Resulullah'ın hadislerini mi arıyorsunuz ?
Türkiye'nin En Geniş Kapsamlı Hadis Sitesi
HZ.MUHAMMED (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
"أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ"

Latest Post

“Arais-ül-mecalis” kitabında, Abdullah ibni Abbâs (radıyallahü anhümâ) hazretlerinden rivâyet olunarak şöyle nakledilmektedir: Bir zaman Hazret-i Mûsâ; “Yâ Rabbî! Kullarından hangisi sana daha sevgilidir?” diye suâl etti. Allahü teâlâ; “Beni zikredip, unutmayandır” buyurdu. “Yâ Rabbî, kazâda (hüküm vermede) en sevgili kulun kimdir?” dedi. “Doğru hüküm verip, nefsinin arzularına uymayandır” buyurdu. “Yâ Rabbî, en âlim kulun hangisidir?” dedi. “İlmi, insanlarca çok istenendir. Onun bir sözü benim hidâyetime, men'i de benim men'ime delâlet eder” buyurdu. “Yâ Rabbî! Yeryüzünde benden daha âlim birisi var mı?” dedi. “Evet” buyurdu. “O kimdir, yâ Rabbî” dedi. “Hızır'dır” buyurdu. “Onu nerede bulurum?” dedi. “Sâhilde, balığın suya daldığı kayanın yanında” buyurdu. Böylece balığı, ona işâret ve delil eyledi, ve; “Bu balık dirilince, arkadaşını orada bulursun” buyurdu.
Bir rivâyette de geldi ki: Hazret-i Mûsâ, bir defâsında İsrâiloğullarına gâyet beliğ ve pek te’sirli bir vâz ve nasîhat yaptı. Bunu dinleyenler âdetâ kendilerinden geçip; “Yeryüzünde senden daha âlim bir kimse bilir misin? Böyle biri var mı?” dediler. O da; “Böyle bir kimseyi bilmiyorum” dedi. Allahü teâlâ ona vahyederek buyurdu ki: “İki denizin birleştiği yerde kullarımdan biri vardır. O senden daha âlimdir.” Allahü teâlânın işâret buyurduğu bu zât, Hızır aleyhisselâm idi.
Mûsâ aleyhisselâmHak teâlâya yalvarıp; “Onu nasıl bulurum?” diye suâl edince, cenâb-ı Hak ona; zenbil içine tuzlanmış bir balık koymasını, o balığı kaybettiği yerde (balığın canlanıp denize atladığı yerde) o zâtı bulacağını bildirdi. Bunun üzerine Mûsâ aleyhisselâm, Yûşa’ aleyhisselâmı da yanına alıp, zenbil içine tuzlanmış bir balık koyarak yola çıktı. Hızır aleyhisselâmı buluncaya kadar yol yürümeye karar verip, azmetti. Böylece yolculuğa başladılar ve bir müddet yürüdüler. Yûşa’ aleyhisselâma; “Balığın canlanıp, denize gittiği yerde bana haber ver” dedi. Nihâyet iki denizin birleştiği yerde bir kayanın yanına varınca, dinlenmek üzere konakladılar. Başlarını yere koyup uzandılar. Bu sırada zenbil içindeki tuzlanmış ölü balık, canlanıp denize akıverdi. Deniz içinde bir yol tutup gitti. Tuzlu balığın canlanıp, iki denizin birleştiği yerde denize akmasını, Yuşa aleyhisselâm gördü. O anda Mûsâ aleyhisselâm uyuyordu. Fakat Yuşa aleyhisselâm uyanık idi. Bir rivâyete göre de abdest alıyordu. Abdest suyundan, zenbil içindeki tuzlu balığın üzerine damlamış ve balık hemen canlanıp, denize gitmişti. Yûşa’ aleyhisselâm bu hâdiseye hayret edip, Mûsâ aleyhisselâma anlatmayı düşündü. Fakat unuttu. Konakladıkları bu yerde bir müddet uyuduktan sonra, gecenin sonuna doğru yola çıkıp, bir gün bir gece ve bir kuşluk vaktine kadar daha yürüdüler. Kuşluk vakti Mûsâ aleyhisselâm, hizmetinde bulunan Yûşa’ aleyhisselâma; “Kuşluk yemeğimizi getir. Bu yolculuğumuzdan yorgunluk duymaya başladık” dedi. Bu sırada ilk konakladıkları yer olan iki denizin birleştiği bölgeden epey uzaklaşmışlar ve oraya kadar hiç yorulmamışlardı. Orayı geçip gittikten sonra, yorgunluk duymaya başladılar. Mûsâ aleyhisselâm yiyeceği isteyince, Yûşa’ aleyhisselâm balığın, daha önce konakladıkları yerde denize gittiğini hatırladı. Bunu daha önce söylemeye karar verdiği hâlde unutmuştu. Bu unutmasına şaşarak; “Biz taşın dibinde dinlendiğimiz zaman, tuzlu balık denize gitti. Bunu size haber vermeyi unuttum” dedi. Hâdiseyi şöyle anlattı: “Siz istirâhat için uzandığınızda, ben abdest alıyordum. Abdest suyumdan sıçrayan damlalar, balığın üzerine düşünce, balık canlanıp zenbilden sıçradı ve denize gitti. Denize gittiği yer, kendine göre bir yol oldu. Bu hâdiseyi size haber vermeyi unuttum.” Yûşa’ aleyhisselâm bu hâdiseyi, Mûsâ aleyhisselâma anlatınca; “Ey Yûşa’ (aleyhisselâm)! İşte senin gördüğün garib hâdise, bizim aradığımız şeydir. Yolculuğumuzun sebebi de, bu hâdisenin vukû bulduğu yere ulaşmaktır. Çünkü aradığımız zâtı, (Hızır aleyhisselâmı) orada bulacağız” buyurdu. Büyük bir neş’e ve sürûr içinde geri döndüler. İzlerine baka baka, dinlenmek için ilk oturdukları ve tuzlu balığın canlanıp denize gittiği yere tekrar geldiler. Yanında dinlendikleri kayaya yaklaştıklarında, bir de baktılar ki, orada hırkasına bürünmüş, mübârek bir zât oturmaktadır. Bu zât, Hızır aleyhisselâm idi. Böylece, Mûsâ aleyhisselâm ona kavuşmuş oldu. Bir rivâyete göre de, oraya vardıklarında, Hızır aleyhisselâm deniz üzerine yeşil bir seccâde sermiş, namaz kılıyor fakat seccâde batmıyordu.
Sonra Mûsâ aleyhisselâm, ona yaklaşıp selâm verince, selâmına cevap verip; “Burada selâm veren bulunur mu? Sen kimsin?” dedi. “Ben Mûsâ'yım” deyince; “Benî İsrâil'in Mûsâ'sı mı?” diye sordu. O da “Evet” cevâbını verdi.
“El-Îsâbe” adlı eserde ise, bu husûsta şöyle rivâyet edilmiştir: “Mûsâ aleyhisselâm, Hızır aleyhisselâm ile buluşunca; “Esselâmü aleyke yâ Hızır” dedi. O da; “ve aleykesselâm yâ Mûsâ!” buyurdu. Bunun üzerine “Benim, Mûsâ olduğumu nasıl bildin? Sana kim haber verdi” dedi. O da; “Beni sana gösteren, seni de bana haber verdi.” “Yâni Allahü teâlâ bildirdi” dedi.
Bu tanışmadan sonra, Mûsâ aleyhisselâm, Hızır aleyhisselâma asıl maksadı anlatmak üzere şöyle buyurdu: “Allahü teâlânın sana ihsân edip, bildirdiği ilimden, biraz öğretmen üzere sana tâbi olayım mı?” Bunun üzerine Hızır aleyhisselâm; “Yâ Mûsâ! Bende, Allahü teâlânın ihsân edip verdiği öyle bir ilim vardır ki, sen onu bilemezsin. Sende de Allahü teâlânın sana verdiği öyle bir ilim vardır ki, ben de onu bilemem. (Sen benimle berâber olamazsın ve bende bulunup, sende olmayan ilmim ile yaptığım işlere sabredemezsin)” buyurdu. Mûsâ aleyhisselâm; “Beni inşaallah sabırlı bulursun. Senin hiç bir işine müdahale etmem” dedi. Hızır aleyhisselâm ona; “Ben sana hikmetini ve sebebini izâh edinceye kadar, yaptığım işler hakkında bana suâl sormamak şartıyla, benimle berâber olabilirsin” dedi. Mûsâ aleyhisselâm, oraya kadar berâber geldikleri Yûşa’ aleyhisselâmı, İsrâiloğullarının yanına gönderdi. Bundan sonra Hızır aleyhisselâm ile Mûsâ aleyhisselâm, sâhil boyunca bir müddet yürüdüler.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


Rivâyete göre, İsrâiloğulları, başlarındaki dağın, önlerindeki ateşin ve arkalarındaki denizin kaldırılması mukâbilinde kabûl ettikleri şartlara, söz verdikleri esaslara riâyet etmediler. İçlerinden pek azı hariç, hiç biri sözlerinde durmadı.
Mûsâ aleyhisselâm bu azgınlara; eskiden Kıptîler elinde çektikleri eziyetleri, Fir’avn’ın zulümlerini, Allahü teâlânın, kendilerini onlardan kurtarıp daha nice nîmetler ihsân ettiğini, denizde yollar açıp geçirdiğini, selâmet ve rahata kavuştuklarını hatırlatıyor, onlar ise bir türlü isyânlarından vaz geçmiyorlardı.
Mûsâ aleyhisselâmın, kavmine, Allahü teâlânın nîmetlerini hatırlatarak nasîhat etmesi ve bu nasîhatlerinden, söylediği sözlerden bâzıları, âyet-i kerîmelerde meâlen şöyle bildirilmektedir: “... (Ey İsrâiloğulları!) Allahü teâlânın size olan nîmetlerini hatırlayın. O sizi, Fir’avn kavminden kurtardı ki, Fir’avn ve kavmi size, azâbın şiddetlisini revâ görüyorlardı. Oğullarınızı boğazlıyorlar, kızlarınızı da, hizmetçi olarak kullanmak üzere alıkoyuyorlar, dokunmuyorlar, onları boğazlamıyorlardı. O şiddet ve sıkıntıda, Allahü teâlâdan size büyük bir imtihân vardı.
Yine hatırlayınız ki, Allahü teâlâ size şöyle bildiriyor: “Nîmetlerimin kıymetini bilir, emrettiğim gibi kullanırsanız, onları arttırırım. Kıymetini bilmez, bunları beğenmezseniz, elinizden alır, şiddetli azâb ederim.”
Yine Mûsâ (aleyhisselâm) dedi ki: “Ey kavmim! Eğer siz ve yeryüzünde bulunan insan ve cinnîlerin hepsi, Allahü teâlânın nîmetlerine nankörlük etseniz ve nîmetlerine şükretmezseniz, hiç şüphe yok ki, Allahü teâlâ sizin şükrünüzden ganîdir. (Yâni şükrünüze ihtiyâcı yoktur.) Çünkü, O, zâtında gereği üzere hamde lâyıktır (ve bütün mahlûklar, lisân ile veya hâl ile hep O'nu zikretmektedirler. O hâlde, sizin nîmetlere nankörlük etmenizin zararı yine kendinizedir. Zîrâ nankörlük etmekle, nîmetlerin artmasından kendinizi mahrûm etmiş, hem de azâbın şiddetlisine uğramış olursunuz)” (İbrâhim sûresi: 6-8)
İsrâiloğulları, olmadık suâller sorarak ve olmayacak şeyler isteyerek, her söylenilene çeşitli laflarla îtirâz ederek, Mûsâ aleyhisselâmı çok üzüyorlardı. O ise sabrediyor, kavminin ıslâhına çalışıyordu. Kendini üzmemeleri ve itâat etmeleri husûsunda onlara îkâzda bulunuyor, dikkatli davranmalarına çalışıyordu.
Nitekim Sâd sûresi 5. âyet-i kerîmesinde meâlen buyruldu ki: “Mûsâ (aleyhisselâm) kavmine dedi ki: “Ey kavmim! Benim, Allahü teâlâ tarafından size gönderilmiş bir peygamber olduğumu bildiğiniz ve bu bilmeniz, bana hürmetsizlikten, bana sıkıntı vermekten sakınmanızı îcâb ettirdiği hâlde, bana niye eziyet ediyorsunuz.”


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


Allahü teâlâya münâcâtta bulunmak ve kavminden buzağıya tapma dalâletine düşenler nâmına istiğfârda bulunup, Hak teâlâdan af ve özür dilemek için Tûr-i Sînâ'ya gelen Hazret-i Mûsâ, Allahü teâlânın kelâmını duyup, kavminin tevbesini kabûl ettiğini de anladıktan sonra, yanında bulunanlarla berâber kavminin yanına döndü. Bu mühim ve müthiş hâdisenin te’siriyle biraz kendine gelen İsrâiloğulları, bir müddet itâat içinde yaşadılar. Daha sonra, kendilerinde bulunan nîmete nankörlük ve çabuk unutma… gibi hasletlerinden dolayı yine söz dinlememeye başladılar. Zaman ilerledikçe nasîhatlerin te’siri azalıyordu. Geçmişte yaşadıkları mühim hâdiseleri unutarak gaflete dalıp, Tevrât'ın hükümlerine aykırı hareketler etmeye başladılar. Hattâ öyle oldu ki, Tevrât’da bildirilen, emredilen hükümlerin çok zor ve pek ağır olduğunu, bu hükümlerin îcâplarını yerine getiremeyeceklerini söylediler. Bu hükümleri Hazret-i Mûsâ'ya bildirenin Allahü teâlâ olduğunu, dolayısıyla bunlara itâatsizlik ve riâyetsizlik etmenin, doğrudan Hak teâlâya isyân olacağını düşünemediler.
Tevrât'ın hükümlerine mutlakâ tâbi olacaklarına ve Mûsâ aleyhisselâma kâfi olarak itâat edeceklerine dâir verdikleri te’minatı unutmuşlardı. Allahü teâlâ onların, mütenebbih olmaları yâni gafletten uyanmaları için Tûr Dağı’nı kaldırıp onların üzerine getirdi. Dağ, Allahü teâlânın izni ve kudretiyle gelerek, İsrâiloğullarının üstünde, başları hizasının az yükseğinde durdu. Onlar, dağın hemen üzerlerine çöküvereceğini zannettiler. Hep birden Hak teâlâya secdeye kapanıp, çok korktular. Öyle ki, secdede sol kaşlarını yere koyup, sağ gözleri ile ha çöktü ha çökecek diye dağa bakarlardı.
Bu hâdiseden kalma bir âdet olarak, yahudiler, yüzlerinin yarısı üzerine secde ederler ve bunu azâbdan kurtulmaya vesîle sayarlar.
Bu hususta, âyet-i kerîmelerde İsrâiloğullarına hitâben buyruldu ki: “Hani sizden, (Mûsâ aleyhisselâma îmân edeceğinize, ona tam uyacağınıza ve Tevrât'ın hükümleriyle amel edeceğinize dair) mîsâk, ahd, kuvvetli söz almıştık. (Siz kitabın emirlerinin, hükümlerinin ağır olduğunu söyleyerek, kabûl etmekten ve tâbi olmaktan imtinâ etmiş, kaçınmıştınız.) Tûr Dağı’nı sizin üzerinize kaldırmıştık. Size verdiğimizi (Tevrât kitabını) tam bir ciddiyet ve kuvvetle alıp, sımsıkı sarılın. (Kabûl etmekten imtinâ etmeyin.) içinde bulunanı (sevab ve cezâyı) gereği gibi yâd edin, hatırlayın! Böylece (dünyâda helâktan âhırette azâbdan) kurtulasınız. Bu mîsâk alındıktan sonra, onu yerine getirmekten yüz çevirdiniz. Uzaklaştınız. Şâyet Allahü teâlânın size (mühlet vermek, azâbını te’hir etmek sûretiyle) rahmeti olmasaydı, (dünyâ ve âhırette) elbette hüsrâna uğrayanlardan olurdunuz” (Bakara sûresi: 63-64)
“Hatırlayın şunu ki, sizden ahd, mîsâk (kuvvetli söz) almıştık. Tûr Dağı’nı üzerinize kaldırmıştık ve; Size verdiğimizi (Tevrât'ı) tam bir ciddiyet ve gayretle alıp sımsıkı sarılın. Ondaki emirleri dinleyin ve îcâblarıyla amel edin” demiştik...” (Bakara sûresi: 93)
(Yâ Muhammed aleyhisselâm!) Ehl-i kitap olanlar, senden, kendilerine gökten kitap indirmeni istiyorlar. Bunlar Mûsâ'dan (aleyhisselâm) bundan daha büyüğünü istemişler; Allahü teâlâyı bize âşikâre olarak göster demişlerdi. Hâsıl olması mümkün olmayan şeyi istemeleri ve inâdla nefslerine zulmetmeleri sebebiyle, gökten ateş (yıldırım) gelip onları yakalamış ve yakıvermişti.
Mûsâ (aleyhisselâm), peygamber olduğuna delâlet eden açık mûcizelerle gelmişken, (Hazret-i Mûsâ'nın Tûr Dağı’nda olduğu, yanlarında bulunmadığı sırada) buzağı heykelini ilâh edinmişlerdi de, ona ibâdete başlamışlardı. Buna tevbe etmeleri sebebiyle, kendilerini atfetmiştik ve Mûsâ'ya (aleyhisselâm) açık bir hâkimiyet, saltanat vermiştik.” (Nisâ sûresi: 153)


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


SELMAN SEVEN

{facebook#https://facebook.com/} {twitter#https://twitter.com/}

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget