1- Acele etmelidir. Bu, misâfiri bekletmemek için bir ikrâmdır. Herkes gelip, bir kişi kaldıysa, bulunanların hakkını gözetmek, bir kişiyi bekletmekten iyidir. Fakat gelmeyen fakir yâhut kalbi kırık bir kimse ise, onu üzmemek niyetiyle beklemek iyi olur. Hâtem-i Âsem; “Acele şeytandandır. Yalnız beş şeyde değil: Misâfire yemek vermek, ölüyü erken kaldırmak, kızlarını evlendirmek, borcunu vermek ve günahlarından tevbe etmek” buyurdu. Ziyâfette acele etmek ise sünnettir.
2- Önce meyve ikrâm etmelidir. Sofrada yeşillik bulunmalıdır. Çünkü sofrada yeşillik olursa, meleklerin orada bulunacağı hadîs-i şerîfte beyân buyruldu. Daha iyi yemekleri önceden verip, onlardan doyurmalıdır. Çok yemek için önce mideye ağır gelen şeyleri yemek, çok yiyenlerin âdetidir. Bu mekruhtur. Bâzıları da, herkesin dilediğinden yemesi için bütün yemekleri bir defâda getirmeyi âdet edinmişlerdir. Çeşitli yemekler gelince, tabaklardaki yemekleri bitmeden kaldırmakta acele etmemelidir. O yemeklerden arzu edenler olabilir.
3- Yemeği az koymamalıdır. Mürüvvetsizlik olur. Çok da koymamalıdır. Gururlanmak olur. Ancak misâfirden artandan suâl yoktur, niyeti ile olursa zararı yoktur.
İbrâhim Edhem (rahmetullahi aleyh) sofraya çok yemek koyardı. Süfyân-ı Sevrî (rahmetullahi aleyh); “İsrâf olacağından korkmaz mısın?” dedi. İbrâhim Edhem; “Yemek vermekte isrâf olmaz” buyurdu. Gözleri sofrada olmamak için önce çoluk-çocuğunun hissesini ayırmalıdır. Çünkü onlara bir şey kalmazsa, misâfirlere dil uzatırlar. Bu ise hıyânet sayılır. Bâzılarının yaptığı gibi, yemekten sonra misâfirlerin, artan yemekleri alıp götürmeleri câiz değildir. Ancak, ev sâhibi misâfirlerden utanarak değil, seve seve alınız derse, veya bunu kalbinden söylediğini bilirlerse câiz olur. Fakat burada da herkes hissesine düşeni almalıdır. Fazla alırsa ve ev sâhibi râzı olmazsa, haram olur. Hırsızdan bir farkı yoktur.
Misâfirlikten ayrılırken ev sâhibinden izin alıp çıkmalıdır. Ev sâhibi misâfiri kapıya kadar uğurlamalıdır. Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) böyle buyurmuştur; “Uğurlarken ev sâhibi, güzel sözlü ve güler yüzlü olmalıdır.” Ev sâhibi bir kusur görürse, görmemezlikten gelip, örtmelidir. İyi huylu olmalıdır. Çünkü güzel ahlâk bir çok iyi şeylerden daha iyidir.
Başkalarıyla yemek yerken şu husûslara da dikkat etmelidir:
1- İlim, yaş, verâ, veya bir başka sebeple kendinden ilerde olan kimseden önce yemeğe başlamamalıdır.
2- Yemek yerken susup durmamalıdır. Acemlerin âdetidir. Fakat lüzumsuz konuşmayıp, zâhidlerin hikayelerini anlatmalı, yâhut faydalı şeyler konuşmalıdır.
3- Berâber yediği arkadaşından fazla yememek için, kendi yediği yere dikkat etmelidir. Çünkü yemek ortak olunca, fazla yemek haram olur. Hattâ arkadaşını kendine tercih edip, iyisini onun önüne koymalıdır. Üç defâdan fazla; “Çabuk yiyiniz” dememelidir. Israr etmemelidir. And vermemelidir. Çünkü yemek yemek and vermekten, daha aşağıdır.
4- Bir zarûret olmadıkça, arkadaşına; “Buyurun yeyin” deyip, kendisi çekilmemeli, onunla beraber yemelidir. Her zamanki âdetinden daha az yememelidir. Çünkü bu riyâ olur. Fakat yalnızken de, insanlarla beraber yediği gibi edepli olmalıdır. Arkadaşını fazla yedirmek niyeti ile, kendisi az yerse iyi olur. Diğerlerini memnun etmek için de, çok yerse yine iyi olur. İbn-i Mübârek (rahmetullahi aleyh) fakirleri dâvet ettiği zaman, hurmaya bakıp; “Kim daha çok yerse, o kadar gümüş vereceğim” der ve sonra çekirdekleri sayar, çekirdek sayısı gümüş verirdi.
5- Kendi önüne bakmalı, başkalarının lokmalarına bakmamalıdır. Başkalarından önce yemekten el çekmemelidir. Çünkü diğerleri de yemekten çekinir. Eğer az yemek âdeti ise elini biraz yavaş tutup, sonuna kadar neşeyle devam etmelidir. Eğer yiyemeyecekse, başkalarının utanmamaları için özrünü söylemelidir.
6- Başkalarının hoşuna gitmeyen şeyler yapmamalıdır. Elini tabağa sokmak, yâhut ağzını kaseye yaklaştırmak gibi. Çünkü ağzından bir şey çıkıp, kaba düşebilir. Ağzından bir şey çıkarırken yüzünü çevirmelidir. Yağlı lokmayı, sirkeye sokmamalıdır. Dişleriyle parçaladığı lokmayı, kaseye koymamalıdır. Çünkü, bunlar beğenilmeyen şeylerdir. Sofrada hoşa gitmeyen sözler söylememelidir.
7- Elini leğende yıkarken, insanların gözü önünde, ağzını yıkadığı suyu leğene dökmemelidir. Hürmet edilmesi îcâbeden zât, ellerini önce yıkamalıdır. Eğer kendisine ikrâm ederlerse, yâni; “Önce siz yıkayın” derlerse, kabûl etmelidir. Yıkamaya sağdan başlamalıdır. El yıkanan suları bir leğene toplamalıdır. Hepsine ayrı ayrı leğen tutmak acemlerin âdetidir. Hepsi bir arada daha iyi olur ve alçak gönüllülüğe daha yakın olur. Ağzını yıkadığı suyu ağzından dökerken başkasının üstüne sıçramaması için yavaş dökmelidir. El yıkarken su dökenin ayakta durması, oturmasından daha iyidir.
İnsanlara hitâpda bulunmak, fakirlere ziyâfet yermek, ok ve yay yapmak, hastalık tedâvisi için iğne yapmak, göze sürme çekmek, dostlar ile kucaklaşmak, müsâfaha etmek, rüyâ tabir etmek, Hak yolunda hicret etmek, İbrâhim aleyhisselâmın yaptığı işlerdendir. İbn-i Abbâs'dan (radıyallahü anh) şöyle rivâyet edilmiştir; “Şu on şey İbrâhim aleyhisselâmın dîninde müslümanlara farz idi. Ağzı su ile yıkamak, burnu su ile yıkamak, başı tıraş etmek, bıyık kırkmak, misvâk kullanmak, sünnet olmak, kasık tıraş etmek, koltuk altını tıraş etmek, tırnak kesmek, su ile istincâ etmek, yâni su ile temizlenip tahâretlenmek.”
“Kitâb-ül-evâil”de şöyle bildirilmiştir: Allah için ilk önce gazâ eden, savaşa sancak götüren ve savaşta askere sağ cenah, sol cenah ve orta cenah şeklinde savaş tertibi veren İbrâhim aleyhisselâmdır. Kardeşinin oğlu Lût aleyhisselâm ile Rumlar savaş yapınca, İbrâhim aleyhisselâm Rumlara savaş açarak Lût aleyhisselâma yardım edip, onları Rumların tasallutundan kurtardı.
Sakalı ve saçı ilk ağaran İbrâhim aleyhisselâmdır. Oğlu İshak aleyhisselâm, İbrâhim aleyhisselâma çok benzerdi. Yakından tanımayanlar ayırt edemezlerdi. Fark edilmesi için alâmet verilmesi husûsunda duâ etti. Bunun üzerine bir sabah uyanınca sakalının bir kısmının ağardığını gördü. Ne alâmettir diye merâk edince, “Nur ve zînet, süstür” diye vahyolundu. Sevinerek “Yâ Rabbî, nûrumu artır” diye duâ etti.
Büyük İslâm âlimi ve ikinci bin yılının müceddidi İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyurdu ki:
“İbrâhim aleyhisselâmın bu kadar büyük olması ve bütün insanlar arasında, ikinciliği kazanması ve peygamberler babası olmakla şereflenmesi, hep Allahü teâlânın düşmanlarından teberrî etmesi yâni yüz çevirip sevmemesi sebebi ile idi. Allahü teâlâ, Kur'an-ı kerîmde, Mümtehine sûresinde meâlen; “Ey mü’minler! İbrâhim aleyhisselâmın gösterdiği güzel yolda yürüyünüz! Yâni siz de, onun gibi ve onunla beraber bulunan mü’minler gibi olunuz! Onlar, kâfirlere dedi ki: “Bizden sevgi beklemeyiniz! Çünkü siz, Allahü teâlâyı dinlemeyip başkalarına tapıyorsunuz. O taptıklarınızı da sevmiyoruz. Sizin, uydurma dîninize inanmıyoruz. Bu ayrılık, aramızda düşmanlığa sebep oldu. Siz, Allahü teâlânın, bir olduğuna inanmadıkça ve emirlerini kabûl etmedikçe, bu ayrılık, kalbimizden silinmeyecek, her şekilde kendini gösterecektir.” buyuruyor.