Resulullah'ın hadislerini mi arıyorsunuz ?
Türkiye'nin En Geniş Kapsamlı Hadis Sitesi
HZ.MUHAMMED (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
"أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ"

Latest Post

Ebû’d-Derdâ, ailesi içerisinde en son İslam’a girmesine rağmen, kısa zamanda gayretleriyle, feragatiyle, takvasıyla ve cihat meydanlarında gösterdiği kahramanlıklarıyla temayüz etmiş bir sahabidir.
Asıl ismi “Uveymir” olup, “Ebû’d-Derdâ,” künyesidir. İslam’a girişi çok gariptir… Hanımına varıncaya kadar herkes Müslüman olduğu hâlde, o bir türlü İslam’a giremiyordu. Onun İslam’a girmesi için çok gayret sarf eden Abdullah bin Revâha (r.a.), her defasında yumuşak bir üslupla reddedilmişti. Ama Abdullah, Ebû’d-Derdâ’nın bir gün mutlaka İslamiyet’le müşerref olacağını ümit ediyor, gecikmesinin sebebinin araştırıcı birisi olmasından kaynaklandığına inanıyor­du.
Bir gün Ebû’d-Derdâ’nın evden çıktığını gören Abdullah, arka kapıdan eve girdi ve onun devamlı taptığı putu kırıp parçaladı. Ebû’d-Derdâ’nın hanımı mâni olmaya çalıştıysa da, Abdullah (r.a.) bir defa onu parçalamaya ahdetmişti. Bir müddet sonra eve gelen Ebû’d-Derdâ, putun parçalarının her birinin bir tarafa dağıldığını görünce çok kızdı. Fakat kendi kendine düşünmeye başladı. Bir müddet sonra, “Eğer bu putta bir hak ve hayır olsaydı, kendisini müdafaa eder­di.” dedi. Hemen Re­sû­lul­lah’ın (a.s.m.) huzuruna gitti. Hz. Abdullah da oradaydı. Onu görünce heyecanlandı. Hidayete ermesi için dua etti. Onun Kelime-i Şehadet getirerek Müslüman olduğunu görünce çok sevindi.[1]
Ebû’d-Derdâ (r.a.), İslamiyet’e girdikten sonra öylesine bir şevk ve gayretle İslam için çalıştı ki, birçoklarını kendisine imrendirdi. Ebû’d-Derdâ (r.a.) henüz Müslüman olmadığı için Bedir Savaşı’na katılamamıştı. Fakat Bedir’den sonra bütün harplere ve seferlere iştirak etti. Uhud’daki kahramanlıklarıyla, Resûl-i Ekrem’in (a.s.m.) “Uvey­mir ne kadar mükemmel bir süvaridir!” iltifatlarına mazhar oldu.
Selmân-ı Fârisî Müslüman olduktan sonra, Ebû’d-Derdâ onunla çok iyi kay­naştı. Birbirlerini çok iyi seven bu iki fedakâr sahabiyi Peygamberimiz (a.s.m.) kardeş ilan etti.
Ebû’d-Derdâ (r.a.), Müslüman olmadan önce ticaretle uğraşıyordu. Müslüman olduktan sonra, Peygamberimizden daha fazla feyiz almak ve daha çok ibadet edebilmek için ticareti bıraktı. Peygamberimizin sohbetlerine devam etme­ye başladı. Zaman zaman Re­sû­lul­lah’a sualler sorardı. Bir defasında şöyle bir sual sordu:
“Yâ Re­sû­lal­lah! Zenginler dünyayı da ahireti de kazandılar. Onlar hem na­maz kılıyor, hem oruç tutuyorlar, hem de sadaka veriyorlar. Fakat biz fakir ol­duğumuz için sadaka veremiyoruz…”
Bunun üzerine Peygamberimiz (a.s.m.) şöyle buyurdu:
“Sana bir şey söyleyeyim mi? Sen onu yaptığında kavuştuğun şeye, ancak onu yapan­lar kavuşabilirler; yapmayanlardan hiçbiri de başka bir yolla ona yetişemezler. Her na­mazdan sonra 33 defa Sübhanallah, 33 defa El­hamdülillah, 34 defa da Allahü ekber de.”[2]
Hz. Ebû’d-Derdâ, gördüğü her şeyden ibret alırdı. Herkese iyilik ederdi. Kim­seyi incitmezdi. Güler yüzlüydü. Bilhassa hadis rivayet ettiğinde gülümserdi. Sebebini soranlara, “Re­sû­lul­lah da bir söz söylerken tebessüm ederdi.” derdi.
Cömertti. Ziyaretine gelenlere ikramda bulunurdu. İnsanların arasını bulma­yı çok se­verdi. Bir defasında dişi kırılan biri, Hz. Muâviye’ye gelerek davacı ol­muştu. Muâ­vi­ye (r.a.) ne kadar ısrar ettiyse de, davacıyı ısrarından vazgeçire­medi. Ebû’d-Derdâ da (r.a.) oradaydı, “Ben Re­sû­lul­lah’ın şöyle buyurduğunu işittim: ‘Herhangi bir Müslüman bir ezaya maruz kalır da eza vereni affederse, Cenâb-ı Hak onu bir derece yükseltir, bir hatasını affeder.’” Ebû’d-Derdâ’dan bu hadisi işiten davalı, dişini kıran adamı affetti.[3]
Ebû’d-Derdâ (r.a.) fevkalade liyakatli, mütevazi, derin ilim sahibi, idarecilik kabiliyetine sahip ve bütün kuvvetiyle Müslümanların hizmetine koşan, fakat buna karşılık gayet basit bir hayat süren bir zat idi. Bu vasıflarından dolayıdır ki, Hz. Ömer (r.a.) ona mühim bir devlet vazifesi vermek istiyordu. Ancak Hz. Ömer’in her teklifini, Ebûd-Derdâ reddediyordu. .
Bir müddet sonra Ebû’d-Derdâ, Şam’a gitmek için Hz. Ömer’den izin istedi. Hz. Ömer ise, “Sen hükûmette bir vazife kabul etmedikçe ben senin Şam’a gitmene izin ver­mem!” diyerek ona izin vermedi. Ancak Ebû’d-Derdâ’nın bütün ar­zusu, Şam’a gidip oradaki Müslümanlara İslamiyet’in hakikatlerini anlatmaktı. Tekrar Hz. Ömer’e gidip, “N’olur, bana müsaade et, oraya gidip onlara Re­sû­lul­lah’ın sünnetini öğreteyim, namaz kıldırayım, bildiğim hakikatleri söyleyeyim!” dedi. Hz. Ömer onun Şam’a gitmesine izin verdi.
Hadis, tefsir ve fıkıh ilimlerine derin vukufu olmakla birlikte, Ebû’d-Derdâ’nın asıl ihtisas sahası Kur’ân-ı Kerim idi. Hz. Peygamber’in sağlığında Kur’ân’ın tamamını ezberlemiş nadir sahabilerden birisiydi. Şam’a gittikten sonra artık onun sevincine ve saadetine sınır yoktu. Gayet basit yaşıyor, fev­kalade basit bir evde oturuyordu. Mescide gittiğinde ise hemen etrafı sarılır, Kur’ân’a, hadise ve fıkha dair sorular sorulur, o da bunlara şevkle cevaplar verir­di. Onun ilmi gerçekten çoktu. Sahabenin ileri gelen âlimlerinden Muâz bin Cebel, vefatı ânında onun için şöyle demişti:
“Ey Ebû’d-Derdâ! Gökyüzü sen­den daha âlim birisini gölgelendirmedi, yeryüzü de senden daha âlim birisini taşımadı…”
Ebû’d-Derdâ, yetiştirdiği talebeler temayüz edince, hemen onların etrafında yeni bir halka teşkil ettirir, kendisi de hepsini teftişle meşgul olurdu. Sabah na­mazlarından sonra, Ebû’d-Derdâ’nın talebelerinden teşekkül eden ilim halkaları Şam Camii’nde öyle ulvi bir manzara arz ederdi ki, bu halkalara girmeyen bir­çok kimse, bir köşeden zevkle bunları seyrederdi. Ebû’d-Derdâ (r.a.) bir köşede durur, muhtelif halkalardan gelen sualleri cevaplandırırdı. Bu halkaların içeri­sinde birçok mümtaz sahabe de bulunurdu. Ebû’d-Derdâ’nın bu şekilde Kur’ân ilimlerini hakkıyla bilen 2000’e yakın talebe yetiştirdiği rivayet edilir.
Ebû’d-Derdâ (r.a.), kutsi ilim hizmetine devam ederken, gerek Şam valisi ge­rekse Ye­zîd bin Ebî Süfyân, Müslümanların derdinden uzak bir şekilde, lüks ve debdebe için­de bir hayat sürüyorlardı. Bu durumu öğrenen Hz. Ömer (r.a.), hem Ebû’d-Der­dâ’nın kutsi hizmetlerini görmek hem de valisini yerinde cezalan­dırmak için Şam’a git­me­ye karar verdi. Yanında hizmetçisi Yerfe de vardı. Hz. Ömer, onları denemek için ön­ce Yerfe’yi içeri gönderdi. Yerfe bir desturla Yezîd’in konağına girdikten sonra peşin­den de Hz. Ömer içeri girerek, bütün kadi­fe yastıkların, ipekli eşyaların ve sair ihtiyaç fazlası eşyaların bir araya toplan­masını, bunların Beytülmâl’e alınacağını söyledi.
Valinin durumu bundan farksızdı. Aynı muameleyi ona da tatbik ettikten sonra, “Haydi, şimdi öz kardeşimizin yanına gidelim.” dedi. Ebû’d-Derdâ’nın evine geldiler. İtil­diğinde açılabilen kilitsiz kapıdan içeri girdiklerinde evi aydınlatacak bir lamba dahi yoktu. Ebû’d-Derdâ ise, karanlıkta bir keçe parçası üzerinde oturmuş, gelenlerin kim olduğunun farkına varmaksızın bekliyordu. Nihayet karanlık içerisinde birbirlerini buldular ve hasretle kucaklaştılar.
Ebû’d-Derdâ, Hz. Ömer’in âni gelişinin sebebini tahmin edebiliyordu. Şöyle dedi:
“Ey Ömer! Re­sû­lul­lah’ın ne buyurduğunu biliyorsun. ‘Sizin dünyadan na­sibiniz, bir yolcunun azığı kadar olsun.’”
O gece sabaha kadar dertleşip hasret gi­derdiler.
Hz. Ömer zamanında bütün sahabeye maaş bağlanmıştı. Bedir gazilerinin tahsisatı diğerlerinden farklıydı. Ancak Hz. Ömer gibi adaletli bir halife, Ebû’d-Derdâ’yı da, Bedir Savaşı’na katılamadığı hâlde, bu maaşa layık görmüştü.
Ebû’d-Derdâ (r.a.), Peygamberimizden (a.s.m.) 100 civarında hadis rivayet etti. Bunlardan bazılarının meali şöyledir:
“Kıyamet günü insanın mizanında en ağır basan şey, güzel ahlaktır.”[4]
“Kim bir mümin kardeşinin aleyhinde konuşulduğunda, onun şeref ve namu­sunu sa­vunursa, Allah da kıyamet günü onu cehennem eteşinden korur.”[5]
“Yumuşak huylu ve yumuşak sözlü olma nimetine mazhar olan kimse büyük bir hay­ra mazhar olmuş, bundan mahrum olan da büyük bir hayırdan mahrum kalmış demektir.”[6]
“Kim ilim öğrenmek maksadıyla yola koyulursa, Allah o kimseye cennet yo­lunu kolaylaştırır. Melekler, ilim öğrenen kimselerden memnuniyetlerinden do­layı, kanatlarını yerlere sererek kuşatırlar. Yerde ve gökte bulunan her şey, hattâ sudaki balıklar bile ilimle, meşgul olan kimsenin affını isterler. Bir âlimin nafile ibadetle meşgul olan kimseye üstünlüğü, ayın diğer yıldızlara olan üstünlüğü gibidir. Muhakkak ki âlimler, peygamberlerin mirasçılarıdırlar. Gerçekte pey­gamberler ne altın ne de gümüş miras bırakmazlar; onların mirası ancak ilim­dir. Bu bakımdan, kim bu peygamber mirası olan ilimden ne kadar elde ederse, o derece mertebe kazanmış olur.”[7]
Ebû’d-Derdâ (r.a.), Hicret’in 32. yılında Şam’da vefat etti. Onun güzel ve manalı sözlerinden birkaç tanesini zikredelim:
“Halkın hoşlanmadığı üç şey vardır ki, ben onları severim! Biri fakirlik, biri hastalık, biri de ölüm... Rabb’ime kavuşmayı arzu ettiğimden ölümü, beni mütevazi yaptığı için fakirliği, günahlarıma keffaret olduğu için de hastalığı seve­rim.”
“İnsan, başına gelen felaketlerden şikâyet etmemeli, acı ve kederlerini şuna buna söylememeli, diliyle kendini temize çıkarmaya çalışmamalıdır.”
”Benim en çok korktuğum şey, kıyamet günü, ‘Ey Uveymir, dinini öğrendin mi, öğrenmedin mi?’ diye sorulmasıdır! ‘Öğrendim.’ desem, Kur’ân-ı Kerim’de iyiliği tavsiye eden ve kötülükten nehyeden ne kadar âyet varsa, ‘Sana yap dedi­ğimiz hiçbir şeyi yap­madın, yapma dediğimiz şeylerden de vazgeçmedin.’ diye, o ayetlerin aleyhimde şa­hitlik etmeleridir…”

_______________________________________
[1]Hayâtü’s-Sahâbe, 1: 231.
[2]Müsned, 5: 196.
[3]age., 6: 448.
[4]age., 6: 448.
[5]Tirmizî, Birr: 20; Müsned, 6: 449.
[6]Tirmizî, Birr: 67.
[7]İbni Mâce, Mukaddime: 17.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ

Peygamberimiz (a.s.m.), gördüğü bir rüya üzerine 1400 sahabiyle birlikte umre için Kâbe’ye hareket etti. Bunu haber alan müşrikler, Müslümanları Kâbe’ye sokmamaya karar verdiler. Bunun üzerine Re­sû­lul­lah (a.s.m.), Hudeybiye’de konakladı. Mekke’den gelen elçilere, “Biz hiç kimseyle savaşmak için gelme­dik. Biz sadece umre yapmak, Beytullah’ı tavaf etmek için gelmiş bulunuyoruz.” dediyse de, müşrikler ısrar ettiler. Bu yıl Müslümanları Kâbe’ye sokmamaya ke­sin kararlı olduklarını bildirdiler. Görüşüp konuşmalardan sonra, bir anlaşma yapmak için karar alındı. Müşrikler, anlaşmanın yapılması için Süheyl bin Amr’ı görevlendirdiler. Süheyl o sıralarda henüz Müslüman ol­mamış, azılı bir İslam düşmanıydı. Anlaşma metnine Besmele yazılmasına ve Peygamberimiz­den “Allah’ın Resûl’ü” diye bahsedilmesine itiraz etti. “Biz senin Re­sû­lul­lah ol­duğuna inansaydık zaten seninle savaşmazdık!” dedi. Süheyl’in oğlu Abdullah da oradaydı. Hz. Abdullah, İslamiyet’in ilk yıllarında Müslüman olmuş, bu se­beple babasının işkencelerine maruz kalmıştı. Babasının Re­sû­lul­lah’a karşı bu saygısız davranışı onu çok rahatsız etti. Mahcubiyetinden başını yere eğdi. (Mekke’nin fethinden sonra Süheyl’in de İslam dairesine girdiğini göreceğiz. “Süheyl bin Artır” ve “Abdullah bin Süheyl” maddelerine bakınız).
Sonunda anlaşma maddeleri tespit edildi ve yazıldı. Buna göre, Müşriklerle Müslü­manlar 10 yıl birbirleriyle savaşmayacaklar, Müslümanlar bu yıl Kâbe’yi tavaf etmeden geri dönecekler, fakat gelecek yıl tavaf yapabileceklerdi. Pey­gamberimiz, Mekkelilerden Müslüman olmak isteyenleri yanında götürmeyecek, Mekke’de oturmak isteyen Ashâbına da engel olmayacaktı. Anlaşmanın daha başka maddeleri de vardı.
Maddelerin yazılması tamamlanmış, fakat henüz imzalanmamıştı. Tam bu sırada beklenmedik bir şey oldu: Ayakları zincire vurulmuş bir genç, zinciri sürükleye sürükleye Re­sû­lul­lah’ın yanına geldi! Bu, Süheyl bin Amr’ın oğlu Ebû Cendel’den başkası değildi. Ebû Cendel, Müslüman olduğu için müşrikler tara­fından zincire vurulmuştu. Süheyl daha önce diğer oğlu Abdullah’a acımasızca işkence ettiği gibi, Hz. Ebû Cen­del’e de işkence etmişti. Şimdi ise onu karşısın­da görünce çok sinirlendi. Üzerine yürü­dü. Elindeki dikenli budaklı ağaç dalıy­la yüzüne vurmaya başladı. Sonra da, “Ey Muhammed, anlaşmamız gereğince bana geri vereceğin ilk kişi budur.” dedi. Peygamberi­miz henüz anlaşmanın im­zalanmadığını söyledi, onu anlaşma hükmünün dışında tutma­­sı ricasında bu­lundu. Fakat Süheyl kabul etmedi. Oğlunu geri vermediği takdirde an­­laşmayı imza etmeyeceğini söyledi. Bunun üzerine Peygamberimiz onu iade etti. An­­laşma imzalandı.
Süheyl, oğlunu tuttu, çeke çeke götürmeye başladı. Ebû Cendel (r.a.), Müslümanlara hitaben, “Ey Müslümanlar! Müslüman olarak yanınıza geldiğim hâlde, siz beni müşriklere geri mi iade ediyorsunuz?! İşkenceye uğratıldığımı bilmiyor musunuz?! Ey Müslümanlar! Siz bana işkence yapsınlar, beni dinimden döndür­sünler diye mi müşriklere geri veriyorsunuz?!” diye feryat ediyordu. Müslüman­lar onun bu feryadına dayanamadılar, gözyaşlarını tutamadılar. Peygamberi­miz, Ebû Cendel’in yanına yaklaştı. Onu teselli etti:
“Ebû Cendel! Bunlarla, aramızda yazılan barış yazısı tamamlandı. Biraz daha sabret, Allah’tan bunun sevabını bekle. Hiç şüphesiz, Yüce Allah senin için de, senin yanında bulunan zayıf ve kimsesiz Müslümanlar için de bir çıkış yolu ve bir genişlik yaratacaktır. Biz şu kavimle bir barış anlaşması yapmış, kendileri­ne Allah adına söz vermiş bulunuyoruz. Onlara verdiğimiz söze vefasızlık ede­meyiz.”
Re­sû­lul­lah (a.s.m.) bundan sonra Süheyl’den, Ebû Cendel’i bırakmasını tekrar rica etti. Süheyl bunu kabul etmeyince, “Öyleyse onu himayene al.” buyurdu. Süheyl, Re­sû­lul­lah’ın bu isteğini de reddetti.
Fakat Süheyl ile birlikte gelen Mikraz bin Hafs ile Huvaytıp bin Abduluzza, “Ya Muhammed, senin hatırın için onu biz himayemize alıyoruz. Ona işkence yaptırmayacağız.” dediler.
Sonra da babasıyla birlikte oradan ayrıldı. Bir müddet sonra Peygamberimiz de Ashâbıyla birlikte Hudeybiye’den ayrılıp Medine’ye hareket etti.
Şüphesiz, şer gibi görülen şeylerin arkasında nice hayırlar, nice hikmetler var­dı. Ancak perde gerisindeki rahmet tecellilerini göremeyenler mahzun oluyor­du. Nitekim Hudeybiye Anlaşması birçok hayrı da beraberinde getirdi. Müs­lüman olduğu için işkencelere maruz bırakılan, fakat bir yolunu bulup kaçan Ebû Basîr, Zülhuleyfe’de İs Vadisi’nde mekân tuttu. Hemen sonra Ebû Cendel (r.a.) ve daha birçok sahabi de Mekke’den kaçarak onun yanına geldiler. Bu mücahitler, Kureyşlilerin ticaret yollarını kesti­ler, müşrikleri canlarından bez­dirdiler. Nihayet müşrikler, Peygamberimize, “Allah aş­kına, akrabalık aşkına sen onlara haber sal, bundan böyle her kim senin yanına gelirse, o emniyet ve selamettedir, o geri çevrilmeyecektir.” diye haber gönderdiler. Bunun üzerine Peygamberimiz, Ebû Basîr’e (r.a.) bir mektup yazarak, ailelerinin yanına dönebi­­leceklerini, artık kervanlara saldırmamalarını emretti. Re­sû­lul­lah’ın mektubu Ebû Ba­sîr’e ölüm döşeğindeyken ulaştı. Ebû Basîr (r.a.) mektubu okudu, sonra da ruhunu teslim etti. Ebû Cendel de (r.a.), yanındaki Müslümanlarla birlikte Medine’ye döndü. Bunlar 70 kişiydiler.
Bundan sonraki hayatını İslam’a hizmet yolunda geçiren Ebû Cendel (r.a.), Hz. Ömer’in hilafeti döneminde Hicret’in 18. yılında vefat etti.
Allah ondan razı olsun![1]

___________________________________
[1]Sîre, 3: 331, 337; Üsdü’l-Gàbe, 5: 160; Hz. Muhammed ve İslamiyet, 6: 202-206.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ

İslam’ın ilk yıllarında Resûl-i Ekrem’in mukaddes davetine icabet eden, zekâsı, gücü, kuvveti ve ilmi ile hak dinin cihana duyurulması için gayret eden; bere­ketli, mücadeleci ve istikametli ömrünü hep o yolda harcayan; hakkı ve hakikati hiçbir tesir altında kalmayarak haykıran; Re­sû­lul­lah ve onun Ehl-i Beyt’inin sevgisiyle yanan nadide şahsiyetlerden birisi de Hz. Ebû Berze Eslemî’dir.
Hz. Ebû Berze’nin asıl ismi “Nadle bin Ubeyd” idi. Bazı Asr-ı Saadet tarihçileri­nin beyanına göre, ismi “Nadle bin Niyar” idi. Niyar’ın şeytanın isimlerinden ol­duğunu söyleyen Peygamberimiz, değiştirerek Ebû Berze’ye “Abdullah” ismini vermiştir.[1]Çün­kü Peygamberimiz, Müslüman olan kimselerden Cahiliye Dev­ri’nden kalma bütün izleri siliyor, yerlerine doğrusunu koyuyordu.
Hz. Ebû Berze, kahraman ve mücahit bir sahabiydi. Peygamberimiz hayatta olduğu müddetçe onunla beraber bulunma şerefine mazhar olmuştu. Bütün sa­vaşlarda birlikte hareket etmiş, inancı uğrunda canını öne sürmüş, kanını akıt­mıştı.
Hz. Ebû Berze, savaşlarda gösterdiği üstün gayreti yanında, sahabiler arasın­da tema­yüz etmiş hadis ravilerinden biriydi. Birçok hadis ezberledi, bu hadis­lerden 64’ü hadis kitaplarında yer aldı. Ayrıca hadis ilminde de pek çok talebe yetiştirdi.
Hz. Ebû Berze, sade yaşamayı severdi. Lükse ve israfa asla yanaşmaz, tanı­dıklarından birisinin süslü elbise giyip, ata binerek gezdiğini görünce onları ikaz eder, dünyanın fâniliğini hatırlardı. Kendisine has bir âdeti de, öğle ve ak­şam yemeklerini fakir ve kimsesizlerle yemesiydi. Her sabah ve akşam, etrafın­da bulunan dul ve yetimlere yiyecek dağıtırdı.
Peygamberimizin irtihâlinden sonra da Kur’ân hizmetine devam eden Hz. Ebû Ber­ze, ihtilaf hadiselerinde Hz. Ali’yle birlikte hareket etti. Nehrevan’da Haricîlere karşı Hz. Ali’nin yaptığı çarpışmada Hz. Ebû Berze de bulunuyordu. Sıffîn’de Hz. Ali’nin yanında yer almıştı.[2]
Bir müddet Medine’de kaldıktan sonra Basra’ya geçen ve Şam’a da uğra­yan Hz. Ebû Berze, ilerlemiş yaşına rağmen Horasan bölgesinde meydana gelen savaşlarda da bulunmuştu.
Hz. Ebû Berze, Ehl-i Beyt muhabbetiyle doluydu. Kerbelâ faciasında çok fazla müteessir olan Hz. Ebû Berze, Hz. Hüseyin’in başının kesilip Şam’a, Hali­fe Yezîd’in önüne getirildiğinde orada hazır bulunuyordu.
Yezîd, elindeki değnekle Hz. Hüseyin’in dudaklarına dokunduğu sırada, bu çirkin hareketten ürperdi ve Yezîd’e sertçe çıkıştı:
“Sen Hüseyin’in dudağına değnekle vuruyorsun ha! Çek onun dudağından değneğini! Ben o dudakları Re­sû­lul­lah’ın öptüğünü gördüm.
“Ey Yezîd! Kıyamet günü sen, Allah’ın huzurunda şefaatçin İbni Ziyad [Hz. Hüseyin’i öldüren kişi] olduğu hâlde gelecek ve çıkacaksın. Hüseyin ise, kıya­met günü Allah’ın huzuruna şefaatçisi Muhammed Aleyhisselâm olduğu hâlde gelecek ve çıkacaktır.” dedikten sonra öfkeli bir şekilde oradan ayrıldı.[3]
Hicret’in 65. senesinde Horasan’ın Merv şehrinde Ramazan ayı içinde vefat eden Hz. Ebû Berze, oraya defnedildi.[4]
Allah ondan razı olsun!

____________________________________
[1]İsâbe, 3: 556.
[2]el-İsâbe, 3: 557.
[3]Üsdü’l-Gàbe, 5: 20.
[4]İbni Sa’d, Tabakât, 7: 9.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ

SELMAN SEVEN

{facebook#https://facebook.com/} {twitter#https://twitter.com/}

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget