Resulullah'ın hadislerini mi arıyorsunuz ?
Türkiye'nin En Geniş Kapsamlı Hadis Sitesi
HZ.MUHAMMED (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
"أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ"

Latest Post

Ümmü Varaka (r.anha), Allah yolunda cihat etmeyi ve şehit olmayı çok arzulayan biriydi. Bedir Savaşı için ordu hazırlandığında Peygamberimize geldi ve “Ey Allah’ın Resûl’ü, müsaade etseniz de sizinle birlikte harbe katılsam! Yaralıları­nızı tedavi eder, hastalara bakarım. Belki Allah yolunda şehitlik de nasip olur…” diye ricada bulundu. Fakat Peygamberimiz hiçbir kadının Bedir Savaşı’na katıl­masına izin vermedi. Ama Ümmü Varaka’yı “Allah sana şehitlik nasip edecek­tir.” diye müjdeledi. Bundan böyle Re­sû­lul­lah (a.s.m.) ona her gördüğü yerde “Şehide” diye hitap etti.
Peygamberimiz zaman zaman Ümmü Varaka’yı ziyaret eder, hâlini hatırını sorardı. Sahabiler de onu sayarlardı.
Ümmü Varaka (r.anha) dinî meselelerde bilgi sahibiydi. İslamiyet’i en güzel şekil­de yaşamaya gayret gösterirdi. Ev halkına bu hususta yardımcı olurdu.
Onun biri erkek biri de kadın iki kölesi vardı. Vefatından sonra onların hürri­yet­le­ri­ne kavuşturulmalarını vasiyet etmişti. Köleler hırsa kapıldılar. Şeytanın da telkiniyle, “bir an önce hürriyetlerine kavuşmak” düşüncesiyle, Ümmü Vara­ka’yı şehit ettiler.
Hadise Hz. Ömer’in hilafeti devrinde olmuştu. Ömer (r.a.) bunu duyar duy­maz, “Re­sû­lul­lah doğru söyledi.” dedi. Re­sû­lul­lah’ın müjdelediği şehitliğin ger­çekleştiğini anlamıştı.
Bu hadise bütün Müslümanları derinden üzdü. Hz. Ömer suçluların derhâl yakalanmasını emretti. Suçlular yakalandılar. Suçlarının cezasını idam edile­rek ödediler. Medine’de asılarak idam edilen ilk suçlular bu iki köle oldu.
Hz. Ömer zaman zaman arkadaşlarına, “Kalkın, gidip şu şehidenin kabrini ziyaret edelim.” derdi. Sonra da hep birlikte kabri ziyaret ederlerdi.
Allah onlardan razı olsun![1]

______________________________
[1]Üsdü’l-Gàbe, 5: 626.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ

Medineli Müslümanlar, Peygamberimize ve ona iman edenlere kucak açmış­lardı. Onları bağırlarına basmak için sabırsızlanıyorlardı. 2’si kadın 75 kişi, Re­sû­lul­lah ile görüşmek, onu Medine’ye davet etmek gayesiyle Akabe’ye geldiler. İşte, bu iki kadından birisi, asıl ismi “Nesîbe” olan Ümmü Ümâre idi (r.anha).
Ümmü Ümâre (r.a.), Peygamberimizin Medine’ye İslamiyet’i öğretmek için gönderdiği Mus’ab bin Ümeyir (r.a.) vasıtasıyla Müslüman olmuştu. Kuvvetli bir imana sahipti. Allah ve Resûl’ü yolunda hayatını ortaya koymaktan çekin­mezdi. Nitekim Uhud Savaşı’nın en şiddetli ânında vücudunu Re­sû­lul­lah’a (a.s.m.) siper etmiş, örnek kahramanlığıyla ismini tarihe altın harflerle yazdır­mıştı. Hadiseyi kendisinden dinleyelim:
“Uhud’a gitmiştim. Müslümanlar ne yapıyor bir bakayım, diye düşünmüş­tüm. Yanımda su da vardı. Re­sû­lul­lah’ın yanına kadar yaklaştım. Sahabilerin arasındaydı. Gali­biyet Müslümanlardaydı. Fakat çok geçmeden mağlup duru­ma düştüler. Re­sû­lul­lah’ın etrafındaki sahabiler ya dağılıyorlar veya şehit olu­yorlardı. Etrafında çok az kimse kal­mıştı.
“Re­sû­lul­lah’a bir zarar gelmesinden endişe duydum! Hemen yetiştim. Müş­riklere karşı savaşmaya başladım. Kılıçla, okla müşrikleri Re­sû­lul­lah’tan uzaklaştırıyordum. Bu arada yaralandım.
“Re­sû­lul­lah’ın yanında 10 kişi kalmıştı. Ben, oğullarım ve beyim, Re­sû­lul­lah’ın önünde müşriklerle çarpışıyor, onları uzaklaştırmaya çalışıyorduk. Re­sû­lul­lah yanımda kalkan olmadığını gördü. Kalkanı olan birine, ‘Ey kalkan sahibi, kalkanını savaşana bırak!’ buyurdu. Ben o kalkanı alıp kendimi korumaya başladım.
“Derken, bir süvari bana vurdu. Kalkanımla korundum. Hemen ardından atı­nın ayaklarına kılıçla vurdum. At, sırtının üzerine yıkıldı. Adam düştü. Re­sû­lul­lah bunu görünce oğluma, ‘Ey Ümmü Ümâre’nin oğlu, annene yardım et!’ buyur­du.”
Savaş bu minval üzere devam ediyordu. Nesîbe Hatun, Re­sû­lul­lah’ın etrafın­da âdeta bir pervane olmuştu. Dönüp duruyordu. Peygamberimiz savaş sonra­sında, “Uhud Günü sağıma soluma döndükçe hep Ümmü Ümâre’yi yanı başım­da çarpışırken görüyordum.” buyurarak onun bu fedakârlığını takdir etmişti.
Bir ara Ümmü Ümâre’nin (r.anha) oğlu yaralanmıştı. Buna çok üzüldü. Fakat bu­nun sebebi oğluna olan şefkati değil, onun Re­sû­lul­lah’ı korumasından geri kal­masıydı. Oğlunu da üzen sebep buydu. Hemen ciğerparesinin yanına gitti. Ya­rasını sardı, sonra da, “Kalk yavrucuğum, müşriklerle çarpışmaya devam et!” dedi. Onun Re­sû­lul­lah’ı korumaktan geri kalmasına gönlü razı olmuyordu. Pey­gamberimiz (a.s.m.), Nesîbe Hatun’un (r.anha) bu fedakârlığı karşısında, “Ey Üm­mü Ümâre, senin katlandığın, dayanabildiğin şeye herkes katlanabilir, dayana­bilir mi?” buyurarak ona iltifat etti.
Ümmü Ümâre’nin (r.anha) oğlu hemen ayağa kalktı, müşriklerle çarpışmaya de­vam etti. Bir ara oğlunu yaralayan müşrik oradan geçiyordu. Peygamberimiz (a.s.m.), “İşte, oğlunu vuran adam şu!” buyurdu. Bu büyük İslam mücahidesi he­men harekete geçti. Bir kılıç darbesiyle adamın ayaklarını kesti. Peygamberi­miz, mübarek dişleri görününceye kadar bu manzaraya tebessüm etti.
Müşrikler her yandan saldırıyorlar, Re­sû­lul­lah’ın vücudunu ortadan kaldır­mak istiyorlardı. Bir ara azılı müşrik İbni Kamiâ, Peygamberimizin yanına ka­dar sokulmuştu. Bir fırsatını bulunca da Peygamberimizin yüzünü yaraladı, iki dişini de şehit etti. Bir anda Re­sû­lul­lah’ın yüzünü kanlar içinde gören Ümmü Ümâre, azılı müşriğin üzerine hücum etti. Birkaç darbe indirdi. Fakat İbni Kamiâ üst üste iki zırh giymişti. Bu sebeple vuruşları ona tesir etmedi. Bu arada bu nasipsiz müşriğin darbesiyle omuzundan ağır bir şekilde yaralandı. Yetişen sahabiler İbni Kamiâ’yı geri püskürttüler.
Peygamberimiz onun yaralandığını görünce, oğlu Abdullah’a (r.a.), “Annenin yarasını sar!” buyurdu. Sonra da bu bahtiyar aileye şu müjdeyi verdi:
“Allah’ın bereketi üzerinize olsun! Annenin makamı, filan ve filanın maka­mından hayırlıdır. Babanın makamı da filan ve fılancanınkinden hayırlıdır. Se­nin makamın ise, filanların makamından hayırlıdır. Allah sizin ailenize rahmet etsin!”
Nesîbe Hatun bunları duymuştu. Sevincine diyecek yoktu. Fakat o, bu fırsatı daha iyi değerlendirmek istiyordu, “Yâ Re­sû­lal­lah, dua edin de cennette sana komşu olalım!” ricasında bulundu. Re­sû­lul­lah (a.s.m.) bu bahtiyar kadını kırma­dı. Ellerini açtı, “Allah’ım, bunları cennette bana komşu ve arkadaş eyle!” diye dua etti. Artık Nesîbe Hatun’un (r.anha) sevincine diyecek yoktu. “Bu kadar yeter! Bana artık ne musibet gelirse gelsin basittir.” diye sevincini açıkladı.
Uhud Savaşı’nın sonunda, Hz. Ümmü Ümâre’nin 12-13 yerinden yaralandığı tespit edildi. Bunların en ağırı, omuzundan aldığı yaraydı. Bir yıl onun tedavi­siyle uğraştı.
Ümmü Ümâre’nin (r.anha) Re­sû­lul­lah’ın yanında apayrı bir yeri vardı. Zaman zaman onun ziyaretine gider, gönlünü alırdı. Bir defasında yine ziyaretine git­mişti. Yarasının ne durumda olduğunu sordu. Evdekilerle bir müddet sohbet et­ti. Ümmü Ümâre (r.anha) bu ziyaretten son derece memnun olmuştu. Evde olan şeylerden Re­sû­lul­lah’ın önüne bir sofra kurdu. Fakat kendisi sofraya oturmadı. Peygamberimiz, “Gel, sen de ye.” buyurdu. Hz. Ümmü Ümâre, “Ey Allah’ın Resûl’ü, ben oruçluyum.” dedi. Onun ibadete gösterdiği bu hassasiyet Peygamberi­mizin hoşuna gitti. Ona şu müjdeyi verdi:
“Bir oruçlunun yanında yemek yenildiği zaman, sofra kalkıncaya kadar me­lekler oruçluya dua ederler.”
Ümmü Ümâre (r.anha), Uhud Savaşı’ndan başka, Peygamberimizle birlikte, Hayber ve Huneyn Savaşlarına katıldı, Umre Seferi’nde bulundu.
Nesîbe Hatun aynı zamanda iyi bir anneydi. Çocuklarını en güzel şekilde ter­biye etmiş, onları birer mücahit olarak yetiştirmişti. Bu fedakâr evlatlar, hayatları pahasına da olsa hak ve hakikati söylemekten çekinmezlerdi.
Peygamberimizin ahirete irtihâlinden sonraydı... Ümmü Ümâre’nin oğlu Habib (r.a.), Amman’dan Medine’ye gelirken, yolda Yalancı Peygamber Müseylimetü’l-Kezzâb’la karşılaşmıştı. Müseylime, Habib’e (r.a.) hitaben, “Sen Muhammed’in peygamberliğini tasdik ediyor musun?” diye sordu. Hz. Habib, “Evet.” dedi. Müseylime, “Benim de Allah’ın Resûl’ü olduğuma şehadet getir­mez misin?” diye sordu. Bu kahraman sahabi, “Asla böyle bir şey söyleye­mem!” dedi. Müseylime, Hz. Habib’in kolunu kesti, sonra sözünü tekrarladı. Ha­bib (r.a.) yine kabul etmedi. Diğer kolunu da kesti, yine sordu. Hz. Habib, ima­nından aldığı güçle yine “Hayır.” cevabını verdi. Çok kızan Müseylime, onu feci bir şekilde şehit etti.
Bu haber Ümmü Ümâre’ye (r.anha) ulaştığında, bunu sabır ve metanet ile karşıla­dı. Onun ebedî saadete ermesi, üzüntülerini hafifletmeye kâfi geldi. Zaten onu bu günler için yetiştirmişti. Onu asıl üzen, peygamberlik iddiasında bulunan bu yalancının hâlâ ortalarda dolaşmasıydı. “Müslümanlar bir gün bu zalime haddi­ni bildirmek üzere ordu hazırlarsa, o zaman kılıcımı çekip bu orduya katıla­cağım.” dedi. Sabırsızlıkla bu günleri bekledi.
Nihayet beklediği an geldi. Hz. Ebû Bekir, meşhur İslam kumandanı Hz. Hâlid kumandasında bir ordu hazırlayıp Müseylime’nin üzerine gönderdi. Bu or­duda diğer oğlu Abdullah ile (r.a.) birlikte Ümmü Ümâre de bulunuyordu.
İki ordu Yemâme’de karşılaştı. Aralarında şiddetli bir savaş oldu. Ümmü Ümâre (r.anha) büyük kahramanlıklar gösterdi. Birkaç yerinden yaralandı. Neticede Mü­sey­li­me’nin ordusu mağlup edildi. Hz. Abdullah, Müseylime’yi ağır bir şekilde yaraladı. Ashâb’dan Vahşî de (r.a.) son darbeyi indirerek canını cehenneme gön­derdi.
“Müseylime’nin öldürüldüğü” haberini alan Ümmü Ümâre (r.anha) sevinçten şü­kür secdesine kapandı. Bu günleri gösterdiği için Cenâb-ı Hakk’a hamd etti.
Ordu Medine’ye döndüğünde, Hz. Ebû Bekir bu kahraman kadını ziyaret etti, “Geçmiş olsun.” dileğinde bulundu. Halifeliği müddetince de ona izzet ve ik­ramdan geri kalmadı.
Bu bahtiyar kadına Hz. Ömer de büyük iltifatlarda bulunurdu. Zaman zaman ziyaretine giderek gönlünü alırdı. Çeşitli hediyelerle taltif ederdi.
Ümmü Ümâre’nin (r.anha) nerede ve ne zaman vefat ettiği bilinmemektedir.
Al­lah ondan razı olsun![1]

________________________________
[1]Tabakât, 8: 412-415.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ

Re­sû­lul­lah’a iman etmiş ve bu uğurda birçok sıkıntıya katlanmış bahtiyar kadın­lardan biri de Ümmü Şerik’ti (r.anha). Bütün sıkıntılara rağmen inancında sebat eden, Allah’a teslimiyet ve tevekkülden ayrılmayan bu mübarek kadın, birkaç defa Cenâb-ı Hakk’ın lütuf ve ikramına nail olmuştu. Hicret esnasında onun şöy­le bir kerametine şahit oluyoruz:
Ümmü Şerik (r.anha), kendisiyle birlikte hicret edecek bir arkadaş bulamamıştı. Medine’ye giden bir Yahudi ailesine katıldı. Yolculuk esnasında suyu tükendi. Yahudi ailenin yanında su vardı. Fakat Yahudi, Ümmü Şerik’e, dininden dönme­dikçe su vermeyeceğini söyledi. Hanımını da, “Ona su verirsen fena yaparım!” diye tehdit etti.
Hava çok sıcaktı. Güneş âdeta kavuruyordu. Bu şartlarda susuz olarak yolcu­luk yapmak Ümmü Şerik’i (r.anha) iyice hâlsiz düşürmüştü. Zorlukla yürüyor, zorlukla konuşabiliyordu. Bu durum Yahudi’yi ümitlendiriyor, Ümmü Şerik’in biraz sonra dininden döneceğini tahmin ediyordu. Fakat Ümmü Şerik imanın tadını almıştı bir kere. Dünyayı ahirete hiçbir zaman tercih etmeyecek kadar kuvvetli bir imana sahipti. Cenâb-ı Hakk’ın mutlaka bir yerden yardım göndere­ceğine de inancı sonsuzdu.
Nitekim geceleyin, Allah’a olan teslimiyetinin peşin mükâfatını gördü. Her­kesin uyuduğu bir sırada göğsünün üzerine bir miktar suyun konduğunu hisset­ti. Aldı, içti. Suya kanmıştı. Biraz sonra yol arkadaşlarını uyandırmak için ses­lendi. Yahudi onun gür sesini işitince, “Ben su içmiş birinin sesini duyuyorum!” dedi. Şaşırmıştı. Hanımını sıkıştırdı. Kızdı, bağırdı. Ümmü Şerik suyu hanımının vermediğini söyledi. Cenâb-ı Hakk’ın lütfuna mazhar olduğunu bildirdi. Ya­hudi, inanmıştı. Gördüğü bu keramet karşısında Kelime-i Şehadet getirerek Müslüman oldu. Böylece Ümmü Şerik (r.anha) hem dininde sebat etmiş, hem de kendisini Yahudi olmaya zorlayan birinin Müslüman olmasına sebep olmuştu. Ayrıca Cenâb-ı Hakk’ın ihsanını kazanmıştı.
Ümmü Şerik (r.anha) imkânı nispetinde Re­sû­lul­lah’a (a.s.m.) bir şeyler ikram et­mekten geri durmazdı. Re­sû­lul­lah’ı kendi nefsine tercih ederdi. Bir defasında kendisi yememiş, Re­sû­lul­lah için bir miktar yağ biriktirmişti. Hizmetçisini ça­ğırdı, yağı Re­sû­lul­lah’a götürmesini istedi. Hizmetçi denileni yaptı. Peygambe­rimiz, Ümmü Şerik’in (r.anha) bu ikramından hoşnut oldu. Hizmetçiye, yağ tulumu­nun ağzını bağlamamasını tembih etti. O da tulumu eve götürüp bir yere astı. Ümmü Şerik içeri girdiğinde gözüne yağ tulumu ilişti. Tulum yağ ile doluydu. Hizmetçiyi çağırdı, “Ben sana, bu yağı Re­sû­lul­lah’a götür, dememiş miydim?!” di­ye çıkıştı. Hizmetçi, kendisinin tulumu götürdüğünü, onun şimdi yağ ile dolu ol­masından bir şey anlamadığını söyledi. Birlikte Re­sû­lul­lah’a gittiler. Peygambe­rimiz (a.s.m.) bunun Allah’ın bir lütfu olduğunu söyledi. Tulumun ağzını bağla­mamalarını tembihledi. Ümmü Şerik sevinçle oradan ayrıldı. Bu, Re­sû­lul­lah’a olan muhabbetinin peşin mükâfatıydı.[1]

________________________________
[1]Tabakât, 8: 154-157; Hayâtü’s-Sahâbe, 3: 466.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ

SELMAN SEVEN

{facebook#https://facebook.com/} {twitter#https://twitter.com/}

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget