Resulullah'ın hadislerini mi arıyorsunuz ?
Türkiye'nin En Geniş Kapsamlı Hadis Sitesi
HZ.MUHAMMED (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
"أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ"

Latest Post

Îsâ aleyhisselâmdan sonra gönderilen peygamberlerden. Îsâ aleyhisselâm ile son peygamber Muhammed aleyhisselâm arasında geçen fetret devrinde, Aden beldesinde bulunan bir kavme gönderilmiştir. Bu kavmin Abes kavmi olduğu rivâyet edilmektedir.
Hâlid bin Sinan Abesî aleyhisselâmın peygamber olarak gönderilmesine yakın bir zamanda, kavmine bir ateş musallat olmuştu. Bir mağaradan çıkan bu ateş; uzak mesâfelere yayılıyor, tarlalardaki ekinleri ve hayvanları yakıyor, sonra tekrar geri çekiliyordu. Abes kavmi, bu durum karşısında çâresiz kalmıştı. Onlar bu hâlde iken, Hâlid bin Sinan Abesî aleyhisselâm, peygamber olarak gönderildi. Kavmi ona yalvarıp, başlarında bulunan ve büyük bir belâ olan ateşten kendilerini kurtarmasını istediler. Bunun üzerine, Hâlid bin Sinan Abesî aleyhisselâm; “Ben, elimdeki asâ ile ateşi, çıktığı mağaraya koşarak sürerim” buyurdu. Sonra, ateş çıkınca, ateşi döndürünceye kadar elindeki asâ ile ateşe vurdu. Evlâdına da şöyle vasiyet etti: “Ben, bu ateşi söndürünceye kadar arkasından gidip, çıktığı mağaraya girerim, Aradan üç gün geçtikten sonra, beni mağaradan çağırınız. Eğer üç günden önce çağırırsanız, çıkarım ve ölürüm! Üç gün sabrederseniz sağ salim çıkarım.” Bundan sonra, ateşi çıktığı mağaraya kadar kovup, peşinden kendisi de mağaraya girdi. Aradan iki gün geçti. Çocukları iki gün sabretti. Üçüncü gün onlara şeytan musallat oldu. Üç günün tamamlanmasını beklemeye sabredemediler. Endişeye kapılıp, babalarının mağarada helâk olduğunu zannettiler. Mağaranın ağzına gelip, çağırmaya başladılar. Bu çağırma sebebiyle, Hâlid bin Sinan aleyhisselâmın başında bir elem (ağrı) hâsıl olup, mağaradan dışarı çıktı ve çocuklarına; “Beni, kavmimi ve vasiyetimi zayi ettiniz!” dedi. Bundan sonra da yakın zamanda vefât edeceğini haber verdi.
Vefâtından sonra, cenâzesini defnetmelerini ve kabrini kırk gün gözetmelerini söyledi. “Kırk gün sonra, kabrimin yanına bir koyun sürüsü gelecek. Bu sürünün önünde, kuyruğu kesik, beyaz bir merkep bulunur. Bu sürü kabrimin hizasına ulaşınca, kabrimi açınız” diyerek tembih etti. Böyle yapıldığı zaman, kabrinden çıkıp, kabir ehlini ve kabir hayatını gördüğü gibi aynen kendilerine bildireceğini söyledi. Vefâtından sonra kırk gün beklediler. Nihâyet, önünde kesik kuyruklu, beyaz merkebin bulunduğu bir koyun sürüsü gelip, mezârının yanında durdu. Bu alâmet tamam olunca, mü’minler, Hâlid bin Sinan aleyhisselâmın kabrini açmak üzere harekete geçtiler. Fakat; “Bize, öldükten sonra kabirden çıkan kimsenin çocukları derler” bahanesi ile çocukları, kabrin açılmasına mâni oldular. Böylece, câhillikleri büyük bir hıyânete sebep oldu. Dolayısıyla babaları olan bir peygamberi ve onun vasiyetini de zayi ettiler. Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâm, peygamber olarak gönderildiğinde, Hâlid bin Sinan aleyhisselâmın kızı hayatta idi. Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) huzûruna kavuşmakla şereflendi. Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), ridâsını sererek üzerine oturttu ve taltif buyurarak; “Merhabâ, ey kavmi vücûdunun zâyi olmasına sebep olduğu peygamberin kızı!” buyurdu.
Hâlid bin Sinan aleyhisselâm, vefâtından önce; vefâtından kırk gün sonra kabrinin açılmasını söyleyip, berzah âleminden (yani ölümden sonra dirilinceye kadar geçen hâlden, dünyâ ile âhıret arasındaki âlemden) haber vereceğini açıkladı. Elem ve lezzeti, saâdet ve şekâveti, dünyâda bilinen şeylere benzetmek sûretiyle anlatarak, berzah âleminden haber vermek istemişti. Böylece bütün âleme, peygamberlerin (aleyhimüsselâm) cümlesinin hayatta iken haber verdikleri hâlleri, berzah âlemini ve âhıreti tasdik ettirerek inandırmayı, îmân ettirmeyi ve dolayısıyla bütün âleme rahmet olmayı diledi. Zirâ, Muhammed aleyhisselâmın gelmesinin yaklaştığı bir zamanda bulunmakla şereflenmişti. Allahü teâlânın, Muhammed aleyhisselâmı, âlemlere rahmet olarak göndereceğini biliyordu.
Hâlid bin Sinan aleyhisselâm, resûl değil nebî idi. Vefâtından önce tebliğ ile me’mûr değildi. Yaratılış ve berzah âleminin hâlleri hakkında ilimde kavî olmayı diledi. Kavmi onun emrini yerine getirmemekle, arzusunun hâsıl olmasına mâni oldu. Böylece onun zayi olmasına sebep oldular. Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâm, kavmin zayi olduğunu haber vermedi. Çünkü Hâlid bin Sinan aleyhisselâm, tebliğ ile vazifeli değildi. Bu bakımdan kavminin, onun; “Kabrimi açınız” emrine uymaması, zayi olmalarını gerektirmez. Eğer tebliğ ile vazifeli olsaydı, bu sefer kavmi zâyi olurdu Resûlullah efendimiz, o kavmi, nebîlerini zâyi etmekle vasıflandırdı. Zirâ Hâlid bin Sinan aleyhisselâm vasiyetlerinin zâyi edilmesi, yerine getirilmemesi sûretiyle murâdına ulaşamadı. Ancak talep edilen amelin ecrine nâil olduğunda şek ve şüphe yoktur. Bu durum, cemâate, gelip de başında yetişemeyen kimsenin cemâat sevâbına nâil olduğu gibidir. Zirâ namaza gelen, cemâatle namaz kılmadıkça, cemâat sevâbına kavuşamadığı açıktır. Fakir olup da zenginlerin yaptıkları hayırları yapmayı temenni eden bir kimse, ancak niyet sevâbına kavuşur. Bu hayır işleri yapmanın sevâbına nâil olmaz. Zengin olup da mal ve servetiyle hayır işler yapan kimse, hem niyet hem de amel sevâbına kavuşur. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), her iki sevâba da nâil olur buyurmadı. Bir işi yapmak sevâbı ile niyet sevâbının müsavî olmadığı açıktır. Zirâ nispetleri bütünün parçaları gibidir. (Niyet, işin tamamından bir parçadır.)
Hâlid bin Sinan aleyhisselâm, berzahda da olsa tebliği temennî etti. Binaenaleyh, ameli temennî etmek ile amele başlamak işi birleşti. Temennî ecri ile amel yapma ecri, bir arada hâsıl olmadı.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


Îsâ aleyhisselâmdan sonra gönderilen, peygamber olduğu rivâyet edilen büyük bir zât. Vehb bin Münebbih'den rivâyet edildiğine göre, Îsâ aleyhisselâmın havârîlerinin talebesidir. Şam diyârında, Filistin'de yaşamıştır. Îsâ aleyhisselâmın dîninin hükümlerini bildirmiş ve pek çok kimse ona tâbi olmuştur.
Circîs aleyhisselâm, ticâret yapar ve ticâret için şehir şehir dolaşırdı. Her sene zekâtını verdiği gibi, bütün kazancını fakir mü’minlere sadaka olarak da dağıtırdı. Ticaretten maksadı bu idi. Yaşadıkları bölgeye, putperestler hâkimdi ve buranın Dâdı Veyh veya Dâdıyân adında zâlim bir kralı vardı. Bundan dolayı, emniyet içinde değillerdi. Circîs aleyhisselâm ve ona tâbi olan mü’minler, çevrede bulunan beylerin zararından emîn olmak için, kralın bulunduğu Musul şehrine gitmeye karar verdiler. Circîs aleyhisselâm, krala, kendilerini himâye etmesi için kıymetli hediyeler götürmüştü. Kralın yanına vardığı gün, kral, teb’asının ileri gelenlerini toplamış ve büyük bir ateş yaktırmıştı. Tapmakta oldukları eflûn adındaki putu da dışarı çıkarmışlardı. Kral, insanların puta secde etmesini emrediyor, secde etmeyeni ise ateşe attırıyordu.
Circîs aleyhisselâm bu korkunç durumu görünce, bunlarla mücâdele etmeye, Allahü teâlânın emir ve yasaklarını bildirmeye karar verdi. Mü’minlerin yanına dönüp, bütün malını onlara dağıttı. Sonra kralın yanına gelip; “Ey melik! Benim bir hak sözüm var! Bu sözümü dinle. Hiddet ve kızgınlığı bırakıp, insanlara zulmü terk et. Ben sana emîn bir nasîhat ediciyim. Ey melik! Sen de, senin zulmettiğin insanlar gibi, Allahü teâlânın âciz ve zavallı bir kulusun. Seni yoktan yaratan Allahü teâlâdır. Seni ve bütün mahlûkâtı O yarattı. İbâdet ve secde, ancak Allahü teâlâya yapılır. Her şeyi yaratan ve rızık veren O'dur. Bu puta niçin taparsın ve insanları ona secde etmeleri için niye zorlarsın. O put hiç bir fayda ve zarar veremez. Bunu bırak ve Allahü teâlâya îmân et; küfrü terkedip mü’min ol. Eflûn putunu kır!” dedi, Melik, Circîs aleyhisselâmın sözlerini şaşkınlık içinde dinledikten sonra; “Sen kimsin? Nereden geldin ve bana bu sözleri nasıl söyleyebilirsin?” dedi. Circîs aleyhisselâm; “Ben, her şeyi yaratan ve her şeye gücü yeten Allahü teâlânın kuluyum. Beni, bir avuç topraktan ve bir damla sudan yarattı. Sonunda yine toprağa döneceğim, öleceğim. Bundan sonra da Rabbim beni yeniden diriltecek. (Her insanın hâli böyledir.) İsmim Circîs'dir. Diyâr-ı Rum'da, Filistin denilen memleketin sâkinlerindenim. Allahü teâlâ bana pek çok mal verdi. Ben onları, Allahü teâlânın rızâsı için muhtâç mü’minlere dağıttım. Allahü teâlâya îmân etmeyen zâlimlerin zararından kurtulmak için rahatça ibâdet ederek, ömrümü geçirmek üzere, emniyet ümidiyle buraya gelmiştim. Fakat senin sarayına gelince, puta taptığını gördüm. Günâhsız insanları ateşe atarak zulmediyorsun. Seni, Allahü teâlâya îmân etmeye çağırıyorum. Puta tapmayı bırak ve Allahü teâlâya îmân et” dedi.
Melik, Circîs aleyhisselâmın bu sözleri karşısında hiddetlenip; “Sana düşünmen için mühlet veriyorum. Bana tâbi olursan seni affederim. Yoksa ağır cezâlara çarptırırım. Eğer dediğin gibi olsaydı, Rabbin seni böyle muhtâç etmezdi. Hep; O'na ibâdet ve tâat ediyorum diyorsun, öyleyse niçin seni insanlar üzerine hâkim eylemedi?” dedi. Circîs aleyhisselâm, zâlim kralın bu mânâsız sözlerine karşı; “Benim, Rabbimin indinde kıymetim vardır. Ben zelîl ve hakîr değilim. Bu hâlim, tevekkülüm ve tevâzûum sebebiyledir. Rabbim bana, senin makâmından ve saltanatından daha ziyâde bir üstünlük ve izzet verdi. Bunların yanında senin ve saltanatının hiç kıymeti yoktur” dedi. Bu sözleri söylediği sırada, melikin yanında iki kişi vardı. Bunlar onun en yakın adamları idi. Circîs aleyhisselâm sözlerine devamla; “Ey melik! Senin taptığın şu put, gâyet zelîl ve bâtıl bir şeydir. O ne görür ne işitir. Ne bir fayda, ne de bir zarar verir. Yaratmaya ve rızık vermeye de kâdir değildir. Benim Rabbim her şeye kâdirdir.” Sonra bu melike, İdris aleyhisselâmdan ve Îsâ aleyhisselâmdan bahsederek, Allahü teâlânın kudretini anlatmak için şöyle dedi: “Benim Rabbim kullarından ve peygamberlerinden olan İdris aleyhisselâmı, diri olarak melekler arasına aldı. Yemeye içmeye muhtâç bir kul iken, onu semâda diri olarak bulundurmaktadır. Îsâ aleyhisselâm da Allahü teâlânın sevgili bir kuludur ki, onu babasız olarak yarattı ve ona peygamberlik verdi. Îsâ aleyhisselâmın duâsı ile ölüler hayat buldu. Âmâyı görür hâle getirdi ve baras hastalığını tedavi etti. Buna benzer daha nice mûcizeleri görüldü. Sonra Allahü teâlâ onu da semâya kaldırdı.”
Melik, Circîs aleyhisselâmı dinledikten sonra söylediklerine inanmayıp; “Eğer eflûn putuna secde edersen, affederim, böylece kurtulursun! Yoksa seni ateşe atarım!” dedi. Circîs aleyhisselâm, zâlim melikin bu teklifi karşısında; “Ben ancak her şeye kâdir olan; Seni, beni, yeri, göğü ve bütün varlıkları yaratan Allahü teâlâya secde ederim” dedi. Melik, bu sözler karşısında son derece kızıp, azgın bir hâlde; “Bundan sonra hiç bir özrün kalmadı. Sen, canının kıymetini bilmedin. Sana şiddetli işkence yapmak gerekti” dedi. Sonra bir ağaç direk diktirip, Circîs aleyhisselâmı bu direğe bağlattı ve soyup vücûdunu demir taraklarla tarattı. Demir taraklar ile taradıkça, etleri lime lime parçalandı. Circîs aleyhisselâmAllahü teâlânın korumasıyla hiç acı duymadı. Vücûdunun etleri iplik iplik olduğu hâlde ölmedi. Bundan sonra kral, keskin sirke ve tuz getirilmesini emretti. Hemen getirdiler. Sirkeye tuz katıp, Circîs aleyhisselâmın iplik gibi baştan başa dilinmiş vücûduna döktüler. Yine ölmedi ve Allahü teâlânın ihsânı ile hiç acı duymadı. Bundan da netîce alamadıklarını görüp, kralın emri üzerine, başka bir işkence ile öldürmeyi düşündüler. Bu sefer, büyük bir demiri ateşte iyice kızartıp, Circîs aleyhisselâmın başı üzerine koydular. Kızarmış demir başını yakıp, beynini kaynattı ve beyni yüzüne aktı. Allahü teâlâ ona acı hissettirmedi ve tekrar eski hâle çevirip korudu. Bu sefer de ölmediğini gören kral ve adamları, şaşkınlık içinde ne yapacaklarını şaşırdılar. Düşünüp başka yollara baş vurdular. Yeniden harekete geçip, büyük bir kazan kurdular. Kazanın altına ateş yakıp içinde bakır erittiler. Circîs aleyhisselâmı bu kazanın içine atıp, kazanın ağzını kapattılar. Böylece öldürdüklerini zannettiler. Kazanın ağzını epey bir müddet kapalı tutup, kaynattılar. Sonunda açıp baktıklarında, Circîs aleyhisselâmın ölmediğini gördüler. Allahü teâlâ onu koruyordu. Circîs aleyhisselâm ise melike ve adamlarına şöyle diyordu: “Ben size, benim Rabbim her şeye kâdirdir, demedim mi? İşte Rabbim beni ölmekten koruyor.” Zalim kral bu mûcize karşısında endişeye düşüp, krallığının sona ereceğinden korkmaya başladı. Bunun üzerine, Circîs aleyhisselâmı zindana hapsetmelerini emretti. Orada çekeceği eziyet ve sıkıntı ile itâat edeceğini umuyordu. Circîs aleyhisselâm zindana hapsedilince, kralın yardımcılarından biri; “Bu, zindanda rahat durmaz, diğer mahkumları kendi dînine dâvet eder. Buna mâni olmak için, zindanda onu rahat bırakmayalım” dedi. Bunun üzerine kral, onun, zindanda el ve ayaklarından çivilenmesini emretti. Circîs aleyhisselâmın ellerini ve ayaklarını çivilediler. Sonra da yirmi kişinin zor kaldıracağı, sütun hâlindeki bir mermer taşı üzerine yasladılar. Circîs aleyhisselâm, o gün akşama kadar bu hâl üzere kaldı. Sonra, Allahü teâlâ ona bir melek gönderdi. Melek, üzerindeki taşı kaldırıp el ve ayaklarımdaki çivilerden kurtardı. Onu zindandan dışarı çıkardı ve; “Ey Circîs! Allahü teâlâ sana selâm gönderdi. O kâfirin işkencesine sabredip, onu dîne dâvet etsin. O kâfir onu dört defâ öldürecektir. Ben onu yine dirilteceğim. Her diriltişimde yüksek mertebeler vereceğim. Dördüncüsünde bana kavuşacaktır” diye müjdeledi.
Circîs aleyhisselâm bu haberi alınca, çok sevinip, saâdete gark oldu. Sabahleyin zâlim kralın yanına gidip, karşısında ona şöyle dedi: “Ey kral! Gel Allahü teâlâya îmân et, müslüman ol.” Kral şaşırıp; “Seni zindandan kim çıkardı?” diye sordu. O da; “Beni Rabbim çıkardı” dedi. Kral şaşkın ve kızgın bir hâlde, Circîs aleyhisselâmı hemen yakalattı. Sonra bir ağacı ikiye yarıp, Circîs aleyhisselâmı arasına kıstırmalarını emretti. Söylediği gibi yaptılar. İyice bağladıktan sonra vücûdunu küçük parçalar hâlinde kesip, insan eti yiyen arslanların arasına attılar. Arslanlar onun etini yemediler. Allahü teâlâ bir melek gönderdi. Melek, Circîs aleyhisselâmın vücûdunun parçalarını bir araya topladı. Bundan sonra Allahü teâlâ, Circîs aleyhisselâmı yeniden diriltti. Zalim kral, Circîs aleyhisselâmı parça parça edip arslanlara attıktan sonra bir gün, avânesini toplayıp yiyip içiyordu. Bu sırada bâzan kendini, bâzan da putunu methediyordu ve; “Circîs (aleyhisselâm) ne oldu, hani beni Rabbinin azâbı ile korkutuyordu?” diyordu. Tam bu sırada, Circîs aleyhisselâm yanlarına geldi. Kralın avânesi birden bire şaşırdılar. Onun Circîs olduğuna ihtimâl vermediler. Çünkü o parça parça edilmişti. “Bu kişi Circîs'e (aleyhisselâm) ne kadar benziyor” dediler. Bunun üzerine Circîs aleyhisselâm; “Circîs benim. Beni böyle dirilten yüce Allah'a inanmamanız sapıklık değil midir?” dedi. Dinleyenler onu sihirbaz zannedip; “Circîs aleyhisselâm ne acâib bir sihirbaz imiş, kendini bâzan ölü, bâzan diri gösteriyor” dediler. Kral bu durum karşısında; “Bu kişinin elinden âciz olduk, buna bir çâre bulup, elinden nasıl kurtulacağımızı bilemiyorum” dedi. Yardımcıları ona; “Bu sihirbazdır. Senin memleketinde sihirbazların üstâdı çoktur. Onları topla, buna gâlip gelsinler. Böylece, sana karşı durmaktan vazgeçer” dediler.
Kral; “Benim memleketimde sihirbazların üstâdı kimse, getirin” dedi. En meşhûr sihirbazı bulup, krala getirdiler. Kral, bu sihirbaza Circîs aleyhisselâmdan bahsedip; “Onu öldürmeye bir çâre bilir misin” diye sordu. Sonra da; “Bana sihirlerinden göster” dedi. Bu sihirbaz acâib sihirler gösterdi. Kral bu sihirlerini görünce; “Şimdi Circîs'e (aleyhisselâm) yapacağını yap” dedi. Sihirbaz, bir kab içinde su istedi. O suya sihir ve büyü ile ilgili bâzı şeyler okudu. Sonra Circîs aleyhisselâma içirmeleri için verdi. Circîs aleyhisselâma verilince, suyu alıp; “Bismillâhirrahmânirrahîm” diyerek içti. Sihrinin ona tesir edeceğini ve mağlûb bir hâlde bırakacağını bekleyen sihirbaz, Circîs aleyhisselâma hiç bir şey olmadığını hayretle görüp; “Eğer bu, sihirbaz olsaydı, ben ona gâlip gelirdim. Bu iş her şeyin hâlıkı olan Allah'ın işidir. Ben Circîs'e aleyhisselâm bir şey yapamam” dedi ve Circîs aleyhisselâmın bildirdiklerine îmân etti. Kral, onun îmân etmesine çok kızıp; “Hayret ne çabuk aldandın” deyince, sihirbaz; “Ben aldanmadım, âlemlerin yaratıcısı olan Allahü teâlâya îmân ettim” cevâbını verdi. Kral, bu hâdiseden dolayı da halkın çoğu îmân eder korkusuyla, mü’min olan sihirbazın dilini kestirdi. Hâdise halk arasında duyulup yayıldı. Halktan dörtbin kişi îmân etti. Kral mü’minleri toplatıp, hepsini şehîd ettirdi. Sonra Circîs aleyhisselâma şöyle dedi; “Neden Rabbine duâ etmezsin ki bunları öldürmeme mâni olsun.” O da; “Senin öldürdüğün o mü’minler, şehîd olarak Cennet’in yüksek derecelerine kavuştular. Rabbim onlara nîmet ihsân etti” dedi. Bundan sonra zâlim kral ve avânesi, sonunda Circîs aleyhisselâmı şehîd ettiler.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


İsrâiloğullarına gönderilen peygamberlerden olduğu rivâyet edilen mübârek bir zât. Hakkında fazla bilgi yoktur. Zeyn'ül-mecalis kitabında şöyle bildirilmiştir. Bâzı müfessirler demişlerdir ki; Resûl-i Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem); “Geçmiş zamanda Şem’ûn (Şemsûn aleyhisselâmadlı bir peygamber var idi. Allahü teâlânın rızâsı için, bin ay devamlı cihâd edip, silâhını omuzundan çıkarmadı” buyurdu. Eshâb-ı kirâm; “Keşke bizim ömrümüz de uzun olsaydı da, biz de din uğrunda Allah için cihâd etseydik” dediler. Bunun üzerine Kadir sûresi nâzil olup; “Size verilen Kadir gecesi, bin aydan daha hayırlıdır” (bu gecenin sevâbı, bin ay cihâd etmenin sevâbından çoktur) buyruldu.
Ravdat-us-safâ’da şöyle bildiriliyor. Îsâ aleyhisselâm ile Muhammed aleyhisselâm arasında, Arabistan'ın bir beldesinde Şem’ûn aleyhisselâm adlı; abid, zahid, gâzi ve mücâhid bir zât vardı. Bu zât, benzeri görülmemiş bir yiğit olup, kendisini hangi bağ ile bağlasalar o bağı kırıp kurtulurdu. Îmân etmeyenlere karşı, Allah yolunda dâimâ cihâd ederdi. Îmân etmeyenler, onun karşısında âciz ve çâresiz kalmışlardı. Bu hâlden kurtulmak için, bir hîle ve çâre arıyorlardı. Yaşadıkları şehrin hâkimi, Şem’ûn'un aleyhisselâm hanımına haber gönderip; “Eğer kocanı öldürmede bize yardımcı olursan, seni kendime alır, istediğin her şeye kavuştururum” dedi. Kadın dünyâya tamâh ederek, aldanıp, münâfıklık yaptı. “Size nasıl yardımcı olurum” dedi. “Şem’ûn uyurken, sağlam bir iple iyice bağla ve bize haber ver” dediler. Onlara aldanan bu hâin kadın, bir gece Şem’ûn aleyhisselâm uyurken, onu sağlam bir iple iyice bağladı. Şem’ûn aleyhisselâm uyanınca, bağlanmış olduğunun farkına varıp, hanımının bağladığı sağlam ipleri bir hamlede kopardı. Sonrada hanımına; “Niçin böyle yaptın?” dedi. Hanımı; “Senin kuvvetini denemek için yaptım” dedi. Sonra bu hâdiseyi şehrin hâkimine haber verdi. Bu sefer hâkim demir bir zincir gönderip, uyurken bu zincirlerle bağlamasını söyledi.
Şem’ûn aleyhisselâm uyurken, hanımı düşmanlarının gönderdikleri zincirle onu bağladı. Şem’ûn aleyhisselâm uyanınca, bu zinciri de bir hamlede parçaladı. “Neden böyle yaptın?” deyince de, kadın; “Şem’ûn ne ile bağlanırsa bağlansın kırar, diye duymuştum. Bunu tecrübe etmek için bağladım” dedi. Şem’ûn aleyhisselâm; “Doğrudur. Fakat, beni, kendi saçımın teli ile bağlasalar kıramam” dedi. Kadın bunu öğrenince, yine Şem’ûn aleyhisselâm uyurken, saçından uzunca bir kaç tel alıp, ellerini veya ellerinin baş parmaklarını o saç ile bağladı. Şem’ûn aleyhisselâm uyanınca, ne hikmetse bu bağı koparamadı. Kadın bu durumu şehrin hâkimine ve adamlarına haber verdi. Şehrin hâkiminin adamları gelip, Şem’ûn'u aleyhisselâm yakalayıp hâkime götürdüler. Şehrin hâkimi, dört direk üzerine kurulmuş bir köşkte oturuyordu. Şehir halkını köşkünün önünde toplayıp, Şem’ûn'un aleyhisselâm orada asılmasını emretti. Bunun üzerine Şem’ûn, Allahü teâlâya yalvarıp; “Yâ Rabbî! Dünyâda yaşamayı, kâfirler ile senin yolunda cihâd etmek için isterim. Eğer bu isteğim kalbden ve samîmi ise beni kurtar” diyerek duâ etti. O anda bir melek gelip, bağı çözdü. Şem’ûn aleyhisselâm kurtulunca, şehrin hâkiminin köşkünün altındaki direkleri çekip, köşkü devirerek altını üstüne çevirdi. Köşk devrilince, şehrin hâkimi ve avânesi altında kalarak öldüler. Halk, ölüleri çıkarmakla meşgûl iken, Şem’ûn aleyhisselâm evine gidip, kendisine hâinlik eden hanımını boşayıp, cezâsını verdi.
Arâis-ül-mecâlis’de ise şöyle anlatılmaktadır: Vehb bin Münebbih'den şöyle rivâyet edilmiştir: Rum beldelerinden bir beldede, ismine Şem’ûn bin Mesûh denilen bir zât vardı. Bu zât, müslüman ve İncîl ehlinden idi. (Îsâ aleyhisselâma indirilen ve o zaman henüz aslı bozulmamış olan İncîl-i şerîfe göre amel ederdi) Annesi onu, Allah yolunda hizmet etmesi için nezretmişti. Kavmi putlara tapıyordu. Şem’ûn'un aleyhisselâm evi, şehirden uzak bir yerde idi. Şem’ûn aleyhisselâm Allahü teâlâyı inkâr eden ve putlara tapan sapık kavimle cihâd edip, onları Allahü teâlâya îmâna çağırıyordu. Tek başına yaptığı gazâlarda, çok ganîmet elde ediyordu, Cihâd ederken susadığı zaman, Allahü teâlâ onun için, bir taştan gâyet leziz bir su akıtırdı. Bu su, o içip kanıncaya kadar akardı. Kendisine büyük bir güç ve kuvvet verilmişti.
Kâdı Beydâvî tefsîrinde; Allahü teâlâ îmân edenleri hem dünyâda hem de âhırette (kabirde) sabit söz olan şehâdet kelimesi “Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resûlüh” ile tespit eder; tevhide bağlı kılar...” meâlindeki İbrâhim sûresinin 27. âyet-i kerîmesi tefsîr edilirken şöyle buyrulmaktadır: Bunlar, kâfirlerin elinde fitne ve belâlara düçâr olduklarında, dinlerinde sabit kalırlar. Zekeriyyâ, Yahyâ, Circîs, Şem’ûn (Şemsûn) aleyhimüsselâm ve Eshâb-ı Uhdüd'ün ateşe attıkları kimseler gibi...”


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


SELMAN SEVEN

{facebook#https://facebook.com/} {twitter#https://twitter.com/}

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget