Resulullah'ın hadislerini mi arıyorsunuz ?
Türkiye'nin En Geniş Kapsamlı Hadis Sitesi
HZ.MUHAMMED (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
"أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ"

Latest Post

Asr-ı Saadet’te nurlu bir ailede nur topu gibi bir çocuk dünyaya gelmişti: Habib bin Zeyd… Babası Asım el-Ensârî, Re­sû­lul­lah’a Akabe’de biat eden ilk yetişkinler arasında idi. Annesi Nesîbe bint-i Kâ’b, İslam davası için müşriklere karşı silah kullanan ilk kadındı. İşte, Habib bin Zeyd böyle bir evde, böyle bir annenin ter­biyesiyle yetişti. Bu evden iman, İslamiyet ve hakikat nuru yükseliyordu. Bu nur, Habib bin Zeyd’in daha küçük yaşındayken bütün benliğini sarmıştı. Ve o iman üzere doğdu, iman üzere büyüdü. Çok küçük olması sebebiyle katılamadı­ğı Bedir ve Uhud Savaşları dışındaki savaşlara iştirak etti. Katıldığı harplerde İslam düşmanlarına asla göz açtırmıyordu. Onun dinindeki, davasındaki meta­net ve sebatı dillere destandı.[1]
Hicret’in 9. yılında Arap Yarımadası’nın güneyinde bazı hadiseler cereyan ediyordu. Yalancı peygamberler ortaya çıkıyor ve Müslümanları rahatsız edi­yordu. İnsanları bütün kuvvetleriyle sapık yollara, dalalete götürüyorlardı. Biri San’a’da el-Esved el-Ansî, diğeri Yemâme’de Müseylimetü’l-Kezzâb idi. Ya­lancı Peygamber Müseylime, Hz. Peygamber’e elçi gönderiyor ve peygamber­lik iddiasında bulunuyordu. Yeryüzünün ikiye bölünmesini istiyor, yarısının kendisine diğer yarısının da Kureyş’e taksim edilmesini Re­sû­lul­lah’a teklif ediyordu. Re­sû­lul­lah ona cevabi bir mesaj gönderdi. Yeryüzünün tamamının Al­lah’a ait olduğunu bildirdi.
Müseylime’nin şirretliği gittikçe artıyordu. Çirkin fikirlerini adamları vası­tasıyla halkın arasında yayıyordu. Bunun üzerine Peygamberimiz (a.s.m.) ona bir ikaz mektubu göndermek istedi. Bu mektubu Müseylime’ye kim gö­türecekti? Çünkü Müseylime gibi bir zalime böyle bir mektubu götürmek ölüme karşı gitmekti. Peygamberimiz (a.s.m.), sahabiler arasında bu vazifeyi üzerine alacak birisini arıyordu. Gözleri, sebat ve metanetiyle bilinen Habib bin Zeyd’e takılmıştı. Bu yüce vazifeyi Habib Bin Zeyd yapabilirdi. Sahabi­ler de onu uygun gördüler.
Hz. Habib bin Zeyd şevk ve heyecan içinde Re­sû­lul­lah’ın kutsi mesajını ulaştırmak için yola çıktı. Re­sû­lul­lah’ın emrini yerine getirmek onun için dün­yanın en büyük mutluluğu idi. Yemâme diyarına gitti. Müseylime’ye Re­sû­lul­lah’ın ikaz ihtiva eden mektubunu verdi. Müseylime mektubu okuduktan sonra hiddetlendi. Yüzü kıpkırmızı kesildi. Yalancı gözlerinden kin ve nef­ret akıyordu. Bütün intikamını Hz. Habib bin Zeyd’den almak istiyordu.
Askerlerine Habib bin Zeyd’in en kısa zamanda elleri ve ayakları bağlana­rak yanına getirilmesini istedi. Bütün kavmini bir araya topladı. Hz. Re­sû­lul­lah’ın kahraman elçisi Habib bin Zeyd de getirildi. Vücudunda ve yüzünde iş­kence işaretleri, belirtileri vardı. Hz. Habib zincirlerle bağlı idi. Fakat onda endişe ve tereddüdün izi bile yoktu. Habib’i (r.a.) topluluğun ortasına getirdi­ler. Başı dik ve izzetli idi. Allah’a inandığı için müşriklerin zahirdeki güç ve kudretlerinin hiçbir ehemmiyeti yoktu.
Müseylime tek tek ondan hesap sormaya çalıştı. “Sen Muhammed’in pey­gamber olduğuna inanıyor musun?” dedi. Bir yandan en ağır işkenceler yapılı­yor, diğer yandan da onu imanından vazgeçirmek için çalışıyorlardı.[2]Fakat o, Re­sû­lul­lah’a inandığını haykırdı. Müseylime bu defa daha da ileri giderek, “Be­nim peygamber olduğuma inanıyor musun?” dedi. Hz. Habib bin Zeyd (r.a.) bu suali kesin bir dille geri çevirdi. Onun tehditlerine hiç ehemmiyet vermedi. Tekrar sorduğunda Hz. Habib onunla alay edercesine, “Kulağımda bir sağırlık var, duymuyorum!” dedi. Müseylime daha çok kızdı. Hz. Habib’in parça parça kesilmesini emretti. Cellatlarını çağırdı. Hz. Habib’in mübarek vücudundan kanlar akarken dili Kelime-i Şehadet’i haykırıyordu. Ruhunu Cenâb-ı Hakk’a tes­lim ederken dudaklarında Re­sû­lul­lah’ın mübarek ismini terennüm ediyordu.[3]
Bu haber annesi Nesîbe’ye ulaşınca, kahraman anne şöyle demişti:
“Oğlumu böyle bir gün için yetiştirdim. Onun Allah katında şehitler zümresine dâhil ol­duğuna inanıyorum.”
Daha sonra Hz. Ebû Bekir, Müseylime’nin fitnesini ortadan kaldırmak için bir ordu teşkil etti. Hz. Habib’in annesi Nesîbe de (r.a.) bu ordu içinde savaştı. Hz. Habib’in katili Müsleylime’nin Müslümanların kılıçlarıyla öldürüldüğünü biz­zat gözleriyle gördü.
Allah onlardan razı olsun!

__________________________________
[1]Üsdü’l-Gàbe, 1: 370.
[2]el-İsâbe, 1: 306.
[3]Tabakât, 4: 316.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ

Hz. Peygamber’e (a.s.m.) inanıp tabi olan Müslümanlar, daha bir elin parmakları aded­ini geçmemişti. İslam davası henüz gizli yayılma devresindeydi. Hz. Pey­gam­ber’in (a.s.m.) etrafında kenetlenmiş beş bahtiyar sahabi, âdeta cemiyetin bütün tabakalarının temsilcisi durumundaydı. Bunlar kadınlardan Hz. Hatice, çocuklardan Hz. Ali, hür erkeklerden Hz. Ebû Bekir, azatlı kölelerden Hz. Zeyd bin Hârise ve henüz esaret zincirini kırmamış kölelerden Hz. Bilâl-i Ha­beşî idi (Allah hepsinden razı olsun). Bu beş kahraman sahabi sık sık, gizli ola­rak bir araya geliyor, Hz. Peygamber’in (a.s.m.) ul­vi irşatlarından istifade edi­yor. İslam davasını tebliğ etmenin yollarını araştırıyorlardı.
Hz. Habbâb bin Eret de (r.a.) o sırada “Ümmü Ammar” isimli müşrik bir kadı­nın kölesiydi. İslam davasını duymuş, yakından yakına ilgilenmeye başlamıştı. Hiç olacak şey miydi? Hür ile köle, çocuk yaşındaki Hz. Ali ile Hz. Ebû Bekir bir araya geliyor, aynı mecliste toplanıp konuşuyorlardı. Kölelerin, hürlerin meclislerinde ancak hizmetçilik için bulunabildiği bir cemiyette bu nasıl olur­du?
Nihayet Habbâb da Müslüman olmaya karar verdi. Zaten eskiden beri Resulullah’ı (a.s.m.) tanıyor, hürmet duyuyordu. Re­sû­lul­lah’a (a.s.m.) geldi ve “altıncı Müslüman” olarak Kelime-i Şehadet getirdi.
O devrede Müslüman olmak, her türlü çile ve ıstırabı göze almak demekti. Üstelik Hz. Habbâb gibi, inandığını çekinmeden açıkça ilan eden birisi için du­rum çok daha vahimdi. Önceleri çok mahir bir demirci ustası olarak herkesin sevgi ve itibarını kazanmış olmasına rağmen, müşrikler onun Müslüman olma­sını bir türlü hazmedemiyor, her türlü zulüm ve işkenceyi reva görüyorlardı.
Hele efendisi Ümmü Ammar kızgınlığından âdeta kuduracak bir hâle gel­mişti… Hz. Habbâb’ın kollarını ve ayaklarını bağlayarak, ateşte kızdırttığı demir­le başını dağlattı. Mahir bir kılıç yapma ustası olan Habbâb, şimdi kızgın demir­lerle işkencelere maruz kalıyordu. Ama bütün varlığını kaplayan iman ateşi, bu maddi ateşlerden çok daha baskın çıkıyor ve işkencelere o imanla göğüs geri­yordu.
Bir gün Re­sû­lul­lah’a, Ümmü Ammar’ın kendisine yaptığı işkencelerden ve ba­şının ıstırabından şikâyet etti. Hz. Peygamber mübarek ellerini kaldırarak dua buyurdu: “Yâ Rab, Habbâb’a yardım et!”
Aradan çok kısa bir zaman geçmişti ki, Ümmü Ammar dehşetli bir baş ağrısı­na yakalandı. Ağrının şiddetinden ne yapacağını bilemez bir duruma gelmişti. Bazıları ona, başını ateşle dağlamasını tavsiye ettiler. Çaresiz, ona da teşebbüs edecekti. Ve bu işi yapmak da kölesi Habbâb’a düştü. Hz. Habbâb, bir müddet önce imanından dolayı kendi başını kızgın demirle dağlattıran kadının başını demirle dağlıyordu. Kader, Hz. Habbâb’ın intikamını dünyada böyle aldırıyor­du…[1]
Hz. Habbâb’ın çile ve ıstırapları henüz bitmemişti. Merhamet mahrumu müş­rikler, bir gün büyükçe bir meydan ateşi yakmışlar ve Hz. Habbâb’ı da yüzüko­yun ateşin üzerine bırakmışlardı. Bundan dolayı Hz. Habbâb’ın derisi yanıklar­la doluydu…[2]
Bütün bu işkence ve ıstıraplar karşısında Hz. Habbâb’ın elinden, Re­sû­lul­lah’a (a.s.m.) iltica etmekten başka bir şey gelmiyordu. Bir gün Re­sû­lul­lah’ın (a.s.m.) huzuruna çıkarak, “Yâ Re­sû­lal­lah! Bu cefadan kurtulmam için dua etmez misi­niz?” dedi.
Hz. Peygamber’in (a.s.m.) ibret ve müjde dolu cevabı ise şu oldu:
“Sizden önceki ümmetler içerisinde öyleleri vardı ki, toprak kazılır, sonra bir demir testere getirilir, başının üstüne konurdu da, onları dinlerinden caydıra­mazlardı. Demir taraklarla etleri taranır, kemiklerinden ayırt edilirdi de, onlar dininden yine vazgeçmezdi. Allah elbette bu davayı tamamlayacak ve bütün dinlerden üstün kılacaktır. Öyle ki, hayvanına binip San’a’dan Hadremut’a kadar tek başına giden bir kimse, Allah’tan başkasından korkmayacak, koyunları için de kurt saldırmasından başka bir şeyden endişe duymayacaktır. Fakat siz acele ediyorsunuz!”[3]
Hz. Habbâb’ın, müşriklerin ileri gelenlerinden olan As bin Vâil’den mühim bir miktar alacağı vardı. Gidip alacağını istedi. Müşrik, “Muhammed’i inkâr etmedikçe, sana olan borcumu ödemeyeceğim!” dedi. Hz. Habbâb da cevaben, “Ben her şeyimden vazgeçerim, yine de ölünceye kadar ve öldükten sonra dirilinceye kadar onu inkâr etmem!” diye cevap verdi. Bu cevap karşısında As bin Vâil daha da kızarak, “Eğer böyle bir şey olacaksa sabret, dirilip malıma ve evladıma tekrak kavuştuğum gün sana olan borcumu öderim!” diyerek küstahça alay etti. Bunun üzerine Meryem Sûresi’nin 77 ve 78. âyetleri nazil oldu. Mealen şöy­le buyuruluyordu:
“Şimdi şu âyetlerimizi ve ‘Elbette bana mal ve evlat verilecektir.’ diyen adamı gördün mü? O, gayba mı muttali olmuş, yoksa Rahmân’ın huzurunda bir söz mü almış? Hayır, öyle değil! Biz onun dediğini yazacağız ve azabını da çoğalttıkça çoğaltacağız. Ve o söylediği [malları] hep elinden alacağız. Ve o bize tek başına gelecektir.”[4]
Hz. Habbâb bin Eret’in Medine’ye hicretinden sonra, Resûl-i Ekrem onu Harraş bin Samma ile kardeş yaptı. Hz. Habbâb, ömrünün sonuna kadar, yapılan bütün gazalara iştirak etti.
Hz. Ömer (r.a.), Hz. Habbâb’a ayrı bir alaka ve hürmet gösterir, her vesileyle halkın huzurunda onu medh ü sena ederdi. Ona olan hürmetinin bir sebebi şu ol­sa gerek ki, Hz. Ömer, Müslüman olmadan az önce elindeki kılıçla eniştesi ve kız kardeşinin evine girdiğinde, Hz. Habbâb onlara yeni nazil olmuş olan âyetle­ri okuyor ve öğretiyordu. Bilindiği üzere, Hz. Ömer burada Hz. Habbâb’dan Kur’ân’ı dinledikten sonra Müslüman olmaya karar vermişti.
Hz. Habbâb, Hicret’in 37. senesinde Kûfe’de hastalandı. Gayret edilmesine rağmen hastalıktan kurtulamadı. Son nefeslerinde Hz. Hamza’yı (r.a.) hatırla­mış ve onun gibi şehit olamadığına üzülmüştü.[5]
Re­sû­lul­lah’tan (a.s.m.) 33 hadis rivayet eden Hz. Habbâb bin Eret, 72 ya­şında vefat etti. Cenaze namazını Hz. Ali (r.a.) kıldırdı ve kabri başında şu ko­nuşmayı yaptı:
“Allah, Habbâb’a rahmet eylesin. Hâlis bir Müslüman’dı. Re­sû­lul­lah’a tabi olarak hicret etti. Mücahit olarak yaşadı. Bedeniyle imtihan oldu. Allah, salih amel işleyenlerin amelini karşılıksız bırakmaz.”[6]
Allah hepsinden razı olsun!

_________________________________________
[1]Üsdü’l-Gàbe, 2: 98.
[2]Tabakât, 3: 165.
[3]Üsdü’l-Gàbe, 2: 98.
[4]Buhârî, Tefsir: 7.
[5]Tabakât, 3: 166.
[6]Üsdü’l-Gàbe, 2: 100.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ

Feyruz bin Deylemî (r.a.), İran hükümdarının Habeşlileri Yemen’den sürüp çı­kar­mak için gönderdiği İranlıların çocuklarındandır. Hicret’in 10. yılında Müs­lüman ol­du. Re­sû­lul­lah’ı görmek, onun sohbetinde bulunmak için bir heyetle birlikte Medine’ye geldi. Peygamberimize, “Yâ Re­sû­lal­lah, bizim nereden gel­diğimizi biliyorsunuz. Bizler Müslüman olduk. Velimiz, yardımcımız kimler­dir?” diye sordular. Peygamberi­miz, “Allah ve Resûlü!” buyurunca, Feyruz ve arkadaşları, “Allah ve Resûlü bize yeter, biz bunlara razıyız!” dediler.
Feyruz (r.a.) ve arkadaşları Müslüman olmadan önce içkiyi çok içiyorlardı. Bunun haram olduğunu öğrenir öğrenmez bu alışkanlıktan bir anda vazgeçti­ler. Fakat kendilerini meşgul eden bir mesele vardı: Acaba kendisinden içki ya­pılan üzüm de haram kılınmış mıydı? Ellerinde bulunan üzümü ne yapacaklar­dı? Bunu Peygamberimize sordular. Re­sû­lul­lah, “Onu kuru üzüm yapınız.” bu­yurdu. “Kura üzümü ne yapacağız, yâ Re­sû­lal­lah?” diye sormaları üzerine de Peygamberimiz, hoşaf yapıp içmelerini emretti.
Feyruz’un (r.a.) bir diğer problemi de, iki kız kardeşi birlikte nikâhı altında bu-lun­durmasıydı. Oysa İslamiyet bunu haram kılmıştı. Peygamberimize, ne yap­ması gerekti­ğini sordu. Re­sû­lul­lah (a.s.m.), “Onlardan arzu ettiğini yanında tut, diğerini ise boşa!” buyurdu. Hz. Feyruz, emri derhâl yerine getirdi.[1]
Feyruz ve arkadaşları bir müddet Medine’de kaldıktan sonra Yemen’e döndüler. Burada İslamiyet’e büyük bir hizmette bulundu. Peygamberimiz vefat hastalığı­na yakalandığı sırada Yemen’de ortaya çıkan yalancı peygamber Esvedü’l-Ansî’yi öldürdü. Esved, sihirbaz biriydi. Şerli şeytanlardan bazılarını emri altına almıştı. Halka bazı aca­yip şeyler göstererek onları aldatırdı. Peygamberimiz bu yalancı adamın öldürülmesi için çeşitli yerlere emirler göndermişti. Onun Hz. Feyruz ve arkadaşları tarafından öldürüldüğü gün, Peygamberimiz bir mu­cize olarak bunu sahabilere müjdeledi, “Dün gece Esved el-Kezzâbü’l-Ansî, kardeşlerinizden birinin eliyle öldürüldü!” buyurdu. Saha­bi­ler, “Yâ Re­sû­lal­lah, onu kim öldürdü?” diye sordular. Re­sû­lul­lah (a.s.m.), “Onu, salih ve mübarek bir ev halkından mübarek birisi, Feyruz ed-Deylemî öldürdü.” buyurdu. Sahabiler, Allah ve Resûlünün düşmanı bu yalancı adamın öldürülmesini büyük bir sevinçle karşıladılar. Hz. Feyruz’a duada bulundular.
Feyruz (r.a.), Hz. Osman zamanında Yemen’de vefat etti.
Allah ondan razı olsun!

______________________________________
[1]Tabakât, 5: 533-534; Müsned, 4: 232.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ

SELMAN SEVEN

{facebook#https://facebook.com/} {twitter#https://twitter.com/}

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget