Resulullah'ın hadislerini mi arıyorsunuz ?
Türkiye'nin En Geniş Kapsamlı Hadis Sitesi
HZ.MUHAMMED (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
"أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ"

Latest Post

"Kardeşim Zeyd, iki güzel hasletle beni geçti: Benden önce Müslüman oldu, benden önce şehit oldu!” sözleriyle Zeyd bin Hattab’a (r.a.) en güzel şahitliği Hz. Ömer (r.a.) yapmaktadır. Zeyd bin Hattab, Hz. Ömer’in baba bir kardeşidir.
Re­sû­lul­lah’ın (a.s.m.) çok sevdiği bahtiyarlar arasında Zeyd bin Hattab da vardır. “Suffe Medresesi’nin talebesi olmak” şerefine de erişen Zeyd bin Hattab, ilk Muhacirlerdendir. Re­sû­lul­lah Efendimiz, Muhacirlerle Ensar arasında kar­deşlik tesis ederken, Zeyd bin Hattab ile Main bin Adiyy’i (r.a.) kardeş ilan et­miştir
Hz. Zeyd, Peygamberimizin “fedakârlık ve bir dava uğruna hayatı hiçe sayma” dersini can kulağıyla dinlemişti. Bu kahramanlık dersi, İslam davası için gere­kirse maddi manevi bütün varlığını feda etmeyi gerektiriyordu. İşte Hz. Zeyd, bunun şuurundaydı.
Zeyd (r.a.), Bedir, Uhud, Hendek ve Hudeybiye gibi, Hz. Peygamber’in (a.s.m.) katıldığı savaşların hepsine katılmıştı. Uhud Savaşı’nda çok büyük kah­ramanlık örneği sergilemişti. Bu savaşa onunla birlikte kardeşi Hz. Ömer de ka­tılmıştı. Bir ara Zeyd’e, zırhını vermek istedi. Hz. Zeyd kardeşine, “Senin istedi­ğin şehadet mertebesini ben de isterim!” diyerek kardeşinin teklifini reddetti. Böylece iki kahraman kardeş zırhsız olarak savaştılar. İkisi de şehit olabilme arzusundaydı.[1]
Peygamberimizden sonra Hicret’in 12. yılında Yalancı Peygamber Müseylime ile yapılan Yemâme Harbi’nde gösterdiği şecaat ve kahramanlıkla, mücahit­lere örnek teşkil ediyordu.
Hz. Zeyd, bu savaşta İslam ordusunun bayraktarlığını yapıyordu. Bir elinde kılıç, diğerinde sancak olduğu hâlde düşman ordusunun ateş çemberine korku­suzca dalan Zeyd, bir aralık, Müslümanların zaafa düştüğünü gördü. Bir yandan onlar gibi olmaktan Allah’a sığınırken, bir yandan zafer için dua etti. “Ey Al­lah’ım,” dedi. “Müslümanların mağlubiyetinden Sana sığınırım!”[2]
Hz. Zeyd, sonra da bütün haşmetiyle düşman saflarına daldı, pek çok düşman askerinin yanı sıra meşhur mürtet Nehar’ı da öldürdü. Bir ara Ebû Meryem’in şiddetli bir darbesine maruz kaldı. O darbenin tesiriyle şehit oldu. Elindeki san­cak düşmek üzereyken, kendisi gibi büyük bir sahabi olan Hz. Sâlim yetişti, sancağı aldı.[3]
Hz. Ömer, kardeşinin şehadetine gıpta etti. Fakat onun ayrılığı kendisini bir hayli üzmüştü, “Sabâ rüzgârlarının her esişinde Zeyd’in kokusunu hissediyo­rum!” diyerek bunu ifade ediyordu.
Kaderin garip bir cilvesidir ki, Hz. Zeyd’i şehit eden Ebû Meryem, Hz. Ömer devrinde Müslüman oldu. Hz. Ömer’in yanına geldi. Zeyd’in katili olduğu için, Hz. Ömer’in en büyük düşmanı iken, Müslüman olduktan sonra en yakın ve sa­mimi dostu oldu.
Bir defasında Hz. Ömer ona, “Zeyd’i sen mi öldürdün?” diye sordu. Ebû Mer­yem, “Evet.” dedi. Sonra da şöyle devam etti:
“Allah ona benim vasıtamla şehadet mertebesini verdi, beni ise onun eliyle cehenneme atmadı.”
Hz. Ömer, “Yemâme Günü’nde kaç zayiat verdiniz?” diye sordu. Ebû Mer­yem, “Onlar ne kötü ölülerdir!” dedi. Sonra da, “Beni hak dine döndürünceye ka­dar hayatta bırakan Cenâb-ı Hakk’a hamd ü senalar olsun!” dedi.
Hz. Ömer’in, onu Basra kadısı olarak vazifelendirdiği rivayet edilmekte­dir.[4]



____________________________________

[1]Tabakât, 3: 378.
[2]Üsdü’l-Gàbe, 2: 229.
[3]Üsdü’l-Gàbe, 2: 229.
[4]Tabakât, 3: 378.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ

Küçük Zeyd daha sekiz yaşındayken gurbete düşmüştü. Annesiyle birlikte de­delerinin ve ninelerinin türbelerini ziyarete gittikleri bir sırada düşmanlar tara­fından esir alınmış ve Ukâz Panayırı’nda satışa çıkarılmıştı. Orada Hakîm ibni Huzâm 400 dirhem karşılığında Hatice validemiz için satın almıştı. İlahî kudret, Zeyd’in maceralarını daha çocukluğunda iken çileli başlatmıştı. Ancak bu çilelerin arkasından büyük saadetler gelecekti.
Hz. Peygamber’le (a.s.m.) evlenen Hz. Hatice (r.anha), Zeyd’i Hz. Peygamber’e köle ve hizmetçi olarak hediye etti.
Hz. Muhammed’in (a.s.m.) şefkat ve himayesiyle büyüyen Zeyd, onun her türlü hizmetine koşmaktan geri kalmıyor, sevgi dolu kalbini incitmemeye gay­ret ediyordu. Küçük ruhu, sanki Hz. Muhammed’in (a.s.m.) peygamberliğini hissetmişti. Ona hizmeti büyük bir şeref ve ibadet telakki ediyordu. Nitekim yıllar sonra babası ve amcası çıkıp geldiğinde, Hz. Peygamber kendisini serbest bıraktığı hâlde, o, “Ben insanların en hayırlısının yanında ve mukaddes beldede bulunmaktan dolayı memnunum.” diyerek onlarla birlikte gitmeyi reddetmiş ve Resûl-i Ekrem’le birlikte kalmıştı. Peygamberimiz de onu azat etmiş ve kendisi­ne evlatlık edinmişti.[1]
İlahî davet geldiğinde, Hz. Hatice ve Hz. Ali’den sonra İslamiyet’i kabul et­miş, “üçüncü Müslüman” olarak iman safında yer almıştı. Şimdi artık Peygambe­rimize daha başka bir şekilde bağlanmış, hizmetlerine bambaşka bir şevk ve heyecanla koşar olmuştu. Onunla yiyor, onunla içiyor, onunla ibadet ediyor, onunla vakit geçiriyordu. Ancak bu şerefin ve manevi rütbenin de muhakkak bir bedeli vardı. İslam’ın ilk devirlerinde, o da Resûl-i Ekrem’in maruz kaldığı zu­lüm ve işkencelerden nasibini alıyordu. Resûl-i Ekrem’in bineğinin terkisinde, kabilelere ve cemaatlere gidiyordu. Zaman zaman alaka görmekle birlikte çoğu zaman da kovuluyorlar, taşlanıyorlar, reddediliyorlardı. Tâif’te zalim müşrik­ler, Hz. Peygamber’i taşa tutarken, mübarek vücuduna zarar erişmesin diye kendi vücudunu taşlara siper etmiş, ama yine de ayaklarından kanlar akmasına, vücudunda birçok yara açılmasına mâni olamamıştı. Kendisinin de yaraları çoktu. Ancak o, efendisini, Yüce Peygamber’ini düşünüyordu.
Hz. Hamza, Müslüman olduğunda, Hz. Peygamber ikisini kardeş yapmıştı. Evlenme çağı geldiğinde de, Re­sû­lul­lah onu kendi evlatlarının mürebbiyesi Ümmü Eymen’le evlendirmişti. Bu hanımı ona Üsâme’yi verdi. Peygamberi­mizle o kadar kenetlenmişti ki, evlatların hakiki babalarına nispet edilmesini emreden Ahzâb Sûresi’nin 5. âyeti nazil oluncaya kadar, “Zeyd bin Muhammed (Muhammed oğlu Zeyd)” diye çağırılıyordu.[2]
Peygamberimizle birlikte Medine’ye hicret eden Zeyd bin Hârise, Mescid-i Nebevî’nin inşasından sonra da Hz. Peygamber’in emriyle genç Müslümanlar­dan Ebû Râfî ile birlikte Mekke’ye dönüp, Re­sû­lul­lah’ın hanımlarını ve kızlarını alıp getirmişti.
Hz. Zeyd, Bedir’den başlamak üzere, şehit olduğu Mute Savaşı’na kadar bütün gaza ve muharebelerde bulunmuştu. Onun mertliği, fedakârlığı ve kahramanlı­ğı, sahabiler arasında meşhurdu. Resûl-i Ekrem, Müreysî Gazası’na çıktıkları sırada, Medine’de onu kendi yerine vekil bırakmıştı. Bu hareketiyle hem onun dirayet ve idareciliğini takdir ediyor, hem de idareciliğin soyla sopla değil, takva, fedakârlık ve dirayet ile olabileceğine dikkat çekiyordu. Kölelik mü­essesesinin tedricen kaldırılmaya çalışıldığı bir devrede, Hz. Peygamber’in azatlı kölesini kendisi yerine vekil bırakması, çok manalı bir hadiseydi.
Hz. Peygamber, Hz. Zeyd’i büyük gaza ve muharebelerin dışında birçok mü­him seriyye ve heyette de, emîr ve kumandan olarak istihdam etmişti. O da hep­sinden muvaffakiyetle dönmüştü.
Hicret’in 8. yılında, Hz. Peygamber, Busrâ valisine, Hâris bin Umeyr’i elçi olarak gön­dermiş ve İslamiyet’i tebliğ etmek istemişti. Ancak yolda Hâris’e rast­layan Bizans’ın Şam valisi Şurahbil, Hz. Peygamber’in elçisi olduğunu bil­diği hâlde, onu öldürmüştü. Peygamberimiz bu habere çok üzülmüş ve “Elçiye zeval olmaz.” hükmünü çiğneyen Bizans’a bir ders vermek için 3 bin kişilik bir ordu hazırlatmış, başına da Zeyd bin Hârise’yi getirmişti. Hz. Zeyd şehit olursa, onun yerine Hz. Câfer, o da şehit olursa Hz. Abdullah bin Revâha kumandanlığa gelecekti. Başta Zeyd olmak üzere, hepsi Mute’de kahramanca çarpıştı. Pey­gamberimizin işaret buyurdukları gibi, şehadet makamına yükseldi. (Tafsilat için Abdullah bin Revâha maddesinin Mute Savaşı’yla ilgili kısmına bakı­nız.)
İslam ordusu henüz Medine’ye dönmemişti. Re­sû­lul­lah, Zeyd bin Hârise’nin kızını gördü. Şehit evladı masum kızcağız, hüzünlü bir şekilde Re­sû­lul­lah’ın yü­züne bakıyordu. Bu manzara karşısında Re­sû­lul­lah dayanamamış, şefkat ve rik­katinden ağlamaya başlamıştı. Orada bulunan Sa’d bin Ubâde, “Ey Allah’ın Resûl’ü, bu ne hâl böyle?” diye sormuştu. Efendimiz şöyle cevap verdi:
“Bu, sevgili­nin sevgiliye hasretidir.”[3]
Hz. Zeyd bin Hârise, Peygamberimizin yüksek ahlakının müstesna bir tem­silcisiydi. Onun feragat ve fedakârlığını, yine Peygamber ocağında yetişmiş olan oğlu Üsâme devam ettirerek babasına iyi bir halef oldu.
Allah hepsinden razı olsun!

_____________________________________
[1]Üsdü’l-Gàbe, 2: 224-226.
[2]Müslim, Fezâilü’s-Sahâbe: 62-64.
[3]Tabakât, 3: 40-46.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ

Hz. Zeyd, küçük yaşta babasını kaybetmiş, yetim kalmıştı. Abdullah bin Revâ­ha’nın şefkat eli bu küçük yetime yetişti. Uzun müddet onun yanında kaldı. Ab­dullah bin Revâha İslamiyet’i kabul edince, o da küçük yaşta Müslüman ol­du.
Hz. Zeyd, Bedir ve Uhud Savaşlarına yaşının küçük olması sebebiyle katıla­mamıştı. Fakat bundan sonraki bütün savaşlara iştirak etti. Büyük kahramanlık­lar gösterdi.
Peygamberimizin de katıldığı Benî Mustalık Gazası esnasında, meşhur mü­nafık­lar­dan Abdullah bin Übey, Peygamberimiz ve Müslümanlar hakkında ile­ri geri konuşmaya başladı. Bir önceki konuda yer verdiğimiz sözleri sarf etti. Hz. Zeyd de oradaydı. Bu fitne dolu sözleri duyunca çıkışmaktan kendini ala­madı, “Vallahi kavminin içinde zelil, zayıf ve nefret edilen birisi varsa o da sen­sin! Re­sû­lul­lah ise Rahmân olan Allah tarafından aziz kılınmıştır.” dedi. Bu söze çok içerleyen Abdullah bin Übey, “Vallahi bundan sonra seni hiç sevmeyece­ğim!” şeklinde karşılık verdi. Hz. Zeyd, duyduklarını Re­sû­lul­lah’a bildireceğini söyleyince de, alttan aldı, “Ey kardeşimin oğlu, n’olur sus! Ben sadece şaka ol­sun diye konuştum.” dedi.
Fakat Zeyd oralı olmadı, dinlemedi. Müslümanlar arasında fitne çıkarmaya çalışan bu münafığı Re­sû­lul­lah’a bildirmeyi kendisi için mühim bir vazife ola­rak gördü. Hemen Peygamberimizin yanına gitti, duyduklarını nakletti. Re­sû­lul­lah, Zeyd’e inanıyordu. Fakat meseleyi iyice tahkik etmek için, “Ona kızmış olmayasın?!” diye sordu. Hz. Zeyd, “Hayır, vallahi bunları aynen ondan işittim!” cevabını verdi. Peygamberimiz, “Yanlış anlamış olmayasın?!” diye tekrar sordu. Zeyd (r.a.), “Hayır yâ Re­sû­lal­lah, gerçek söylüyorum, yanlışım yok.” dedi. Peygamberimiz sorularına devam etti. “Onun hakkında başkası sana bunları söylemiş olmasın?!” buyurdu. Zeyd, “Hayır, vallahi bunları ondan işittim!” ceva­bını verdi.
O sırada Re­sû­lul­lah’ın yanında birçok sahabi bulunuyordu. Münafık Abdul­lah bin Übey’in sözlerine çok kızdılar. Hattâ boynunun vurulmasını teklif eden­ler dahi oldu. Fakat Peygamberimiz bunu tasvip etmedi. Meseleyi bir de Abdul­lah bin Übey’den dinlemek için yanına çağırttı. Bu arada bazıları, “Bunu niçin haber verdin?!” diyerek Hz. Zeyd’e çıkışıyorlardı. Hz. Zeyd de, “Vallahi bu söz­leri babamdan da işitmiş olsaydım, yine Re­sû­lul­lah’a haber verirdim!” cevabını verdi.
Biraz sonra Abdullah bin Übey geldi. Peygamberimiz sordu: “Bunları sen mi söyledin?” Abdullah bin Übey itirafa yanaşmadı, inkâr etti. “Hayır, sana Kitab’ı indiren Allah’a yemin ederim ki, ben bunların hiçbirini söylemedim. Zeyd size yalan söylemiştir! Ben, şurada bulunanlardan Allah’ın beni cennete koymasına vesile olacak senden daha yakınını bilmiyorum.” dedi. Bu konuşmadan biraz sonra, Peygamberimiz orduya hareket emrini verdi.
Meselenin böyle kapanması Hz. Zeyd’i mahcup etti. Utancından Re­sû­lul­lah’ın yanına yaklaşamıyordu. Bu meseleyle ilgili konuşmak isteyenlere, “Yüce Allah’ın bu hususta vahiy indirip benim mi, yoksa başkasının mı yalancı oldu­ğunu bildireceğini umuyorum.” diyordu. Bu arada, “Allah’ım, Resûlüne sözleri­mi doğrulayacak vahyini indir!” diye dua ediyordu.
Yorucu bir yolculuktan sonra mücahitler Medine’ye geldiklerinde, Cenâb-ı Hak, Münâfıkûn Sûresi’nin 1-8. âyetini vahyetti. Bu âyetler Zeyd’i doğruluyor­du. Bu vahyin son âyetleri şu mealdeydi:
“Onlar öyle kimselerdir ki, ‘Re­sû­lul­lah’ın yanında bulunanlara bir şey vermeyin de, dağılıp gitsinler!’ diyorlar. Oysa göklerin ve yerin bütün hazineleri Allah’ındır, fakat münafıklar anlamazlar. Bir de, ‘Eğer Medine’ye dönersek, şerefli ve kuvvetli olan, hakir ve zayıf olanı ora­dan muhakkak çıkaracaktır!’ diyorlar. Hâlbuki şeref, kuvvet ve galibiyet Al­lah’ın, Peygamber’inin ve müminlerindir; fakat münafıklar bilmezler.”
Bu âyetler nazil olunca, Peygamberimiz, Hz. Zeyd’in kulağından tuttu ve “İş­te, Allah yolunda kulağıyla vazifesini yerine getiren genç budur! Ey Zeyd, Al­lah seni tasdik etti!” buyurdu.
Bundan sonra artık hiç kimse Abdullah bin Übey’e inanmadı. Böyle bir şey ol­du­ğunda onu azarladılar, kınadılar. Peygamberimiz, onun öldürülmesini isteyenlere, “Eğer öldürseydim, muhakkak onun yüzünden yer yerinden oynardı!” buyurdu. Çünkü o, kavminin büyüğüydü. Sevilip sayılıyordu; Peygamberimiz Medine’ye hicret etmeseydi, Medine’nin hükümdarı olacaktı.[1]
Hz. Zeyd hastalandığında Peygamberimiz (a.s.m.) bu genç sahabisini ziyaret eder, hâlini hatırını sorardı. Bir defasında Hz. Zeyd’in gözü rahatsızlanmıştı. Peygamberimiz ziyaretine gitmiş, duada bulunmuştu. Bir müddet sonra gözü iyileştiğinde, “Zeyd, gözlerin öyle kalsaydı ne yapardın?” diye sordu. Hz. Zeyd, büyük bir teslimiyet içerisinde, “Sabreder, sıkıntısına katlanırdım, yâ Re­sû­lal­lah.” cevabını verdi. Onun bu teslimiyeti Re­sû­lul­lah’ı memnun etti, “Sabrederek o hâl üzere vefat etmiş olsaydın, muhakkak cennete girerdin.” buyurdu.
Hz. Zeyd, Re­sû­lul­lah’tan bir hayli istifade etmişti. Hayatta bulunduğu müd­detçe Müslümanların mercii oldu. Onların sorularını cevaplandırdı. Tavsiye­lerde bulundu...
90 kadar hadis rivayet eden Hz. Zeyd, Hicret’in 68. senesinde Kûfe’de vefat et­ti. Onun rivayet ettiği hadislerden birinin meali şöyledir:
“Size biri diğerinden daha kıymetli iki şey bırakıyorum ki, onlara sarıldığınız müddetçe, benden sonra asla sapıklığa düşmezsiniz: Gökten yeryüzüne uzan­mış olan nurani bir ip olan Allah’ın Kitabı ve neslim, Ehl-i Beyt’imdir. Bu ikisine yapışanlar, tâ Kevser Havuzu’nun başında bana gelinceye kadar asla doğru yol­dan ayrılmayacaklardır. Sakın, sakın! Size buraktığım bu iki şey hususunda, bana nasıl olur da sırt çevirirsiniz?!”[2]

_________________________________________
[1]Sîre, 3: 303-305; Tabakât, 2: 65; Hz. Muhammed ve İslamiyet, 5: 45-47.
[2]Tirmizî, Menâkıb: 32.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ

SELMAN SEVEN

{facebook#https://facebook.com/} {twitter#https://twitter.com/}

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget