Resulullah'ın hadislerini mi arıyorsunuz ?
Türkiye'nin En Geniş Kapsamlı Hadis Sitesi
HZ.MUHAMMED (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
"أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ"

Latest Post

Peygamberimizin risalet ummanından feyiz alarak yetişen ve o eşsiz zattan hi­dayet nurları dererek insanlığa yol gösteren yıldız sahabiler, bulundukları de­virde ve gittikleri her yerde beşerin rahatı ve huzuru için çalışmış, iki dünya saa­detinin kazanılması için çok üstün bir gayret sarf etmişlerdir.
Peygamberimizin ders halkasında yetişerek mükemmel bir insan olan ve tam örnek bir şahsiyete bürünen sahabilerden birisi de, Hz. Sâid bin Âmir’dir (r.a.). Hz. Sâid, ri­sa­let güneşinden feyiz almaya Hayber’in fethinden önce başla­mıştı; imanın tatlı pınarlarından âb-ı hayat suyunu kana kana içmeye başlayın­ca Mekke’de duramadı, hicret ederek saadet kervanına karıştı. Bütün varlığıyla İslam’a sarılarak Peygamberimizin nurlu dersine devam etti. Sefer sırasında, cihat meydanlarında bir kahraman oldu.
Hz. Sâid kudretli bir kumandandı. Yermuk Muharebesi’nde Hz. Ebû Ubeyde bin Cerrah (r.a.), Halife Hz. Ömer’den (r.a.) yardım isteyince, Hz. Ömer bin ki­şiye bedel dört sahabi gönderdi. Bunlardan birisi de Hz. Sâid bir Âmir’di. Bi­zans’a karşı yapılan Yermuk Muharebesi’nde Hz. Sâid üstün fedakârlıklar gös­terdi.
Hz. Sâid aynı zamanda ferasetli bir idareci, basiret sahibi, kabiliyetli ve ada­letli bir si­yaset dehası ve diplomat idi. Zira Peygamber iksirinden ilham alan bu şahsiyetler kısa zamanda üstün vasıflara sahip oluyorlardı. Resûl-i Ekrem Efendimiz, “Bedevi bir kavim ve ümmi bir muhite, hayat-ı içtimaiyeden hali ve kitapsız ve fetret asrının karanlıklarında bulunan ve pek az bir zamanda en me­deni ve malumatlı ve hayat-ı içtimai­ye­de ve siyasiyede en ileri olan milletlere ve hükûmetlere üstad ve rehber ve diplomat ve hâkim-i âdil, şarktan garba kadar cihanpesendane [bütün dünyanın takdirini kazanarak] idare eden ve sahabe namıyla dünyada namdar olan cemaat-i meşhure”yi yetiştirmişti.[1]
Peygamberimizin Suffe Ashâbı’ndan olan bu mübarek zatı Hz. Ömer, Humus valiliğine tayin etti. Kısa zamanda halk tarafından sayılan ve sevilen Hz. Sâid, her yönüyle mükemmel bir idarecilik yapıyordu. Halkın derdini dinliyor, kim­sesizleri himaye ediyordu. Gayrimüslimler bile onun idareciliğinden memnun­dular. Millet tarafından valinin çok sevildiğini haber alan Hz. Ömer, Humuslulara bunun sebebini sorduğu zaman, “Valimiz halkın dert ortağıdır.” cevabını al­dı.
Hz. Ömer, Şam’a gittiği sırada şehrin kuzey tarafında bulunan Humus’a uğra­dı. Oraya tayin ettiği güzide valisi Hz. Sâid’i görecekti. Valiyle bir müddet gö­rüştükten sonra, onun idareciliği hakkında halkın da fikrini alacaktı. Halifenin şehre geldiğini duyan halk toplanmıştı. Hz. Ömer ileri gelenlere, “Ey Humuslular, valinizi nasıl buldunuz? Memnun musunuz? Hakkında bir şikâyetiniz var mı?” diye sordu.
Halk, umumi olarak memnun olduklarını söyledikten sonra, hikmetini anla­madık­la­rı bazı hâllerden dolayı da şikâyetlerini dile getirdiler. Hz. Ömer’in ısra­rı üzerine, “Sabahleyin vazifesine erken değil de, kuşluk vakti geliyor!” dedi­ler.
Hz. Ömer, halkın şikâyet ettiği daha büyük bir kusur arıyordu: “Bundan daha büyük bir suçu var mı?”
“Gece olunca bizden hiç kimseyi kabul etmiyor. Ayda bir gün eve kapanıyor, halkın içine çıkmıyor. Bazı zamanlar baygın düşüyor, ölüm tehlikesi geçiri­yor!”
Hz. Ömer, Humusluları dinledikten sonra, vali Hz. Sâid bin Âmir’i çağırttı. İsnat edilen bu kusurların sebebini sormak istiyordu.
Biraz sonra vali geldi. Ömer (r.a.), halkın huzurunda, şikâyetleri teker teker sordu. Bu arada, “Allah’ım, Sâid bin Âmir hakkındaki hüsn-ü zannımda beni hataya düşürme!” diye de dua ediyordu.
Şikâyetler sıralanırken Hz. Sâid gayet sakindi. Hz. Ömer’in sözü bittikten sonra, şikâyet mevzuu olan meselelerin hikmetini şöyle açıkladı:
“Yâ Ömer, aslında ben bunları söylemeyi istemiyorum, ama şikâyete sebep olduğu için ifade edeceğim: Mesaiye biraz geç gidişimin sebebi, evde hizmet­çim yoktur. Ev işlerinin çoğunu kendim görüyorum. Sabahleyin erkenden ha­mur yoğuruyor, ekmeği yapıyorum, çocukların kahvaltısını yaptırdıktan sonra abdest alıp çıkıyorum. (Bazı kaynaklarda hanımının hasta olduğu kaydedil­mektedir.)
“Geceleri kimseyi kabul etmiyorum; çünkü gündüzleri halkın işi ve derdi için, geceyi de Hak için ayırıyorum.
“Ayda bir gün halkın içine çıkmayışıma gelince: Hizmetçim olmadığı için el­bisemi kendim yıkıyorum. Başka değişik bir elbisem de yoktur. Yıkadıktan sonra onun kurumasını bekliyorum. Kuruduktan sonra giyiyor, halkın içine on­dan sonra çıkıyorum.
“Bazı günler baygınlık geçirmem ise… Mekkeliler Hubeyb’i astıkları gün ben de oradaydım. Müşrikler onu bir ağaca bağladılar, sonra da şu teklifte bulundu­lar: ‘Senin yerine Muhammed’i asmamızı ister misin?!’ O hâlindeyken Hubeyb, ‘Ben çoluk çocuğumun içinde rahatça oturayım da Muhammed’in (a.s.m.) aya­ğına bir diken batsın ha; vallahi buna dahi razı olmam!’ dedikten sonra ‘Yâ Mu­hammed!’ diye bağırdı. Sonra da şehit ettiler. Hubeyb’in bu fedakârlığını hatır­ladığım zaman, ona yardım edemeyişim de aklıma geliyor. Çünkü onu asmala­rına mâni olabilirdim. Ne yazık ki, ben o zaman müşriktim! Bu günahımdan do­layı Allah’ın ebediyen beni affetmeyeceğini sanıyorum. İşte o zaman üzerime baygınlık geliyor, kendimden geçiyorum...”
Takva ve zühdün zirvesinde bulunan valisini dikkatle dinleyen Hz. Ömer, el­lerini açtı, “Allah’ım, iyi niyetimde beni yanıltmadın, Sana şükürler olsun!” dedi.[2]Başta halife olmak üzere, dinleyenler gözyaşlarını tutamıyorlardı.
Peygamberimizin güzide sahabileri, yokluk ânında maddi sıkıntıya göğüs gerdikleri gibi, varlık günlerinde de kanaatten şaşmazlardı.
Dünya servetine aldanmayan zatlardan birisi de Hz. Sâid’di. Hz. Sâid, Humus’ta vali yken, Hz. Ömer, Humus halkından, şehirde bulunan fakirleri tespit et­mesini istedi. Fakirler tespit edildi ve bir grup Humuslu, listeyi Hz. Ömer’e ver­diler. Listenin başında “Sâid bin Âmir” ismini gören Hz. Ömer şaşakaldı. İsim benzerliği olabileceği ihtimaliy­le, “Sâid bin Âmir kimdir?” diye sordu. “Ey müminlerin emîri, o, bizim valimizdir!” de­diler. Halifenin hayreti daha da arttı. “Valiniz fakir ha!” deyince, “Evet.” cevabını al­dı. Tekrar sordu: “Valiniz nasıl fakir oluyor? Geliri nasıl, geçimini nereden temin ediyor?” Heyet cevap verdi: “Yâ Ömer, o, yanında bir şey tutmaz ki, eline geçeni fakir fukaraya dağıtır...” Hz. Ömer’in gözlerinden yaşlar damlıyordu…
Hz. Ömer, valisini sıkıntılı durumdan kurtarmak için bin dinar hazırlayarak bir elçiyle gönderdi. Elçiye de, “Benden selam söyle. ‘Bu parayı müminlerin emîri gönderdi.’ de ve ihtiyaçlarına harcamasını söyle!” diye tembih etti.
Elçi Humus’a vardı. Emaneti valiye takdim etti. Keseyi açıp da içinde para ol­du­ğu­nu gören Hz. Sâid, “İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râciûn.” dedi. Sanki başına bir musibet gelmişti… Valinin bu sözünü hanımı da duymuştu. Elçi gittikten sonra, “Hayrola, Hz. Ömer’e bir şey mi oldu yoksa?!” diye sordu. Hz. Sâid, “Daha bü­yük!” dedi ve ekledi: “Dünya bana geliyor, fitne üzerime geldi!” Hanımı, parayı istediği yere harcamasını söyleyince, Hz. Sâid paraları bir keseye koyarak evin bir köşesine bıraktı. Sonra sabaha kadar zikir ve ibadetle meşgul oldu. Sabah olunca da parayı bütün Müslüman askerlere dağıttı.
Hanımı paraların hepsini dağıttığını görünce Hz. Sâid’e, “N’olurdu, birazını kendine bıraksaydın da ihtiyaçlarımıza sarf etseydik!” dedi. Ahiret meyvelerini dünyada yemeye gönlü razı olmayan yüce sahabi, hanımına şöyle dedi:
“Ben Re­sû­lul­lah’tan işittim. Şöyle buyuruyordu: ‘Eğer cennet kadınlarından birisi yeryüzüne bakacak olsa dünyayı misk kokusu kaplardı.’ Vallahi ben cen­netin ebedî nimetlerini dünyada fâni bir surette yemem! Ayrıca Re­sû­lul­lah, fa­kir Muhacirlerin, zenginlerden 70 sene önce cennete gireceğini haber ver­mişti.”
Hicret’in 20. senesinde, Humus’ta 40 yaşında vefat eden Hz. Sâid bin Âmir oraya defnedildi.[3]
Allah ondan razı olsun!

________________________________
[1]Mektûbât, s. 202.
[2]Hilye, 1: 245-246.
[3]Üsdü’l-Gàbe, 2: 311-312.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ

Peygamberimizin ve Ensar’ın hatibi Sâbit bin Kays Şemmâs (r.a.), şık giyinmeyi sever ve daime güzel elbiselerle dolaşırdı. Bundan bir lezzet ve zevk alırdı. Kimse de kendisine bu hareketinin yanlış olduğuna dair bir söz söylememiş­ti.
“Şüphesiz, Allah, kibirlenip gururlananları sevmez.”[1]mealindeki âyet-i keri­me nazil olunca, Sâbit’in durumu değişti, evine kapanıp ağlamaya ve tövbe et­meye başladı. Çünkü o âyet-i kerimeyle, kendisi gibi şık giyinenlerin kastedil­diğini anlamıştı. Evinden dışarı çıkmıyor, gözyaşları içerisinde Rabb’ine tövbe ve iltica ediyordu.
Onun bu durumunu Re­sû­lul­lah’a haber verdiler. Re­sû­lul­lah bir adam göndererek, niçin böyle yaptığını sordu. Hz. Sâbit, “Ben şık giyinmeyi severim.” diye cevap verdi. Resûl-i Ekrem, Hz. Sâbit’i rahatlatan ve ferahlatan şu cevabı verdi:
“Sen âyet-i kerimede sözü edilenlerden değilsin, iyi bir hayat sürüyorsun. Hayırlı bir şekilde öleceksin ve Allah seni cennete sokacak.”
Hz. Sâbit’in elem gözyaşları, artık sevinç gözyaşlarına dönmüştü. Çok sevdi­ği şık elbiselerini giyebilirdi artık. Gurur ve kibir maksadıyla giyilmeyen güzel elbiselerin İslam’a aykırı bir yönü yoktu.
Re­sû­lul­lah, Müslümanları temsil durumunda olanların çok düzgün ve temiz kıyafetli olmaları gerektiğini zaman zaman ikaz ederdi. Bir yere gönderdiği el­çilerine, “Öyle giyineceksiniz ki, gittiğiniz yerde parmakla gösterileceksiniz!” derdi. Hz. Sâbit de zaman zaman müşrikelere karşı Re­sû­lul­lah’ın ve Ensar’ın ha­tipliğini yapardı. Bu cihetle de onun şık ve güzel giyinmesinde mahzur bir tara­fa, zaruret bile vardı.
Hz. Ömer’in rivayetine göre, Re­sû­lul­lah’a bir gün yeni bir elbise getirmişlerdi. Re­sû­lul­lah onu giyerken, “Avret yerimi örten ve beni hoş gösteren bu elbiseyi giydiren Allah’a hamd olsun!” diye dua etmişti.
Demek ki, elbise sadece insanın avret yerini örten bir şey değildi, kişiyi hoş gösteren bir yönü de vardı. Bu hoş görünme de Resûl-i Ekrem’in yaptığı gibi şükre ve hamde vesileydi.
Hucurât Sûresi nazil olduğu zaman da, duygulu sahabi Sâbit bin Kays’ı bir endişe almıştı. Âyet-i kerimede şöyle buyuruluyordu:
“Ey iman edenler! Sesinizi Peygamber’in sesinden fazla yükseltmeyin; birbi­rinize bağırdığınız gibi ona bağırmayın. Yoksa amelleriniz mahvolup gider de farkında bile olmazsınız…”[2]
Bu âyeti işiten Hz. Sâbit, daha önce yaptığı gibi, “Bu âyette kastedilenlerden birisi de benim. Ben de Re­sû­lul­lah’ın huzurunda yüksek sesle konuşuyorum ve amellerim boşa gidiyor. Cehennem ehlinden oldum!” diyerek evine kapandı ve gözyaşları içerisinde Rabb’ine yalvarmaya başladı. Re­sû­lul­lah yine birisini gön­derip niçin böyle yaptığını sordu. Hz. Sâbit işlediği günahtan bahisle, “Amelleri boşa giden kişilerden olmaktan korkuyorum!” dedi. Bunun üzerine, Re­sû­lul­lah şöyle buyurdu:
“Hayır, korkma! Sen övünülecek bir hayat sürüyorsun. İleride de şehit ola­caksın ve Allah seni cennetine sokacak.”[3]
Hz. Sâbit’in yüksek sesle konuşması, Re­sû­lul­lah’a hürmetsizliğinden değil, onun ha­tipliğinden ileri geliyordu. Onun için, âyet-i kerimede ikaz edilen kim­selerden olamaz­dı. Ancak onun hassas kalbi, bundan endişe duyuyor, üzülü­yordu. Resûl-i Ekrem’in sözleri onu yine ferahlatmıştı.
Re­sû­lul­lah’ın müjdelediği gibi, Sâbit bin Kays güzel bir hayat sürdü ve sonun­da yalancı, sahte peygamber Müseylimetü’l-Kezzâb’la yapılan Yemâme Muharebesi’nde şehit düşerek cennetlikler arasına girdi.
Hz. Sâbit şehit düştüğünde üzerinde kıymetli bir zırh vardı. Bu zırh çalındı. Biri rüya­sında Hz. Sâbit’i gördü. Hz. Sâbit, zırhının saklı olduğu yeri söyledi. Onu oradan al­masını ve ihtiyacı olan birisine vermesini rica etti. Rüyayı gören zat, ertesi gün arkadaşlarıyla birlikte Hz. Sâbit’in tarif ettiği yere gitti. Zırhı ora­da buldu. Ve bu şehidin isteğini yerine getirdi.[4]
Allah ondan razı olsun!

___________________________________

[1]Lokman Sûresi, 18.
[2]Hucurât Sûresi, 2.
[3]Üsdü’l-Gàbe, 1: 229-230.
[4]Tecrid Tercemesi, 8: 304.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ

Hicret’ten birkaç yıl sonraydı... Yetim bir çocukla bir sahabi arasında, hurma ağacı se­bebiyle anlaşmazlık çıkmıştı. Mesele Peygamberimize intikal etti. Re­sû­lul­lah da her iki tarafı dinledikten sonra, sahabi lehine hüküm verdi. Bunun üzerine çocuk ağlamaya baş­ladı. Peygamberimiz, yetimin ağlamasına daya­namadı. Sahabiden, ağacı çocuğa bağış­lamasını istedi. Fakat sahabi kendisinin de ihtiyacı olduğunu söyleyerek özür beyan etti.
Sâbit bin Dahdaha da oradaydı. Re­sû­lul­lah’ın üzüldüğünü görünce, “Yâ Re­sû­lal­lah, benim malımdan meyveli bir hurma ağacını bu yetime vermemi uygun görür müsün?” diye sordu. Peygamberimiz (a.s.m.), “Bunun karşılığı cennette bir hurma ağacıdır.” mukabelesinde bulundu. Hz. Sâbit, daha fazla beklemeden hurma ağacını o sahabiden satın aldı ve yetim çocuğa verdi. Peygamberimiz onun bu davranışından son derece memnun oldu, “Yâ Rab, Sâbit bin Dahda­ha’ya cennette yemişli bir hurma ağacı nasip et!” diyerek duada bulundu.
O günden sonra Hz. Sâbit’in tek düşüncesi vardı: Allah yolunda bir an önce şehit olmak… Bu arzuyla yanıp tutuşuyor, bunun için dua ediyordu.
Nihayet arzu ettiği fırsat, Uhud Harbi’nde karşısına çıktı. Müslümanların boz­guna uğradığı, Re­sû­lul­lah’ın ölüm haberi yayıldığı bir sırada gür bir şekilde şöyle seslendi:
“Ey Ensar topluluğu, bana geliniz! Bana geliniz! Ben Sâbit bin Dahdaha’yım, bana geliniz! Şayet Re­sû­lul­lah şehit edildiyse, Allah ölümsüzdür. Dininiz için çalışınız. Şüphesiz Allah size yardım edecektir.”
Onun sesini duyan birkaç kişi yanına geldi. Hep birlikte hücuma geçtiler. Fa­kat kalabalık ve azgın müşrik güruhu karşısında fazla dayanamadılar. Çarpışa çarpışa şehit oldular.
Allah onlardan razı olsun![1]

_____________________________________
[1]Üsdü’l-Gàbe, 1: 222; İsâbe, 1: 191.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ

SELMAN SEVEN

{facebook#https://facebook.com/} {twitter#https://twitter.com/}

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget