Resulullah'ın hadislerini mi arıyorsunuz ?
Türkiye'nin En Geniş Kapsamlı Hadis Sitesi
HZ.MUHAMMED (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
"أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ"

Latest Post

Hadislerle İslam || Emek: Kutsal Olan Çaba
Emek: Kutsal Olan Çaba

عَنْ جَابِرٍ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) :
“ثَلاَثٌ مَنْ كُنَّ فِيهِ نَشَرَ اللَّهُ عَلَيْهِ كَنَفَهُ وَأَدْخَلَهُ الْجَنَّةَ: رِفْقٌ بِالضَّعِيفِ، وَالشَّفَقَةُ عَلَى الْوَالِدَيْنِ، وَالْإحْسَانُ إِلَى الْمَمْلُوكِ.”
Câbir (b. Abdullah) tarafından nakledildiğine göre,
Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur:
“Üç şey vardır ki bunlar kimde bulunursa Allah onu koruması altına alır ve cennete koyar: Güçsüzlere yumuşak davranmak, anne babaya şefkat göstermek ve elinin altında bulunan hizmetlilere iyi muamelede bulunmak.”
(T2494 Tirmizî, Sıfatü"l-kıyâme, 48)

عَنِ الْمَعْرُورِ قَالَ: لَقِيتُ أَبَا ذَرٍّ بِالرَّبَذَةِ وَعَلَيْهِ حُلَّةٌ وَعَلَى غُلاَمِهِ حُلَّةٌ فَسَأَلْتُهُ عَنْ ذَلِكَ. فَقَالَ: إِنِّى سَابَبْتُ رَجُلاً فَعَيَّرْتُهُ بِأُمِّهِ، فَقَالَ لِيَ النَّبِيُّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) :
“يَا أَبَا ذَرٍّ! أَعَيَّرْتَهُ بِأُمِّهِ؟ إِنَّكَ امْرُؤٌ فِيكَ جَاهِلِيَّةٌ، إِخْوَانُكُمْ خَوَلُكُمْ، جَعَلَهُمُ اللَّهُ تَحْتَ أَيْدِيكُمْ، فَمَنْ كَانَ أَخُوهُ تَحْتَ يَدِهِ فَلْيُطْعِمْهُ مِمَّا يَأْكُلُ، وَلْيُلْبِسْهُ مِمَّا يَلْبَسُ، وَلاَ تُكَلِّفُوهُمْ مَا يَغْلِبُهُمْ، فَإِنْ كَلَّفْتُمُوهُمْ فَأَعِينُوهُمْ.”
Ma"rûr anlatıyor: Ebû Zer ile Rebeze"de karşılaştım. Kendisinin de kölesinin de üzerinde aynı kıyafet vardı. Bunun sebebini ona sordum. Dedi ki: “Bir adamla karşılıklı birbirimize sövdük. Ve annesi(nin zenci olması) sebebiyle onu aşağıladım. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav) bana şöyle buyurdu: "Ey Ebû Zer! Onu annesinden dolayı mı ayıplıyorsun? Demek ki sen, kendisinde hâlâ câhiliye(den izler) bulunan bir kimsesin. (Köle) kardeşleriniz, Allah"ın sizin emrinize verdiği hizmetçilerinizdir. Her kimin kardeşi emri altında bulunursa ona yediğinden yedirsin, giydiğinden giydirsin. Onlara güçlerini aşan işler yüklemeyin. Eğer ağır işler yüklerseniz onlara yardım edin." ”
(B30 Buhârî, Îmân, 22)
***
عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) :
“إِذَا صَنَعَ لأَحَدِكُمْ خَادِمُهُ طَعَامَهُ ثُمَّ جَاءَهُ بِهِ، وَقَدْ وَلِيَ حَرَّهُ وَدُخَانَهُ، فَلْيُقْعِدْهُ مَعَهُ، فَلْيَأْكُلْ، فَإِنْ كَانَ الطَّعَامُ مَشْفُوهًا قَلِيلاً، فَلْيَضَعْ فِى يَدِهِ مِنْهُ أُكْلَةً أَوْ أُكْلَتَيْنِ.”
Ebû Hüreyre"den nakledildiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Herhangi birinizin hizmetçisi yemeğini hazırlayıp da getirdiği zaman —ki o hizmetçi, yemeğin sıcağına, dumanına katlanmıştır— onu kendisi ile beraber oturtsun. O da yesin. Şayet yemek az olursa eline ondan bir iki lokma koyuversin!”
(M4317 Müslim, Eymân, 42)
***
عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عُمَرَ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) :
“أَعْطُوا الْأَجِيرَ أَجْرَهُ، قَبْلَ أَنْ يَجِفَّ عَرَقُهُ.”
Abdullah b. Ömer"den nakledildiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Çalışana ücretini, teri kurumadan verin.”
(İM2443 İbn Mâce, Rühûn, 4)
***
عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ (رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ) عَنِ النَّبِيِّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) قَالَ: قَالَ اللَّهُ تَعَالَى:
“ثَلاَثَةٌ أَنَا خَصْمُهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ: رَجُلٌ أَعْطَى بِى ثُمَّ غَدَرَ، وَرَجُلٌ بَاعَ حُرًّا فَأَكَلَ ثَمَنَهُ، وَرَجُلٌ اسْتَأْجَرَ أَجِيرًا فَاسْتَوْفَى مِنْهُ وَلَمْ يُعْطِهِ أَجْرَهُ.”
Ebû Hüreyre"den (ra) nakledildiğine göre, Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Yüce Allah şöyle buyurur: "Kıyamet gününde karşısına bir hasım olarak dikileceğim üç çeşit insan vardır: Benim ismimi kullanarak söz verip sözünde durmayan kimse, hür bir insanı köle diye satıp parasını yiyen kimse ve bir işçiyi istihdam edip işini yaptırdığı hâlde ücretini vermeyen kimse."”
(B2270 Buhârî, İcâre, 10)
***
Tâbiînden Ma"rûr b. Süveyd, “Gök kubbenin altında ve yeryüzünde ondan daha doğru sözlü ve daha vefalı kimse yoktur.” şeklindeki Peygamber övgüsüne mazhar olmuş1 zâhid sahâbî Ebû Zerr"i ziyarete gider. Ebû Zerr"in üzerindeki giysinin bir parçasını hizmetçisinin giydiğini görünce, “Kumaşın yarısını hizmetçine vermeseydin güzel bir elbisen olurdu, ona da başka bir giysi verirdin...” der. Ziyaretçisinin bu teklifi üzerine Ebû Zer, başından geçen şu olayı anlatır:
“Bir gün Bilâl-i Habeşî ile tartıştık.2 Bilâl"in annesi Habeşli (zenci) bir kadındı. Ve ben ("Kara karının oğlu!" diyerek) ona sataştım. Bilâl de gidip Allah Elçisi"ne beni şikâyet etti. Bunun üzerine Allah Resûlü, "Ey Ebû Zer! Onu annesinden dolayı mı ayıplıyorsun? Demek ki sen, kendisinde hâlâ câhiliye(den izler) bulunan bir kimsesin." diye bana çıkıştı ve ardından şöyle devam etti: "(Köle) kardeşleriniz, Allah"ın sizin emrinize verdiği hizmetçilerinizdir. Her kimin kardeşi emri altında bulunursa ona yediğinden yedirsin, giydiğinden giydirsin. Onlara güçlerini aşan işler yüklemeyin. Eğer ağır işler yüklerseniz onlara yardım edin." ”3
Pek çok iş alanının bulunduğu hayatta, işçi işe, işveren işçiye muhtaçtır. Bu durum bir bakıma dünya hayatındaki zorunlu görev paylaşımıdır. Kimi amir, kimi memur, kimi işveren, kimi de işçi olarak bir görev üstlenir. Nitekim Yüce Allah, “Dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında biz paylaştırdık. Birbirlerine iş gördürmeleri için bazılarını bazısına derecelerle üstün kıldık.” 4 buyurur. Bu husus bazen de ilâhî imtihanın gereğidir.5 İşçi ile işverenin ilişkilerinin sağlıklı yürümesi ve iş üretiminin verimliliği için karşılıklı olarak haklarını gözetmeleri gerekir. Bu noktada Hz. Peygamber"in yukarıdaki tavsiyeleri önem kazanmaktadır. Çünkü onun öğretisinde insan olarak kimsenin diğerinden ayrıcalığı veya üstünlüğü yoktur. Statüler farklı olsa da, işçi ve işverenin önce Allah"a, sonra da birbirlerine karşı sorumlulukları vardır. İşte zenginlerin, ticaret erbabının büyük bir hırsla mal biriktirme yarışına girip hizmetçilerini, kölelerini hor ve hakir gördükleri bir zamanda, haksızlık ve zülüm üzerine kurulu yapıyı değiştirmek isteyen Kutlu Nebî"nin, “Hizmetçileriniz, kardeşlerinizdir.” ifadesi çok anlamlıdır. Allah Resûlü"nün, köleleri ve hizmetçileri sadece “insan” olarak değil, “kardeş” olarak takdim etmesi son derece manidardır. Müslümanlar, işvereniyle, işçisiyle, işsiziyle kardeştirler. Aralarında bulunan sosyal ilişkilerdeki ast-üst ilişkisi ne olursa olsun, neticede birbirlerine kardeşçe davranmak durumundadırlar. Zenginiyle fakiriyle, patronuyla işçisiyle İslâm ahlâkının öğretileri doğrultusunda hareket etmelidirler. Maddî durum, mevki ve makam ne olursa olsun, aralarında şefkat ve merhamete dayalı dayanışma ve yardımlaşma esastır. Bu yaklaşımı hayatında ideal biçimde uygulamış olan Allah Resûlü, takipçilerine bu konuyla ilgili olarak şöyle buyurur: “Üç şey vardır ki bunlar kimde bulunursa Allah onu koruması altına alır ve cennete koyar: Güçsüzlere yumuşak davranmak, anne babaya şefkat göstermek ve elinin altında bulunan hizmetlilere iyi muamelede bulunmak.” 6
Sevgili Peygamberimizin bu öğüdünün sadece sözde kalmadığını, uygulamada en güzel şekilde hayata geçtiğini ise ona tam on yıl hizmet etme ayrıcalığına sahip olan Enes b. Mâlik"ten öğreniyoruz. Hz. Enes, Rahmet Peygamberi"nin hizmetini görürken kimi zaman hata yaptığını ancak o sevgi, şefkat ve hoşgörü örneği Resûl"ün on yıl boyunca bir kere bile kendisini azarlamadığını, kalbini kırmadığını, hatta, “Niçin böyle yapmadın?” ya da, “Şöyle yapsaydın ya!” gibi sözler dahi sarf etmediğini söyler.7 Ayrıca Allah Elçisi"nin kendisinden bir şey istediğinde, “çocuğum”, “yavrucuğum” gibi onun gönlünü alıcı, sevgi dolu kelimeler kullandığını bildirir bizlere.8
En çok hadis rivayet eden sahâbî olan Ebû Hüreyre"nin aktardığı şu Peygamber buyruğu, konunun farklı bir boyutuna dikkat çekmektedir: “Herhangi birinizin hizmetçisi yemeğini hazırlayıp da getirdiği zaman —ki o hizmetçi, yemeğin sıcağına, dumanına katlanmıştır— onu kendisi ile beraber oturtsun. O da yesin. Şayet yemek az olursa eline ondan bir iki lokma koyuversin!” 9 Bu hadis, kişinin aşçısı ve işçisi ile ilişkilerini düzenlemekte, onlara kardeşçe davranmasını öğütlemektedir. Pişirdiği yemeklerle sahibini yemek yapma telaş ve meşgalesinden kurtarmış olan aşçının ya işvereniyle birlikte yemesi ya da ona yemekten bir miktar verilmesi tavsiye edilmektedir. Aslında bu husus, bağlayıcı bir emir değil, ideal ve efdal olana teşvik amaçlı bir tavsiyedir.
Kanaatimizce bu tavsiye, patron ile aşçı arasında mesafeyi kaldırmayı amaçlamakta, kardeşçe, sıcak ve samimi bir ilişki kurulmasını hedeflemektedir. Patronun kibirlenmesi, aşçının ise horlanması istenmemektedir. İşveren ile işçilerin, aşçıların aynı ortamı ve aynı yemeği paylaşmaları, şüphesiz karşılıklı sevgi ve saygı bağlarını güçlendirecektir. İşçiler işvereni, kendilerinden biri gibi görecekler, onu kendilerine daha yakın hissedeceklerdir. Allah Resûlü"nün özendirme amaçlı bu tavsiyesi, hizmetçilerin dışlandığı bir toplumda, onlara karşı insanca, kardeşçe, sıcak ilgi gösterilmesine yöneliktir. Aslında bir işveren elbette işçisinden farklı yemek yiyebilir, farklı elbiseler giyebilir. Bu onun en doğal hakkıdır, fakat işçilerinin arasında bulunması, onlarla aynı masayı ve yemeği paylaşması, böylece onların gönlünü alması, “kardeşlik” ortamının tesisi için önemlidir. Allah Resûlü"nün vermek istediği mesaj da bu olsa gerektir.
İşçi ile işveren arasındaki ilişkiler, karşılıklı hak ve sorumluluklar çerçevesinde, saygı ve sevgi zemininde yürütülmelidir. Bu şekilde asırlardan beri Hz. Peygamber"in tavsiyelerine uyan ticaret erbabı, toplum arasında önemli bir konum edinmiştir. Kendi tarih ve medeniyetimizde bir pratik uygulama olan ve “kardeşlik esasına dayalı meslekî eğitim” diye niteleyebileceğimiz “Ahîlik Teşkilatı” kaynağını Kur"an ve sünnetten alır. Buna göre her sanat ve zanaat erbabı, yetiştirdiği çırağına, kalfasına, ustasına sadece işi öğretmez, kardeşliği, hak ve sorumluluğu, alın teri ve emeği, helâl kazancı, dürüstlüğü, sadakati, tevazuu aşılayarak onları eğitir. Böylece bu İslâm kardeşliği ve nebevî hikmete dayalı iş ahlâkı esnaf arasında nesilden nesle aktarılır.
Hz. Peygamber"in öğretilerini kendine ölçü alan bir işveren, işçinin her türlü insan hakkına mutlaka saygı gösterecektir. İşçisine dinlenme ve ibadet etme fırsatı verecek, ona ağır işler yükleyerek fazla yıpratılmaması hususunda gereken itinayı gösterecektir. İşçisini, hayatını ve sağlığını tehlikeye atacak işlerden kesinlikle uzak tutacaktır. Böylece her yönüyle sağlıklı bir işçi-işveren ilişkisi meydana gelecektir. Fakat işveren, Peygamberimizin öğretilerini göz ardı ettiğinde ise sağlıklı bir ilişkiden söz etmek mümkün olmayacaktır. Özellikle işsizliğin yaygın olduğu günümüzde işçilerin haklarına tecavüz etmek, ücretlerini vermemek, uygun olmayan şartlarda çalıştırmak, tüm bu olumsuzluklar karşısında sesini yükseltip haklarını savunduklarında ise onları işten çıkarmak, Peygamber Efendimizin öğretileri ile taban tabana zıt bir davranıştır.
İşverenin çalıştırdığı kimselerin haklarına riayet etmesi gerektiği gibi işçi de üzerine aldığı görevi en iyi şekilde yapmaya çalışmalı, sorumluluklarını yerine getirmelidir. İşverenin beklediği kaliteden ödün veren, kendi görevini ihmal ederek başkalarına yük olan bir işçi, aldığı ücreti hak etmez. Aynı şekilde iş yerinin araç gereçlerini korumak görevi olduğu gibi, çalıştığı kuruma herhangi bir şekilde zarar vermek, işyerinin imkânlarını kendi çıkarları için kullanmak da işverenin hakkını yemek anlamına gelir. Sevgili Peygamberimizin öğretisine göre, Allah nezdinde herkes mesuldür ve herkes emri altındakilerden sorumludur. Bir hizmetçi, efendisinin/patronunun malına riayet edecektir ve onun malından ve hizmet alanından sorumludur.10
Resûlullah (sav) emanet duygusu içinde, gönlünden gelerek, en iyi şekilde işini yapan işçi ve memuru sanki işin ve malın sahibiymiş gibi ecir ve sevapta ortak görmektedir: “Kendisine verilen emri gönül hoşnutluğu ile tam olarak yerine getiren ve (parayı) kendisine emredilen yere teslim eden güvenilir Müslüman veznedar, sadaka veren iki kimseden biri olur.” 11
Peki, Hz. Peygamber"in sözlerini ve davranışlarını örnek alan bir mümin, işçinin ücreti konusunda nasıl davranmalıdır? “Çalışana ücretini, teri kurumadan verin.” 12 tavsiyesinde bulunan bir Peygamber"in takipçileri elbette bu uyarıya duyarsız kalmaz ve işçilerinin ücretlerini zamanında verir. Hatta belli bir alanda istihdam edilen bir görevli, bu konuda daha hassas davranarak işi gönüllü olarak, ecir ve sevap amacıyla yaptığını söylese ve neticede ücret istemese dahi ücreti verilmelidir. Nitekim Peygamber Efendimiz Hz. Ömer"e yaptığı işler karşılığında ücret verince, Hz. Ömer, bu işi Allah rızası için yaptığını ve ücret istemediğini, bunu ihtiyacı olan kimselere vermesini söyleyerek kabul etmemiş, fakat Efendimiz, “İstemediğin hâlde sana bir şey verilirse onu ye ve tasadduk et.” buyurmuştur.13
İşçi haklarına özel önem veren Hz. Peygamber"in, ashâbına anlattığı şu hikâyede işçinin hakkını kendi hakkı gibi koruyan ideal bir işveren portresi çizilmektedir. “Mağara hadisi” olarak bilinen bu ibretli hikâye, Sevgili Peygamberimiz tarafından ashâbına şöyle anlatılır:
Üç kişi seyahat ederken gecelemek için bir mağaraya sığınırlar. Fakat onlar içerdeyken dağdan kopan bir kaya mağaranın ağzını kapatıverir. İçerde mahsur kalan bu üç çaresiz insan, ellerinden bir şey gelmeyeceğini anlayınca tek çarenin Allah"a yalvarmak olduğunu düşünürler. Bu amaçla daha önce Allah rızası için yaptıkları bazı davranışlarını yâd ederek O"ndan yardım isterler. Birinci ve ikinci adamın dualarından sonra kaya biraz açılır. Kayanın tamamen açılması için üçüncü adam ellerini açarak Allah"a şöyle yakarır: “Allah"ım, senin bildiğin üzere, bir zamanlar ben bir işçi çalıştırmıştım. Diğer işçilerin ücretlerini verdiğim gibi onun hakkını da ödemek istedim. Ancak o, verdiğim ücreti az bularak almadan gitti. Ona vermeyi düşündüğüm bir ölçek darıyı mevsimi geldiğinde tekrar tekrar ektim ve yeni mahsuller elde ettim. Kazandığım mahsullerle bir sığır sürüsü satın aldım ve bunların başına bir de çoban tuttum. Bir müddet sonra bu adam çıkageldi ve "Allah"tan kork, hakkımı ver!" diyerek seneler önce almadığı ücretini istedi. Ben de, "Git şu görünen sığırları ve çobanı al, onlar senin!" dedim. Bunun üzerine adam kızgınlıkla, "Allah"tan kork, benimle alay etme!" diye çıkıştı. Ben de, "Seninle alay etmiyorum. Sığırları ve çobanı al da git, onlar senin hakkın!" cevabını verdim. O da bunları alıp gitti. Allah"ım, şayet bunu sırf senin rızan için yaptığım sence mâlûm ise bunun hatırına kayayı kaldırıver de çıkalım.” Bu duadan sonra mağaranın girişi tamamen açılır.”14
Sevgili Peygamberimiz bu tavrı çok beğenip ashâbına örnek olarak sunarken aksi bir tavrı, yani işçinin ücretinde haksızlık yapmayı hem kendisinin hem de Yüce Allah"ın sevmediğini şu sözleriyle ifade eder: “Yüce Allah şöyle buyurur: "Kıyamet gününde karşısına bir hasım olarak dikileceğim üç çeşit insan vardır: Benim ismimi kullanarak söz verip sözünde durmayan kimse, hür bir insanı köle diye satıp parasını yiyen kimse ve bir işçiyi istihdam edip işini yaptırdığı hâlde ücretini vermeyen kimse."” 15
İşçiyi çalıştırıp ücretini vermemek Yüce Yaratıcı"nın beğenmediği bir iş olduğu gibi işçinin ücretini mazeretsiz olarak ertelemek, anlaştığı ücretten daha az vermek dinen caiz değildir. Nitekim Peygamberimizin dostlarından Ebû Saîd el-Hudrî"nin, “Bir işçi çalıştıracağınız zaman, vereceğiniz ücreti ona bildirin.”16 tavsiyesi işverenin bu tür istismarlara yönelmesini engellemeyi amaçlayan bir uyarıdır. Aslında bu uyarı sadece ücretle alâkalı olarak söylenmiş olmakla birlikte, işçi ile işveren arasında anlaşmazlık çıkma ihtimali olan tüm konular için geçerlidir. İşçinin işe alınırken hangi şartlarda çalışacağı, çalışma ve dinlenme saatleri, haftalık ve yıllık tatilleri, yapacağı iş, alacağı ücret ve ücreti alacağı zaman gibi işçinin ve işverenin haklarını korumaya yönelik ayrıntılar Allah Elçisi"nin bu sözünün kapsamında değerlendirilir. Buna göre tüm bu hususlar işçi ile işveren arasında işe başlamadan önce açıkça konuşulmalı, gerekirse bir sözleşme şeklinde yazılı hâle getirilerek tarafların anlaşmazlığa düşme ihtimali olan konular belirgin hâle getirilmelidir. Böylece belirlilik ilkesince her iki taraf da haklarını ve sorumluluklarını daha iyi bilir ve gereğini yerine getirir.
Hz. Ömer"in oğlu Abdullah"ın aktardığı bir haber, istismara yol açmamak kaydıyla çalışanlara karşı hoşgörü sınırları hakkında ipuçları da vermektedir: “Bir şahıs Hz. Peygamber"e gelerek, "Ey Allah"ın Resûlü, yanımızda çalışan hizmetçimizi günde kaç defa affedelim?" diye sordu. Allah"ın Elçisi cevap vermedi. Bunun üzerine sorusunu tekrarladı. Allah"ın Elçisi yine suskunluğunu sürdürdü. Aynı soruyu üçüncü kez yöneltince, "Onu günde yetmiş defa affedin!" cevabını verdi.”17
Hz. Peygamber"in bu tavsiyesini rakamsal bir ifade olarak değil, mümkün mertebe her fırsatta hizmetçilere, işçilere iyi muamele etmeye, onların hatalarını hoş görmeye teşvik olarak anlıyoruz. Burada esas olan, karşılıklı hukuka riayet edilmesi, işçi ve işverenin birbirini istismar etmemesidir. Peygamber Efendimizin ifadesiyle nasıl, “Allah Teâlâ, istihdam ettiği işçiye işini yaptırdığı hâlde onun ücretini tam ödemeyenin öteki dünyada hasmı” 18 ise üzerine düşen görevi yapmayan, verilen işi yerine getirmeyen, ihmal ve istismar ederek kazancını hak etmeyen işçiye de elbette bunun hesabını soracaktır.
Rahmet Peygamberi, takipçileri için iş ahlâkını, istihdam politikasını ve çalışma yöntemini bu şekilde belirlemiştir. Özetle; işveren işçilere iyi davranacak, onlara şefkat gösterecek, giyimini, iaşesini karşılayacak ve her konuda anlayışlı davranarak yardımcı olacak, onları “kardeş” olarak görerek samimi davranacak, haklarına riayet edecek, yaptıkları işlerin karşılığını geciktirmeden verecektir. Buna karşılık işçi de işverenin ona gösterdiği bu samimi davranışları suistimal etmeyecek, vazifesini en güzel tarzda yerine getirecek, onun malını kendi malı gibi koruyup gözetecektir. Böylece karşılıklı olarak samimi bir şekilde yürüyen bu işçi-işveren dayanışması sonucunda iş üretimi en üst seviyeye ulaşmış olacaktır. Bu dayanışmada belki de en önemli sorumluluk işverene düşmektedir. Çünkü üretimin artması işçinin gayretli çalışmasına, onun gayreti ise işverenin, onun hakkını en güzel şekilde vermesine bağlıdır. Bu sebeple işveren, sorumluluğunun bilincinde olmalı ve çalışanlarının haklarına son derece riayet etmelidir. Nitekim Peygamberimizin vefat etmeden evvelki şu son sözleri de bu sorumluluğa işaret etmektedir: “Namaz! Namaz! Elinizin altında bulunanlar hakkında Allah"tan korkun!” 19 

T3802 Tirmizî, Menâkıb, 35
حَدَّثَنَا الْعَبَّاسُ الْعَنْبَرِىُّ حَدَّثَنَا النَّضْرُ بْنُ مُحَمَّدٍ حَدَّثَنَا عِكْرِمَةُ بْنُ عَمَّارٍ حَدَّثَنَا أَبُو زُمَيْلٍ هُوَ سِمَاكُ بْنُ الْوَلِيدِ الْحَنَفِىُّ عَنْ مَالِكِ بْنِ مَرْثَدٍ عَنْ أَبِيهِ عَنْ أَبِى ذَرٍّ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « مَا أَظَلَّتِ الْخَضْرَاءُ وَلاَ أَقَلَّتِ الْغَبْرَاءُ مِنْ ذِى لَهْجَةٍ أَصْدَقَ وَلاَ أَوْفَى مِنْ أَبِى ذَرٍّ شِبْهِ عِيسَى ابْنِ مَرْيَمَ عَلَيْهِ السَّلاَمُ » . فَقَالَ عُمَرُ بْنُ الْخَطَّابِ كَالْحَاسِدِ يَا رَسُولَ اللَّهِ أَفَنَعْرِفُ ذَلِكَ لَهُ قَالَ « نَعَمْ فَاعْرِفُوهُ لَهُ » . قَالَ هَذَا حَدِيثٌ حَسَنٌ غَرِيبٌ مِنْ هَذَا الْوَجْهِ . وَقَدْ رَوَى بَعْضُهُمْ هَذَا الْحَدِيثَ فَقَالَ « أَبُو ذَرٍّ يَمْشِى فِى الأَرْضِ بِزُهْدِ عِيسَى ابْنِ مَرْيَمَ عَلَيْهِ السَّلاَمُ » . İM156 İbn Mâce, Sünnet, 11. حَدَّثَنَا عَلِىُّ بْنُ مُحَمَّدٍ حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ نُمَيْرٍ حَدَّثَنَا الأَعْمَشُ عَنْ عُثْمَانَ بْنِ عُمَيْرٍ عَنْ أَبِى حَرْبِ بْنِ أَبِى الأَسْوَدِ الدِّيلِىِّ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عَمْرٍو قَالَ سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يَقُولُ « مَا أَقَلَّتِ الْغَبْرَاءُ وَلاَ أَظَلَّتِ الْخَضْرَاءُ مِنْ رَجُلٍ أَصْدَقَ لَهْجَةً مِنْ أَبِى ذَرٍّ » .
AV14/45 Azîmâbâdî, Avnü’l-ma’bûd, XIV, 45.
[ 5157 ] ( عن المعرور ) بالعين المهملة والراء المكررة ( بالربذة ) بالفتحات موضع بقرب المدينة فيه قبر أبي ذر رضي الله عنه ( فجعلته مع هذا ) أي جمعت بينهما ( فكانت حله ) لأن الحلة عند العرب ثوبان ولا يطلق على ثوب واحد ( إني كنت ساببت ) بصيغة المتكلم من السب ( رجلا ) هو بلال المؤذن كما سيظهر لك من كلام المنذري ( وكانت أمه أعجمية ) أي غير عربية ( إنك امرؤ فيك جاهلية ) أي هذا التعيير من أخلاق الجاهلية ففيك خلق من أخلاقهم وينبغي للمسلم أن لا يكون فيه شيء من أخلاقهم ففيه النهي عن التعيير وتنقيص الآباء والأمهات وأنه من أخلاق الجاهلية ( إنهم ) أي مماليككم ( إخوانكم ) أي من جهة الدين قال الله تعالى إنما المؤمنون إخوة أو من جهة آدم أي أنكم متفرعون من أصل واحد ( فضلكم الله عليهم ) بأن ملككم عليهم ( فمن لم يلائمكم ) أي لم يوافقكم من مماليككم ولم يصالحكم قال في المصباح يقال ولاءمت بين القوم ملاءمة مثل صالحت مصالحة وزنا ومعنى قال المنذري وأخرجه البخاري ومسلم والترمذي بمعناه وأخرجه بن ماجه مختصرا وليس في حديث جميعهم فمن لا يلائمكم إلى آخره والرجل الذي عيره أبو ذر هو بلال بن رباح مؤذن رسول الله صلى الله عليه و سلم وقال بعضهم الفصيح عيرت فلانا أمه وقد جاء في شعر عدى بن زيد أيها الشامت المعير بالدهر واعتذر عنه بأنه كان عباديا ولم يكن فصيحا غير أنه قد صح عن رسول الله صلى الله عليه و سلم أنه قال
B30 Buhârî, Îmân, 22
30 - حَدَّثَنَا سُلَيْمَانُ بْنُ حَرْبٍ قَالَ حَدَّثَنَا شُعْبَةُ عَنْ وَاصِلٍ الأَحْدَبِ عَنِ الْمَعْرُورِ قَالَ لَقِيتُ أَبَا ذَرٍّ بِالرَّبَذَةِ ، وَعَلَيْهِ حُلَّةٌ ، وَعَلَى غُلاَمِهِ حُلَّةٌ ، فَسَأَلْتُهُ عَنْ ذَلِكَ ، فَقَالَ إِنِّى سَابَبْتُ رَجُلاً ، فَعَيَّرْتُهُ بِأُمِّهِ ، فَقَالَ لِىَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم « يَا أَبَا ذَرٍّ أَعَيَّرْتَهُ بِأُمِّهِ إِنَّكَ امْرُؤٌ فِيكَ جَاهِلِيَّةٌ ، إِخْوَانُكُمْ خَوَلُكُمْ ، جَعَلَهُمُ اللَّهُ تَحْتَ أَيْدِيكُمْ ، فَمَنْ كَانَ أَخُوهُ تَحْتَ يَدِهِ فَلْيُطْعِمْهُ مِمَّا يَأْكُلُ ، وَلْيُلْبِسْهُ مِمَّا يَلْبَسُ ، وَلاَ تُكَلِّفُوهُمْ مَا يَغْلِبُهُمْ ، فَإِنْ كَلَّفْتُمُوهُمْ فَأَعِينُوهُمْ » . B6050 Buhârî, Edeb, 44 حَدَّثَنَا عُمَرُ بْنُ حَفْصٍ حَدَّثَنَا أَبِى حَدَّثَنَا الأَعْمَشُ عَنِ الْمَعْرُورِ عَنْ أَبِى ذَرٍّ قَالَ رَأَيْتُ عَلَيْهِ بُرْدًا وَعَلَى غُلاَمِهِ بُرْدًا فَقُلْتُ لَوْ أَخَذْتَ هَذَا فَلَبِسْتَهُ كَانَتْ حُلَّةً ، وَأَعْطَيْتَهُ ثَوْبًا آخَرَ . فَقَالَ كَانَ بَيْنِى وَبَيْنَ رَجُلٍ كَلاَمٌ ، وَكَانَتْ أُمُّهُ أَعْجَمِيَّةً ، فَنِلْتُ مِنْهَا فَذَكَرَنِى إِلَى النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم فَقَالَ لِى « أَسَابَبْتَ فُلاَنًا » . قُلْتُ نَعَمْ . قَالَ « أَفَنِلْتَ مِنْ أُمِّهِ » . قُلْتُ نَعَمْ . قَالَ « إِنَّكَ امْرُؤٌ فِيكَ جَاهِلِيَّةٌ » . قُلْتُ عَلَى حِينِ سَاعَتِى هَذِهِ مِنْ كِبَرِ السِّنِّ قَالَ « نَعَمْ ، هُمْ إِخْوَانُكُمْ ، جَعَلَهُمُ اللَّهُ تَحْتَ أَيْدِيكُمْ ، فَمَنْ جَعَلَ اللَّهُ أَخَاهُ تَحْتَ يَدِهِ فَلْيُطْعِمْهُ مِمَّا يَأْكُلُ ، وَلْيُلْبِسْهُ مِمَّا يَلْبَسُ ، وَلاَ يُكَلِّفُهُ مِنَ الْعَمَلِ مَا يَغْلِبُهُ ، فَإِنْ كَلَّفَهُ مَا يَغْلِبُهُ فَلْيُعِنْهُ عَلَيْهِ » . B2545 Buhârî, Itk, 15. حَدَّثَنَا آدَمُ بْنُ أَبِى إِيَاسٍ حَدَّثَنَا شُعْبَةُ حَدَّثَنَا وَاصِلٌ الأَحْدَبُ قَالَ سَمِعْتُ الْمَعْرُورَ بْنَ سُوَيْدٍ قَالَ رَأَيْتُ أَبَا ذَرٍّ الْغِفَارِىَّ - رضى الله عنه - وَعَلَيْهِ حُلَّةٌ وَعَلَى غُلاَمِهِ حُلَّةٌ فَسَأَلْنَاهُ عَنْ ذَلِكَ فَقَالَ إِنِّى سَابَبْتُ رَجُلاً فَشَكَانِى إِلَى النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم ، فَقَالَ لِىَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم « أَعَيَّرْتَهُ بِأُمِّهِ » . ثُمَّ قَالَ « إِنَّ إِخْوَانَكُمْ خَوَلُكُمْ جَعَلَهُمُ اللَّهُ تَحْتَ أَيْدِيكُمْ ، فَمَنْ كَانَ أَخُوهُ تَحْتَ يَدِهِ فَلْيُطْعِمْهُ مِمَّا يَأْكُلُ ، وَلْيُلْبِسْهُ مِمَّا يَلْبَسُ ، وَلاَ تُكَلِّفُوهُمْ مَا يَغْلِبُهُمْ ، فَإِنْ كَلَّفْتُمُوهُمْ مَا يَغْلِبُهُمْ فَأَعِينُوهُمْ » .
Zuhruf, 43/32.
اَهُمْ يَقْسِمُونَ رَحْمَتَ رَبِّكَۜ نَحْنُ قَسَمْنَا بَيْنَهُمْ مَع۪يشَتَهُمْ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَرَفَعْنَا بَعْضَهُمْ فَوْقَ بَعْضٍ دَرَجَاتٍ لِيَتَّخِذَ بَعْضُهُمْ بَعْضًا سُخْرِيًّاۜ وَرَحْمَتُ رَبِّكَ خَيْرٌ مِمَّا يَجْمَعُونَ ﴿32﴾
En’âm, 6/165.
وَهُوَ الَّذ۪ي جَعَلَكُمْ خَلَٓائِفَ الْاَرْضِ وَرَفَعَ بَعْضَكُمْ فَوْقَ بَعْضٍ دَرَجَاتٍ لِيَبْلُوَكُمْ ف۪ي مَٓا اٰتٰيكُمْۜ اِنَّ رَبَّكَ سَر۪يعُ الْعِقَابِۘ وَاِنَّهُ لَغَفُورٌ رَح۪يمٌ ﴿165﴾
T2494 Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 48.
حَدَّثَنَا سَلَمَةُ بْنُ شَبِيبٍ حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ إِبْرَاهِيمَ الْغِفَارِىُّ الْمَدَنِىُّ حَدَّثَنِى أَبِى عَنْ أَبِى بَكْرِ بْنِ الْمُنْكَدِرِ عَنْ جَابِرِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « ثَلاَثٌ مَنْ كُنَّ فِيهِ نَشَرَ اللَّهُ عَلَيْهِ كَنَفَهُ وَأَدْخَلَهُ جَنَّتَهُ رِفْقٌ بِالضَّعِيفِ وَشَفَقَةٌ عَلَى الْوَالِدَيْنِ وَإِحْسَانٌ إِلَى الْمَمْلُوكِ » قَالَ هَذَا حَدِيثٌ حَسَنٌ غَرِيبٌ . وَأَبُو بَكْرِ بْنُ الْمُنْكَدِرِ هُوَ أَخُو مُحَمَّدِ بْنِ الْمُنْكَدِرِ .
B6038 Buhârî, Edeb, 39
حَدَّثَنَا مُوسَى بْنُ إِسْمَاعِيلَ سَمِعَ سَلاَّمَ بْنَ مِسْكِينٍ قَالَ سَمِعْتُ ثَابِتًا يَقُولُ حَدَّثَنَا أَنَسٌ - رضى الله عنه - قَالَ خَدَمْتُ النَّبِىَّ صلى الله عليه وسلم عَشْرَ سِنِينَ ، فَمَا قَالَ لِى أُفٍّ . وَلاَ لِمَ صَنَعْتَ وَلاَ أَلاَّ صَنَعْتَ . M6011 Müslim, Fedâil, 51. حَدَّثَنَا سَعِيدُ بْنُ مَنْصُورٍ وَأَبُو الرَّبِيعِ قَالاَ حَدَّثَنَا حَمَّادُ بْنُ زَيْدٍ عَنْ ثَابِتٍ الْبُنَانِىِّ عَنْ أَنَسِ بْنِ مَالِكٍ قَالَ خَدَمْتُ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم عَشْرَ سِنِينَ وَاللَّهِ مَا قَالَ لِى أُفًّا . قَطُّ وَلاَ قَالَ لِى لِشَىْءٍ لِمَ فَعَلْتَ كَذَا وَهَلاَّ فَعَلْتَ كَذَا زَادَ أَبُو الرَّبِيعِ لَيْسَ مِمَّا يَصْنَعُهُ الْخَادِمُ . وَلَمْ يَذْكُرْ قَوْلَهُ وَاللَّهِ !
M5623 Müslim, Âdâb, 31.
حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ عُبَيْدٍ الْغُبَرِىُّ حَدَّثَنَا أَبُو عَوَانَةَ عَنْ أَبِى عُثْمَانَ عَنْ أَنَسِ بْنِ مَالِكٍ قَالَ قَالَ لِى رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « يَا بُنَىَّ » .
M4317 Müslim, Eymân, 42
وَحَدَّثَنَا الْقَعْنَبِىُّ حَدَّثَنَا دَاوُدُ بْنُ قَيْسٍ عَنْ مُوسَى بْنِ يَسَارٍ عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « إِذَا صَنَعَ لأَحَدِكُمْ خَادِمُهُ طَعَامَهُ ثُمَّ جَاءَهُ بِهِ وَقَدْ وَلِىَ حَرَّهُ وَدُخَانَهُ فَلْيُقْعِدْهُ مَعَهُ فَلْيَأْكُلْ فَإِنْ كَانَ الطَّعَامُ مَشْفُوهًا قَلِيلاً فَلْيَضَعْ فِى يَدِهِ مِنْهُ أُكْلَةً أَوْ أُكْلَتَيْنِ » . قَالَ دَاوُدُ يَعْنِى لُقْمَةً أَوْ لُقْمَتَيْنِ . B5460 Buhârî, Et’ıme, 55. حَدَّثَنَا حَفْصُ بْنُ عُمَرَ حَدَّثَنَا شُعْبَةُ عَنْ مُحَمَّدٍ - هُوَ ابْنُ زِيَادٍ - قَالَ سَمِعْتُ أَبَا هُرَيْرَةَ عَنِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم قَالَ « إِذَا أَتَى أَحَدَكُمْ خَادِمُهُ بِطَعَامِهِ ، فَإِنْ لَمْ يُجْلِسْهُ مَعَهُ فَلْيُنَاوِلْهُ أُكْلَةً أَوْ أُكْلَتَيْنِ ، أَوْ لُقْمَةً أَوْ لُقْمَتَيْنِ ، فَإِنَّهُ وَلِىَ حَرَّهُ وَعِلاَجَهُ » .
10 B2409 Buhârî, İstikrâz, 20.
حَدَّثَنَا أَبُو الْيَمَانِ أَخْبَرَنَا شُعَيْبٌ عَنِ الزُّهْرِىِّ قَالَ أَخْبَرَنِى سَالِمُ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عُمَرَ - رضى الله عنهما - أَنَّهُ سَمِعَ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يَقُولُ « كُلُّكُمْ رَاعٍ وَمَسْئُولٌ عَنْ رَعِيَّتِهِ ، فَالإِمَامُ رَاعٍ ، وَهْوَ مَسْئُولٌ عَنْ رَعِيَّتِهِ ، وَالرَّجُلُ فِى أَهْلِهِ رَاعٍ ، وَهْوَ مَسْئُولٌ عَنْ رَعِيَّتِهِ ، وَالْمَرْأَةُ فِى بَيْتِ زَوْجِهَا رَاعِيَةٌ وَهْىَ مَسْئُولَةٌ عَنْ رَعِيَّتِهَا ، وَالْخَادِمُ فِى مَالِ سَيِّدِهِ رَاعٍ ، وَهْوَ مَسْئُولٌ عَنْ رَعِيَّتِهِ » . قَالَ فَسَمِعْتُ هَؤُلاَءِ مِنْ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَأَحْسِبُ النَّبِىَّ صلى الله عليه وسلم قَالَ « وَالرَّجُلُ فِى مَالِ أَبِيهِ رَاعٍ ، وَهْوَ مَسْئُولٌ عَنْ رَعِيَّتِهِ ، فَكُلُّكُمْ رَاعٍ ، وَكُلُّكُمْ مَسْئُولٌ عَنْ رَعِيَّتِهِ » .
11 B1438 Buhârî, Zekât, 25.
حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ الْعَلاَءِ حَدَّثَنَا أَبُو أُسَامَةَ عَنْ بُرَيْدِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ عَنْ أَبِى بُرْدَةَ عَنْ أَبِى مُوسَى عَنِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم قَالَ « الْخَازِنُ الْمُسْلِمُ الأَمِينُ الَّذِى يُنْفِذُ - وَرُبَّمَا قَالَ يُعْطِى - مَا أُمِرَ بِهِ كَامِلاً مُوَفَّرًا طَيِّبٌ بِهِ نَفْسُهُ ، فَيَدْفَعُهُ إِلَى الَّذِى أُمِرَ لَهُ بِهِ ، أَحَدُ الْمُتَصَدِّقَيْنِ » .
12 İM2443 İbn Mâce, Rühûn, 4.
حَدَّثَنَا الْعَبَّاسُ بْنُ الْوَلِيدِ الدِّمَشْقِىُّ حَدَّثَنَا وَهْبُ بْنُ سَعِيدِ بْنِ عَطِيَّةَ السُّلَمِىُّ حَدَّثَنَا عَبْدُ الرَّحْمَنِ بْنُ زَيْدِ بْنِ أَسْلَمَ عَنْ أَبِيهِ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عُمَرَ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « أَعْطُوا الأَجِيرَ أَجْرَهُ قَبْلَ أَنْ يَجِفَّ عَرَقُهُ » .
13 M2408 Müslim, Zekât, 112
حَدَّثَنَا قُتَيْبَةُ بْنُ سَعِيدٍ حَدَّثَنَا لَيْثٌ عَنْ بُكَيْرٍ عَنْ بُسْرِ بْنِ سَعِيدٍ عَنِ ابْنِ السَّاعِدِىِّ الْمَالِكِىِّ أَنَّهُ قَالَ اسْتَعْمَلَنِى عُمَرُ بْنُ الْخَطَّابِ - رضى الله عنه - عَلَى الصَّدَقَةِ فَلَمَّا فَرَغْتُ مِنْهَا وَأَدَّيْتُهَا إِلَيْهِ أَمَرَ لِى بِعُمَالَةٍ فَقُلْتُ إِنَّمَا عَمِلْتُ لِلَّهِ وَأَجْرِى عَلَى اللَّهِ . فَقَالَ خُذْ مَا أُعْطِيتَ فَإِنِّى عَمِلْتُ عَلَى عَهْدِ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَعَمَّلَنِى فَقُلْتُ مِثْلَ قَوْلِكَ فَقَالَ لِى رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « إِذَا أُعْطِيتَ شَيْئًا مِنْ غَيْرِ أَنْ تَسْأَلَ فَكُلْ وَتَصَدَّقْ » . B7163 Buhârî, Ahkâm, 17. حَدَّثَنَا أَبُو الْيَمَانِ أَخْبَرَنَا شُعَيْبٌ عَنِ الزُّهْرِىِّ أَخْبَرَنِى السَّائِبُ بْنُ يَزِيدَ ابْنُ أُخْتِ نَمِرٍ أَنَّ حُوَيْطِبَ بْنَ عَبْدِ الْعُزَّى أَخْبَرَهُ أَنَّ عَبْدَ اللَّهِ بْنَ السَّعْدِىِّ أَخْبَرَهُ أَنَّهُ قَدِمَ عَلَى عُمَرَ فِى خِلاَفَتِهِ فَقَالَ لَهُ عُمَرُ أَلَمْ أُحَدَّثْ أَنَّكَ تَلِى مِنْ أَعْمَالِ النَّاسِ أَعْمَالاً ، فَإِذَا أُعْطِيتَ الْعُمَالَةَ كَرِهْتَهَا . فَقُلْتُ بَلَى . فَقَالَ عُمَرُ مَا تُرِيدُ إِلَى ذَلِكَ قُلْتُ إِنَّ لِى أَفْرَاسًا وَأَعْبُدًا ، وَأَنَا بِخَيْرٍ ، وَأَرِيدُ أَنْ تَكُونَ عُمَالَتِى صَدَقَةً عَلَى الْمُسْلِمِينَ . قَالَ عُمَرُ لاَ تَفْعَلْ فَإِنِّى كُنْتُ أَرَدْتُ الَّذِى أَرَدْتَ فَكَانَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يُعْطِينِى الْعَطَاءَ فَأَقُولُ أَعْطِهِ أَفْقَرَ إِلَيْهِ مِنِّى . حَتَّى أَعْطَانِى مَرَّةً مَالاً فَقُلْتُ أَعْطِهِ أَفْقَرَ إِلَيْهِ مِنِّى . فَقَالَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم « خُذْهُ فَتَمَوَّلْهُ وَتَصَدَّقْ بِهِ ، فَمَا جَاءَكَ مِنْ هَذَا الْمَالِ وَأَنْتَ غَيْرُ مُشْرِفٍ وَلاَ سَائِلٍ فَخُذْهُ ، وَإِلاَّ فَلاَ تُتْبِعْهُ نَفْسَكَ »
14 B2215 Buhârî, Büyû’, 98.
حَدَّثَنَا يَعْقُوبُ بْنُ إِبْرَاهِيمَ حَدَّثَنَا أَبُو عَاصِمٍ أَخْبَرَنَا ابْنُ جُرَيْجٍ قَالَ أَخْبَرَنِى مُوسَى بْنُ عُقْبَةَ عَنْ نَافِعٍ عَنِ ابْنِ عُمَرَ - رضى الله عنهما - عَنِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم قَالَ « خَرَجَ ثَلاَثَةٌ يَمْشُونَ فَأَصَابَهُمُ الْمَطَرُ ، فَدَخَلُوا فِى غَارٍ فِى جَبَلٍ ، فَانْحَطَّتْ عَلَيْهِمْ صَخْرَةٌ . قَالَ فَقَالَ بَعْضُهُمْ لِبَعْضٍ ادْعُوا اللَّهَ بِأَفْضَلِ عَمَلٍ عَمِلْتُمُوهُ . فَقَالَ أَحَدُهُمُ اللَّهُمَّ ، إِنِّى كَانَ لِى أَبَوَانِ شَيْخَانِ كَبِيرَانِ ، فَكُنْتُ أَخْرُجُ فَأَرْعَى ، ثُمَّ أَجِىءُ فَأَحْلُبُ ، فَأَجِىءُ بِالْحِلاَبِ فَآتِى بِهِ أَبَوَىَّ فَيَشْرَبَانِ ، ثُمَّ أَسْقِى الصِّبْيَةَ وَأَهْلِى وَامْرَأَتِى ، فَاحْتَبَسْتُ لَيْلَةً . فَجِئْتُ فَإِذَا هُمَا نَائِمَانِ - قَالَ - فَكَرِهْتُ أَنْ أُوقِظَهُمَا ، وَالصِّبِيْةُ يَتَضَاغَوْنَ عِنْدَ رِجْلَىَّ ، فَلَمْ يَزَلْ ذَلِكَ دَأْبِى وَدَأْبَهُمَا ، حَتَّى طَلَعَ الْفَجْرُ اللَّهُمَّ إِنْ كُنْتَ تَعْلَمُ أَنِّى فَعَلْتُ ذَلِكَ ابْتِغَاءَ وَجْهِكَ فَافْرُجْ عَنَّا فُرْجَةً نَرَى مِنْهَا السَّمَاءَ . قَالَ فَفُرِجَ عَنْهُمْ . وَقَالَ الآخَرُ اللَّهُمَّ إِنْ كُنْتَ تَعْلَمُ أَنِّى كُنْتُ أُحِبُّ امْرَأَةً مِنْ بَنَاتِ عَمِّى كَأَشَدِّ مَا يُحِبُّ الرَّجُلُ النِّسَاءَ ، فَقَالَتْ لاَ تَنَالُ ذَلِكَ مِنْهَا حَتَّى تُعْطِيَهَا مِائَةَ دِينَارٍ . فَسَعَيْتُ فِيهَا حَتَّى جَمَعْتُهَا ، فَلَمَّا قَعَدْتُ بَيْنَ رِجْلَيْهَا قَالَتِ اتَّقِ اللَّهَ ، وَلاَ تَفُضَّ الْخَاتَمَ إِلاَّ بِحَقِّهِ . فَقُمْتُ وَتَرَكْتُهَا ، فَإِنْ كُنْتَ تَعْلَمُ أَنِّى فَعَلْتُ ذَلِكَ ابْتِغَاءَ وَجْهِكَ فَافْرُجْ عَنَّا فُرْجَةً ، قَالَ فَفَرَجَ عَنْهُمُ الثُّلُثَيْنِ . وَقَالَ الآخَرُ اللَّهُمَّ إِنْ كُنْتَ تَعْلَمُ أَنِّى اسْتَأْجَرْتُ أَجِيرًا بِفَرَقٍ مِنْ ذُرَةٍ فَأَعْطَيْتُهُ ، وَأَبَى ذَاكَ أَنْ يَأْخُذَ ، فَعَمَدْتُ إِلَى ذَلِكَ الْفَرَقِ ، فَزَرَعْتُهُ حَتَّى اشْتَرَيْتُ مِنْهُ بَقَرًا وَرَاعِيَهَا ، ثُمَّ جَاءَ فَقَالَ يَا عَبْدَ اللَّهِ أَعْطِنِى حَقِّى . فَقُلْتُ انْطَلِقْ إِلَى تِلْكَ الْبَقَرِ وَرَاعِيهَا ، فَإِنَّهَا لَكَ . فَقَالَ أَتَسْتَهْزِئُ بِى . قَالَ فَقُلْتُ مَا أَسْتَهْزِئُ بِكَ وَلَكِنَّهَا لَكَ . اللَّهُمَّ إِنْ كُنْتَ تَعْلَمُ أَنِّى فَعَلْتُ ذَلِكَ ابْتِغَاءَ وَجْهِكَ فَافْرُجْ عَنَّا . فَكُشِفَ عَنْهُمْ » .
15 B2270 Buhârî, İcâre, 10.
حَدَّثَنَا يُوسُفُ بْنُ مُحَمَّدٍ قَالَ حَدَّثَنِى يَحْيَى بْنُ سُلَيْمٍ عَنْ إِسْمَاعِيلَ بْنِ أُمَيَّةَ عَنْ سَعِيدِ بْنِ أَبِى سَعِيدٍ عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ - رضى الله عنه - عَنِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم قَالَ « قَالَ اللَّهُ تَعَالَى ثَلاَثَةٌ أَنَا خَصْمُهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ رَجُلٌ أَعْطَى بِى ثُمَّ غَدَرَ ، وَرَجُلٌ بَاعَ حُرًّا فَأَكَلَ ثَمَنَهُ ، وَرَجُلٌ اسْتَأْجَرَ أَجِيرًا فَاسْتَوْفَى مِنْهُ وَلَمْ يُعْطِهِ أَجْرَهُ » .
16 N3888 Nesâî, Müzâraa, 44.
أَخْبَرَنَا مُحَمَّدُ بْنُ حَاتِمٍ قَالَ أَنْبَأَنَا حِبَّانُ قَالَ أَنْبَأَنَا عَبْدُ اللَّهِ عَنْ شُعْبَةَ عَنْ حَمَّادٍ عَنْ إِبْرَاهِيمَ عَنْ أَبِى سَعِيدٍ قَالَ إِذَا اسْتَأْجَرْتَ أَجِيرًا فَأَعْلِمْهُ أَجْرَهُ .
17 D5164 Ebû Dâvûd, Edeb, 123-124.
حَدَّثَنَا أَحْمَدُ بْنُ سَعِيدٍ الْهَمْدَانِىُّ وَأَحْمَدُ بْنُ عَمْرِو بْنِ السَّرْحِ - وَهَذَا حَدِيثُ الْهَمْدَانِىِّ وَهُوَ أَتَمُّ - قَالاَ حَدَّثَنَا ابْنُ وَهْبٍ قَالَ أَخْبَرَنِى أَبُو هَانِئٍ الْخَوْلاَنِىُّ عَنِ الْعَبَّاسِ بْنِ جُلَيْدٍ الْحَجْرِىِّ قَالَ سَمِعْتُ عَبْدَ اللَّهِ بْنَ عَمْرٍو يَقُولُ جَاءَ رَجُلٌ إِلَى النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم فَقَالَ يَا رَسُولَ اللَّهِ كَمْ نَعْفُو عَنِ الْخَادِمِ فَصَمَتَ ثُمَّ أَعَادَ عَلَيْهِ الْكَلاَمَ فَصَمَتَ فَلَمَّا كَانَ فِى الثَّالِثَةِ قَالَ « اعْفُوا عَنْهُ فِى كُلِّ يَوْمٍ سَبْعِينَ مَرَّةً » .
18 B2270 Buhârî, İcâre, 10
حَدَّثَنَا يُوسُفُ بْنُ مُحَمَّدٍ قَالَ حَدَّثَنِى يَحْيَى بْنُ سُلَيْمٍ عَنْ إِسْمَاعِيلَ بْنِ أُمَيَّةَ عَنْ سَعِيدِ بْنِ أَبِى سَعِيدٍ عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ - رضى الله عنه - عَنِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم قَالَ « قَالَ اللَّهُ تَعَالَى ثَلاَثَةٌ أَنَا خَصْمُهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ رَجُلٌ أَعْطَى بِى ثُمَّ غَدَرَ ، وَرَجُلٌ بَاعَ حُرًّا فَأَكَلَ ثَمَنَهُ ، وَرَجُلٌ اسْتَأْجَرَ أَجِيرًا فَاسْتَوْفَى مِنْهُ وَلَمْ يُعْطِهِ أَجْرَهُ » . İM2442 İbn Mâce, Rühûn, 4. حَدَّثَنَا سُوَيْدُ بْنُ سَعِيدٍ حَدَّثَنَا يَحْيَى بْنُ سُلَيْمٍ عَنْ إِسْمَاعِيلَ بْنِ أُمَيَّةَ عَنْ سَعِيدِ بْنِ أَبِى سَعِيدٍ الْمَقْبُرِىِّ عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « ثَلاَثَةٌ أَنَا خَصْمُهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَمَنْ كُنْتُ خَصْمَهُ خَصَمْتُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ رَجُلٌ أَعْطَى بِى ثُمَّ غَدَرَ وَرَجُلٌ بَاعَ حُرًّا فَأَكَلَ ثَمَنَهُ وَرَجُلٌ اسْتَأْجَرَ أَجِيرًا فَاسْتَوْفَى مِنْهُ وَلَمْ يُوفِهِ أَجْرَهُ » .
19 D5156 Ebû Dâvûd, Edeb, 123-124
حَدَّثَنَا زُهَيْرُ بْنُ حَرْبٍ وَعُثْمَانُ بْنُ أَبِى شَيْبَةَ قَالاَ حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ الْفُضَيْلِ عَنْ مُغِيرَةَ عَنْ أُمِّ مُوسَى عَنْ عَلِىٍّ عَلَيْهِ السَّلاَمُ قَالَ كَانَ آخِرُ كَلاَمِ رَسُولِ اللَّهِ -صلى الله عليه وسلم- « الصَّلاَةَ الصَّلاَةَ اتَّقُوا اللَّهَ فِيمَا مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ ». İM1625 İbn Mâce, Cenâiz, 64. حَدَّثَنَا أَبُو بَكْرِ بْنُ أَبِى شَيْبَةَ حَدَّثَنَا يَزِيدُ بْنُ هَارُونَ حَدَّثَنَا هَمَّامٌ عَنْ قَتَادَةَ عَنْ صَالِحٍ أَبِى الْخَلِيلِ عَنْ سَفِينَةَ عَنْ أُمِّ سَلَمَةَ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم كَانَ يَقُولُ فِى مَرَضِهِ الَّذِى تُوُفِّىَ فِيهِ « الصَّلاَةَ وَمَا مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ » . فَمَا زَالَ يَقُولُهَا حَتَّى مَا يَفِيضَ بِهَا لِسَانُهُ .

H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


Hadislerle İslam || Tazminat: Zararların Telâfisi
Tazminat: Zararların Telâfisi

عَنْ عَائِشَةَ قَالَتْ: مَا رَأَيْتُ صَانِعَةَ طَعَامٍ مِثْلَ صَفِيَّةَ، أَهْدَتْ إِلَى النَّبِيِّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) إِنَاءً فِيهِ طَعَامٌ، فَمَا مَلَكْتُ نَفْسِى أَنْ كَسَرْتُهُ، فَسَأَلْتُ النَّبِيَّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) عَنْ كَفَّارَتِهِ فَقَالَ:
“إِنَاءٌ كَإِنَاءٍ وَطَعَامٌ كَطَعَامٍ.”
Hz. Âişe anlatıyor:
“Safiyye kadar güzel yemek yapanı görmedim. O, Hz. Peygamber"e (sav) içerisinde yemek olan bir kap göndermişti. Ben de kendime hâkim olamadım, (kıskanıp) o kabı kırdım. Sonra da (pişman olup) Hz. Peygamber"e o kabın kefaretini (bedelini) sordum. O da, “(Kırılan) kap gibi bir kap, (dökülen) yemek gibi bir yemek.” buyurdu.
(N3409 Nesâî, Işratü"n-nisâ, 4; HM25670 İbn Hanbel, VI, 149)

عَنْ أَنَسٍ: أَنَّ النَّبِيَّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) اسْتَعَارَ قَصْعَةً فَضَاعَتْ فَضَمِنَهَا لَهُمْ.
Enes (b. Mâlik) tarafından nakledildiğine göre, Hz. Peygamber (sav) ödünç aldığı bir tabağı kaybetmiş ve onu sahiplerine tazmin etmişti.
(T1360 Tirmizî, Ahkâm, 23)
***
عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) :
“لاَ ضَرَرَ وَلاَ إِضْرَارَ.”
İbn Abbâs"tan nakledildiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Zarar vermek de zarara zararla karşılık vermek de yoktur.”
(İM2341 İbn Mâce, Ahkâm, 17)
***
عَنْ سَمُرَةَ عَنِ النَّبِيِّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) قَالَ:
“عَلَى الْيَدِ مَا أَخَذَتْ حَتَّى تُؤَدِّيَ.”
Semüre"den nakledildiğine göre, Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Başkasına ait bir malı alan, onu sahibine geri verinceye kadar ondan sorumludur.”
(D3561 Ebû Dâvûd, Büyû" (İcâre), 88; T1266 Tirmizî, Büyû", 39)
***
عَنْ عَمْرِو بْنِ شُعَيْبٍ، عَنْ أَبِيهِ، عَنْ جَدِّهِ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) :
“مَنْ تَطَبَّبَ، وَلَمْ يُعْلَمْ مِنْهُ طِبٌّ قَبْلَ ذَلِكَ، فَهُوَ ضَامِنٌ.”
Amr b. Şuayb"ın, babası aracılığıyla dedesinden naklettiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Kim doktor olmadığı hâlde tabiplik/tedavi yapar (da hastaya zarar verirse) onu tazminle yükümlüdür.”
(İM3466 İbn Mâce, Tıb, 16; N4834 Nesâî, Kasâme, 40-41)
***
Resûlullah (sav), Hz. Âişe"nin odasındaydı. Diğer eşi Safiyye, hizmetçisini göndererek, pişirdiği yemekten kendisine ikramda bulunmak istemişti. “Safiyye kadar güzel yemek yapanı görmedim.” diyen Âişe, bu ikramdan hiç de memnun olmamıştı. Kendisine hâkim olamadı. Hz. Safiyye"nin bu davranışını kıskanarak hizmetçinin eline vurdu. Tabak düşüp kırıldı, yemek odaya saçıldı. Hz. Peygamber, her zamanki anlayışlı ve sabırlı tavrı ile yerinden kalktı. Bir yandan yerdeki parçaları toplarken diğer yandan da etrafa saçılan yemeği kabın içine koymaya başladı. O esnada yanındakilere dönerek, “Anneniz kıskandı.” dedi. Kırılan tabağın yerine yenisini vermek üzere hizmetçiyi bir süre bekletti. Bu durumu pişmanlıkla seyreden Âişe, Resûlullah"a bu yaptığının kefaretini sordu. O da, “(Kırılan) kap gibi bir kap, (dökülen) yemek gibi bir yemek.” buyurdu. Biraz sonra getirilen sağlam tabağı, yemeği gönderen hanımına götürmesi için hizmetçiye verirken kırık olanı da Hz. Âişe"nin odasında bıraktı.1 Böylece Peygamberimiz, insanlara maddî zarar verildiğinde nasıl davranılacağına dair örnek bir tavır sergiliyordu. Her ne kadar burada hukukî bakımdan bağlayıcı bir durumdan bahsetmese de, ahlâkî açıdan böyle bir tazminatın önemini vurguluyordu. Nitekim Enes b. Mâlik"in rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber ödünç aldığı bir tabağı kaybetmiş ve onu sahiplerine tazmin ederek yani zararı telâfi ederek2 tek bir tabak ile bile olsa insanları mağdur etmekten kaçınmıştı.
“Tazmîn” kelimesinin çoğulu olan tazminat, borçlanmak, garanti vermek, tazmin yükümlülüğü altına girmek ve korumak demektir. Zararın yükümlü tarafından karşılanması anlamında “tazmîn” veya bunun yerine “damân” sözcüğü de kullanılır. Buna göre tazminat, “telef olan, zarara uğratılan şeyin aynısını veya değerini zarar görene vermek” demektir. Bu durumda tazminat, ihlâle uğrayan bir hakkın iadesi anlamına gelir. Kur"ân-ı Kerîm"de, akitlerin ve sözlerin yerine getirilmesi,3 başkalarının mallarına zarar verilmemesi,4 haksızlık ve kötülüklerin denk bir ceza ile karşılanması5 istenmiş, zerre miktarı kadar iyilik veya kötülük işleyenlerin yaptıklarının karşılığını görecekleri6 bildirilmiştir. Bunun neticesinde haksızlığa uğrayanların korunması, işlenen suçların karşılıksız bırakılmaması ve verilen zararların giderilmesi anlayışı İslâm adaletinin temelini oluşturmuştur. Zararı tazmin ettirmenin meşru olduğunu gösteren birçok hadis de vardır. Peygamberimiz şu ifadeleriyle önemli bir ilkeye vurgu yapmaktadır: “Zarar vermek de zarara zararla karşılık vermek de yoktur.” 7 Bu hadis genel bir mânâ ifade etse de dolaylı olarak zararın tazmin edilmesi gerektiğini de anlatır. Onun içindir ki İslâm fıkhında ve kodifiye edilmiş bir fıkıh mecmuası olan Mecelle "de, bu hadis esas alınarak “Mevcut zarar giderilir.”8 şeklinde bir kaide belirlenmiştir. Bu hadisten zarara misli ile veya başka bir şekilde zarar vererek mukabele edilemeyeceği ve kişisel olarak intikam alınamayacağı da anlaşılmaktadır. Zarara uğrayanın, yetkili kişilere başvurup tazminat talep etmesi hâlinde mağduriyeti giderilebilir. Nitekim yukarıdaki hadiste de Hz. Âişe, Peygamber Efendimize başvurmuş ve bunun neticesinde tazminatın ne şekilde ödeneceği belirlenmişti.
Zararı telâfi etmek için tazminat ödenmesinin birçok hikmeti vardır. Hak ihlâli sonucu oluşan mağduriyeti gidermenin, hem adalete olan güveni sağlamlaştıracağı, hem de kin ve intikam duygularını söndüreceği bir gerçektir. Ayrıca tazmin etme/ettirme, suistimalleri önleyecek, insanları yaptıkları işlerde daha temkinli ve titiz olmaya götürecektir.
Zararların telâfisini ifade etmek üzere hadislerde “diyet”, “erş” ve “damân” gibi kelimeler yer alır. Zararın mala, cana ve bedene yönelik olmasına göre farklı adlandırmalar söz konusudur. Zarar insana yönelik olduğunda tazminat genellikle “diyet” adını alır. Diğer bir ifadeyle “diyet”, daha çok ölümle sonuçlanan zararın tazmin edilmesidir.9 “Erş”, insanın yaralanması hâlinde başvurulan tazminat şeklidir.10 Mala ve eşyaya verilen zararların tazmini ise genellikle “damân” terimi ile ifade edilmektedir.11
Maddî zararlara karşı tazminat ödenmesinin hikmeti açıktır. Karşı tarafa bir zarar verilmiştir ve bu zarar telâfi edilmelidir. Gönüller ancak bu şekilde teskin olur, huzur bulur. Zira verilen bir zarara misliyle veya başka şekilde zarar vererek mukabele etmek, intikam almak, toplumda kaosa ve hukuksuzluğa yol açar. Maddî zararlarda kısas caiz olmadığına göre, gönüllerin teskin edilmesi için geriye bir telâfi yolu kalıyor. O da zararın ödenmesini istemektir. Meselâ, komşusu tarafından camı kırılan kimsenin, misilleme yaparak komşusunun camını kırması anlamsızdır. En makul çözüm, kırılan camın tazmin ettirilmesidir. Nitekim bir defasında Medineli sahâbîlerden Berâ" b. Âzib"in devesi bir adamın bahçesine girmiş ve oraya zarar vermişti. Kendisine arz edilen bu olayda Hz. Peygamber bahçe sahiplerinin, bahçelerini gündüz; hayvan sahiplerinin de hayvanlarını gece korumaları gerektiğine;12 dolayısıyla hayvanların gece verdikleri zararın sahiplerine ödettirilmesine hükmetmişti.13
Peygamberimizin bu olayda gece ve gündüz arasında fark gözetmesi, örf itibariyle bahçelerin gündüzleri sahipleri veya vekilleri tarafından korunuyor olmasından dolayıdır. Aynı şekilde o dönemde hayvanların gündüzleri otlaklara salıverilip gecelerin ağıllarda toplanması da hayvan sahiplerinin âdetiydi. Bu âdetlere muhalif davranan, malı muhafaza geleneğini terk etmiş ve kusur işlemiş sayılırdı.14 Burada, yeterli tedbirlerin alınmaması ya da ihmal durumlarında ortaya çıkan zararların tazmin edileceği esprisi yatmaktadır.
Bazı zararlardan dolayı tazmin gerekmediğine dair Peygamberimizden nakledilen hadisler bulunmaktadır: “Hayvanların yaralaması sebebiyle, kuyuya düşmekten dolayı veya maden ocağında çalışırken meydana gelen zararlar için tazminat gerekmez.” 15 Hadiste sayılan bu zararlardan dolayı diyet veya tazminat gerekmeyeceği ifade edilmekle birlikte, hadis şarihleri burada kastedilen zararın değeri ile hayvanın durumu hakkında farklı kanaatler serdetmişlerdir. Buna göre söz konusu tazminat gerekmeyen zararlar, kişilerin ihmali olmamasına rağmen ortaya çıkan kıymetsiz zararlar olmalıdır. Aksi takdirde, gerekli tedbirlerin alınmaması gibi ihmaller varsa verilen zarar, müsamaha gösterilemeyecek kadar büyükse elbette tazminat gerekecektir.
Aslında hadiste geçen bu çeşit zararların tazmin edilip edilmemesiyle ilgili erken dönemlerden itibaren hayli ihtilâf söz konusudur.16 Mezhep imamları da bu konularda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. İslâm"daki emanet, adalet, hak hukuk, kimseye zarar vermeme, kimseden zarar görmeme gibi genel ilkelerden hareket edildiğinde, kasıt olmasa da ihmal veya tedbirsizlik gibi nedenlerden dolayı başkalarına verilen zararların elbette tazmini gerekecektir. Dolayısıyla yukarıdaki hadisi, mutlak bir hüküm, normatif bir kural gibi kabul etmek ve sebep olunan zararları tazmin etmemek, asla Hz. Peygamber"in hedeflediği bir sonuç değildir.
Nitekim Peygamberimiz ödünç alınan malla ilgili kişinin tazmin sorumluluğu olduğunu belirtmektedir: “Başkasına ait bir malı alan, onu sahibine geri verinceye kadar ondan sorumludur.” 17 Resûlullah (sav), Huneyn Savaşı"nda henüz Müslüman olmayan Safvân b. Ümeyye"den zırhlar almıştı. Safvân, “Bu gasp mı yâ Muhammed!” deyince Allah Resûlü, “Hayır, aksine zarara uğradığı takdirde bedeli ödenmek üzere alınan bir emanettir.” diyerek onları ödünç aldığını ve koruyacağını ifade etmişti.18
Şaka yollu veya habersiz alınan bir şeyin, küçük dahi olsa sahibine geri verilmesi gerekmektedir. Aksi takdirde telâfi edilmelidir. Bununla ilgili olarak Resûlullah (sav) şöyle buyurmaktadır: “Sizden biriniz kardeşinin herhangi bir malını ne şaka yollu ne de kasten alsın. Kim kardeşinin bastonunu (bile haberli veya habersiz olarak) almışsa onu derhâl geri versin.” 19
Gerek Resûlullah döneminde ve gerekse ilk halifeler döneminde zanaatkârlara iş yapmaları için bırakılan eşya emanet telakki edilir, kasıt olmaksızın zayi veya telef olması hâlinde zanaatkârlara ödetilmezdi. Bu dönemlerde insanlar birbirine güvendiği için, eşyanın kaybolduğunu söyleyen zanaatkârların sözlerine itimat edilirdi. Fakat ilerleyen yıllarda, bu emanet duygusunun yerini insanların mallarına karşı tamah, hırs duyguları almaya başladı. Zamanla halkın eşyasına göz koyan bazı zanaatkârların bu ödetmeme hükmünü kötüye kullanmaları, halkın zarar görmesine yol açtı. Şayet durum bu şekilde kendi hâline bırakılırsa söz konusu hukuka tecavüz iyice yaygınlaşacak, insanlar güçlük içinde kalacaktı. Bu tür zanaatkârların gevşekliği ve malları korumamaları neticesinde, ya halkın güveni sarsıldığı için ilgili zanaatlar tamamen terk edilecek ya da herhangi bir tazminat ödemedikleri için, yalan, hile ve hıyanet ile zanaatkârlar tarafından insanların malları suistimal edilecekti. İşte bu olumsuz gelişmeler karşısında, Hz. Ali insanlar lehine ihtiyatla hareket ederek, terzi, boyacı ve benzer zanaatkârlara telef ettikleri malları ödetmeye başladı.20 Hatta o bu hususta, “İnsanları ancak bu ıslah eder.” demişti.21
Görüldüğü gibi, bazı zanaatkârların ahlâkî zafiyetlerine karşı, halkın mallarını korumaya yönelik bir tedbir olarak Hz. Ali zanaat erbabı elinde telef olan eşyanın tazminini talep etti. Şüphesiz bu emir, toplumda gittikçe yaygınlaşan mefsedeti önlemek, malın muhafazası şeklindeki genel maslahatı korumak amacına mâtuf bir ictihad idi.
Günümüzde kişi veya şirketlerin ürettikleri malların gerek üretim, gerekse dağıtım aşamasında gerekli özen gösterilmemesinden dolayı zaman zaman hatalı, defolu hâle geldikleri görülebilmektedir. Bu durumlarda da hataların doğrudan üretimden veya dağıtımdan kaynaklandığı tespit edildiğinde sorumlu kişilerin sağlam olarak teslim etmeyi taahhüt ettikleri malların bedelini veya mislini tazmin etmeleri de bu kapsamda değerlendirilebilir. Günlük hayatta sadece insanların mallarına zarar verilmeyebilir. Değişik sebeplerle, kişilerin canları, bedenleri kısaca insan sağlığı da zarara uğratılabilir. Bu konuyla ilgili olarak Resûlullah Efendimiz (sav) şöyle buyurmaktadır: “Kim doktor olmadığı hâlde tabiplik/tedavi yapar (da hastaya zarar verirse) onu tazminle yükümlüdür.” 22 Buna göre, uzman olmadığı hâlde yaptığı operasyonla hastaya zarar veren kişi, o zararı tazmin etmek zorundadır.
İnsanların birbirlerini yaralayarak verdikleri zararlar da tazminat konusuna girmektedir. Resûlullah (sav) nesep ilmini iyi bilen Ebû Cehm b. Huzeyfe"yi zekât tahsildarı olarak taşraya göndermişti. Bir adam, zekâtı hakkında Ebû Cehm ile münakaşa etmiş, bunun sonucunda Ebû Cehm onun başını yaralamıştı. Sonra adamın yakınları Peygamber"e (sav) gelerek, “Yâ Resûlallah! Kısas istiyoruz!” dediler. Peygamber (sav) onlara, “Size şu kadar mal verilsin.” buyurdu. Adamlar razı olmadılar. Resûl-i Ekrem (sav) ödenecek tazminat miktarını artırarak, “Size şu kadar mal verilsin.” buyurunca adamlar bu kez razı oldular. Bunun üzerine Peygamber (sav) onlara, “Ben öğleden sonra halka hitap edeceğim ve sizin razı olduğunuzu onlara bildireceğim.” buyurdu. Adamlar, “Evet!” dediler. Bunun üzerine Peygamber (sav) cemaate bir konuşma yaptı ve “Şu Leysîler kısas talebinde bulunmak üzere bana başvurdular. Ben onlara kısas yerine şu kadar tazminat teklif ettim.” buyurdu. Sonra onlara dönüp, “Razı oldunuz mu?” diye sordu. Adamlar, “Hayır!” diyerek verdikleri sözü tutmadılar. Bunun üzerine muhacirler onlara mâni olmak istediler. Fakat Peygamber (sav) muhacirlerin vazgeçmelerini emretti. Muhacirler de vazgeçtiler. Sonra Resûl-i Ekrem (sav) onları çağırdı ve kendilerine verilecek mal miktarını artırdı. Sonra onlara, “Razı oldunuz mu?” diye sorunca adamlar, “Evet!” dediler. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (sav), “Ben halka konuşma yapacağım ve sizin razı olduğunuzu onlara haber vereceğim.” buyurdu. Adamlar, “Peki!” dediler. Sonra Peygamber (sav) halka konuşma yaptı. Sonra adamlara, “Razı oldunuz mu?” buyurdu. Adamlar da, “Evet!” dediler.23
Tazminata, diğer bir ifadeyle diyet gerektiren durumlara dair ilginç bir örnek de Hz. Peygamber döneminde yaşanan şu olaydır: Hüzeyl kabilesinden iki kadın kavga etmiş, bunlardan biri diğerine bir taş atıp onu ve karnındaki çocuğu öldürmüştü. Bunun üzerine ölen kadının ailesi, davayı Resûlullah"a götürdüler. Resûlullah da ceninin diyetinin (kan bedelinin), bir köle veya cariye olmasına hükmetti (gurre), kadının diyetini de öldüren kadının âkılesine yani yakınlarına yükledi.24 Benzer bir olay da Hz. Ömer devrinde meydana geldi. Hz. Ömer kadının çocuğunun düşmesine sebep olanın durumunu araştırmak için, “Kim bu konuda Hz. Peygamber"den herhangi bir şey işitti?” diye sordu. Hemen Muğîre b. Şu"be, “Ben” dedi. “Nedir o?” deyince de şu cevabı verdi: “Resûlullah"ın (sav) "(Anne karnındaki çocuğun düşmesine sebep olanın) tazminat olarak bir köle veya bir cariye ödemesi gerekir." dediğini işittim.” Hz. Ömer, “Sana şahitlik yapacak birini bana getir.” dedi. Bunun üzerine oradan ayrıldı. Dışarıda Muhammed b. Mesleme"ye rastladı. Onu Hz. Ömer"e götürdü. O da aynı hadisi kendisinin de işittiğini söyleyerek şahitlik etti.25 Bu olaylarda görüldüğü gibi Kur"an ve sünnete göre adam öldürme gibi suçlarda kısas cezasının yanı sıra, maktulün yakınlarının tercihine göre bazen tazminat ile de hüküm verilebilmektedir.26 Kısasla ve tazminatla ilgili bu temel espriyi Peygamberimiz şöyle vurgulamaktadır: “Bir yakını öldürülen (mirasçı durumundaki) kimse, (mahkemede) şu iki tercihten birini seçebilir; ya fidye (tazminat) verilmesi ya da katilin öldürülmesi (kısas).” 27 Resûl-i Ekrem Efendimiz hadislerinde tazmini ifade eden diyet miktarlarına da işaret etmiştir. Örneğin, yanlışlıkla adam öldüren kişinin diyetinin yüz deve olduğunu bildirmiş,28 yaralanan her bir organ için de ne kadar tazminat verileceğini29 belirlemiştir.
İnsanlara maddî zararlar verilebileceği gibi mânevî zararlar da verilebilmektedir. Maddî zararlar kişinin mal ve bedenine yönelik iken, mânevî zararlar ise kişinin onur, şeref ve saygınlığına yöneliktir. Bu, kimi zaman kişiyi toplum nezdinde küçük düşürücü bir itham, hakaret olabileceği gibi kimi zaman dedikodu ve iftira şeklinde de olabilir. Bir gün Peygamber Efendimiz ashâbına, “Biliyor musunuz müflis kimdir?” şeklinde sorar. Ashâb, “Bizce müflis, parası ve malı olmayan kimsedir.” derler. Bunun üzerine Peygamber (sav), “Benim ümmetimin müflisi şu kimsedir; kıyamet gününde namaz, oruç ve zekâtla gelir, fakat şuna sövmüş, buna iftira etmiş, şunun malını yemiş, bunun kanını dökmüş ve şunu dövmüştür. Bundan dolayı onun iyiliklerinden, hak sahiplerinin her birine verilir. Üzerinde olan haklar ödenmeden iyilikleri tükenirse hak sahiplerinin günahları o kimseye yüklenir, sonra da o kimse cehenneme atılır.” buyurur.30 Hz. Peygamber son tavsiyelerini verdiği Veda Hutbesi"nde insanların malları ve canları gibi namus, şeref ve haysiyetlerinin de kutsal olduğunu bildirmişti.31 Bu hadisler ışığında düşünüldüğünde, her türlü zararın dünyada veya âhirette mutlaka tazmin edileceği anlaşılmaktadır. Peygamber Efendimizin müflis olarak nitelendirdiği kimse, vermiş olduğu zararlardan dolayı karşı tarafın mağduriyetine sebep olan zararı dünyada değil de âhirette tazmin etmiş olan kimsedir.
Tazminat olarak belirlenen hakların alınmasında şöyle bir durum söz konusudur: Söz konusu olan hak, şahıslara veya onların mallarına yönelik bir cürümden dolayı ortaya çıkan malî veya malî sonuçları bulunan bir hak ise kişi bunda istediği şekilde karar verme yetkisine sahiptir. İsterse sorumluyu bağışlar isterse de tazminatın ödenmesini talep eder. Hiçbir kimsenin veya otoritenin bu hakkı kaldırma yetkisi bulunmamaktadır. Kişileri ilgilendirmekle birlikte bir yönüyle de kamu düzenine yönelik suçlarda terettüp eden tazminat durumlarında ise kişinin kendi hakkından vazgeçmesi bu şahsa ayrıca bir ceza/tazminat yüklenmesine mâni olmaz. Örneğin, yol kesme, gasp veya kamu malına yönelik işlenen bir suçta mağdur kişilerin kendi özel haklarından vazgeçmeleri, suçluların üzerinde kamuya verdikleri zarardan dolayı oluşan tazminat yükümlülüğünü kaldırmaz. Bunun yanında sadece “Allah hakkı” olarak bilinen ibadetlerin eksik olarak yapılmasından doğan malî yükümlülüklerin yerine getirilip getirilmemesi kul ve Allah arasında olan bir durumdur. Örneğin kişinin yemin kefaretini ödememesi, hac yasaklarını ihlâl edenin veya ihramlının avlanması durumunda terettüp eden cezaların yerine getirilmemesinin sonucu kişi ve kul arasında olan bir durumdur. Kişinin belirlenen cezaları ödemesi kulluğunun bir gereğidir. Ancak bunu yerine getirmemesi durumunda kişi Allah"a karşı sorumludur. Hesabı soracak yegâne merci de O"dur. Dilerse onu bağışlar dilerse de cezalandırır.
Peygamberimiz maddî zararlara karşı bir telâfi sistemi geliştirmiş ve bunun titizlikle uygulanmasını istemiştir. Zira dinimizde zarar vermeye müsaade edilmediği gibi zarar verenin cezasız kalması da arzu edilmemiştir. Maddî olarak verilen zararlar muhakkak telâfi edilmelidir. Zarara uğrayanın bunu affetmesi başka bir durumdur ancak zarar verenin zararı telâfi etmesi gerekir. Bunun hukukî boyutunun yanında insanî ilişkileri ilgilendiren başka bir boyutu daha vardır. Zarar vermek suretiyle oluşan mağduriyeti gidermek, adalete olan güveni sağlamlaştıracağı gibi kin ve intikam duygularını da söndürecektir. Zararları telâfi etmek, insanların gönüllerini kazanmak, kırılan kalpleri teskin etmek için de bir yoldur. Hatta küçük ve önemsiz dediğimiz zararlarda bile umursamaz bir tavır takınmak yerine karşı tarafın gönlünü alabilecek her türlü yola başvurulmalıdır. 

B5225 Buhârî, Nikâh, 108
حَدَّثَنَا عَلِىٌّ حَدَّثَنَا ابْنُ عُلَيَّةَ عَنْ حُمَيْدٍ عَنْ أَنَسٍ قَالَ كَانَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم عِنْدَ بَعْضِ نِسَائِهِ فَأَرْسَلَتْ إِحْدَى أُمَّهَاتِ الْمُؤْمِنِينَ بِصَحْفَةٍ فِيهَا طَعَامٌ ، فَضَرَبَتِ الَّتِى النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم فِى بَيْتِهَا يَدَ الْخَادِمِ فَسَقَطَتِ الصَّحْفَةُ فَانْفَلَقَتْ ، فَجَمَعَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم فِلَقَ الصَّحْفَةِ ، ثُمَّ جَعَلَ يَجْمَعُ فِيهَا الطَّعَامَ الَّذِى كَانَ فِى الصَّحْفَةِ وَيَقُولُ « غَارَتْ أُمُّكُمْ » ، ثُمَّ حَبَسَ الْخَادِمَ حَتَّى أُتِىَ بِصَحْفَةٍ مِنْ عِنْدِ الَّتِى هُوَ فِى بَيْتِهَا ، فَدَفَعَ الصَّحْفَةَ الصَّحِيحَةَ إِلَى الَّتِى كُسِرَتْ صَحْفَتُهَا ، وَأَمْسَكَ الْمَكْسُورَةَ فِى بَيْتِ الَّتِى كَسَرَتْ . N3409 Nesâî, Işratü’n-nisâ, 4. أَخْبَرَنَا مُحَمَّدُ بْنُ الْمُثَنَّى عَنْ عَبْدِ الرَّحْمَنِ عَنْ سُفْيَانَ عَنْ فُلَيْتٍ عَنْ جَسْرَةَ بِنْتِ دِجَاجَةَ عَنْ عَائِشَةَ قَالَتْ مَا رَأَيْتُ صَانِعَةَ طَعَامٍ مِثْلَ صَفِيَّةَ أَهْدَتْ إِلَى النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم إِنَاءً فِيهِ طَعَامٌ فَمَا مَلَكْتُ نَفْسِى أَنْ كَسَرْتُهُ فَسَأَلْتُ النَّبِىَّ صلى الله عليه وسلم عَنْ كَفَّارَتِهِ فَقَالَ « إِنَاءٌ كَإِنَاءٍ وَطَعَامٌ كَطَعَامٍ » .
T1360 Tirmizî, Ahkâm, 23.
حَدَّثَنَا عَلِىُّ بْنُ حُجْرٍ أَخْبَرَنَا سُوَيْدُ بْنُ عَبْدِ الْعَزِيزِ عَنْ حُمَيْدٍ عَنْ أَنَسٍ أَنَّ النَّبِىَّ صلى الله عليه وسلم اسْتَعَارَ قَصْعَةً فَضَاعَتْ فَضَمِنَهَا لَهُمْ . قَالَ أَبُو عِيسَى وَهَذَا حَدِيثٌ غَيْرُ مَحْفُوظٍ . وَإِنَّمَا أَرَادَ عِنْدِى سُوَيْدٌ الْحَدِيثَ الَّذِى رَوَاهُ الثَّوْرِىُّ وَحَدِيثُ الثَّوْرِىِّ أَصَحُّ . اسْمُ أَبِى دَاوُدَ عُمَرُ بْنُ سَعْدٍ .
Bakara, 2/177
لَيْسَ الْبِرَّ اَنْ تُوَلُّوا وُجُوهَكُمْ قِبَلَ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ وَلٰكِنَّ الْبِرَّ مَنْ اٰمَنَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَالْمَلٰٓئِكَةِ وَالْكِتَابِ وَالنَّبِيّ۪نَۚ وَاٰتَى الْمَالَ عَلٰى حُبِّه۪ ذَوِي الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينَ وَابْنَ السَّب۪يلِ وَالسَّٓائِل۪ينَ وَفِي الرِّقَابِۚ وَاَقَامَ الصَّلٰوةَ وَاٰتَى الزَّكٰوةَۚ وَالْمُوفُونَ بِعَهْدِهِمْ اِذَا عَاهَدُواۚ وَالصَّابِر۪ينَ فِي الْبَأْسَٓاءِ وَالضَّرَّٓاءِ وَح۪ينَ الْبَأْسِۜ اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ صَدَقُواۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُتَّقُونَ ﴿177﴾ Mâide, 5/1. يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَوْفُوا بِالْعُقُودِۜ اُحِلَّتْ لَكُمْ بَه۪يمَةُ الْاَنْعَامِ اِلَّا مَا يُتْلٰى عَلَيْكُمْ غَيْرَ مُحِلِّي الصَّيْدِ وَاَنْتُمْ حُرُمٌۜ اِنَّ اللّٰهَ يَحْكُمُ مَا يُر۪يدُ ﴿1﴾
Bakara, 2/188
وَلَا تَأْكُلُٓوا اَمْوَالَكُمْ بَيْنَكُمْ بِالْبَاطِلِ وَتُدْلُوا بِهَٓا اِلَى الْحُكَّامِ لِتَأْكُلُوا فَر۪يقًا مِنْ اَمْوَالِ النَّاسِ بِالْاِثْمِ وَاَنْتُمْ تَعْلَمُونَ۟ ﴿188﴾ Şuarâ, 26/183. وَلَا تَبْخَسُوا النَّاسَ اَشْيَٓاءَهُمْ وَلَا تَعْثَوْا فِي الْاَرْضِ مُفْسِد۪ينَۚ ﴿183﴾
Şûrâ, 42/40.
وَجَزٰٓؤُ۬ا سَيِّئَةٍ سَيِّئَةٌ مِثْلُهَاۚ فَمَنْ عَفَا وَاَصْلَحَ فَاَجْرُهُ عَلَى اللّٰهِۜ اِنَّهُ لَا يُحِبُّ الظَّالِم۪ينَ ﴿40﴾
Zilzâl, 99/7-8.
فَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ خَيْرًا يَرَهُۜ ﴿7﴾ وَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ شَرًّا يَرَهُ ﴿8﴾
İM2341 İbn Mâce, Ahkâm, 17
حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ يَحْيَى حَدَّثَنَا عَبْدُ الرَّزَّاقِ أَنْبَأَنَا مَعْمَرٌ عَنْ جَابِرٍ الْجُعْفِىِّ عَنْ عِكْرِمَةَ عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « لاَ ضَرَرَ وَلاَ ضِرَارَ » . MU1435 Muvatta’, Akdiye, 26. حَدَّثَنِى يَحْيَى عَنْ مَالِكٍ عَنْ عَمْرِو بْنِ يَحْيَى الْمَازِنِىِّ عَنْ أَبِيهِ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَالَ « لاَ ضَرَرَ وَلاَ ضِرَارَ » .
Mecelle md. 20.
“Diyet”, DİA, IX, 473.
10 “Erş”, DİA, XI, 307.
11 “Damân”, DİA, VIII, 450.
12 D3569 Ebû Dâvûd, Büyû’ (İcâre), 90.
حَدَّثَنَا أَحْمَدُ بْنُ مُحَمَّدِ بْنِ ثَابِتٍ الْمَرْوَزِىُّ حَدَّثَنَا عَبْدُ الرَّزَّاقِ أَخْبَرَنَا مَعْمَرٌ عَنِ الزُّهْرِىِّ عَنْ حَرَامِ بْنِ مُحَيِّصَةَ عَنْ أَبِيهِ أَنَّ نَاقَةً لِلْبَرَاءِ بْنِ عَازِبٍ دَخَلَتْ حَائِطَ رَجُلٍ فَأَفْسَدَتْهُ عَلَيْهِمْ فَقَضَى رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم عَلَى أَهْلِ الأَمْوَالِ حِفْظَهَا بِالنَّهَارِ وَعَلَى أَهْلِ الْمَوَاشِى حِفْظَهَا بِاللَّيْلِ .
13 D3570 Ebû Dâvûd, Büyû’ (İcâre), 90
حَدَّثَنَا مَحْمُودُ بْنُ خَالِدٍ حَدَّثَنَا الْفِرْيَابِىُّ عَنِ الأَوْزَاعِىِّ عَنِ الزُّهْرِىِّ عَنْ حَرَامِ بْنِ مُحَيِّصَةَ الأَنْصَارِىِّ عَنِ الْبَرَاءِ بْنِ عَازِبٍ قَالَ كَانَتْ لَهُ نَاقَةٌ ضَارِيَةٌ فَدَخَلَتْ حَائِطًا فَأَفْسَدَتْ فِيهِ فَكُلِّمَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فِيهَا فَقَضَى أَنَّ حِفْظَ الْحَوَائِطِ بِالنَّهَارِ عَلَى أَهْلِهَا وَأَنَّ حِفْظَ الْمَاشِيَةِ بِاللَّيْلِ عَلَى أَهْلِهَا وَأَنَّ عَلَى أَهْلِ الْمَاشِيَةِ مَا أَصَابَتْ مَاشِيَتُهُمْ بِاللَّيْلِ . MU1440 Muvatta’, Akdiye, 28. حَدَّثَنِى يَحْيَى عَنْ مَالِكٍ عَنِ ابْنِ شِهَابٍ عَنْ حَرَامِ بْنِ سَعْدِ بْنِ مُحَيِّصَةَ أَنَّ نَاقَةً لِلْبَرَاءِ بْنِ عَازِبٍ دَخَلَتْ حَائِطَ رَجُلٍ فَأَفْسَدَتْ فِيهِ فَقَضَى رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم أَنَّ عَلَى أَهْلِ الْحَوَائِطِ حِفْظَهَا بِالنَّهَارِ وَأَنَّ مَا أَفْسَدَتِ الْمَوَاشِى بِاللَّيْلِ ضَامِنٌ عَلَى أَهْلِهَا . 748/2
14 ZU3/178 Hattâbî, Meâlimü’s-sünen, III, 178.
حدثنا أحمد بن محمد بن ثابت المروزي ، قال حدثنا عبد الرزاق أخبرنا معمر عن الزهري عن حرام بن محيصة عن أبيه أن ناقة للبراء بن عازب دخلت حائط رجل فأفسدت فقضى رسول اللّه صلى اللّه عليه وسلم على أهل الأموال حفظها بالنهار وعلى أهل المواشي حفظها بالليل . قال الشيخ وهذه سنة لرسول اللّه صلى اللّه عليه وسلم خاصة في هذا الباب ، ويشبه أن يكون إنما فرق بين الليل والنهار في هذا لأن في العرف أن أصحاب الحوائط والبساتين يحفظونها بالنهار ويوكلون بها الحفاظ والنواطير . ومن عادة أصحاب المواشي أن يسرحوها بالنهار ويردونها مع الليل إلى المراح فمن خالف هذه العادة (ص. 178) التقصير والتضييع فكان كمن ألقى متاعه في طريق شارع أو تركه في غير موضع حرز فلا يكون على آخذه قطع . وبالتفريق بين حكم الليل والنهار قال الشافعي . وقال أصحاب الرأي لا فرق بين الأمرين ولم يجعلوا على أصحاب المواشي غرماً ، واحتجوا بقول العجماء جبار . قال الشيخ وحديث العجماء جبار عام وهذا حكم خاص والعام ينبئ على الخاص . ويرد إليه فالمصير في هذا إلى حديث البراء واللّه أعلم . 125 كتاب النكاح 1/1م ومن باب التحريض على النكاح (ص. 179)
15 B6912 Buhârî, Zekât, 66
حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ يُوسُفَ حَدَّثَنَا اللَّيْثُ حَدَّثَنَا ابْنُ شِهَابٍ عَنْ سَعِيدِ بْنِ الْمُسَيَّبِ وَأَبِى سَلَمَةَ بْنِ عَبْدِ الرَّحْمَنِ عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَالَ « الْعَجْمَاءُ جُرْحُهَا جُبَارٌ ، وَالْبِئْرُ جُبَارٌ ، وَالْمَعْدِنُ جُبَارٌ ، وَفِى الرِّكَازِ الْخُمُسُ » . D4593 Ebû Dâvûd, Diyât, 28. حَدَّثَنَا مُسَدَّدٌ حَدَّثَنَا سُفْيَانُ عَنِ الزُّهْرِىِّ عَنْ سَعِيدِ بْنِ الْمُسَيَّبِ وَأَبِى سَلَمَةَ سَمِعَا أَبَا هُرَيْرَةَ يُحَدِّثُ عَنْ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَالَ « الْعَجْمَاءُ جَرْحُهَا جُبَارٌ وَالْمَعْدِنُ جُبَارٌ وَالْبِئْرُ جُبَارٌ وَفِى الرِّكَازِ الْخُمُسُ » . قَالَ أَبُو دَاوُدَ الْعَجْمَاءُ الْمُنْفَلِتَةُ الَّتِى لاَ يَكُونُ مَعَهَا أَحَدٌ وَتَكُونُ بِالنَّهَارِ وَلاَ تَكُونُ بِاللَّيْلِ .
16 Buhârî, Diyât, 29 —bâb başlığı—.
17 D3561 Ebû Dâvûd, Büyû’ (İcâre), 88
حَدَّثَنَا مُسَدَّدُ بْنُ مُسَرْهَدٍ حَدَّثَنَا يَحْيَى عَنِ ابْنِ أَبِى عَرُوبَةَ عَنْ قَتَادَةَ عَنِ الْحَسَنِ عَنْ سَمُرَةَ عَنِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم قَالَ « عَلَى الْيَدِ مَا أَخَذَتْ حَتَّى تُؤَدِّىَ » . ثُمَّ إِنَّ الْحَسَنَ نَسِىَ فَقَالَ هُوَ أَمِينُكَ لاَ ضَمَانَ عَلَيْهِ . T1266 Tirmizî, Büyû’, 39. حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ الْمُثَنَّى حَدَّثَنَا ابْنُ أَبِى عَدِىٍّ عَنْ سَعِيدٍ عَنْ قَتَادَةَ عَنِ الْحَسَنِ عَنْ سَمُرَةَ عَنِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم قَالَ « عَلَى الْيَدِ مَا أَخَذَتْ حَتَّى تُؤَدِّىَ » . قَالَ قَتَادَةُ ثُمَّ نَسِىَ الْحَسَنُ فَقَالَ هُوَ أَمِينُكَ لاَ ضَمَانَ عَلَيْهِ . يَعْنِى الْعَارِيَةَ . قَالَ أَبُو عِيسَى هَذَا حَدِيثٌ حَسَنٌ صَحِيحٌ . وَقَدْ ذَهَبَ بَعْضُ أَهْلِ الْعِلْمِ مِنْ أَصْحَابِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم وَغَيْرِهِمْ إِلَى هَذَا وَقَالُوا يَضْمَنُ صَاحِبُ الْعَارِيَةِ . وَهُوَ قَوْلُ الشَّافِعِىِّ وَأَحْمَدَ . وَقَالَ بَعْضُ أَهْلِ الْعِلْمِ مِنْ أَصْحَابِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم وَغَيْرِهِمْ لَيْسَ عَلَى صَاحِبِ الْعَارِيَةِ ضَمَانٌ إِلاَّ أَنْ يُخَالِفَ . وَهُوَ قَوْلُ الثَّوْرِىِّ وَأَهْلِ الْكُوفَةِ وَبِهِ يَقُولُ إِسْحَاقُ .
18 D3562 Ebû Dâvûd, Büyû’ (İcâre), 88.
حَدَّثَنَا الْحَسَنُ بْنُ مُحَمَّدٍ وَسَلَمَةُ بْنُ شَبِيبٍ قَالاَ حَدَّثَنَا يَزِيدُ بْنُ هَارُونَ حَدَّثَنَا شَرِيكٌ عَنْ عَبْدِ الْعَزِيزِ بْنِ رُفَيْعٍ عَنْ أُمَيَّةَ بْنِ صَفْوَانَ بْنِ أُمَيَّةَ عَنْ أَبِيهِ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم اسْتَعَارَ مِنْهُ أَدْرَاعًا يَوْمَ حُنَيْنٍ فَقَالَ أَغَصْبٌ يَا مُحَمَّدُ فَقَالَ « لاَ بَلْ عَارِيَةٌ مَضْمُونَةٌ » . قَالَ أَبُو دَاوُدَ وَهَذِهِ رِوَايَةُ يَزِيدَ بِبَغْدَادَ وَفِى رِوَايَتِهِ بِوَاسِطَ تَغَيُّرٌ عَلَى غَيْرِ هَذَا .
19 D5003 Ebû Dâvûd, Edeb, 85
حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ بَشَّارٍ حَدَّثَنَا يَحْيَى عَنِ ابْنِ أَبِى ذِئْبٍ ح وَحَدَّثَنَا سُلَيْمَانُ بْنُ عَبْدِ الرَّحْمَنِ الدِّمَشْقِىُّ حَدَّثَنَا شُعَيْبُ بْنُ إِسْحَاقَ عَنِ ابْنِ أَبِى ذِئْبٍ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ السَّائِبِ بْنِ يَزِيدَ عَنْ أَبِيهِ عَنْ جَدِّهِ أَنَّهُ سَمِعَ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يَقُولُ « لاَ يَأْخُذَنَّ أَحَدُكُمْ مَتَاعَ أَخِيهِ لاَعِبًا وَلاَ جَادًّا » . وَقَالَ سُلَيْمَانُ « لَعِبًا وَلاَ جِدًّا » . « وَمَنْ أَخَذَ عَصَا أَخِيهِ فَلْيَرُدَّهَا » . لَمْ يَقُلِ ابْنُ بَشَّارٍ ابْنِ يَزِيدَ وَقَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم . T2160 Tirmizî, Fiten, 3. حَدَّثَنَا بُنْدَارٌ حَدَّثَنَا يَحْيَى بْنُ سَعِيدٍ حَدَّثَنَا ابْنُ أَبِى ذِئْبٍ حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ السَّائِبِ بْنِ يَزِيدَ عَنْ أَبِيهِ عَنْ جَدِّهِ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « لاَ يَأْخُذْ أَحَدُكُمْ عَصَا أَخِيهِ لاَعِبًا أَوْ جَادًّا فَمَنْ أَخَذَ عَصَا أَخِيهِ فَلْيَرُدَّهَا إِلَيْهِ » . قَالَ أَبُو عِيسَى وَفِى الْبَابِ عَنِ ابْنِ عُمَرَ وَسُلَيْمَانَ بْنِ صُرَدَ وَجَعْدَةَ وَأَبِى هُرَيْرَةَ . وَهَذَا حَدِيثٌ حَسَنٌ غَرِيبٌ لاَ نَعْرِفُهُ إِلاَّ مِنْ حَدِيثِ ابْنِ أَبِى ذِئْبٍ . وَالسَّائِبُ بْنُ يَزِيدَ لَهُ صُحْبَةٌ قَدْ سَمِعَ مِنَ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم أَحَادِيثَ وَهُوَ غُلاَمٌ وَقُبِضَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم وَهُوَ ابْنُ سَبْعِ سِنِينَ وَوَالِدُهُ يَزِيدُ بْنُ السَّائِبِ لَهُ أَحَادِيثُ هُوَ مِنْ أَصْحَابِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم وَقَدْ رَوَى عَنِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم وَالسَّائِبُ بْنُ يَزِيدَ هُوَ ابْنُ أُخْتِ نَمِرٍ
20 MA14948 Abdürrezzâk, Musannef, VIII, 217.
عبد الرزاق قال : انا يحيى بن العلاء عن جعفر بن محمد عن أبيه قال : كان علي يضمن الخياط ، والصباغ ، وأشباه ذلك ، احتياطا للناس (3).
21 BS11870 Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ, VI, 194.
فِيمَا أَجَازَ لِى أَبُو عَبْدِ اللَّهِ الْحَافِظُ رِوَايَتَهُ عَنْهُ عَنْ أَبِى الْعَبَّاسِ الأَصَمِّ أَخْبَرَنَا الرَّبِيعُ بْنُ سُلَيْمَانَ عَنِ الشَّافِعِىِّ قَالَ: قَدْ ذَهَبَ إِلَى تَضْمِينِ الْقَصَّارِ شُرَيْحٌ فَضَمَّنَ قَصَّارًا احْتَرَقَ بَيْتُهُ فَقَالَ تُضَمِّنُنِى وَقَدِ احْتَرَقَ بَيْتِى فَقَالَ شُرَيْحٌ : أَرَأَيْتَ لَوِ احْتَرَقَ بَيْتُهُ كُنْتَ تَتْرُكُ لَهُ أَجْرَكَ. أَخْبَرَنَا بِهَذَا عَنْهُ ابْنُ عُيَيْنَةَ.قَالَ الشَّافِعِىُّ وَقَدْ رُوِىَ مِنْ وَجْهٍ لاَ يُثْبِتُ أَهْلُ الْحَدِيثِ مِثْلَهُ أَنَّ عَلِىَّ بْنَ أَبِى طَالِبٍ ضَمَّنَ الْغَسَّالَ وَالصَّبَّاغَ وَقَالَ : لاَ يُصْلِحُ النَّاسُ إِلاَّ ذَلِكَ. أَخْبَرَنَا إِبْرَاهِيمُ بْنُ أَبِى يَحْيَى عَنْ جَعْفَرِ بْنِ مُحَمَّدٍ عَنْ أَبِيهِ أَنَّ عَلِيًّا قَالَ ذَلِكَ. {ت} قَالَ وَيُرْوَى عَنْ عُمَرَ تَضْمِينُ بَعْضِ الصُّنَّاعِ مِنْ وَجْهٍ أَضْعَفَ مِنْ هَذَا وَلَمْ نَعْلَمْ وَاحِدًا مِنْهُمَا يَثْبُتُ. قَالَ وَقَدْ رُوِىَ عَنْ عَلِىٍّ مِنْ وَجْهٍ آخَرَ أَنَّهُ كَانَ لاَ يُضَمِّنُ أَحَدًا مِنَ الأُجَرَاءِ مِنْ وَجْهٍ لاَ يَثْبُتُ مِثْلُهُ.
22 İM3466 İbn Mâce, Tıb, 16
حَدَّثَنَا هِشَامُ بْنُ عَمَّارٍ وَرَاشِدُ بْنُ سَعِيدٍ الرَّمْلِىُّ قَالاَ حَدَّثَنَا الْوَلِيدُ بْنُ مُسْلِمٍ حَدَّثَنَا ابْنُ جُرَيْجٍ عَنْ عَمْرِو بْنِ شُعَيْبٍ عَنْ أَبِيهِ عَنْ جَدِّهِ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « مَنْ تَطَبَّبَ وَلَمْ يُعْلَمْ مِنْهُ طِبٌّ قَبْلَ ذَلِكَ فَهُوَ ضَامِنٌ » . N4834 Nesâî, Kasâme, 40-41. أَخْبَرَنِى عَمْرُو بْنُ عُثْمَانَ وَمُحَمَّدُ بْنُ مُصَفًّى قَالاَ حَدَّثَنَا الْوَلِيدُ عَنِ ابْنِ جُرَيْجٍ عَنْ عَمْرِو بْنِ شُعَيْبٍ عَنْ أَبِيهِ عَنْ جَدِّهِ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « مَنْ تَطَبَّبَ وَلَمْ يُعْلَمْ مِنْهُ طِبٌّ قَبْلَ ذَلِكَ فَهُوَ ضَامِنٌ » .
23 D4534 Ebû Dâvûd, Diyât, 13
حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ دَاوُدَ بْنِ سُفْيَانَ حَدَّثَنَا عَبْدُ الرَّزَّاقِ أَخْبَرَنَا مَعْمَرٌ عَنِ الزُّهْرِىِّ عَنْ عُرْوَةَ عَنْ عَائِشَةَ أَنَّ النَّبِىَّ صلى الله عليه وسلم بَعَثَ أَبَا جَهْمِ بْنَ حُذَيْفَةَ مُصَدِّقًا فَلاَجَّهُ رَجُلٌ فِى صَدَقَتِهِ فَضَرَبَهُ أَبُو جَهْمٍ فَشَجَّهُ فَأَتَوُا النَّبِىَّ صلى الله عليه وسلم فَقَالُوا الْقَوَدَ يَا رَسُولَ اللَّهِ . فَقَالَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم « لَكُمْ كَذَا وَكَذَا » . فَلَمْ يَرْضَوْا فَقَالَ « لَكُمْ كَذَا وَكَذَا » . فَلَمْ يَرْضَوْا فَقَالَ « لَكُمْ كَذَا وَكَذَا » . فَرَضُوا . فَقَالَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم « إِنِّى خَاطِبٌ الْعَشِيَّةَ عَلَى النَّاسِ وَمُخْبِرُهُمْ بِرِضَاكُمْ » . فَقَالُوا نَعَمْ . فَخَطَبَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَقَالَ « إِنَّ هَؤُلاَءِ اللَّيْثِيِّينَ أَتَوْنِى يُرِيدُونَ الْقَوَدَ فَعَرَضْتُ عَلَيْهِمْ كَذَا وَكَذَا فَرَضُوا أَرَضِيتُمْ » . قَالُوا لاَ . فَهَمَّ الْمُهَاجِرُونَ بِهِمْ فَأَمَرَهُمْ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم أَنْ يَكُفُّوا عَنْهُمْ فَكَفُّوا ثُمَّ دَعَاهُمْ فَزَادَهُمْ فَقَالَ « أَرَضِيتُمْ » . فَقَالُوا نَعَمْ . قَالَ « إِنِّى خَاطِبٌ عَلَى النَّاسِ وَمُخْبِرُهُمْ بِرِضَاكُمْ » . قَالُوا نَعَمْ . فَخَطَبَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم فَقَالَ « أَرَضِيتُمْ » . قَالُوا نَعَمْ . N4782 Nesâî, Kasâme, 25-26. أَخْبَرَنَا مُحَمَّدُ بْنُ رَافِعٍ قَالَ حَدَّثَنَا عَبْدُ الرَّزَّاقِ عَنْ مَعْمَرٍ عَنِ الزُّهْرِىِّ عَنْ عُرْوَةَ عَنْ عَائِشَةَ أَنَّ النَّبِىَّ صلى الله عليه وسلم بَعَثَ أَبَا جَهْمِ بْنَ حُذَيْفَةَ مُصَدِّقًا فَلاَحَّهُ رَجُلٌ فِى صَدَقَتِهِ فَضَرَبَهُ أَبُو جَهْمٍ فَأَتَوُا النَّبِىَّ صلى الله عليه وسلم فَقَالَ الْقَوَدُ يَا رَسُولَ اللَّهِ فَقَالَ « لَكُمْ كَذَا وَكَذَا » . فَلَمْ يَرْضَوْا بِهِ فَقَالَ « لَكُمْ كَذَا وَكَذَا » . فَرَضُوا بِهِ فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « إِنِّى خَاطِبٌ عَلَى النَّاسِ وَمُخْبِرُهُمْ بِرِضَاكُمْ » . قَالُوا نَعَمْ . فَخَطَبَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم فَقَالَ « إِنَّ هَؤُلاَءِ أَتَوْنِى يُرِيدُونَ الْقَوَدَ فَعَرَضْتُ عَلَيْهِمْ كَذَا وَكَذَا فَرَضُوا » . قَالُوا لاَ . فَهَمَّ الْمُهَاجِرُونَ بِهِمْ فَأَمَرَهُمْ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم أَنْ يَكُفُّوا فَكَفُّوا ثُمَّ دَعَاهُمْ قَالَ « أَرَضِيتُمْ » . قَالُوا نَعَمْ . قَالَ « فَإِنِّى خَاطِبٌ عَلَى النَّاسِ وَمُخْبِرُهُمْ بِرِضَاكُمْ » . قَالُوا نَعَمْ . فَخَطَبَ النَّاسَ ثُمَّ قَالَ « أَرَضِيتُمْ » . قَالُوا نَعَمْ .
24 B6910 Buhârî, Diyât, 26
حَدَّثَنَا أَحْمَدُ بْنُ صَالِحٍ حَدَّثَنَا ابْنُ وَهْبٍ حَدَّثَنَا يُونُسُ عَنِ ابْنِ شِهَابٍ عَنِ ابْنِ الْمُسَيَّبِ وَأَبِى سَلَمَةَ بْنِ عَبْدِ الرَّحْمَنِ أَنَّ أَبَا هُرَيْرَةَ - رضى الله عنه - قَالَ اقْتَتَلَتِ امْرَأَتَانِ مِنْ هُذَيْلٍ ، فَرَمَتْ إِحْدَاهُمَا الأُخْرَى بِحَجَرٍ قَتَلَتْهَا وَمَا فِى بَطْنِهَا ، فَاخْتَصَمُوا إِلَى النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم فَقَضَى أَنَّ دِيَةَ جَنِينِهَا غُرَّةٌ عَبْدٌ أَوْ وَلِيدَةٌ ، وَقَضَى دِيَةَ الْمَرْأَةِ عَلَى عَاقِلَتِهَا . M4391 Müslim, Kasâme, 36. وَحَدَّثَنِى أَبُو الطَّاهِرِ حَدَّثَنَا ابْنُ وَهْبٍ ح وَحَدَّثَنَا حَرْمَلَةُ بْنُ يَحْيَى التُّجِيبِىُّ أَخْبَرَنَا ابْنُ وَهْبٍ أَخْبَرَنِى يُونُسُ عَنِ ابْنِ شِهَابٍ عَنِ ابْنِ الْمُسَيَّبِ وَأَبِى سَلَمَةَ بْنِ عَبْدِ الرَّحْمَنِ أَنَّ أَبَا هُرَيْرَةَ قَالَ اقْتَتَلَتِ امْرَأَتَانِ مِنْ هُذَيْلٍ فَرَمَتْ إِحْدَاهُمَا الأُخْرَى بِحَجَرٍ فَقَتَلَتْهَا وَمَا فِى بَطْنِهَا فَاخْتَصَمُوا إِلَى رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَقَضَى رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم أَنَّ دِيَةَ جَنِينِهَا غُرَّةٌ عَبْدٌ أَوْ وَلِيدَةٌ وَقَضَى بِدِيَةِ الْمَرْأَةِ عَلَى عَاقِلَتِهَا وَوَرَّثَهَا وَلَدَهَا وَمَنْ مَعَهُمْ فَقَالَ حَمَلُ بْنُ النَّابِغَةِ الْهُذَلِىُّ يَا رَسُولَ اللَّهِ كَيْفَ أَغْرَمُ مَنْ لاَ شَرِبَ وَلاَ أَكَلَ وَلاَ نَطَقَ وَلاَ اسْتَهَلَّ فَمِثْلُ ذَلِكَ يُطَلُّ . فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « إِنَّمَا هَذَا مِنْ إِخْوَانِ الْكُهَّانِ » . مِنْ أَجْلِ سَجْعِهِ الَّذِى سَجَعَ .
25 M4397 Müslim, Kasâme, 39
وَحَدَّثَنَا أَبُو بَكْرِ بْنُ أَبِى شَيْبَةَ وَأَبُو كُرَيْبٍ وَإِسْحَاقُ بْنُ إِبْرَاهِيمَ - وَاللَّفْظُ لأَبِى بَكْرٍ - قَالَ إِسْحَاقُ أَخْبَرَنَا وَقَالَ الآخَرَانِ حَدَّثَنَا وَكِيعٌ عَنْ هِشَامِ بْنِ عُرْوَةَ عَنْ أَبِيهِ عَنِ الْمِسْوَرِ بْنِ مَخْرَمَةَ قَالَ اسْتَشَارَ عُمَرُ بْنُ الْخَطَّابِ النَّاسَ فِى إِمْلاَصِ الْمَرْأَةِ فَقَالَ الْمُغِيرَةُ بْنُ شُعْبَةَ شَهِدْتُ النَّبِىَّ صلى الله عليه وسلم قَضَى فِيهِ بِغُرَّةٍ عَبْدٍ أَوْ أَمَةٍ . قَالَ فَقَالَ عُمَرُ ائْتِنِى بِمَنْ يَشْهَدُ مَعَكَ قَالَ فَشَهِدَ لَهُ مُحَمَّدُ بْنُ مَسْلَمَةَ . D4570 Ebû Dâvûd, Diyât, 19. حَدَّثَنَا عُثْمَانُ بْنُ أَبِى شَيْبَةَ وَهَارُونُ بْنُ عَبَّادٍ الأَزْدِىُّ - الْمَعْنَى - قَالاَ حَدَّثَنَا وَكِيعٌ عَنْ هِشَامٍ عَنْ عُرْوَةَ عَنِ الْمِسْوَرِ بْنِ مَخْرَمَةَ أَنَّ عُمَرَ اسْتَشَارَ النَّاسَ فِى إِمْلاَصِ الْمَرْأَةِ فَقَالَ الْمُغِيرَةُ بْنُ شُعْبَةَ شَهِدْتُ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَضَى فِيهَا بِغُرَّةٍ عَبْدٍ أَوْ أَمَةٍ . فَقَالَ ائْتِنِى بِمَنْ يَشْهَدُ مَعَكَ . فَأَتَاهُ بِمُحَمَّدِ بْنِ مَسْلَمَةَ - زَادَ هَارُونُ - فَشَهِدَ لَهُ يَعْنِى ضَرَبَ الرَّجُلُ بَطْنَ امْرَأَتِهِ . قَالَ أَبُو دَاوُدَ بَلَغَنِى عَنْ أَبِى عُبَيْدٍ إِنَّمَا سُمِّىَ إِمْلاَصًا لأَنَّ الْمَرْأَةَ تَزْلِقُهُ قَبْلَ وَقْتِ الْوِلاَدَةِ وَكَذَلِكَ كُلُّ مَا زَلَقَ مِنَ الْيَدِ وَغَيْرِهِ فَقَدْ مَلِصَ .
26 Bakara, 2/178
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِصَاصُ فِي الْقَتْلٰىۜ اَلْحُرُّ بِالْحُرِّ وَالْعَبْدُ بِالْعَبْدِ وَالْاُنْثٰى بِالْاُنْثٰىۜ فَمَنْ عُفِيَ لَهُ مِنْ اَخ۪يهِ شَيْءٌ فَاتِّبَاعٌ بِالْمَعْرُوفِ وَاَدَٓاءٌ اِلَيْهِ بِاِحْسَانٍۜ ذٰلِكَ تَخْف۪يفٌ مِنْ رَبِّكُمْ وَرَحْمَةٌۜ فَمَنِ اعْتَدٰى بَعْدَ ذٰلِكَ فَلَهُ عَذَابٌ اَل۪يمٌ ﴿178﴾ Mâide, 5/45. وَكَتَبْنَا عَلَيْهِمْ ف۪يهَٓا اَنَّ النَّفْسَ بِالنَّفْسِۙ وَالْعَيْنَ بِالْعَيْنِ وَالْاَنْفَ بِالْاَنْفِ وَالْاُذُنَ بِالْاُذُنِ وَالسِّنَّ بِالسِّنِّۙ وَالْجُرُوحَ قِصَاصٌۜ فَمَنْ تَصَدَّقَ بِه۪ فَهُوَ كَفَّارَةٌ لَهُۜ وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ ﴿45﴾
27 M3305 Müslim, Hac, 447
حَدَّثَنِى زُهَيْرُ بْنُ حَرْبٍ وَعُبَيْدُ اللَّهِ بْنُ سَعِيدٍ جَمِيعًا عَنِ الْوَلِيدِ - قَالَ زُهَيْرٌ حَدَّثَنَا الْوَلِيدُ بْنُ مُسْلِمٍ - حَدَّثَنَا الأَوْزَاعِىُّ حَدَّثَنِى يَحْيَى بْنُ أَبِى كَثِيرٍ حَدَّثَنِى أَبُو سَلَمَةَ - هُوَ ابْنُ عَبْدِ الرَّحْمَنِ - حَدَّثَنِى أَبُو هُرَيْرَةَ قَالَ لَمَّا فَتَحَ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ عَلَى رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم مَكَّةَ قَامَ فِى النَّاسِ فَحَمِدَ اللَّهَ وَأَثْنَى عَلَيْهِ ثُمَّ قَالَ « إِنَّ اللَّهَ حَبَسَ عَنْ مَكَّةَ الْفِيلَ وَسَلَّطَ عَلَيْهَا رَسُولَهُ وَالْمُؤْمِنِينَ وَإِنَّهَا لَنْ تَحِلَّ لأَحَدٍ كَانَ قَبْلِى وَإِنَّهَا أُحِلَّتْ لِى سَاعَةً مِنْ نَهَارٍ وَإِنَّهَا لَنْ تَحِلَّ لأَحَدٍ بَعْدِى فَلاَ يُنَفَّرُ صَيْدُهَا وَلاَ يُخْتَلَى شَوْكُهَا وَلاَ تَحِلُّ سَاقِطَتُهَا إِلاَّ لِمُنْشِدٍ وَمَنْ قُتِلَ لَهُ قَتِيلٌ فَهُوَ بِخَيْرِ النَّظَرَيْنِ إِمَّا أَنْ يُفْدَى وَإِمَّا أَنْ يُقْتَلَ » . فَقَالَ الْعَبَّاسُ إِلاَّ الإِذْخِرَ يَا رَسُولَ اللَّهِ فَإِنَّا نَجْعَلُهُ فِى قُبُورِنَا وَبُيُوتِنَا . فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « إِلاَّ الإِذْخِرَ » . فَقَامَ أَبُو شَاهٍ رَجُلٌ مِنْ أَهْلِ الْيَمَنِ فَقَالَ اكْتُبُوا لِى يَا رَسُولَ اللَّهِ . فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « اكْتُبُوا لأَبِى شَاهٍ » . قَالَ الْوَلِيدُ فَقُلْتُ لِلأَوْزَاعِىِّ مَا قَوْلُهُ اكْتُبُوا لِى يَا رَسُولَ اللَّهِ قَالَ هَذِهِ الْخُطْبَةَ الَّتِى سَمِعَهَا مِنْ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم . İM2624 İbn Mâce, Diyât, 3. حَدَّثَنَا عَبْدُ الرَّحْمَنِ بْنُ إِبْرَاهِيمَ الدِّمَشْقِىُّ حَدَّثَنَا الْوَلِيدُ حَدَّثَنَا الأَوْزَاعِىُّ حَدَّثَنِى يَحْيَى بْنُ أَبِى كَثِيرٍ عَنْ أَبِى سَلَمَةَ عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « مَنْ قُتِلَ لَهُ قَتِيلٌ فَهُوَ بِخَيْرِ النَّظَرَيْنِ إِمَّا أَنْ يَقْتُلَ وَإِمَّا أَنْ يُفْدَى » .
28 D4541 Ebû Dâvûd, Diyât, 16.
حَدَّثَنَا مُسْلِمُ بْنُ إِبْرَاهِيمَ قَالَ حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ رَاشِدٍ ح وَحَدَّثَنَا هَارُونُ بْنُ زَيْدِ بْنِ أَبِى الزَّرْقَاءِ حَدَّثَنَا أَبِى حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ رَاشِدٍ عَنْ سُلَيْمَانَ بْنِ مُوسَى عَنْ عَمْرِو بْنِ شُعَيْبٍ عَنْ أَبِيهِ عَنْ جَدِّهِ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَضَى أَنَّ مَنْ قُتِلَ خَطَأً فَدِيَتُهُ مِائَةٌ مِنَ الإِبِلِ ثَلاَثُونَ بِنْتَ مَخَاضٍ وَثَلاَثُونَ بِنْتَ لَبُونٍ وَثَلاَثُونَ حِقَّةً وَعَشْرَةٌ بَنِى لَبُونٍ ذَكَرٍ .
29 MU1555 Muvatta’, Ukûl, 1.
حَدَّثَنِى يَحْيَى عَنْ مَالِكٍ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ أَبِى بَكْرِ بْنِ مُحَمَّدِ بْنِ عَمْرِو بْنِ حَزْمٍ عَنْ أَبِيهِ أَنَّ فِى الْكِتَابِ الَّذِى كَتَبَهُ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم لِعَمْرِو بْنِ حَزْمٍ فِى الْعُقُولِ أَنَّ فِى النَّفْسِ مِائَةً مِنَ الإِبِلِ وَفِى الأَنْفِ إِذَا أُوعِىَ جَدْعًا مِائَةٌ مِنَ الإِبِلِ وَفِى الْمَأْمُومَةِ ثُلُثُ الدِّيَةِ وَفِى الْجَائِفَةِ مِثْلُهَا وَفِى الْعَيْنِ خَمْسُونَ وَفِى الْيَدِ خَمْسُونَ وَفِى الرِّجْلِ خَمْسُونَ وَفِى كُلِّ أُصْبُعٍ مِمَّا هُنَالِكَ عَشْرٌ مِنَ الإِبِلِ وَفِى السِّنِّ خَمْسٌ وَفِى الْمُوضِحَةِ خَمْسٌ .
30 M6579 Müslim, Birr, 59.
حَدَّثَنَا قُتَيْبَةُ بْنُ سَعِيدٍ وَعَلِىُّ بْنُ حُجْرٍ قَالاَ حَدَّثَنَا إِسْمَاعِيلُ - وَهُوَ ابْنُ جَعْفَرٍ - عَنِ الْعَلاَءِ عَنْ أَبِيهِ عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَالَ « أَتَدْرُونَ مَا الْمُفْلِسُ » . قَالُوا الْمُفْلِسُ فِينَا مَنْ لاَ دِرْهَمَ لَهُ وَلاَ مَتَاعَ . فَقَالَ « إِنَّ الْمُفْلِسَ مِنْ أُمَّتِى يَأْتِى يَوْمَ الْقِيَامَةِ بِصَلاَةٍ وَصِيَامٍ وَزَكَاةٍ وَيَأْتِى قَدْ شَتَمَ هَذَا وَقَذَفَ هَذَا وَأَكَلَ مَالَ هَذَا وَسَفَكَ دَمَ هَذَا وَضَرَبَ هَذَا فَيُعْطَى هَذَا مِنْ حَسَنَاتِهِ وَهَذَا مِنْ حَسَنَاتِهِ فَإِنْ فَنِيَتْ حَسَنَاتُهُ قَبْلَ أَنْ يُقْضَى مَا عَلَيْهِ أُخِذَ مِنْ خَطَايَاهُمْ فَطُرِحَتْ عَلَيْهِ ثُمَّ طُرِحَ فِى النَّارِ » .
31 B105 Buhârî, İlim, 37.
حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ عَبْدِ الْوَهَّابِ قَالَ حَدَّثَنَا حَمَّادٌ عَنْ أَيُّوبَ عَنْ مُحَمَّدٍ عَنِ ابْنِ أَبِى بَكْرَةَ عَنْ أَبِى بَكْرَةَ ذُكِرَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم قَالَ « فَإِنَّ دِمَاءَكُمْ وَأَمْوَالَكُمْ - قَالَ مُحَمَّدٌ وَأَحْسِبُهُ قَالَ وَأَعْرَاضَكُمْ - عَلَيْكُمْ حَرَامٌ كَحُرْمَةِ يَوْمِكُمْ هَذَا فِى شَهْرِكُمْ هَذَا ، أَلاَ لِيُبَلِّغِ الشَّاهِدُ مِنْكُمُ الْغَائِبَ » . وَكَانَ مُحَمَّدٌ يَقُولُ صَدَقَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم كَانَ ذَلِكَ « أَلاَ هَلْ بَلَّغْتُ » مَرَّتَيْنِ .

H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


SELMAN SEVEN

{facebook#https://facebook.com/} {twitter#https://twitter.com/}

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget