Resulullah'ın hadislerini mi arıyorsunuz ?
Türkiye'nin En Geniş Kapsamlı Hadis Sitesi
HZ.MUHAMMED (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
"أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ"

Latest Post

Allahü teâlâ; melekleri, insanları ve cinleri kendisine ibâdet etmesi için yarattı. Kur'ân-ı kerîmde, Zâriyât sûresi 56. âyetinde meâlen; "İnsanları ve cinleri ancak beni bilip ibâdet etmeleri için yarattım" buyuruluyor. İnsanlar topraktan, melekler nûrdan, cinler de ateşten yaratılmıştır. Hicr sûresi 27. âyetinde meâlen; "Âdem'den, önce cinlerin babası olan Cân'ı ateşten yarattık" buyurdu. Şeytan da cin tâifesindendir. Asıl adı iblis olan şeytanın bir adı da Azâzil'dir. Cinlerin yaratılması, insanların yaratılmasından çok öncedir. Aralarında uzun devirler geçmiştir. İslâm âlimlerinden Muhyiddîn-i Arabî'nin bildirdiğine, göre, bu zaman dörtbin yıldan az değildir.
Melekler yaratıldıkları zamandan îtibâren ibâdete başladılar. Hiç isyân, itâatsizlik yapmadılar. Cân'ın evlâdları olan cinler, yeryüzüne gönderilince, fitne fesâd çıkardılar. İsyânları sebebiyle zaman zaman Allahü teâlâ tarafından helâk edildiler, isyân ve taşkınlık yapmamaları için, Allahü teâlâ onlara dinler gönderdi. Aralarından en iyileri vâli seçilip vazifelendirildi. Bu vâliler tarafından yeryüzünde fesâd çıkarmamaları, ibâdet ve tâatle meşgûl olmaları için nasîhatler edildi. Cinlere nasîhat etmek üzere vazîfe verilenlerden biri de Azâzil yâni iblis idi.
Allahü teâlâ"Ben, yeryüzünde bir halîfe yaratacağım" (Bakara sûresi: 30) buyurdu. Bunun üzerine melekler; "Yâ Rabbî! Yeryüzünde fesâd çıkarıp kan dökenleri mi yaratacaksın?" (Bakara sûresi: 30) dediler. Allahü teâlâ bunlara; "Sizin bilmediğinizi ben bilirim" (Bakara sûresi: 30) buyurdu. Melekler bu cevâbı alınca pişman oldular. Çünkü bu sözleri, Allahü teâlânın işine karışmaktan ve O'na isyân etmekten değil, hikmetini anlayamadıklarındandı.
Âdem aleyhisselâmın şekil verilmiş hâli Mekke ile Tâif arasında kırk yıl yattığı sırada, melekler ve iblis (şeytan) onu görmüşlerdi ve ondan korkmuşlardı. Ondan en çok korkan da iblis (şeytan) idi. İblis, Âdem aleyhisselâmın henüz rûh verilmemiş salsâl hâlindeki bedenine dokununca, çınlayarak ses çıkardı. İblis, bedenine girip çıkar ve melekere; "Korkmayınız bunun içi boştur. Eğer ben ona musallat olursam helâk ederim" derdi.
Ahmed bin Hanbel'in (rahmetullahi aleyh) bildirdiği hadîs-i şerîfde buyuruldu ki: "Allahü teâlâ Âdem'in bedenine şekil verip bıraktıktan sonra (henüz rûh verilmeden) iblis, etrâfında dolaşıp ona bakmağa başladı. Onun içini boş görünce; "Bu kendine sâhip olamaz, benim için kolay ele geçirilebilir" dedi."
Âdem aleyhisselâmın bedenine rûh verilmeden önce, melekler Âdem aleyhisselâmın bedenini görüp ondaki uygunluğa, âhenge ve ilâhî san'ata hayran kaldılar. Allahü teâlâ bundan güzel bir şey halk etti mi acaba dediler. İblis, Âdem aleyhisselâmın rûh verilmemiş hâlindeki bedenini görünce meleklere; "Eğer o sizden üstün, fazîletli kılınırsa ne yaparsınız?" dedi. Melekler; "Biz Rabbimizin emrine uyarız" dediler. İblis ise kendi kendine; "Eğer ona hürmet etmem emr olunursa, isyân ederim" dedi.
Ebû Yâ'lâ'nın ve Buhârî'nin Ebû Hüreyre’den (radıyallahü anh) rivâyet ettikleri bir hadîs-i şerîfde şöyle buyuruldu: "Şüphesiz ki Allahü teâlâ Âdem'i topraktan yarattı. Âdem aleyhisselâmı yaratacağı toprağı tîn (çamur) hâline sokup, hame-i mesnûn (balçık çamuru) oluncaya kadar bekletti. Sonra ona şekil verip, salsâlün kelfehhâr (pişmiş kerpiç gibi) oluncaya kadar bekletti. Şeytan, Âdem aleyhisselâmın bedeninin rûh verilmemiş bu hâlini görüp, yanına vardıkça; "Şüphesiz sen, büyük bir iş için yaratıldın" derdi. Sonra, Allahü teâlâ Âdem aleyhisselâmın bedenine rûh verdi. Rûh, önce gözüne ve genizlerine sirayet etti. Genzine sirâyet edince aksırttı. Allahü teâlâ onu rahmetiyle karşılayıp; "Rabbin sana merhamet etsin" buyurdu..."
Allahü teâlâ Âdem aleyhisselâmın bedenine rûh verdikten sonra melekleri ve cinleri haberdâr edip; "Âdem'e secde ediniz" (Bakara sûresi: 34) emrini verdi. Önce Cebrâil aleyhisselâm secde etti. Sonra sıra ile; Mikâil, İsrâfil, Azrâil ve diğer bütün melekler secde ettiler. Secde eden meleklerin her biri, Allahü teâlâ tarafından çeşitli hizmetleri görmekle şereflendirildi. İblis, kibir ve gururundan secde etmedi.
Allahü teâlâ iblise; "Ey mel'ûn! Âdem'e niçin secde etmedin?" buyurunca, iblis dedi ki: "Ben ondan daha hayırlıyım. Beni ateşten onu ise topraktan yarattın." (A'râf sûresi: 12) "Yâni ateş; latîf, saf ve ışıktır. Elbette topraktan üstündür" diyerek bu bozuk kıyasını ileri sürdü. Böylece Allahü teâlânın emrine isyân etti. Ebedî olarak Cehennemlik oldu.
İblis, Âdem aleyhisselâma secde ediniz emrine uymayınca, Allahü teâlâ"Hemen in oradan (Cennet’ten). Artık senin Cennet’te kibirlenmen (kendini büyük görmen) gerekmez. Haydi Cennet'ten çık. Çünkü hor, alçak ve bayağı kimselerdensin." (A'râf sûresi: 13) buyurdu. İblis Cennet’ten koğulunca ölüm acısını tatmak istemediğinden veya sonsuz bir hayat yaşamak istediğinden dolayı Allahü teâlâya; "Bana halkın dirilip kaldırılacakları ba's gününe kadar mühlet (ömür) ver" (A'râf sûresi: 13) diyerek dünyâda ve âhırette ölümsüz olmağı istedi. Allahü teâlâ da ona ölümden ve Cehennem azâbından kurtuluş olmadığını bildirip, birinci sûr üflenip bütün canlıların öleceği vakte kadar mühlet verdi. Böylece kıyâmet gününe kadar ömür verilip serbest bırakıldı.
İblis bunun üzerine; "Öyle ise beni azdırmana yemîn ederim ki, insanoğullarını saptırmak için muhakkak senin doğru yoluna oturacağım! Vesvese verip, pusu kuracağım. Sonra da onlara; önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım (musallat olacağım). Sen de onların çoğunu şükredici (kimse) bulmayacaksın" (A'râf sûresi: 14-17) dedi.
Allahü teâlâ buyurdu ki: "Ayblanmış ve rahmetimden koğulmuş olarak oradan (Cennet’ten) çık. Yemîn ederim ki onlardan kim sana uyarsa, Cehennem’i hep sizden dolduracağım." (A'râf sûresi; 18)
Allahü teâlâ Âdem aleyhisselâma; "Ey Âdem! Sen zevcenle birlikte Cennet’te yerleşin ve dilediğiniz nîmetlerden yiyin. Ancak şu ağaca yaklaşmayın ki sonra zâlimlerden (kendilerine yazık etmişlerden) olursunuz" buyurdu. (A'râf sûresi: 19)
İblis, Âdem aleyhisselâmın ve Havvâ vâlidemizin Cennet’te türlü nîmetler içinde bulunmalarından ve kendisinin bu nîmetlerden mahrûm kalmasından dolayı hased etti. "Yazıklar olsun ben bunca zamandır Allah'a ibâdet ettim. Ben daha önce yaratıldığım hâlde beni Cennet’e koymadı" diyerek, Âdem aleyhisselâmın Cennet’ten çıkarılması için hîleler aramaya başladı.
İnsanları günlük hayatlarında dâima rahatsız eden, şeytan tarafından insan kalbine verilen vesvesenin mâhiyeti nedir? Hangi düşünceler vesvesedir, hangileri değildir? Bunları İslâm âlimleri kitaplarında şöyle anlatmışlardır:
Vesvese; kalbe, şeytan ve insanın kendi nefsi tarafından getirilen çeşitli kötü düşünceler demektir. İnsanın kalbine her an çeşitli düşünceler gelmektedir. Bunlara İslâm dîninde hâtıra ismi verilir. İnsanın kalbine gelen hâtıra iyi ve kötü olmak üzere iki çeşittir. İyilerine ilham, kötülerine vesvese denir. İlham: Allahü teâlânın, her insanın kalbinde vazifelendirdiği bir melek tarafından verilir. Vesvese ise, şeytan ve insanın kendi nefsinin kalbinde uyandırdığı, çirkin ve kötü şeylerdir.
Kalbe gelen hâtıranın iyi veya kötülüğünü anlamanın ölçüsü, bunun dînimizin bildirdiği emir ve yasaklara uygun olup olmamasıdır. İslâm dîninin beğendiği şeyler iyidir ve melek tarafından ilham edilmiştir. İslâm dîninin beğenmediği ve yasakladığı şeyler kötüdür. Bunlar şeytan veya nefs tarafından kalbe verilen vesvesedir. Dînini iyi öğrenen bir müslüman, kalbine gelen hâtıranın ilham veya vesvese olduğunu, kendisi anlayabilir. Eğer anlayamaz veya karar veremezse, İslâmiyeti bilen ve tatbik eden hakîkî İslâm âlimlerine sorarak veya onların kitaplarını okuyarak öğrenir.
Vesvese, şeytanın insanlar üzerindeki silâhlarından biridir. İnsanın kalbine her fırsatta kötü düşünceler (vesveseler) getiren şeytanın maksadı, insanı aldatıp dünyâ ve âhıret zararlarına sürüklemektir. İnsan, şeytanın bir vesvesesine uymazsa, şeytan bunu bırakıp başka vesvese vermeye başlar ve çok çeşitli hîlelere başvurur. Kötülüğü belli bir şeyi yaptıramazsa ve insan hep iyiliğe gidiyorsa, iyiliği daha az olanları yaptırmaya çalışır. Bir kötülüğe sürükleyebilmek için küçük iyilikler ve hayır yapmaya teşvik eder. Şeytanın vesvesesi aslında zayıftır. Din bilgisi tam ve doğru olup, bunlara uyan insanları aldatması çok güçtür. Şeytan, vesvese verip insanları kötülüğe teşvik ederken, insanların bâzı zaaflarından faydalanır. İnsanların şeytan tarafından istismar edilen en büyük zaaflarından biri aceleci olmalarıdır. Bunun için Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem); "Acele etmek şeytandandır. Beş şey bundan müstesnadır: Kızını evlendirmek, borcunu ödemek, cenâze hizmetlerini çabuk yapmak, misâfiri doyurmak, günah işleyince hemen tevbe etmek" buyurdu.
Allahü teâlâ, herkesin kalbine bir melek vazifelendirmiştir. Bu melek, insana iyi düşünceler ilham eder. Şeytan da, insanın kalbine kötü düşünceler, vesveseler getirir. Helâl yiyen kimse, ilham ile vesveseyi birbirinden ayırır. Haram yiyenler ayıramaz.
İlham olunan hayır, Allah korkusu ile, yavaş yavaş yapılır ve sonu düşünülür. Bir hadîs-i şerîfde; "Melekden gelen ilham, İslâmiyete uygun olur. Şeytandan gelen vesvese, İslâmiyetten ayrılmaya sebep olur." buyuruldu. İnsan ilham olunan şeyleri yapmalı. Vesveseyi yapmamak için cihâd edip gayret göstermelidir. Nefse uyan kimse, vesveselere tâbi olurken; nefsin hevâsına uymayanın, ilhama uyması kolay olur. Bir hadîs-i şerîfde; "Şeytan, kalbe vesvese verir. Allah'ın ismi söylenince kaçar. Söylenmezse vesveselerine devam eder." buyuruldu. Şeytanın insan kalbine vesvese verme yolları çoktur. Birincisi; "Allah'ın senin ibâdetine ihtiyâcı yoktur" der. Buna karşı; "Amel-i sâlihin faydası, bunu yapanadır" âyet-i kerîmesini hatırlamalıdır.
Şeytanın ikinci vesvesesi; Allah rahîmdir, kerîmdir, seni de affeder, Cennet’e kor" der. Buna karşı; "Allah'ın kerîm olması, seni aldatmasın" ve "Cennet’e kullarımızdan müttekî olanları vâris kılarız" âyet-i kerîmelerini hatırlamalıdır.
Üçüncü vesvesesi; "Senin ibâdetlerin hep kusurludur. Riyâ karışıktır. Böyle ibâdetlerle müttekî olamazsın. Allahü teâlâ"Allah, yalnız müttekîlerin ibâdetlerini kabûl eder" buyuruyor. Senin ibâdetlerin kabûl olmaz. Boşuna uğraşıyorsun. Boş yere, sopa yiyen hayvan gibi, eziyet çekiyorsun" der. Buna karşılık; "Ben, Allah'ın azâbından kurtulmak ve emrine uymak için ibâdet ediyorum. Benim vazifem, emri yerine getirmektir. Kabûl olup olmayacağı, O'nun bileceği şeydir. Şartlarına uygun olan ve farzları yapılan ibâdetin sahih olması muhakkakdır" demelidir. Farzları terk etmek büyük günahdır. Bu günahlardan kurtulmak için ibâdetleri zamanında yapmak lâzımdır. İbâdet yapmadan Cennet’e girmek için duâ etmek günahdır. Hadîs-i şerîfde; "Aklı olan kimse, nefsine uymaz ve ibâdet yapar. Ahmak olan, nefsine uyar, sonra Allah'ın rahmetini bekler" buyuruldu. Âhıret için lâzım olan şeyleri, bu fâni dünyâda hazırlamak lâzımdır.
Şeytanın vesveselerinden dördüncüsü; "Şimdi dünyâyı kazanmak için çalış da, rahata kavuş, o zaman, rahat rahat, huzûr içinde ibâdet edersin" diyerek ibâdet yapmaya mâni olmasıdır. Buna cevap olarak; "Ecel benim elimde değildir. Herkesin ömrünü Allahü teâlâ ezelde takdir etmiştir. Belki yakında ölürüm. İbâdet vazifelerini vaktinde yapmalıyım" demelidir. Hadîs-i şerîfde; "Helekel-müsevvifûn" yâni; "Bugünkü vazifelerini yarına bırakanlar zarar ettiler" buyurulmuştur.
Şeytanın vesveselerinden beşincisi; ibâdetleri terk ettiremeyince: "Çabuk kıl, vaktini kaçırma" diyerek şartlarını, farzlarını tamam yaptırmamak ister. Buna karşılık; "Farzlar çok azdır. Bunları, yavaş yavaş ve şartlarına uygun olarak yapmak lâzımdır. Farz olmayanları da, şartlarına uygun olarak az yapmak, şartları noksan olarak çok yapmaktan iyidir" demelidir.
Altıncı vesvese olarak; riyâyı tavsiye eder. "Herkes görsün de, beğensin" der. Buna cevap olarak; "Kendine fayda ve zarar vermek, kimsenin elinde değildir. Başkalarına ise, hiç veremezler. Böyle olan kimselerden bir şey beklemek abes olur, bâtıl olur. Fayda ve zarar veren ancak Allahü teâlâdır. Yalnız O'nun görmesi, bana yetişir" demelidir.
Yedinci vesvese olarak; ibâdetlere mâni olamıyacagını anlayınca, insana ucb yâni ibâdetlerini beğenmek vesvesesi verir. "Senin gibi akıllı, uyanık kimse var mı? Bu zamanda, herkes gaflet uykusunda iken, sen ibâdet yapıyorsun" der. Buna karşılık; "Bu akıl ve intibâh (uyanıklık) benden değildir. Rabbimin ihsânıdır. O'nun ihsânı olmasa, ibâdet yapamam" demelidir.
Sekizinci vesvese olarak; "İbâdetlerini gizli yap, Allahü teâlâ, senin sevgini ve şerefini insanların kalbine yerleştirir" diyerek gizli riyâya düşürmek ister. Buna karşılık; "Ben Allah'ın kuluyum. O, benim sâhibimdir. İbâdetimi isterse beğenir, isterse reddeder. İnsanlara bildirip, bildirmemesine karışmam" demelidir.
Dokuzuncu vesvese olarak da; "İbâdet yapmaya ne lüzum var? İnsanların saîd ve şakî olacakları ezelde takdir edilmiştir. Saîd olan, ibâdeti terk edince, affedilir, Cennet’e gider. Ezelde şakî olan, ne kadar ibâdet yaparsa yapsın, faydası olmaz, muhakkak Cehennem’e gider. O hâlde kendini boşuna yorma! Rahatına bak" der. Buna cevap olarak; "Ben kulum, kulun vazifesi, sâhibinin emrini yapmaktır" demelidir. Buna karşılık; "Emri yapmayınca, azâb korkusu olursa, emri yapmak lâzım olur. Ezelde saîd olan için bu korku yoktur" derse, buna cevap olarak da; "Rabbim herşeyi bilir ve dilediğini yapar. Dilediğine hayr, dilediğine şer verir. Kimsede, O'na suâl sormak hakkı yoktur" demelidir. İblis, Îsâ aleyhisselâma görünerek; "Ezelde Allahü teâlânın takdir ettikleri hâsıl olur" diyorsun, öyle mi?" dedi. "Evet, öyledir" buyurdu, "Öyle ise, kendini şu dağın tepesinden aşağı at. Eğer ezelde selâmetin takdir edilmiş ise, sana bir şey olmaz" dedi. Cevâbında; "Ey mel'ûn! Allah, kullarını imtihân eder. Kulun, sâhibini imtihân etmeğe hakkı yoktur" buyurdu. Şeytanın bu vesvesesine karşı, ibâdet yapmak faydalıdır. Çünkü; "Ezelde saîd isem, sevâbların artması, derecelerin yükselmesi için ibâdetleri yapmak lâzımdır. Şakî isem, ibâdet yapmamak azâbından kurtulmak için, ibâdet yapacağım" demelidir. İbâdet yapmanın bana hiç bir zararı da olmaz. Çünkü, Allahü teâlâ hâkimdir. İbâdet yapanlara azâb etmesi, O'nun hikmetine yakışmaz. Aklı olan kimse faydalı olanı yapar, faydasızı terk eder. Ezelde şakî isem, Rabbime itâat etmiş olarak Cehennem’e girmeği, âsî olarak girmeğe tercih ederim. Bundan başka, Allahü teâlâ, ibâdet edenleri Cennet’e sokacağını, ibâdet etmeyenlere Cehennem’de azâb yapacağını vâd etmiştir. Allahü teâlâ vâdinde sâdıktır. Vâdinden dönmeyeceği, söz birliği ile bildirilmiştir.
Âdet-i ilâhiyyesi icâbı, Allahü teâlâ her şeyi sebep ile yaratmaktadır. Ancak mûcize ve kerâmet olarak âdetini bozmaktadır. İbâdetleri, Cennet’e girmeye sebep kıldığını yâni Cennet nîmetlerini ibâdetlere karşılık olarak yarattığını bildirmiştir. Hadîs-i şerîfde; "Hiç kimse Cennet'e, ibâdeti sebebi ile girmez" buyuruldu. Karşılık başka, sebep olmak başkadır.
Kızmak ve gadablanmak da şeytanın vesvesesindendir. Hadîs-i şerîfde; "Gadab, şeytanın vesvesesinden hâsıl olur. Şeytan, ateşten yaratılmıştır. Ateş, su ile söndürülür. Gadaba gelince, abdest alınız." buyuruldu. Bunun için, gabada gelince, e'ûzü'yü okumalıdır. İnsan, gabada gelince, aklı örtülür ve İslâmiyetin dışına çıkar. Gadaba gelen kimse, ayakta ise oturmalıdır. Hadîs-i şerîfde; "Gadaba gelen kimse, ayakta ise otursun. Gadabı devam ederse, yan yatsın!" buyuruldu. Ayakta olanın intikâm alması daha kolaydır. Oturunca, azalır. Yatınca, daha azalır. Gadab, kibirden doğar. Yatmak, kibrin azalmasına sebep olur. Gadab edince; "Allahûmmagfirlî-zenbî ve ezhib gayza kalbi ve ecirnî mineşşeytân" okumak, hadîs-i şerîfde emrolundu. Mânâsı; "Yâ Rabbî! Günahımı affeyle. Beni kalbimdeki gadabdan ve şeytanın vesvesesinden kurtar" demektir. Gadaba sebep olan, insana yumuşak davranamayan kimsenin yanından ayrılmalı, onunla buluşmamalıdır.
İnsanın nefsi de kalbine kötü düşünceler getirir. Bu düşünce ve arzulara hevâ denir. Meleğin kalbe getirdiği ilham ile şeytanın vesvesesi devamlı olmaz. Nefsin hevâsı ise devamlıdır ve gittikçe artar. Vesvese, duâ ederek, dînin emirlerini yerine getirerek azalıp yok olur. Hevâ ise nefsin isteklerine karşı çıkıp mücâdele etmekle azalıp yok olur. Hevâ-yı nefs, insana saldıran azgın kaplana benzer, onun kötü arzuları öldürülmedikçe, zararından kurtulmak güçdür.
İslâmiyete uymak nefse zor geldiğinden, dînin emirlerini tutup şartlarını gözetmek, hevânın yok olmasına sebeb olur. Kalbe gelen hâtıra, nefse acı gelirse hayr; tatlı gelip hemen yapmayı isterse, şer (kötü) olduğu anlaşılır. Nitekim hadîs-i şerîfde; "Elini göğsüne koy! Helâl şeyde kalb sâkîn olur. Haram şeyde çarpıntı olur. Şüpheye düşersen yapma!..." buyuruldu. İnsan ilham olunan şeyleri yapıp, vesveseyi yapmamak için uğraştığı zaman dünyâda ve âhırette rahat eder. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem); "Melekten gelen ilham, İslâmiyete uygun olur. Şeytandan gelen vesvese, İslâmiyetten ayrılmağa sebep olur" ve "Şeytan kalbe vesvese verir. Allah'ın ismi söylenince kaçar. Söylenmezse, vesveselerine devam eder" buyurdu.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


Kibir ve gurûru sebebiyle, Allahü teâlânın; "Âdem'e secde ediniz" (Bakara sûresi: 34) emrine isyân edip. O'nun rahmetinden uzaklaştırılan iblisin ve buna tâbi olanların sıfatı.
Şeytan kelimesinin; birine muhâlefet etmek, toprağa girmek, iple bağlamak gibi mânâları vardır ve uzak olmak, uzaklaşmak mânâsına kullanılan "Şe-ta-ne" kelimesinden türemiştir. Bâzıları da ateşten yaratıldığı için "Şâ-ta" kökünden türetildiğini söylemişlerdir.
Birinci şekliyle şeytan kelimesi; âsî, serkeş, itâatsiz, habîs, pek kötü olmak, rahmetten uzaklaştırılmak mânâlarına gelir. İsim olarak da; igfâl edici, ayartıcı, ifsâd edici, yaygaracı, baş belâsı, rahat vermeyen, insanı haktan, rahmetten uzaklaştırıcı mânâlarını ifâde eder. İblise, tabîatı itibariyle insan tabîatından; fâsıklığı ile de her türlü hayır ve iyilikten uzak olduğu için şeytan denilmiştir.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


"Bütün peygamberlerin dinlerinin aslı, temeli birdir. Başka başka değildir. Hep aynı şeyi söylemişlerdir. Allahü teâlânın zâtı ve sıfatları için, haşr (mezardan kalkınca, arasat meydanında toplanmak) ve neşr (hesabdan sonra Cennet’e ve Cehennem’e gitmek, dağılmak) için ve peygamberler için ve melek gönderilmesi için ve melekle kitaplar gönderilmesi için, Cennet’in sonsuz nîmetleri ve Cehennem’in sonsuz azâbları için söyledikleri hep aynıdır. Sözleri birbirine uygundur. Helâl, haram ve ibâdetler için olan sözleri, yâni fürû'âta âit sözleri ise, başka başkadır, birbirine uymaz.
Allahü teâlâ, bir vakit, o vaktin insanları için, zamanlarına ve hâllerine uygun emirleri, bir ülül'azm peygambere göndermiş ve o insanların, buna uymalarını emir buyurmuştur. Birçok sebepler, faydalar için, Allahü teâlâ, ahkâm-ı şer'iyyede değişiklikler yapmaktadır. Yâni, önceki emirleri, sonradan nesh etmiş, değiştirmiştir.
Bütün peygamberlerin, söz birliği ile söylediği hiç değişmiyen sözlerden biri; Allahü teâlâdan başka, bir şeye ibâdet etmemek ve O'na ortak koşmamaktır. Mahlûklardan bâzısını, başkalarına rab, mâbud yapmamaktır. Bu sözü, yalnız peygamberler söylemiştir. Onların yolunda gidenlerden başka, hiç kimse bu devletle şereflenmemiş, peygamberlerden başkaları, böyle söz söylememiştir. Peygamberlere inanmayanlardan bir kısmı, Allahü teâlânın bir olduğunu söylemişse de, bunlar, ya müslümanlardan işiterek söylemiş veya; "Varlığı lâzım olan, birdir" demişlerdir. "İbâdet olunacak, yalnız O'dur" dememişlerdir. Hâlbuki müslümanlar; "Hem varlığı lâzım olan, hem de ibâdet olunmağa hakkı olan birdir" demektedirler. "Lâ ilâhe illallah" demek; "İbâdet olunacak, Allahü teâlâdan başka hiç bir şey yoktur. İbâdet ancak O'na yapılır" demektir.
Bu peygamberlerin birlikte söyledikleri ikinci söz; kendilerini, herkes gibi insan bilip; "Yalnız Hak teâlâya ibâdet olunur" demeleri ve herkesi, yalnız O'na ibâdet etmeye çağırmalarıdır. "Hak teâlâ, hiç bir şeyle birleşmemiştir. Hiçbir maddede yerleşmemiştir" derler. Peygamberlere inanmayanlar ise, böyle söylememiş, hattâ, başta bulunanlar, kendilerine, taptırmak istemiş; "Hak teâlâ bize hulûl etti, bizdedir" demişlerdir. Böylece, kendilerine ibâdet olunmak lâzım geldiğini, ilâh olduklarını söylemekten sıkılmamışlardır. Kendileri, kulluk vazifelerinden çekilerek, her türlü çirkin, kötü şeyleri yapmışlardır. İlâhlık iddiasıyla kendilerinin sorumsuz olduklarını, her şeye tecâvüz edebileceklerini, kendilerine hiç bir şeyin yasak olmayacağını sanmışlardır. Her sözlerinin doğru olduğunu, hiç yanılmayacaklarını her istediklerini yapabileceklerini sanarak aldanmışlar, insanları da aldatmışlardır.
Peygamberlerin (aleyhisselâm) sözbirligi ile bildirdikleri şeylerden biri de; kendilerine melek geldiğini söylemeleridir. Peygamberlere inanmayanlardan hiç biri, bu devlete kavuşamamıştır. Melekler, muhakkak mâsumdur. Yâni vazifelerini elbette doğru yapar. Hiç yanılmazlar, kötü ve pis değildirler. Vahyi, değiştirmeden, unutmadan getirirler. Allahü teâlânın kelâmını taşırlar.
Peygamberlerin her sözü, Hak teâlâdandır. Her getirdikleri emir, haber, hep Hak teâlâdandır. İctihâd ettikleri her söz de, vahy ile sağlamlaştırılmıştır. İctihâdlarında ufak şaşırma olsa, Hak teâlâ, hemen vahy göndererek düzeltir. Hâlbuki, peygamberlere inanmayıp, kendilerini ilâh, tanrı tanıtan kimseler; "Sizi biz yarattık, biz kurtardık" deyip kendilerine taptıran îmânsızların her sözü kendilerindendir.
Son peygamber, Muhammed aleyhisselâmdır. Muhammed aleyhisselâm"Hâtem-ül-enbiyâ"dır. Yâni ondan sonra hiç peygamber gelmeyecektir. Mübârek rûhu, her peygamberden önce yaratıldı. Peygamberlik makâmı, en önce O'na verildi. Peygamberlik, O'nun dünyâyı teşrîf etmesi ile tamamlandı. Îsâ aleyhisselâm, kıyâmete doğru, hazret-i Mehdî zamanında gökten Şam'a inecek ise de, yeryüzüne, Muhammed aleyhisselâmın dînini yayacak ve O'nun ümmetinden olacaktır.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


SELMAN SEVEN

{facebook#https://facebook.com/} {twitter#https://twitter.com/}

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget