İŞMOİL ALEYHİSSELÂM
İsrâiloğullarına gönderilen peygamberlerden. Hârûn aleyhisselâmın neslindendir. İsrâiloğullarına, Mûsâ aleyhisselâmdan sonra pek çok nebî (peygamber) gönderildi. Bu nebîler, onları Tevrât-ı şerîfin hükümleriyle amel etmeye dâvet ettiler. Dinlerinden, unutmuş oldukları husûsları onlara yeniden öğretip, bunlarla amel etmelerini sağlamak için tebliğ vazifesi yaptılar. Fakat İsrâiloğulları, Mûsâ aleyhisselâmdan îtibâren kendilerine gönderilen peygamberlere tâbi olma husûsunda tam bir sebât göstermediler. Bir müddet tâbi olup, sonra yine doğru yoldan ayrıldılar. Bazen, kendilerine gönderilen nebîlere, içlerinden pek az kimse tâbi oldu. Çoğunluğu dinlemedi. Bütün bu isyânları sebebiyle, fitne ve fesâd içinde gâyet hakîr ve zelîl bir hayat yaşadılar. Çeşitli kavimlerin esâreti altında yaşamak mecbûriyetinde kaldılar. Tevrât-ı şerîfi de zamanla değiştirip, kendi arzularına göre tevil ve tahrif ettiler. Böylece isyânları çok arttı. Aralarında fısk ve isyân çoğalıp, kendilerine gönderilen nebîleri de yalanladılar. Ahlâkları tamâmen bozulup, korkunç ve azgın bir kavim hâlini aldılar. Uzun zaman, Allahü teâlâya isyân içinde yaşadılar.
İşmoil aleyhisselâm, İsrâiloğullarına peygamber olarak gönderilmeden önce, Amâlika kavmi onlara musallat olmuştu. O zaman, Amâlikalılar, Mısır ile Kudüs arasında bulunan Bahr-i Rum sahillerinde yaşıyorlardı. Bu kavim, İsrâiloğulları üzerine saldırdı. Bunlarla savaş yapan İsrâiloğulları, mağlûb oldular. İsrâiloğullarından, öldürülenler hariç, yetmişbin kişi esir aldılar. Esir edilenlerden dörtyüzkırk kişisi, melikler hânedanından idi. Esirler dışında kalanlar ise, tamâmen dağıldılar. İçine kurt girmiş koyun sürüsü gibi perişân oldular. Yurtlarının büyük bir kısmını, Amâlikalılar işgal etmişti. Düşmana kaptırmak sûretiyle kaybettikleri en önemli şeyleri ise Tâbût idi.
Tâbût; içinde, İsrâiloğullarının mukaddes emânetleri sakladıkları ve Mûsâ aleyhisselâmdan beri nakledile gelen altın kaplamalı bir sandık idi. Tâbût onlar için, birlik, beraberlik ve rahat yaşama vesilesi idi. Hükümdârın muhâfazası altında bulunurdu. Rivâyete göre, Tâbût'un içinde, Tevrât-ı şerîf ve Tevrât'ın nâzil olduğu levhalar, Mûsâ aleyhisselâmın asâsı, elbisesi ve Tîh sahrasında Benî İsrâil'e gökten inen men'den (kudret helvası) bir miktar, Hârûn aleyhisselâmın sarığı gibi mukaddes emânetler vardı.
İsrâiloğulları, bilhassa Tâbût'un ellerinden gitmesine çok üzülüyorlar, onu tekrar elde etmek için çâreler arıyorlar, yeniden bir araya gelip toplanmak istiyorlardı. Rivâyete göre, üç-dört asır böylece dağınık kalıp çok perişân oldular. Kendilerini bu hâlden kurtaracak bir peygamber göndermesi için, Allahü teâlâya duâ ettiler. Aralarında, peygamber neslinden, bir kadından başka hiç kimse kalmamıştı. Bu kadın da bu sırada hâmile idi. İsrâiloğulları onun bir oğlan doğurmasını bekliyorlardı. “Belki kız doğurur da bir oğlan çocuğu ile değiştirir. Çünkü biz onun bir oğlan doğurmasını merâkla bekliyoruz” dediler. Bu sebeple o hâmile hanımı bir yere hapsedip, doğuruncaya kadar kontrol altında tuttular. Nihâyet bu asîl ve temiz hanımdan bir oğlan çocuğu dünyâya geldi. Annesi, ismini İşmoil koydu. Bu isim; “Allahü teâlâ duâmı kabûl etti” mânâsındadır. Bu mânâda isim vermesinin sebebini İbn-ül-Esîr şöyle nakletmiştir: Bu kadın, âkır yâni doğurmayan (kısır) bir kadın idi. Kocasının bir başka hanımı daha vardı. O kadının on çocuğu olmuştu. Çocuğunun çokluğu sebebiyle, çocuğu olmayan hanıma sıkıntı verip, kalbini kırmıştı. O da, büyük bir kalb kırıklığı içinde boynunu bükerek, Allahü teâlâya bir erkek evlat ihsân etmesi için duâ etmişti. Allahü teâlâ onun kırık kalble yaptığı duâsını kabûl buyurup, bir oğlan evlâdı ihsân etti. Kadın da bu çocuğun ismini İşmoil koydu. Biraz büyüyüp, yetişince, onu Kudüs'e götürüp Tevrât-ı şerîf öğretilmesi için teslim etti. Orada bulunan âlimlerden biri, onun, ilim öğretilip yetiştirilmesi işini üzerine aldı ve onu kendine evlat edindi.
İşmoil aleyhisselâm kırk yaşına gelince, Allahü teâlâ ona peygamberlik verdi. Namaz kıldığı bir sırada Cebrâil aleyhisselâm gelip, hocasının sesine benzer bir ses ile ona nidâ etti. Hemen hocasının yanına gidip; “Buyurun ne istediniz?” dedi. Hocası düşünüp, onun korkmaması için, ben çağırmadım demedi. “Şimdi git uyu!” dedi. Dönüp gidince, Cebrâil aleyhisselâm önceki gibi yine gelip, nidâ etti. İşmoil aleyhisselâm da tekrar hocasının yanına gitti. Bunun üzerine hocası durumun farkına varmış olduğu için; “Evlâdım, dön git ve ben seni çağırdığım zaman bana gelme!” dedi. Bu hâl üç defâ tekrarlandıktan sonra, Cebrâil aleyhisselâm İşmoil aleyhisselâma gözüküp; kendisine Allahü teâlâ tarafından peygamberlik verildiğini bildirdi. İşmoil aleyhisselâm da kavmine yâni İsrâiloğullarına, Allahü teâlânın emirlerini tebliğ etti. İsrâiloğulları önce İşmoil aleyhisselâmı yalanladılar. Sonra itâat ettiler. Bu hâl üzere on-onbir sene ona tâbi oldular ve rahat ettiler.
İsrâiloğullarının başında bir hükümdâr yoktu, birlik ve beraberliklerinin bir sembolü, mânevîyatlarını harekete getiren bir emânet olan Tâbût da ellerinde değildi. Onları, Amâlikalılar mağlûb ve dağınık bir hâle sokmuş, Tâbût’u ellerinden almışlardı. Hattâ Amâlikalılar onları tamâmen yok edecek güçte idiler. İsrâiloğullarının ileri gelenleri toplanarak, İşmoil aleyhisselâma gidip; “Bize bir hükümdâr tâyin et de, biz o hükümdârın emri altında toplanıp, düşmanlarımıza karşı Allah yolunda cihâd edelim” dediler. İşmoil aleyhisselâm, İsrâiloğullarının hâllerini ve cihâd yapmaya cesâretlerinin olmadığını bildiğinden, onlara; “Sizin üzerinize düşmanla cihâd etmek farz kılınsa, bunu yapmanızdan endişe edilir. Zirâ ben sizin korkaklığınızı hissediyorum. Korkarım ki bu sözünüzden döner de Allahü teâlâya âsî olursunuz?” dedi ve iyi düşünmelerini tavsiye etti. İsrâiloğulları, İşmoil aleyhisselâmın bu sözleri karşısında şöyle dediler: “Neden Allah yolunda cihâd etmeyelim, elbette yaparız. Biz evlatlarımızdan ayrı düştük, memleketimizden çıkarıldık. Nice hakâretlere ve sıkıntılara maruz kaldık. Eğer savaşmazsak yine düşman üzerimize gelir!” Böylece her halükarda düşmanla savaşmaya ve Allah yolunda cihâd etmeye azmettiklerini, buna kesinlikle karar verdiklerini belirttiler. Bunun üzerine, İşmoil aleyhisselâm Allahü teâlâya duâ etti. Allahü teâlâ duâsını kabûl buyurup, İsrâiloğullarına cihâdı farz kıldı. Kendilerine hükümdâr olarak da, Tâlût'un tâyin edildiği, vahiyle İşmoil aleyhisselâma bildirildi.
İşmoil aleyhisselâm, İsrâiloğullarına Tâlût'un kendilerine hükümdâr olarak tâyin edildiğini bildirdi. Fakat, ne var ki İsrâiloğulları, Tâlût'un kendilerine hükümdâr olmasını kabûllenmediler. Söz verdikleri hâlde, daha işin başında kendilerine has bir karakterle karşı çıktılar. Tâlût'un kendilerine hükümdâr olmasına, şu sebeplerle karşı çıkıyorlardı: Tâlût, peygamberlerin geldiği sülaleden değildi. Hükümdâr hânedanından da değildi. Tâlût bu sıbtlardan (kabilelerden) olmayıp, Bünyamin neslinden idi. Diğer taraftan, fakir olmasını bahane ediyorlardı. Tâlût'un debbağ veya fakir bir çoban, yahut evlere su taşıyan bir sâki olduğu rivâyeti de vardır. O, İsrâiloğulları arasında fakirler sınıfından idi. Bu vasıfları sebebiyle, onun hükümdâr olması İsrâiloğullarına ağır geliyordu. Halbuki Tâlût, gâyet uzun boylu ve çok heybetli idi. İlmi, zekâsı ve fazîleti pek çoktu. Netîce îtibâriyle, hükümdâr olacak bir kimsede aranan yeterli ilim, cesâret ve heybet gibi vasıflar, Tâlût'da mükemmel derecede vardı. İsrâiloğulları, İşmoil aleyhisselâmdan, kendilerine bir hükümdâr tâyin etmesini istedikleri ve Allahü teâlâ tarafından vahiy ile Tâlût'un hükümdâr tâyin edilmesi bildirildiği hâlde, Tâlût'u bir takım bahanelerle kabûl etmek istemediler. İşmoil aleyhisselâm, onların bu tutumları ve kendilerinden birinin buna daha lâyık olduğunu söylemeleri üzerine, onlara şöyle dedi: “Tâlût'u, sizin üzerinize melik olarak Allahü teâlâ seçti. Onu ilimde ve bedende, cesâret ve heybette sizden daha kuvvetli kıldı. Allahü teâlâ her şeye kâdirdir, mülkünü dilediğine verir. Allahü teâlânın ihsânı boldur. O her şeyi bilir, melik olmaya kimin daha lâyık olduğunu bilir ve mülkünü ona verir. Bu bakımdan sizin vazifeniz Tâlût'a itâat etmektir.”
Nihâyet İsrâiloğulları, çeşitli îtirâzlardan sonra Tâlût'un kendilerine melik olmasını Allahü teâlânın emrettiğini kesin olarak anlamak için bir alâmet istediler. İşmoil aleyhisselâm onlara; “Tâlût, melik olmasına alâmet olarak kaybetmiş olduğunuz Tâbût'u size getirecektir” dedi. İçinde, İsrâiloğullarının mukaddes emânetleri bulunan ve kendileri için bir sükûnet ve cesâret vesilesi olan Tâbût, daha önceden İsrâiloğullarını çok ağır bir mağlubiyete uğratıp darmadağın eden Amâlikalıların elinde bulunuyordu. Amâlikalılar, Tâbût'a ve içinde bulunan emânetlere karşı hürmetsiz davrandıkları için, Allahü teâlâ onları çeşitli hastalıklara müptela kıldı. Bunun üzerine; “Bu Tâbût bizim hastalıklara tutulmamıza sebep oldu” diyerek, İsrâiloğullarına iâde etmeyi düşündüler. Sonra da Tâbût'u alıp memleketlerinin sınırları dışında bir yere koydular. Bundan sonra melekler Tâbût'u alıp Tâlût'a götürdüler. O da Tâbût'u İsrâiloğullarına getirdi. Böylece, İsrâiloğulları Tâlût'u melik olarak kabûllenip, onun idâresinde bir araya toplandılar. Tâlût da mülkünü ve askerini tanzim edip, İsrâiloğullarının düşmanı olan ve yurtlarını altüst eden Amâlika kavmi ile savaşa hazırlandı.
Tâlût, İsrâiloğullarından büyük bir ordu kurup yola çıktığı zaman, ordusuna şöyle dedi: “Allahü teâlâ, sizi bir nehir ile imtihân edecek! Yolda karşınıza bir nehir çıkacak. Kim o nehrin suyundan bir avuçtan fazla içerse, o benim askerim değildir! Harareti teskin etmek için, sâdece bir avuç içebilirsiniz. O bir avuç su, sizin susuzluğunuzu tamâmen giderecektir!” İsrâiloğullarının imtihân edileceğine dâir haberi, Tâlût'a, İşmoil aleyhisselâm bildirmişti. İsrâiloğullarının ordusu bahsedilen nehre gelince, içlerinden üçyüzonüç kişi hariç, diğerleri Tâlût'un nasîhatim dinlemeyip, nehrin suyundan çokça içmeye başladılar. Emre uyan üçyüzonüç kişi ise sâdece birer avuç su içtiler. Bu su ile, susuzlukları tamâmen gidip harâretleri söndü. Emri dinlemeyip bir avuçtan fazla içenlerin ise, nehrin suyundan içtikçe harâretleri arttı ve dudakları kararmaya başladı. Suyu çok içmekten hiç bir fayda görmedikleri gibi, kalblerine şiddetli bir korku düştü. Nehri geçmeye cesâret edemediler. Korkaklık ve perişânlık içinde geri döndüler.
Rivayete göre Tâlût'un bu ordusu yetmiş veya seksenbin kişi idi. Bunlardan sâdece üçyüzonüç kişi Tâlût'un emrine uydu. Tâlût, diğerlerini emre itâat etmedikleri için geri çevirdi. İşmoil aleyhisselâm vâsıtasıyla bildirilen ilâhî emir böyleydi. Tâlût bu emre uydu. Böylece, orduda, emre sâdık olanlarla isyânkarlar birbirinden ayrıldı. Çünkü sâdık olmayanların savaşta bir faydası olmayacağı gibi, korkaklıkları ve emre itâat etmemeleri sebebiyle, sâdık olan diğer askerlerin de bozulmasına sebep olacaklardı.
Tâlût, emri dinleyen az fakat sâdık bir birlik ile, nehri geçip düşmanla cihâd etmek üzere hareket etti. Düşmanları Amâlika kavmi olup, bu kavmin başında Câlût adında zâlim bir kral vardı. Tâlût'un ordusunda, o zaman henüz genç yaşta olan Hazret-i Dâvûd da vardı. Hazret-i Dâvûd, atı üzerinde kibirlenerek duran Câlût'a sapanıyla bir taş atıp başından vurarak öldürdü. Bundan sonra, Tâlût'un ordusu Amâlikalıları mağlûb edip dağıttı. Nihâyet İsrâiloğulları, düşmanlarına gâlip gelip kuvvetlendiler. Tâlût'un İsrâiloğullarına melik olması, İsrâiloğullarını toplayıp Câlût'u mağlûb etmesi ve bu konudaki diğer husûslar, Kur'ân-ı kerîmde, Bakara sûresi 246-251. âyet-i kerîmelerinde bildirilmiştir. (Bkz. Dâvûd aleyhisselâm)
İşmoil aleyhisselâm, İsrâiloğullarına kırk yaşında iken peygamber oldu. Onbir sene peygamberlik yaptı. Peygamberliğinin onbirinci senesinden sonra, Tâlût'u, İsrâiloğullarına melik tâyin edip, elliiki yaşında iken vefât etti.