Resulullah'ın hadislerini mi arıyorsunuz ?
Türkiye'nin En Geniş Kapsamlı Hadis Sitesi
HZ.MUHAMMED (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
"أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ"

Latest Post

Peygamberimiz henüz açıktan davete başlamamıştı. Kendisine iman etme bah­tiyarlığına eren sahabilerin sayısı 10’u bulmuştu. Bunlardan biri de Hz. Ömer’in kız kardeşi Fâtıma idi. Hz. Fâtıma, Sâid bin Zeyd ile evliydi. Kocası da kendisi gibi iman nurunu tatmıştı. Karı-koca birlikte ibadet ediyorlar, Kur’ân öğreniyorlardı. Öyle ki, Hz. Sâid, sağlığında cennetle müjdelenmiş 10 sahabiden biri olma bahtiyarlığını kazandı.
Hz. Fâtıma ve kocası, Allah ve Resûl’ü yoluna baş koymuş iki fedai iken, Ömer, Peygamberimizin amansız düşmanıydı. Müşrik güruhun tarafındaydı. Kız kar­deşi ile eniştesinin Müslüman olduğundan ise haberi yoktu.
Bütün işkence ve baskıya rağmen Müslümanların sayısının gün geçtikçe art­ması müşrikleri çileden çıkarıyordu. Buna mutlaka bir çare bulmak gerektiğine inanıyorlardı. Çözümü Peygamberimizin mübarek cesedini ortadan kaldırmak­ta buldular. Hemen bir plan yaptılar. Ömer de oradaydı. Bu vazifeyi üzerine al­dı. Müşrikler derin bir nefes aldılar; çünkü Ömer güçlü kuvvetli biriydi, üzeri­ne aldığı bir işi mutlaka yapardı. Artık meseleye hallolmuş gözüyle bakıyorlar­dı.
Hattab’ın oğlu Ömer vakit geçirmeden kılıcını kuşandı. Üzerine aldığı men­fur görevi yerine getirmek için harekete geçti. Yolda akrabası Nuaym bin Ab­dullah ile karşılaştı. Abdullah da Müslüman olmuştu, fakat Ömer bilmiyordu. Onun Re­sû­lul­lah’ı şehit etmek üzere gittiğini öğrenen Nuaym (r.a.) vazgeçir­meye çalıştı, ama dinletemedi. Sonunda vakit kazanmak için, “Kız kardeşin ve enişten de Müslüman oldu; önce onlara gitsene!” dedi. Ömer hiç beklemediği bu haber karşısında çok öfkelenmişti. Hemen yolunu değiştirdi, kız kardeşinin evine gitti.
Hz. Fâtıma ile eniştesi hiçbir şeyden habersiz, Hz. Habbab bin Eret’ten Kur’ân öğreniyorlardı. Ömer’in gelip kapıya dayandığını görünce endişeye kapıldılar. Kur’ân sayfalarını da, Hz. Habbab’ı da sakladılar. Sonra da kapıyı açtılar. Fakat Ömer, Kur’ân sesini işitmişti. İçeriye girer girmez, “İşitmiş olduğum ses ne idi?” diye sordu. Çok öfkeliydi. Sakladıklarını anlayınca, “İkinizin de Muhammed’in dinine girdiği, bana haber verildi.” dedi. Hz. Sâid daha fazla gizleyemedi, “Ey Ömer, gerçek dinin senin inandığın­dan başkası olduğunu hâlâ anlayamadın mı?” dedi. Hiç beklemediği bu sözler Ömer’i çileden çıkardı. Kan beynine sıçra­dı. Eniştesinin üzerine yürüdü. Onu tutup yere fırlattı ve rast gele vurmaya baş­ladı. Fâtıma (r.anha) kocasını kardeşinin elinden kurtarmaya çalışırken, Ömer ona da kuvvetli bir tokat vurdu. Tokadın şiddetinden yüzü parçalanan Fâtıma (r.anha) artık ölümü göze almıştı. Allah ve Resûl’ünün uğrunda ölmeyi büyük bir saadet olarak görüyordu. Zaten bir Müslüman için bundan daha güzel bir saadet olabi­lir miydi? Bütün gücüyle Ömer’e şöyle haykırdı:
“Sen kadın dövmekten utanmıyor musun?! Evet, Müslüman olduk. Allah ve Resûl’üne iman ettik. Biz inanıyoruz ki, Allah’tan başka ilah yoktur, Muhammed de Allah’ın Resûl’üdür. Artık elinden geleni yap, hiçbir şeyi geriye bırakma.”
Ömer, başını kaldırıp kız kardeşine baktığında yüzünün kanlar içerisinde ol­duğunu gördü. Yaptığına pişman oldu. Kalbi yumuşadı. “Biraz önce sizden işit­tiğim şeyi bana da verin, bir de ben bakayım.” dedi. Fakat Hz. Fâtıma, kardeşinin bir hakarette bulunmasından endişe ediyordu. “Senin ona bir hakarette bulun­mandan korkarız!” dedi. Ömer, korkmamalarını söyledi. Sonra da okuyup geri vereceğine dair yemin etti. Bu durum Hz. Fâtıma’yı ümitlendirdi. Kardeşinin Müslüman olacağını umdu. Tatlı bir sesle, “Kardeşim, sen Allah’a ortak koştu­ğun için pis sayılmaktasın. Hâlbuki bizim okuduğumuz şeye ancak temiz olan­lar el sürebilirler. Kalk önce bir yıkan.” dedi. Bunun üzerine gusletti. Fâtıma da (r.anha) Kur’ân sayfalarını getirip verdi. O sayfalarda Tâ Hâ Sûresi’nin bazı âyetleri yazılıydı. Ömer onları okudu, üzerinde derin derin düşündü. Yüzünde hidayet nurları parıldamaya başladı. “Bu ne şerefli, ne tatlı kelam! Bundan daha güzeli, daha tatlısı olamaz!” dedi. Ömer’in yumuşadığını hisseden Hz. Habbab da sak­landığı yerden çıktı. Ona iman telkininde bulundu. Sonra da birlikte Peygambe­rimizin yanına gittiler. Ömer, Kelime-i Şehadet getirerek Müslüman oldu.
Hz. Fâtıma, Hz. Ömer gibi birinin İslamiyet’le şereflenmesine sebep olduğu için kendini çok bahtiyar hissediyordu.
Fâtıma (r.anha), kocasıyla birlikte Medine’ye hicret etti. Ömrünün sonuna kadar faziletli bir hayat yaşadı. Hz. Ömer’in bütün Müslümanların halifesi olduğunu ve adaletle idare ettiğini görmenin saadetini yaşadı. Kardeşinin halifeliği devrinde vefat etti.
Allah ondan razı olsun![1]

________________________________
[1]Sîre, 1: 366-371; Tabakât, 3: 267, 268.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ

Fırsat buldukça iyilik etmeyi, imkân oldukça yardımda bulunmayı hangimiz is­temeyiz? Hele muhtaç olan kişi kimsesiz, mazlum ve bakıma muhtaç biriyse ba­zı zamanlar kendi ihtiyaçlarımızı unutur, onun isteklerini yerine getiririz. Ye­mez yedirir, giymez giydiririz. Yapabileceğimiz her türlü iyiliği eksik bırakma­yız. Ali’nin mübarek annesi Hz. Fâtıma da böyle bir ruha sahipti. Nüfusca ka­labalık bir yuvanın yükü kocası Ebû Tâlib ile kendisinin omuzundaydı. Ebû Tâlib, Kureyş’in sevilip sayılan bir şahsiyeti olmakla beraber, geçimini zor temin eden, fakir bir insandı. Babası Abdülmuttâlib ölünce sevgili yeğeni Muhammed (a.s.m.) kendisine emanet edilmişti.
Sekiz yaşındaki inci tanesi bu yetimin maddi himayesi amcasının üzerindeydi, fakat her şeyden önce bir anne şefkatine, sımsıcak, müşfik bir kalbe muhtaçtı. İşte, Hz. Fâ­tı­ma bu mübarek yavruya annesini aratmamak için olanca gayreti­ni sarf ediyordu. Kendi çocuklarından önce onu yedirip içiriyor, kendi öz evla­tlarından önce bu kutsi emanetin elbisesini giydiriyor, saçını tarıyordu. Dahası, onun en çok muhtaç olduğu yakın ilgiyi, anneliği ona tattırıyordu. Bu minval üzere Sevgili Peygamberimiz, kendi yuvasını ku­runcaya kadar amcasının ve yengesinin himayesinde kalmıştı.
Re­sû­lul­lah (a.s.m.) peygamberlikle vazifelendirildiğinde müşriklerin akıl al­maz işkencelerine maruz kalmıştı. Bu durum Hz. Fâtıma’yı çok üzüyor, kalbini hicrana boğuyordu. Ebû Tâlib’le birlikte onu himaye ediyor, acılarını unuttur­mak için elinden gelen gayreti gösteriyordu. Bir müddet sonra da Müslüman ol­du. Annesi kadar sevdiği birinin Müslüman olması Re­sû­lul­lah’ı memnun etti, acılarını unutturdu.
Hz. Fâtıma, Medine’ye hicret ederek Allah yolunda Muhacir olma saadetini kazandı. Fakat onun saadetine saadet katan asıl hadise hiç şüphesiz, Re­sû­lul­lah’ın “benden bir parça” dediği sevgili kızı Hz. Fâtıma’ya kayınvalide olmasıydı. Bunu kendisi için büyük bir bahtiyarlık addediyor, Hz. Fâtıma’yı üzmemek için azami gayret sarf ediyordu. Evde iş bölümü yapmışlardı. Her ikisi de kendileri­ne düşen vazifeyi en iyi şekilde yapıyorlar, bu arada birbirlerine de yardımcı oluyorlardı. Gelinin kaynanaya, kaynananın da geline karşı nasıl davranması gerektiğinin en canlı misallerini yaşıyorlardı. Onların sevgi ve saygı içerisinde geçinmeleri hem Re­sû­lul­lah’ı hem de Hz. Ali’yi çok sevindiriyordu.
Peygamberimiz (a.s.m.), Fâtıma bint-i Esed’e (r.anha) karşı olan vefa borcunu, yaptığı iyiliklere karşı kadirbilirliğini her fırsatta gösteriyordu. Devamlı ziyare­tine gidiyor, gözetiyor, hâlini hatırını soruyor, çeşitli yardımlarda bulunuyor­du. Her evladın annesine yapması gereken hizmetin daha fazlasını yapıyordu. Ona “anne” diye hitap ediyor, “anne” diyerek anıyor, yâd ediyordu.
Peygamberimizin Medine’ye yerleşmesinin üzerinden dört sene geçmişti... Her zaman yüzünde sürur ve saadet çiçekleri açan Sevgili Peygamberimiz o gün mahzundu. Hüznünün kaynağını kendisi şöyle ifade ediyordu:
“Bugün annem vefat etti!”
Bu mübarek hanım, risalet güneşini evinde barındıran, daha sonra da ona ilk iman edenlerin arasında bulunan, Medine’ye hicret başlayınca da Peygamber gölgesinden uzak kalmaya dayanamayıp yurdunu yuvasını terk ederek gurbete çıkan Fâtıma bint-i Esed’den (r.a.) başkası değildi.
Peygamberimiz (a.s.m.) gömleğini çıkarıp verdi ve kefen yapılmasını istedi. Cenaze namazını da kendisi kıldırdı. Sonra Hz. Fâtıma’nın naaşı kabre kondu. Kabir genişti. Re­sû­lul­lah (a.s.m.) kabre indi, bir müddet kabirde uzandı. Sonra çıktı. Gözleri yaşarmıştı. Yaşlar kabre damlıyordu. Peygamberimizin bu davra­nışı, ona duyduğu yakınlığın mücessem bir misaliydi. Aynı zamanda bir iltifattı. Çünkü Re­sû­lul­lah’ın mübarek vücutlarının temas ettiği kabir, cennet bahçele­rinden birisi olurdu.
Sahabiler, Peygamberimizin bu alakasından dolayı sordular: “Yâ Re­sû­lal­lah, biz bu hanıma gösterdiğiniz samimi alakayı başkalarına gösterdiğinize şahit ol­madık.”
Peygamberimiz (a.s.m.), onların merakını şöyle giderdi:
“O benim annemdi. Kendi çocukları aç dururken önce benim karnımı doyururdu. Kendi çocukları­nın üstleri başları tozlu topraklı dururken önce benim saçımı başımı tarar, gül yağıyla yağlardı.
“O benim annemdi. Amcam Ebû Tâlib’den sonra bu kadıncağız kadar bana iyiliği dokunan başka bir kadına rastlamadım. Ona cennet elbiselerinden giydi­rilsin diye gömleğimi kefen olarak giydirdim. Kabir hayatı kendisine kolay ve rahat gelsin diye de bir müddet kabrinde uzandım.”
Hz. Fâtıma’nın üzerine toprak atıldıktan sonra Re­sû­lul­lah (a.s.m.), sevgili an­nesi için şu duayı yaptı:
“Allah sana merhamet etsin ve seni hayırla mükâfatlandırsın! Anneciğim, Al­lah sana rahmet etsin! Annemden sonra bana annelik yaptın. Kendin aç kalır, be­ni doyururdun. Kendin giymez, beni giydirirdin. En iyi nimetleri kendin yemez, bana tattırırdın. Bunu da ancak Allah rızası için ve ahiret yurdunu umarak ya­pardın.
“Allah hem dirilten, hem de öldürendir. Allah’ım, annem Fâtıma bint-i Esed’i affet, kabrini genişlet! Ben Resûlünün ve benden önceki peygamberlerinin hak­kı için duamı kabul buyur, ey merhametlilerin en merhametlisi olan Yüce Al­lah!”
Biraz sonra da Re­sû­lul­lah (a.s.m.) tebessüm buyurdu ve orada bulunanlara şu müjdeyi verdi:
“Cebrâil (a.s.), ‘Bu kadın, cennetliklerdendir.’ diye bana haber verdi. Ayrıca Yüce Allah, meleklerinden 70 binine, bu kadının cenaze namazını kılmaları­nı emretti. Melekler de onun cenaze namazını kıldılar.”[1]

_____________________________________
[1]Üsdü’l-Gàbe, 5: 517; Müstedrek, 3: 108; Hz. Muhammed ve İslamiyet, 4137; Tabakât, 8: 222.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ

Peygamberimizin asrı bir ilim ve irfan asrıydı. Yüce Nebi’nin etrafında saf saf olan sahabiler, o ilim deryasından feyiz alıyorlardı. Bu büyük insanlar, günlük hayatta karşılaştıkları meselelerin hallini Re­sû­lul­lah’tan talep ediyorlar, çeşitli sualler soruyorlardı. Sadece erkekler değil, kadınlar da Peygamber Efendimi­zin huzur-u saadetlerine gelerek müşkillerini arz ediyorlardı. Çünkü onlar, hayânın dini öğrenmeye mâni olmaması gerektiğini biliyorlardı. Dini öğren­mek hususunda utangaçlık gösterilemezdi.
İşte, Peygamberimize sorduğu suallerle, bilhassa kadınlarla ilgili birçok me­selenin açıklanmasına vesile olan kadınlardan birisi de Esmâ bint-i Yezîd’dir (r.anha).
Hz. Esmâ, Ensar kadınlarındandı. Peygamber Efendimiz, Medine’ye hicret et­tiğinde Ensar kadınlarından “ölüye feryat edercesine ağlamamak, cenazenin pe­şinden gitmemek, Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık ve zina yapma­mak ve çocuklarını öldürmemek” üzere söz almıştı. Bu kadınların arasında Hz. Esmâ da vardı. Esmâ (r.a.) hayatı boyunca verdiği bu söze sadık kaldı. Diğer sahabi hanımlar gibi Hz. Esmâ da Re­sû­lul­lah’ı çok sever, gerektiğinde ona hizmet etmekten, imkânı ölçüsünde ikramda bulunmaktan geri durmazdı. Maddi durumu fazla müsait olmamasına rağmen eli açık ve cömert idi. Evde bu­lunan yiyecek ve içeceğini Allah’ın Resûl’üyle paylaşmaktan manevi bir lezzet alırdı. Bir gün Re­sû­lul­lah’ın mescitte akşam namazı kıldığını gördü. Hemen eve koştu. Biraz ekmekle kuru üzüm hazırladı. Peygamberimizi bekledi, mescitten çıktığında evine davet etti. Re­sû­lul­lah (a.s.m.) bu fedakâr sahabiyi kırmadı. Sa­habilerle birlikte mescitten çıkıp davetine icabet etti. Hz. Esmâ hazırladıkla­rını Re­sû­lul­lah’ın önüne koydu ve “Anam babam size feda olsun, yâ Re­sû­lal­lah! Buyurunuz, yiyiniz.” dedi. Peygamber Efendimiz, Ashâbına “Buyurun, Bismil­lah!” dedi. Afiyetle ye­diler. Hz. Esmâ bu vakayı naklettikten sonra şöyle der:
“Varlığım kudret elinde bulunan Allah’a yemin ederim ki, gözlerimle gör­düm. 40 kişilik cemaat ne üzümü ne de ekmeği bitirebildiler. Yanımdaki su­dan da içtikten sonra ayrıldılar. Biz aile halkı hastalandıkça veya hayır ve bere­ket umdukça, Re­sû­lul­lah’ın ve sahabilerin içtiği bu kırbadan artan suyu içer, şifa bulurduk. Rızkımıza bereket gelirdi.”[1]
Hz. Esmâ zaman zaman Peygamberimizin Hane-i Saadet’ine gider, diğer ka­dınlarla birlikte Re­sû­lul­lah’ın sohbetinde bulunurdu. Peygamberimizin Hz. Âişe ile evlendiği gün diğer kadın sahabilerle birlikte Hz. Esmâ da orada bulunuyor­du. Bir ara Re­sû­lul­lah’a süt takdim ettiler. Peygamber Efendimiz sütten bir mik­tar içtikten sonra kâseyi Hz. Âişe’ye uzattı. Âişe validemiz utandığından almak istemedi. Bunun üzerine Hz. Esmâ şöyle dedi:
“Ya Âişe, Re­sû­lul­lah’ın ikramını geri çevirme. Al ve iç.”
Hz. Âişe, Peygambe­rimizin ikram ettiği sütü aldı, bir miktar içtikten sonra tekrar verdi. Peygamberi­miz bu defa da süt kâsesini Hz. Esmâ’ya uzattı. Hz. Esmâ kâseyi aldı, Re­sû­lul­lah’ın mübarek artığından içti.[2]
Hz. Esmâ, kadın sahabiler içerisinde açık sözlülüğü ve düzgün konuşması ile tanınıyordu. Bu sebeple “Hatibetü’n-nisâ” yani “Kadınların Hatibi” lakabıyla şöhret bulmuştu. Medineli kadınlar Peygamberimize bir şey sorup öğrenmek is­tediklerinde onu temsilci olarak gönderirlerdi. O da öğrenilmek istenilen şeyi gayet açık bir ifadeyle Re­sû­lul­lah’a arz ederdi.
Yine bir gün kadınlar, zihinlerini meşgul eden bir meseleyi öğrenmesi için Hz. Esmâ’yı temsilci seçtiler. Ondan Peygamberimize gitmesi bazı meseleleri dile getirmesi ricasında bulundular. Peygamberimizin huzuruna giren Hz. Esmâ, kendisine konuşmak için müsaade verilince, “Anam babam size feda olsun, ey Allah’ın Resûl’ü!” diyerek ona olan hürmet ve muhabbetini ifade ettikten sonra, sözlerine şöyle devam etti:
“Ben, bazı kadınların size gönderdiği temsilciyim. Şüphe yok ki, Cenâb-ı Hak sizi erkek ve kadınların hepsine peygamber göndermiş, biz de sana ve senin Rabb’ine iman etmişizdir. Biz kadınlar evlerimizde oturmakta, beylerimizin meşru isteklerini yerine getirmekteyiz. Erkekler ise Cuma namazı kılmak ve cemaate devam etmek, hastaları ziyaret ve cenazelere katılmak suretiyle, tekrar tekrar hacca gitmekle bizden üstün kılındılar. Bu sayılanlardan daha faziletlisi de Allah yolunda cihat etmektir. Bir erkek hac veya umre için yahut cihat mak­sadıyla yola çıktığı vakit, biz onların mallarını korur, elbiselerini temizler ve di­keriz. Çocuklarını büyütürüz. Bütün bu hizmetlerimizle biz, erkeklerin kazan­dığı hayra ortak olacak mıyız?”
Peygamberimiz (a.s.m.), Esmâ’nın konuşmasını dinledikten sonra yanındaki sahabilere, “Siz dinî bir sual soran kadınlar içerisinde bundan daha güzel konu­şan birini işittiniz mi?” buyurarak, onun zekâsını ve açık ifadesini takdir etti. Sonra da onun şahsında bütün mümin kadınlara şu müjdeyi verdi:
“Ey kadın, dinle ve temsilci olarak geldiğin kadınlara da anlat! Eğer bir kadın, kocasıyla iyi geçinir ve onun rızasını kazanırsa, bu saydığın faziletli amellerin hepsinde aynı sevabı elde eder.”[3]
Hz. Esmâ, Peygamberimizin bu cevabından sonra sevinç içinde oradan ay­rıldı. Bir an önce bu müjdeyi arkadaşlarına iletmek istiyordu. Hızlı adımlarla kadınların bulunduğu yere geldi. Re­sû­lul­lah’tan duyduklarını onlara aktardı. Bu müjdeyi alan her kadın âdeta bayram etti. Artık ev hizmetlerini bir yük olarak değil, kendilerine sevap kazandıran bir ibadet olarak görüyorlardı.
Zaman zaman Re­sû­lul­lah’ın sohbetinde bulunan ve peygamber mektebinden ders alan Esmâ (r.anha), 81 hadis rivayet etti. Bunlardan birisi şu mealde­dir:
“Peygamberimiz, Ashâbına, ‘Size insanların en hayırlısını haber vereyim mi?’ diye sordu. Onlar, ‘Evet yâ Re­sû­lal­lah.’ dediler. Peygamberimiz (a.s.m.), ‘Allah’ı zikreder hâlde gördükleriniz.’ buyurdu. Devamla, ‘Sizin en kötülerinizi haber vereyim mi? İşte onlar, Allah rızası için birbirlerini seven dostların arasını açan­lar, laf götürüp getirerek koğuculuk yapanlardır.’ buyurdu.”[4]
Bir diğer hadis de şu mealdedir:
“Oğlu İbrahim vefat edince Peygamber Efendimiz ağladı. Hz. Ebû Bekir ve­ya Ömer (r.a.), ‘Sen iki cihanda Allah’ın hakkına ve yüceliğine en çok riayet edensin.’ dedi. Bunun üzerine Re­sû­lul­lah (a.s.m.) şöyle buyurdu: ‘Göz yaşarır, kalp ise mahzun olur. Biz Rabb’imizin razı olmayacağı bir sözü söylemeyiz. Eğer ölüm başa gelmesi kati bir hakikat olmasaydı ve geride kalan­lar da öncekilerin peşinden gitmeseydi, ey İbrahim, şimdikinden daha fazla üzülecektik.’“[5]
Zekâsının kuvveti kadar üstün cesaret ve şecaati ile de tanınan Hz. Esmâ, ya­ralıları tedavi etmek, gazilere su dağıtmak için Yermuk Savaşı’na katıldı. Bir ara eline geçirdiği bir çadır direğiyle savaş alanına daldı ve dokuz Rum askerini öl­dürdü.[6]
İslam davasının yayılması ve onu söndürmeye çalışanların cezalandırılması uğrunda hayatını fedadan çekinmeyen bu büyük İslam kadınının nerede ve han­gi tarihte vefat ettiği bilinmemektedir.
Allah ondan razı olsun!

__________________________________
[1]Tabakât, 8: 319-320.
[2]Müsned, 6: 458.
[3]Üsdü’l-Gàbe, 5: 398.
[4]Müsned, 6: 459.
[5]İbni Mâce, Cenâiz: 53.
[6]Hayâtü’s-Sahâbe, 1: 442.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ

SELMAN SEVEN

{facebook#https://facebook.com/} {twitter#https://twitter.com/}

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget