكَا ذَلِكَ إِلَى النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم فَقَالَ يَا رَسُولَ اللَّهِ إِنِّى أَسْمَعُ مِنْكَ الْحَدِيثَ فَيُعْجِبُنِى وَلاَ أَحْفَظُهُ . فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « اسْتَعِنْ بِيَمِينِكَ » . وَأَوْمَأَ بِيَدِهِ لِلْخَطِّ . وَفِى الْبَابِ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عَمْرٍو . قَالَ أَبُو عِيسَى هَذَا حَدِيثٌ إِسْنَادُهُ لَيْسَ بِذَلِكَ الْقَائِمِ . وَسَمِعْتُ مُحَمَّدَ بْنَ إِسْمَاعِيلَ يَقُولُ الْخَلِيلُ بْنُ مُرَّةَ مُنْكَرُ الْحَدِيثِ .
73 MK4411 Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr, IV, 276
حَدَّثَنَا مَحْمُودُ بن مُحَمَّدٍ الْوَاسِطِيُّ ، حَدَّثَنَا إِسْمَاعِيلُ بن هُودٍ الْوَاسِطِيُّ ، حَدَّثَنَا يَزِيدُ بن هَارُونَ ، أَنَا الْمَسْعُودُ ، عَنْ وَائِلِ بن دَاوُدَ ، عَنْ عَبَايَةَ بن رِفَاعَةَ ، عَنْ جَدِّهِ ، عَن ِالنَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَنَّهُ سُئِلَ : أَيُّ الْكَسْبِ أَفْضَلُ ؟ قَالَ : عَمَلُ الرَّجُلِ بِيَدِهِ وَكُلُّ بَيْعٍ مَبْرُورٍ . Hatîb, Takyîdü’l-ilm, 72-73.
74 Hadislerin yazılması ve hadis yazan sahâbîler ve tâbiîlerin sayısı hakkında bkz. A’zamî, M. Mustafa, İlk Devir Hadis Edebiyatı, s. 34-162.
75 Koçyiğit, Talat, Hadis Tarihi, s. 44-67.
76 Tâbiûn âlimlerinden Hemmâm b. Münebbih (132/750), Ebû Hüreyre’den dinlediği hadisleri es-Sahîfetü’s-sahîha adlı bir mecmuada toplamıştır. Yüz otuz sekiz hadisin yer aldığı eser farklı mütercimler tarafından dilimize de çevrilmiştir. Eser son olarak Bünyamin Erul tarafından Hadislerin Dili adıyla tercüme edilmiş, eserdeki rivayetler konularına göre düzenlenmiş ve yorumlar eklenmiştir (TDV Yay., Ankara, 2009).
77 “Semüre b. Cündeb’in sahifesi yüz on sekiz rivayet ihtiva etmektedir ve sahifenin içeriği Ahmed b. Hanbel’in Müsned’inde (V/7-23) ve Taberânî’nin el-Mu’cemü’l-kebîr’inde (VII/177-270) yer almaktadır. (Erul, Bünyamin, “Semüre b. Cündeb” DİA, XXXVI, 500).
78 Hamidullah, Muhammed
“Hz. Peygamber Zamanında Hadisin Tedvîni”, AÜİFD, s. 2.
79 Özafşar, Hadis İlmine Giriş, s. 56.
80 Hatîb, Kifâye, s. 223
Kâsımî, Cemâluddin, Kavâidü’t-Tahdîs, s. 232-233.
81 Bu konuda şöyle bir örnek zikredilebilir. Ahzâb Günü ashâbın tek bir Peygamber emrini nasıl farklı yorumlarla okuduğu incelendiğinde, yaklaşım çeşitliliğini anlamak kolaylaşacaktır. Hz. Peygamber, ashâbını Benî Kurayza Yahudilerine gönderirken, “Herkes öğle/ikindi namazını Kurayzaoğulları yurdunda kılsın!” talimatını vermiştir. Onlar henüz yoldayken namazın vakti girmiş, kimisi, “Oraya varmadıkça namaz kılmayacağız, vakit geçse bile biz ancak Resûlullah’ın bize emrettiği yerde namaz kılarız.” derken, kimisi de namaz vaktinin geçmesinden korkarak, “Aksine biz namazlarımızı kılacağız, çünkü Resûlullah namazı terk etmenizi kastetmedi.” diyerek Kurayzaoğullarının topraklarına varmadan namazlarını kılmıştır. Durumu haber alan Hz. Peygamber her iki tutuma da müsamaha göstermiştir. M4602 Müslim, Cihâd ve siyer, 69.
82 İM24 İbn Mâce, Sünnet, 3.
حَدَّثَنَا أَبُو بَكْرِ بْنُ أَبِى شَيْبَةَ حَدَّثَنَا مُعَاذُ بْنُ مُعَاذٍ عَنِ ابْنِ عَوْنٍ عَنْ مُحَمَّدِ بْنِ سِيرِينَ قَالَ كَانَ أَنَسُ بْنُ مَالِكٍ إِذَا حَدَّثَ عَنْ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم حَدِيثًا فَفَرَغَ مِنْهُ قَالَ أَوْ كَمَا قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم .
83 TŞ281 Tirmizî, Şemâil, 123.
حَدَّثَنَا أَحْمَدُ بْنُ مَنِيعٍ ، قَالَ : حَدَّثَنَا هُشَيْمٌ ، قَالَ : حَدَّثَنَا خَالِدٌ الْحَذَّاءُ ، عَنْ عَبْدِ اللهِ بْنِ شَقِيقٍ ، قَالَ : سَأَلْتُ عَائِشَةَ ، عَنْ صَلاةِ رَسُولِ اللهِ صلى الله عليه وسلم ، عَنْ تَطَوُّعِهِ ، فَقَالَتْ : كَانَ يُصَلِّي لَيْلا طَوِيلا قَائِمًا ، وَلَيْلا طَوِيلا قَاعِدًا ، فَإِذَا قَرَأَ وَهُوَ قَائِمٌ رَكَعَ وَسَجَدَ وَهُوَ قَائِمٌ ، وَإِذَا قَرَأَ وَهُوَ جَالِسٌ رَكَعَ وَسَجَدَ وَهُوَ جَالِسٌ
84 TŞ300 Tirmizî, Şemâil, 133.
حَدَّثَنَا عَلِيُّ بْنُ حُجْرٍ ، قَالَ : حَدَّثَنَا إِسْمَاعِيلُ بْنُ جَعْفَرٍ ، عَنْ حُمَيْدٍ ، عَنْ أَنَسِ بْنِ مَالِكٍ ، أَنَّهُ سُئِلَ عَنْ صَوْمِ النَّبِيِّ صلى الله عليه وسلم ، فَقَالَ : كَانَ يَصُومُ مِنَ الشَّهْرِ حَتَّى نَرَى أَنْ لا يُرِيدَ أَنْ يُفْطِرَ مِنْهُ ، وَيُفْطِرُ مِنْهُ حَتَّى نَرَى أَنْ لا يُرِيدَ أَنْ يَصُومَ مِنْهُ شَيْئًا وَكُنْتَ لا تَشَاءُ أَنْ تَرَاهُ مِنَ اللَّيْلِ مُصَلِّيًا إِلا رَأَيْتَهُ مُصَلِّيًا ، وَلا نَائِمًا إِلا رَأَيْتَهُ نَائِمًا
85 M2950 Müslim, Hac, 147.
حَدَّثَنَا أَبُو بَكْرِ بْنُ أَبِى شَيْبَةَ وَإِسْحَاقُ بْنُ إِبْرَاهِيمَ جَمِيعًا عَنْ حَاتِمٍ - قَالَ أَبُو بَكْرٍ حَدَّثَنَا حَاتِمُ بْنُ إِسْمَاعِيلَ الْمَدَنِىُّ - عَنْ جَعْفَرِ بْنِ مُحَمَّدٍ عَنْ أَبِيهِ قَالَ دَخَلْنَا عَلَى جَابِرِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ فَسَأَلَ عَنِ الْقَوْمِ حَتَّى انْتَهَى إِلَىَّ فَقُلْتُ أَنَا مُحَمَّدُ بْنُ عَلِىِّ بْنِ حُسَيْنٍ . فَأَهْوَى بِيَدِهِ إِلَى رَأْسِى فَنَزَعَ زِرِّى الأَعْلَى ثُمَّ نَزَعَ زِرِّى الأَسْفَلَ ثُمَّ وَضَعَ كَفَّهُ بَيْنَ ثَدْيَىَّ وَأَنَا يَوْمَئِذٍ غُلاَمٌ شَابٌّ فَقَالَ مَرْحَبًا بِكَ يَا ابْنَ أَخِى سَلْ عَمَّا شِئْتَ . فَسَأَلْتُهُ وَهُوَ أَعْمَى وَحَضَرَ وَقْتُ الصَّلاَةِ فَقَامَ فِى نِسَاجَةٍ مُلْتَحِفًا بِهَا كُلَّمَا وَضَعَهَا عَلَى مَنْكِبِهِ رَجَعَ طَرَفَاهَا إِلَيْهِ مِنْ صِغَرِهَا وَرِدَاؤُهُ إِلَى جَنْبِهِ عَلَى الْمِشْجَبِ فَصَلَّى بِنَا فَقُلْتُ أَخْبِرْنِى عَنْ حَجَّةِ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم . فَقَالَ بِيَدِهِ فَعَقَدَ تِسْعًا فَقَالَ إِنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم مَكَثَ تِسْعَ سِنِينَ لَمْ يَحُجَّ ثُمَّ أَذَّنَ فِى النَّاسِ فِى الْعَاشِرَةِ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم حَاجٌّ فَقَدِمَ الْمَدِينَةَ بَشَرٌ كَثِيرٌ كُلُّهُمْ يَلْتَمِسُ أَنْ يَأْتَمَّ بِرَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَيَعْمَلَ مِثْلَ عَمَلِهِ فَخَرَجْنَا مَعَهُ حَتَّى أَتَيْنَا ذَا الْحُلَيْفَةِ فَوَلَدَتْ أَسْمَاءُ بِنْتُ عُمَيْسٍ مُحَمَّدَ بْنَ أَبِى بَكْرٍ فَأَرْسَلَتْ إِلَى رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم كَيْفَ أَصْنَعُ قَالَ « اغْتَسِلِى وَاسْتَثْفِرِى بِثَوْبٍ وَأَحْرِمِى » . فَصَلَّى رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فِى الْمَسْجِدِ ثُمَّ رَكِبَ الْقَصْوَاءَ حَتَّى إِذَا اسْتَوَتْ بِهِ نَاقَتُهُ عَلَى الْبَيْدَاءِ نَظَرْتُ إِلَى مَدِّ بَصَرِى بَيْنَ يَدَيْهِ مِنْ رَاكِبٍ وَمَاشٍ وَعَنْ يَمِينِهِ مِثْلَ ذَلِكَ وَعَنْ يَسَارِهِ مِثْلَ ذَلِكَ وَمِنْ خَلْفِهِ مِثْلَ ذَلِكَ وَرَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم بَيْنَ أَظْهُرِنَا وَعَلَيْهِ يَنْزِلُ الْقُرْآنُ وَهُوَ يَعْرِفُ تَأْوِيلَهُ وَمَا عَمِلَ بِهِ مِنْ شَىْءٍ عَمِلْنَا بِهِ فَأَهَلَّ بِالتَّوْحِيدِ « لَبَّيْكَ اللَّهُمَّ لَبَّيْكَ لَبَّيْكَ لاَ شَرِيكَ لَكَ لَبَّيْكَ إِنَّ الْحَمْدَ وَالنِّعْمَةَ لَكَ وَالْمُلْكَ لاَ شَرِيكَ لَكَ » . وَأَهَلَّ النَّاسُ بِهَذَا الَّذِى يُهِلُّونَ بِهِ فَلَمْ يَرُدَّ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم عَلَيْهِمْ شَيْئًا مِنْهُ وَلَزِمَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم تَلْبِيَتَهُ قَالَ جَابِرٌ - رضى الله عنه - لَسْنَا نَنْوِى إِلاَّ الْحَجَّ لَسْنَا نَعْرِفُ الْعُمْرَةَ حَتَّى إِذَا أَتَيْنَا الْبَيْتَ مَعَهُ اسْتَلَمَ الرُّكْنَ فَرَمَلَ ثَلاَثًا وَمَشَى أَرْبَعًا ثُمَّ نَفَذَ إِلَى مَقَامِ إِبْرَاهِيمَ - عَلَيْهِ السَّلاَمُ - فَقَرَأَ ( وَاتَّخِذُوا مِنْ مَقَامِ إِبْرَاهِيمَ مُصَلًّى ) فَجَعَلَ الْمَقَامَ بَيْنَهُ وَبَيْنَ الْبَيْتِ فَكَانَ أَبِى يَقُولُ وَلاَ أَعْلَمُهُ ذَكَرَهُ إِلاَّ عَنِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم كَانَ يَقْرَأُ فِى الرَّكْعَتَيْنِ ( قُلْ هُوَ اللَّهُ أَحَدٌ ) وَ ( قُلْ يَا أَيُّهَا الْكَافِرُونَ ) ثُمَّ رَجَعَ إِلَى الرُّكْنِ فَاسْتَلَمَهُ ثُمَّ خَرَجَ مِنَ الْبَابِ إِلَى الصَّفَا فَلَمَّا دَنَا مِنَ الصَّفَا قَرَأَ ( إِنَّ الصَّفَا وَالْمَرْوَةَ مِنْ شَعَائِرِ اللَّهِ ) « أَبْدَأُ بِمَا بَدَأَ اللَّهُ بِهِ » . فَبَدَأَ بِالصَّفَا فَرَقِىَ عَلَيْهِ حَتَّى رَأَى الْبَيْتَ فَاسْتَقْبَلَ الْقِبْلَةَ فَوَحَّدَ اللَّهَ وَكَبَّرَهُ وَقَالَ « لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللَّهُ وَحْدَهُ لاَ شَرِيكَ لَهُ لَهُ الْمُلْكُ وَلَهُ الْحَمْدُ وَهُوَ عَلَى كَلِّ شَىْءٍ قَدِيرٌ لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللَّهُ وَحْدَهُ أَنْجَزَ وَعْدَهُ وَنَصَرَ عَبْدَهُ وَهَزَمَ الأَحْزَابَ وَحْدَهُ » . ثُمَّ دَعَا بَيْنَ ذَلِكَ قَالَ مِثْلَ هَذَا ثَلاَثَ مَرَّاتٍ ثُمَّ نَزَلَ إِلَى الْمَرْوَةِ حَتَّى إِذَا انْصَبَّتْ قَدَمَاهُ فِى بَطْنِ الْوَادِى سَعَى حَتَّى إِذَا صَعِدَتَا مَشَى حَتَّى أَتَى الْمَرْوَةَ فَفَعَلَ عَلَى الْمَرْوَةِ كَمَا فَعَلَ عَلَى الصَّفَا حَتَّى إِذَا كَانَ آخِرُ طَوَافِهِ عَلَى الْمَرْوَةِ فَقَالَ « لَوْ أَنِّى اسْتَقْبَلْتُ مِنْ أَمْرِى مَا اسْتَدْبَرْتُ لَمْ أَسُقِ الْهَدْىَ وَجَعَلْتُهَا عُمْرَةً فَمَنْ كَانَ مِنْكُمْ لَيْسَ مَعَهُ هَدْىٌ فَلْيَحِلَّ وَلْيَجْعَلْهَا عُمْرَةً » . فَقَامَ سُرَاقَةُ بْنُ مَالِكِ بْنِ جُعْشُمٍ فَقَالَ يَا رَسُولَ اللَّهِ أَلِعَامِنَا هَذَا أَمْ لأَبَدٍ فَشَبَّكَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم أَصَابِعَهُ وَاحِدَةً فِى الأُخْرَى وَقَالَ « دَخَلَتِ الْعُمْرَةُ فِى الْحَجِّ - مَرَّتَيْنِ - لاَ بَلْ لأَبَدٍ أَبَدٍ » . وَقَدِمَ عَلِىٌّ مِنَ الْيَمَنِ بِبُدْنِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم فَوَجَدَ فَاطِمَةَ - رضى الله عنها - مِمَّنْ حَلَّ وَلَبِسَتْ ثِيَابًا صَبِيغًا وَاكْتَحَلَتْ فَأَنْكَرَ ذَلِكَ عَلَيْهَا فَقَالَتْ إِنَّ أَبِى أَمَرَنِى بِهَذَا . قَالَ فَكَانَ عَلِىٌّ يَقُولُ بِالْعِرَاقِ فَذَهَبْتُ إِلَى رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم مُحَرِّشًا عَلَى فَاطِمَةَ لِلَّذِى صَنَعَتْ مُسْتَفْتِيًا لِرَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فِيمَا ذَكَرَتْ عَنْهُ فَأَخْبَرْتُهُ أَنِّى أَنْكَرْتُ ذَلِكَ عَلَيْهَا فَقَالَ « صَدَقَتْ صَدَقَتْ مَاذَا قُلْتَ حِينَ فَرَضْتَ الْحَجَّ » . قَالَ قُلْتُ اللَّهُمَّ إِنِّى أُهِلُّ بِمَا أَهَلَّ بِهِ رَسُولُكَ . قَالَ « فَإِنَّ مَعِىَ الْهَدْىَ فَلاَ تَحِلُّ » . قَالَ فَكَانَ جَمَاعَةُ الْهَدْىِ الَّذِى قَدِمَ بِهِ عَلِىٌّ مِنَ الْيَمَنِ وَالَّذِى أَتَى بِهِ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم مِائَةً - قَالَ - فَحَلَّ النَّاسُ كُلُّهُمْ وَقَصَّرُوا إِلاَّ النَّبِىَّ صلى الله عليه وسلم وَمَنْ كَانَ مَعَهُ هَدْىٌ فَلَمَّا كَانَ يَوْمُ التَّرْوِيَةِ تَوَجَّهُوا إِلَى مِنًى فَأَهَلُّوا بِالْحَجِّ وَرَكِبَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَصَلَّى بِهَا الظُّهْرَ وَالْعَصْرَ وَالْمَغْرِبَ وَالْعِشَاءَ وَالْفَجْرَ ثُمَّ مَكَثَ قَلِيلاً حَتَّى طَلَعَتِ الشَّمْسُ وَأَمَرَ بِقُبَّةٍ مِنْ شَعَرٍ تُضْرَبُ لَهُ بِنَمِرَةَ فَسَارَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَلاَ تَشُكُّ قُرَيْشٌ إِلاَّ أَنَّهُ وَاقِفٌ عِنْدَ الْمَشْعَرِ الْحَرَامِ كَمَا كَانَتْ قُرَيْشٌ تَصْنَعُ فِى الْجَاهِلِيَّةِ فَأَجَازَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم حَتَّى أَتَى عَرَفَةَ فَوَجَدَ الْقُبَّةَ قَدْ ضُرِبَتْ لَهُ بِنَمِرَةَ فَنَزَلَ بِهَا حَتَّى إِذَا زَاغَتِ الشَّمْسُ أَمَرَ بِالْقَصْوَاءِ فَرُحِلَتْ لَهُ فَأَتَى بَطْنَ الْوَادِى فَخَطَبَ النَّاسَ وَقَالَ « إِنَّ دِمَاءَكُمْ وَأَمْوَالَكُمْ حَرَامٌ عَلَيْكُمْ كَحُرْمَةِ يَوْمِكُمْ هَذَا فِى شَهْرِكُمْ هَذَا فِى بَلَدِكُمْ هَذَا أَلاَ كُلُّ شَىْءٍ مِنْ أَمْرِ الْجَاهِلِيَّةِ تَحْتَ قَدَمَىَّ مَوْضُوعٌ وَدِمَاءُ الْجَاهِلِيَّةِ مَوْضُوعَةٌ وَإِنَّ أَوَّلَ دَمٍ أَضَعُ مِنْ دِمَائِنَا دَمُ ابْنِ رَبِيعَةَ بْنِ الْحَارِثِ كَانَ مُسْتَرْضِعًا فِى بَنِى سَعْدٍ فَقَتَلَتْهُ هُذَيْلٌ وَرِبَا الْجَاهِلِيَّةِ مَوْضُوعٌ وَأَوَّلُ رِبًا أَضَعُ رِبَانَا رِبَا عَبَّاسِ بْنِ عَبْدِ الْمُطَّلِبِ فَإِنَّهُ مَوْضُوعٌ كُلُّهُ فَاتَّقُوا اللَّهَ فِى النِّسَاءِ فَإِنَّكُمْ أَخَذْتُمُوهُنَّ بِأَمَانِ اللَّهِ وَاسْتَحْلَلْتُمْ فُرُوجَهُنَّ بِكَلِمَةِ اللَّهِ وَلَكُمْ عَلَيْهِنَّ أَنْ لاَ يُوطِئْنَ فُرُشَكُمْ أَحَدًا تَكْرَهُونَهُ . فَإِنْ فَعَلْنَ ذَلِكَ فَاضْرِبُوهُنَّ ضَرْبًا غَيْرَ مُبَرِّحٍ وَلَهُنَّ عَلَيْكُمْ رِزْقُهُنَّ وَكِسْوَتُهُنَّ بِالْمَعْرُوفِ وَقَدْ تَرَكْتُ فِيكُمْ مَا لَنْ تَضِلُّوا بَعْدَهُ إِنِ اعْتَصَمْتُمْ بِهِ كِتَابَ اللَّهِ . وَأَنْتُمْ تُسْأَلُونَ عَنِّى فَمَا أَنْتُمْ قَائِلُونَ » . قَالُوا نَشْهَدُ أَنَّكَ قَدْ بَلَّغْتَ وَأَدَّيْتَ وَنَصَحْتَ . فَقَالَ بِإِصْبَعِهِ السَّبَّابَةِ يَرْفَعُهَا إِلَى السَّمَاءِ وَيَنْكُتُهَا إِلَى النَّاسِ « اللَّهُمَّ اشْهَدِ اللَّهُمَّ اشْهَدْ » . ثَلاَثَ مَرَّاتٍ ثُمَّ أَذَّنَ ثُمَّ أَقَامَ فَصَلَّى الظُّهْرَ ثُمَّ أَقَامَ فَصَلَّى الْعَصْرَ وَلَمْ يُصَلِّ بَيْنَهُمَا شَيْئًا ثُمَّ رَكِبَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم حَتَّى أَتَى الْمَوْقِفَ فَجَعَلَ بَطْنَ نَاقَتِهِ الْقَصْوَاءِ إِلَى الصَّخَرَاتِ وَجَعَلَ حَبْلَ الْمُشَاةِ بَيْنَ يَدَيْهِ وَاسْتَقْبَلَ الْقِبْلَةَ فَلَمْ يَزَلْ وَاقِفًا حَتَّى غَرَبَتِ الشَّمْسُ وَذَهَبَتِ الصُّفْرَةُ قَلِيلاً حَتَّى غَابَ الْقُرْصُ وَأَرْدَفَ أُسَامَةَ خَلْفَهُ وَدَفَعَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَقَدْ شَنَقَ لِلْقَصْوَاءِ الزِّمَامَ حَتَّى إِنَّ رَأْسَهَا لَيُصِيبُ مَوْرِكَ رَحْلِهِ وَيَقُولُ بِيَدِهِ الْيُمْنَى « أَيُّهَا النَّاسُ السَّكِينَةَ السَّكِينَةَ » . كُلَّمَا أَتَى حَبْلاً مِنَ الْحِبَالِ أَرْخَى لَهَا قَلِيلاً حَتَّى تَصْعَدَ حَتَّى أَتَى الْمُزْدَلِفَةَ فَصَلَّى بِهَا الْمَغْرِبَ وَالْعِشَاءَ بِأَذَانٍ وَاحِدٍ وَإِقَامَتَيْنِ وَلَمْ يُسَبِّحْ بَيْنَهُمَا شَيْئًا ثُمَّ اضْطَجَعَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم حَتَّى طَلَعَ الْفَجْرُ وَصَلَّى الْفَجْرَ - حِينَ تَبَيَّنَ لَهُ الصُّبْحُ - بِأَذَانٍ وَإِقَامَةٍ ثُمَّ رَكِبَ الْقَصْوَاءَ حَتَّى أَتَى الْمَشْعَرَ الْحَرَامَ فَاسْتَقْبَلَ الْقِبْلَةَ فَدَعَاهُ وَكَبَّرَهُ وَهَلَّلَهُ وَوَحَّدَهُ فَلَمْ يَزَلْ وَاقِفًا حَتَّى أَسْفَرَ جِدًّا فَدَفَعَ قَبْلَ أَنْ تَطْلُعَ الشَّمْسُ وَأَرْدَفَ الْفَضْلَ بْنَ عَبَّاسٍ وَكَانَ رَجُلاً حَسَنَ الشَّعْرِ أَبْيَضَ وَسِيمًا فَلَمَّا دَفَعَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم مَرَّتْ بِهِ ظُعُنٌ يَجْرِينَ فَطَفِقَ الْفَضْلُ يَنْظُرُ إِلَيْهِنَّ فَوَضَعَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يَدَهُ عَلَى وَجْهِ الْفَضْلِ فَحَوَّلَ الْفَضْلُ وَجْهَهُ إِلَى الشِّقِّ الآخَرِ يَنْظُرُ فَحَوَّلَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يَدَهُ مِنَ الشِّقِّ الآخَرِ عَلَى وَجْهِ الْفَضْلِ يَصْرِفُ وَجْهَهُ مِنَ الشِّقِّ الآخَرِ يَنْظُرُ حَتَّى أَتَى بَطْنَ مُحَسِّرٍ فَحَرَّكَ قَلِيلاً ثُمَّ سَلَكَ الطَّرِيقَ الْوُسْطَى الَّتِى تَخْرُجُ عَلَى الْجَمْرَةِ الْكُبْرَى حَتَّى أَتَى الْجَمْرَةَ الَّتِى عِنْدَ الشَّجَرَةِ فَرَمَاهَا بِسَبْعِ حَصَيَاتٍ يُكَبِّرُ مَعَ كُلِّ حَصَاةٍ مِنْهَا مِثْلِ حَصَى الْخَذْفِ رَمَى مِنْ بَطْنِ الْوَادِى ثُمَّ انْصَرَفَ إِلَى الْمَنْحَرِ فَنَحَرَ ثَلاَثًا وَسِتِّينَ بِيَدِهِ ثُمَّ أَعْطَى عَلِيًّا فَنَحَرَ مَا غَبَرَ وَأَشْرَكَهُ فِى هَدْيِهِ ثُمَّ أَمَرَ مِنْ كُلِّ بَدَنَةٍ بِبَضْعَةٍ فَجُعِلَتْ فِى قِدْرٍ فَطُبِخَتْ فَأَكَلاَ مِنْ لَحْمِهَا وَشَرِبَا مِنْ مَرَقِهَا ثُمَّ رَكِبَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَأَفَاضَ إِلَى الْبَيْتِ فَصَلَّى بِمَكَّةَ الظُّهْرَ فَأَتَى بَنِى عَبْدِ الْمُطَّلِبِ يَسْقُونَ عَلَى زَمْزَمَ فَقَالَ « انْزِعُوا بَنِى عَبْدِ الْمُطَّلِبِ فَلَوْلاَ أَنْ يَغْلِبَكُمُ النَّاسُ عَلَى سِقَايَتِكُمْ لَنَزَعْتُ مَعَكُمْ » . فَنَاوَلُوهُ دَلْوًا فَشَرِبَ مِنْهُ .
86 HM26983 İbn Hanbel, VI, 286.
حَدَّثَنَا يَزِيدُ بْنُ هَارُونَ قَالَ أَخْبَرَنَا نَافِعُ بْنُ عُمَرَ وَهُوَ الْجُمَحِيُّ عَنِ ابْنِ أَبِي مُلَيْكَةَأَنَّ بَعْضَ أَزْوَاجِ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَلَا أَعْلَمُهَا إِلَّا حَفْصَةَ سُئِلَتْ عَنْ قِرَاءَةِ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَالَتْ إِنَّكُمْ لَا تُطِيقُونَهَا قَالَتْ{ الْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ }تَعْنِي التَّرْسيلَ
87 Özafşar, Hadis İlmine Giriş, s. 57.
88 D3659 Ebû Dâvûd, İlim, 10.
حَدَّثَنَا زُهَيْرُ بْنُ حَرْبٍ وَعُثْمَانُ بْنُ أَبِى شَيْبَةَ قَالاَ حَدَّثَنَا جَرِيرٌ عَنِ الأَعْمَشِ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ عَنْ سَعِيدِ بْنِ جُبَيْرٍ عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « تَسْمَعُونَ وَيُسْمَعُ مِنْكُمْ وَيُسْمَعُ مِمَّنْ سَمِعَ مِنْكُمْ » .
89 B7447 Buhârî, İlim, 9, 67
حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ الْمُثَنَّى حَدَّثَنَا عَبْدُ الْوَهَّابِ حَدَّثَنَا أَيُّوبُ عَنْ مُحَمَّدٍ عَنِ ابْنِ أَبِى بَكْرَةَ عَنْ أَبِى بَكْرَةَ عَنِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم قَالَ « الزَّمَانُ قَدِ اسْتَدَارَ كَهَيْئَتِهِ يَوْمَ خَلَقَ اللَّهُ السَّمَوَاتِ وَالأَرْضَ ، السَّنَةُ اثْنَا عَشَرَ شَهْرًا ، مِنْهَا أَرْبَعَةٌ حُرُمٌ ثَلاَثٌ مُتَوَالِيَاتٌ ذُو الْقَعَدَةِ وَذُو الْحَجَّةِ وَالْمُحَرَّمُ ، وَرَجَبُ مُضَرَ الَّذِى بَيْنَ جُمَادَى وَشَعْبَانَ ، أَىُّ شَهْرٍ هَذَا » . قُلْنَا اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَعْلَمُ فَسَكَتَ حَتَّى ظَنَنَّا أَنَّهُ يُسَمِّيهِ بِغَيْرِ اسْمِهِ قَالَ « أَلَيْسَ ذَا الْحَجَّةِ » . قُلْنَا بَلَى . قَالَ « أَىُّ بَلَدٍ هَذَا » . قُلْنَا اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَعْلَمُ . فَسَكَتَ حَتَّى ظَنَنَّا أَنَّهُ سَيُسَمِّيهِ بِغَيْرِ اسْمِهِ قَالَ « أَلَيْسَ الْبَلْدَةَ » . قُلْنَا بَلَى . قَالَ « فَأَىُّ يَوْمٍ هَذَا » . قُلْنَا اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَعْلَمُ فَسَكَتَ حَتَّى ظَنَنَّا أَنَّهُ سَيُسَمِّيهِ بِغَيْرِ اسْمِهِ قَالَ « أَلَيْسَ يَوْمَ النَّحْرِ » . قُلْنَا بَلَى . قَالَ « فَإِنَّ دِمَاءَكُمْ وَأَمْوَالَكُمْ - قَالَ مُحَمَّدٌ وَأَحْسِبُهُ قَالَ وَأَعْرَاضَكُمْ - عَلَيْكُمْ حَرَامٌ ، كَحُرْمَةِ يَوْمِكُمْ هَذَا فِى بَلَدِكُمْ هَذَا فِى شَهْرِكُمْ هَذَا ، وَسَتَلْقَوْنَ رَبَّكُمْ فَيَسْأَلُكُمْ عَنْ أَعْمَالِكُمْ ، أَلاَ فَلاَ تَرْجِعُوا بَعْدِى ضُلاَّلاً ، يَضْرِبُ بَعْضُكُمْ رِقَابَ بَعْضٍ ، أَلاَ لِيُبَلِّغِ الشَّاهِدُ الْغَائِبَ ، فَلَعَلَّ بَعْضَ مَنْ يَبْلُغُهُ أَنْ يَكُونَ أَوْعَى مِنْ بَعْضِ مَنْ سَمِعَهُ » . فَكَانَ مُحَمَّدٌ إِذَا ذَكَرَهُ قَالَ صَدَقَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم ثُمَّ قَالَ « أَلاَ هَلْ بَلَّغْتُ أَلاَ هَلْ بَلَّغْتُ » . Tevhîd, 24 Müslim, Kasâme, 29.
90 T2656 Tirmizî, İlim, 7
حَدَّثَنَا مَحْمُودُ بْنُ غَيْلاَنَ حَدَّثَنَا أَبُو دَاوُدَ أَخْبَرَنَا شُعْبَةُ أَخْبَرَنَا عُمَرُ بْنُ سُلَيْمَانَ مِنْ وَلَدِ عُمَرَ بْنِ الْخَطَّابِ قَالَ سَمِعْتُ عَبْدَ الرَّحْمَنِ بْنَ أَبَانَ بْنِ عُثْمَانَ يُحَدِّثُ عَنْ أَبِيهِ قَالَ خَرَجَ زَيْدُ بْنُ ثَابِتٍ مِنْ عِنْدِ مَرْوَانَ نِصْفَ النَّهَارِ قُلْنَا مَا بَعَثَ إِلَيْهِ فِى هَذِهِ السَّاعَةِ إِلاَّ لِشَىْءٍ سَأَلَهُ عَنْهُ فَقُمْنَا فَسَأَلْنَاهُ فَقَالَ نَعَمْ سَأَلَنَا عَنْ أَشْيَاءَ سَمِعْنَاهَا مِنْ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يَقُولُ « نَضَّرَ اللَّهُ امْرَأً سَمِعَ مِنَّا حَدِيثًا فَحَفِظَهُ حَتَّى يُبَلِّغَهُ غَيْرَهُ فَرُبَّ حَامِلِ فِقْهٍ إِلَى مَنْ هُوَ أَفْقَهُ مِنْهُ وَرُبَّ حَامِلِ فِقْهٍ لَيْسَ بِفَقِيهٍ » . وَفِى الْبَابِ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ مَسْعُودٍ وَمُعَاذِ بْنِ جَبَلٍ وَجُبَيْرِ بْنِ مُطْعِمٍ وَأَبِى الدَّرْدَاءِ وَأَنَسٍ . قَالَ أَبُو عِيسَى حَدِيثُ زَيْدِ بْنِ ثَابِتٍ حَدِيثٌ حَسَنٌ . İM230 İbn Mâce, Sünnet, 18.حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ نُمَيْرٍ وَعَلِىُّ بْنُ مُحَمَّدٍ قَالاَ حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ فُضَيْلٍ حَدَّثَنَا لَيْثُ بْنُ أَبِى سُلَيْمٍ عَنْ يَحْيَى بْنِ عَبَّادٍ أَبِى هُبَيْرَةَ الأَنْصَارِىِّ عَنْ أَبِيهِ عَنْ زَيْدِ بْنِ ثَابِتٍ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « نَضَّرَ اللَّهُ امْرَأً سَمِعَ مَقَالَتِى فَبَلَّغَهَا فَرُبَّ حَامِلِ فِقْهٍ غَيْرِ فَقِيهٍ وَرُبَّ حَامِلِ فِقْهٍ إِلَى مَنْ هُوَ أَفْقَهُ مِنْهُ » . زَادَ فِيهِ عَلِىُّ بْنُ مُحَمَّدٍ « ثَلاَثٌ لاَ يُغِلُّ عَلَيْهِنَّ قَلْبُ امْرِئٍ مُسْلِمٍ إِخْلاَصُ الْعَمَلِ لِلَّهِ وَالنُّصْحُ لأَئِمَّةِ الْمُسْلِمِينَ وَلُزُومُ جَمَاعَتِهِمْ » .
91 Kâsımî, Kavâidü’t-tahdîs, s. 46.
92 BS21513 Beyhâkî, es-Sünenü’l-kübrâ, X, 350.
وَأَخْبَرَنَا أَبُو سَعْدٍ الْمَالِينِىُّ أَنْبَأَنَا أَبُو أَحْمَدَ بْنُ عَدِىٍّ الْحَافِظُ حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ مُحَمَّدِ بْنِ عَبْدِ الْعَزِيزِ حَدَّثَنَا أَبُو الرَّبِيعِ الزَّهْرَانِىُّ حَدَّثَنَا حَمَّادُ بْنُ زَيْدٍ عَنْ بَقِيَّةَ بْنِ الْوَلِيدِ عَنْ مُعَاذِ بْنِ رِفَاعَةَ عَنْ إِبْرَاهِيمَ بْنِ عَبْدِ الرَّحْمَنِ الْعَذَرِىِّ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ -صلى الله عليه وسلم- :« يَرِثُ هَذَا الْعِلْمَ مِنْ كُلِّ خَلَفٍ عُدُولُهُ يَنْفُونَ عَنْهُ تَأْوِيلَ الْجَاهِلِينَ وَانْتِحَالَ الْمُبْطِلِينَ وَتَحْرِيفَ الْغَالِينَ ».
93 M7 Müslim, Mukaddime, 5.
وَحَدَّثَنَا عُبَيْدُ اللَّهِ بْنُ مُعَاذٍ الْعَنْبَرِىُّ حَدَّثَنَا أَبِى ح وَحَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ الْمُثَنَّى حَدَّثَنَا عَبْدُ الرَّحْمَنِ بْنُ مَهْدِىٍّ قَالاَ حَدَّثَنَا شُعْبَةُ عَنْ خُبَيْبِ بْنِ عَبْدِ الرَّحْمَنِ عَنْ حَفْصِ بْنِ عَاصِمٍ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « كَفَى بِالْمَرْءِ كَذِبًا أَنْ يُحَدِّثَ بِكُلِّ مَا سَمِعَ » .
94 B107 Buhârî, İlim, 38
حَدَّثَنَا أَبُو الْوَلِيدِ قَالَ حَدَّثَنَا شُعْبَةُ عَنْ جَامِعِ بْنِ شَدَّادٍ عَنْ عَامِرِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ الزُّبَيْرِ عَنْ أَبِيهِ قَالَ قُلْتُ لِلزُّبَيْرِ إِنِّى لاَ أَسْمَعُكَ تُحَدِّثُ عَنْ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم كَمَا يُحَدِّثُ فُلاَنٌ وَفُلاَنٌ . قَالَ أَمَا إِنِّى لَمْ أُفَارِقْهُ وَلَكِنْ سَمِعْتُهُ يَقُولُ « مَنْ كَذَبَ عَلَىَّ فَلْيَتَبَوَّأْ مَقْعَدَهُ مِنَ النَّارِ » . M3 Müslim, Mukaddime, 2.وَحَدَّثَنِى زُهَيْرُ بْنُ حَرْبٍ حَدَّثَنَا إِسْمَاعِيلُ - يَعْنِى ابْنَ عُلَيَّةَ - عَنْ عَبْدِ الْعَزِيزِ بْنِ صُهَيْبٍ عَنْ أَنَسِ بْنِ مَالِكٍ أَنَّهُ قَالَ إِنَّهُ لَيَمْنَعُنِى أَنْ أُحَدِّثَكُمْ حَدِيثًا كَثِيرًا أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَالَ « مَنْ تَعَمَّدَ عَلَىَّ كَذِبًا فَلْيَتَبَوَّأْ مَقْعَدَهُ مِنَ النَّارِ » .
95 İbn Adî, Abdullah b. Adî b. Abdullah, el-Kâmil fî duafâi’r-ricâl, I, 87.
96 İbn Sa’d, Tabakât, VI, 110-111.
97 MT711 Tayâlisî, Müsned, II, 60
İM25 İbn Mâce, Sünnet, 3.حَدَّثَنَا أَبُو بَكْرِ بْنُ أَبِى شَيْبَةَ حَدَّثَنَا غُنْدَرٌ عَنْ شُعْبَةَ ح وَحَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ بَشَّارٍ حَدَّثَنَا عَبْدُ الرَّحْمَنِ بْنُ مَهْدِىٍّ حَدَّثَنَا شُعْبَةُ عَنْ عَمْرِو بْنِ مُرَّةَ عَنْ عَبْدِ الرَّحْمَنِ بْنِ أَبِى لَيْلَى قَالَ قُلْنَا لِزَيْدِ بْنِ أَرْقَمَ حَدِّثْنَا عَنْ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم . قَالَ كَبِرْنَا وَنَسِينَا وَالْحَدِيثُ عَنْ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم شَدِيدٌ .
98 İbn Adî, el-Kâmil, I, 93.
99 İbn Ebû Şeybe, Musannef, VIII, 567.
100 İM26 İbn Mâce, Sünnet, 3.
حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ نُمَيْرٍ حَدَّثَنَا أَبُو النَّضْرِ عَنْ شُعْبَةَ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ أَبِى السَّفَرِ قَالَ سَمِعْتُ الشَّعْبِىَّ يَقُولُ جَالَسْتُ ابْنَ عُمَرَ سَنَةً فَمَا سَمِعْتُهُ يُحَدِّثُ عَنْ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم شَيْئًا .
101 M19 Müslim, Mukaddime, 7.
وَحَدَّثَنِى مُحَمَّدُ بْنُ عَبَّادٍ وَسَعِيدُ بْنُ عَمْرٍو الأَشْعَثِىُّ جَمِيعًا عَنِ ابْنِ عُيَيْنَةَ - قَالَ سَعِيدٌ أَخْبَرَنَا سُفْيَانُ - عَنْ هِشَامِ بْنِ حُجَيْرٍ عَنْ طَاوُسٍ قَالَ جَاءَ هَذَا إِلَى ابْنِ عَبَّاسٍ - يَعْنِى بُشَيْرَ بْنَ كَعْبٍ - فَجَعَلَ يُحَدِّثُهُ فَقَالَ لَهُ ابْنُ عَبَّاسٍ عُدْ لِحَدِيثِ كَذَا وَكَذَا . فَعَادَ لَهُ ثُمَّ حَدَّثَهُ فَقَالَ لَهُ عُدْ لِحَدِيثِ كَذَا وَكَذَا . فَعَادَ لَهُ فَقَالَ لَهُ مَا أَدْرِى أَعَرَفْتَ حَدِيثِى كُلَّهُ وَأَنْكَرْتَ هَذَا أَمْ أَنْكَرْتَ حَدِيثِى كُلَّهُ وَعَرَفْتَ هَذَا فَقَالَ لَهُ ابْنُ عَبَّاسٍ إِنَّا كُنَّا نُحَدِّثُ عَنْ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم إِذْ لَمْ يَكُنْ يُكْذَبُ عَلَيْهِ فَلَمَّا رَكِبَ النَّاسُ الصَّعْبَ وَالذَّلُولَ تَرَكْنَا الْحَدِيثَ عَنْهُ .
102 Zehebî, Tezkiretü’l-huffâz, I, 2.
103 D2894 Ebû Dâvûd, Ferâiz, 5
حَدَّثَنَا الْقَعْنَبِىُّ عَنْ مَالِكٍ عَنِ ابْنِ شِهَابٍ عَنْ عُثْمَانَ بْنِ إِسْحَاقَ بْنِ خَرَشَةَ عَنْ قَبِيصَةَ بْنِ ذُؤَيْبٍ أَنَّهُ قَالَ جَاءَتِ الْجَدَّةُ إِلَى أَبِى بَكْرٍ الصِّدِّيقِ تَسْأَلُهُ مِيرَاثَهَا فَقَالَ مَا لَكِ فِى كِتَابِ اللَّهِ تَعَالَى شَىْءٌ وَمَا عَلِمْتُ لَكِ فِى سُنَّةِ نَبِىِّ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم شَيْئًا فَارْجِعِى حَتَّى أَسْأَلَ النَّاسَ . فَسَأَلَ النَّاسَ فَقَالَ الْمُغِيرَةُ بْنُ شُعْبَةَ حَضَرْتُ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم أَعْطَاهَا السُّدُسَ . فَقَالَ أَبُو بَكْرٍ هَلْ مَعَكَ غَيْرُكَ فَقَامَ مُحَمَّدُ بْنُ مَسْلَمَةَ فَقَالَ مِثْلَ مَا قَالَ الْمُغِيرَةُ بْنُ شُعْبَةَ فَأَنْفَذَهُ لَهَا أَبُو بَكْرٍ ثُمَّ جَاءَتِ الْجَدَّةُ الأُخْرَى إِلَى عُمَرَ بْنِ الْخَطَّابِ رضى الله عنه تَسْأَلُهُ مِيرَاثَهَا فَقَالَ مَا لَكِ فِى كِتَابِ اللَّهِ تَعَالَى شَىْءٌ وَمَا كَانَ الْقَضَاءُ الَّذِى قُضِىَ بِهِ إِلاَّ لِغَيْرِكِ وَمَا أَنَا بِزَائِدٍ فِى الْفَرَائِضِ وَلَكِنْ هُوَ ذَلِكَ السُّدُسُ فَإِنِ اجْتَمَعْتُمَا فِيهِ فَهُوَ بَيْنَكُمَا وَأَيَّتُكُمَا خَلَتْ بِهِ فَهُوَ لَهَا . T2100 Tirmizî, Ferâiz, 10.حَدَّثَنَا ابْنُ أَبِى عُمَرَ حَدَّثَنَا سُفْيَانُ حَدَّثَنَا الزُّهْرِىُّ قَالَ مَرَّةً قَالَ قَبِيصَةُ وَقَالَ مَرَّةً رَجُلٌ عَنْ قَبِيصَةَ بْنِ ذُؤَيْبٍ قَالَ جَاءَتِ الْجَدَّةُ أُمُّ الأُمِّ أَوْ أُمُّ الأَبِ إِلَى أَبِى بَكْرٍ فَقَالَتْ إِنَّ ابْنَ ابْنِى أَوِ ابْنَ بِنْتِى مَاتَ وَقَدْ أُخْبِرْتُ أَنَّ لِى فِى كِتَابِ اللَّهِ حَقًّا . فَقَالَ أَبُو بَكْرٍ مَا أَجِدُ لَكِ فِى الْكِتَابِ مِنْ حَقٍّ وَمَا سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَضَى لَكِ بِشَىْءٍ وَسَأَسْأَلُ النَّاسَ . قَالَ فَسَأَلَ فَشَهِدَ الْمُغِيرَةُ بْنُ شُعْبَةَ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم أَعْطَاهَا السُّدُسَ . قَالَ وَمَنْ سَمِعَ ذَلِكَ مَعَكَ قَالَ مُحَمَّدُ بْنُ مَسْلَمَةَ . قَالَ فَأَعْطَاهَا السُّدُسَ ثُمَّ جَاءَتِ الْجَدَّةُ الأُخْرَى الَّتِى تُخَالِفُهَا إِلَى عُمَرَ . قَالَ سُفْيَانُ وَزَادَنِى فِيهِ مَعْمَرٌ عَنِ الزُّهْرِىِّ وَلَمْ أَحْفَظْهُ عَنِ الزُّهْرِىِّ وَلَكِنْ حَفِظْتُهُ مِنْ مَعْمَرٍ أَنَّ عُمَرَ قَالَ إِنِ اجْتَمَعْتُمَا فَهُوَ لَكُمَا وَأَيَّتُكُمَا انْفَرَدَتْ بِهِ فَهُوَ لَهَا .
104 M4397 Müslim, Kasâme, 39
وَحَدَّثَنَا أَبُو بَكْرِ بْنُ أَبِى شَيْبَةَ وَأَبُو كُرَيْبٍ وَإِسْحَاقُ بْنُ إِبْرَاهِيمَ - وَاللَّفْظُ لأَبِى بَكْرٍ - قَالَ إِسْحَاقُ أَخْبَرَنَا وَقَالَ الآخَرَانِ حَدَّثَنَا وَكِيعٌ عَنْ هِشَامِ بْنِ عُرْوَةَ عَنْ أَبِيهِ عَنِ الْمِسْوَرِ بْنِ مَخْرَمَةَ قَالَ اسْتَشَارَ عُمَرُ بْنُ الْخَطَّابِ النَّاسَ فِى إِمْلاَصِ الْمَرْأَةِ فَقَالَ الْمُغِيرَةُ بْنُ شُعْبَةَ شَهِدْتُ النَّبِىَّ صلى الله عليه وسلم قَضَى فِيهِ بِغُرَّةٍ عَبْدٍ أَوْ أَمَةٍ . قَالَ فَقَالَ عُمَرُ ائْتِنِى بِمَنْ يَشْهَدُ مَعَكَ قَالَ فَشَهِدَ لَهُ مُحَمَّدُ بْنُ مَسْلَمَةَ . D4570 Ebû Dâvûd, Diyât, 19حَدَّثَنَا عُثْمَانُ بْنُ أَبِى شَيْبَةَ وَهَارُونُ بْنُ عَبَّادٍ الأَزْدِىُّ - الْمَعْنَى - قَالاَ حَدَّثَنَا وَكِيعٌ عَنْ هِشَامٍ عَنْ عُرْوَةَ عَنِ الْمِسْوَرِ بْنِ مَخْرَمَةَ أَنَّ عُمَرَ اسْتَشَارَ النَّاسَ فِى إِمْلاَصِ الْمَرْأَةِ فَقَالَ الْمُغِيرَةُ بْنُ شُعْبَةَ شَهِدْتُ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَضَى فِيهَا بِغُرَّةٍ عَبْدٍ أَوْ أَمَةٍ . فَقَالَ ائْتِنِى بِمَنْ يَشْهَدُ مَعَكَ . فَأَتَاهُ بِمُحَمَّدِ بْنِ مَسْلَمَةَ - زَادَ هَارُونُ - فَشَهِدَ لَهُ يَعْنِى ضَرَبَ الرَّجُلُ بَطْنَ امْرَأَتِهِ . قَالَ أَبُو دَاوُدَ بَلَغَنِى عَنْ أَبِى عُبَيْدٍ إِنَّمَا سُمِّىَ إِمْلاَصًا لأَنَّ الْمَرْأَةَ تَزْلِقُهُ قَبْلَ وَقْتِ الْوِلاَدَةِ وَكَذَلِكَ كُلُّ مَا زَلَقَ مِنَ الْيَدِ وَغَيْرِهِ فَقَدْ مَلِصَ . HM18400 İbn Hanbel, IV, 253.حَدَّثَنَا وَكِيعٌ حَدَّثَنَا هِشَامُ بْنُ عُرْوَةَ عَنْ أَبِيهِ عَنِ الْمِسْوَرِ بْنِ مَخْرَمَةَ قَالَاسْتَشَارَ عُمَرُ بْنُ الْخَطَّابِ النَّاسَ فِي مِلَاصِ الْمَرْأَةِ قَالَ فَقَالَ الْمُغِيرَةُ بْنُ شُعْبَةَ شَهِدْتُ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَضَى فِيهِ بِغُرَّةٍ عَبْدٍ أَوْ أَمَّةٍ قَالَ فَقَالَ عُمَرُ ائْتِنِي بِمَنْ يَشْهَدُ مَعَكَ قَالَ فَشَهِدَ لَهُ مُحَمَّدُ بْنُ مَسْلَمَةَ
105 D1521 Ebû Dâvûd, Vitr, 26
- حَدَّثَنَا مُسَدَّدٌ حَدَّثَنَا أَبُو عَوَانَةَ عَنْ عُثْمَانَ بْنِ الْمُغِيرَةِ الثَّقَفِىِّ عَنْ عَلِىِّ بْنِ رَبِيعَةَ الأَسَدِىِّ عَنْ أَسْمَاءَ بْنِ الْحَكَمِ الْفَزَارِىِّ قَالَ سَمِعْتُ عَلِيًّا - رَضِىَ اللَّهُ عَنْهُ - يَقُولُ كُنْتُ رَجُلاً إِذَا سَمِعْتُ مِنْ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم حَدِيثًا نَفَعَنِى اللَّهُ مِنْهُ بِمَا شَاءَ أَنْ يَنْفَعَنِى وَإِذَا حَدَّثَنِى أَحَدٌ مِنْ أَصْحَابِهِ اسْتَحْلَفْتُهُ فَإِذَا حَلَفَ لِى صَدَّقْتُهُ قَالَ وَحَدَّثَنِى أَبُو بَكْرٍ وَصَدَقَ أَبُو بَكْرٍ - رضى الله عنه - أَنَّهُ قَالَ سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يَقُولُ « مَا مِنْ عَبْدٍ يُذْنِبُ ذَنْبًا فَيُحْسِنُ الطُّهُورَ ثُمَّ يَقُومُ فَيُصَلِّى رَكْعَتَيْنِ ثُمَّ يَسْتَغْفِرُ اللَّهَ إِلاَّ غَفَرَ اللَّهُ لَهُ » . ثُمَّ قَرَأَ هَذِهِ الآيَةَ ( وَالَّذِينَ إِذَا فَعَلُوا فَاحِشَةً أَوْ ظَلَمُوا أَنْفُسَهُمْ ذَكَرُوا اللَّهَ ) إِلَى آخِرِ الآيَةِ . T406 Tirmizî, Salât, 181حَدَّثَنَا قُتَيْبَةُ حَدَّثَنَا أَبُو عَوَانَةَ عَنْ عُثْمَانَ بْنِ الْمُغِيرَةِ عَنْ عَلِىِّ بْنِ رَبِيعَةَ عَنْ أَسْمَاءَ بْنِ الْحَكَمِ الْفَزَارِىِّ قَالَ سَمِعْتُ عَلِيًّا يَقُولُ إِنِّى كُنْتُ رَجُلاً إِذَا سَمِعْتُ مِنْ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم حَدِيثًا نَفَعَنِى اللَّهُ مِنْهُ بِمَا شَاءَ أَنْ يَنْفَعَنِى بِهِ وَإِذَا حَدَّثَنِى رَجُلٌ مِنْ أَصْحَابِهِ اسْتَحْلَفْتُهُ فَإِذَا حَلَفَ لِى صَدَّقْتُهُ وَإِنَّهُ حَدَّثَنِى أَبُو بَكْرٍ وَصَدَقَ أَبُو بَكْرٍ قَالَ سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يَقُولُ « مَا مِنْ رَجُلٍ يُذْنِبُ ذَنْبًا ثُمَّ يَقُومُ فَيَتَطَهَّرُ ثُمَّ يُصَلِّى ثُمَّ يَسْتَغْفِرُ اللَّهَ إِلاَّ غَفَرَ اللَّهُ لَهُ » . ثُمَّ قَرَأَ هَذِهِ الآيَةَ ( وَالَّذِينَ إِذَا فَعَلُوا فَاحِشَةً أَوْ ظَلَمُوا أَنْفُسَهُمْ ذَكَرُوا اللَّهَ فَاسْتَغْفَرُوا لِذُنُوبِهِمْ وَمَنْ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ إِلاَّ اللَّهُ وَلَمْ يُصِرُّوا عَلَى مَا فَعَلُوا وَهُمْ يَعْلَمُونَ ) . قَالَ وَفِى الْبَابِ عَنِ ابْنِ مَسْعُودٍ وَأَبِى الدَّرْدَاءِ وَأَنَسٍ وَأَبِى أُمَامَةَ وَمُعَاذٍ وَوَاثِلَةَ وَأَبِى الْيَسَرِ وَاسْمُهُ كَعْبُ بْنُ عَمْرٍو . قَالَ أَبُو عِيسَى حَدِيثُ عَلِىٍّ حَدِيثٌ حَسَنٌ لاَ نَعْرِفُهُ إِلاَّ مِنْ هَذَا الْوَجْهِ مِنْ حَدِيثِ عُثْمَانَ بْنِ الْمُغِيرَةِ . وَرَوَى عَنْهُ شُعْبَةُ وَغَيْرُ وَاحِدٍ فَرَفَعُوهُ مِثْلَ حَدِيثِ أَبِى عَوَانَةَ . وَرَوَاهُ سُفْيَانُ الثَّوْرِىُّ وَمِسْعَرٌ فَأَوْقَفَاهُ وَلَمْ يَرْفَعَاهُ إِلَى النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم وَقَدْ رُوِىَ عَنْ مِسْعَرٍ هَذَا الْحَدِيثُ مَرْفُوعًا أَيْضًا . وَلاَ نَعْرِفُ لأَسْمَاءَ بْنِ الْحَكَمِ حَدِيثًا مَرْفُوعًا إِلاَّ هَذَا . HM56 İbn Hanbel, I, 11.حَدَّثَنَا أَبُو كَامِلٍ حَدَّثَنَا أَبُو عَوَانَةَ حَدَّثَنَا عُثْمَانُ بْنُ أَبِي زُرْعَةَ عَنْ عَلِيِّ بْنِ رَبِيعَةَ عَنْ أَسْمَاءَ بْنِ الْحَكَمِ الْفَزَارِيِّ قَالَ سَمِعْتُ عَلِيًّا كَرَّمَ اللَّهُ وَجْهَهُ قَالَكُنْتُ إِذَا سَمِعْتُ مِنْ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ حَدِيثًا نَفَعَنِي اللَّهُ بِهِ بِمَا شَاءَ أَنْ يَنْفَعَنِي مِنْهُ وَإِذَا حَدَّثَنِي غَيْرُهُ اسْتَحْلَفْتُهُ فَإِذَا حَلَفَ لِي صَدَّقْتُهُ وَحَدَّثَنِي أَبُو بَكْرٍ وَصَدَقَ أَبُو بَكْرٍ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مَا مِنْ عَبْدٍ مُؤْمِنٍ يُذْنِبُ ذَنْبًا فَيَتَوَضَّأُ فَيُحْسِنُ الطُّهُورَ ثُمَّ يُصَلِّي رَكْعَتَيْنِ فَيَسْتَغْفِرُ اللَّهَ تَعَالَى إِلَّا غَفَرَ اللَّهُ لَهُ ثُمَّ تَلَا{ وَالَّذِينَ إِذَا فَعَلُوا فَاحِشَةً أَوْ ظَلَمُوا أَنْفُسَهُمْ }
106 İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, S-H-B md.
107 Hatîb, Kifâye, 68.
108 Hatîb, Kifâye, 69.
109 B3649 Buhârî, Fedâilü ashâbi’n-nebî, 1.
باب فَضَائِلِ أَصْحَابِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم . وَمَنْ صَحِبَ النَّبِىَّ صلى الله عليه وسلم أَوْ رَآهُ مِنَ الْمُسْلِمِينَ فَهْوَ مِنْ أَصْحَابِهِ . حَدَّثَنَا عَلِىُّ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ حَدَّثَنَا سُفْيَانُ عَنْ عَمْرٍو قَالَ سَمِعْتُ جَابِرَ بْنَ عَبْدِ اللَّهِ - رضى الله عنهما - يَقُولُ حَدَّثَنَا أَبُو سَعِيدٍ الْخُدْرِىُّ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « يَأْتِى عَلَى النَّاسِ زَمَانٌ فَيَغْزُو فِئَامٌ مِنَ النَّاسِ ، فَيَقُولُونَ فِيكُمْ مَنْ صَاحَبَ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَيَقُولُونَ نَعَمْ . فَيُفْتَحُ لَهُمْ . ثُمَّ يَأْتِى عَلَى النَّاسِ زَمَانٌ فَيَغْزُو فِئَامٌ مِنَ النَّاسِ ، فَيُقَالُ هَلْ فِيكُمْ مَنْ صَاحَبَ أَصْحَابَ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَيَقُولُونَ نَعَمْ . فَيُفْتَحُ لَهُمْ ، ثُمَّ يَأْتِى عَلَى النَّاسِ زَمَانٌ فَيَغْزُو فِئَامٌ مِنَ النَّاسِ ، فَيُقَالُ هَلْ فِيكُمْ مَنْ صَاحَبَ مَنْ صَاحَبَ أَصْحَابَ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَيَقُولُونَ نَعَمْ . فَيُفْتَحُ لَهُمْ » .
110 Hatîb, Kifâye s. 69-70.
111 Çağdaş araştırmacılardan Muhammed b. İbrâhim eş-Şeybânî, Mu’cemü mâ üllife ani’s-sahâbe ve ümmehâti’l-müminîn ve âli’l-beyt (Kuveyt, 1993) adlı çalışmasında sahâbeye dair irili ufaklı ve mahtût-matbû 1.300 küsûr çalışmaya yer vermektedir.
112 Zehebî, Tecrîdü esmâi’s-sahâbe, I, 3.
113 Özafşar, Hadis İlmine Giriş, s. 60-61.
114 Hudarî Beg, Muhammed, Târîhu’t-teşrîi’l-İslâmî, s. 119.
115 Râmehürmüzî, el-Hasen b. Abdurrahmân, el-Muhaddisü’l-fâsıl beyne’r-râvî ve’l-vâ’î, s. 611 vd.
116 Suyûtî, Celâlüddîn Abdurrahmân, Tenvîru’l-havâlîk Şerh alâ Muvatta-i Mâlik, s. 6.
117 Guraya, Sünnetin Neliği Sorununa Metodik Bir Yaklaşım, 11.
118 İbnü’l-Arabî, Ebû Bekr Muhammed b. Abdullah, ‘Âridatü’l-Ahvezî bi-Şerhi Sahîhi’t-Tirmizî, I, 10.
119 Suyûtî, Tenvîru’l-havâlîk, s. 5
Hudarî Beg, Muhammed, Târîhu’t-teşrîi’l-İslâmî, 131.
120 Hâkim, el-Medhal ile’l-iklîl, s. 30.
121 İbn Hacer, Tehzîbü’t-Tehzîb, III, 240.
122 Ebû Musa el-Medînî, Hasâisü’l-Müsned, s. 6-7.
123 Bkz: Zehebî, Tezkiratü’l-huffâz, II, 555-7
A’zamî, M. Muhammed-Yavuz, Yusuf Şevki-Öğüt, Salim, “Buhârî”, DİA, VI. 368-376.
124 Bkz. Kandemir, M. Yaşar, “el-Câmiu’s-sahîh”, DİA, VII, 114-115.
125 Bkz. Zehebî, Tezkiratü’l-huffâz, II, 588-590.
126 Makdisî, Şurûtu’l-eimmeti’s-Sitte s. 10.
127 Bkz. Zehebî, Tezkiratü’l-huffâz, II. 633 vd.
128 Bkz. Çakan, İ. Lütfi, “el-Câmiu’s-Sahîh”, DİA, VII. 129-130
aynı müellif, Hadis Edebiyatı, s. 69-71.
129 Makdisî, Şurûtu’l-eimme, 21.
130 Bkz. Çakan, İ. Lütfi, a.g.m., DİA, VII, 129-130
Hadis Edebiyatı, s. 69-71
131 Bkz. Zehebî, Tezkiratü’l-huffâz, II, 591 vd.
Kandemir, M. Yaşar, “Ebû Dâvûd”, DİA, X, 119-121, Çakan, İ. Lütfi, Hadis Edebiyatı, s. 77-78.
132 Koçyiğit, Talat, Hadis Tarihi, s. 246-247.
133 Bkz. Çakan, İ. Lütfi, Hadis Edebiyatı, s. 78-84
Uğur, Mücteba, Hadis İlimleri Edebiyatı, s. 279-280.
134 Bkz. Zehebî, Tezkiratü’l-huffâz, II, 698-701.
135 Uğur, Mücteba, Hadis İlimleri Edebiyatı, s. 285-6
Çakan, İ. Lütfi, Hadis Edebiyatı, s. 86.
136 Koçyiğit, Hadis Tarihi, s. 245.
137 Bkz. Zehebî, Tezkiratü’l-huffâz, II, 636-637.
138 Koçyiğit, Talat, Hadis Tarihi, s. 249-250.
139 İbn Mâce, Sünen, (nâşirin mukaddimesi), I. 7-8.
140 Uğur, Mücteba, a.g.e., s. 287-8
Çakan, İ. Lütfi, a.g.e., s. 89.
141 Bkz. İbn Mâce, Mukaddime 1-24, I. 3-98.
142 Erul, Bünyamin, Hadislerin Anlaşılması Meselesi (İslâm Geleneğinde Hadisleri Farklı Okuma Biçimleri), Güncel Dinî Meseleler Birinci İhtisas Toplantısında sunulan tebliğ, 02-06 Ekim 2002, 2004, s. 6.
143 Koç, Mehmet Akif, Taberî Tefsiri’ni Anlamak Üzerine-1, AÜİFD, C. 51/1, s. 81.
144 M. Ali Sönmez ve Halis Aydemir’in birlikte yürüttükleri ortak proje ile İbn Hibbân’a ait el-Müsned es-sahîh ale’t-tekâsîm ve’l-envâ’ adlı eserin orijinal tertibiyle tahkiki yapılmaktadır. Dokuz farklı elyazmanın kullanıldığı bu çalışma, 8 cilt hâlinde basılmıştır (Dâru İbn-i Hazm, Beyrut, 2012).
145 Hatiboğlu, İbrahim, “Mesâbîhu’s-Sünne”, DİA, XXIX, 258-259.
146 Eserin tercümesi 19 cilt hâlinde S. Kemal Sandıkçı ve Muhsin Koçak tarafından yapılmıştır (Ensar Neşriyat, İstanbul, 2008).
147 Hatiboğlu, İbrahim, “Mesâbîhu’s-Sünne”, DİA, XXIX, 259.
148 Küçük, Raşit, “Riyazü’s-sâlihîn”, DİA, XXXV, 146.
149 Kallek, Cengiz, “İbn Receb”, DİA, XX, 245.
150 Uğur, Mücteba, “el-Câmiu’s-sağîr”, DİA, VII, 113.
151 Bâbanzâde Ahmed Naim, Sahîh-i Buhârî Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi, I/2.
152 İbrahim Canan tarafından Kütüb-i Sitte Hadis Ansiklopedisi adıyla ve bazı ilâvelerle on sekiz cilt hâlinde basılmıştır.
153 Özafşar, M. Emin, Hadis ve Kültür Yazıları, s. 35.
154 Özafşar, M. Emin, a.g.e., s. 109-154.
155 İz yayıncılık, İstanbul, 2010.
156 Bkz. Martı, Huriye, Osmanlı’da Bir Dârü’l-Hadîs Şeyhi: Birgivî Mehmed Efendi.
157 Görmez, Mehmet, “Klasik Oryantalizmi Hadis Araştırmalarına Sevk Eden Temel Faktörler Üzerine”, İslâmiyat, III (2000) sayı 1, s. 16.
158 Sünnet ve hadise yönelik çağdaş itirazlar ve tartışmalar için bkz. Brown, Daniel, İslâm Düşüncesinde Sünneti Yeniden Düşünmek
Juynboll, G.H.A., Modern Mısır’da Hadis Tartışmaları.
159 Bulut Mehmet, “İlk Cumhuriyet Meclisinde Dini Yayıncılık Hakkında Tarihi Bir Karar”, Diyanet Dergisi, cilt: XXVIII. Sayı: 1, s. 143
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Yaygın Din Eğitimindeki Yeri, s. 255-7.
160 Erul, Bünyamin, “Cumhuriyet Dönemi İlk Şerh Tecrübesi: Tecrîd-i Sarîh Tercümesi (Kamil Miras’ın Şerh Yöntemi ve Kaynakları Üzerine)”, II. Gerede Hadis Meclisi’nde sunulan tebliğ, 2003.
161 Cündioğlu, Dücane, Bir Kur’an Şairi, Mehmet Akif ve Kur’an Meali.
162 Hansu, Hüseyin, Babanzâde Ahmet Naim, Hayatı, Fikirleri, Eserleri, Hadisçiliği, s. 65.
163 Ahmed Davudoğlu, Sönmez Neşriyat, İstanbul-1977.
164 Haydar Hatiboğlu, Kahraman Yay., İstanbul, 1983.
165 M. Yaşar Kandemir, İsmail L. Çakan, Raşit Küçük tarafından hazırlanan çalışma sekiz cilt hâlinde Erkam Yayınları’nca neşredilmiştir (İstanbul, 1996).
166 Erul, Bünyamin, “Temel Hadis Kaynakları Üzerine Bir Kritik”, Sünnetin Bireysel ve Toplumsal Değişimdeki Rolü Sempozyumu’nda (11-12 Mayıs 2007) sunulan tebliğ.

H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ