Mûsâ Aleyhisselâm ile Hızır Aleyhisselâmın buluşmaları
“Arais-ül-mecalis” kitabında, Abdullah ibni Abbâs (radıyallahü anhümâ) hazretlerinden rivâyet olunarak şöyle nakledilmektedir: Bir zaman Hazret-i Mûsâ; “Yâ Rabbî! Kullarından hangisi sana daha sevgilidir?” diye suâl etti. Allahü teâlâ; “Beni zikredip, unutmayandır” buyurdu. “Yâ Rabbî, kazâda (hüküm vermede) en sevgili kulun kimdir?” dedi. “Doğru hüküm verip, nefsinin arzularına uymayandır” buyurdu. “Yâ Rabbî, en âlim kulun hangisidir?” dedi. “İlmi, insanlarca çok istenendir. Onun bir sözü benim hidâyetime, men'i de benim men'ime delâlet eder” buyurdu. “Yâ Rabbî! Yeryüzünde benden daha âlim birisi var mı?” dedi. “Evet” buyurdu. “O kimdir, yâ Rabbî” dedi. “Hızır'dır” buyurdu. “Onu nerede bulurum?” dedi. “Sâhilde, balığın suya daldığı kayanın yanında” buyurdu. Böylece balığı, ona işâret ve delil eyledi, ve; “Bu balık dirilince, arkadaşını orada bulursun” buyurdu.
Bir rivâyette de geldi ki: Hazret-i Mûsâ, bir defâsında İsrâiloğullarına gâyet beliğ ve pek te’sirli bir vâz ve nasîhat yaptı. Bunu dinleyenler âdetâ kendilerinden geçip; “Yeryüzünde senden daha âlim bir kimse bilir misin? Böyle biri var mı?” dediler. O da; “Böyle bir kimseyi bilmiyorum” dedi. Allahü teâlâ ona vahyederek buyurdu ki: “İki denizin birleştiği yerde kullarımdan biri vardır. O senden daha âlimdir.” Allahü teâlânın işâret buyurduğu bu zât, Hızır aleyhisselâm idi.
Mûsâ aleyhisselâm, Hak teâlâya yalvarıp; “Onu nasıl bulurum?” diye suâl edince, cenâb-ı Hak ona; zenbil içine tuzlanmış bir balık koymasını, o balığı kaybettiği yerde (balığın canlanıp denize atladığı yerde) o zâtı bulacağını bildirdi. Bunun üzerine Mûsâ aleyhisselâm, Yûşa’ aleyhisselâmı da yanına alıp, zenbil içine tuzlanmış bir balık koyarak yola çıktı. Hızır aleyhisselâmı buluncaya kadar yol yürümeye karar verip, azmetti. Böylece yolculuğa başladılar ve bir müddet yürüdüler. Yûşa’ aleyhisselâma; “Balığın canlanıp, denize gittiği yerde bana haber ver” dedi. Nihâyet iki denizin birleştiği yerde bir kayanın yanına varınca, dinlenmek üzere konakladılar. Başlarını yere koyup uzandılar. Bu sırada zenbil içindeki tuzlanmış ölü balık, canlanıp denize akıverdi. Deniz içinde bir yol tutup gitti. Tuzlu balığın canlanıp, iki denizin birleştiği yerde denize akmasını, Yuşa aleyhisselâm gördü. O anda Mûsâ aleyhisselâm uyuyordu. Fakat Yuşa aleyhisselâm uyanık idi. Bir rivâyete göre de abdest alıyordu. Abdest suyundan, zenbil içindeki tuzlu balığın üzerine damlamış ve balık hemen canlanıp, denize gitmişti. Yûşa’ aleyhisselâm bu hâdiseye hayret edip, Mûsâ aleyhisselâma anlatmayı düşündü. Fakat unuttu. Konakladıkları bu yerde bir müddet uyuduktan sonra, gecenin sonuna doğru yola çıkıp, bir gün bir gece ve bir kuşluk vaktine kadar daha yürüdüler. Kuşluk vakti Mûsâ aleyhisselâm, hizmetinde bulunan Yûşa’ aleyhisselâma; “Kuşluk yemeğimizi getir. Bu yolculuğumuzdan yorgunluk duymaya başladık” dedi. Bu sırada ilk konakladıkları yer olan iki denizin birleştiği bölgeden epey uzaklaşmışlar ve oraya kadar hiç yorulmamışlardı. Orayı geçip gittikten sonra, yorgunluk duymaya başladılar. Mûsâ aleyhisselâm yiyeceği isteyince, Yûşa’ aleyhisselâm balığın, daha önce konakladıkları yerde denize gittiğini hatırladı. Bunu daha önce söylemeye karar verdiği hâlde unutmuştu. Bu unutmasına şaşarak; “Biz taşın dibinde dinlendiğimiz zaman, tuzlu balık denize gitti. Bunu size haber vermeyi unuttum” dedi. Hâdiseyi şöyle anlattı: “Siz istirâhat için uzandığınızda, ben abdest alıyordum. Abdest suyumdan sıçrayan damlalar, balığın üzerine düşünce, balık canlanıp zenbilden sıçradı ve denize gitti. Denize gittiği yer, kendine göre bir yol oldu. Bu hâdiseyi size haber vermeyi unuttum.” Yûşa’ aleyhisselâm bu hâdiseyi, Mûsâ aleyhisselâma anlatınca; “Ey Yûşa’ (aleyhisselâm)! İşte senin gördüğün garib hâdise, bizim aradığımız şeydir. Yolculuğumuzun sebebi de, bu hâdisenin vukû bulduğu yere ulaşmaktır. Çünkü aradığımız zâtı, (Hızır aleyhisselâmı) orada bulacağız” buyurdu. Büyük bir neş’e ve sürûr içinde geri döndüler. İzlerine baka baka, dinlenmek için ilk oturdukları ve tuzlu balığın canlanıp denize gittiği yere tekrar geldiler. Yanında dinlendikleri kayaya yaklaştıklarında, bir de baktılar ki, orada hırkasına bürünmüş, mübârek bir zât oturmaktadır. Bu zât, Hızır aleyhisselâm idi. Böylece, Mûsâ aleyhisselâm ona kavuşmuş oldu. Bir rivâyete göre de, oraya vardıklarında, Hızır aleyhisselâm deniz üzerine yeşil bir seccâde sermiş, namaz kılıyor fakat seccâde batmıyordu.
Sonra Mûsâ aleyhisselâm, ona yaklaşıp selâm verince, selâmına cevap verip; “Burada selâm veren bulunur mu? Sen kimsin?” dedi. “Ben Mûsâ'yım” deyince; “Benî İsrâil'in Mûsâ'sı mı?” diye sordu. O da “Evet” cevâbını verdi.
“El-Îsâbe” adlı eserde ise, bu husûsta şöyle rivâyet edilmiştir: “Mûsâ aleyhisselâm, Hızır aleyhisselâm ile buluşunca; “Esselâmü aleyke yâ Hızır” dedi. O da; “ve aleykesselâm yâ Mûsâ!” buyurdu. Bunun üzerine “Benim, Mûsâ olduğumu nasıl bildin? Sana kim haber verdi” dedi. O da; “Beni sana gösteren, seni de bana haber verdi.” “Yâni Allahü teâlâ bildirdi” dedi.
Bu tanışmadan sonra, Mûsâ aleyhisselâm, Hızır aleyhisselâma asıl maksadı anlatmak üzere şöyle buyurdu: “Allahü teâlânın sana ihsân edip, bildirdiği ilimden, biraz öğretmen üzere sana tâbi olayım mı?” Bunun üzerine Hızır aleyhisselâm; “Yâ Mûsâ! Bende, Allahü teâlânın ihsân edip verdiği öyle bir ilim vardır ki, sen onu bilemezsin. Sende de Allahü teâlânın sana verdiği öyle bir ilim vardır ki, ben de onu bilemem. (Sen benimle berâber olamazsın ve bende bulunup, sende olmayan ilmim ile yaptığım işlere sabredemezsin)” buyurdu. Mûsâ aleyhisselâm; “Beni inşaallah sabırlı bulursun. Senin hiç bir işine müdahale etmem” dedi. Hızır aleyhisselâm ona; “Ben sana hikmetini ve sebebini izâh edinceye kadar, yaptığım işler hakkında bana suâl sormamak şartıyla, benimle berâber olabilirsin” dedi. Mûsâ aleyhisselâm, oraya kadar berâber geldikleri Yûşa’ aleyhisselâmı, İsrâiloğullarının yanına gönderdi. Bundan sonra Hızır aleyhisselâm ile Mûsâ aleyhisselâm, sâhil boyunca bir müddet yürüdüler.