Resulullah'ın hadislerini mi arıyorsunuz ?
Türkiye'nin En Geniş Kapsamlı Hadis Sitesi
HZ.MUHAMMED (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
"أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ"

Latest Post

Peygamberimiz Medine’ye hicret ettiğinde, onu karşılayan çocuklardan biri de Hz. Sehl’di. O sırada beş yaşında bulunuyordu. Babası Sa’d bin Mâlik (r.a.) Hicret’ten önce Müslüman olduğu için, Hz. Sehl, Müslüman bir ailede yetişmişti. Asıl ismi “Hanza” iken Peygamberimiz tarafından “Sehl” olarak değiştirildi.
Hz. Sehl, yaşı küçük olduğundan Peygamberimizle birlikte hiçbir savaşa ka­tı­la­ma­dı. Fakat Hendek Savaşı öncesinde toprak taşıyarak hendek kazılmasın­da yardımcı oldu. Bununla ilgili bir hatırasını şöyle anlatır:
“Hendek kazılırken hep Peygamberimizle beraberdim. Onlar hendek kazı­yor, biz küçükler de toprak taşıyorduk. Re­sû­lul­lah’ın şöyle dua ettiğini işittim: ‘Yâ Rab! Bütün hayat ahiret hayatıdır. Muhacir ve Ensar’ı affına nail eyle!’”
Sehl (r.a.) çok zeki birisiydi. Devamlı Peygamberimizin yanında bulunur, ona hizmet ederdi. Ondan duyduklarını ve gördüklerini hafızasında tutabilmek için gayret gösterirdi. Re­sû­lul­lah’ın vefatına kadar 10 yıl bu hâl üzere devam etti. Birçok hadiseye bizzat şahit oldu. Bunlardan birini şöyle anlatır:
Bir kadın, Re­sû­lul­lah’a gelerek, yanında getirdiği elbiseyi ona uzattı, “Yâ Re­sû­lal­lah, bunu sizin için kendi elimle dokudum. Lütfen kabul ediniz!” dedi. Pey­gamberi­mi­zin de böyle bir şeye ihtiyacı vardı. Aldı ve giydi. Biraz sonra sahabilerden biri, Re­sû­lul­lah’ın üzerindekini görünce, “Yâ Re­sû­lal­lah, bu ne güzel­miş! Bunu bana hediye edin!” dedi. Peygamberimiz hemen çıkardı ve onu sahabisine verdi. Orada bulunanlar o zata sitem ettiler: “İyi etmedin. Re­sû­lul­lah’ın böyle bir şeye ihtiyacı vardı. Bilmez misin ki, Re­sû­lul­lah kendisinden bir şey isteyenleri reddetmez?” Bunun üzerine o sahabi de şöyle dedi:
“Bunu ben giy­mek için istemedim, öldüğümde kefenim olması için istedim!”
Nitekim öyle oldu. Bu zat onunla kefenlendi.
10 yıl Re­sû­lul­lah’tan ayrılmayan, onun vefatından sonra da meşhur sahabilerden ilim tahsil eden Hz. Sehl, bereketli bir ömür sürdü. Bütün hayatını İslamiyet’e hizmetle geçirdi. Birçok talebe yetiştirdi. Hicret’in 91. yılında 96 yaşındayken Medine’de vefat etti. O tarihte hemen hemen hiçbir sahabi hayatta kalma­mıştı.[1]
91 yıl İslam tarihinin mühim bir devrini yakından gören Hz. Sehl, 188 hadis rivayet etti. Bunlardan birkaçının meali şöyledir:
“Dikkat ve temkinle yavaş hareket etmek Allah’tan, acelecilik ise şeytandan­dır.”[2]
“Eğer [ahirete nispeten] dünyanın Cenâb-ı Hak yanında bir sinek kanadı ka­dar değeri olsaydı, kâfire ondan bir yudum su bile içirmezdi.”[3]
“Allah’ın senin vasıtanla bir kişiyi hidayete erdirmesi, senin için [en kıymetli mal olan] kırmızı develeri sadaka vermekten daha hayırlıdır.”[4]

______________________________________
[1]Üsdü’l-Gàbe, 2: 367; Tabakât, 3: 624-625; İsâbe, 2: 88; İstiâb, 2: 95; Müsned, 5: 332-333.
[2]Tirmizî, Birr: 66.
[3]Tirmizî, Zühd: 13; İbni Mâce, Zühd: 3.
[4]Buhârî, Cihad: 103.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ

Re­sû­lul­lah Efendimizin kurduğu Suffe Medresesi’ne devam edenlerin içtimai mevkileri ayrı ayrı olduğu gibi, milliyetleri de farklı idi. Bunlardan birisi de as­len İranlı bir köle olan Sefîne’dir (r.a.).
Bu zat, Arabistan’da köle olarak satışa çıkarılmıştı. Henüz iman etmemişti. Hz. Peygamber’in (a.s.m.) zevcesi Ümmü Seleme validemiz onu satın aldı. Ga­yesi, azat ederek onu Re­sû­lul­lah’ın hizmetine vermekti. Öyle de yaptı. Daha sonra Sefîne iman etti ve Re­sû­lul­lah’a hizmet etmeyi en kutsi bir şeref sayarak hizmetinde bulundu.[1]
Artık Sefîne İranlı bir köle değil, Kâinatın Efendisi Resûl-i Ekrem’in hizmet­kârı idi. Onun yolunda her şeyini feda etmeye hazırdı. Bir yandan Re­sû­lul­lah’ın hizmetini görürken, diğer taraftan Suffe Medresesi’ne devam eden hâlis talebelerindendi. Sahabiler arasında çok sevilirdi. Sahabilerin, “kardeşlerinin nefisle­rini kendi nefsine tercih” manasındaki “isar hasleti,” bütün mükemmelliğiyle onda tecelli etmişti.
Asıl adı “Sefîne” olmadığı hâlde, bu ismi almasının bir sebebi de bu fedakârlı­ğıydı. Asıl ismi hususunda birçok rivayet vardır. Bazılarının göre Umeyr, bazı­larına göre Müflih, bazılarına göre de Ahmed’dir. Ancak onun “gemi” manasına gelen Sefîne ismini alışı çok ibretlidir, latiftir.
Re­sû­lul­lah ile birlikte sefere çıkıldığında, bazı sahabiler yüklerinin fazlalı­ğından şikâyet ederlerdi. Büyük bir fedakârlık örneği sergileyen Hz. Sefîne, on­ların yükünü de omuzuna alırdı. Kendisinin de bizzat ifade ettiği gibi, yükü bir devenin yükünden fazla olurdu. Re­sû­lul­lah Efendimiz (a.s.m.) onun hâlini görünce, “Bu kadar yükü ancak bir ge­mi taşıyabilir; sen bir gemisin.” buyururlar­dı. Re­sû­lul­lah’ın kendisine bu iltifatından son­ra artık ismi “Sefîne” olarak kaldı. Kendisine ismi sorulduğunda eski ismini söylemez, “Re­sû­lul­lah benim ismimi Sefîne koydu. Artık eski ismimi söylemek istemiyorum!”[2]derdi.
Hz. Sefîne’nin başından geçen mühim bir hadise de, Resûl-i Ekrem’den (a.s.m.) emir alarak Yemen Valisi Muâz bin Cebel’e giderken bir aslanla karşılaşması­dır. Sefîne’den bahseden bütün siyer kitapları bu hasideyi kaydetmektedir. Ha­dise aslında Re­sû­lul­lah’ın bir mucizesidir…
Mesele Bediüzzaman Hazretleri’nin “Mektûbât” isimli eserinde, hayvanlar tai­fe­si­nin de Re­sû­lul­lah’ın peygamberliğini tasdik ettiklerine misal olarak şöyle anlatılmaktadır:
“Resûl-i Ekrem (a.s.m.) hizmetkârı Sefîne, Yemen Valisi Muâz bin Cebel’in yanına gitmek için Resûl-i Ekrem’den emir alıp gitmiş. O Sefîne, ona demiş: ‘Ben Resûl-i Ekrem’in (a.s.m.) hizmetkârıyım.’ Arslan ses verip ayrılmış, iliş­memiş. Diğer bir tarikte [rivayette] haber veriyorlar ki: Sefîne döndüğü vakit yolu kaybetmiş, bir arslana rast gelmiş. Arslan ona ilişmemekle beraber, yolu da göstermiş.”[3]
Sefîne bu hadiseyi naklederken, “Anladım ki, beni uğurluyor!” di­yerek, arslanın kendisine nasıl bir yol gösterici, bir kılavuz ve munis bir varlık olduğunu dile getirmektedir.”[4]
Böylece, Re­sû­lul­lah’ın peygamberliğinin hayvanlar âleminde de bilindiği, onun bir mucize olarak aslana bu vazifeyi gösterdiği, Hz. Sefîne vasıtasıyla zu­hur etmiştir. Bu hadisede Re­sû­lul­lah’ın mucizesi açık bir şekilde görülürken, Hz. Sefîne’nin Re­sû­lul­lah’a bağlılığı ve ona imanının büyüklüğü de müşahede edilmektedir. Zira vahşi bir hayvanla karşı karşıya geldiği anda ona Re­sû­lul­lah’ı hatırlatması, onun elçisi olduğunu bildirmesi gerçekten ibretlidir…
20 sene Re­sû­lul­lah’ın hizmetinde bulunan Hz. Sefîne’nin hayatıyla ilgili malumat, kaynaklarda çok az geçmektedir. Ancak bu kadar uzun bir müddet Re­sû­lul­lah’a hizmet etmesi, onun Re­sû­lul­lah’a en yakın sahabilerden olduğunu göstermektedir.
 Allah ondan razı olsun!

_____________________________________
[1]Üsdü’l-Gàbe, 2: 324.
[2]el-İsâbe, 2: 58.
[3]Mektûbât, s. 140-141; Şifaü’ş-Şerif, 1: 603-604.
[4]Hilye, 1: 368.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ

Yatsı namazından sonraydı... Yanık bir Kur’ân sesi mescidi dolduruyordu. Ora­dan geçmekte olan Hz. Âişe, durup bu sesi dinlemekten kendini alamadı. Bir müddet bekleyip dinledi. Bu sebeple de eve geç döndü. Peygamberimiz, Hz. Âişe’ye nerede kaldığını sorunca, Hz. Âişe, çok güzel Kur’ân okuyan bir ses duyduğunu ve onu dinlemek için bir müddet beklediğini söyledi. Fakat kim ol­duğunu bilmiyordu. Peygamberimiz merak etmişti. Hırkasını sırtına alıp dışarı çıkınca, Hz. Sâlim’le (r.a.) karşılaştı. Kur’ân okuyanın Hz. Sâlim olduğunu anla­dı. Ona olan memnuniyetini şöyle ifade buyurdu:
“Ey Sâlim, senin gibi bir Kur’ân okuyanın ümmetim içinde bulunmasından dolayı Allah’a şükrediyorum.”[1]
Hz. Sâlim, Müslüman olan ilk bahtiyarlardandı. İslam’ı duyunca hiç tereddüt etmeden hemen iman etmişti. Babası İranlı, “Ma’kil” adında bir kimseydi. Sâlim, bir savaşta esir düşmüş, “Sübeyte” isminde bir kadına köle olarak satılmıştı. Sübeyte, Müslüman olunca, Hz. Sâlim’i serbest bıraktı. Daha sonra Ebû Huzeyfe Hazretleri, Hz. Sâlim’i kendisine evlatlık olarak aldı. O zaman henüz bu âdet meşru idi. Ona öz evladı gibi davranıyordu. Hz. Sâlim’i, kardeşi kızı Fâtıma bint-i Velid ile evlendirdi. Evlatlık edinmeyi yasaklayan âyet inince, Hz. Ebû Hu­zeyfe bu hükme uyarak Hz. Sâlim’i evlatlıktan çıkardı, Peygamberimiz de onla­rı birbirleriyle kardeş ilan etti.
Hz. Sâlim, İslam’ın ilk erlerindendi. İslam’ın çilesini çekmişti. O devrede dini­ni yaşamıştı. Peygamberimize vahyolunan âyetleri ezberlemeyi de ihmal etmi­yordu. Peygamberimizin hâlis bir talebesiydi.
Medine’ye hicret başlayınca, Hz. Sâlim de ilk Muhacirler sınıfına girdi. Mu­hacirler Medine’ye varmadan önce Kuba’ya yakın Usabe mevkiinde konakladı. Hz. Sâlim, onlara imam oldu. Sahabilerin ileri gelenlerinin de bulunduğu bir cemaate namaz kıldırdı.
Hz. Sâlim çok güzel Kur’ân okuduğu için imamlığa layık görülmüştü. Daha sonra Peygamberimiz onu Küba Mescidi’ne imam tayin etti. Hz. Sâlim sahabi­lerin kurraları arasındaydı. Kıraatte sahabiler içinde dört imam vardı. Bunları Peygamberimiz şöyle belirtiyordu:
“Kur’ân’ı dört kişiden öğrenin: Abdullah bin Mes’ud, Ubey bin Kâb, Muâz bin Cebel ve Sâlim…”[2]
Bu ifadelerden, Hz. Sâlim’in mümtaz mevkiini öğrenmiş oluyoruz. Hz. Sâlim ömrünün sonuna kadar Kur’ân talimine ve iman hizmetine devam etti. Peygam­berimiz zaman zaman Hz. Sâlim’in Kur’ân okumasını ister ve zevkle dinler­di.
Kur’ân ilminde yüksek bir derecede bulunan Hz. Sâlim, aynı zamanda cesaret ve üstün şecaat sahibi bir zattı. Başta Bedir, Uhud ve Hendek olmak üzere bütün gazalarda Peygamberimizin safında çarpışan seçkin bir mücahitti.
Uhud Gazası’nda müşrikler Peygamberimizin ordugâhına kadar yaklaşmış­lar, hücum etmişlerdi. Bir müşrikin saldırısıyla Peygamberimiz yüzünden yara­lanmıştı. Onun etrafında kalan bir avuç fedai, Re­sû­lul­lah’ı korumak için canlarını siper etmişlerdi. Peygamberimizin yaralandığını gören Hz. Sâlim, koşarak he­men gelmiş, mübarek yüzündeki kanı silmeye başlamıştı. Sıhhiye memurluğu vazifesi yapıyordu. Peygamberimiz de müşriklerin hücumuna çok üzülmüştü. Üzüntüsünü şöyle dile getiriyordu:
“Peygamberlerine bu işi reva gören bir ka­vim nasıl kurtulur?!”[3]
Hz. Ebû Bekir’in hilafeti devrinde bazı irtidat hadiseleri vuku bulmuş, bir kı­sım adamlar peygamberliklerini ilan etmişlerdi. Yemâme bölgesinde Müseylime, yalancı peygamber olarak ortaya çıktı. Hz. Ebû Bekir bu belayı ortadan kal­dırmak için üzerine bir kuvvet gönderdi. Bu orduda pek çok sahabi bulunuyor­du. Hz. Ebû Huzeyfe ile Hz. Sâlim de mücahitler arasındaydı.
Savaş başladığı sırada, sancağı taşıyan Zeyd bin Hattab (r.a.) şehit düştü. Hz. Sâlim, Muhacirlerin sancağını taşımak istedi. Fakat sahabiler sancağı Hz. Sâlim’e vermek istemiyorlardı. Çünkü şehit düşerse, bu Kur’ân âlimini kaybe­deceklerinden endişe ediyorlardı. Ancak Hz. Sâlim geride kalmayı kendisine yediremiyordu: “Ben sancağı sizin önünüzde taşımayacak olursam ehl-i Kur’ân’ın en bahtsızı olurum!” dedi ve kendisine bir siper edindi.
Savaş iyice kızıştı. Düşman, Müslümanların safını yararak ilerliyordu. Hz. Ebû Huzeyfe’nin (r.a.) bir nutkuyla Müslümanlar toparlandı, fakat çok şehit ver­diler. Sancak Hz. Sâlim’in sağ elindeydi. Bir kılıç darbesiyle sağ kolunu kaybe­dince, sancağı sol eline aldı. Az sonra sol kolunu da kaybedince, bu sefer sanca­ğı boğazının altına sıkıştırdı. Bu sırada yüksek bir sesle şu âyeti okuyordu:
“Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi ölür veya öldürülürse gerisin geriye mi döneceksiniz?”[4]
Sancağı yere düşürmemek için çabalıyordu. Son demine kadar gayret göste­recekti. Fakat bir düşman darbesi buna meydan vermedi, başını vücudundan ayırdı. O sırada Hz. Ebû Huzeyfe de şehit düşmüştü. Sonradan Hz. Sâlim’in ba­şını Hz. Ebû Huzeyfe’nin iki ayağı arasında buldular. Ebû Huzeyfe’nin başı da onun ayakları arasındaydı.[5]Bu hadise Hicret’in 12. senesinde meydana gelmiş­ti.
Hz. Sâlim, mali yönden de fedakârdı. Fakirleri ve yetimleri gözetir, ihtiyaçla­rını görür, kimsesizleri korurdu. Ölmeden önce malını üçe ayırmıştı. Üçte biri­nin cihat için, üçte birinin kölelerin satın alınıp azat edilmesi için, üçte birinin de kendisini azat eden Hz. Sübeyte’ye (r.a.) verilmesi için vasiyet etmişti. Şehit olduktan sonra Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer, onun malının üçte birini Sübeyte’ye götürdülerse de kabul ettiremediler, “Ben Sâlim’i Allah için azat ettim.” diyor­du. Hz. Ömer bu malı hazineye aldı.[6]
Hz. Sâlim’in şehit olmasıyla Müslümanlar bir Kur’ân ehlini kaybetmişlerdi, ama Hz. Sâlim de şehitlik mertebesine ermişti.
Allah onlardan razı olsun!

__________________________________
[1]Üsdü’l-Gàbe, 2: 245-246.
[2]Tabakât, 2: 352.
[3]age., 2: 45.
[4]Âl-i İmrân Sûresi, 144.
[5]Üsdü’l-Gàbe, 2: 246; Tabakât, 3: 88.
[6]Tabakât, 3: 86.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ

SELMAN SEVEN

{facebook#https://facebook.com/} {twitter#https://twitter.com/}

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget