Resulullah'ın hadislerini mi arıyorsunuz ?
Türkiye'nin En Geniş Kapsamlı Hadis Sitesi
HZ.MUHAMMED (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
"أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ"

Latest Post

Medine “Peygamber şehri” olunca mübarekliğe büründüğü gibi, artık “Medine-i Mü­nevvere” olarak yâd edilir oldu. Çünkü Allah’ın rahmeti oraya yağmur gibi yağıyor­du. Kısa zaman içinde bu şehirde oturup da iman etmeyen aile hemen hemen kalma­mıştı. İşte, ailece Peygamberimizin nurlu halkasına giren bahti­yarlardan birisi de Hz. Evs’in (r.a.) ailesiydi. Peygamberimiz, Hicret’ten sonra Hz. Evs ile Hz. Osman ara­sında kardeşlik bağı kurmuştu. Ayrıca Hz. Evs, Pey­gamber şairi Hz. Hassan’ın da (r.a.) kardeşiydi. Hz. Evs ailece Müslüman olun­ca, küçük oğulları Şeddad da (r.a.) kendisini böyle imanlı bir çevrede buldu. Ya­şının küçüklüğünden dolayı Peygamberimizle birlikte cihada katılmadı. Çünkü Bedir Savaşı sırasında henüz 15-16 yaşlarındaydı. Fakat Peygamberimizin saadetli meclisinden ilim ve hikmet dersi almaktan da ayrı kalmadı.
Bir gün onu, Peygamberimiz sıkıntılı bir vaziyette bulmuştu. “Ne oluyor, yâ Şed­dad?” diye hatırını sordu:
“Dünya bana dar geliyor, yâ Re­sû­lal­lah!” dedi.
Bunun üzerine Peygamberimiz ona şu müjdeyi vererek teselli etti:
“Üzülme, Şam fetholunacak, Kudüs fetholunacak, sen ve senden sonraki ço­cuklarından bir cemaat inşallah orada bulunacak.”[1]
“Ebû Ya’lâ” künyesiyle meşhur olan Hz. Şeddad’ın en zevkli ve tatlı anları Pey­gamberimizle olan saatleriydi. Fırsat buldukça Peygamberimizin sohbetine ka­tılır, ondan duyduğu hadisleri öğrenir, ezberine alırdı. Her yeni öğrendiğini kendi nefsinde tatbik etmeye çalışırdı.
Peygamberimizle olan bir sohbetini şöyle anlatır:
“Bir gün Resûl-i Ekrem’in (a.s.m.) huzurunda bulunuyorduk. Bize baktı ve ‘İçinizde yabancı, yani Ehl-i Kitap’tan birisi var mı?’ diye sordu. Biz de, ‘Hayır, yâ Re­sû­lal­lah.’ dedik. Bunun üzerine Peygamberimiz kapıyı kapatmamızı söyledi. Sonra bize, ‘Ellerinizi kaldırın ve Lâ ilâhe illallah, deyin.’ buyurdu. Biz bir saat müddetle bu tarzda Kelime-i Tevhid’i söyledik. Sonra Peygamberimiz ellerini indirdi ve şöyle buyurdu: ‘Allah’ım, Sana hamd olsun, beni bu kelimeyle gönderdin, onu bana emrettin, onunla bana cenneti vaat buyurdun... Muhakkak Sen vaadinden dönmezsin.’ Sonra Resûl-i Ekrem, ‘Size müjdeler olsun! Cenâb-ı Hak hepinizi mağfiret buyurdu.’ dedi.”[2]
Bu hadiseyle Pegamberimiz, Kelime-i Tevhid’e devam eden ve Allah’a hakkıy­la iman edip inancını yaşayan müminlere de Allah’ın rahmet ve mağfiretini müjdeliyordu.
Hz. Şeddad, Peygamberimizin irtihâlinden sonra, hayatını Kudüs, Şam ve Humus’ta geçirdi. Hadis ve fıkıh sahasında pek çok talebe yetiştirdi, Müslüman­ları irşat etti. Hz. Ebû’d-Derdâ (r.a.) onun için “Her ümmetin bir fakihi vardır, bu ümmetin fakihi de Şeddad bin Evs’tir.” buyurdu.[3]
Hz. Şeddad, hadis sahasında derin vukuf sahibi bir zattı. Hadisleri anlamak hususunda üstün bir dirayeti vardı. Sahih hadis kitaplarında Hz. Şeddad’ın riva­yet ettiği 50 kadar hadis vardır.
Hz. Şeddad, ilmiyle birlikte hilmi ve güzel huyu ile de meşhur bir şahsiyetti. Konuşmaları devamlı tatlı, açık ve nükteli idi. Kimseye kızmaz ve öfkelenmezdi. Hz. Ebû Hüreyre (r.a.) onun meziyetlerini anlatırken, “Şeddad bin Evs anla­şılır ve açık konuşur, öfkeleneceği bir şeyle karşılaştığı zaman da hemen hisleri­ne hâkim olurdu.”[4]demektedir.
Hz. Şeddad’ı tanıyanlar, onun ağzından hiçbir şekilde çirkin ve nahoş bir söz işitmemişlerdi. Ama bir seferinde nasılsa ondan beklemedikleri bir söz duy­muşlardı. Yanındakiler, kendisinden böyle bir hareketi beklemediklerini söyle­diklerinde hemen uya­nan Hz. Şeddad şöyle dedi:
“Ben İslam’a girdikten sonra her söylediğim söze dikkat ederek konuşurdum. Yalnız bu söz nasılsa ağzımdan çıktı?! Fakat siz onu aklınızda tutmayın, unutun da, Resûl-i Ekrem’den işittiğim şu sözleri ezberleyin!
“Bir gün Re­sû­lul­lah (a.s.m.) bana, ‘Yâ Şeddad, insanların altın ve gümüş bi­rik­tir­di­ği­ni görürsen sen de şu kelimeleri biriktir: Allah’ım, Senden, işlerimde sebat ve sabır ih­san etmeni dilerim. Verdiğin nimetlere şükretmemi ve sana gü­zel ibadet etmeyi iste­rim. Allah’ım, bana selim bir kalp, doğru bir dil ihsan et.’ buyurdu.”[5]
Şeddad bin Evs’in takdir edilen en mühim bir ciheti, zühd ve takvada ileri se­viyede oluşu ve Allah’tan çok korkması idi. Esed bin Veda’nın (r.a.) anlattığına göre, Hz. Şed­dad uyumak için yatağa girdiği zaman tava üzerindeki tane gibi olurdu. Yatakta ayağını uzatmaktan hayâ ederdi. Uzun uzun tefekküre dalar, daha sonra, “Allah’ım, cehennem ateşi benimle uykum arasına gerildi.” der, kal­kar, ibadete başlar, çoğu kere sabaha kadar namaz kılardı.[6]
Dünyanın çirkin yüzünü ve insanın heveslerine hitap eden yönlerini tahkir ederek şu hadisi okurdu:
“Akıllı kimse odur ki, nefsini alçak görür, hesaba çeker ve ölümden sonraki hayatı için güzel ameller yapar. Âciz kimse de odur ki, nef­sine ve onun kötü arzularına uyar, sonra da Allah’tan mağfiret temenni eder.”[7]
Bereketli ömrünü İslam’ın ulvi hizmeti uğrunda harcayan Hz. Şeddad, Hicret’in 58. senesinde 75 yaşlarındayken Humus’ta vefat etti.
Allah ondan razı olsun!

____________________________
[1]İsâbe, 2: 140.
[2]Müsned, 4: 124.
[3]Üsdü’l-Gàbe, 2: 388.
[4]İsâbe, 2: 139.
[5]Müsned, 1: 264.
[6]Hilye, 1: 264.
[7]İbni Mâce, Zühd: 131.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ

Hicret’ten sonraki yıllardaydı… İman ve küfür mücadelesi bütün hızıyla devam edi­yor, İslam güneşi gittikçe daha fazla insanı hidayet nuruyla aydınlatıyordu. Yüce Peygamber (a.s.m.) çevre kabilelere elçiler gönderiyor, onları İslamiyet’e davet ediyordu. Onlardan gelen elçileri kabul ediyor, ikramlarda bulunuyor­du.
Bir gün Sümâme bin Üsal da Re­sû­lul­lah’ın ziyaretine geldi. Sümâme, Basra Körfezi yakınlarında yaşayan Yemâme kabilesinin reisiydi. Sümâme’nin Re­sû­lul­lah’ı ziyaretindeki asıl maksadı, onu öldürmekti!
Nitekim Re­sû­lul­lah’ın huzurunda bulunduğu sırada onu saldırmaya teşeb­büs etti. Ama sahabiler hemen araya girerek buna mâni oldular. O kargaşa sıra­sında Sümâme kaçmayı başardı. Re­sû­lul­lah onun yakalandığı yerde öldürülme­si için emir verdi. Ayrıca yakalanması için de Allah’a dua etti.
Aradan epey zaman geçmişti. Bir gün Sümâme, Cahiliye âdeti üzere Mek­ke’yi ziyaret ederek umre yapmak niyetiyle yola çıktı. Yolu Medine’nin yakını­ndan geçiyordu. Medine’ye yaklaştığı sırada, etrafı kontrol etmekte olan İslam süvarileri tarafından yakalandı. Yakalandığı yerde öldürülmesi için ruhsat çı­karılmış olan Sümâme’yi saha­bi­ler tanımadıkları için alıp Re­sû­lul­lah’ın huzuru­na getirdiler. Re­sû­lul­lah onu görür gör­mez tanıdı. Etrafındaki sahabilere döne­rek,
“Siz bunun kim olduğunu biliyor musunuz? Bu, Sümâme bin Üsal’dır. Ona iyi esir muamelesi yapınız. Kendisini incitmeyiniz.” buyurdu.
 Re­sû­lul­lah, kendisini öldürmek isteyen Sümâme’ye bile bu şekilde davrana­rak engin şefkat ve merhametini gösterdikten sonra evine geldi ve ailesine şöyle dedi:
“Sizde yemek olarak ne varsa toplayıp Sümâme’ye gönderin.”
Sahabiler, Sümâme’yi mescitte bir direğe bağlamışlardı. Re­sû­lul­lah yanına uğradığında ona sordu:
“Ey Sümâme, gönlünden ne geçiriyorsun?”
“Ey Muhammed, gönlümde hayır var. Eğer beni öldürürsen eli kanlı birini öl­dür­müş olursun; şayet iyilik yaparsan, o takdirde iyiliği takdir eden birine iyilik etmiş olursun. Benden mal mülk istersen, istediğin kadarını veririm.” diye cevap verdi.
Allah’ın Resûl’ü, üç gün üst üste gelerek aynı suali sordu ve aynı cevabı aldı. Bunun üzerine Re­sû­lul­lah yine yüce merhametini gösterdi ve Sümâme’nin hayal bile ede­me­yeceği bir iyilik yaptı, onu affetti: “Sümâme’yi salıveriniz.” buyurdu.
Bu emir üzerine sahabiler onu serbest bıraktılar. Bağlı bulunduğu yerde öl­dürül­me­yi beklerken affedildiğini gören Sümâme’nin kalbindeki bütün kin ve düşmanlıklar eridi, yerini muhabbet ve iman pırıltılarına bıraktı. Hemen mesci­din yanındaki hurmalığa koştu. Orada yıkandı ve elbiselerini temizledi. Maddi kirlerden arınmış, manevi temizliğe hazır bir hâlde Re­sû­lul­lah’ın huzuruna gel­di. Şehadet getirerek Müslüman oldu ve gözyaşları içinde şunları söyledi:
“Yemin ederim ki, o akşam yanınıza geldiğimde benim için yeryüzünde sizin yüzünüzden daha sevimsiz bir yüz yoktu; fakat şimdi yüzünüz bana yeryüzün­deki yüzlerin en sevimlisi oldu. Yine yemin ederim ki, o akşam sizin dininizden daha sevimsiz bir din yoktu; ama şimdi sizin dininiz benim için dinlerin en se­vimlisi olmuştur. Yine o ak­şam yanına geldiğimde benim için sizin yurdunuz­dan daha sevimsiz bir yurt yoktu; fakat şimdi sizin yurdunuz bana yurtların en sevimlisi ve sevgilisi oldu.”
Böylece dünün azılı müşriki, Yüce Resûl’ün engin merhameti sayesinde bir İslam fedaisi hâline gelmişti. Sümâme, İslam üzere umre ziyareti yapmak için Re­sû­lul­lah’tan izin istedi. Aldığı izin üzerine Mekke’ye doğru çıktı. Mekke’ye girerken müşriklerin gözleri önünde “Lebbeyk Allahümme, lebbeyk!” diye ba­ğırarak, Müslüman olduğunu ilan etti. Müşrikler onun bu hareketine çok kızdı­lar. Hemen yakalayıp, Yemâme reisi ol­duğuna bile bakmadan boynunu vurmak istediler. Ancak müşriklerin bazıları araya girip, “Yiyecekleriniz için Yemâme’ye muhtacız. Onu serbest bırakın!” diye ikaz edince, Sümâme’yi bıraktılar. Ama Sümâme korkmamıştı. Onlara şöyle dedi:
“Ben dinlerin en hayırlısına tabi oldum. Hz. Muhammed’in (a.s.m.) dinine girdim. İslamiyet’i tasdik edip iman ettim. Yemin ederim ki, Hz. Muhammed’in izni olmadan Yemâme’de size tek bir buğday tanesi bile vermem!”
Nitekim memleketine döndüğünde de söylediklerini yaptı. Halkı onun vası­tasıyla hidayete erdi. Müşriklerin hububat götürmelerine mâni oldu. Bundan dolayı müşrikler büyük bir sıkıntıya düştüler. Durumu Re­sû­lul­lah’a yazarak pe­rişanlık ve açlıklarını anlatmak zorunda kaldılar. Hattâ bununla da kalmayıp, bizzat Ebû Süfyân’ı gönderdiler. Ebû Süfyân, Re­sû­lul­lah’ın huzuruna geldi. “Âlemlere rahmet olarak gönderilmiş olduğu­nu söyleyen sen değil miydin?” diyerek, ondan bu boykotun kaldırılması için yardım­cı olmasını istedi. Şu hâle bakın ki, bir zamanlar kendi batıl dinlerine karşı geldiği için Re­sû­lul­lah’a ve müminlere yiyecek ve içecek boykotu yapan müşrikler, bu defa ondan merha­met dileniyorlardı…
Re­sû­lul­lah gerçekten âlemlere rahmet olduğunu gösterdi. Onlara kendileri gibi karşılık vermedi. Sümâme’ye bir mektup göndererek şunları yazdı:
“Müşriklere yaptığın yiyecek boykotunu kaldır. Mekke’ye erzak götürmele­rine engel olma.”
Re­sû­lul­lah’ın bu emri üzerinde Sümâme boykotu kaldırdı.
Sümâme’nin en büyük hizmetlerinden biri de, Re­sû­lul­lah’ın vefatından sonra Ye­mâ­me’de çıkan yalancı peygamber Müseylime ile mücadele etmesidir. Hal­kına yaptığı vaaz ve nasihatlerle, Müseylime’ye aldanıp sapıklığa düşmelerini önlemiştir. Sümâme, rivayetlere göre, müşrikler tarafından şehit edilmiştir.[1]
Allah ondan razı olsun!

_____________________________________
[1]Müsned, 2: 452; Tabakât, 5: 550; Üsdü’l-Gàbe, 1: 246-248; İsâbe, 1: 203; İstiâb, 203-207.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ

Bedir Muharebesi’nde Müslümanlar, kendilerinden sayıca ve kuvvetçe üç misli çok olan müşriklere karşı mücadele etmiş ve zafere ulaşmıştı. Müşriklerin ileri gelenlerinin de dâhil olduğu çok sayıda ölünün yanında, düşmanlar birçok da esir bırakarak harp meydanını terk ediyorlardı. Bu esnada Sahabe’den Mâlik bin Duhşum (r.a.) birisini esir etmiş, Re­sû­lul­lah’ın (a.s.m.) huzuruna getirmişti. Ge­len esir hiddetli gözlerle Re­sû­lul­lah’ı (a.s.m.) ve etrafındakileri süzüyor ve ken­disini bekleyen akıbeti merak ediyordu.
Bu esir, müşriklerin ileri gelenlerinden, Müslümanlar aleyhine yaptığı tahrik edici konuşmalarıyla meşhur hatip Süheyl bin Amr idi. Orada bulunan Hz. Ömer (r.a.) hemen kılıcını çekip ortaya atılmış ve şöyle demişti:
“Ey Allah’ın Resûl’ü! Müsaade et, şu adamın dişlerini çekeyim de, bir daha si­zin aleyhinizde konuşmasın! Çünkü o, tesirli konuşmalarıyla Kureyş kâfirlerini aleyhimize teşvik ediyordu.”
Sevgili Peygamberimiz (a.s.m.) şöyle cevap verdi:
“Bırak onu, ey Ömer! Ümit edilir, o öyle bir makamda bulunur ki, seni de se­vindirir…”
Resûl-i Ekrem’in (a.s.m.) her sözüne bütün ruh ve canıyla bağlı olan ve bu sö­zün de bir gün gelip tahakkuk edeceğine inanan Hz. Ömer (r.a.), “Peki, ey Allah’ın Resûl’ü.” diyerek kılıcını kınına koydu ve boyun eğdi.[1]
Süheyl bin Amr sevinç içinde Re­sû­lul­lah’ın (a.s.m.) yanından ayrılıp birliğine doğru gitti.
Bu esnada Süheyl’in oğlu Abdullah da (r.a.) bir fırsatını bulup Müslümanların safına geçmişti. Abdullah (r.a.) ilk Müslümanlardandı. Müşriklerin zulüm ve işkencelerine dayanamayarak Habeşistan’a hicret eden ilk kafilenin içerisinde o da bulunuyordu. Ancak Habeşistan dönüşünde babası onu yanına almış ve İslamiyet’ten vazgeçmesi için, akla gelmez zulümlere maruz bırakmıştı. Abdullah artık işkencelere dayanamaz bir hâle gelmişti. Re­sû­lul­lah (a.s.m.) ona, Müslü­manlığını gizleyebileceğini ve İslamiyet’ten döndüğünü babasına söyleyebile­ceğini bildirdi. Abdullah, babasını “İslam’dan döndüğü” hususunda kandırmaya muvaffak oldu. Ancak imanında zerre kadar bir sarsılma olmamıştı. Bir an önce Re­sû­lul­lah’a (a.s.m.) kavuşmayı bekliyordu. Babasıyla birlikte Bedir Savaşı’na katıldı ve bir fırsatını bulup Müslümanların tarafına geçti. Artık saadetine diye­cek yoktu.[2]
Aradan yıllar geçti, müşriklerle Müslümanlar Hudeybiye’de tekrar karşı kar­şıya geldiler. Kureyş müşrikleri barış istiyorlardı. Gelen heyetin başında Sü­heyl bin Amr vardı.
Re­sû­lul­lah (a.s.m.), Süheyl’le uzun uzadıya konuştuktan sonra anlaşma şartla­rında muvafakata vardılar. Sıra anlaşma maddelerinin yazılmasına gelmişti. Kâtip, Hz. Ali (r.a.) idi. Re­sû­lul­lah (a.s.m.) emretti: “Yaz! Bismillâhirrahmânirrahim.” Süheyl hemen itiraz etti: “Biz bunu kabul etmiyoruz ki!” Re­sû­lul­lah (a.s.m.) “Öyleyse nasıl yazalım?” diye sordu. Süheyl “Bismike Allahümme” yazılacağını söyledi. Re­sû­lul­lah (a.s.m.) “Bu da güzeldir!” diyerek Hz. Ali’ye (r.a.) öyle yazılmasını emretti.
Anlaşma maddeleri yazıldıktan sonra sıra imzaya gelmişti. Peygamberimiz, Hz. Ali’ye, “Allah’ın Resûl’ü Muhammed ile Süheyl bin Amr’ın anlaşmaya varıp sulh oldukları, icabının taraflarca yerine getirilmesini kararlaştırıp imzaladığı maddelerdir.” şeklinde yazmasını emretti. Kureyş heyetinin başkanı Süheyl buna da itiraz etti: “Vallahi biz senin ger­çekten Allah’ın Resûl’ü olduğunu kabul edip tanımış olsaydık, Beytullah’ı ziya­retine mâni olmaz ve seninle çarpışmazdık!” Neticede “Muhammed bin Abdul­lah” diye yazıldı.
Geçen zaman içerisinde Süheyl bin Amr’ın küçük oğlu Ebû Cendel (r.a.) de İslamiyet’e girmiş ve babası onu da ağabeyi gibi zincire vurup bir yere hapset­mişti. Ancak Ebû Cendel bir yolunu bulup kaçtı ve tam Hudeybiye Barış Anlaş­ması’nın yapıldığı esnada ortaya çıkarak Re­sû­lul­lah’ın (a.s.m.) tarafına iltihak etmek istedi. Ancak anlaşmanın bir maddesi, Ebû Cendel’in Müslümanların tara­fına geçmesine mâni oluyordu.
Süheyl bin Amr, elleri zincirlerle bağlı olarak ortada duran oğlunu görünce çok şaşırdı ve hiddetle Re­sû­lul­lah’a (a.s.m.) şöyle dedi:
“İşte, barış anlaşması gereği bize geri vereceğin ilk kişi budur!”
Re­sû­lul­lah (a.s.m.), mahzun ve mükedder bir vaziyette bekleyen Ebû Cen­del’e baktı ve Süheyl’e dönüp şöyle dedi:
“Haydi bu seferlik bunu bana bağışla ve anlaşmayı imza et.”
Süheyl “Ben bunu asla kabul edemem!” diyerek reddetti.
Re­sû­lul­lah’ın (a.s.m.) şefkati, Ebû Cendel’i geri vermekle onu tekrar zulüm ve işkencenin içine atmaya müsaade etmiyordu. Ancak Re­sû­lul­lah anlaşma için söz vermişti ve geri vermediği takdirde Kureyş anlaşmayı feshedecekti. Bu an­laşmanın ileride tamamıyla Müslümanların lehine olacağını bilen Resûl-i Ek­rem (a.s.m.), Ebû Cendel’e döndü ve şöyle dedi:
“Biraz daha sabret! Biraz daha, maruz kaldıklarına göğüs ger. Allah sana bun­ların mükâfatını verecektir. Muhakkak ki, Allah sana ve yanında bulunan Müs­lümanlara bir ferahlık yaratacaktır. Onlara vermiş olduğunuz söze vefasızlık edemeyiz...”[3]
Yıllar yılları kovalamış ve nihayet Mekke Müslümanlar tarafından fethedil­mişti. Di­ğer Kureyş ileri gelenleri gibi Süheyl bin Amr da “yakalandığında öldü­rüle­cek­ler”den birisiydi. Oğlu Abdullah, Re­sû­lul­lah’a (a.s.m.) gelerek, babasına eman vermesi­ni ve affetmesini istedi. Re­sû­lul­lah (a.s.m.), iki fedakâr oğlunun hatırına Süheyl’e eman verip affetti. Abdullah sevinçle koşarak gidip, Süheyl’i gizlenmiş olduğu yerde bul­du ve müjdeyi verdi. Resûl-i Ekrem’in (a.s.m.) bu âlicenaplığı karşısında Süheyl he­men Kelime-i Şehadet getirerek Müslüman ol­du.
Süheyl bin Amr (r.a.), İslamiyet’e girdikten sonra canla başla İslam için çalış­maya başladı. Çok hassas kalpli ve ince ruhlu bir hâle geldi. Zaman zaman eski hayatını hatırlayıp ağlardı. Hele Kur’ân okunurken büsbütün dayanamaz, çok ağlardı. İbadetine fevkalade düşkün ve müttaki idi.
Siyer müellifi Vâkidi der ki: “Fetih günü Müslüman olanlardan, Süheyl bin Amr gibi İslamiyet’e sarılan başka birisi yoktur.”[4]
Süheyl’in (r.a.) oğlu Abdullah, Hicret’in 12. senesinde Yemâme Harbi’nde şehit düşmüştü. Hz. Ebû Bekir (r.a.), Süheyl bin Amr’ı teselliye geldi. Yıllar önce, Müslüman oluşundan dolayı oğullarına her türlü zulüm ve işkenceyi reva gören Süheyl bin Amr’ın, oğlunun şehadet haberi karşısında sözleri şu oldu:
“Keşke ben de şehit olsaydım!”[5]
Süheyl bin Amr (r.a.), Peygamberimizin (a.s.m.) vefatında Mekke’de bulunu­yordu. O sırada Kureyş içerisinde dinden dönme hareketleri başlamıştı. Kureyş halkını bir araya toplayarak veciz bir konuşma yaptı. Şöyle diyordu:
“Ey Kureyş halkı! En son İslamiyet’e giren ve ilk önce ondan dönen kimseler­den mi oluyoruz? Yemin ederim ki, bu din şarktan garba kadar uzanacak, her ta­rafı kaplayacaktır...”
Süheyl bin Amr oldukça uzun süren bu konuşmasıyla, Kureyş’ten bazılarının İslamiyet’ten dönmesini önlemişti. Böylece, Resûl-i Ekrem’in (a.s.m.) Bedir’de Hz. Ömer’e söylemiş olduğu söz tahakkuk etmiş ve Süheyl bin Amr, Hz. Ömer’in de sevineceği bir makama gelmiş oluyordu.
Peygamberimizin (a.s.m.) vefatından sonra Mekke’den ayrıldı ve cihat hiz­metlerine daha fazla katılabilmek için ailesiyle birlikte Şam’a gitti. Bir rivayete göre, Hicret’in 13. senesinde Yermuk’ta şehit oldu. Başka bir rivayete göre ise, Hicetin 18. senesinde taundan vefat etti…
Allah ondan razı olsun!

_____________________________________
[1]Üsdü’l-Gàbe, 2: 372; Mektûbât, s. 99.
[2]age., 3: 180-181.
[3]Müsned, 4: 325.
[4]Üsdü’l-Gàbe, 2: 371-373.
[5]age., 3: 180-181.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ

SELMAN SEVEN

{facebook#https://facebook.com/} {twitter#https://twitter.com/}

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget