Resulullah'ın hadislerini mi arıyorsunuz ?
Türkiye'nin En Geniş Kapsamlı Hadis Sitesi
HZ.MUHAMMED (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
"أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ"

Latest Post

Hz. Peygamber’in (a.s.m.) müderris ve muallimliğini yaptığı Suffe Medresesi ta­lebelerinin her biri ayrı bir meziyet, ayrı bir kabiliyet, ayrı bir fazilete sahiptir, İnsanın fıtri hususiyetlerini, Kur’âni düstur ve prensiplerin emri çerçevesinde daima dikkat nazarında bulunduran Re­sû­lul­lah, bu ulvi medresenin talebeleri­nin her birinin kalbine nübüvvet nurundan inikaslar sağlamıştı. Suffe Ashâbı’­nın kimisi cihatta, kimisi tebliğde, kimisi ilimde, kimi de hadis rivayetinde şahikalaşmıştır.
Esma bin Hârise de, bu fazilet, ilim ve medeniyet müjdecileri kervanının bir halkasıdır. O da bütün hayat ve varlığını Hz. Peygamber’in hizmetine adamıştı. Saadet, lezzet ve huzuru bunda idi. Onun için, Kâinatın Efendisi’ne hizmetkâr olmaktan büyük bir şeref olamazdı.
Re­sû­lul­lah’ın hizmetkârları arasında Enes bin Mâlik’ten (r.a.) sonra sıklıkla adı geçenler, Esmâ bin Hârise ve kardeşi Hind bin Hârise’dir. Bu sahabiler, her türlü eziyet ve meşakkat içinde, gece gündüz demeden Re­sû­lul­lah’ın hizmetinde bulunmaktan geri durmadılar. Bir yandan Suffe Medresesi’nde İslam’ın yüce emir ve prensiplerini, imani ve ilmî hakikat ve bilgileri tedris ederken, diğer yandan Hz. Peygamber’in hizmetinde bulunuyorlardı.
Medine’ye geldiğinde Re­sû­lul­lah, “Mihmandâr-ı Nebî” unvanıyla anılan Ebû Ey­yûb el-Ensârî’nin evinde kaldı. Ebû Eyyûb, bizzat kendisi Re­sû­lul­lah’ın hizmetinde bu­lunur, ihtiyaçlarını karşılar, suyunu getirir, isteklerine koşardı.
Re­sû­lul­lah bir süre burada kaldıktan sonra kendi evine taşındı. Bu esnada fii­len hizmetinde bulunanlardan biri de Esmâ bin Hârise’ydi.
Arabistan’ın çorak ve kurak bölgesinde, kızgın kum ve güneşte, yıllarca artan bir heyecan ve vecd ile, Hane-i Saadet’e kovalarla Sukya Kuyusu’ndan su taşı­dı.
Esma bin Hârise’nin kabile ve kavmi arasında mühim bir mevkii ve ağırlığı vardı. Hatırı sayılır biriydi. Esmâ, Re­sû­lul­lah’ın hizmetinde bulunmayı, bütün makam ve mevkilerden, teveccüh ve takdirlerden daha şerefli daha üstün görüyordu. Kavminin reisi olmaktansa Re­sû­lul­lah’ın hizmetçisi olmayı tercih et­mişti.
Onun ve kardeşinin bu kahramanlığını, yine Suffe Medresesi’nin güzide tale­besi, Ebû Hüreyre (r.a.) şöyle anlatır:
“Şu Hârise’nin iki oğlu olan Esmâ ve Hind’i gördüm göreli, Re­sû­lul­lah’a hizmet ederler.”
Ebû Hüreyre gibi, Re­sû­lul­lah’ı gölge gibi takip eden, yanından ayrılmayan bir saha­binin “gördüm göreli” demesi, iki kardeşin ne kadar zaman Hz. Peygambe­r’e hizmet ettiklerini anlatmaya yeter…
Bu büyük sahabi, dünyevi makam ve zevkleri büsbütün terk ederek Re­sû­lul­lah’ın hizmetinde bulunmayı “en büyük zevk ve makam” olarak görmüştür.
Bir defasında Re­sû­lul­lah, bir emri tebliğ için onu kavmine göndermişti. Hz. Peygamber’den bu emri alan Esmâ’nın, ayakkabılarını eline alarak, yalın ayak, ne­fes nefese koşup kavmine gittiği ve Re­sû­lul­lah’ın emrini tebliğ ettiği bildiril­mektedir.
Re­sû­lul­lah’ın medresesinde yetişen sahabilerin, hizmet ve vazifesindeki has­sa­si­yetleri nihayetsizdi. Yeni bir emir, yeni bir tavzif karşısında durmak ve yo­rulmak nedir bilmezler, gerektiğinde Esmâ’nın yaptığı gibi yalın ayak koşarlar­dı.
Hicrî 66 tarihinde vefat eden bu fedakâr ve kahraman şahsiyetin hayatıyla il­gili kay­naklarda çok az bilgi vardır. Ebû Hüreyre’nin yukarıda geçen beyanları dışında, Muhammed bin Ömer’in Esmâ ve Hind’i kastederek, “Ben, bu iki kar­deşin ve Enes bin Mâlik’in, Re­sû­lul­lah’ın kapısını terk ettiğini görmedim!” şek­lindeki ifadesi, Esmâ ve kardeşinin Re­sû­lul­lah’ın hizmetinden bir an olsun ayrılmadıklarını göstermektedir…[1]
Allah onlardan razı olsun!

_________________________________________
[1]Tabakât, 1: 322, 497, 504; Üsdü’l-Gàbe, 1: 78.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ

Re­sû­lul­lah’tan birçok mucize gördükleri hâlde, Mekke müşrikleri ona inan­mamakta ısrar ediyorlardı. Bununla da kalmayarak, Müslümanları ağır işken­celere maruz bırakıyorlardı. Bütün bu eza ve cefalar karşısında dahi Pey­gam­berimiz tebliğ vazifesinden bir an bile olsa geri durmuyor, insanları Al­lah’ın varlığına ve birliğine inanmaya davet ediyordu.
Peygamberimiz (a.s.m.) her yıl hac mevsiminde çevreden gelen insanlara İslamiyet’i anlatıyor, onları Müslüman olmaya davet ediyordu. Çoğu onu red­dediyor, iman etmeye yanaşmıyordu. Fakat Peygamberimiz ümidini yitirme­den, durmak dinlenmek bilmeden davasını tebliğ ediyordu. Çünkü o bir pey­gamberdi. Vazifesi sadece tebliğdi. Hidayet vermek ise Allah’a mahsustu.
Bir hac mevsimiydi… Peygamberimiz kabileler arasında dolaşıyor, tebliğde bulunuyordu. Altı kişilik bir kafilenin yanına geldi. Biraz sohbetten sonra onları Müslüman olmaya davet etti. Bunlar Medineliydi. İnsaf sahibi kimseler­di. Birbirlerine, “Vallahi bu, bize Yahudilerin geleceğini bildirdiği ve onunla bizi korkuttukları peygamber olsa gerek! Sakın ona iman etmekte ve tabi ol­makta Yahudiler bizi geçmesinler!” dediler ve hemen Müslüman oldular. İşte bu altı bahtiyardan birisi de, Neccaroğullarından Es’ad bin Zürâre idi (r.a.).
Bu bahtiyar insanlar, Peygamberimizin yanından ayrılırken şöyle dediler:
“Bizim kavmimiz hem birbirlerine hem de başkalarına düşmanlık ediyorlar. Umulur ki, Allah onları senin sayende bir araya toplar. Biz hemen dönüp onları da İslamiyet’e davet edecek, kabul ettiğimiz şeyleri onlara da anlatacağız. Eğer Allah onları bu din üzere toplarsa, senden daha aziz, senden daha şerefli kimse olmaz!”
Sonra da Re­sû­lul­lah’tan izin alarak ayrıldılar. Bu mübarek sahabiler, Medi­ne’de canla başla tebliğ vazifesinde bulundular, birçok kimsenin İslam’la müşerref olmasına vesile oldular. Bir yıl sonraki hac mevsiminde de 12 kişilik bir heyetle Akabe’de Peygamberimizle buluştular. Peygamberimizin isteği üzere, hiçbir şeyi Allah’a ortak koşmayacaklarına, hırsızlık etmeyeceklerine, çocuk­larını öldürmeyeceklerine, iftirada bulunmayacaklarına, hiçbir hayırlı işe muhalefet etmeyeceklerine dair Re­sû­lul­lah’a söz verdiler. Bir müddet sohbet et­tikten sonra da Re­sû­lul­lah’tan izin alarak oradan ayrıldılar. Peygamberimiz de, İslamiyet’i öğretmesi için büyük sahabi Mus’ab bin Umeyr’i (r.a.) onlarla Medi­ne’ye gönderdi.
Hz. Mus’ab çok iyi bir hatipti. Sabırlıydı. İkna kabiliyeti kuvvetliydi. Medi­ne’de Es’ad bin Zürâre’nin (r.a.) evinde misafir oldu. Birlikte tebliğ vazifesini hızlandırdılar. Sa’d bin Muâz, Üseyd bin Hudayr gibi büyük sahabiler, bu iki zatın tebliğiyle Müslüman oldu.
Ertesi yıl hac mevsiminde 73’ü erkek 2’si kadın 75 kişilik bir heyetle Aka­be’ye geldiler. Re­sû­lul­lah ile buluşup sohbet ettiler. Peygamberimiz onların arasından 12 temsilci seçti. Es’ad bin Zürâre’yi de bu 12 kişinin temsilcisi olarak tayin etti. Temsilciler, temsil ettikleri gruplarla konuştular. Onlara, Re­sû­lul­lah’a yapacakları biatın önemini anlattılar. Sonra da temsil ettikleri grubun önüne düşerek Re­sû­lul­lah’a biat ettiler. Hz. Es’ad biat ederken şöyle diyordu:
“Ben Allah’a ve Allah’ın Resûl’üne verdiğim sözü tamamlamak, yerine getir­mek, yardım hususundaki sözümü fiilimle gerçekleştirmek üzere biat ediyo­rum.”
Biat işi tamamlanınca Medineli Müslümanlar oradan ayrıldılar. Medine’ye hareket ettiler. İman faaliyetine başladılar. Re­sû­lul­lah’ın Medine’ye hicret etme­si için zemin hazırladılar…
Es’ad bin Zürâre bu arada, “Kim bir sünneti ihya ederse hem onun sevabına, hem de kıyamete kadar o sünnetle amel edenlerin kazanacakları sevaba nail olur.” Mealinde­ki hadis-i şerifi bizzat yaşayarak güzel bir âdetin tohumunu attı. Medine’de bir yeri mescit edinerek orada Müslümanlara hem vakit namazları­nı hem de Cuma namazını kıldırdı.
Hz. Es’ad, Peygamberimizin hicretinden kısa bir müddet sonra rahatsızlandı. Peygamberimiz de bu sahabisini ziyarete gitti, onun için dua ve niyazda bulun­du. Es’ad (r.a.) yakalandığı bu hastalıktan kurtulamayarak vefat etti. Cenazesini bizzat Peygamberimiz yıkadı, namazını kıldırdı. Ve Bâki Kabristanı’na defnet­ti. Böylece, Ensar’dan bu kabristana defnedilen ilk sahabi, Hz. Es’ad oldu.
Peygamberimizin Medine’ye gelmesinden ve İslam’ın gün geçtikçe yayılma­sından rahatsız olan Yahudiler ve münafıklar, Hz. Es’ad’ın ölümünü dedikodu ve­silesi yaptılar. Bu hadiseyi Peygamberimiz için bir eksiklik olarak gördüler. Şöyle diyorlardı:
“Eğer o bir peygamber olsaydı, arkadaşı ölmezdi!”
Bunun üzerine Peygamberimiz şöyle buyurdu:
“Ben ne kendim için ne de arkadaşım için Allah’tan gelecek bir şeyi savmaya malik değilim!”
Es’ad bin Zürâre’nin ölümü üzerine Neccaroğulları toplanıp Re­sû­lul­lah’a gel­diler, “Yâ Re­sû­lal­lah! Biliyorsunuz ki, o bizim temsilcimizdi. Onun yerine bi­rini tayin et.” dediler. Peygamberimiz, “Siz benim dayılarımsınız, sizin temsil­ciniz benim!” buyurdu. Onlar da bunu kendileri için büyük bir bahtiyarlık vesile­si saydılar ve sevinçle oradan ayrıldılar.[1]

_______________________________________
[1]Sire, 2: 70, 73, 81-90, 153; Müsned, 4: 138; Tabakât, 1: 217, 219, 221-223.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ

Safâ Tepesi eteklerinde bulunan bir evin büyükçe bir odasında bir avuç Müslüman, İki Cihan Serveri’nin mübarek ağızlarından dökülen nurlu kelimeleri din­lerdi. Bu bir avuç Müslüman üzerindeki zulüm ve baskı henüz son bul­madığın­dan, evin civarında bulunan nöbetçiler devamlı olarak etrafı gözetlerlerdi. He­men her gün birkaç kişi bu mesut haneye gelir, küfrün ve inançsızlığın karanlı­ğından kurtularak imanın huzuruna kavuşurlardı. Nice büyük sahabi de bura­da İslam’la şereflenmişti.
Kavim ve kabilesi, annesi ve babası, hattâ çocukları ve hanımı kendisine düş­man olan birçok sahabi, ancak bu saadet yuvasına geldiklerinde rahat bir nefes alırlar ve İki Cihan Serveri’nin, hidayet güneşinin, kalpleri ve ruhları sımsıcak eden nurani ışıklarıyla hayat bulurlardı. İslam güneşinin gönülleri ay­dınlatan ışık huzmeleri, ilk zamanlar buradan etrafa yayılıyordu. Mütevazi, fa­kat ebedî sahnelere mekân olmuş olan bu ev, mübarek ve ulvi ilhamlara mazhar olmuş­tu.
Bu bahtiyar hanenin sahibi, “Abdullah bin Erkam” diye bilinen Erkam bin Ebi’l-Erkam’dı (r.a.). Hz. Erkam’ın ailesi, Cahiliye Devri’nde fevkalade izzet ve itibar sahibiydi. Onun için, Mekke müşrikleri, Müslümanların burada toplanmalarına fazla ses çıkarmazlardı. Hz. Erkam, İslamiyet’le ilk müşerref olan sahabilerdendi.
İslam’ın ilk çileli günlerinde hiçbir fedakârlıktan çekinmeyen Hz. Erkam, Re­sû­lul­lah ve diğer sahabilerle birlikte Medine’ye hicret etmekten geri kalma­dı. Resûl-i Ekrem, Medine’de onu Hz. Ebû Talha (r.a.) ile kardeş yaptı ve huzur ve sükûn içinde yaşaması için, Benî Züreyk semtinde bir parça arazi verdi. Hz. Erkam bundan sonra hayatını orada devam ettirdi.[1]
Hz. Erkam, fedakârlıkta olduğu gibi, şecaat ve kahramanlıkta da ileriydi. Başta Bedir, Uhud, Hendek ve Hayber olmak üzere, hayatta olduğu müddetçe bütün gazalara iştirak etti. Hz. Peygamber’in kendisine tevdi ettiği zekât topla­ma vazifesini, mükemmel bir şekilde yerine getirdi.
Abdullah bin Erkam, fevkalade takva sahibiydi. Bütün vaktini ibadet ve taatle geçirirdi. Hz. Ömer, “Ben Erkam’dan daha fazla, Allah’tan korkan birisini görmedim!” der.[2]
Bir defasında Mescid-i Aksâ’ya gitmek için Re­sû­lul­lah’tan müsaade istedi. Niyeti oraya gidip, o mübarek peygamberler beldesinde ibadet etmekti. Resûl-i Ekrem ona şöyle cevap verdi:
“Mescid-i Haram’da bir kere namaz kılmak, diğer mescitlerde bin kere namaz kılmaktan daha faziletlidir.”
Bunun üzerine Hz. Erkam da oraya gitmekten vazgeçti.
Hz. Erkam, işlerinde sadece Allah rızasını gözetir, karşılığında bir şey bekle­mezdi. Hz. Osman zamanında bir müddet için Beytülmâl’in işleriyle vazifelendirilmişti. Hz. Osman, kendisine bu hizmeti karşılığında 300 dirhem takdir edip göndermişti. Hz. Erkam, “Ben Allah rızası için çalıştım, bu parayı kabul ede­mem!” diyerek reddetti.[3]
Abdullah bin Erkam, uzun bir ömre mazhar oldu ve Hicret’in 53. senesinde 83 yaşındayken ebedî âleme göçtü. Bu sırada Medine valisi, Mervan bin Hakem’di. Âdet olduğu üzere, Hz. Erkam’ın namazını kıldırmak için öne geçti. Ancak Erkam’ın oğlu öne atılarak, babasının, cenaze namazını Hz. Sa’d bin Ebî Vakkas’ın kıldırmasını vasiyet ettiğini söyleyerek Sa’d bin Ebî Vakkas’ı yanına çağırdı. Sa’d da bu vazifeyi memnuniyetle yerine getirdi ve Hz. Erkam’ın cenazesi Bâki Mezarlığı’na defnedildi.
Hz. Erkam’ın İslam güneşinin yayılmasına mesken olan mübarek evi, daha sonra evlatlarına intikal etti ve onlar da bu manevi mirası muhafaza ederek sat­madılar. Hicret’in 140. senesine kadar, hacca gelen Müslümanlar, Safa ile Merve arasında sa’y yaparlarken bu mübarek haneyi de görürler ve burasının sahne olduğu mübarek, tarihî hadiseleri hatırlayarak imanları ve şevkleri daha da ar­tardı.
Halife Mansur, bu evi mirasçılarından satın alarak devlete mal etmiş, ancak Halife Mehdî zamanında yapılan tamiratta evin asıl hüviyeti kaybolmuştu. Böylece bu mübarek ev daha sonraki nesillere intikal etmedi.
Elbette ki İslamiyet’te taş topraktan yapılmış maddi eşyaya bizatihi hürmet bahis mevzuu değildir. Ancak bu mübarek ev, orada toplanan ve İslam davası uğruna bin bir türlü çile ve ıstıraba katlanan Hz. Peygamber (a.s.m.) ve Ashâbının mücahedelerini hatırlamaya vesile olması itibarıyla mühim bir kıymeti haizdi ve hürmete şayandı.
Allah, bu mesut evin sahibi Abdullah bin Erkam’a rahmetler yağdırsın!

_______________________________________
[1]Tabakât, 3: 124.
[2]Üsdü’l-Gàbe, 3: 116.
[3]İsâbe, 2: 274.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ

SELMAN SEVEN

{facebook#https://facebook.com/} {twitter#https://twitter.com/}

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget