Resulullah'ın hadislerini mi arıyorsunuz ?
Türkiye'nin En Geniş Kapsamlı Hadis Sitesi
HZ.MUHAMMED (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
"أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ"

Latest Post

Peygamber Efendimizin mübarek hanımı, “müminlerin annesi,” Re­sû­lul­lah’ın (a.s.m.) en sadık sahabisi olan Hz. Ebû Bekir’in (r.a.) kızı Hz. Âişe’nin fazilet ve meziyetleri saymakla bitmez.    
İlim, ahlak, takva bakımından da eşsiz olan Hz. Âişe, fıkıh, hadis ve Kur’ân tefsiri gibi hususlarda temayüz etmiş, müstesna bir insandır.
Hz. Âişe, nübüvvet güneşinin Mekke ufuklarını aydınlatmasından dört (veya beş) yıl sonra dünyaya gözlerini açmıştı. Babası Hz. Ebû Bekir, Mekkelilerın çoğuna muhalif olarak putlara tapmamış, asil ve temiz bir insandı, Ticaretle meşgul olurdu. Hâli vakti yerinde, Mekke’nin ileri gelen şahıslarından biriydi. Tevhid dininin son kalıntıları olan Hz. İbrahim’in Hanif dinine bağlı olanlardandı. Annesi Ümmü Rûmân da Peygamberimize ilk iman edenlerdendi.
Hz Âişe böyle asil ve temiz bir ailenin içinde, tevhid nurlarının aydınlattığı bir yuvada dünyaya gemişti. Çocukluğu, Müslümanlarla müşrikler ara­sındaki mücadelelerin en şiddetli olduğu devreye rastlar.
Her türlü müşrik zulüm ve baskısına rağmen, nübüvvet nuru parlamaya devam etti. İman-küfür mücadelesinin üzerinden henüz 10 yıl geçmişti. Hz. Âişe genç bir kızcağızdı. Sevimli, zeki ve güzeldi. Hz. Ebû Bekir gibi büyük bir sahabinin terbiyesinde yetişiyordu. Gerek böyle bir babanın terbiyesi, gerekse yaradılıştan Allah’ın kendisine verdiği zekâ ve kabiliyetler, onun büyük bir vazifeye namzet olduğunu gösteriyordu.
10. yıl, Peygamberimiz için “Hüzün Yılı” olmuştu. Zira aynı yıl için­de pek sevdiği, en zor günlerde yardım ve himayelerini gördüğü iki büyük insanı kaybetmişti. Bunlardan biri amcası Ebû Tâlib, diğeri de hanımı Hz. Hatice idi.
Nasıl üzülmesindi? Ebû Tâlib, Kureyş’in ileri gelen itibarlı şahsiyeti idi. Ye­ğenini koruyor, müşriklerin daha fazla üzerine gelmelerine mâni oluyordu. Hz. Hatice ise, yaşlı olmasına rağmen, Peygamber’e (a.s.m.) gösterdiği eşsiz sadakat, itaat ve teslimiyet ile eşine rastlanmaz bir vefa ve kadirşinaslık örneği ver­mişti. Herkesin Resûl-i Ekrem’i inkâr edip ondan uzaklaştığı o çetin günlerde onu ilk tasdik eden olmuş, şefkat ve himaye kanatlarını üzerine germişti. Kö­tü anlarda onu teselli etmiş, hüzün ve sevincini paylaşmıştı.
Hz. Hatice’nin vefat ettiği bu Hüzün Yılı’nda Cebrâil, Resûl-i Ekrem’e gele­rek onu teselli etti, Hz. Âişe’nin suretini ona göstererek, “Ey Allah’ın Resûl’ü, Hatice’ye muka­bil bu kız senin hüzün ve yalnızlığını bir nebze giderip, sana hanım olacaktır.” dedi.[1]
Bu hadiseden biraz sonra Osman bin Maz’un’un hanımı Havle, Peygambe­rimize gelerek Âişe ile nikâhlanması teklifinde bulundu. Peygamberimiz o sırada yalnız bulunuyordu. Havle’nin teklifini müspet karşıladı. Onu kendisi­ne vekil tayin etti.
Havle (r.anha), sevinçle Hz. Ebû Bekir’in evinin yolunu tuttu. Kapıyı ona Ümmü Rûmân açtı. Hz. Havle hemen müjdeyi verdi. Ümmü Rûmân, sevin­mekle beraber bir şey diyemedi, çünkü Hz. Ebû Bekir evde yoktu.
Biraz sonra Ebû Bekir (r.a.) geldi. Bu teklif karşısında sevinç ve heyecan duydu. Ancak bir endişesi vardı: Peygamberimizle kardeş olmuştu… Arapların âdetlerine göre, bir kimse kardeş olduğu birinin kızını alamazdı. Bu sebeple Hz. Âişe, Peygamberimize helal olur muydu? Hz. Havle’den, bunu öğrenmesi­ni istedi.
Havle (r.anha), Hz. Ebû Bekir’in bu endişesini Resûl-i Ekrem’e nakletti. Peygam­berimiz bütün batıl âdetleri yıkıp yerine doğru olanları ikame etmekle vazifeliydi. Havle’ye (r.anha) şöyle dedi:
“Ebû Bekir’e git, de ki, benim onunla kardeş olmam [kan ve sütkardeşi de­ğil] İslam kardeşliğidir. Bu sebeple kızıyla evlenmemizde bir mâni yoktur.”[2]
Havle bu cevabı hemen Hz. Ebû Bekir’e ulaştırdı. Böylece Hz. Ebû Be­kir’deki tereddüt de zail oldu. Bundan sonra Peygamberimizin Hz. Âişe ile nişanı yapıldı. Üç sene nişanlı kaldılar.
Mekke’den Medine’ye hicret pek hazin olmuştu. Yurtlarından apar topar kopan müminler kâh tek başlarına, kâh aileleriyle yollara dökülmüşlerdi. Bi­lindiği gibi, Hz. Ebû Bekir, Peygamberimizle birlikte hicret etmiş, çoluk ço­cukları Mekke’de kalmıştı. Hz. Ebû Bekir’in oğlu Abdullah, daha sonra anne­sini ve iki kız kardeşini alarak yollara düşmüştü. Yolda giderken Hz. Âişe’nin bindiği deve, çöle doğru süratle koşmaya başlamış, bir ara iyice gözden kay­bolmuştu. Neredeyse Âişe’yi üzerinden fırlatacaktı. Annesi buna çok üzülmüş, kızının başına bir şeylerin gelmesinden korkmuştu. Ne var ki, biraz sonra deve sakinleşmiş ve dönüp kendiliğinden kafileye katılmıştı.
Hz. Âişe, Medine’de annesi ve kız kardeşiyle birlikte Hazreçoğulları ma­hallesine yerleşmiş ve burada sekiz ay kalmışlardı.
Muhacirlerin çoğu Medine’nin hava ve suyuna intibaksızlık yüzünden has­ta olmuştu. Hz. Ebû Bekir ve kızı Aişe de bu hastalananlar arasındaydı.
Hastalık sona erip normal hayata dönünce Hz. Ebû Bekir, Re­sû­lul­lah’ın Hz. Âişe’yi neden yanına almadığını sordu. Resûl-i Ekrem ise henüz ona verecek mihri hazırlayamadığını söyledi. Bunun üzerine, Re­sû­lul­lah’ın uğrunda her şeyini feda edecek bir sadakat gösteren Hz. Ebû Bekir, borç olarak Hz. Âişe’nin mihrini vermeye hazır olduğunu bildirdi. Peygamberimiz bu teklifi kabul etti. Hz. Âişe’yi nikâhlayarak yanına aldı. 
Hz. Âişe’nin düğünü de nişanı gibi şevval ayında yapıldı. O güne kadar Arap­lar şevval ayında düğün yapmazlardı. Zira geçmişte bu ayda bir veba salgını ol­muş, bundan dolayı o ayı uğursuz sayarlardı. Hz. Âişe’nin evliliğiyle bu batıl inanış da ortadan kalkmış oluyordu.
Hz. Âişe düğünlerin şevval ayında yapılmasını tavsiye ederdi. Kendi düğü­nünü misal göstererek, en güzel, en talihli ve en bahtiyar kadının kendisi olduğu­nu söylerdi.
Bu düğünde kaldırılan hurafelerden biri de, gelinin, önünde ateş yakılarak götürülmesiydi.
Peygamberimiz bu evliliğiyle, erkeklerden ilk Müslüman ve sadık bir sahabisi olan Hz. Ebû Bekir’le daha da yakınlaştı.
Ama Peygamberimizin bu evliliğindeki en büyük hikmet, Hz. Âişe’nin, nikâ­hında bulunduğu dokuz yıllık kısa bir müddet içinde kazandığı İslami ilim ve fa­ziletle İslam’a yaptığı hizmette aranmalıdır. Dinî hükümlerin zahirî olanları­nı Ashâbının görüp bilmesi her zaman mümkündü. Ama İslam’ın aile mahremi­yetine ait hükümleri böyle değildi. Bunların ümmete duyurulması için böylesi­ne zeki ve ferasetli bir hanıma ihtiyaç vardı.[3]
Bu mühim vazifeye namzet olacak birinin de, daha küçük yaştan itibaren Re­sû­lul­lah’ın terbiyesinde bulunması gerekiyordu. Zira bir insanın belli bir gaye için yetiştirilmesi, onun kabiliyetlerini tâ küçük yaştan itibaren o gayeye doğru yönlendirmekle mümkündür.
Nitekim kadınlardan Hz. Âişe bu vazifeyi yerine getirirken, erkeklerden de Enes bin Mâlik aynı şekilde Re­sû­lul­lah’ın terbiyesinde küçük yaştan beri bulun­muş, görüp duydukları birçok hadisi ümmete duyurmuştur.
Gençliğinin en verimli çağını Re­sû­lul­lah’ın yanında geçiren Hz. Âişe, kısa za­manda ondan pek çok şey öğrendi.
Hz. Âişe’nin, Peygamberimizin yanında ayrı bir yeri vardı. Re­sû­lul­lah onu pek çok sever ve bunu da zaman zaman ifade ederdi. Bir defasında Re­sû­lul­lah’a sordular: “İnsanlardan sana en sevimli kimdir?” Peygamberimiz (a.s.m.), “Âişe’dir.” buyurdu. “Erkeklerden, yâ Re­sû­lal­lah?” dediklerinde ise, “Babası.” buyurdu.[4]
Hz. Âişe, Peygamberimizin diğer hanımlarından daha faziletli olduğunu, bir şükür vesilesi olarak bizzat kendisi de ifade ederdi: “Benim gibi genç yaşta Re­sû­lul­lah ile nikâhlanan olmadı. Anne-babası ben­den başka muhacir olan olmadı. Benim beraatimi Allah semadan indirdi. Cebrâil (a.s.), Harîre’de inip benim suretimi ona arz etmiş ve ‘Onunla evlen, çünkü o senin hanımındır.’ demiştir. Re­sû­lul­lah ile aynı kapta birlikte yıkanırdık, başkala­rıyla böyle olmazdı. Namazda yanında dururdum, başkaları duramaz­dı. Yanın­da olduğum hâlde Cebrâil huzuruna girerdi, hâlbuki diğer hanımlarının ya­nında gelmezdi. Allah onun ruhunu, başı göğsüme yaslı olduğu sırada aldı. Benim evimde vefat etti, yine benim evime defnedildi…”[5]
Hz. Âişe’nin de ifade ettiği gibi, Cebrâil’i (a.s.) görme şerefi ona nasip olmuş­tu. Bunu da Hz. Âişe şöyle anlatır:
Bir gün Cebrâil’i (a.s.) odamdan gördüm. At üzerindeydi. Re­sû­lul­lah ona ni­da ediyordu. Re­sû­lul­lah evin içine girdiğinde ‘Yâ Re­sû­lal­lah, o çağırdığın kim­di?’ diye sordum.
“Sen onu gördün mü?” buyurdu.
“Evet.” dedim.
“Onu kime benzettin?” diye sordu.
“Dıhyetü’l-Kelbî’ye.” dedim.
“Sen muhakkak büyük bir hayır görmüşsün. İşte o, Cibril’dir.” buyurdu.
Biraz sonra da, “Ey Âişe, Cibril sana selam ediyor!” dedi. Ben de selamına mu­kabele ettim…[6]
Hz. Âişe, hassas bir mizaca sahipti. İnsanlık icabı zaman zaman sinirlenir ve kızardı. Kızdığında bunu Re­sû­lul­lah’a olan hitap tarzıyla ortaya koyardı. Bir defasında Resûl-i Ekrem (a.s.m.), “Ey Âişe, senin kızdığın ve memnun olduğun zamanları ben bilirim.” buyurdu. Hz. Âişe, “Nasıl biliyorsun, yâ Re­sû­lal­lah?” diye sordu. Peygamberimiz, “Memnun olduğun zaman ‘Muhammed’in Rabb’ine’ diye ye­min ediyorsun. Kızdığın zaman ise İbrahim’in Rabb’i hakkı için.’ diyorsun!” Hz. Âişe validemiz, Peygamberimizi sevindiren ve ona olan saygısını ifade eden şu mukabelede bulundu:
“Evet, yâ Re­sû­lal­lah, vallahi öyledir. Fakat ben sinirli olduğum zamanlarda sadece sizin isminizi dilimden bırakırım, sevginiz ise daima gönlümde ya­şar.”[7]
Re­sû­lul­lah ona iyi davranır, bir dediğini iki etmezdi. Hattâ onunla yarış eder­di. Bir defasında yarışı Hz. Âişe kazanmıştı. İkinci yarışta biraz şişmanladığı için Hz. Âişe yarışı kaybetmişti. Re­sû­lul­lah, “Bu, öncekine bedeldir [ödeştik].” diye latifede bulundu.[8]
Re­sû­lul­lah, Tebük ve Hayber Seferi’nden dönüyordu. Evin ön kısmında bir ör­tü vardı. Esen rüzgâr örtüyü kaldırmış, arkasında Hz. Âişe’nin çocukluğundan kalan oyuncakları meydana çıkmıştı.
Bu sebeple aralarında şöyle bir konuşma geçti:
“Ey Âişe, bunlar da ne?”
“Kızlarım.”
Fakat aralarında iki kanatlı bir de at bulunuyordu. Re­sû­lul­lah onu kastede­rek:
“Peki aralarındaki şu nedir?”
“Bir at.”
“Ya üzerindeki?”
“Kanatları.”
“Kanatlı at olur mu?”
“Duymadın mı, Hz. Süleyman’ın kanatlı atı vardı!”
Re­sû­lul­lah bu cevap üzerine, mübarek dişleri görününceye kadar tebessüm etti.[9]Bu aynı zamanda Hz. Âişe’nin zekâsına ve kültürüne işaret eden bir cevap­tı.
Hz. Âişe ilim ve zekâsı ile temayüz etmiş, Re­sû­lul­lah’ın (a.s.m.) vefatından sonra Sahabe’nin mercii olmuştu.
Hz. Âişe hadis, fıkıh ve diğer dinî hususlarda ümmetin kendisine yaptığı mü­ra­caat­lara cevaplar verirdi. Ebû Mûsâ el-Eş’arî onun hadisteki derecesini ifade ederken, “Biz Peygamber’in Ashâbı, bir hadis üzerinde müşkilata uğradığımız­da Hz. Âişe’ye sorar ve Hz. Âişe’yi muhakkak o hadisin üzerinde bilgi sahibi olarak bulurduk.” demiştir.
Bazı dinî hususlarda tek başına hüküm çıkararak fakih sahabiler sırasına da geçmiştir.
Hz. Âişe’nin esas hizmeti şüphesiz, dinin aile mahremiyetine ait ve ümmetin öğrenmesi çok zor olan meselelerde olmuştur. Mahrem meselelerin Re­sû­lul­lah’ın yanında bahsedilmesinden, önceleri o da utanırdı. Fakat zamanla, dinin hükümlerini bildirmekte utanma olmayacağını idrak etmişti.
Bir gün Ümmü Süleym, Peygamberimize gelmiş ve şöyle bir sual sormuş­tu:
“Yâ Re­sû­lal­lah, kadın rüyasında erkeğin gördüğünü görse gusül icap eder mi?”
Âişe de oradaydı. Ümmü Süleym’e, “Kadınları rezil ettin, ey Ümmü Sü­leym!” dedi. Bunun üzerine Re­sû­lul­lah, “Hayır, kadınları rezil eden sensin!” diye Âişe’ye karşılık verdi. Sonra Ümmü Süleym’e, “Evet, ey Ümmü Süleym, guslet­mesi gerekir.” buyurdu. Ümmü Süleym bu hadiseyi anlatırkan, bundan dolayı utandığını ifade eder…[10]
Hz. Âişe’den hadis rivayet eden Tâbiîn âlimlerinden Mesrûk, bir gün Hz. Âişe’ye gelir ve selam verir. Sonra da “Size bir şey sormak istiyorum, fakat uta­nıyorum!” der. Bunun üzerine Hz. Âişe’nin, “Ben senin annenim, sen de benim oğlumsun.” demesi üzerine Mesrûk, “Kadın, hayızlı iken kocasına neresi helal olur?” diye sorunca, Hz. Âişe, “Cinsî münasebet hariç her çeşit oynaşma.” ceva­bını vermiştir.
Re­sû­lul­lah’ın dizi dibinde yetişen Hz. Âişe, takvada da çok ileri gitmişti. Na­maz kılarken cübbe, geniş elbise ve göğüsleri üzerine sarkan bir başörtüsü gi­yerdi.[11]
Onun takva derecesini gösteren şu hadise de ibretlidir:
“Evlerinizde vakarı­nızla oturun. İlk [Cahiliye Devri kadınlarının] açılıp saçılarak ziynetlerini göste­rerek yürüdükleri gibi yürümeyin.”[12]mealindeki âyeti okuduğunda Cahiliye ka­dınlarının içinde bulunduğu fecaati hatırlayıp örtüsü ıslanacak kadar ağlar­dı.[13]
Tesettüre son derece dikkat eden Hz. Âişe, yanına gelenleri bu hususta ikaz ederdi. Bir gün kardeşi Abdurrahman’ın kızı Hafsa yanına gelmişti. Üzerinde içini gösteren şeffaf bir elbise vardı. Hz. Âişe bunu görünce, o elbiseyi giymemesi için ikazda bulun­muş ve “Bilmiyor musun, Allah Teâla, Nûr Sûresi’nde ne buyu­ruyor?!” demiştir.[14]
Bir defa hac mevsiminde kadınlar Hz. Âişe’ye gelerek onunla birlikte Hacerü’l-Esved’i ziyaret etmek istediklerini söylediler. Hz. Âişe onlara, “Siz gidebi­lirsiniz, ben erkeklerle birlikte ziyaret edemem.” dedi. Tavaf vazifesini de kala­balık döndükten sonra yerine getirdi.[15]
Tâbiîn’den Hz. İshak’ın gözleri görmezdi. Hz. Âişe onu kabul ettiği zaman ba­şını örterdi. Bir gün İshak, Hz. Âişe’ye “Ben âmâ olduğum hâlde benim yanımda örtünüyormuşsun. Hâlbuki benim sizi görmeme imkân yok!” demişti. Hz. Âişe, “Evet, sen beni görmüyorsun, fakat ben seni görüyorum!” diye cevap vermiş­tir.
Hz. Âişe kimseyi incitmez ve fenalık etmezdi. Binlerce hadis rivayet ettiği hâlde, onun birisi hakkında fena bir söz söylediği vaki değildir.
Müminlerin annesi, vaktinin büyük bir kısmını ibadetle geçirirdi. Resûl-i Ekrem’le birlikte geceleri teheccüt namazına devam ederdi. Resûl-i Ekrem’in vefa­tından sonra da bu namazları bırakmadığı rivayet edilir. Bir gece teheccüt na­mazı kılarken yeğeni Kâsım gelmiş, namazdan sonra “ne namazı kıldığı”nı sordu­ğunda Resûl-i Ekrem’in kıldığı teheccüt namazını kıldığını söylemişti.
Re­sû­lul­lah (a.s.m.) bir gün eve dönmüş, Hz. Âişe’nin başının şiddetle ağrıdı­ğını gör­­müş idi. Hz. Âişe ağrının şiddetinden “Vah başım, vay başım!” diyordu. Bunun üze­­rine Re­sû­lul­lah kendisine, “Ne ehemmiyeti var Âişe? Eğer benden önce vefat edersen seni kendi elimle teçhiz eder, tekfin eder, namazını kılarım.” diye latife etti. Hz. Âişe “Yoksa ölmemi mi istiyorsun?!” dedi. Bunun üzerine Re­sû­lul­lah (a.s.m.), “Ey Âişe! Senin başının ağrısı geçicidir. Asıl baş ağrısı benimkidir ki, ondan kurtuluşum yoktur!” diyerek kendisinin ve­fat edeceğini haber verdi.[16]Sonra da Hz. Âişe’nin evinde kalmak için diğer ha­nımlarından izin istedi. Başını onun göğsüne dayadığı hâlde ruhunu Rahmân’a teslim etti. Ve onun odasına defnedildi.
Re­sû­lul­lah’ın vefatından sonra herkes Hz. Âişe’ye hürmet duyuyor, bilmedik­leri hususlarda ona müracaatta bulunuyorlardı. Onunla iftihar eden Hz. Ebû Bekir ölüm, döşeğindeyken ona karşı hislerini şöyle dile getiriyordu:
“Ey kızım, benden sonra senden daha sevimli bir servet bırakmıyorum. Seni kaybetmekten daha büyük bir fakirlik ise bilmiyorum.”[17]
Hz. Âişe aynı zamanda hadis ve fıkıhta talebeler de yetiştirmiştir. Bazı ha­nımlar ondan aldıkları ilimle temayüz etmişlerdir. Bunlar arasında Âişe bint-i Talha ile Amre bint-i Abdurrahman, Hafsa bint-i Şîrîn, en meşhur olanlarıdır. Hattâ Âişe bint-i Talha, çeşitli beldelerden Hz. Âişe’ye gelen çeşitli hediye ve mektuplara cevap verir, bir nevi Hz. Âişe’nin kâtipliğini yapardı. Ömer bin Abdülaziz bu kadın için, “Hz. Âişe’nin hadislerini ondan daha iyi bilen yoktur.” demiştir.
Hz. Âişe’den hadis rivayet eden Tâbiîn büyükleri de vardı. Bunlar arasında Sâid bin el-Müseyyeb, Alkame bin Kays, Mesruk bin el-Ecda en meşhurları­dır.
Mesruk, bir gün Hz. Âişe’nin huzuruna çıkmıştı. Ona “Rasulullah’ın ahlakını bana anlatır mısın?” dedi. Hz. Âişe, “Sen Kur’ân okuyan bir Arap değil misin?” dedi. O “Evet.” deyince, “İşte, onun ahlakı Kur’ân’ın tâ kendisidir.” diye cevap verdi.[18]
Hanım talebelerinden Amre de bir gün kendisine “Re­sû­lul­lah evde bulundu­ğu zaman nasıl idi?” diye sordu. Hz. Âişe buna şöyle cevap verdi:
“O da sizin er­keklerinizden biri gibiydi; lakin insanların en yumuşağı ve en iyisi, çok gülüm­seyen ve tebessüm eden birisiydi.”[19]
Hz. Âişe çok ıstıraplı ve sıkıntılı günler yaşamasına rağmen hiçbir zaman geçim darlığından şikâyetçi olmamıştır. Hz. Peygamber’in saadethanesinde maddi refah görmemekle beraber, o hep başkalarının refahını ister, kanaatkâr bir hayatı her şeye tercih ederdi.
Re­sû­lul­lah’ın vefatından sonra İslam fetihleri gelişmiş, halk ganimetler saye­sinde refaha ermişti. Ancak Hz. Âişe, Resûl-i Ekrem zamanındaki hayatından kılpayı bile ayrılmamış, kanaatkârlığına devam etmişti.
Bir gün Ümran bin Zeyd huzuruna girmiş ve “Selâmün aleyküm, ey anne!” de­mişti. “Aleykümü’s-selâm!” dedikten sonra da Hz. Âişe ağlamaya başlamıştı. Ümran “Ey anne, seni ağlatan ne?” diye sorunca, Hz. Âişe şöyle cevap vermişti:
“Duydum ki, sizlerden bazıları her çeşit yemekten istediği kadar yiyebiliyor ve bu kendilerine hoş geliyormuş. Nebinizi hatırladım, onun için ağlıyorum! Çün­kü o, bu fâni âlemden ayrılıncaya kadar midesini bir günde iki yemekle doyura­mamıştı. Kâh hurmadan yer, ekmekten yiyemezdi; ekmeği bulduğunda da hur­madan yiyemezdi. İşte beni ağlatan budur…”[20]
Hz. Âişe günlerinin çoğunu oruçla geçirirdi. Bir defasında kızgın bir arefe gününde oruçlu idi. Şiddetli sıcak sebebiyle baygınlık geçirmişti. Bu hâlini gören kardeşi Abdurrahman, ona orucunu bozmasını söylemişti. Hz. Âişe kardeşine şöyle cevap vermişti:
“Resûl-i Ekrem’den duydum: Arefe günü oruç tutanın bir senelik günahları bağışlanır.”[21]
Hz. Âişe, 2 bin 210 hadis rivayet ederek “en çok hadis rivayet eden yedi sahabiden dördüncüsü” oldu. Bu hadislerden birkaçının meali şöyledir:
“Kadınların en hayırlısıyla evlenmeye bakın. Denginiz olan kadınlarla evle­nin ve emsalinizin kızlarını isteyin.”[22]
“Re­sû­lul­lah hiçbir hizmetçisini ve hiçbir hanımını dövmemiştir.”[23]
“Allah yumuşaklıkla muamele edilmesini sever.”[24]
“Kadın kaburga kemiği gibidir, düzelteyim dersen kırarsın!”[25]
Hz. Âişe her hâliyle Müslüman hanımlarının ideal manada örnek alacağı bir hayat geçirmiştir. O da her fâni gibi bu âleme veda etmiş, Re­sû­lul­lah’a kavuş­muştur.
Muâviye devrinin son zamanlarıydı… Birçok karışık hadiseyi görüp geçiren ve ismi etrafında dalgalanmalar meydana gelen Hz. Âişe, artık hastalanmıştı. Hicret’in 58. senesi Ramazan ayının 17. gecesi 66 yaşındayken vitir namazından sonra ruhunu Rahmân’a teslim etti.
Hastalığı sırasında kendisini ziyaret eden İbni Abbas, “Âişe ezelden beri müminlerin annesi idi, Hz. Peygamber’in en sevgili zevcesidir. Teyemmüm hükmü onun sebebiyle nazil olmuştur. Kur’ân’ın, onun şanına inen âyetleri mescitlerde okunuyor.” sözleriyle onu methedince, Hz. Âişe sözünü kesti ve “İbni Abbas, beni bu gibi medih­ler­den uzak tut!” dedi.
Vefatı ümmet arasında derin bir üzüntü meydana getirdi. Cenazesine çok bü­yük bir kalabalık katıldı. Namazını o sırada Medine vali yardımcısı olan Ebû Hüreyre kıldırdı. Baki Kabristanı’na defnedildi. Ashâb, “Peygamberlik haremi­nin bir meşalesi daha söndü.” diyerek hüzünlerini dile getirdi.
Allah ona rahmet eylesin!

_________________________________
[1]Tabakât, 8: 63.
[2]age., 8: 59.
[3]Mektûbât, s. 26.
[4]Tabakât, 8: 67.
[5]age., 8: 64.
[6]Müslim, Fezâilü’s-Sahâbe: 13.
[7]age.
[8]Ebû Dâvud, Cihad: 68.
[9]age., Edeb: 54; Buhârî, Edeb: 81.
[10]Müslim, Hayz: 29.
[11]Tabakât, 8: 71.
[12]Ahzâb Sûresi, 33.
[13]Tabakât, 8: 81.
[14]age., 8: 71.
[15]Buhârî, Hac: 64.
[16]Tabakât, 2: 226.
[17]age., 3: 195.
[18]Tabakât, 1: 364.
[19]age., 1: 365.
[20]age., 1: 406.
[21]Müsned, 6: 128.
[22]İbni Mâce, Nikâh: 48.
[23]age., 51; Müsned, 6: 232.
[24]Buhârî, İsti’zan: 22; Müsned, 6: 37, 85, 199.
[25]Müsned, 6: 279.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ

Hz. Hatice validemizin vefatına Peygamber Efendimiz çok üzülmüştü. Aile hayatında âdeta bir boşluk meydana gelmişti. Re­sû­lul­lah’ın (a.s.m.) çevresi, onu teselli edip yardımcı olarak bir hanımın bulunması gerektiğini düşündü­ler. Osman bin Maz’un’un (r.a.) hanımı Havle (r.anha), bu maksatla Peygamberi­mizin huzuruna gitti. Hatice’nin yokluğunu hemen hissetti. “Yâ Re­sû­lal­lah! Yanınıza girince Hatice’nin boşluğunu hemen hissettim.” dedi. Peygamberi­miz, “Evet. O, çocuklarımın anası, evimin de görüp gözetleyicisi idi.” buyurdu. Bunun üzerine Hz. Havle düşüncesini açtı. “Yâ Re­sû­lal­lah, evlenmek ister misiniz?” diye sordu. Peygamberimiz, “Evet, kadınlar arasında münasip kim­se bulunabilirse...” buyurdu ve kimi düşündüğünü sordu. Hz. Havle, Ebû Be­kir’in kızı Âişe ile Sevde bint-i Zem’a olduğunu söyledi. Peygamberimiz (a.s.m.), “Git, benim için ikisi hakkında da konuş.” buyurdu.[1]Hz. Âişe o sıra­da çok küçüktü. Evlenecek yaşta değildi. Peygamberimiz onunla sadece ni­şanlanmak istiyordu.
Hz. Sevde, ilk kocası ve amcası oğlu Sekran bir Amr ile İslam’ı kabul edenlerin ilk safında yer alıyorlardı. Bu bahtiyar karı-koca, putları bırakıp iman edince, müşrik olan akrabası ve diğer müşrikler tarafından çeşitli iş­kencelere maruz bırakıldılar. Bu işkence dayanılmaz bir hâl alınca da, birçok Müslüman’la birlikte Habeşistan’a hicret etmek zorunda kaldılar. Mekke’ye geri döndüklerinde Hz. Sekran vefat etti. Böylece Hz. Sevde beş küçük çocu­ğuyla dul kaldı. Geçim sıkıntısı çekiyordu.[2]
Peygamberimizin muvafakatiyle Hz. Sevde’ye dünür giden Havle (r.anha), bu müjdeyi Sevde’ye bir an önce vermek için acele ediyordu. Nihayet Sevde’nin oturduğu eve girdi. Hz. Sevde’ye, “Re­sû­lul­lah beni sana dünürlük için gönder­di.” dedi. Hz. Sevde bu müjdeye çok sevindi.
Bununla birlikte endişeliydi. Hz. Sevde bu endişesini bir vesileyle Peygam­berimize şöyle dile getirdi:
“Vallahi yâ Re­sû­lal­lah! Benim sizinle evlenmeme engel hiçbir mühim sebep yoktur. Ancak şu çocukların sabah akşam başınızda vızıldayacaklarını düşünüyorum da onun için çekiniyorum…”
Bunun üzerine, âlemlere rahmet olarak gönderilen Yüce Peygamber, “Allah sana rahmet etsin! Kadınların hayırlısı, küçük çocukları sebebiyle zorluklarla karşılaşandır.” bu­yurarak onun tereddüdünün yersiz olduğunu beyan etti.
Hz. Sevde zaten kocası Hz. Sekran’ın vefatından birkaç gün önce rüyasında Peygamber Efendimizin mübarek ayaklarını omuzuna koyduğunu görmüştü. Bunu kocasına anlattığında Sekran (r.a.) şöyle demişti:
“Ey Sevde, sen gerçek­ten böyle bir rüya gördünse, bu benim mutlaka öleceğime, senin de Peygamber Efendimizle evleneceğine işarettir.”[3]
Hz. Sevde bu rüyasını hatırladı ve kayın­biraderi Hatib bin Amr’a, Peygamberimizle nikâhını kıyması için salahiyet ver­di.[4]Böylece Hz. Sevde, peygamberliğin 10. yılında Re­sû­lul­lah’ın ikinci hanımı olma şerefine kavuştu.
Sevde, Peygamber Efendimizle nikâhlandığında yaşı bir hayli ilerlemişti. 50 yaşın üzerinde bulunuyordu. Onun Re­sû­lul­lah ile evlenmesinin tek gayesi, Peygamberimizin hanımı olma şerefini elde etmekti. Nitekim üç yıl sonra Re­sû­lul­lah, Hz. Âişe ile nikâhlanınca bunda ne kadar samimi olduğunu gösterdi. Pey­gamberimize şöyle dedi:
“Ben sadece size eş olma şerefine nail olan kadınların zümresinden haşrolun­mayı istiyorum. Ben nöbet günümü Âişe’ye bağışladım.”[5]
Diğer taraftan, Peygamberimiz de iman fedaisi bu azize sahabisini, hem gözü dönmüş, merhametten mahrum yakınlarının zulmünden korumak, hem de dini­ni rahatça yaşamak için her şeyi göze alarak hicret etmesi sebebiyle mükâfatlan­dırmak için nikâhı altına almıştı. Bu cihetle bu evlilikte tamamen bir himaye ve şefkat hissi hâkimdi. Peygamberimizin maksadı, dul ve beş yetim sahibi bir mü­cahide kadını korumaktı. Zaten o sıralar Hz. Hatice vefat ettiğinden dolayı yal­nız bulunuyordu.
Hz. Sevde, Peygamberimize karşı çok itaatkârdı. Re­sû­lul­lah’a karşı hizmette kusur etmez, emirlerini hemen yerine getirirdi. Ona hizmet etmeyi kendisi için büyük bir şeref telakki ederdi. Peygamberimizin diğer hanımlarıyla birlikte Veda Haccı’nda bulundu. Re­sû­lul­lah’ın vefatından sonra bir daha hac ve umreye gitmedi. Kendisine “Niçin hac ve umre yapmıyorsun?” diyenlere, “Ben hac ve umremi yaptım. Artık Allah’ın emrettiği gibi evimde oturacağım.” cevabını ve­rirdi.
Hz. Sevde dünyaya fazla gönül vermezdi. Eline geçenlerden, ihtiyaçtan faz­lasını fakirlere sadaka olarak verirdi. Bir gün Hz. Ömer harcaması için kendisi­ne çok miktarda para göndermişti. İlk anda bunun para olduğunu anlayamadı. “Bu nedir?” diye sordu. Para olduğunu söylediler. “Hurma mıdır ki bu kadar çok göndermiş!” dedi ve hepsini dağıttı.
Hz. Sevde, Hicret’in 54. yılında Medine’de Muâviye’nin (r.a.) hilafeti esnasın­da 100 küsur yaşındayken vefat etti.
Allah ondan razı olsun![6]

__________________________________
[1]Tabakât, 8: 57.
[2]age., 8: 52; Sîre, 2: 7.
[3]Tabakât, 8: 57.
[4]Müsned, 4: 211.
[5]Tabakât, 8: 53-54.
[6]age., 8: 56-57.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ

Hz. Hatice varlıklı, şerefli, Cahiliyet’te bile “Tahir [Temiz]” lakabıyla anılan bir ha­nımdı. İslamiyet’ten önce Şam taraflarına kervanlar gönderir, ticaretle meş­gul olurdu. Çalıştığı kimselere malının kazancından verirdi. O sıralarda Hz. Muhammed’in (a.s.m.) doğruluğunu, emin oluşunu, sadakatini, güzel ahlakını işitmişti. Meysere ile birlikte Şam tarafına bir ticaret kervanı götürme teklifinde bulundu. Hz. Muhammed (a.s.m.) bu teklifi kabul etti. Kervan hazırlandı ve Hz. Muhammed (a.s.m.), Meysere ile birlikte yola çıktı.
Şam yakınlarındaki bir manastır civarında konakladılar. İstikbalin nebisi, bir ağacın altında gölgeleniyordu. Manastırda bulunan rahip, Meysere’ye ağacın altında oturanın kim olduğunu sordu. Meysere, “Mekke halkından ve Kureyş kabilesinden bir zattır.” de­di. Rahip heyecanlanmıştı. “O ağacın altına şimdiye kadar peygamberden başka kim­se inmemiştir!” dedi. Sonra da Peygamberimi­zin (a.s.m.) İncil’deki vasıflarından birini sordu. Müspet cevap alınca da, “O, peygamberdir, hem de peygamberlerin sonun­cu­su­dur. Keşke ben onun pey­gamber olarak gönderileceği zamana erişmiş olsaydım!” dedi.
Nihayet Re­sû­lul­lah, Meysere ile birlikte götürdükleri ticaret mallarını sattı­lar. Bir hayli kâr ederek Mekke’ye döndüler.
Meysere, rahibin sözlerini ve yolculuk esnasında Peygamberimizden gördü­ğü birtakım harikalıkları Hz. Hatice’ye haber verdi.
Hz. Hatice merakla kervanın gelmesini bekledi. Nihayet kervan karşıdan gö­ründü. Kafile yaklaştığında, Peygamberimizin başında onu sıcaktan koruyan bir bulut gördü. Çok heyecanlandı. Yanındaki kadınlara, “Bakın, bakın! Muhammed melekler tarafından gölgeleniyor.” dedi.
Bir müddet sonra Peygamberimiz evin önüne geldi ve malları Hatice’ye (r.anha) teslim etti. Hatice, konuşulan ücretin daha fazlasını vererek Peygamberimizi memnun etti.
Hz. Hatice, Peygamberimizle evlenmeyi, bundan sonraki hayatını onunla birlikte geçirmeyi düşündü. Re­sû­lul­lah’a bir haberci göndererek şöyle dedi:
“Şeref ve emniyet sahibi olman, güzel ahlakın ve doğruluğun sebebiyle bana yakın olmanı isterim.”
Hz. Hatice bu sözleriyle, Re­sû­lul­lah ile evlenmek istediğini belirtiyordu. Re­sû­lul­lah bu teklifi alınca amcalarıyla istişare etti. Böyle bir evliliği uygun görüp görmediklerini sordu. Onlar bunu uygun buldular. Ebû Tâlib, Hatice’ye giderek meselenin mahiyetini araştırdı. Yeğeniyle evlenmek istediğini bizzat onun ağ­zından işitti.
Bunun üzerine her iki taraf da düğün hazırlıklarına başladı. Düğün merasimi­nin tarihini Hatice tespit etti. Merasim onun evinde yapılacaktı. Belirtilen tarih­te Peygamber Efendimiz, amcaları, halaları ve Haşimoğullarının ile gelenleri, Hatice’nin evine geldiler. Diğer taraftan Hatice’nin amcası Amr bin Esed, amca­sının oğlu Varaka bin Nevfel ve diğer akrabası da Hz. Hatice’yi temsilen hazır bulunuyorlardı.
Düğün için hazırlıklar tamamlandı, koyunlar kesildi, yemekler yapıldı. Ye­mekler yenildikten sonra geleneğe göre Ebû Tâlib ayağa kalktı ve soyunu şere­fini anlatan bir konuşma yaptıktan sonra, yeğeni Muhammed (a.s.m.) için Hati­ce’ye talip olduklarını bildirdi. Şöyle bir konuşma yaptı:
“Kardeşimin oğlu Muhammed bin Abdullah ki, sizin akrabanızdır. Onunla Ku­reyş’ten hiçbir genç tartılmaz ve ölçülmez. O şeref ve asaletçe, akıl ve fazilet­çe onların hepsinden üstündür. Gerçi malı azdır, fakat mal dediğin nedir ki! Ge­çici bir gölge, bir perde, alınır verilir iğreti bir şey! Allah’a yemin ederim ki, bundan böyle onun mertebesi daha da büyüyecek, daha da yükselecektir. Şimdi o sizden kızınız Hatice’yi zevceliğe istemekte, mehir olarak da 20 erkek deve vermeyi kabul etmektedir.”
Ebû Tâlib’in bu konuşmasından sonra Varaka bin Nevfel ayağa kalktı. O da soyunu methettikten sonra Hatice’yi Peygamberimize uygun gördüğünü ilan ederek şöyle dedi:
“Allah’a hamd olsun ki, bizi de anlattığın gibi yarattı. Saydıklarından daha fazlasıyla bize üstünlük verdi. Biz de Arapların büyüğü ve reisiyiz, siz de... Arap­lardan ve diğer insanlardan hiç kimse sizin faziletinizi ve iftihar ettiğiniz şeyleri reddetmez. Biz de sizinle akrabalık kurmak ve şereflenmek istiyoruz. Ey Kureyş topluluğu, şahit olunuz ki, ben Huveylid’in kızı Hatice’yi 20 deve mehirle Muhammed bin Abdullah ile nikâhladım.”
Varaka bin Nevfel konuşmasını bitirince, Hatice’nin amcası Amr bin Esed de ayağa kalkarak bu evliliğe razı olduğunu söyledi.
Böylece Hz. Hatice, her türlü fuhuşun yaygın olduğu Cahiliye Devri’nde, ahlak ve faziletinin peşin mükâfatı olarak Kâinatın Efendisi’ne hanım olma şere­fine erişti.
Peygamberimiz muhterem zevcesini alarak amcası Ebû Tâlib’in evine geldi. Burada iki deve kestirerek düğün yemeği verdi. Ebû Tâlib de bu mesut evlili­ğin hatırasına deve kesti, halka ziyafet verdi. Bu arada Cenâb-ı Hakk’a, verdiği bu nimet için teşekkür ediyor, “Allah’a hamd olsun ki, bizden bütün üzüntüleri giderdi.” diyordu.
Peygamberimiz (a.s.m.), amcasının evinde ancak birkaç gün kalabildi. Sonra hanımı Hz. Hatice’nin evine yerleşti.[1]
Hz. Hatice, Peygamberimizle evlendiği sırada 40 yaşında bulunuyordu. Peygamberimiz ise o sırada 25 yaşında bir gençti. Peygamber Efendimiz böylece ilk evliliğini, kendisinden 15 yaş büyük bulunan dul bir kadınla ya­pıyordu.
Hz. Hatice bütün servetini Peygamber Efendimizin “emin” ellerine teslim et­ti. Re­sû­lul­lah (a.s.m.) ticarete devam etti. Muazzez hanımının güvenini boşa çı­karmadı. Bol kazanç elde etti. Fakat bu varlık onun sade hayatını değiştirmedi. Önceki hâli ne ise o hâlini muhafaza etti. Hiçbir zaman israfa ve gösterişe kaç­madı. Zaten onun kalbini ve ruhunu bambaşka ulvi duygular kuşatmıştı. Dünya sevgisine o kalpte yer yoktu.
Hz. Hatice, Peygamberimizden yaşça büyük olmasına rağmen, ona karşı son derece hürmetkâr, nazik ve saygılı idi. Bir dediğini iki etmiyordu. Hanım olma­nın gerektirdiği bütün vazifelerini yerine getiriyor, maddi manevi hiçbir fe­dakârlıktan sakınmıyordu. Artık gönlündeki boşluk dolmuş, Son Peygamber’e hanım olma şerefine erişmişti. Peygamber Efendimiz bu mesut evlilikleriyle “Bir aile nasıl kurulur? İki eş nasıl geçinir? Aile yuvası nasıl cennetten bir köşe olur?...” suallerine canlı misaller vererek beşeriyet âlemine rehberlik ediyordu.
Hz. Hatice, misafirperverlikte ve cömertlikte eşsiz bir mevkie sahipti. Bu itibarla, evden misafir hiç eksik olmuyordu.
Peygamber Efendimizin, Hz. Hatice ile evliliğinin ilk meyvesi olarak Kâsım dünya­ya geldi. Peygamberimiz “Ebû’l-Kâsım” künyesini aldı. Daha sonra, Zeyneb, Ru­kiyye, Fâ­tıma, Ümmü Gülsüm; peygamberlikle vazifelendirildikten sonra da Abdullah (Tay­yib) dünyaya geldi. Bunlardan Kâsım ve Abdullah, Mekke’de daha küçük yaştayken vefat ettiler. Peygamberimizin Hz. Fâtı­ma haricindeki diğer çocukları da kendisinden ön­ce vefat etti. Fâtıma da muhte­rem babasının dünya değiştirmesinden altı ay sonra vefat etti.
Miladi 610 yılının Ramazan ayıydı... Peygamberimizin mübarek ömrü 40’ı bulmuştu. Her zamanki âdeti üzere yine Hira Mağarası’na gitmiş, sabaha kadar Rabb’ine ibadet etmişti. Zaman seher vakti idi. Nihayet İlahî vazifenin tebliğ edileceği vakit gelmişti. Rabb’inden emir alan Cebrâil (a.s.), en güzel bir insan suretinde ve etrafa güzel kokular saçarak, kâinatın yaradılış sebebi olan Peygam­ber Efendimizin ziyaretine geldi. Onu korkutmak istemiyordu. Gür, fakat tatlı bir sesle, “Oku!” dedi. Konuşurken göklerden ve dağlardan onun sesi geliyordu. Peygamberimiz çok korkmuştu. “Ben okuma bilmem.” diyebildi. Cebrâil onu kucakladı, sıktı. Yere bıraktıktan sonra tekrar, “Oku!” dedi. Peygamber Efendi­miz yine aynı cevabı verdi. Cebrâil, Re­sû­lul­lah’ı (a.s.m.) tekrar tuttu ve sıktı. Bir kere daha “Oku!” dedi. Peygamberimiz yine aynı cevabı verince, Hz. Cebrâil ona ilk âyetleri vahyetti: “Yaratan Rabb’inin ismiyle oku. O Rabb’in ki, insanı bir kan pıhtısından yarat­tı. Oku. Rabb’in sonsuz kerem sahibidir. O, insana kalemle yazı yazmayı öğre­tendir. O, insana bilmediğini öğretendir.”[2]
Hz. Cebrâil bunları söyledikten sonra birden kayboldu. Bu arada Peygambe­rimizin (a.s.m.) heyecan ve korkusu son haddine varmıştı. Hemen mağaradan çıktı ve Mekke’ye doğru hareket etti. Başından geçenleri bir an önce hanımına anlatmak istiyor, onun kendisini teselli edeceğini umuyordu.[3]
Peygamberimizin hızlı adımlarla Mekke’ye doğru ilerlerken geçtiği yerler­deki dağ, taş ve ağaçlar “Esselâmu aleyke yâ Re­sû­lal­lah!” diyerek ona selam ve­riyor, onun peygamberlik vazifesini tebrik ediyorlardı. Peygamber Efendimiz sağına soluna baktığında ağaçtan ve taştan başka bir şey göremedi.
Nihayet eve gelebildi. Hz. Hatice, Peygamberimizi sevinçle karşıladı. Onun şimdiye kadar hiç görmediği şekilde nurlanmış yüzünü görünce gözlerini bir müddet Peygamberimizin mübarek yüzünden ayıramadı. Bu arada Peygambe­rimizden etrafa güzel bir koku da yayılıyordu. Hz. Hatice bir şeyler olduğunu tahmin etti. Peygamber Efendimizin mübarek alnından öptü ve tatlı bir şekil­de:
“Anam babam sana feda olsun! Ben senin yüzünde şimdiye kadar görmedi­ğim bir nur görüyor, şimdiye kadar hiç hissetmediğim bir koku alıyorum.” dedi. Hz. Hatice bunun Varaka bin Nevfel’in müjdelemiş olduğu peygamberlik ola­bileceğini tahmin etmişti.
Peygamber Efendimiz (a.s.m.), Hatice’yi (r.anha) daha fazla merakta bırakmak istemiyordu. Fakat çok korkmuştu, heyecanlıydı. Biraz kendisini toparlamak istiyordu. “Beni örtünüz, beni örtünüz!” diyebildi. Hz. Hatice hemen Peygambe­rimizi yatırdı, üzerini örttü ve rahat etmesi için elinden gelen gayreti gösterdi. Daha sonra da merak ve sabır içerisinde, Peygamberimizin, başından geçen ha­diseleri kendisine anlatacağı zamanı bekledi.
Bir müddet sonra Re­sû­lul­lah uyandı. Korkusu ve heyecanı bir parça olsun geçmişti. Başından geçenleri Hz. Hatice validemize anlattı. Daha sonra da, “Yâ Hatice! Ben bazı ışıklar görüyorum. Birtakım sesler işitiyor ve endişe ediyo­rum! Putlardan ve kâhinlerden nefret ediyorum! Böyle iken bana cinler musallat olacak diye korkmaktayım!” dedi.
Peygamberimize ilk zevce olabilecek kadar basiret ve yüksek anlayışa sahip olan Hz. Hatice validemiz onu şöyle teselli etti:
“Ey amcam oğlu! Böyle konuşma! Korku ve endişe duymana sebep yok. Üzülme, Allah’a yemin ederim ki, O senin gibi bir kulunu hiçbir zaman utandır­maz. Çünkü sen sözün doğrusunu söylersin. Emanete riayet edersin. Akrabana yakın alaka gösterirsin. Komşularına nazik ve müşfik davranırsın. Fakirle­re yardım elini uzatırsın. Evinin kapısını gariplere açar, onları misafir edersin. Uğradıkları felaket ve musibetlerde halka yardım edersin. Ey amcamın oğlu, sebat et. Vallahi senin bu ümmetin peygamberi olacağını ümit ederim...”[4]
En yakın sırdaşı, teselli kaynağı ve hayat arkadaşının bu inandırıcı ifadeleri Peygamberimizi sükûnete kavuşturdu. Hz. Hatice bununla da kalmadı, “Senin peygamber olduğuna ben inanıyorum.” diyerek İki Cihanın Güneşi’ne manen des­tek oldu. Böyle bir zamanda hanımının tereddütsüz iman edişi Re­sû­lul­lah’ı çok sevindirdi, şevkini artırdı.
Peygamber Efendimiz bundan sonra Hz. Hatice’ye, Hz. Cebrâil’den öğrendiği şekilde abdest aldırdı, birlikte namaz kıldılar. Böylece Hz. Hatice validemiz, Peygamberimize ilk zevce olma şerefine sahip olduğu gibi, ona ilk iman etme ve birlikte ilk namaz kılma bahtiyarlığına da nail oldu.[5]
Başından beri Peygamberimize karşı gösterdiği sayısız fedakârlık, Hz. Ha­tice’nin faziletine bir yenisini daha ekledi. Allah, vahiy meleği Cebrâil ile bir gün Hz. Hatice’ye selam gönderdi ve ona cennette bir saray hazırladığını bildir­di. Cebrâil şöyle diyordu:
“Hatice’ye Rabb’inden ve benden selam söyle. Ve onu cennette inciden yapıl­mış bir saray ile müjdele. Orada ne gürültü patırtı vardır, ne de çalışıp çabala­mak... Zahmetli ve külfetli şeyler bulunmayacaktır.”[6]
Hz. Hatice, Peygamberimiz Mekke’den Medine’ye hicret etmeden üç yıl önce 65 yaşındayken vefat etti. Ondan kısa bir müddet önce de Peygamberimizin am­cası Ebû Tâlib vefat etmişti. Gerek Ebû Tâlib gibi müşriklerin bütün düşmanlık­larına hedef olan ve Peygamberimizi bağrına basarak onu korumaktan geri dur­mayan fedakâr amcasını, gerekse Hz. Hatice gibi cefakâr ve fedakâr hayat arka­daşını peş peşe kaybetmek Peygamberimiz için üzücü olmuştu. Bu sebeple o yı­la “Hüzün Yılı” denildi.
Peygamberimiz, Hz. Hatice’ye olan sevgisini onun vefatından sonra da de­vam ettirdi. Hz. Hatice’nin yakınlarından birisi yanına gelse hâlini hatırını so­rar, ona ikramda bulunurdu. Hz. Hatice’nin keremkârlığını, en sıkışık ânında kendisine yaptığı büyük yardımları her zaman zikrederdi. Öyle ki, Hz. Hatice hayatta olmadığı hâlde, Hz. Âişe validemizin, Peygamberimizin ondan bahset­mesinden dolayı kıskançlık duyduğu da olurdu.
Bir defasında Re­sû­lul­lah (a.s.m.) yine Hz. Hatice’nin iyiliklerinden bahsedi­yordu. Hz. Âişe de orada idi. Kendisini tutamadı ve “Hep Hatice’den bahseder­siniz. Hâlbuki Allah size ondan daha genç ve güzel hanımlar vermiştir.” dedi. Peygamberimiz, Hz. Âişe’nin bu sözleri üzerine şöyle buyurdu:
“Hayır, Allah ondan daha hayırlısını bana vermedi. Çünkü o herkesin küfür içerisinde olduğu bir zamanda bana iman etti. Herkesin beni yalanladığı bir za­manda beni tasdik etti. Herkesin her şeyi benden esirgediği bir zamanda, o beni malına ortak etti. Ve Allah bana ondan çocuklar ihsan etti.”
Bunun üzerine Hz. Âişe validemizdeki Hz. Hatice’ye (r.anha) karşı olan kıs­kançlık duygusu tamamen ortadan kalktı. Bu sözünden dolayı mahcup oldu ve “Ey Allah’ın Resûl’ü, seni peygamber olarak gönderen Allah’a yemin ederim ki, bundan sonra Hatice’nin menkıbelerini bize anlatmanı istiyorum.” diyerek Pey­gamber Efendimizin (a.s.m.) gönlünü aldı.[7]
Peygamber Efendimiz şu hadis-i şerifiyle, kadınlar arasında Hz. Hati­ce’nin mevkiini ifade etmektedir:
“Cennet kadınlarının en hayırlısı Hatice, Fâtıma, Meryem ve Asiye’dir.”[8]
Allah onlardan razı olsun!

_______________________________________
[1]Tabakât, 1: 131; İnsânü’l-Uyûn, 1: 224-227; Sîre, 1: 200.
[2]Alâk Sûresi, 1-5.
[3]Müslim, İmân: 252; İşârâtü’l-İ’caz, s. 164.
[4]Müslim, İmân: 252.
[5]age., 1: 257.
[6]Buhârî, Bed’ül-Halk: 145; Müslim, Fezâilü’s-Sahâbe, 71; el-İsâbe, 4: 282.
[7]Müslim, Fezâilü’s-Sahâbe, 74; el-İsâbe, 4: 283; Üsdü’l-Gàbe, 5: 438.
[8]Üsdü’l-Gàbe, 5: 437.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ

SELMAN SEVEN

{facebook#https://facebook.com/} {twitter#https://twitter.com/}

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget