Resulullah'ın hadislerini mi arıyorsunuz ?
Türkiye'nin En Geniş Kapsamlı Hadis Sitesi
HZ.MUHAMMED (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
"أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ"

Latest Post

İsrâiloğullarına gönderilen peygamberlerden. Hârûn aleyhisselâmın neslindendir. İsrâiloğullarına, Mûsâ aleyhisselâmdan sonra pek çok nebî (peygamber) gönderildi. Bu nebîler, onları Tevrât-ı şerîfin hükümleriyle amel etmeye dâvet ettiler. Dinlerinden, unutmuş oldukları husûsları onlara yeniden öğretip, bunlarla amel etmelerini sağlamak için tebliğ vazifesi yaptılar. Fakat İsrâiloğulları, Mûsâ aleyhisselâmdan îtibâren kendilerine gönderilen peygamberlere tâbi olma husûsunda tam bir sebât göstermediler. Bir müddet tâbi olup, sonra yine doğru yoldan ayrıldılar. Bazen, kendilerine gönderilen nebîlere, içlerinden pek az kimse tâbi oldu. Çoğunluğu dinlemedi. Bütün bu isyânları sebebiyle, fitne ve fesâd içinde gâyet hakîr ve zelîl bir hayat yaşadılar. Çeşitli kavimlerin esâreti altında yaşamak mecbûriyetinde kaldılar. Tevrât-ı şerîfi de zamanla değiştirip, kendi arzularına göre tevil ve tahrif ettiler. Böylece isyânları çok arttı. Aralarında fısk ve isyân çoğalıp, kendilerine gönderilen nebîleri de yalanladılar. Ahlâkları tamâmen bozulup, korkunç ve azgın bir kavim hâlini aldılar. Uzun zaman, Allahü teâlâya isyân içinde yaşadılar.
İşmoil aleyhisselâm, İsrâiloğullarına peygamber olarak gönderilmeden önce, Amâlika kavmi onlara musallat olmuştu. O zaman, Amâlikalılar, Mısır ile Kudüs arasında bulunan Bahr-i Rum sahillerinde yaşıyorlardı. Bu kavim, İsrâiloğulları üzerine saldırdı. Bunlarla savaş yapan İsrâiloğulları, mağlûb oldular. İsrâiloğullarından, öldürülenler hariç, yetmişbin kişi esir aldılar. Esir edilenlerden dörtyüzkırk kişisi, melikler hânedanından idi. Esirler dışında kalanlar ise, tamâmen dağıldılar. İçine kurt girmiş koyun sürüsü gibi perişân oldular. Yurtlarının büyük bir kısmını, Amâlikalılar işgal etmişti. Düşmana kaptırmak sûretiyle kaybettikleri en önemli şeyleri ise Tâbût idi.
Tâbût; içinde, İsrâiloğullarının mukaddes emânetleri sakladıkları ve Mûsâ aleyhisselâmdan beri nakledile gelen altın kaplamalı bir sandık idi. Tâbût onlar için, birlik, beraberlik ve rahat yaşama vesilesi idi. Hükümdârın muhâfazası altında bulunurdu. Rivâyete göre, Tâbût'un içinde, Tevrât-ı şerîf ve Tevrât'ın nâzil olduğu levhalar, Mûsâ aleyhisselâmın asâsı, elbisesi ve Tîh sahrasında Benî İsrâil'e gökten inen men'den (kudret helvası) bir miktar, Hârûn aleyhisselâmın sarığı gibi mukaddes emânetler vardı.
İsrâiloğulları, bilhassa Tâbût'un ellerinden gitmesine çok üzülüyorlar, onu tekrar elde etmek için çâreler arıyorlar, yeniden bir araya gelip toplanmak istiyorlardı. Rivâyete göre, üç-dört asır böylece dağınık kalıp çok perişân oldular. Kendilerini bu hâlden kurtaracak bir peygamber göndermesi için, Allahü teâlâya duâ ettiler. Aralarında, peygamber neslinden, bir kadından başka hiç kimse kalmamıştı. Bu kadın da bu sırada hâmile idi. İsrâiloğulları onun bir oğlan doğurmasını bekliyorlardı. “Belki kız doğurur da bir oğlan çocuğu ile değiştirir. Çünkü biz onun bir oğlan doğurmasını merâkla bekliyoruz” dediler. Bu sebeple o hâmile hanımı bir yere hapsedip, doğuruncaya kadar kontrol altında tuttular. Nihâyet bu asîl ve temiz hanımdan bir oğlan çocuğu dünyâya geldi. Annesi, ismini İşmoil koydu. Bu isim; “Allahü teâlâ duâmı kabûl etti” mânâsındadır. Bu mânâda isim vermesinin sebebini İbn-ül-Esîr şöyle nakletmiştir: Bu kadın, âkır yâni doğurmayan (kısır) bir kadın idi. Kocasının bir başka hanımı daha vardı. O kadının on çocuğu olmuştu. Çocuğunun çokluğu sebebiyle, çocuğu olmayan hanıma sıkıntı verip, kalbini kırmıştı. O da, büyük bir kalb kırıklığı içinde boynunu bükerek, Allahü teâlâya bir erkek evlat ihsân etmesi için duâ etmişti. Allahü teâlâ onun kırık kalble yaptığı duâsını kabûl buyurup, bir oğlan evlâdı ihsân etti. Kadın da bu çocuğun ismini İşmoil koydu. Biraz büyüyüp, yetişince, onu Kudüs'e götürüp Tevrât-ı şerîf öğretilmesi için teslim etti. Orada bulunan âlimlerden biri, onun, ilim öğretilip yetiştirilmesi işini üzerine aldı ve onu kendine evlat edindi.
İşmoil aleyhisselâm kırk yaşına gelince, Allahü teâlâ ona peygamberlik verdi. Namaz kıldığı bir sırada Cebrâil aleyhisselâm gelip, hocasının sesine benzer bir ses ile ona nidâ etti. Hemen hocasının yanına gidip; “Buyurun ne istediniz?” dedi. Hocası düşünüp, onun korkmaması için, ben çağırmadım demedi. “Şimdi git uyu!” dedi. Dönüp gidince, Cebrâil aleyhisselâm önceki gibi yine gelip, nidâ etti. İşmoil aleyhisselâm da tekrar hocasının yanına gitti. Bunun üzerine hocası durumun farkına varmış olduğu için; “Evlâdım, dön git ve ben seni çağırdığım zaman bana gelme!” dedi. Bu hâl üç defâ tekrarlandıktan sonra, Cebrâil aleyhisselâm İşmoil aleyhisselâma gözüküp; kendisine Allahü teâlâ tarafından peygamberlik verildiğini bildirdi. İşmoil aleyhisselâm da kavmine yâni İsrâiloğullarına, Allahü teâlânın emirlerini tebliğ etti. İsrâiloğulları önce İşmoil aleyhisselâmı yalanladılar. Sonra itâat ettiler. Bu hâl üzere on-onbir sene ona tâbi oldular ve rahat ettiler.
İsrâiloğullarının başında bir hükümdâr yoktu, birlik ve beraberliklerinin bir sembolü, mânevîyatlarını harekete getiren bir emânet olan Tâbût da ellerinde değildi. Onları, Amâlikalılar mağlûb ve dağınık bir hâle sokmuş, Tâbût’u ellerinden almışlardı. Hattâ Amâlikalılar onları tamâmen yok edecek güçte idiler. İsrâiloğullarının ileri gelenleri toplanarak, İşmoil aleyhisselâma gidip; “Bize bir hükümdâr tâyin et de, biz o hükümdârın emri altında toplanıp, düşmanlarımıza karşı Allah yolunda cihâd edelim” dediler. İşmoil aleyhisselâm, İsrâiloğullarının hâllerini ve cihâd yapmaya cesâretlerinin olmadığını bildiğinden, onlara; “Sizin üzerinize düşmanla cihâd etmek farz kılınsa, bunu yapmanızdan endişe edilir. Zirâ ben sizin korkaklığınızı hissediyorum. Korkarım ki bu sözünüzden döner de Allahü teâlâya âsî olursunuz?” dedi ve iyi düşünmelerini tavsiye etti. İsrâiloğulları, İşmoil aleyhisselâmın bu sözleri karşısında şöyle dediler: “Neden Allah yolunda cihâd etmeyelim, elbette yaparız. Biz evlatlarımızdan ayrı düştük, memleketimizden çıkarıldık. Nice hakâretlere ve sıkıntılara maruz kaldık. Eğer savaşmazsak yine düşman üzerimize gelir!” Böylece her halükarda düşmanla savaşmaya ve Allah yolunda cihâd etmeye azmettiklerini, buna kesinlikle karar verdiklerini belirttiler. Bunun üzerine, İşmoil aleyhisselâm Allahü teâlâya duâ etti. Allahü teâlâ duâsını kabûl buyurup, İsrâiloğullarına cihâdı farz kıldı. Kendilerine hükümdâr olarak da, Tâlût'un tâyin edildiği, vahiyle İşmoil aleyhisselâma bildirildi.
İşmoil aleyhisselâm, İsrâiloğullarına Tâlût'un kendilerine hükümdâr olarak tâyin edildiğini bildirdi. Fakat, ne var ki İsrâiloğulları, Tâlût'un kendilerine hükümdâr olmasını kabûllenmediler. Söz verdikleri hâlde, daha işin başında kendilerine has bir karakterle karşı çıktılar. Tâlût'un kendilerine hükümdâr olmasına, şu sebeplerle karşı çıkıyorlardı: Tâlût, peygamberlerin geldiği sülaleden değildi. Hükümdâr hânedanından da değildi. Tâlût bu sıbtlardan (kabilelerden) olmayıp, Bünyamin neslinden idi. Diğer taraftan, fakir olmasını bahane ediyorlardı. Tâlût'un debbağ veya fakir bir çoban, yahut evlere su taşıyan bir sâki olduğu rivâyeti de vardır. O, İsrâiloğulları arasında fakirler sınıfından idi. Bu vasıfları sebebiyle, onun hükümdâr olması İsrâiloğullarına ağır geliyordu. Halbuki Tâlût, gâyet uzun boylu ve çok heybetli idi. İlmi, zekâsı ve fazîleti pek çoktu. Netîce îtibâriyle, hükümdâr olacak bir kimsede aranan yeterli ilim, cesâret ve heybet gibi vasıflar, Tâlût'da mükemmel derecede vardı. İsrâiloğulları, İşmoil aleyhisselâmdan, kendilerine bir hükümdâr tâyin etmesini istedikleri ve Allahü teâlâ tarafından vahiy ile Tâlût'un hükümdâr tâyin edilmesi bildirildiği hâlde, Tâlût'u bir takım bahanelerle kabûl etmek istemediler. İşmoil aleyhisselâm, onların bu tutumları ve kendilerinden birinin buna daha lâyık olduğunu söylemeleri üzerine, onlara şöyle dedi: “Tâlût'u, sizin üzerinize melik olarak Allahü teâlâ seçti. Onu ilimde ve bedende, cesâret ve heybette sizden daha kuvvetli kıldı. Allahü teâlâ her şeye kâdirdir, mülkünü dilediğine verir. Allahü teâlânın ihsânı boldur. O her şeyi bilir, melik olmaya kimin daha lâyık olduğunu bilir ve mülkünü ona verir. Bu bakımdan sizin vazifeniz Tâlût'a itâat etmektir.”
Nihâyet İsrâiloğulları, çeşitli îtirâzlardan sonra Tâlût'un kendilerine melik olmasını Allahü teâlânın emrettiğini kesin olarak anlamak için bir alâmet istediler. İşmoil aleyhisselâm onlara; “Tâlût, melik olmasına alâmet olarak kaybetmiş olduğunuz Tâbût'u size getirecektir” dedi. İçinde, İsrâiloğullarının mukaddes emânetleri bulunan ve kendileri için bir sükûnet ve cesâret vesilesi olan Tâbût, daha önceden İsrâiloğullarını çok ağır bir mağlubiyete uğratıp darmadağın eden Amâlikalıların elinde bulunuyordu. Amâlikalılar, Tâbût'a ve içinde bulunan emânetlere karşı hürmetsiz davrandıkları için, Allahü teâlâ onları çeşitli hastalıklara müptela kıldı. Bunun üzerine; “Bu Tâbût bizim hastalıklara tutulmamıza sebep oldu” diyerek, İsrâiloğullarına iâde etmeyi düşündüler. Sonra da Tâbût'u alıp memleketlerinin sınırları dışında bir yere koydular. Bundan sonra melekler Tâbût'u alıp Tâlût'a götürdüler. O da Tâbût'u İsrâiloğullarına getirdi. Böylece, İsrâiloğulları Tâlût'u melik olarak kabûllenip, onun idâresinde bir araya toplandılar. Tâlût da mülkünü ve askerini tanzim edip, İsrâiloğullarının düşmanı olan ve yurtlarını altüst eden Amâlika kavmi ile savaşa hazırlandı.
Tâlût, İsrâiloğullarından büyük bir ordu kurup yola çıktığı zaman, ordusuna şöyle dedi: “Allahü teâlâ, sizi bir nehir ile imtihân edecek! Yolda karşınıza bir nehir çıkacak. Kim o nehrin suyundan bir avuçtan fazla içerse, o benim askerim değildir! Harareti teskin etmek için, sâdece bir avuç içebilirsiniz. O bir avuç su, sizin susuzluğunuzu tamâmen giderecektir!” İsrâiloğullarının imtihân edileceğine dâir haberi, Tâlût'a, İşmoil aleyhisselâm bildirmişti. İsrâiloğullarının ordusu bahsedilen nehre gelince, içlerinden üçyüzonüç kişi hariç, diğerleri Tâlût'un nasîhatim dinlemeyip, nehrin suyundan çokça içmeye başladılar. Emre uyan üçyüzonüç kişi ise sâdece birer avuç su içtiler. Bu su ile, susuzlukları tamâmen gidip harâretleri söndü. Emri dinlemeyip bir avuçtan fazla içenlerin ise, nehrin suyundan içtikçe harâretleri arttı ve dudakları kararmaya başladı. Suyu çok içmekten hiç bir fayda görmedikleri gibi, kalblerine şiddetli bir korku düştü. Nehri geçmeye cesâret edemediler. Korkaklık ve perişânlık içinde geri döndüler.
Rivayete göre Tâlût'un bu ordusu yetmiş veya seksenbin kişi idi. Bunlardan sâdece üçyüzonüç kişi Tâlût'un emrine uydu. Tâlût, diğerlerini emre itâat etmedikleri için geri çevirdi. İşmoil aleyhisselâm vâsıtasıyla bildirilen ilâhî emir böyleydi. Tâlût bu emre uydu. Böylece, orduda, emre sâdık olanlarla isyânkarlar birbirinden ayrıldı. Çünkü sâdık olmayanların savaşta bir faydası olmayacağı gibi, korkaklıkları ve emre itâat etmemeleri sebebiyle, sâdık olan diğer askerlerin de bozulmasına sebep olacaklardı.
Tâlût, emri dinleyen az fakat sâdık bir birlik ile, nehri geçip düşmanla cihâd etmek üzere hareket etti. Düşmanları Amâlika kavmi olup, bu kavmin başında Câlût adında zâlim bir kral vardı. Tâlût'un ordusunda, o zaman henüz genç yaşta olan Hazret-i Dâvûd da vardı. Hazret-i Dâvûd, atı üzerinde kibirlenerek duran Câlût'a sapanıyla bir taş atıp başından vurarak öldürdü. Bundan sonra, Tâlût'un ordusu Amâlikalıları mağlûb edip dağıttı. Nihâyet İsrâiloğulları, düşmanlarına gâlip gelip kuvvetlendiler. Tâlût'un İsrâiloğullarına melik olması, İsrâiloğullarını toplayıp Câlût'u mağlûb etmesi ve bu konudaki diğer husûslar, Kur'ân-ı kerîmde, Bakara sûresi 246-251. âyet-i kerîmelerinde bildirilmiştir. (Bkz. Dâvûd aleyhisselâm)
İşmoil aleyhisselâm, İsrâiloğullarına kırk yaşında iken peygamber oldu. Onbir sene peygamberlik yaptı. Peygamberliğinin onbirinci senesinden sonra, Tâlût'u, İsrâiloğullarına melik tâyin edip, elliiki yaşında iken vefât etti.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


İsrâiloğullarına gönderilen peygamberlerden. Peygamberliği ihtilaflı olup, âlimlerin ekserisi peygamber olduğunu söylemişlerdir. Evlâ olan (kuvvetli olan) kavil de budur. İsmi husûsunda da ihtilaf olunmuştur. Zülkifl, lakabı olduğu husûsu tercih edilmiş ve tefsîrlerde bu lakapla anılmasına dâir değişik sebepler gösterilmiştir. Elyesa’ aleyhisselâmın amcasının oğludur. Ondan sonra, İsrâiloğullarına Mûsâ aleyhisselâmın dînini tebliğ etmiştir. Elyesa’ aleyhisselâmdan sonra; kızmadan, sabır göstererek, dînin emirlerini İsrâiloğullarına bildirmeyi üzerine aldığı, kefil olduğu için Zülkifl denilmiştir. Arapça'da; (zü) sâhip, (kifl) de kefalet (kefillik) mânâsınadır. Bu iki kelime birleştirilerek kefil olan, kefalet sâhibi mânâsında. Zülkifl denilmiştir. Asıl ismi (Bişr) olarak bildirilmiştir.
Zülkifl lakabının verilişi husûsunda, kaynaklarda geçen belli başlı sebepler şunlardır:
1- Zamânındaki peygamberlerin amellerini işlediği ve kat kat sevâba kavuştuğu için Zülkifl denmiştir.
2- İbn-i Abbâs'dan şöyle rivâyet edilmiştir: “Allahü teâlâ, İsrâiloğulları peygamberlerinden birine, nübüvvetin yanında bir de mülk ve saltanat verdi. Bu peygamberin eceli gelip, vefâtı yaklaşınca, Allahü teâlâ rûhunu kabzedeceğini vahiyle bildirdi. “Mülkümü, İsrâiloğullarından gece sabaha kadar namaz kılan, gündüzleri oruç tutan ve insanlar arasında kızmadan hükmedecek birine ver” buyurdu. Bu peygamber, kendisine verilen emri, İsrâiloğullarına bildirdi. Aralarından bir genç kalkıp; “Bu işe ben kefil olurum, üzerime alırım” dedi. Peygamber, o gence; “Bu kavim içinde senden daha büyükleri var, sen otur” dedi. Sonra ikinci defâ aynı teklifi yaptı, yine o genç kefil olurum dedi. Üçüncü defâ aynı teklif tekrarlanınca; cevap veren yine o genç oldu. Bunun üzerine bu teklifi yapan peygamber, onu yerine kefil bırakıp, mülkünü verdi. Bu genç, Bişr idi.
İblis ona hased edip, aldığı bu vazifeyi yaptırmamak için çeşitli hîlelere başvurdu. Fakat o, bu hîlelere aldanmadı. Aldığı vazifeyi eksiksiz yerine getirdi. Bu sebeple kefalet sâhibi mânâsına Zülkifl lakabı verildi. Bu hâlinden dolayı şükretti; Allahü teâlâ da ona peygamberlik verdi.
3- Mücâhid hazretlerinden şöyle rivâyet edilmiştir: “Elyesa’ aleyhisselâm ihtiyârlayıp vefâtı yaklaşınca şöyle dedi: “Ben hayatta iken yerime bir halîfe tâyin edeyim. Bakalım, nasıl idâre edecek” dedi. İsrâiloğullarını toplayıp; “Şu üç şartla, halîfem olmayı kim kabûl eder? Gece namaz kılacak, gündüz oruç tutacak ve insanlar arasında kızmadan hüküm verecek” dedi. Bu teklifi, genç olmasına rağmen Zülkifl aleyhisselâm kabûl etmiştir. Zülkifl denmesi de, bu işin kefaletini üzerine aldığındandır. Hazret-i Ali'den de böyle bir rivâyet yapılmıştır. İbn-i Abbâs'dan da (radıyallahü anh) şöyle rivâyet edilmiştir: “Şeytan, onun bu işine mâni olmak için, üst üste üç gün hîle yapmak istedi. Fakat o, iblisin hîlesine aldanmayıp, aldığı vazifeye devam etti. Bunun üzerine iblis ona; “Sen benim hîlelerime aldanmadın. Allah seni benden korudu” dedi. Bu sebepten dolayı ona, kefilliğini yerine getiren, sözünde duran mânâsında Zülkifl denmiştir.”
4- Bir başka rivâyete göre, İsrâiloğullarına gönderilen çok sayıda peygamberi, onlar tarafından şehîd edilmekten koruduğu, onlara kefillik yaptığı için “Zülkifl” denmiştir.
5- Bâzı rivâyetlere göre de, her gün yüz rekat namaz kılan sâlih bir kimsenin amelini yapmayı tekeffül edip üzerine aldığından, Zülkifl lakabı ile anılmıştır. Bâzıları, bu lakapla anılması, Elyesa’ aleyhisselâmın din işlerine âit vasiyet ve nasîhatlerini, İsrâiloğullarına bildirmeyi ve onları Allahü teâlânın rızâsına kavuşturmak için rehberlik yapmayı üzerine aldığı içindir dediler. Bir rivâyete göre de, peygamber olmadan önce, Şam meliklerinden birinin yakını idi. O melik, İsrâiloğullarına düşman olup, onlarla savaşmak için dâimâ asker gönderirdi. Bir defâsında yine asker gönderip, âlimlerden ve sâlihlerden yüz kişiyi esir ettirmişti. Sonra bunları îdâm etmeye karar verince; Zülkifl aleyhisselâm, melike; “Akşam yaklaştı, bunları bu gece bana emânet olarak teslim et, sabahleyin getirip sana teslim etmeyi tekeffül ediyorum, kefil oluyorum” dedi. Düşmanları çok, kalbleri kırık olan bu esirleri alıp evine götürdü. Zincirlerini çözüp, hepsine yemek yedirdi ve serbest bırakılmalarını sağladı. Bu işi ihlâs ile yâni Allahü teâlânın rızâsı için yaptığından, melikin zararından da kurtuldu. Melik bir şey diyemedi. Bu hâdiseden dolayı ona, İsrâiloğulları arasında “Zülkifl” denildi.
İmâm-ı Gazâlî hazretleri, İhyau ulûmiddîn kitabında şöyle buyurdu: Abdullah bin Mübârek'e (rahmetullahi aleyh); Güzel ahlâkı bize kısa ve öz olarak anlatır mısın? diyenlere; “Güzel ahlâk; gazâb etmemek, kızmayı terk etmektir” buyurdu. Peygamberlerden biri, kendine tâbi olanlara; “Kızmamak üzere bana söz veren; derece bakımından benimle olduğu gibi, sonunda da benim halîfem olur” dedi. Gencin biri; “Bunu ben kabûl ediyorum, kimseye kızmayacağım ve bu işi en iyi bir şekilde yerine getireceğim” dedi. Nihâyet bu işi gerçekleştirip, o peygamberin yerine geçti. Bu genç, Zülkifl adındaki peygamberdir. Kızmamaya söz verdiği yâni bu işin kefaleti altına girdiği; sonra da sözünde durduğu için, ona Zülkifl denildi. Vehb bin Münebbih; “Küfrün dört direği vardır. Bunlar; gadab (kızmak), şehvet, saldırganlık ve tamâdır” buyurdu.
Zülkifl aleyhisselâmdan, Kur'ân-ı kerîmde bahsedilmiş olup, meâlen şöyledir: (Yâ Muhammed!) İsmâil'i, İdris ve Zülkifl'i de yâd et. (Onların yüksek ve pek mükemmel hâllerini hatırla!) Hepsi de sabredenlerden idiler. (Mükellef oldukları vazifelerinde, Allahü teâlânın emirlerine uymakta ve müptela oldukları birtakım sıkıntı ve meşakkatlere karşı tam bir metanetle sabır ve sebât gösterdiler ve bunun mükafatına kavuştular.) ve onları da rahmetimiz içine (peygamberlik vermek yahut âhıret nîmetlerine kavuşturmak sûretiyle) aldık. Şüphe yok ki, onlar sâlihlerden idiler. (Çünkü onlar, nübüvvet ve kerâmet sâhibi oldukları için, fıtraten tam bir iyiliğe sâhip idiler. Rızay-ı ilâhîye uygun amelleri yapıyorlardı.) (Enbiyâ sûresi: 85-86) “Biz onları rahmetimiz içine aldık” buyrulan âyet-i kerîmede geçen rahmet; nübüvvet yâni peygamberlik veya bütün iyi ve hayırlı işleri yapmak mânâsında tefsîr edilmiştir.
Sâd sûresi 48. âyet-i kerîmede de meâlen şöyle buyruldu: (Yâ Muhammed!) İsmâil'i, Elyesa'ı ve Zülkifl'i yâd et! (Onların da pek mükemmel olan hâllerini kavmine anlat. Dîn-i ilâhî yolunda ne kadar çalıştıkları, bu uğurdaki fedâkarlıkları, gösterdikleri sabır ve sebât düşünülsün.) Ve (onların) hepsi de hayırlılardandı. (Onların hepsi hayır ve kemâl dereceler ile tam muttasıf idiler. Allah indinde seçilmiş mübârek kullardan idiler.) Tefsîr-i Kebîr’de şöyle buyruldu: “Âlimler bu âyet-i kerîmeden, peygamberlerin mâsun ve masum olduklarına delil getirmişlerdir. Çünkü Allahü teâlâ peygamberlerin mutlak olarak ahyârdan (çok hayırlı) olduklarına hükmeylemiştir. Bu hayırlılık, onların fiillerine ve sıfatlarına da şamildir.”
Zülkifl aleyhisselâm da, Mûsâ aleyhisselâmın şeriatı ile amel ediyordu. Tevrât-ı şerîfi okuyup, insanlara emir ve hükümlerini bildirmekteydi. Tebliğ vazifesini hakkıyla yerine getirdi. Şam beldelerinden bir beldede vefât ettiği rivâyet edilmiştir.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


İsrâiloğullarına gönderilen peygamberlerden, İlyâs aleyhisselâmdan sonra gönderilmiştir. Her ikisi de Mûsâ aleyhisselâmın dînini yaymakla vazifelendirilmiş nebî idiler. İlyâs aleyhisselâm, İsrâiloğullarını Allahü teâlâya îmâna ve ibâdete çağırdı. Onu dinlemediler, hattâ memleketlerinden kovdular. Ba'l adındaki puta tapmaya ısrarla devam ettiler. Bu isyânları ve azgınlıkları sebebiyle, Allahü teâlâ onlar üzerine belâ ve musîbet gönderdi. Çeşitli sıkıntılar ile cezâlandırıldılar. Memleketlerinden bereket kaldırıldı. Yağmur yağmaz oldu, kıtlık başgösterdi ve mahsul alamadılar. Yiyecek bulamaz oldular. Açlıktan leş yemeye başladılar. Sonunda İlyâs aleyhisselâmı bulup, nasîhatini dinlediler. Îmân ettikleri için, üzerlerinden belâlar ve musîbetler kaldırıldı. Bir müddet sonra, tekrar dinden dönüp puta tapmaya ve çeşitli günâhlar işlemeye başladılar. Küfürde ısrâr edip, bir türlü îmân etmeye yanaşmadılar. İlyâs aleyhisselâmAllahü teâlânın izni ile Ba'lbek'de yaşayan bu kabîle arasından ayrılıp gitti. Başka beldelerde yaşayanları, Allahü teâlâya îmân ve ibâdet etmeye dâvet etti. Bu dâvetleri sırasında uğradığı bir belde halkı tarafından çok sevilip, orada kalması istendi. Bunun üzerine bir müddet kaldı. Bu sırada ihtiyâr bir kadının evinde misâfir olmuştu. Bu kadın Elyesa’ aleyhisselâmın annesi idi. Elyesa’ aleyhisselâm, o sırada genç olup hasta idi. Annesi, İlyâs aleyhisselâmdan, oğlunun sıhhate kavuşması için duâ istedi, İlyâs aleyhisselâm da duâ etti. Elyesa’ aleyhisselâm hastalıktan kurtulup sıhhate kavuştu. Bundan sonra İlyâs aleyhisselâmın yanından hiç ayrılmadı. Ondan Tevrât-ı şerîfi öğrendi, İlyâs aleyhisselâmdan sonra Elyesa’ aleyhisselâmAllahü teâlâ tarafından peygamber olarak vazifelendirildi.
Elyesa’ aleyhisselâm, İsrâiloğullarının ıslâhı için uğraştı, tebliğ vazifesi yaptı. Azgınlık ve taşkınlıklarını günden güne arttıran bu kavim, Allahü teâlânın kendilerine gönderdiği kitabın, gösterdiği yoldan ayrıldılar. Kabîleler, devletin başına geçmek yarışına girdi. Aralarındaki ayrılık ve başka memleket mes’eleleri yüzünden birbirlerine düştüler. İsrâiloğulları arasındaki fitnenin kavga ve çekişmelerin sonu gelmez oldu. Nihâyet Allahü teâlâ üzerlerine Asûr devletini musallat kıldı. Esir olup zelîl ve perişân bir hayat sürmeye başladılar. Bu hâdiselerin vukû bulduğu sıralarda, Yûnus aleyhisselâm, Asûrluların başşehri olan Ninova'da dünyâya gelmişti.
Elyesa’ aleyhisselâmdan Kur'ân-ı kerîmde bahsedilmiş olup meâlen;
(Yâ Muhammed!) İsmâil'i, Elyesa'ı, Zülkifl'i de hatırla, (Kavmine anlat.) Bunlar hayırlılardan idiler. (Onların hâllerini kavmine anlat. Onların Allah'ın dînini yayma husûsunda çok çalıştıkları, bu husûsta fedâkarlıkları, göstermiş oldukları sabır ve sebât düşünülsün. Onların hepsi Allah indinden seçilmiş mübârek kullardan olup hakkıyla kemâl sıfatlar ile muttasıf idiler.)” (Enbiyâ sûresi: 85)
Mir’ât-ı Kâinat kitabında Elyesa’ aleyhisselâmın mûcizeleri anlatılırken, şunlar nakledilmiştir. Erîha şehri ahâlisinin içme suları acılaşmıştı. Bu durumu Elyesa’ aleyhisselâma bildirip, bu husûsta kendilerine yardımcı olmasını istemişlerdi. Bunun üzerine, Elyesa’ aleyhisselâm acılaşan suyun içine bir parça tuz atıp; “Tatlı ol!” deyince, Allahü teâlânın izni ile su tatlı ve lezzetli olmuştur.
Borçlu ve dul bir kadın, Elyesa aleyhisselâma gelip, fakirliğinden şikayetçi olmuştu. “Evinde neyin var?” deyince, kadın; “Bir avuç kadar yağım var” dedi. Elyesa aleyhisselâm, kadına: “Git, o yağı bir kab içine koy” buyurdu. Kadın da gidip yağı bir kabın içine koydu. Elyesa’ aleyhisselâmın mûcizesi ile o yağ o kadar arttı ki, pek çok kap yağ ile doldu. Fakir kadın bundan borçlarını ödediği gibi, zengin de oldu.
İsrâiloğulları, Elyesa’ aleyhisselâma bâzan uyup, bildirdiği husûsları yerine getirdiler. Bazen da muhâlefet ettiler. Elyesa’ aleyhisselâm, vefâtına yakın Zülkifl aleyhisselâmı yanına çağırıp, kendinden sonra onu yerine halîfe tâyin etti. (Bkz. Zülkifl aleyhisselâm)


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


SELMAN SEVEN

{facebook#https://facebook.com/} {twitter#https://twitter.com/}

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget