Resulullah'ın hadislerini mi arıyorsunuz ?
Türkiye'nin En Geniş Kapsamlı Hadis Sitesi
HZ.MUHAMMED (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
"أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ"

Latest Post

Ubeyde (r.a.) ilk Müslümanlardandır: Bedir’de şehit oldu.
Yıllar sonra Re­sû­lul­lah kabrinin yanından geçerken şöyle buyur­muştur: “Hissettiğiniz bu güzel koku, onun kabrin­den yayılmaktadır.”
Ubeyde (r.a.), İslamiyet’in ilk yıllarında Müslüman oldu, karşılaştığı bütün güçlükle­­re sabretti. Hicret emri çıktığında da yurdunu yuvasını bırakarak Medine’ye hicret etti.
Bedir Savaşı’na iştirak eden bu bahtiyar mücahidin bütün arzusu “şehit ol­mak”tı. İki ordu karşılaştığında, müşriklerden Utbe, Şeybe ve Velid meydana çıkarak çarpışacak yiğit istediler. Karşılarına Ensar’dan üç kişi çıktı. Fakat onlar, “Biz sizi istemiyoruz. Abdülmuttâliboğullarından amcalarımızın oğullarıyla çarpışmak istiyoruz!” diyerek onları reddettiler.
Bunun üzerine Peygamberimiz, “Kalk yâ Ubeyde! Kalk yâ Hamza! Kalk yâ Ali!” buyurdu.
Bu üç yiğit hemen meydana fırladı. Müşrikler onları karşılarında görünce sevindiler. “Evet, siz bizim dengimizsiniz.” dediler ve kıyasıya cenge tutuştu­lar. Hz. Hamza Şey­­be’yi, Hz. Ali de Velid’i bir anda tepeledi. Ubeyde (r.a.) ile Utbe ise birbirlerini ayak­ta duramayacak şekilde yaraladılar. Hz. Hamza ve Hz. Ali hemen Ubeyde’nin yardı­­mına koştular ve Utbe’yi öldürdüler. Ubeyde’yi de (r.a.) kucaklayarak saflarına taşıdılar.
Ubeyde (r.a.) Re­sû­lul­lah’a, “Yâ Re­sû­lal­lah, ben şehit değil miyim?” diye sordu.
Peygamberimiz, “Evet, şehitsin.” buyurdu.
Buna çok sevinen Hz. Ubeyde, “Ebû Tâlib sağ olsaydı, söylediği söze, kendisinden ziyade, benim layık olduğumu anlardı.” dedi. Sonra da Ebû Tâlib’in şu beytini okudu:
“Biz, onun çevresinde çoluğumuzu çocuğumuzu unutturacak derecede çar­pışıp yerlere serilmedikçe, onu size teslim edeceğimizi mi sanıyorsunuz?!”
Hz. Ubeyde böylece, Re­sû­lul­lah’a bir zarar gelmemesi için hayatını feda et­miş, şehit­­lik makamını kazanmıştı. O sırada 63 yaşında bulunuyordu. Safrâ mevkiine defnedildi.
Yıllar sonra Peygamberimiz Ashâbıyla Safrâ mevkiinden geçiyordu. Biri, “Yâ Re­sû­lal­lah, güzel bir koku duyuyorum, acaba nedir?” diye sordu.
Peygamberimiz (a.s.m.), “Burada Ebû Muâviye’nin [Ubeyde bin Hâris] kabri vardır. Bu, onun kabrinden yayılan kokudur.” buyurdu.[1]
Allah ondan razı olsun!

________________________________________
[1]Tabakât, 2: 17; 3: 50-52; İstiâb, 2: 444-445.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ

Peygamberimize ve onun dava arkadaşları olan güzide cemaate kucak açarak, insanlık tarihinin kaydettiği en üstün misafirperliği gösteren Ensar’ın ileri gelen simalarından birisi de Ubâde bin Sâmit’tir (r.a.).
Hz. Ubâde, Hicret’ten önce vuku bulan Birinci ve İkinci Akabe Biatlarına ka­tılan, Peygamberimizle her hâl ü kârda beraber olacaklarına, canlarını yoluna feda edeceklerine, onu her türlü tehlikeden koruyacaklarına söz veren Medineli Müslümanlar arasında bulunuyordu. İkinci Akabe Biatı’nda 70 küsur Müslüman’ı temsil ederek Peygamberimizle bizzat görüşen 12 zattan birisiy­di. Yine Asr-ı Saadet’in nadide hadiselerinden olan Rıdvan Biatı’nda “Peygambe­rimizin emrinden çıkmayacaklarına ve her hususta ona itaat edeceklerine” dair yemin eden mümtaz şahsiyetlerin arasında Ubâde bin Sâmit de yer almıştı.[1]
Muhacirler Medine’ye teşrif edince, Peygamberimiz onlar arasında kardeşlik akdini yaptı. Hz. Ubâde’yi (r.a.) de ilk Müslümanlardan Ebû Mürsed (r.a.) ile kardeş ilan etti. Ensar, Muhacir kardeşlerini tarla ve bahçelerine ortak ettiler. Onlar, emekleriyle, mahsulata ortak oluyorlardı. Bu durum Hayber’in fethine kadar senelerce devam etti. Hayber arazisi ele geçince bu iş ortaklığına ihtiyaç kalmadı.
Hz. Ubâde 35 yaşında İslam dairesine girdi. Okuma-yazma bilen sahabilerden olma­sı dolayısıyla Peygamberimiz kendisini Suffe Ashâbı’na öğretmen ta­yin etti. Mescid-i Nebevî, Peygamberimizin evi ve Suffe talebelerinin mektebi yan yanaydı. Zaten her üçü de birlikte yapılmıştı. Peygamberimiz mescitte bütün Müslümanlarla ilgileniyor, bitişikteki mektepte bulunan 100’e yakın talebe­nin iaşesinden yetişmelerine kadar her türlü meseleleriyle meşgul oluyordu.
Hz. Ubâde, bir defasında yazı ve Kur’ân öğrettiği Suffe Ashâbı’ndan birinin kendisine yay hediye etmesi üzerine Peygamberimize müracaat etti. Peygam­berimiz de böyle bir hediyeyi almasının caiz olmayacağını söyledi.[2]
İslam tarihinin ilk yıllarında Kur’ân öğretenler çok olduğundan ücret alınma­sı uygun görülmüyordu, fakat daha sonraki asırlarda dinî vazifeleri gören kim­seler azalınca Kur’ân’ın öğretilmesi karşılığında ücret almayı müçtehitlerimiz caiz görmüşlerdir.
Ubâde bin Sâmit, bütün savaşlarda Peygamberimizle birlikte bulundu. Kaynuka Ya­hu­dilerinin Medine civarından uzaklaştırılması vazifesi de Hz. Ubâde’ye verilmişti.[3]
Hz. Ubâde dirayetli, üstün kabiliyetli bir kimseydi. Hz. Ebû Bekir, hilafeti zamanında Bizans Kralı Herakliyus’a elçi olarak Haşim bin Âs (r.a.) ile Ubâde bin Sâmit’i gönderdi. Bu iki zat, Şam’a uğradıktan ve uzun bir yolculuktan sonra İstanbul’a vardılar. Boyunlarında kılıçları olduğu hâlde atlarının üzerinde kra­lın sarayına kadar yaklaştılar. İstanbul halkı onları hayret ve hayranlıkla seyre­diyordu. Hayvanlarından inerken “Lâilâhe illallahü vallahü ekber!” deyince, sa­rayın, hurma ağacı gibi sallandığını gördüler.
Kralın huzuruna çıktılar. Kral kendilerine, Peygamberimiz ve İslamiyet hak­kında bir hayli sual sordu.
“Sizin yanınızda en büyük kelamınız nedir?”
“Lâilâhe illallahü vallahü ekber.”
“Siz evinizde, memleketinizde bunu söylediğiniz zaman evleriniz sarsılıp ta­vanlarınız üzerlerinize çökmüyor mu?”
“Hayır, biz onun hiçbir zaman öyle yaptığını görmedik. Ancak senin yanında gördük. O bize öğütten başka bir şey değildir.”
“Vallahi mülkümden çıkmaktan nefsim hoşlansaydı size tabi olurdum, ölün­ceye kadar da sizin hakir bir köleniz olmayı isterdim!”
Bu itiraftan sonra kral, elçileri kıymetli hediyelerle gönderdi.[4]
Mısır fethi sırasında Amr bin Âs’ın (r.a.) yardım istemesi üzerine Hz. Ömer’in “Sana dört kişi gönderiyorum. Bunların her birisi bin kişiye bedeldir.” diyerek gönderdiği zatlardan birisi de Ubâde bin Sâmit idi.[5]Daha sonra Filistin valiliğini de yürüten Hz. Ubâde, kalan ömrünü Şam bölgesinde geçirdi.
Hz. Ubâde, sahabilerin âlimleri arasında bulunuyordu. Hadis ve fıkıhta üstün bilgiye sahipti. Şam’da kaldığı müddetçe hep hadis ve fıkıh dersleri okuttu. Ora­ların bir ilim yuvası hâline gelmesinde büyük gayret gösterdi. 80’den fazla hadis rivayet etti, birçok da talebe yetiştirdi.
Onun rivayet ettiği hadislerden biri şu mealdedir:
Bir gün hasta idim. Peygamber (a.s.m.), Ensar’dan bazı zatlarla beni görmeye geldi. Re­sû­lul­lah, şehitlerden bahsederken “Şehitlerin kim olduğunu biliyor musunuz?” diye sordu. Herkes susmuştu. Re­sû­lul­lah suali üç defa tekrarladı. Cemaat susmakta devam ediyordu. Ben, hanımıma, beni yataktan kaldırıp tut­masını söyledim. Beni kaldırdı. Şöyle cevap verdim:
“Şehit, İslamiyet’i kabul eden, hicret eden, sonra Allah yolunda ölendir.”
Bunun üzerine Re­sû­lul­lah şöyle buyurdu:
“O zaman ümmetimin şehitleri çok az olur! Allah yolunda ölen şehittir. Denizde bo­ğu­lanlar şehittir. Karın ağrısın­dan ölenler şehittir. Lohusalıktan ölen kadın şehittir.”[6]
Hicret’in 34. senesinde 72 yaşında Şam yakınlarındaki Remle’de vefat eden Hz. Ubâ­de bin Sâmit oraya defnedildi.[7]
Allah ondan razı olsun!

_____________________________
[1]Tabakât, 3: 546.
[2]Müsned, 3: 315.
[3]Tabakât, 2: 356.
[4]İslam Tarihi, 2: 295-304.
[5]İsâbe, 2: 268.
[6]Müsned, 3: 317.
[7]Üsdü’l-Gàbe, 3: 107.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ

Hz. Tuleyb (r.a.) cevval, atılgan ve cesur bir gençti. Ruhu şirk dumanlarıyla ka­rar­mayan temiz bir delikanlıydı. Henüz 14-15 yaşlarında, çocuk denecek bir çağda olma­sına rağmen akl-ı selimi ona yardım etmiş, Peygamberimizin nu­ruyla müşerref olma bahtiyarlığını kazanmıştı.
İslam’ın ilk yıllarıydı… Peygam­berimiz, Hz. Erkam’ın evinde bulunuyor, gizli olarak hakka daveti sürdürüyor­du. Hz. Tuleyb, hiç kimseden çekinip ürkmeden, Re­sû­lul­lah’ın ikamet ettiği eve gitti. Kâinatın Efendisi’ne teslim olarak iman etti, hidayet halkasına girdi.
Hz. Tuleyb heyecanlıydı. İmanın kutsi feyzi kalbini aydınlatmış, Peygambe­r’in engin şefkati gönlünü ışıklandırmıştı. Bu müjdeyi en çok sevdiği annesine açmak için sabır­sızlanıyordu. Fakat annesinin bunu nasıl karşılayacağını merak ediyordu. Acaba ken­disine kızar mıydı? Çünkü ona haber vermeden İlahî dave­te icabet etmişti.
Eve geldi, annesini görür görmez, “Anneciğim, ben Müslüman oldum. Hz. Muhammed’in (a.s.m.) dinine girdim, ona tabi oldum!” diye sevincini dile getir­di.
Asil bir aileye mensup olan ve Sevgili Peygamberimizin halası bulunan anne­si Erva, biricik oğlunun sevincini paylaştı. Onu tebrik ettikten sonra şöyle ko­nuştu:
“Oğlum, hiç şüphesiz, dayının oğlu, senin yardımına herkesten daha çok layıktır. Vallahi eğer onu erkeklere karşı korumaya gücümüz yetseydi, her tür­lü tecavüze karşı koyar, onu korurduk!”
Annesinin kendisini anlayışla karşıladığını görünce Hz. Tuleyb, daha da ce­saret­len­di. Annesi henüz Müslüman değildi, ama kardeşinin oğluna bir zarar gelmemesini içten arzu ediyordu. Hz. Tuleyb bu tatlı havadan istifade ederek annesine de iman balını tattırmak istedi, “Anne,” dedi, “senin Müslüman olma­na ve ona uymana engel olan şey nedir? Bak işte, kardeşin Hamza da Müslüman oldu.”
Oğlunun bu teklifi karşısında anne biraz yumuşadıysa da, eski inançlarını terk etmek kolay olmuyordu. “Ben şimdi bekleyeyim, kız kardeşlerim ne yaparsa ben de öyle yapar, sonra onlardan birisi olurum.” dedi.
Annesinin tereddüt içinde olduğunu gören Tuleyb için yapacak bir şey yoktu. Onun hidayeti için dua etmekten başka bir şey yapamazdı. Daha sonra şöyle de­di:
“Öyleyse anneciğim, sen İslamiyet’i kabullenip onu tasdik edinceye ve ‘Al­lah’tan başka ilah yoktur.’ diyerek şehadet getirinceye kadar ben de senin için Al­lah’a niyazda bulunur, dua ederim.”
Oğlunun bu candan temennisini boş bırakmak istemeyen Erva bint-i Abdülmuttâlib hemen şehadet getirdi ve Müslüman oldu.[1]
Hz. Tuleyb yaşından beklenmeyen bir atılganlıkla mücadelede bulunuyor, Re­sû­lul­lah’a dil uzatan, onun aleyhinde konuşan müşrikleri susturmak için çalı­şıyordu. Bir seferinde Peygamberimize eziyet verip sıkıntıya sokmak için her türlü yola başvuran Ebû Cehil’i gözüne kestirmişti. Başına sert bir darbe vura­rak yardı, kanlar içinde bıraktı. Etrafta bulunan müşrikler Hz. Tuleyb’i yakala­yıp bağladılar. Dayısı Ebû Leheb onu müşriklerin elinden kurtardı, salıverdi.
Daha sonra bazıları Hz. Erva’nın yanına giderek oğlunun aşırı hareketinden dolayı şikâyette bulundular: “Oğlun Tuleyb’in yaptıklarını görmüyor musun? Kendisini Muhammed’in yoluna adamış.”
Hz. Erva, müşriklere karşı şu cevabı verdi:
“Onun en hayırlı günleri Muhammed’e (a.s.m.) yardımcı olduğu günlerdir. Çünkü Muhammed (a.s.m.), Allah tarafından hak Peygamber olarak gönderil­miştir.”
Müşrikler büsbütün şaşırmışlardı. İyice emin olmak için “Sen de mi Muham­med’e tabi oldun yoksa?!” diye sordular. Aldıkları cevap “Evet.” oldu.
Sonra oradan Ebû Leheb’e giderek, kız kardeşinin Müslüman olduğunu bil­dirdiler.
Kız kardeşinin Müslüman olduğunu haber alan Allah düşmanı Ebû Leheb, yanına gelerek çıkıştı, azarladı ve atalarının dinini bıraktığı için ayıpladı.
Bunun üzerine Hz. Erva da ona karşılık olarak, “Beni azarlamayı bırak da, git, sen de kardeşinin oğlunun başında bulun. Ona yardımcı ve destek ol veya onun dinine gir.” dedi.
Bu söz üzerine Ebû Leheb, “Onun ortaya çıkardığı yeni din yüzünden bütün Arap kabilelerine karşı koymaya bizim takatimiz var mı?!” diyerek inkârında ıs­rar etti. Sonra da çekip gitti.[2]
Hz. Erva, Peygamberimize dil uzatanlara gerekli cevabı veriyor, ona gelecek tehlikelere mâni olmaya çalışıyordu. Biricik oğlunu da teşvik ediyor, Re­sû­lul­lah’tan ayrılmamasını tembih ediyordu. Ana-oğul kendi aralarında güçleri nispetinde, şirke karşı mücadele ediyorlardı.
Bir seferinde müşriklerden Avf bin Sabre’nin Peygamberimize kötü söz söy­lediğini duyan Hz. Tuleyb, eline geçirdiği bir deve çenesi kemiğiyle kafasına vurarak onu yaralamıştı. Yine annesine şikâyete gittiklerinde, Hz. Erva, “Tu­leyb, dayısının oğluna yardım eder. Ondan ne canını esirger, ne de malını…” diye­rek müşrikleri yüzüstü geri çevirmişti.[3]
Küçük yaşta olduğu için Mekke’de serbest bir şekilde dolaşan Hz. Tuleyb, bir defasında müşriklerden Ebû İhâb bin Üzeyr’in Kureyşlilerle anlaşarak Peygam­berimize suikast düzenleyeceğini öğrendi. Bu menhus emelini yerine getirmek için Ebû İhâb’ın yola çıktığını haber alır almaz önünü kesti, ansızın fırlattığı bir taşla başını yaraladı. Böylece çirkin niyetinin duyulduğunu sezen müşrik, suikastten vazgeçti.”[4]
Hz. Tuleyb’in böyle fedaice davranışları müşriklerin mukavemetini kırıyor­du. Fikren İslam’ın yayılmasına güç yetiremeyen müşrikler, hiç ummadıkları bir mukavemetle karşılaşınca şaşkına dönüyorlardı.
Kureyşliler tarafından göz altına alınan Hz. Tuleyb, ikinci Muhacir kafîlesiyle Habeşistan’a hicret etti. Üç ay kadar orada kaldı. Mekke müşriklerinin Müs­lüman oldukları şaiyasını duyunca tekrar Mekke’ye geldiler. Fakat haber asıl­sızdı. Medine’ye hicret başlayınca Hz. Tuleyb de hicret etti. Medine’de Abdul­lah bin Seleme’ye misafir oldu. Daha sonra Peygamberimiz, Tuleyb’le Münzir bin Amr (r.a.) arasında kardeşlik akdi yaptı.[5]
Müşriklere karşı cihat emri başlayınca Peygamber ordusunda Hz. Tuleyb de yer aldı. Bedir Savaşı’nda üstün kahramanlıklar göstererek Allah düşmanlarına karşı dinini korudu. Bundan sonra daha pek çok muharebeye katıldı.
Peygamberimizin vefatından sonra Bizanslılarla yapılan Ecnâdin Savaşı’nda mücahitler arasında Hz. Tuleyb de bulunuyordu. Zafer kazanılmıştı, fakat üç bin kadar şehit verilmişti. Şehitler arasında Hz. Tuleyb de vardı. Tarih Hicret’in 13. yılı, Cemaziyelev­vel ayı idi. Hz. Tuleyb bu sırada 35 yaşındaydı.[6]
Allah ondan razı olsun!

_________________________________
[1]Tabakât, 3: 123.
[2]age., 8: 42-43; Üsdü’l-Gàbe, 3: 65.
[3]el-İsâbe, 2: 233.
[4]age.
[5]Tabakât, 3: 123.
[6]age.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ

SELMAN SEVEN

{facebook#https://facebook.com/} {twitter#https://twitter.com/}

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget