Resulullah'ın hadislerini mi arıyorsunuz ?
Türkiye'nin En Geniş Kapsamlı Hadis Sitesi
HZ.MUHAMMED (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
"أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ"

Latest Post

Hadislerle İslam || Alay Etmek: Belki de Alay Edilen Daha Hayırlıdır!
Alay Etmek: Belki de Alay Edilen Daha Hayırlıdır!

عَنْ عَائِشَةَ قَالَتْ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) :
“مَا أُحِبُّ أَنِّى حَكَيْتُ أَحَدًا وَأَنَّ لِى كَذَا وَكَذَا.”
Hz. Âişe"nin naklettiğine göre,
Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur:
“Karşılığında bana dünyayı verseler bile, kimsenin taklidini yapmam; bundan asla hoşlanmam.”
(T2503 Tirmizî, Sıfatü"l-kıyâme, 51)

عَنْ وَاثِلَةَ بْنِ الأَسْقَعِ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) :
“لاَ تُظْهِرِ الشَّمَاتَةَ لأَخِيكَ فَيَرْحَمُهُ اللَّهُ وَيَبْتَلِيك.”
Vâsile b. Eska"nın naklettiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Kardeşinin başına gelen bir şeye sevinip gülme. Sonra Allah ona merhamet edip seni (o şeyle) imtihan eder.”
(T2506 Tirmizî, Sıfatü"l-kıyâme, 54)
***
عَنْ عَائِشَةَ... قَالَتْ: فَقُلْتُ:
“يَا رَسُولَ اللَّهِ إِنَّ صَفِيَّةَ امْرَأَةٌ” وَقَالَتْ بِيَدِهَا هَكَذَا كَأَنَّهَا تَعْنِى قَصِيرَةً. فَقَالَ: “لَقَدْ مَزَجْتِ بِكَلِمَةٍ لَوْ مُزِجَ بِهَا مَاءُ الْبَحْرِ لَمُزِجَ.”
Hz. Âişe anlatıyor: “(Bir seferinde boyunun kısa oluşunu kastederek Hz. Peygamber"e) "Ey Allah"ın Resûlü! Safiyye şöyle bir kadındır." dedim. Bunun üzerine Resûlullah (sav) şöyle buyurdu: "Öyle bir söz ettin ki; o söz, şayet denize karışmış olsaydı denizin suyunu bile bozardı." ”
(T2502 Tirmizî, Sıfatü"l-kıyâme, 51)
***
عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) :
“…بِحَسْبِ امْرِئٍ مِنَ الشَّرِّ أَنْ يَحْقِرَ أَخَاهُ الْمُسْلِمَ…”
Ebû Hüreyre"nin naklettiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “…Müslüman kardeşini küçük görmesi, kişiye kötülük olarak yeter…”
(M6541 Müslim, Birr, 32)
***
Resûlullah, Huneyn Seferi"nden dönerken, içlerinde daha sonra Peygamberimizin müezzinlerinden olacak olan1 Ebû Mahzûre"nin de bulunduğu on kişilik bir grup aynı yolun yolcusuydu.2 Yolun bir yerinde Resûlullah"ın müezzini, namaz için ezan okumaya başladı. Henüz Müslüman olmayan Ebû Mahzûre ve arkadaşlarının yüksek sesle müezzinin dediklerini tekrarlıyor ve onu taklit ederek alaya alıyorlardı. Resûlullah onları duydu ve içlerinden güzel sesli olanı yanına getirmeleri için bir grup gönderdi. Resûlullah"ın huzuruna geldiklerinde, “Yüksek sesini duyduğum hanginizdi?” diye sordu. Herkes Ebû Mahzûre"yi gösterdi, Ebû Mahzûre"nin kendisi de bunu kabul etti. Bunun üzerine Hz. Peygamber diğerlerini gönderdi ve Ebû Mahzûre"yi alıkoyarak ona, “Kalk, ezan oku.” dedi. Kalktı, ancak o an Ebû Mahzûre için hiçbir şey ezan okumaktan daha zor olamazdı. Rahatsız olmuş ve bir yandan da öfkelenmişti. Bu duygularla Resûlullah"ın önünde ayağa kalktı. Peygamberimiz ezan kelimelerini ona bizzat öğreterek okuttu.3
Ebû Mahzûre ezan okumayı bitirince Allah Resûlü, içinde bir miktar gümüş bulunan bir keseyi ona verdi. Onun kalbini İslâm"a ısındırarak Müslüman olmasını arzuluyordu. Sonra onun alnına elini koydu, elini yüzüne sürdü ve göğsünden karnına kadar sıvazladı. Nihayet Resûlullah, “Allah bunu senin için mübarek eylesin ve bereket senin üzerinden eksik olmasın.” diye dua etti. Bu olayın ardından Müslüman olan Ebû Mahzûre heyecanla atıldı: “Ey Allah"ın Resûlü! Mekke"de ezan okumam için izin ver.” Resûlullah onun bu isteğini geri çevirmedi. Hz. Peygamber"in tavrı karşısında Ebû Mahzûre"nin kalbinde öfke ve nefretten eser kalmamıştı. Olumsuz duyguları tamamen Resûlullah"a karşı sevgi ve muhabbete dönüşmüştü.4 Ebû Mahzûre bundan sonra perçemindeki saçları ne tıraş etti, ne de ayırdı, çünkü oraya Resûlullah"ın eli değmişti.5
Ebû Mahzûre ve arkadaşlarının müezzinle alay etmeleri, dolayısıyla da dinin şiarı olan ezana dil uzatmaları, Hz. Peygamber"in ve müminlerin yabancı oldukları bir durum değildi. Risâleti boyunca diğer peygamberler gibi Hz. Peygamber de inkârcıların alaylarına maruz kalmıştı. Hem Peygamberle hem de müminlerle alay eden müşrikler, onları bir nevi mânevî savaşa maruz bırakarak tebliğin başarısız olması için mücadele etmişlerdi. “Yazıklar olsun şu kullara!Kendilerine hangi elçi geldiyse onu alaya aldılar!” 6 âyetinden anlaşıldığı üzere getirdikleri davetin alay konusu edilmesi bütün peygamberlerin karşılaştıkları bir durumdu: İnkârcıların peygamberlerin getirdiği emirler karşısındaki en belirgin ve net tavırları, inkâr etmenin yanı sıra bu emirleri alay konusu yaparak eğlenmeleriydi. Önceki kavimlerden bazıları, kendilerine gelen peygamberi ve onun uyarılarını alaya almalarından dolayı başlarına gelen felâketler neticesinde helâk olmuşlardı.7 Âd,8 Semûd9 ve Lût kavimleri,10 Firavun"un kavmi,11 Hz. Nuh"un kavmi12 bu alaycı tavırları yüzünden helâke uğramamışlar mıydı? Mekkeli müşrikler de Hz. Peygamber"e ve müminlere karşı aynı tutum ve tavrı sergilemişler, Resûlullah"ın ve diğer Müslümanların kişiliklerini, inanç ve değerlerini, ibadet ve yaşayışlarını13 özellikle de Allah"ın âyetlerini14 sürekli olarak alaya almışlardı.
Kur"an"da kâfirlerin bu alaycı tavırları kesin bir dille reddedilmiş, Allah"ın da onların bu tavırlarına istihza ile karşılık vereceği bildirilmiştir: “Allah Teâlâ ise onlar ile istihzâ eder. Onları kendi azgınlıklarında şaşkın bir hâlde bırakır.” 15 Başka bir âyette de dünyada müminlerle ve onların inançlarıyla alay eden, onları küçümseyen inkârcıların yaptıklarının karşılıksız kalmayacağı, âhirette alçaltıcı ve gülünç duruma düşecekleri ifade edilmektedir. “Şüphesiz günahkârlar, (dünyada) iman edenlere gülüyorlardı. Müminler yanlarından geçtiğinde, birbirlerine kaş göz ederek onlarla alay ediyorlardı. Ailelerine dönerken zevk ve neşe içinde gülüşe gülüşe dönüyorlardı. Müminleri gördükleri vakit, "Hiç şüphe yok, şunlar sapık kimselerdir." diyorlardı. Halbuki onlar, müminlerin başına bekçi olarak gönderilmemişlerdi. İşte bugün de müminler kâfirlere gülerler. Koltuklar üzerinde (etrafı) seyrederler.Nasıl, kâfirler yapmakta olduklarının karşılığını buldular mı?” 16
Dinî değerlerle alay etmeyi yasaklayan İslâm dini, Müslümanları da kendi inanç ve değerlerini korumaları konusunda uyarmıştır. Bundan dolayıdır ki, müminlerden, dinlerini alaya alan inkârcılarla dostluk kurmamaları istenmiştir: “Ey iman edenler! Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden dininizi alaya alıp oyuncak edinenleri ve öteki kâfirleri dost edinmeyin. Eğer müminler iseniz Allah"a karşı gelmekten sakının.” 17 Dinin ya da Allah"ın âyetlerinin alaya alındığı mekânlarda müminlerin sessiz kalmamaları, böyle durumlarda ortamı terk etmek suretiyle tepkilerini ortaya koymaları öğütlenmiştir: “Oysa Allah size Kitap"ta (Kur"an"da) şöyle indirmiştir ki: Allah"ın âyetlerinin inkâr edildiğini ve onlarla eğlenildiğini işittiğiniz zaman başka bir konuşmaya dalmalarına kadar onların yanında oturmayın, yoksa kesinlikle onlar gibi olursunuz. Bakın, Allah, münafıkları kâfirlerle birlikte cehennemde toplayacaktır.” 18
İstihzayı insan onurunu zedeleyen bir tavır olarak gören İslâm dini, Müslümanları da başkalarının inançlarını alaya almaktan ve onların kutsal saydıkları şeylere sövmekten men etmiştir. Zira kişinin kutsal kabul ettiği şeylere yönelik alay ve hakaret içeren davranışlar, aynı zamanda o kişinin onurunu rencide eder. Müslümanlar başkalarının kutsalına sövmek ya da hakaret etmek suretiyle onları kışkırtarak Allah"a sövmelerine sebep olmaktan sakınmakla sorumludurlar. Aksi takdirde böyle bir kışkırtmanın, çamura taş atanın üzerine çamurun sıçraması gibi müminin kendisine dönmesi de söz konusudur. Bu hususta Kur"ân-ı Kerîm"de Müslümanlara yönelik açık bir uyarı yer almaktadır: “Onların, Allah"ı bırakıp taptıklarına sövmeyin ki, onlar da haddi aşarak, bilgisizce Allah"a sövmesinler.” 19
İslâm toplumu içerisinde dinî değerlerle ve müminlerle alay etmek, münafıkların bir tavrı olarak karşımıza çıkmaktadır: “(Bu münafıklar) müminlerle karşılaştıkları vakit "(biz de) iman ettik!" derler. Şeytanları ile baş başa kaldıklarında ise, "Biz sizinle beraberiz, biz onlarla sadece alay ediyoruz." derler.” 20 Bir Müslüman"ın şaka niyetiyle de olsa dinî değerlerle dalga geçmesi ve bunları alay konusu yapması, Kur"an"ın asla tasvip etmeyeceği bir durumdur. Dolayısıyla dinle ya da peygamberle alay etmek Müslüman"a yakışan bir tavır değil; münafık tavrıdır. Bu tür bir davranış iman etmiş bir kişiyi küfre götürebilecek kadar tehlikelidir. Çünkü Allah"a itaatle O"nun dinini alaya almak aynı kalpte bir arada bulunamaz.
Resûlullah (sav) Tebük Seferi"ne giderken, yanında münafıklardan bir grup vardı. Onlar, “Bu adam Şam saraylarını ve kalelerini fethetmek istiyor! Heyhât, olacak iş mi!” diye dil uzattılar. Allah, onların bu durumunu Resûlü"ne bildirdi. Resûlullah (sav) onlara gelerek, “Siz şöyle şöyle söylediniz.” dedi. Münafıklar, “Yâ Resûlallah! Biz sadece oyun ve eğlence ile meşguldük.” dediler. Bunun üzerine, “Eğer onlara, (niçin alay ettiklerini) sorarsan, elbette, biz sadece lafa dalmış şakalaşıyorduk, derler. De ki: Allah ile, O"nun âyetleriyle ve O"nun peygamberiyle mi alay ediyordunuz?” âyeti21 nâzil oldu.22 Ardından da Yüce Allah, onların bu davranışlarının kendileri için neye mal olacağını ve yaptıklarının cezasız kalmayacağını bildirdi: “(Boşuna) Özür dilemeyin; çünkü siz iman ettikten sonra tekrar kâfir oldunuz. Sizden (tevbe eden) bir grubu bağışlasak bile, bir gruba da suçlu olduklarından dolayı azap edeceğiz.” 23
İslâm dininde, Müslümanların birbirleriyle olan ilişkilerinde de istihza yasaklanmıştır. Zira İslâm"a göre her ferdin onuru, haysiyeti ve şerefi dokunulmazdır.24 Her ne sebeple olursa olsun hiç kimse bu değerlerle alay etme ve insanları bu yönden zedeleme ve rencide etme hakkına sahip değildir. Hz. Peygamber"in bu konudaki tavrı çok açıktır. Nitekim ona taklidini yaparak bir kişiden bahseden Hz. Âişe,25 bu davranışı karşısında Resûlullah"ın,“Karşılığında bana dünyayı verseler bile, kimsenin taklidini yapmam; bundan asla hoşlanmam.” buyurduğunu ifade etmiştir.26
Başkasının söz ve davranışlarını kusurlu görmek veya göstermek amacıyla alay ederek onu küçümsemek, toplumda kardeşlik bağlarını zedeleyen, Müslümanların birbirleriyle olan ilişkilerine zarar veren tehlikeli bir durumdur. İnsanlarla bu şekilde eğlenen kişi, aynı durumun kendi başına gelmeyeceğinin garantisine sahip değildir: “Kardeşinin başına gelen bir şeye sevinip gülme. Sonra Allah ona merhamet edip seni (o şeyle) imtihan eder.” 27 Resûlullah"ın bu uyarısının yansıması kültürümüzde “gülme komşuna gelir başına” şeklinde ifadesini bulmuştur. Yine Hz. Peygamber"in, “Kim Müslüman kardeşini işlediği bir suçtan dolayı ayıplarsa, kendisi de o suçu işlemeden ölmez.” 28 şeklindeki hadisi de istihzadan kaçınma noktasında son derece etkileyicidir.
Kur"an"ın, “Arkadan çekiştirmeyi, yüze karşı eğlenmeyi âdet edinen herkesin vay hâline!” 29 şeklindeki tehdidinin, İslâm"ın ilk yıllarında Hz. Peygamber"i ve ileri gelen Müslümanları kötülemeyi huy edinen kişilerden Cemîl b. Âmir el-Cumahî,30 Ahnes b. Şerîk, Velîd b. Mugîre veya Ümeyye b. Halef hakkında nâzil olduğu rivayet edilmektedir.31 Ancak bu tehdidin inanç farkı gözetmeksizin bütün insan ilişkilerinde temel olan ahlâk ilkelerinin önemli bir kuralına dikkat çektiği göz ardı edilmemelidir. Bu âyette gerek başkalarını arkadan çekiştirip kötülemeyi huy edinen (hümeze), gerekse insanları yüzlerine karşı ayıplayıp küçük düşürmekten çekinmeyen (lümeze) kimseler kınanmaktadır.
İnsanların fiziksel durumlarıyla alay etmek ise, âdeta Allah"ın takdirine karşı gelmek gibidir. Âişe"nin bir defasında Resûlullah"a eliyle kısa oluşunu göstererek, “Ey Allah"ın Resûlü! Safiyye şöyle bir kadındır.” demesi üzerine Resûlullah"ın onu, “Öyle bir söz ettin ki o söz denize karıştırılsaydı denizin suyu değişirdi. ”diyerek uyarması32 da meselenin ciddiyetini göstermesi bakımından dikkat çekicidir. Zira bu şekilde insanların elinde olmayan bir durumla alay etmek, Yüce Allah"ın takdir edip yarattığıyla alay etmektir. İnsanda doğuştan ya da sonradan meydana gelen fiziksel ve zihinsel özürlerle alay etmek de böyledir.
İnsanın fiziksel özellikleriyle eğlenmek kadar, kişiliğine yönelik tahkir anlamına gelebilecek davranışlar da dinimizce yasaklanmıştır. Bu, bazen karakter özellikleriyle bazen de hitap ediliş biçimiyle ilgili olabilir. Bunların hiçbirisi diğerinden ayrılamaz. Zira kişiyi hoşlanmadığı bir isimle çağırarak alay konusu yapmak, onu toplum içerisinde küçük düşürüp gücendirir. Bu tür küçümseyici davranışlar imanla bağdaşmayan bir durum olarak görülmüş ve Müslümanların birbirleriyle alay etmeleri, birbirlerine çirkin lakaplar takmaları yasaklanmıştır: “Ey iman edenler! Bir topluluk bir diğerini alaya almasın. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da diğer kadınları alaya almasın. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Birbirinizi karalamayın, birbirinizi (kötü) lakaplarla çağırmayın. İmandan sonra fâsıklık ne kötü bir namdır! Kim de tevbe etmezse, işte onlar zâlimlerin ta kendileridir.” 33 Bu âyetin iniş sebebini ensardan Ebû Cebire şöyle anlatır: “Resûlullah bizim yanımıza (Mekke"den Medine"ye) teşrif etti. O zaman bazılarımızın iki ya da üç adı (lakabı) vardı. Peygamber (sav) bazen bu isimlerden biriyle seslendiğinde: "Yâ Resûlallah! O bu isimden hoşlanmıyor." denirdi. Bunun üzerine "... birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayınız." âyeti indi.”34
Sâbit b. Kays"ın kulağı biraz ağır işitiyordu. Resûlullah"ın meclisine geldiği vakit, yanı başına oturabilsin de onu rahat işitebilsin diye kendisine yer açarlardı. Yine bir gün gelmiş ve "açılın" diye müsaade isteyerek insanların arasında ilerlemeye başlamıştı. Bir adam ona, "Oturacak yer buldun, otur.” dedi. Sâbit öfkeli bir şekilde oturdu ve adamı göstererek, "Bu kim?" diye sordu. O zât da kendisini tanıttı. Sâbit b. Kays, "Filân kadının oğlusun!" diyerek onun annesini câhiliye döneminde ayıplandığı bir özelliğiyle zikretti. Bunun üzerine adamcağız utanarak başını önüne eğdi. Bu olay üzerine, “Ey iman edenler! Bir topluluk bir diğerini alaya almasın. âyeti nâzil oldu.35
Hz. Hafsa"nın kendisine “Yahudi kızı” demesinden dolayı incinerek ağlayan Yahudi kökenli Hz. Safiyye"ye Resûlullah, “Sen bir peygamberin (Harun"un) kızısın. Amcan (Musa) da peygamberdir. (Şu an yine) bir peygamberin nikâhı altındasın. O, hangi konuda sana karşı övünüyor?” buyurmuş, Hz. Hafsa"yı da Allah"tan korkması konusunda ikaz etmişti.36 Müslümanların birbirlerine sadece çirkin lakap takmalarını değil, hoşlanmadıkları hitaplarla seslenmelerini de asla tasvip etmemişti Allah Resûlü. Nitekim kendisi bir kimseyi en sevdiği ismiyle ya da en sevdiği künyesiyle çağırmaktan hoşlanırdı.37
Bir kimsenin duyduğunda rahatsız olmayacağı ve toplum tarafından olumsuz algılanmayan lakapların kullanımı bir çeşit adlandırmadır. Resûlullah da ashâbından bazılarına bu şekilde güzel lakaplar takmıştır. Enes (ra), topladığı bir çeşit baklanın adını Peygamberimizin kendisine lakap olarak verdiğini söylemiş38 ve bu sebeple “Ebû Hamza” diye anılmıştır.39 Ebû Hüreyre"ye ise latîfe olsun diye, “Yâ Ebâ Hir” (Ey kediciğin babası!)40 şeklinde seslenen Hz. Peygamber, elleri uzun olduğu için “zü"l-yedeyn” (iki elli) diye anılan birisine de bu ismiyle hitap etmişti.41 Hz. Ebû Bekir, “Atîk ve Sıddîk”;42 Hz. Ömer, “Fârûk”;43 Hz. Hamza, “Esedullah”;44 Hâlid b. Velid ise “Seyfullah”45 lakaplarıyla anılan sahâbîlerdi. Dolayısıyla bir kişinin tanınmasını kolaylaştırmak, meziyetlerini dile getirerek övmek ya da latîfe ile gönlünü almak gibi iyi niyetlerle lakap takmakta bir sakınca bulunmamaktadır.
İnsanın başkalarıyla alay etmesine çeşitli duygular ve düşünceler sebep olabilir. Meselâ, kibir ve kıskançlık gibi olumsuz duygular kişiye karşısındakileri küçümseme ve dalga geçme hakkına sahip olduğunu düşündürebilir. Ayrıca bazen insan kendi eksiğini kapatmak veya kendini ön plana çıkarmak için de böyle hatalara düşebilir. Hatta kimi zaman sadece eğleniyor ve insanları eğlendiriyor da olabilir. Ama bu sırada karşısındakinin gönlünü kırarak huzursuz etmekte, gönül kâbesini yıkmakta, onun ruhunu örseleyip sevgi ve saygı bağını yok etmekte olduğunu unutmamalıdır. Halbuki Allah Resûlü"nün, “...Müslüman kardeşini küçük görmesi, kişiye kötülük olarak yeter...” 46 sözünde ifade edildiği üzere, mümin kardeşini küçük düşürecek bir söz veya davranış bir Müslüman"ın kendisine yapacağı en büyük kötülüklerdendir. Her ne sebeple olursa olsun Müslüman hiç kimseye zarar vermemelidir. Zira Peygamber Efendimiz onu şöyle tanıtmaktadır: “Müslüman, elinden ve dilinden diğer Müslümanların zarar görmediği kişidir.” 47

Hİ7/365 İbn Hacer, İsâbe, VII, 365.
N634 Nesâî, Ezân, 6.
D500 Ebû Dâvûd, Salât, 28.
İM708 İbn Mâce, Ezân, 2
HM15454 İbn Hanbel, III, 409.
D501 Ebû Dâvûd, Salât, 28
HM15450 İbn Hanbel, III, 408.
Yâsîn, 36/30.
يَا حَسْرَةً عَلَى الْعِبَادِۚ مَا يَأْت۪يهِمْ مِنْ رَسُولٍ اِلَّا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ ﴿30﴾
En’âm, 6/10
وَلَقَدِ اسْتُهْزِئَ بِرُسُلٍ مِنْ قَبْلِكَ فَحَاقَ بِالَّذ۪ينَ سَخِرُوا مِنْهُمْ مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ۟ ﴿10﴾ Ra’d, 13/32 وَلَقَدِ اسْتُهْزِئَ بِرُسُلٍ مِنْ قَبْلِكَ فَاَمْلَيْتُ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا ثُمَّ اَخَذْتُهُمْ۠ فَكَيْفَ كَانَ عِقَابِ ﴿32﴾ Nahl, 16/33-34. هَلْ يَنْظُرُونَ اِلَّٓا اَنْ تَأْتِيَهُمُ الْمَلٰٓئِكَةُ اَوْ يَأْتِيَ اَمْرُ رَبِّكَۜ كَذٰلِكَ فَعَلَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ وَمَا ظَلَمَهُمُ اللّٰهُ وَلٰكِنْ كَانُٓوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ ﴿33﴾ فَاَصَابَهُمْ سَيِّـَٔاتُ مَا عَمِلُوا وَحَاقَ بِهِمْ مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ۟ ﴿34﴾
Hûd, 11/50-58.
وَاِلٰى عَادٍ اَخَاهُمْ هُودًاۜ قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُۜ اِنْ اَنْتُمْ اِلَّا مُفْتَرُونَ ﴿50﴾ يَا قَوْمِ لَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ اَجْرًاۜ اِنْ اَجْرِيَ اِلَّا عَلَى الَّذ۪ي فَطَرَن۪يۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ ﴿51﴾ وَيَا قَوْمِ اسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ ثُمَّ تُوبُٓوا اِلَيْهِ يُرْسِلِ السَّمَٓاءَ عَلَيْكُمْ مِدْرَارًا وَيَزِدْكُمْ قُوَّةً اِلٰى قُوَّتِكُمْ وَلَا تَتَوَلَّوْا مُجْرِم۪ينَ ﴿52﴾ قَالُوا يَا هُودُ مَا جِئْتَنَا بِبَيِّنَةٍ وَمَا نَحْنُ بِتَارِك۪ٓي اٰلِهَتِنَا عَنْ قَوْلِكَ وَمَا نَحْنُ لَكَ بِمُؤْمِن۪ينَ ﴿53﴾ اِنْ نَقُولُ اِلَّا اعْتَرٰيكَ بَعْضُ اٰلِهَتِنَا بِسُٓوءٍۜ قَالَ اِنّ۪ٓي اُشْهِدُ اللّٰهَ وَاشْهَدُٓوا اَنّ۪ي بَر۪ٓيءٌ مِمَّا تُشْرِكُونَۙ ﴿54﴾ مِنْ دُونِه۪ فَك۪يدُون۪ي جَم۪يعًا ثُمَّ لَا تُنْظِرُونِ ﴿55﴾ اِنّ۪ي تَوَكَّلْتُ عَلَى اللّٰهِ رَبّ۪ي وَرَبِّكُمْۜ مَا مِنْ دَٓابَّةٍ اِلَّا هُوَ اٰخِذٌ بِنَاصِيَتِهَاۜ اِنَّ رَبّ۪ي عَلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ ﴿56﴾ فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقَدْ اَبْلَغْتُكُمْ مَٓا اُرْسِلْتُ بِه۪ٓ اِلَيْكُمْۜ وَيَسْتَخْلِفُ رَبّ۪ي قَوْمًا غَيْرَكُمْۚ وَلَا تَضُرُّونَهُ شَيْـًٔاۜ اِنَّ رَبّ۪ي عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ حَف۪يظٌ ﴿57﴾ وَلَمَّا جَٓاءَ اَمْرُنَا نَجَّيْنَا هُودًا وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُ بِرَحْمَةٍ مِنَّاۚ وَنَجَّيْنَاهُمْ مِنْ عَذَابٍ غَل۪يظٍ ﴿58﴾
Şuarâ, 26/141-158.
كَذَّبَتْ ثَمُودُ الْمُرْسَل۪ينَۚ ﴿141﴾ اِذْ قَالَ لَهُمْ اَخُوهُمْ صَالِحٌ اَلَا تَتَّقُونَۚ ﴿142﴾ اِنّ۪ي لَكُمْ رَسُولٌ اَم۪ينٌۙ ﴿143﴾ فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُونِۚ ﴿144﴾ وَمَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ اَجْرٍۚ اِنْ اَجْرِيَ اِلَّا عَلٰى رَبِّ الْعَالَم۪ينَۜ ﴿145﴾ اَتُتْرَكُونَ ف۪ي مَا هٰهُنَٓا اٰمِن۪ينَۙ ﴿146﴾ ف۪ي جَنَّاتٍ وَعُيُونٍۙ ﴿147﴾ وَزُرُوعٍ وَنَخْلٍ طَلْعُهَا هَض۪يمٌۚ ﴿148﴾ وَتَنْحِتُونَ مِنَ الْجِبَالِ بُيُوتًا فَارِه۪ينَۚ ﴿149﴾ فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُونِۚ ﴿150﴾ وَلَا تُط۪يعُٓوا اَمْرَ الْمُسْرِف۪ينَۙ ﴿151﴾ اَلَّذ۪ينَ يُفْسِدُونَ فِي الْاَرْضِ وَلَا يُصْلِحُونَ ﴿152﴾ قَالُٓوا اِنَّمَٓا اَنْتَ مِنَ الْمُسَحَّر۪ينَۚ ﴿153﴾ مَٓا اَنْتَ اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُنَاۚ فَأْتِ بِاٰيَةٍ اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ ﴿154﴾ قَالَ هٰذِه۪ نَاقَةٌ لَهَا شِرْبٌ وَلَكُمْ شِرْبُ يَوْمٍ مَعْلُومٍۚ ﴿155﴾ وَلَا تَمَسُّوهَا بِسُٓوءٍ فَيَأْخُذَكُمْ عَذَابُ يَوْمٍ عَظ۪يمٍ ﴿156﴾ فَعَقَرُوهَا فَاَصْبَحُوا نَادِم۪ينَۙ ﴿157﴾ فَاَخَذَهُمُ الْعَذَابُۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةًۜ وَمَا كَانَ اَكْثَرُهُمْ مُؤْمِن۪ينَ ﴿158﴾
10 A’râf, 7/80-82.
وَلُوطًا اِذْ قَالَ لِقَوْمِه۪ٓ اَتَأْتُونَ الْفَاحِشَةَ مَا سَبَقَكُمْ بِهَا مِنْ اَحَدٍ مِنَ الْعَالَم۪ينَ ﴿80﴾ اِنَّكُمْ لَتَأْتُونَ الرِّجَالَ شَهْوَةً مِنْ دُونِ النِّسَٓاءِۜ بَلْ اَنْتُمْ قَوْمٌ مُسْرِفُونَ ﴿81﴾ وَمَا كَانَ جَوَابَ قَوْمِه۪ٓ اِلَّٓا اَنْ قَالُٓوا اَخْرِجُوهُمْ مِنْ قَرْيَتِكُمْۚ اِنَّهُمْ اُنَاسٌ يَتَطَهَّرُونَ ﴿82﴾
11 Zuhruf, 43/46-56.
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا مُوسٰى بِاٰيَاتِنَٓا اِلٰى فِرْعَوْنَ وَمَلَا۬ئِه۪ فَقَالَ اِنّ۪ي رَسُولُ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ ﴿46﴾ فَلَمَّا جَٓاءَهُمْ بِاٰيَاتِنَٓا اِذَا هُمْ مِنْهَا يَضْحَكُونَ ﴿47﴾ وَمَا نُر۪يهِمْ مِنْ اٰيَةٍ اِلَّا هِيَ اَكْبَرُ مِنْ اُخْتِهَاۘ وَاَخَذْنَاهُمْ بِالْعَذَابِ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ ﴿48﴾ وَقَالُوا يَٓا اَيُّهَ السَّاحِرُ ادْعُ لَنَا رَبَّكَ بِمَا عَهِدَ عِنْدَكَ اِنَّنَا لَمُهْتَدُونَ ﴿49﴾ فَلَمَّا كَشَفْنَا عَنْهُمُ الْعَذَابَ اِذَا هُمْ يَنْكُثُونَ ﴿50﴾ وَنَادٰى فِرْعَوْنُ ف۪ي قَوْمِه۪ قَالَ يَا قَوْمِ اَلَيْسَ ل۪ي مُلْكُ مِصْرَ وَهٰذِهِ الْاَنْهَارُ تَجْر۪ي مِنْ تَحْت۪يۚ اَفَلَا تُبْصِرُونَۜ ﴿51﴾ اَمْ اَنَا۬ خَيْرٌ مِنْ هٰذَا الَّذ۪ي هُوَ مَه۪ينٌ وَلَا يَكَادُ يُب۪ينُ ﴿52﴾ فَلَوْلَٓا اُلْقِيَ عَلَيْهِ اَسْوِرَةٌ مِنْ ذَهَبٍ اَوْ جَٓاءَ مَعَهُ الْمَلٰٓئِكَةُ مُقْتَرِن۪ينَ ﴿53﴾ فَاسْتَخَفَّ قَوْمَهُ فَاَطَاعُوهُۜ اِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمًا فَاسِق۪ينَ ﴿54﴾ فَلَمَّٓا اٰسَفُونَا انْتَقَمْنَا مِنْهُمْ فَاَغْرَقْنَاهُمْ اَجْمَع۪ينَۙ ﴿55﴾ فَجَعَلْنَاهُمْ سَلَفًا وَمَثَلًا لِلْاٰخِر۪ينَ۟ ﴿56﴾
12 Hûd, 11/25-44.
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا نُوحًا اِلٰى قَوْمِه۪ۘ اِنّ۪ي لَكُمْ نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌۙ ﴿25﴾ اَنْ لَا تَعْبُدُٓوا اِلَّا اللّٰهَۜ اِنّ۪ٓي اَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ اَل۪يمٍ ﴿26﴾ فَقَالَ الْمَلَاُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ قَوْمِه۪ مَا نَرٰيكَ اِلَّا بَشَرًا مِثْلَنَا وَمَا نَرٰيكَ اتَّبَعَكَ اِلَّا الَّذ۪ينَ هُمْ اَرَاذِلُنَا بَادِيَ الرَّأْيِۚ وَمَا نَرٰى لَكُمْ عَلَيْنَا مِنْ فَضْلٍ بَلْ نَظُنُّكُمْ كَاذِب۪ينَ ﴿27﴾ قَالَ يَا قَوْمِ اَرَاَيْتُمْ اِنْ كُنْتُ عَلٰى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبّ۪ي وَاٰتٰين۪ي رَحْمَةً مِنْ عِنْدِه۪ فَعُمِّيَتْ عَلَيْكُمْۜ اَنُلْزِمُكُمُوهَا وَاَنْتُمْ لَهَا كَارِهُونَ ﴿28﴾ وَيَا قَوْمِ لَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ مَالًاۜ اِنْ اَجْرِيَ اِلَّا عَلَى اللّٰهِ وَمَٓا اَنَا۬ بِطَارِدِ الَّذ۪ينَ اٰمَنُواۜ اِنَّهُمْ مُلَاقُوا رَبِّهِمْ وَلٰكِنّ۪ٓي اَرٰيكُمْ قَوْمًا تَجْهَلُونَ ﴿29﴾ وَيَا قَوْمِ مَنْ يَنْصُرُن۪ي مِنَ اللّٰهِ اِنْ طَرَدْتُهُمْۜ اَفَلَا تَذَكَّرُونَ ﴿30﴾ وَلَٓا اَقُولُ لَكُمْ عِنْد۪ي خَزَٓائِنُ اللّٰهِ وَلَٓا اَعْلَمُ الْغَيْبَ وَلَٓا اَقُولُ اِنّ۪ي مَلَكٌ وَلَٓا اَقُولُ لِلَّذ۪ينَ تَزْدَر۪ٓي اَعْيُنُكُمْ لَنْ يُؤْتِيَهُمُ اللّٰهُ خَيْرًاۜ اَللّٰهُ اَعْلَمُ بِمَا ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْۚ اِنّ۪ٓي اِذًا لَمِنَ الظَّالِم۪ينَ ﴿31﴾ قَالُوا يَا نُوحُ قَدْ جَادَلْتَنَا فَاَكْثَرْتَ جِدَالَنَا فَأْتِنَا بِمَا تَعِدُنَٓا اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ ﴿32﴾ قَالَ اِنَّمَا يَأْت۪يكُمْ بِهِ اللّٰهُ اِنْ شَٓاءَ وَمَٓا اَنْتُمْ بِمُعْجِز۪ينَ ﴿33﴾ وَلَا يَنْفَعُكُمْ نُصْح۪ٓي اِنْ اَرَدْتُ اَنْ اَنْصَحَ لَكُمْ اِنْ كَانَ اللّٰهُ يُر۪يدُ اَنْ يُغْوِيَكُمْۜ هُوَ رَبُّكُمْ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَۜ ﴿34﴾ اَمْ يَقُولُونَ افْتَرٰيهُۜ قُلْ اِنِ افْتَرَيْتُهُ فَعَلَيَّ اِجْرَام۪ي وَاَنَا۬ بَر۪ٓيءٌ مِمَّا تُجْرِمُونَ۟ ﴿35﴾ وَاُو۫حِيَ اِلٰى نُوحٍ اَنَّهُ لَنْ يُؤْمِنَ مِنْ قَوْمِكَ اِلَّا مَنْ قَدْ اٰمَنَ فَلَا تَبْتَئِسْ بِمَا كَانُوا يَفْعَلُونَۚ ﴿36﴾ وَاصْنَعِ الْفُلْكَ بِاَعْيُنِنَا وَوَحْيِنَا وَلَا تُخَاطِبْن۪ي فِي الَّذ۪ينَ ظَلَمُواۚ اِنَّهُمْ مُغْرَقُونَ ﴿37﴾ وَيَصْنَعُ الْفُلْكَ وَكُلَّمَا مَرَّ عَلَيْهِ مَلَاٌ مِنْ قَوْمِه۪ سَخِرُوا مِنْهُۜ قَالَ اِنْ تَسْخَرُوا مِنَّا فَاِنَّا نَسْخَرُ مِنْكُمْ كَمَا تَسْخَرُونَۜ ﴿38﴾ فَسَوْفَ تَعْلَمُونَۙ مَنْ يَأْت۪يهِ عَذَابٌ يُخْز۪يهِ وَيَحِلُّ عَلَيْهِ عَذَابٌ مُق۪يمٌ ﴿39﴾ حَتّٰٓى اِذَا جَٓاءَ اَمْرُنَا وَفَارَ التَّنُّورُۙ قُلْنَا احْمِلْ ف۪يهَا مِنْ كُلٍّ زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ وَاَهْلَكَ اِلَّا مَنْ سَبَقَ عَلَيْهِ الْقَوْلُ وَمَنْ اٰمَنَۜ وَمَٓا اٰمَنَ مَعَهُٓ اِلَّا قَل۪يلٌ ﴿40﴾ وَقَالَ ارْكَبُوا ف۪يهَا بِسْمِ اللّٰهِ مَجْرٰۭۙيهَا وَمُرْسٰيهَاۜ اِنَّ رَبّ۪ي لَغَفُورٌ رَح۪يمٌ ﴿41﴾ وَهِيَ تَجْر۪ي بِهِمْ ف۪ي مَوْجٍ كَالْجِبَالِ وَنَادٰى نُوحٌۨ ابْنَهُ وَكَانَ ف۪ي مَعْزِلٍ يَا بُنَيَّ ارْكَبْۭۗ مَعَنَا وَلَا تَكُنْ مَعَ الْكَافِر۪ينَ ﴿42﴾ قَالَ سَاٰو۪ٓي اِلٰى جَبَلٍ يَعْصِمُن۪ي مِنَ الْمَٓاءِۜ قَالَ لَا عَاصِمَ الْيَوْمَ مِنْ اَمْرِ اللّٰهِ اِلَّا مَنْ رَحِمَۚ وَحَالَ بَيْنَهُمَا الْمَوْجُ فَكَانَ مِنَ الْمُغْرَق۪ينَ ﴿43﴾ وَق۪يلَ يَٓا اَرْضُ ابْلَع۪ي مَٓاءَكِ وَيَا سَمَٓاءُ اَقْلِع۪ي وَغ۪يضَ الْمَٓاءُ وَقُضِيَ الْاَمْرُ وَاسْتَوَتْ عَلَى الْجُودِيِّ وَق۪يلَ بُعْدًا لِلْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ ﴿44﴾
13 Mâide, 5/ 57-58
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا الَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا د۪ينَكُمْ هُزُوًا وَلَعِبًا مِنَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِكُمْ وَالْكُفَّارَ اَوْلِيَٓاءَۚ وَاتَّقُوا اللّٰهَ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ ﴿57﴾ وَاِذَا نَادَيْتُمْ اِلَى الصَّلٰوةِ اتَّخَذُوهَا هُزُوًا وَلَعِبًاۜ ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ قَوْمٌ لَا يَعْقِلُونَ ﴿58﴾ Sâffât, 37/12. بَلْ عَجِبْتَ وَيَسْخَرُونَۖ ﴿12﴾
14 Sa’d, 37/14.
وَاِذَا رَاَوْا اٰيَةً يَسْتَسْخِرُونَۖ ﴿14﴾
15 Bakara, 2/15.
اَللّٰهُ يَسْتَهْزِئُ بِهِمْ وَيَمُدُّهُمْ ف۪ي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ ﴿15﴾
16 Mutaffifîn, 83/29-36.
اِنَّ الَّذ۪ينَ اَجْرَمُوا كَانُوا مِنَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا يَضْحَكُونَۘ ﴿29﴾ وَاِذَا مَرُّوا بِهِمْ يَتَغَامَزُونَۘ ﴿30﴾ وَاِذَا انْقَلَبُٓوا اِلٰٓى اَهْلِهِمُ انْقَلَبُوا فَكِه۪ينَۘ ﴿31﴾ وَاِذَا رَاَوْهُمْ قَالُٓوا اِنَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ لَضَٓالُّونَۙ ﴿32﴾ وَمَٓا اُرْسِلُوا عَلَيْهِمْ حَافِظ۪ينَۜ ﴿33﴾ فَالْيَوْمَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مِنَ الْكُفَّارِ يَضْحَكُونَۙ ﴿34﴾ عَلَى الْاَرَٓائِكِ يَنْظُرُونَۜ ﴿35﴾ هَلْ ثُوِّبَ الْكُفَّارُ مَا كَانُوا يَفْعَلُونَ ﴿36﴾
17 Mâide, 5/57.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا الَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا د۪ينَكُمْ هُزُوًا وَلَعِبًا مِنَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِكُمْ وَالْكُفَّارَ اَوْلِيَٓاءَۚ وَاتَّقُوا اللّٰهَ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ ﴿57﴾
18 Nisâ, 4/140.
وَقَدْ نَزَّلَ عَلَيْكُمْ فِي الْكِتَابِ اَنْ اِذَا سَمِعْتُمْ اٰيَاتِ اللّٰهِ يُكْفَرُ بِهَا وَيُسْتَهْزَاُ بِهَا فَلَا تَقْعُدُوا مَعَهُمْ حَتّٰى يَخُوضُوا ف۪ي حَد۪يثٍ غَيْرِه۪ۘ اِنَّكُمْ اِذًا مِثْلُهُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ جَامِعُ الْمُنَافِق۪ينَ وَالْكَافِر۪ينَ ف۪ي جَهَنَّمَ جَم۪يعًاۙ ﴿140﴾
19 En’âm, 6/108.
وَلَا تَسُبُّوا الَّذ۪ينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ فَيَسُبُّوا اللّٰهَ عَدْوًا بِغَيْرِ عِلْمٍۜ كَذٰلِكَ زَيَّنَّا لِكُلِّ اُمَّةٍ عَمَلَهُمْ ثُمَّ اِلٰى رَبِّهِمْ مَرْجِعُهُمْ فَيُنَبِّئُهُمْ بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ ﴿108﴾
20 Bakara, 2/14.
﴾ وَاِذَا لَقُوا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا قَالُٓوا اٰمَنَّاۚ وَاِذَا خَلَوْا اِلٰى شَيَاط۪ينِهِمْۙ قَالُٓوا اِنَّا مَعَكُمْۙ اِنَّمَا نَحْنُ مُسْتَهْزِؤُ۫نَ ﴿14﴾
21 Tevbe, 9/65.
وَلَئِنْ سَاَلْتَهُمْ لَيَقُولُنَّ اِنَّمَا كُنَّا نَخُوضُ وَنَلْعَبُۜ قُلْ اَبِاللّٰهِ وَاٰيَاتِه۪ وَرَسُولِه۪ كُنْتُمْ تَسْتَهْزِؤُ۫نَ ﴿65﴾
22 TT14/332 Taberî, Câmiu’l-beyân, XIV, 332-333.
23 Tevbe, 9/66.
لَا تَعْتَذِرُوا قَدْ كَفَرْتُمْ بَعْدَ ا۪يمَانِكُمْۜ اِنْ نَعْفُ عَنْ طَٓائِفَةٍ مِنْكُمْ نُعَذِّبْ طَٓائِفَةً بِاَنَّهُمْ كَانُوا مُجْرِم۪ينَ۟ ﴿66﴾
24 B67 Buhârî, İlim, 9
M4384 Müslim, Kasâme, 30.
25 HM25477 İbn Hanbel, VI, 127.
26 T2503 Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 51.
27 T2506 Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 54.
28 T2505 Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 53.
29 Hümeze, 104/1.
وَيْلٌ لِكُلِّ هُمَزَةٍ لُمَزَةٍۙ ﴿1﴾
30 SES216 Süyûtî, Lübâbü’n-nükûl fî esbâbi’n-nûzûl, s. 216.
31 FM32/86 Râzî, Tefsîr, XXXII, 86.
32 T2502 Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 51.
33 Hucurât, 49/11.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا يَسْخَرْ قَوْمٌ مِنْ قَوْمٍ عَسٰٓى اَنْ يَكُونُوا خَيْرًا مِنْهُمْ وَلَا نِسَٓاءٌ مِنْ نِسَٓاءٍ عَسٰٓى اَنْ يَكُنَّ خَيْرًا مِنْهُنَّۚ وَلَا تَلْمِزُٓوا اَنْفُسَكُمْ وَلَا تَنَابَزُوا بِالْاَلْقَابِۜ بِئْسَ الِاسْمُ الْفُسُوقُ بَعْدَ الْا۪يمَانِۚ وَمَنْ لَمْ يَتُبْ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ ﴿11﴾
34 İM3741 İbn Mâce, Edeb, 35
D4962 Ebû Dâvûd, Edeb, 63.
35 VES263 Vâhidî, Esbâbü’n-nüzûl, s. 263.
36 T3894 Tirmizî, Menâkıb, 63
HM12419 İbn Hanbel, III, 136 TA10/268 Mübarekpûrî, Tuhfetü’l-ahvezî, X, 268.
37 MK3499 Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr, IV, 13.
38 T3830 Tirmizî, Menâkıb, 45
HM12311 İbn Hanbel, III, 127.
39 İE1/440 İbnü’l-Esîr, Nihâye, I, 440.
40 Buhârî, Edeb, 111 —bâb başlığı—.
41 B482 Buhârî, Salât, 88
M1288 Müslim, Mesâcid, 97.
42 Hİ7/44 İbn Hacer, İsâbe, VII, 44.
43 EÜ4/143 İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-gâbe, IV, 143.
44 Hİ2/122 İbn Hacer, İsâbe, II, 122.
45 İBS199 İbn Abdülber, İstîâb, s. 199.
46 M6541 Müslim, Birr, 32.
47 M162 Müslim, Îmân, 65
B10 Buhârî, Îmân, 4.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


Hadislerle İslam ||  Dalkavukluk: Çıkar İçin Yapılan Yüzsüzlük
Dalkavukluk: Çıkar İçin Yapılan Yüzsüzlük

عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ قَالَ: أَمَرَنَا رَسُولُ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ)
أَنْ نَحْثُوَ فِى أَفْوَاهِ الْمَدَّاحِينَ التُّرَابَ.
Ebû Hüreyre şöyle demiştir:
“Resûlullah (sav), (dalkavukluğu âdet hâline getiren) övücülerin ağızlarına toprak saçmamızı (onlara engel olmamızı) emretti.”
(T2394 Tirmizî, Zühd, 54; M7505 Müslim, Zühd, 68)

عَنْ عَبْدِ الرَّحْمَنِ بْنِ أَبِى بَكْرَةَ، عَنْ أَبِيهِ قَالَ: أَثْنَى رَجُلٌ عَلَى رَجُلٍ عِنْدَ النَّبِيِّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) فَقَالَ: “وَيْلَكَ قَطَعْتَ عُنُقَ أَخِيكَ –ثَلاَثًا– مَنْ كَانَ مِنْكُمْ مَادِحًا لاَ مَحَالَةَ فَلْيَقُلْ: أَحْسِبُ فُلاَنًا وَاللَّهُ حَسِيبُهُ وَلاَ أُزَكِّى عَلَى اللَّهِ أَحَدًا، إِنْ كَانَ يَعْلَمُ.”
Abdurrahman b. Ebû Bekre"nin, babasından naklettiğine göre, bir adam Hz. Peygamber"in (sav) yanında bir kimseyi övdü. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav) ona üç defa, “Yazıklar olsun sana! Kardeşinin boynunu kestin.” dedi. Sonra da şöyle buyurdu: “Sizden birisi illâ bir kimseyi methedecekse, "Gördüğüm kadarıyla filâncanın şöyle olduğunu sanıyorum. Ameline göre onu hesaba çekecek ise Allah"tır. Allah"ın karşısında hiç kimseyi temize çıkarıp aklayamam." desin. Bunu da o kimsenin hâlini öyle biliyorsa söylesin!”
(B6162 Buhârî, Edeb, 95)
***
عَنْ مُعَاوِيَةَ قَالَ: سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) يَقُولُ:
“إِيَّاكُمْ وَالتَّمَادُحَ، فَإِنَّهُ الذَّبْحُ.”
Muâviye"nin işittiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Birbirinizi (aşırı şekilde) övmekten sakının. Çünkü bu, (bir nevi) öldürmektir.”
(İM3743 İbn Mâce, Edeb, 36; HM16962 İbn Hanbel, IV, 93)
***
Hz. Peygamber ashâbıyla birlikte bulunduğu bir sırada bir adamdan söz edilmişti. Orada bulunanlardan biri söz konusu adamı övünce Hz. Peygamber (sav), “Yazıklar olsun sana! Kardeşinin boynunu kestin!” buyurdu ve bu sözü üç kez tekrarladı. Sonra da şunları ekledi: “Sizden birisi illâ bir kimseyi methedecekse, "Gördüğüm kadarıyla filâncanın şöyle olduğunu sanıyorum. Ameline göre onu hesaba çekecek ise Allah"tır. Allah"ın karşısında hiç kimseyi temize çıkarıp aklayamam." desin. Bunu da o kimsenin hâlini öyle biliyorsa söylesin!” 1
İslâm ahlâk literatüründe özellikle zenginlere ve yüksek mevki makam sahibi kimselere övgü yağdırmakla tanınmış ve bu tutumlarını alışkanlık hâline getirmiş olanlara “dalkavuk/yağcı”, yaptığı işe de “dalkavukluk/yağcılık” denmiştir. Dalkavuk, karşısındaki kişiyi aşırı şekilde överek ondan itibar ve menfaat sağlamayı amaçlar. Dalkavukluk ise bir kişilik zafiyeti olup Müslüman"a yakışmayan bir davranıştır.
İnsan kusursuz olmayı sever ve saygınlık kazanmayı, şöhreti arzular; bu nedenle övülmek hoşuna gider. Yerilmek, bu arzusuna aykırı düştüğü için kendisini huzursuz hisseder ve yerilmeyi sevmez. Fazilet sahibi kimseler, tanıyıp tanımadığı kimseler hakkında ulu orta konuşan, övgüler düzen şarlatanların övgülerinden hoşlanmazlar. Çünkü dalkavuklar, güç ve iktidarı gözetirler. Dalkavuk, her zaman güç ve iktidardan yanadır. Dalkavuk, hakkı savunmak yerine güçlü olanın yanında yer almayı ve ona övgüler yağdırmayı âdet hâline getirmiştir. Yanında olduğu, övgüler yağdırdığı güç zayıflayıp tükenerek yok olmaya yüz tutunca da yeni güç ve iktidarın dizi dibine çöker.
Övülen kişi, kibir, böbürlenme, kendini beğenme gibi tavır ve davranışlardan sakınmalıdır. Yapılan övgüleri hoş karşılamamalıdır. Ebû Hüreyre, “Resûlullah (sav), (dalkavukluğu âdet hâline getiren) övücülerin ağızlarına toprak saçmamızı (onlara engel olmamızı) emretti.” demiştir.2 Zâhirine bakarak Hz. Peygamber"in bu uyarısını harfiyen uygulayan sahâbîler de olmuştur. Nitekim bir mecliste, Hz. Osman yüzüne karşı övülmüştü. Müslüman olduğunu ilk ilân eden yedi kişiden biri olan ve Bedir Savaşı"na da iştirak eden güzide sahâbî Mikdâd b. Esved de yanlarında oturmaktaydı.3 Mikdâd adamın yaptığı işin ahlâkî olmadığını, bütün insanların topraktan geldiklerini ve eşit olduklarını göstermek üzere yerden bir avuç toprak alıp adamın yüzüne saçtı. Sonra da, “Resûlullah (sav), "İnsanları övmeyi âdet edinenlerle karşılaştığınızda yüzlerine toprak saçın (onlara engel olun)." buyurdu.” dedi.4
Resûlullah"ın bu sözünü Mikdâd b. Esved lafzî mânâsıyla anlamış olsa da, aynı uyarıyı, “Dalkavukluk yapan kişiyi davranışından dolayı kınayarak tahkir edin, onun yağcılığına fırsat vermeyin, ihsan ve ikramda bulunmayarak, umduklarından mahrum bırakın.” şeklinde anlamak da mümkündür. Bu, dalkavuğun söylediği sözün ve yaptığı davranışın kötü olduğunun, toplumsal ilişkilerde iyi karşılanmadığının ona hissettirilmesidir. Aynı şekilde, dalkavuğa umduklarının verilmemesi suretiyle dilinden gelebilecek zararlara karşı korunma da sağlanmış olur. Nitekim İbrâhim et-Teymî"nin, babasından naklettiğine göre, Hz. Ömer"in yanında oturdukları sırada adamın biri, bir arkadaşını yüzüne karşı övmüş; adam sözünü bitirdiğinde Hz. Ömer, “Adamın canını aldın, Allah da senin canını alsın!” diyerek onu azarlamıştır.5
Yapılan yanlışı düzeltmeye yönelik bir davranış özelliği taşımadığından kötü bir davranış olan dalkavukluğun, her şeyden önce dalkavuğa yönelik zararları vardır. Övdüğü kimsede olmayanları söylediği için yalan söylemiş, inanmadığı hâlde yüzüne karşı sevgi gösterisinde bulunduğundan münafıkça bir davranış sergilemiş olur. Övüleni sevindirdiği için onun zalimleşmesine sebep olmak suretiyle günah işler. Aynı zamanda dalkavuk, yağcılığı ile övdüğü kimseye de zarar verir. Övülen kişinin kendini beğenmesine ve kibirlenmesine neden olur. Övülenin gevşekliğe düşerek yapacağı iyi işleri terk etmesine veya zayi etmesine neden olur.
Basra"ya yerleşen sahâbîlerden Abdullah b. Şıhhîr hicretin 9. senesinde Benî Âmir heyeti ile birlikte Resûlullah"a geldiklerinde onu kabile liderlerini övdükleri birtakım ifadelerle methettiklerinde Hz. Peygamber"in tepkisini çekmişlerdir. Abdullah b. Şıhhîr şöyle anlatmaktadır: “Biz Hz. Peygamber"in yanına geldik. Ona selâm verip, "Sen bizim velîmizsin, sen bizim efendimizsin! Bizden daha güçlü, daha kudretlisin! Bizden daha faziletlisin. Sensin cömert, misafirperver olan!" deyince şöyle buyurdu: "Ne söyleyecekseniz söyleyin! Şeytan sizi kendi vekili yapmasın!" ”Sevgili Peygamberimiz, ashâbından fazilet sahibi, cömert, iyiliksever, İslâm"ın yayılması için çaba sarf eden ve yaptıkları iyi işler toplumda herkesçe bilinen kimselere zaman zaman övgü ve iltifatlarda bulunmuştur. Bir defasında ashâb-ı kirâm Resûlullah ile birlikte bir yerde konaklamışlardı. Hz. Peygamber önlerinden geçen insanların kim olduğunu soruyor, ardından da onun hakkında düşüncelerini söylüyordu. Ebû Hüreyre, geçenlerden birinin Hâlid b. Velîd olduğunu söyleyince Allah"ın Elçisi, “Hâlid b. Velîd, Allah"ın ne iyi kuludur. O, Allah"ın kılıçlarından bir kılıçtır.” buyurdu.7
Aynı şekilde Allah Resûlü, Hz. Ebû Bekir,8 Hz. Ömer9 ve daha pek çok sahâbî ve bazı kabileler10 için iltifat içeren sözler söylemişti. Onlara iltifatlarını yaparken İslâm"ı yaşamaları, dinî gayretleri, İslâm"a, Müslümanlara ve kendisine yaptıkları yardımlardan dolayı herkesin bilip gördüğü eylemleri zikrederek yapmıştır. Bu, hayrı özendirmek, takdir edilen iyi davranışları ve davranış sahiplerini örnek göstermek anlamına gelmektedir.
Övgüde istenmeyen husus, insanın herkesçe bilinmeyen yönleriyle ve özellikle kendisinde olmayan birtakım vasıflarla yüzüne karşı aşırı bir şekilde övülmesi ve bundan dünyalık bir karşılık beklenmesidir. Nitekim Resûlullah (sav), “... Biriniz kardeşini illâ methedecekse ve şayet onun öyle olduğu biliniyorsa, "Falanın şöyle olduğunu zannediyorum, Allah"a karşı kimseyi temize çıkaramam." desin.” buyurmuştur.11
İltifat ile dalkavukluk arasındaki ince çizgiye dikkat çeken Allah Resûlü, örnek alınacak davranışlar övülürken ve kişilere iltifat edilirken dalkavukluğa kaçılmasını, kişinin önünü kesen öldürücü bir darbe olarak takdim etmiş, şöyle buyurmuştur: “Birbirinizi (aşırı şekilde) övmekten sakınınız. Çünkü bu, (bir nevi) öldürmektir.” 12 

B6162 Buhârî, Edeb, 95
B6061 Buhârî, Edeb, 54.
T2394 Tirmizî, Zühd, 54.
Hİ6/202 İbn Hacer, İsâbe, VI, 202-203.
D4804 Ebû Dâvûd, Edeb, 9
M7505 Müslim, Zühd, 68.
MŞ26253 İbn Ebû Şeybe, Musannef, Edeb, 139
EM335 Buhârî, el-Edebü’l-müfred, 123.
HM16420 İbn Hanbel, IV, 26.
T3846 Tirmizî, Menâkıb, 49.
B466 Buhârî, Salât, 80.
T3658 Tirmizî, Menâkıb, 14
T3686 Tirmizî, Menâkıb, 17.
10 M182 Müslim, Îmân, 82.
11 M7502 Müslim, Zühd, 66.
12 İM3743 İbn Mâce, Edeb, 36
HM16962 İbn Hanbel, IV, 93.

H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


SELMAN SEVEN

{facebook#https://facebook.com/} {twitter#https://twitter.com/}

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget