Resulullah'ın hadislerini mi arıyorsunuz ?
Türkiye'nin En Geniş Kapsamlı Hadis Sitesi
HZ.MUHAMMED (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
"أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ"

Latest Post

Mekke’nin fethi günüydü... Hâris bin Hişâm, arkadaşı Zübeyr bin Ebû Ümeyye ile birlikte Peygamberimizin halası Ümmühanî’nin evine geldiler. “Himayeni­ze sığınıyoruz.” dediler.
Bu arada Hz. Ali, gördüğü herkesi İslam’a çağırıyordu. Müslüman olmayanla­rın, İslam’a karşı gelenlerin cezalandırılmaları lüzumuna inanıyordu. Zaten sa­vaş hâlindeydiler. Hz. Ümmühanî’nin evine geldi. Hâris ve Zübeyr’i görünce şaşırdı. Her ikisi de birer İslam düşmanıydılar. Üzerlerine yürüdü. Fakat Hz. Ummühanî, evine sığınan insanla­rın öldürülmesine müsaade etmedi. “Vallahi beni öldürmedikçe onlara el süremezsiniz!” diyerek Hz. Ali’ye mâni oldu. Hz. Ummühanî, onların hâlinden gönüllü olarak İslam’ı kabul edeceklerini tahmin etmişti.
Hz. Ummühanî, “Ali neden böyle yapıyor?! Kocamın akrabası olan bu iki kişiyi himaye ettiğim hâlde öldürmek istiyor!” diyerek, Hz. Ali’nin durumunu Re­sû­lul­lah’a haber verdi. Gerçi Hz. Ali’nin haklı bir gerekçesi vardı. Çünkü Hâris bin Hişâm, Bedir Harbi’nde Müslümanlara kan kusturmuştu. Buna rağ­men Peygamber Efendimiz, Hz. Ali’den böyle davranmamasını istedi. Hima­yesine girmiş, kendilerine sığınmış bir kimsenin öldürülemeyeceğini beyan et­ti. Peygamberimizin bu müsamahası, birer İslam düşmanı olan Hâris ve Zübeyr üzerinde büyük tesir bıraktı, kalplerinin İslam’a ısınmasına sebep oldu. Onların bu kalbî taraftarlıkları bir müddet sonra İslam’la müşerref olmalarını netice ver­di.
Hâris’in Müslüman olması şöyle oldu:
Mekke’nin Fethi üzerinden henüz bir sene geçmemişti. Resûl-i Ekrem Efendimiz (a.s.m.) bir gün Hz. Bilâl’le beraber Kâbe’ye girdi. Bilâl’in ezan okumasını istedi. Ebû Süfyân bin Harb, Attab bin Esid ve Hâris bin Hişâm da Kâbe’nin avlusunda oturuyorlardı. Attab bin Esid, “Babam bahtiyardı ki, bugünlere kalmadı!” dedi. Hâris bin Hişâm ise, “Neden böyle konuşuyorsun? Yemin ederim ki, Muhammed’in hak söylediğini bilsem ona inanır, tabi olurum!” dedi. Ebû Süfyân ise korkak bir eda ile, “Hiçbir şey söy­leyemem. Çünkü ne söylersem şu civarın taşları, çakılları ona haber verir!” de­di.[1]
Onlar böyle sohbetlerine devam ederken, Peygamber Efendimiz ansızın yan­larına gel­di. “Söylediklerinizin hepsini biliyorum!” buyurarak, konuştuklarını teker teker anlat­tı. Şaşırıp kaldılar. Bunun üzerine Hâris ve Attab, “Vallahi bu söylediklerimizi bizden başka kimse bilmiyordu. Sen bunları bir insandan duy­muş olamazsın. Senin Peygamber olduğuna şahitlik ederiz.” dediler ve Kelime-i Şehadet getirerek Müslüman oldular.[2]
Böylece, Resûl-i Ekrem Efendimizin (a.s.m.) en büyük arzusundan birisi ger­çek­leş­miş oldu. Çünkü çevresinde iyiliği ve dürüstlüğüyle tanınmış olan Hâris bin Hişâm’ın Müslüman olmasını çok istiyordu. Hattâ onun için, “Allah’ım, Hâris’in İslamiyet’e girmesini ne kadar istiyorum, ona hidayet nasip et!” diye dua ediyordu. Peygamberimizin bu niyazı kabul olmuş, Hâris bin Hişâm zorla değil, kendi isteğiyle iman etmişti.
Hâris’in Müslüman olmasından sonra Efendimiz, ona iltifatta bulundu ve “Seni İsla­­miyet’le şereflendiren ve sana doğru yolu gösteren Yüce Allah’a hamd olsun. Zaten se­­nin gibi bir insanın İslam’ı bilmemesi ve takdir etmemesi müm­kün değildi.” buyurdu.
Hâris’in kalbi iman aşkıyla çarpıyordu. İslam’a hizmet aşkı ruhunda büyük he­yecan doğurmuştu. Kardeşi Ebû Cehil, İslam’ı kökten yıkmak için elinden geleni geri koymazken, Hâris onun yaptığı tahribata karşı İslam’ı yaymayı, sadece Mekke ve Medine’de değil, en uzak yerlere kadar gidip, sahabilerle birlikte ci­hada çıkmayı, durup dinlenmeden hizmet etmeyi düşünüyordu.
Sonunda cihada çıkma kararını verdi. Yakınları ve dostları, kendisini yolcu etmek üzere geldiklerinde Hâris, Mekke ve Medine dışına çıkmasının tek sebe­binin cihat aşkı olduğunu bildiren şu veciz konuşmasıyla onlara veda etti:
“Kardeşlerim, dostlarım! Yemin ederim ki, ne sizden fazla kendimi düşündü­ğüm ne de başka bir yurdu bu yurda tercih ettiğim için gitmiyorum. Başka in­sanları sizlere tercih ediyor da değilim. Bu yolculuğum sadece Allah yolunda ve Allah rızası için bir yolculuktur.”
Hz. Hâris’in bundan sonraki hayatının çoğu cihat meydanlarında geçti. O, kendisinden önce ahirete şehit olarak giden kahraman sahabiler gibi olmak is­tiyordu. Onları daima hayırla yâd ediyordu. “Mekke dağları kadar altınım olsa, hepsini Allah yolunda harcasam, yine onlara yetişemem!” diyordu. Bu dünyada onlarla beraber bulunamadıysa da, ahirette beraber olacağı düşüncesi, ruhunu tatmin ediyordu.
Nihayet Yermuk Savaşı’nda ağır bir şekilde yaralandı. Arkadaşlarından su is­tedi. Getirdiler. Tam içeceği sırada, kendisi gibi yaralı olan İkrime bin Ebû Cehil’in suya baktığını gördü. Hemen suyu ona gönderdi. “Suyu İkrime’ye götür.” dedi. İkrime (r.a.) içmek için suyu eline aldı. Ayyaş bin Ebî Rebiâ’nın (r.a.) suya baktığını gördü. Hz. Ayyaş da yaralıydı. İkrime (r.a.) suyu ona gönderdi. Sucu Hz. Ayyaş’a gittiğinde onun şehit olduğunu gördü. İkrime’ye yetişmek istedi. Yanına geldiğinde o da şehit olmuştu. Hemen Hz. Hâris’e koştu. Fakat o da şehadet mertebesine ermişti…[3]
Hz. Hâris’in Re­sû­lul­lah ile çok tatlı hatıraları vardı. Bunlardan birisi şöyle­dir:
“Bir gün Re­sû­lul­lah’ın huzuruna vardım; bana nasihat etmesini, birtakım tav­siye­ler­de bulunmasını istedim. Re­sû­lul­lah, ‘Dilini korumaya çalış.’ buyurdu. Sadece bunu tav­­siye etti. Ben bunun çok kolay bir şey olduğunu sanıyordum, fakat daha sonra ne ka­­dar zor bir olduğunu anladım!”[4]
Allah ondan razı olsun!

___________________________________
[1]Üsdü’l-Gàbe; 1: 352.
[2]Sîre, 4: 56.
[3]Üsdü’l-Gàbe, 1: 352.
[4]Tabakât, 1: 198.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ

Uhud Savaşı’ndan dört ay sonraydı… Necid bölgesinde oturan Âmiroğulları kabi­le­si­nin reisi Ebû Berâ, Peygamberimize gelerek, kavmine İslamiyet’i anlatmala­rı için birkaç sahabi göndermesini istedi. Re­sû­lul­lah da göndereceği sahabileri himaye etmesi için Ebû Bera’dan söz aldıktan sonra Suffe Ashâbı’ndan 40 (bir rivayete göre 70 kişilik) bir irşat heyeti gönderdi. İşte bu heyette bulunan­lardan birisi de Hz. Haram bin Milhan’dı (r.a.).
Hz. Haram, Hz. Enes bin Mâlik’in dayısıydı. Ümmü Süleym’in ve Ümmü Haram’ın da (r.a.) kardeşiydi. Bedir ve Uhud Savaşlarında bulunmuş, büyük kahra­manlıklar göstermişti. Güzel Kur’ân okurdu. Hitabeti de iyiydi.
Heyet, hazırlıklarını tamamladıktan sonra yola çıktı. Ebû Bera önden giderek heyetin geçeceği yolda bulunanlara Re­sû­lul­lah’ın Ashâbının himayesi altında olduğunu söyledi. Onlara dokunmamalarını tembihledi. Bu arada irşat heyeti, Maûne Kuyusu’nun ba­şına geldi. Orada konakladılar, istirahat ettiler. Bu arada, “Civar halkını hangimiz İsla­miyet’e davet eder?” diye konuştular. Hz. Haram, “Ben davet ederim.” dedi. Sonra da ar­kadaşlarına, “Ben haber getirinceye kadar yerinizde durunuz. Eğer onlar bana Re­sû­lul­lah’tan aldığımız emri kendilerine tebliğ edinceye kadar imkân verirlerse ne âla! Eman vermez de ihanet ederlerse, zaten siz de benden uzakta değilsiniz, tedbirinizi alırsınız.” dedi.
Haram bin Milhan (r.a.) onlara yaklaşınca, “Re­sû­lul­lah’ın elçiliğini tebliğ için bana eman verir misiniz?” dedi. Müsaade edince, onları İslam’a davet etti. “Ben Re­sû­lul­lah’ın size gönderdiği elçiyim. Ben şehadet ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur. Muhammed de O’nun kulu ve Resûlüdür. Öyle ise siz de Allah ve Resûl’üne iman ediniz.” dedi.
Sonra da Re­sû­lul­lah’ın gönderdiği mektubu Âmir bin Tufeyl’e uzattı. Âmir, mektubu okuma tenezzülünde dahi bulunmadı. Adamlarından birisine işaret ederek, Hz. Haram bin Milhan’ı arkadan mızraklattı. Arkadan saplanan mızrak bu büyük sahabinin göğsünden çıktı. O arada Hz. Haram, “Allahü ekber! Kâ­be’nin Rabb’ine and olsun ki kazandım gitti!” dedi. Şehitlik gibi yüce bir mertebe­ye ulaşmıştı…
Müşrikler, Haram bin Milhan’dan (r.a.) sonra diğer sahabileri de şehit ettiler. Sadece Amr bin Ümeyye’yi (r.a.) serbest bıraktılar. Sahabiler şehit olmadan önce, “İlahî, burada Resûlüne durumumuzu haber verecek Senden başkası yok­tur. Selamımızı ona Sen ulaştır. İlahî! Resûlün vasıtasıyla kavmimize haber ver ki, biz Rabb’imize kavuştuk. Biz Rabb’imizden hoşnut olduk, Rabb’imiz de biz­den hoşnut oldu.” dediler.
Peygamberimiz (a.s.m.) o sırada Medine’de bulunuyordu. Cebrâil (a.s.) gel­di, onların selamını ulaştırdı. Peygamberimiz de onların durumunu Ashâbına haber verdi ve şöyle buyurdu:
“Kardeşleriniz, müşriklerle karşılaştılar. Müşrikler onları kesip biçtiler, mızrakla­dı­lar. Onlar şehit olurlarken, “Ey Rabb’imiz, Rabb’imizden hoşnut olduğu­muzu, Rabb’i­mizin de bizden hoşnut olduğunu kavmimize Sen tebliğ et.’ dedik­lerini ben size bildiri­yorum. Onlar için Allah’tan mağfiret dileyiniz. Onlar bana selam gönderdiler.”
Peygamberimiz daha sonra katillere beddua etti. Bu bed­dua sebebiyle zalim müşrikler kuraklık ve kıtlığa maruz kaldılar. Perişan oldu­lar…[1]

______________________________________
[1]Tabakât, 3: 514; Üsdü’l-Gàbe, 1: 395; Müstedrek, 2: 110-111.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ

        Hanzala Ibni Ebî Âmir radiyallahu anh sehidlik hasretiyle yanan bir yigit... Uhud savasi öncesinde yeni dünya evine giren ve o günün sabahinda Uhud’a kosup müsriklerle çarpisan bir kahraman... Naasini meleklerin yikadigi bir sehid...
        O, Evs kabilesinin ileri gelenlerindendi. Son derece kuvvetli, dirayetli ve yüksek bir ahlâka sahipti. Müslüman olmadan önce insanlardan uzak kalarak ibadetle mesgul olurdu. Hanif dini üzere yasardi. Inziva hayatini severdi. Putlara ibadet etmekten nefret ederdi.
        Hanzala Ibni Ebî Âmir, Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin Medine-i Münevvere’ye tesrifinden sonra Islâm’la sereflendi. Babasi Ebû Âmir ise Iki Cihan Günesi efendimize düsman olanlarla beraber oldu. Efendimiz Medine’ye tesrif edince o da Mekke’ye gitti ve müsriklerle ayni safta yer aldi. Bu yüzden ona fâsik lâkabi verildi.
        Hanzala (r.a.) bütün akrani arasinda “Takî” lakabiyla meshurdu. Yüksek ahlâkli bir zâtti. Kalbinde iman günden güne çosuyordu. Iki Cihan Günesi efendimizin yanindan ayrilmiyordu. Babasi ise, küfür ve tugyan içerisinde kendi kabilesinden elli kisilik bir grupla Mekke’li müsriklerle bir olmus Fahr-i Kâinat (s.a) efendimize karsi cephe olusturmustu.
        Hanzala (r.a) Bedir ve Uhud Gazvelerine istirak edip büyük kahramanliklar gösterdi. Bedir Gazvesine katildiginda henüz bekârdi. Savastan bir müddet sonra Abdullah Ibni Übey Ibni Selül’ün müslüman olan kizi Cemîle ile nikahlandi. Dügünleri Uhud savasi öncesine rast geldi. Dügünün oldugu günün aksami Resûl-i Ekrem (s.a) efendimiz ashabiyla Uhud’a hareket edecekti. Geceyi evinde geçirmek üzere Fahr-i Kâinat (s.a)’den izin istedi. Efendimiz de müsaade buyurdu.
        Yeni dünya evine giren Hanzala (r.a) o geceyi ailesinin yaninda geçirdi. Sabahleyin erkenden evinden çikti. Uhud’da Iki Cihan Günesi Efendimize yetisti. Sevgili Peygamberimiz harp için saflari düzeltirken o da ashab-i kiram’in arasina katildi.
        Uhud günü büyük kahramanliklar sergileyen Hanzala (r.a) diger sahabiler gibi can-siperâne bir sekilde müsriklere hücüm etti. Sehidlik arzusuyla saga-sola atildi. Hiç durmadan dinlenmeden kiliç salladi. Günboyu ok atarak kiliç sallayarak savasti. Müsrikler bozguna ugrayip kaçmaya baslamisti. Müsrik ordusu komutani Ebû Süfyan ise yalniz kalmisti. Hanzala (r.a.) onu görünce hemen kilicini çekti ve atinin bacaklarini uçurdu. Atiyla birlikte Ebû Süfyan’i yere düsürdü. Korkudan ne yapacagini sasiran Ebû Süfyan âvâzinin çiktigi kadar bagirmaya basladi. Etrafina: “Ey Kureys ben Ebû Süfyanim Hanzala beni öldürecek yetisin.” diye seslendi: O hengamede herkes can derdine düsmüstü. Aldiris eden pek yok gibiydi. Hanzala (r.a) ona dogru hücum etmeye hazirlanirken birdenbire arkasindan yaklasan Seddat Ibni Esved, hain mizragi ile onu sirtindan vurdu. Hanzala (r.a) mukabele etmek istediyse de pesinden ikinci bir darbe daha aldi ve sehadet serbetini içti.
        Uhud Savasini Bedir’in intikamini almak için gerçeklestiren Ebû Süfyan, Hanzala (r.a)’in sehid edilmesini Bedir’de öldürülen oglu Hanzalaya karsilik olarak kabul etti. Onun yerine öldürülmüs gibi saydi. Savas meydaninda müsrikler intikam duygusuyla sehidlerin organlarini kesiyordu. Hanzala (r.a)in müsrik babasi Ebû Âmir onun cesedine eziyet edilmesine engel oldu.
        Hanzala (r.a) sehid olunca Iki Cihan Günesi Efendimiz onun hakkinda:
“Ben Hanzala’yi meleklerin gökle yer arasinda gümüs bir tepsi içinde yagmur suyu ile yikadiklarini gördüm.” buyurduEbû Useyd Said (r.a) diyor ki: “Gidip Hanzala’ya baktim. Basindan yagmur suyu akiyordu. Döndüm bunu Rasûlullah (s.a)’e haber verdim: Resûl-i Ekrem (s.a) de hanimina haber gönderip bunun sebebini sordu. Ailesi, Hanzala (r.a)’in Uhud’a yetisebilmek için çok acele çiktigini ve gusul abdesti alamadigini söyledi.” O, bu hadiseden sonra “Gasîlü’l-melâike = Melekler tarafindan yikanmis kimse” lakabiyla anildi. Evs kabilesi onunla iftihar ederdi. “Melekler tarafindan yikanan Hanzala (r.a) bizdendir.” derlerdi.
        Hanzala (r.a)’in ailesi Cemile dügün gecesi bir rüya görmüstü. Sabah olunca kavminden dört kisi çagirdi ve Hanzala ile evlendiklerine onlari sahit tuttu. Çocuk olursa Hanzala (r.a)’e ait olacagini söyledi. Oradaki sahidler: “Buna ne lüzum vardi?” diye sorunca Cemile (r.anhâ) gördügü rüyayi anlatti ve: “Rüyamda semanin açildigini, Hanzala’nin içeri girdikten sonra kapandigini gördüm.” dedi. Rüyasi hakikat olup Hanzala (r.a) Uhud’da sehid oldu. Abdullah isminde bir ogullari oldu. Abdullah Ibni Hanzala olarak taninan bu çocuk Yezid Ibni Muâviye’ye karsi Medine halkinin biat ettigi Abdullah’dir. Yezid’in zamaninda sehid edilmistir.
        Cenab-i Hak’tan baba-ogul her iki yigit sevgilinin sefaatlerine erebilmeyi niyaz ederiz. Amin.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ

SELMAN SEVEN

{facebook#https://facebook.com/} {twitter#https://twitter.com/}

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget