Resulullah'ın hadislerini mi arıyorsunuz ?
Türkiye'nin En Geniş Kapsamlı Hadis Sitesi
HZ.MUHAMMED (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
"أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ"

Latest Post

Hz. Zeyd, küçük yaşta babasını kaybetmiş, yetim kalmıştı. Abdullah bin Revâ­ha’nın şefkat eli bu küçük yetime yetişti. Uzun müddet onun yanında kaldı. Ab­dullah bin Revâha İslamiyet’i kabul edince, o da küçük yaşta Müslüman ol­du.
Hz. Zeyd, Bedir ve Uhud Savaşlarına yaşının küçük olması sebebiyle katıla­mamıştı. Fakat bundan sonraki bütün savaşlara iştirak etti. Büyük kahramanlık­lar gösterdi.
Peygamberimizin de katıldığı Benî Mustalık Gazası esnasında, meşhur mü­nafık­lar­dan Abdullah bin Übey, Peygamberimiz ve Müslümanlar hakkında ile­ri geri konuşmaya başladı. Bir önceki konuda yer verdiğimiz sözleri sarf etti. Hz. Zeyd de oradaydı. Bu fitne dolu sözleri duyunca çıkışmaktan kendini ala­madı, “Vallahi kavminin içinde zelil, zayıf ve nefret edilen birisi varsa o da sen­sin! Re­sû­lul­lah ise Rahmân olan Allah tarafından aziz kılınmıştır.” dedi. Bu söze çok içerleyen Abdullah bin Übey, “Vallahi bundan sonra seni hiç sevmeyece­ğim!” şeklinde karşılık verdi. Hz. Zeyd, duyduklarını Re­sû­lul­lah’a bildireceğini söyleyince de, alttan aldı, “Ey kardeşimin oğlu, n’olur sus! Ben sadece şaka ol­sun diye konuştum.” dedi.
Fakat Zeyd oralı olmadı, dinlemedi. Müslümanlar arasında fitne çıkarmaya çalışan bu münafığı Re­sû­lul­lah’a bildirmeyi kendisi için mühim bir vazife ola­rak gördü. Hemen Peygamberimizin yanına gitti, duyduklarını nakletti. Re­sû­lul­lah, Zeyd’e inanıyordu. Fakat meseleyi iyice tahkik etmek için, “Ona kızmış olmayasın?!” diye sordu. Hz. Zeyd, “Hayır, vallahi bunları aynen ondan işittim!” cevabını verdi. Peygamberimiz, “Yanlış anlamış olmayasın?!” diye tekrar sordu. Zeyd (r.a.), “Hayır yâ Re­sû­lal­lah, gerçek söylüyorum, yanlışım yok.” dedi. Peygamberimiz sorularına devam etti. “Onun hakkında başkası sana bunları söylemiş olmasın?!” buyurdu. Zeyd, “Hayır, vallahi bunları ondan işittim!” ceva­bını verdi.
O sırada Re­sû­lul­lah’ın yanında birçok sahabi bulunuyordu. Münafık Abdul­lah bin Übey’in sözlerine çok kızdılar. Hattâ boynunun vurulmasını teklif eden­ler dahi oldu. Fakat Peygamberimiz bunu tasvip etmedi. Meseleyi bir de Abdul­lah bin Übey’den dinlemek için yanına çağırttı. Bu arada bazıları, “Bunu niçin haber verdin?!” diyerek Hz. Zeyd’e çıkışıyorlardı. Hz. Zeyd de, “Vallahi bu söz­leri babamdan da işitmiş olsaydım, yine Re­sû­lul­lah’a haber verirdim!” cevabını verdi.
Biraz sonra Abdullah bin Übey geldi. Peygamberimiz sordu: “Bunları sen mi söyledin?” Abdullah bin Übey itirafa yanaşmadı, inkâr etti. “Hayır, sana Kitab’ı indiren Allah’a yemin ederim ki, ben bunların hiçbirini söylemedim. Zeyd size yalan söylemiştir! Ben, şurada bulunanlardan Allah’ın beni cennete koymasına vesile olacak senden daha yakınını bilmiyorum.” dedi. Bu konuşmadan biraz sonra, Peygamberimiz orduya hareket emrini verdi.
Meselenin böyle kapanması Hz. Zeyd’i mahcup etti. Utancından Re­sû­lul­lah’ın yanına yaklaşamıyordu. Bu meseleyle ilgili konuşmak isteyenlere, “Yüce Allah’ın bu hususta vahiy indirip benim mi, yoksa başkasının mı yalancı oldu­ğunu bildireceğini umuyorum.” diyordu. Bu arada, “Allah’ım, Resûlüne sözleri­mi doğrulayacak vahyini indir!” diye dua ediyordu.
Yorucu bir yolculuktan sonra mücahitler Medine’ye geldiklerinde, Cenâb-ı Hak, Münâfıkûn Sûresi’nin 1-8. âyetini vahyetti. Bu âyetler Zeyd’i doğruluyor­du. Bu vahyin son âyetleri şu mealdeydi:
“Onlar öyle kimselerdir ki, ‘Re­sû­lul­lah’ın yanında bulunanlara bir şey vermeyin de, dağılıp gitsinler!’ diyorlar. Oysa göklerin ve yerin bütün hazineleri Allah’ındır, fakat münafıklar anlamazlar. Bir de, ‘Eğer Medine’ye dönersek, şerefli ve kuvvetli olan, hakir ve zayıf olanı ora­dan muhakkak çıkaracaktır!’ diyorlar. Hâlbuki şeref, kuvvet ve galibiyet Al­lah’ın, Peygamber’inin ve müminlerindir; fakat münafıklar bilmezler.”
Bu âyetler nazil olunca, Peygamberimiz, Hz. Zeyd’in kulağından tuttu ve “İş­te, Allah yolunda kulağıyla vazifesini yerine getiren genç budur! Ey Zeyd, Al­lah seni tasdik etti!” buyurdu.
Bundan sonra artık hiç kimse Abdullah bin Übey’e inanmadı. Böyle bir şey ol­du­ğunda onu azarladılar, kınadılar. Peygamberimiz, onun öldürülmesini isteyenlere, “Eğer öldürseydim, muhakkak onun yüzünden yer yerinden oynardı!” buyurdu. Çünkü o, kavminin büyüğüydü. Sevilip sayılıyordu; Peygamberimiz Medine’ye hicret etmeseydi, Medine’nin hükümdarı olacaktı.[1]
Hz. Zeyd hastalandığında Peygamberimiz (a.s.m.) bu genç sahabisini ziyaret eder, hâlini hatırını sorardı. Bir defasında Hz. Zeyd’in gözü rahatsızlanmıştı. Peygamberimiz ziyaretine gitmiş, duada bulunmuştu. Bir müddet sonra gözü iyileştiğinde, “Zeyd, gözlerin öyle kalsaydı ne yapardın?” diye sordu. Hz. Zeyd, büyük bir teslimiyet içerisinde, “Sabreder, sıkıntısına katlanırdım, yâ Re­sû­lal­lah.” cevabını verdi. Onun bu teslimiyeti Re­sû­lul­lah’ı memnun etti, “Sabrederek o hâl üzere vefat etmiş olsaydın, muhakkak cennete girerdin.” buyurdu.
Hz. Zeyd, Re­sû­lul­lah’tan bir hayli istifade etmişti. Hayatta bulunduğu müd­detçe Müslümanların mercii oldu. Onların sorularını cevaplandırdı. Tavsiye­lerde bulundu...
90 kadar hadis rivayet eden Hz. Zeyd, Hicret’in 68. senesinde Kûfe’de vefat et­ti. Onun rivayet ettiği hadislerden birinin meali şöyledir:
“Size biri diğerinden daha kıymetli iki şey bırakıyorum ki, onlara sarıldığınız müddetçe, benden sonra asla sapıklığa düşmezsiniz: Gökten yeryüzüne uzan­mış olan nurani bir ip olan Allah’ın Kitabı ve neslim, Ehl-i Beyt’imdir. Bu ikisine yapışanlar, tâ Kevser Havuzu’nun başında bana gelinceye kadar asla doğru yol­dan ayrılmayacaklardır. Sakın, sakın! Size buraktığım bu iki şey hususunda, bana nasıl olur da sırt çevirirsiniz?!”[2]

_________________________________________
[1]Sîre, 3: 303-305; Tabakât, 2: 65; Hz. Muhammed ve İslamiyet, 5: 45-47.
[2]Tirmizî, Menâkıb: 32.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ

Hz. Zeyd (r.a.), Hz. Hubeyb’le birlikte müşriklerce yakalanıp Mekke’ye götürü­len iki mazlumdan birisidir. Mekke’ye varınca, Safvan bin Umeyye, “Bedir’de öldürülen babasının intikamını almak” düşüncesiyle Hz. Zeyd’i, 50 deve karşılı­ğında satın aldı.
Safvan, Hz. Zeyd’i zincire vurup hapsetti. Bir müddet işkenceden sonra, idam etmek üzere Ten’im mevkiine götürdü.
Hz. Zeyd, Hicret’ten sonra Müslüman olmuştu. Hazreç kabilesinin ileri ge­len­le­rin­den, Ensar’ın büyüklerinden ve Suffe’de Peygamberimizin talebeliğinde bulunmuş bahtiyar zatlardan birisiydi. Hicret’ten sonra Peygamberimiz, Hz. Zeyd’i Muhacirlerden Hâlid bin Bükeyr (r.a.) ile kardeş yapmıştı. Hz. Hâlid, bu irşat heyetinde vazife almış, müşrikler tarafından şehit edilen yedi kişi arasın­daydı. Hz. Zeyd, Bedir ve Uhud’a katılmış, kahramanlıklar göstermişti.
Müşriklerin büyük başları toplanmışlardı. Hz. Zeyd’i idam etmek için bir hur­ma gövdesi diktiler. Hz. Zeyd, Allah’ın huzuruna son defa çıkmak üzere müsaa­de istedi ve iki rekât namaz kıldı. Rabb’ine alnı açık, kalbi pak ve ruhu berrak olarak kavuşuyordu. Darağacı onun için ahiret menziline gitmeye vasıtadan başka bir şey değildi. Küfrün cehennemî işleri müşriklerin suratlarını öylesine karartmıştı ki, insanlık elbisesinden çoktan soyunmuşlardı. İntikam hırsından kızaran gözleri kan çanağına dönmüştü.
Daha sonra Hz. Zeyd’i tutup kuru hurma bedenine bağladılar.
Müşrikler idam ettikleri her Müslüman’a yaptıkları mahut ve iğrenç teklifleri­ni Hz. Zeyd bin Desinne’ye de yaptılar. “Gel, sonradan çıkmış olan bu dinden vazgeç, bizim dinimize gir de, seni serbest bırakalım.” dediklerinde, Hz. Zeyd, ısrarlı ve ciddi kararını vakur bir şekilde müşriklerin suratına haykırdı: “Hayır! Vallahi hiçbir zaman imanımdan olmam, dinimden dönmem!”
Bu sefer Ebû Süfyân yaklaşarak Hz. Zeyd’e sordu: “Ey Zeyd, Allah’ını sever­sen doğru söyle! Şimdi burada senin yerine Muhammed bulunup da, onun boy­nunu vurmamızı, sen de çoluk çocuğunun arasında sağ salim yaşamayı arzu et­mez miydin?”
“Anam babam sana feda olsun!” diye Peygamberleri uğrunda en çok sevdik­lerini feda etmekten çekinmeyen sahabiler, “Sizden hiçbiriniz, ben, kendisine çocuğundan, babasından ve bütün insanlardan daha sevgili olmadıkça iman et­miş sayılmaz.” hadisini kan ve damarlarına nakşederek, hayatlarının bütün saf­halarında açıkça göstermişlerdi. Ebû Süfyân’ın bu nakaratına Hz. Zeyd şu cüm­leyle cevap verdi:
“Vallahi ben ailem içinde rahatça oturup da Peygamberim Muhammed Aleyhissa­lâ­tü Vesselâm, değil sizin yanınızda, hattâ şimdi bulunduğu yerde bile bir dikenin ayağına batıp incitmesine gönlüm razı olmaz!”
Bu susturucu sözler karşısında şaşkına dönen Ebû Süfyân, “Ben insanlar için­de, Muhammed’in Ashâbının, Muhammed’i sevdikleri kadar, hiç kimsenin hiç­bir kimseyi sevdiğini görmedim.” demekten kendisini alamadı.
Bu konuşmalardan sonra müşriklerin kararı iyice kesinleşti. Safvan bin Umeyye, azatlı kölesi Nistas’a işaret ederek, Hz. Zeyd’i öldürmesini istedi. Nistas mızrağını Hz. Zeyd’in göğsüne saplayarak sırtından çıkardı. Böylece, Pey­gamber âşığı Hz. Zeyd, cennetteki makamına yükseldi.
Hz. Zeyd’in şehadetini haber alan Peygamberimiz ona dua buyurdu.
Peygamberimizin gönderdiği irşat heyetinin hunharca öldürülüşünü fırsat bilen münafıklar, bu hadiseyi istismar ederek ortalığı karıştırmak istediler. Medineliler arasında dolaşarak fesatçılığa başladılar: “İşkenceye uğratılarak öldürülen zavallılara yazık oldu! Onlar ne çoluk ço­cuklarının içinde rahatça oturabildiler, ne de adamlarının elçiliğini yerine getirebildiler.” gibi sözlerle merhamet tellallığı yapmaya uğraştılar.
Münafıkların bu yaygarası üzerine Cenâb-ı Hak, Bakara Sûresi’nin 207. âyeti­ni indirdi. Bu âyette mealen şöyle buyuruluyordu:
“Yine insanlardan öyleleri vardır ki, karşılığında Allah’ın rızasını kazanmak için kendisini feda eder. Allah ise kullarına pek şefkatlidir.”
Sahabilerin fedakârlığını Cenâb-ı Hak methediyordu…
Allah onlardan razı olsun!


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ

Meşhur sahabi Hâlid bin Velid’in (r.a.) kardeşiydi. Bedir Savaşı’nda müşrikle­rin safında yer almıştı. Savaşta Abdullah bin Cahş (r.a.) tarafından esir edilmiş­ti.
Henüz Müslüman olmayan Hâlid bin Velid ve Hişâm bin Velid, kardeşlerini kurtarmak için Medine’ye geldiler. Baba yadigârı zırh, kılıç ve miğferi fidye olarak verip anlaştılar ve onu esaretten kurtardılar. Sonra da hep birlikte Mek­ke’ye hareket ettiler.
Hâlid ve Hişâm, yolda kendilerini şaşırtan bir durumla karşılaştılar. Velid, Zülhu­leyfe mevkiinden geri döndü ve Medine’ye gelerek Müslüman oldu. Hâlid ile Hişâm da peşinden gittiler. Hâlid, Velid’e (r.a.) çıkıştı, “Madem böyle yapacaktın fidyeyi ödeme­den evvel yapsaydın da, babamızdan kalan şerefli bir hatırayı elimizden çıkarmasan ol­maz mıydı?! Bunu niçin yaptın?” diye sordu. Hz. Velid ona “Kureyşliler, ‘Fidyeden kaçtı da Müslüman oldu.’ demesinler diye böyle yaptım.” şeklinde cevap verdi.
Hâlid ve Hişâm o kadar öfkelerine rağmen bir şey yapmadılar. Birlikte Mek­ke’ye hareket ettiler. Bir müddet sonra da Mekke’ye ulaştılar. Velid’in Müslü­man olduğunu duyan müşrikler bunu hazmedemediler. Doğruca Medine’ye gi­dip onu yakaladılar, zincire vurarak hapsettiler. Ağır işkencelerde bulundular. Velid (r.a.) bütün bunlara zaten hazırdı. Müslüman olurken bunları peşinen ka­bul etmişti. Bunun için onların işkencelerine sabretti.
Bu arada Peygamberimiz ona yapılan muameleyi duymuş ve çok üzülmüştü. Mekke’de Velid gibi hapsedilen iki sahabisi, Ayyaş bin Ebî Rabiâ ile Ebû Sele­me bin Hişâm’ın (r.a.) kurtulması için yaptığı duaya Velid’i de (r.a.) dâhil et­ti.
Velid (r.a.), Mekke’de bir müddet hapis olarak kaldı. Fakat bir ara fırsatını bu­lup kaçtı, Medine’ye geldi. Peygamberimizin huzuruna çıktı. Peygamberimiz, Hz. Ayyaş ile Ebû Seleme’nin (r.a.) ne durumda olduğunu sordu. Velid onların şiddetli işkencelerle kıvrandırıldığını söyledi. Peygamberimiz müteessir oldu. Hz. Velid’i, inançları yüzünden bunca çile ve ıstırap çeken bu İslam kahraman­larını kurtarmakla vazifelendirdi.
Hz. Velid çok yorgundu, ama hiç vakit geçirmeden tekrar Mekke’ye hareket etti. Re­sû­lul­lah’ın emrini vakit geçirmeden yerine getirmek istiyordu. Yorucu bir yolculuktan sonra Mekke’ye ulaştı. Şehre geceleyin girdi. Onların hapsedil­dikleri yeri buldu. Üzeri açık olan bir yere hapsedildiklerinden, duvardan atla­yarak içeri girdi. İkisi de, kaçmasınlar diye ayaklarından bir taşa bağlanmışlar­dı. Kılıcını çıkardı, bağlandıkları ipi kesti. Sonra da hemen oradan uzaklaştılar. Müşrikler onların kaçırıldığını fark etmeden biraz yol almaları gerekiyordu. Durmadan dinlenmeden yürüdüler.
Sabahleyin durumdan haberdar olan müşrikler, etrafa adamlar göndererek onları aradılar, fakat bulamadılar. Üç cefakâr Müslüman, üç gün sonra Medi­ne’ye vardıklarında ayakları kan revan içindeydi.
Hz. Velid, Hicret’in 8. yılında vefat etti. Medine’de Baki Kabristanı’na defne­dildi.
Allah ondan razı olsun!


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ

SELMAN SEVEN

{facebook#https://facebook.com/} {twitter#https://twitter.com/}

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget