Medâric-ün-nübüvve kitabında buyruldu ki: Şereflerin en yücesine mazhar olan annelerin en bahtiyârı hazret-i Âmine, hâmileliğini şöyle anlatır; “O servere hâmile olduğum günlerde, hiç acı ve elem görmedim. Hamile olduğumu hissetmezdim!. Ancak altı aydan sonra bir gün, uyku ile uyanıklık arasında bir kimse bana; “Senin hâmile olduğun kimdir, bilir misin?” dedi. “Bilmiyorum” cevâbını verince; “Bilmiş ol ki, Peygamberlerin sonuncusuna hâmilesin!” haberini verdi. Doğum zamanı yaklaşınca, o kimse tekrar geldi, dedi ki: “Ey Âmine! Çocuk doğunca, ismini Muhammed” koy. Başka bir rivâyette de; “Ey Âmine! Çocuk doğunca, ismini Ahmed koy” şeklinde bildirilmiştir.” Hazret-i Âmine vâlidemiz, doğum anını da şöyle anlatır: “Doğum anı geldiğinde, heybetli bir ses işittim, ürpermeye başladım. Sonra beyaz bir kuş gördüm, gelip kanadı ile beni sıvazladı. Korku ve ürpertiden eser kalmadı. O anda susamış, sanki harâretten yanıyordum. Yanımda süt gibi beyaz, bir kâse şerbet gördüm. O şerbeti, içmem için bana verdiler. İçtim, baldan tatlı ve soğuk idi. Artık susuzluğum kalmamıştı. Sonra büyük bir nûr gördüm, evim o kadar nûrlandı ki, O nûrdan başka bir şey görmüyordum. O sırada etrâfımı sarıp, bana hizmet eden pek çok hanım gördüm. Boyları uzun, yüzleri güneş gibi parlıyordu. Bunlar, Abdü Menaf kabîlesinin kızlarına benzerlerdi. Bunların birden bire ortaya çıkmalarından hayret içinde idim.
Onlardan biri dedi ki: “Ben Fir’avn'un hanımı Âsiye'yim!” Diğeri de; “Ben de Meryem binti İmrân'ım. Bunlar da Cennet hûrileridir” dedi. Yine o esnada beyaz, uzun ve gökten yere kadar uzanmış ipek bir kumaş gördüm. “Onu insanların gözünden örtün” dediler. O anda bir bölük kuş peydâ oldu. Ağızları zümrütten, kanatları yâkuttandı. Korkudan terlemiştim, düşen ter damlalarından misk kokusu yayılıyordu. O hâlde iken gözümden perdeyi kaldırdılar. Bütün yeryüzünü doğudan batıya kadar gördüm. Etrâfımı melekler kuşatmıştı. Muhammed aleyhisselâm doğar doğmaz, mübârek başını secdeye koydu, şehâdet parmağını kaldırdı. Sonra gökten, onu bürüyen, beyaz bir bulut parçası indi. Bir ses işittim; “O'nu mağripten meşrıka kadar her yerde gezdirin. Gezdirin ki cümle âlem O'nu ismiyle, cismiyle ve sıfatıyle görsünler. O'nun isminin Mâhî olduğunu yâni Allahü teâlâ, O'nunla şirk eserlerini yok ettiğini bilsinler” diyordu. O bulut da gözden kayboldu ve Muhammed'i (sallallahü aleyhi ve sellem) bir beyaz yünlü kumaş içinde sarılı gördüm. Yine o sırada, yüzleri güneş gibi parlayan üç kişi geldi. Birinin elinde gümüşten bir ibrik, birinin elinde zümrütten bir leğen, birinin elinde de bir ipek vardı. İbrikten sanki misk damlıyordu. Mübârek oğlumu leğenin içine koydular. Mübârek başını ve ayağını yıkayıp, ipeğe sardılar. Sonra mübârek başına güzel koku sürdüler, mübârek gözlerine sürme çektiler ve gözden kayboldular.
İndiler gökden melekler sâf sâf.
Kâbe gibi kıldılar evim tavâf.
Geldi hûrîler bölük bölük buğur,
Yüzleri nûrundan evim doldu nûr.
Hem hava üzre döşendi bir döşek,
Adı Sündüs döşeyen ânı melek.
Çün göründü bana bu işler ayân,
Hayret içre kalmış idim ben hemân.
Yarılıp divâr çıkdı nâgehân,
Üç bile hûrî bana oldu ayân.
Bâzıları der ki, ol üç dilberin,
Âsiye'ydi biri ol mâh-peykerin.
Biri Meryem Hâtun idi aşikâr,
Birisi hem hûrilerden bir nigâr.
Geldiler lûtf ile ol üç mâh-cebîn,
Verdiler bana selâm ol dem hemîn.
Çevre yanıma gelip oturdular,
Mustafa'yı birbirine muştular.
Dediler oğlun gibi hiç bir oğul,
Yaradılalı cihân gelmiş değül.
Bu senin oğlun gibi kadri cemil,
Bir anaya vermemişdir ol Celîl.
Ulu devlet buldun ey dildârı sen,
Doğacaktır senden ol hulkı hasen.
Muhammed aleyhisselâm doğduğu sırada, Hazret-i Âmine vâlidemizin yanında Abdurrahmân bin Avf'ın annesi, Şifâ Hâtun, Osman bin Ebil-Âs'ın annesi Fâtıma Hâtun ve Peygamberimizin halası Safiyye Hâtun vardı. Bunlar da gördükleri nûru ve diğer hâdiseleri haber verdiler. Şifâ Hâtun şöyle anlatıyor: Ben, o gece Âmine'nin yanında yardımcı olarak bulunuyordum. Muhammed aleyhisselâmın, doğar doğmaz duâ ve niyaz ettiğini işittim. Gâibden; “Yerhamüke Rabbüke” diye söylendi. Sonra bir nûr çıkıp o kadar ışık verdi ki, doğudan batıya kadar her yer göründü... Bundan başka birçok hâdiseye şâhid olan Şifâ Hâtun; “Ne zaman ki, O'na peygamberliği bildirildi, hiç tereddüt etmeden ilk îmân edenlerden biri de ben oldum” demiştir.
Cümle zerrât-ı cihân edip nidâ,
Çağrışarak dediler kim merhâbâ.
Merhabâ ey Âl-i sultân merhâbâ
Merhabâ ey Kân-ı irfân merhâbâ
Merhabâ ey sırr-ı Fürkan merhâbâ
Merhabâ ey derde derman merhâbâ
Merhabâ ey Bülbül-i bâğ-ı cemâl,
Merhabâ ey aşina-yi Zü'l-Celâl.
Merhabâ ey mâh u hurşîd-i Hudâ,
Merhabâ ey Hak'dan olmayan cüdâ,
Merhabâ ey âsî ümmet melcei,
Merhabâ ey çâresizler melcei.
Merhabâ ey cân-ı bakî merhâbâ,
Merhabâ uşşâka sâkî merhâbâ.
Merhabâ ey kurret-ül-ayn-ı Halîl,
Merhabâ ey hâs-ı mahbub-i Celîl.
Merhabâ ey rahmeten lil-âlemîn.
Merhabâ sensin şefî'ül-müznibîn.
Merhabâ ey pâdişah-ı dü cihân,
Senin için oldu kevn ile mekân.
Safiyye Hâtun da şöyle anlatmıştır: “Muhammed aleyhisselâm doğduğu sırada, her tarafı bir nûr kapladı. Doğar doğmaz secde etti, mübârek başını kaldırıp açık bir dil ile “Lâ ilâhe illallah, innî resûlullah” dedi. O'nu yıkamak istediğimde, biz onu yıkanmış olarak gönderdik denildi. Göbeği kesilmiş ve sünnet edilmiş olarak görüldü. Doğar doğmaz secde etti. O sırada hafif sesle bir şeyler söylüyordu, kulağımı mübârek ağzına yaklaştırdım “Ümmetî, Ümmetî!” (Ümmetim, ümmetim) diyordu...”
Şöyle Beytullah'a karşı ol Resûl,
Yüz yere sürmüş ve secde kılmış ol.
Secdede başı dili tahmîd eder,
Hem getirmiş parmağın tevhid eder.
Der ki, ey Mevla yüzüm tutdum sana,
Yâ İlâhî ümmetim vergîl bana.
Hakk'a bağlayıp gönülden himmeti,
Der idi kim ümmeti vâ ümmetî.
Dedesi Abdülmuttalîb, sevgili Peygamberimiz doğduğu sırada Kâbe'de Allahü teâlâya yalvarıp duâ ediyordu. Bu zamanı müjde verdiler. Muhammed aleyhisselâmın doğduğu günde birçok hâdiseler gören Abdülmuttalîb, bu müjdeye çok sevinip; “Bu oğlumun şanı, şerefi çok yüce olacaktır” dedi.
Abdülmuttalîb, böylesine büyük bir mutluluğu kutlamak için, doğumun yedinci gününde Mekke halkına üç gün ziyâfet verdi. Ayrıca şehrin her mahallesinde develer keserek, insan ve hayvanların istifâdesine sundu. Ziyafet sırasında çocuğa hangi ismi koydun diyenlere; “MUHAMMED” (sallallahü aleyhi ve sellem) ismini verdim dedi. Neden atalarından birinin ismini vermedin diyenlere ise; “Allahü teâlânın ve insanların O'nu medhetmelerini, övmelerini istediğim için” cevâbını verdi. Başka bir rivâyette de “Muhammed” ismini koyanın Âmine Hâtun olduğu bildirilmiştir.
Ey cemâli gün yüzü bedr-i münîr,
Ey kamu düşmüşlere sen destegîr.
Ey gönüller derdinin dermanı sen,
Ey yaradılmışların sultânı sen.
Sensin ol Sultân-ı cümle enbiyâ,
Nûr-ı çeşm-i evliyâ vü asfiyâ.
Ey risalet tahtının sen hatemi,
Ey nübüvvet mührünün sen hâtemi.
Çünkü nûrun rûşen etdi âlemi,
Gül cemâlin gülsen etdi âlemi.
Oldu zail zulmet-i cehl ü dalâl,
Buldu bâğ'ı ma'rifet ayn-ı kemâl.
Yâ Habîballah bize imdad kıl,
Son nefes dîdârın ile şâd kıl.