Resulullah'ın hadislerini mi arıyorsunuz ?
Türkiye'nin En Geniş Kapsamlı Hadis Sitesi
HZ.MUHAMMED (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
"أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ"

Latest Post

MAKTÛ

المقطوع
Tâbiîn ve tebeu’t-tâbiînin söz ve fiilleri anlamında hadis terimi.
Sözlükte “kesmek” anlamındaki kat‘ kökünden ism-i mef‘ûl olan maktû‘ “kesilmiş, kesik” demektir. Terim olarak “tâbiîn yahut tebeu’t-tâbiînden birinin söz veya fiili ya da isnadı onlara kadar varmakla birlikte daha ileri gidemeyen hadis” mânasında kullanılmaktadır. Böylece sahâbeden sonra gelen neslin söz ve fiillerinin de bir hadis çeşidi olarak kabul edildiği görülmektedir. II. (VIII.) yüzyıldan itibaren İslâm âlimleri ve özellikle muhaddisler Hz. Peygamber’in, “Ümmetimin en hayırlı nesli benim zamanımda yaşayanlardır, sonra onları takip edenler, daha sonra da bunların peşinden gelenlerdir” (Buhârî, “Feżâʾilü aṣḥâbi’n-nebî”, 1; Müslim, “Feżâʾilü’ṣ-ṣaḥâbe”, 214) meâlindeki hadisiyle övülen ilk üç nesli (sahâbe, tâbiîn ve tebeu’t-tâbiîn) diğer nesillerden farklı saymışlardır. Şahıslarını Resûl-i Ekrem’in faziletli kabul ettiği bu insanların sözlerini ve davranışlarını sıradan insanların söz ve davranışlarından ayrı olarak ele alıp özel bir değerlendirmeye tâbi tutmuşlardır. Ancak bu âlimlerin bütün tâbiîn ve tebeu’t-tâbiîn nesillerinin değil ilmî hüviyetleri, ahlâkî üstünlükleri ve olgun kişilikleriyle kendilerini kabul ettiren, yaşadıkları dönemde sorumluluklar üstlenen, söz ve davranışları ile İslâm’ı temsil eden seçkin şahsiyetlerin söz, fetva ve hareketlerini ele alıp bir hadis çeşidi olarak görmüşlerdir. Genelde muhaddislerin kanaati böyle olmakla birlikte Bedreddin ez-Zerkeşî maktûun bir hadis çeşidi olarak kabul edilmesini doğru bulmamaktadır. Bazı kaynaklarda ise onun bu görüşünün aksine tâbiîn ve tebeu’t-tâbiînden sonra gelenlerin sözlerine de maktû denebileceği ileri sürülmektedir (İbn Hacer el-Askalânî, s. 112).

Maktû terimini ilk defa, hadis terimlerinin henüz yerleşmediği II. (VIII.) yüzyılda İmam Şâfiî “isnadı muttasıl olmayan münkatı‘ hadis” anlamında kullanmıştır. Daha sonra Abdullah b. Zübeyr el-Humeydî, Taberânî ve Dârekutnî gibi III (IX) ve IV. (X.) yüzyılların bazı muhaddisleri bu konuda onu takip etmişlerdir. Aynı kökten türeyen bu iki terimin zaman zaman karıştırıldığı ve birbirinin yerine geçtiği olmuştur. Zeynüddin el-Irâkī’nin belirttiğine göre hadis hâfızı Ebû Bekir el-Berdîcî tâbiînin sözleri için münkatı‘ terimini kullanmış, ancak hadis usulü âlimleri bunu yanlış sayarak kendisini eleştirmişlerdir. Bilindiği kadarıyla maktûu “tâbiînin sözü” mânasında ilk kullanan âlim Hatîb el-Bağdâdî’dir. el-Câmiʿ li-aḫlâḳı’r-râvî ve âdâbi’s-sâmiʿ adlı eserinde bazı tâbiîlerin sözlerini naklettikten sonra, “Bu maktû hadislerdendir” diyerek maktûun terim anlamına işaret etmiş ve maktû hadisleri “isnadı tâbiînde kalan rivayetler” diye tarif etmiş, İbnü’s-Salâh da bu tarifi benimsemiştir (ʿUlûmü’l-ḥadîs̱, s. 47). Maktû terimi senedin değil metnin sıfatı olduğu halde birçok hadis usulü kitabında buna dikkat edilmemiş, İbn Hacer el-Askalânî gibi bazı usul yazarları, “Maktû metinle, münkati‘ senedle ilgili bir konudur” diyerek bu iki terim arasındaki farkı göstermişlerdir (Nüzhetü’n-naẓar, s. 112).

İslâmî eserlerin pek çoğunda maktû hadise rastlamak mümkünse de bunlar özellikle Abdürrezzâk es-San‘ânî’nin el-Muṣannef’i, İbn Ebû Şeybe’nin el-Muṣannef’i, Tahâvî’nin Şerḥu Meʿâni’l-âs̱âr’ı, İbn Ebû Hâtim’in Tefsîr’i ve İbn Cerîr et-Taberî’nin Câmiʿu’l-beyân’ı gibi rivayete dayanan hadis ve tefsir kaynaklarında bulunmaktadır. Bu terimi kullanmamakla birlikte Kütüb-i Sitte musannifleri de kitaplarında maktû rivayetlere çokça yer vermişlerdir. “Eser” diye de anılan maktû hadis kavlî ve fiilî olmak üzere ikiye ayrılır. Muhammed b. Sîrîn’in, “Bu hadis ilmi dindir, şu halde dininizi kimden aldığınıza dikkat edin” sözüyle (Müslim, “Muḳaddime”, 5) Hasan-ı Basrî’nin, “Selâm vermek sünnet, almak ise farzdır” sözü (Buhârî, el-Edebü’l-müfred, s. 358) kavlî maktûun, “Mesrûk, ev halkı ile arasına bir perde çekerek namaza durur, onları dünyalarıyla baş başa bırakırdı” rivayeti de (Ebû Nuaym, II, 96) fiilî maktûun örnekleridir.

Hadis ve haberleri senedleriyle birlikte nakletme geleneğinin terkedilmeye başlandığı V. (XI.) yüzyıldan itibaren maktû haberler etrafında ciddi bir problem doğmuş, rivayet konusunda titiz davranmayan bazı kişiler maktû haberleri “kāle Hasan el-Basrî, kāle Muhammed b. Sîrîn” diye rivayet etmek yerine bazı sözlerin başına “kāle Resûlullah” ibaresini ilâve edip onları Hz. Peygamber’in sözü olarak nakletmişlerdir. Hadis diye uydurulan rivayetleri derlemeye çalışan mevzûât müellifleri, Resûl-i Ekrem’in hadisleri arasında bulamadıkları bu tür sözleri mevzû olarak nitelemişlerdir. Mevzû denilen birçok söz üzerinde yapılacak bir araştırma onların maktû hadis olduğunu ortaya çıkaracaktır. Meselâ, “Sâlih insanların anıldığı yere rahmet iner” sözü (Aclûnî, II, 70) Süfyân b. Uyeyne’ye ait olduğu halde birçok kitapta Hz. Peygamber’e nisbet edilerek nakledilmiş, hadis olmadığı anlaşılınca da mevzuat kitaplarına girmiştir (Ali el-Kārî, s. 161; Şevkânî, s. 508). Ömer b. Bedr el-Mevsılî, uydurma rivayetleri toplayan müelliflerin mevzû zannederek kitaplarına aldıkları sahâbe, tâbiîn ve tebeu’t-tâbiîn sözlerini Maʿrifetü’l-vuḳūf ʿale’l-mevḳūf adlı eserinde bir araya getirmiştir.

Maktû hadis isnad yönünden muttasıl veya münkatı‘ olabileceği gibi metninin durumuna ya da senedinde yer alan râvilerin adâlet ve zabtına göre sahih, hasen veya zayıf da olabilir; onun sahih oluşu, Resûl-i Ekrem’den alındığını değil kendisine nisbet edilen tâbiînin sözü olduğunu gösterir. Eğer maktû bir hadiste Hz. Peygamber’den alındığına işaret eden bir ipucu bulunursa mürsel, sahâbîden alındığını gösteren bir husus varsa mevkuf diye nitelendirilir.

Âlimlerin genel kanaatine göre maktû hadis dinî konularda bağlayıcı bir delil sayılmaz. Abdullah b. Abbas ve Enes b. Mâlik gibi sahâbîlerle görüştüğü için küçük tâbiîlerden sayılan Ebû Hanîfe’nin Resûlullah’tan gelen hadisleri baş üstünde tutmakla beraber ashabın ihtilâf ettiği görüşlerden dilediğini alacağını, tâbiînden nakledilen rivayetlere bağlı kalmayacağını, kendisinin de onlar gibi ictihadda bulunacağını söylemesi onun maktû hadisi bağlayıcı olmayan bir delil kabul ettiğini göstermektedir. Bundan dolayı kendisine tâbi olan re’y ekolü kıyâs-ı celî ile amel etmeyi maktû rivayetlerle amel etmeye tercih etmiştir. Ancak sahâbe döneminde yaşayıp fetvalarıyla meşhur olan Alkame b. Kays, Mesrûk b. Ecda‘, Kādî Şüreyh, Saîd b. Müseyyeb, İbrâhim en-Nehaî, Mücâhid b. Cebr, Şa‘bî ve Hasan-ı Basrî gibi tâbiîlerle bunların ilminden faydalanıp yetişen tebeu’t-tâbiînin maktû haberlerinin delil olarak kullanılabileceği söylenmektedir. Bunlar, Kur’an ve hadisi aslına uygun ve en doğru biçimde nakledip yorumladıkları için onların söz ve fiillerini bugünün mahkeme ictihadları gibi bağlayıcı yönü bulunan yorumlar olarak değerlendirmekte yarar vardır. Bazı usul âlimleri, özellikle âyetlerin nüzûl sebeplerine işaret eden ve sadece Resûl-i Ekrem’den nakil yoluyla öğrenilebilecek bilgiler ihtiva eden maktû hadisleri merfû hükmünde maktû saymışlar ve bunları delil kabul etmenin gerekli olduğunu söylemişlerdir.

BİBLİYOGRAFYA
Buhârî, “Feżâʾilü aṣḥâbi’n-nebî”, 1; a.mlf., el-Edebü’l-müfred (nşr. M. Fuâd Abdülbâkī), Kahire 1379, s. 358; Müslim, “Muḳaddime”, 5, “Feżâʾilü’ṣ-ṣaḥâbe”, 214; Ebû Nuaym, Ḥilye, II, 96; İbnü’s-Salâh, ʿUlûmü’l-ḥadîs̱, s. 47; Nevevî, İrşâdü ṭullâbi’l-ḥaḳāʾiḳ (nşr. Nûreddin Itr), Beyrut 1411/1991, s. 78-79; Irâkī, Fetḥu’l-muġīs̱, s. 55; İbn Hacer el-Askalânî, Nüzhetü’n-naẓar fî tavżîḥi Nuḫbeti’l-fiker (nşr. Nûreddin Itr), Dımaşk 1413/1992, s. 111-112; Süyûtî, Tedrîbü’r-râvî (nşr. Abdülvehhâb Abdüllatîf), Beyrut 1399/1979, I, 194-195; Ali el-Kārî, el-Mevżûʿatü’l-kübrâ: el-Esrârü’l-merfûʿa fi’l-aḫbâri’l-mevżûʿa (nşr. M. Saîd b. Besyûnî Zağlûl), Beyrut 1405/1985, s. 161; Aclûnî, Keşfü’l-ḫafâʾ, II, 70; Emîr es-San‘ânî, Tavżîḥu’l-efkâr (nşr. Salâh b. Muhammed b. Uveyza), Beyrut 1417/1997, I, 241; Şevkânî, el-Fevâʾidü’l-mecmûʿa, Kahire 1380/1960, s. 508; Abdülhay el-Leknevî, Ẓaferü’l-emânî (nşr. Abdülfettâh Ebû Gudde), Beyrut 1416, s. 339-340; Tâhir el-Cezâirî, Tevcîhü’n-naẓar, Beyrut, ts. (Dârü’l-ma‘rife), s. 67-68; Mahmûd et-Tahhân, Teysîru muṣṭalaḥi’l-ḥadîs̱, İstanbul, ts. (Dersaadet), s. 133-135; Ahmed Muhammed Şâkir, el-Bâʿis̱ü’l-ḥas̱îs̱, Kahire 1377/1958, s. 46; M. Tayyib Okiç, Bazı Hadis Meseleleri Üzerinde Tetkikler, İstanbul 1959, s. 18; Tecrid Tercemesi, I, 128, 136-137; Abdullah Sirâceddin, Şerḥu Manẓûmeti’l-Beyḳūniyye, Halep 1398, s. 69-71; Talât Koçyiğit, Hadis Istılahları, Ankara 1980, s. 210; Subhî es-Sâlih, Hadis İlimleri ve Istılahları (trc. M. Yaşar Kandemir), Ankara 1981, s. 176-177; Ahmed Ömer Hâşim, Ḳavâʿidü uṣûli’l-ḥadîs̱, Beyrut 1404/1984, s. 140; Ali Yardım, Hadîs, İzmir 1984, I, 36, 40-42; Hasan M. Makbûlî el-Ehdel, Muṣṭalaḥu’l-ḥadîs̱ ve ricâlüh, San‘a 1410/1990, s. 153-154; M. Acâc el-Hatîb, el-Muḫtaṣarü’l-vecîz fî ʿulûmi’l-ḥadîs̱, Beyrut 1411/1991, s. 192-193; Mücteba Uğur, Ansiklopedik Hadis Terimleri Sözlüğü, Ankara 1992, s. 209; İsmail L. Çakan, Hadis Usûlü, İstanbul 2001, s. 120-121.

MEVKUF

الموقوف
Sahâbenin sözü ve fiili anlamında hadis terimi.
Sözlükte “vakfetmek; dikilmek, durmak; durdurmak” gibi anlamlara gelen vakf kökünden türemiş bir ism-i mef‘ûl olan mevkūf “durmuş; durdurulmuş” demektir. Terim olarak “isnadın Hz. Peygamber’e ulaşmadan sahâbîde durması veya durdurulması” şeklinde tarif edilmiş ve sahâbenin söz, fiil ve takrirlerine dair rivayetlere bu ad verilmiştir. Buna göre bir râvinin, “Falan sahâbî şöyle dedi, şunu yaptı, yanında şöyle bir olay meydana gelince sesini çıkarmadı” diye naklettiği rivayetler mevkuftur. Yalnız sahâbe takrirleri konusunda farklı görüşler ileri sürülmüş, bunların mevkuf kapsamına girmeyeceği söylenmiştir. Mevkuf terimi bazan “kabul veya reddedileceği konusunda hüküm verilemeyen hadis” mânasında kullanılmış, bazan da tâbiîn ve daha sonraki dönemlerde yaşayan âlimlerin sözleri için, “Hâzâ mevkūfün ale’z-Zührî” (Bu haber İbn Şihâb ez-Zührî’ye nisbet edilmiştir) diye bir ifade şekli benimsenmiştir (İbnü’s-Salâh, s. 46). Şâfiî fukahasının bir kısmı ile Horasan âlimleri mevkuf yerine eser kelimesini kullanmışlardır. Ebû Dâvûd es-Sünen’inin bir yerinde mevkufu “maksûr” kelimesiyle karşılamış (“Ṣalât”, 212), ancak bu terim yaygınlaşmamıştır. Bir sahâbînin sözleri ve görüşleri kaynaklarda genellikle sahâbînin ismi zikredilerek “kavlü fülân” diye ifade edilmiştir (bk. SAHÂBÎ KAVLİ). Mevkuf teriminin II. (VIII.) yüzyıl boyunca sözlük anlamında kullanıldığı, terim olarak kullanımının ise III. (IX.) yüzyılda yaygınlaştığı anlaşılmaktadır.

Hz. Peygamber sahâbeyi ümmetinin en hayırlı nesli olarak nitelediği için (Buhârî, “Feżâʾilü aṣḥâbi’n-nebî”, 1; Müslim, “Feżâʾilü’ṣ-ṣaḥâbe”, 214) onların sözleri ve davranışları özel bir değerlendirmeye tâbi tutulmuş, hadis ve sünnetin tesbit ve naklindeki titizlik sahâbîlerin söz ve amellerinin tesbit ve naklinde de büyük ölçüde gösterilmiş ve sahâbe sözleri hadisler gibi derlenip isnad sistemiyle nakledilmiştir. Tâbiîn âlimlerinden Şa‘bî’nin Resûl-i Ekrem’in ashabından gelen rivayetlerin toplanmasına dair tavsiyesi ve İbn Şihâb ez-Zührî’nin Resûlullah’ın hadisleri yanında sahâbenin rivayetlerini de derlemesinden sonra (Hatîb el-Bağdâdî, II, 190) muhaddisler, hadislerin tasnifi esnasında sahâbeye ait rivayetleri senedleriyle birlikte ve sünnetle karışık olarak musanneflere, müsnedlere ve sünenlere kaydetmişlerdir.

Mevkuf rivayetler Kur’an’ın tefsirinden zühd ve takvâya dair konulara, hukukî meselelere ait beyan ve ictihadlardan gaybî ve uhrevî bahislere kadar çok geniş bir alanı içine almaktadır. Hz. Ebû Bekir ve Abdullah b. Abbas’ın, “Dede mirasta baba hükmündedir” şeklindeki ictihadları ile (Buhârî, “Ferâʾiż”, 9) Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin, “İyiliğin ıslah edemediği kimseyi kötülük yola getirir” anlamındaki sözü (Buhârî, et-Târîḫu’l-kebîr, III, 344) kavlî mevkufun, tâbiînden Nâfi‘in, “Abdullah b. Ömer ergenlik çağına gelen çocuklarının odasını ayırır ve izinsiz olarak yanlarına girmezdi” şeklindeki rivayeti de (Buhârî, el-Edebü’l-müfred, s. 353) fiilî mevkufun örnekleridir.

Sahâbî sözü ve fiilinin Hz. Peygamber devriyle ilişkilendirilmesi durumunda değerlendirilmesi farklı olmuştur. Sahâbenin, “Resûlullah zamanında şöyle derdik”; “Onun devrinde şöyle yapardık” şeklindeki açıklamaları Resûl-i Ekrem tarafından görülüp veya duyulup onaylandığı düşüncesiyle hükmen merfû sayılmıştır. Ancak İbnü’s-Salâh bu tür rivayetleri de mevkuf kabul eder (ʿUlûmü’l-ḥadîs̱, s. 47-48). Sahâbîlerin Hz. Peygamber dönemine işaretle, “Şu işi yapmamız bize emredildi”; “Şu işten nehyolunduk”; “Resûlullah aramızda olduğu halde şöyle derdik”; “Bu işi yapmakta bir sakınca görmezdik”; “Sünnet bu şekildedir”; “Şu iş sünnettendir” şeklinde yapıp söyledikleriyle ilgili rivayetleri ve açıklamaları da âlimlerin büyük çoğunluğuna göre merfû hükmündedir (Tecrid Tercümesi, Mukaddime, I, 138-139).

Hadis usulü kitaplarında daha çok bu rivayet sîgalarının ne ölçüde merfû olduğu konusu ele alınırken fıkıh usulü eserlerinde ayrıca bu sîgalarla rivayet edilen hadislerin delil olma yönünden değeri incelenmiş, sahâbe kavli, sahâbe ameli, sahâbe fetvası ve sahâbe mezhebi gibi tabirlerin kullanılması tercih edilmiştir. Bu söz ve fiiller hadis usulü kaynaklarında müstakil olarak mevkuf başlığı altında işlenirken fıkıh usulü kitaplarında bazan sünnet konusu içinde, bazan da dört aslî kaynaktan sonra gelen fer‘î deliller bahsinde incelenmiştir.

Mevkuf rivayetler Hz. Peygamber’in sünnetinin ilk te’villeri olduğu ve merfû hadisler gibi senedle nakledildiği için hadis usulü konularının birçoğu ile yakından ilgili olup merfû hadisler gibi isnad yönünden muttasıl veya münkatı‘, râvilerinin adâlet ve zabtına göre sahih, hasen veya zayıf diye nitelendirilmektedir. İbnü’s-Salâh, mevkuf hadisi senedine göre mevsul olan mevkuf ve mevsul olmayan mevkuf şeklinde ikiye ayırmıştır (ʿUlûmü’l-ḥadîs̱, s. 46).

Mevkuf hadislerin bir kısmı âlimlerin çoğuna göre merfû hükmünde mevkuf kabul edilmektedir. Bunlar, İsrâiliyat’tan ictihad mahsulü olmamak şartıyla Kur’an âyetlerinin nüzûl sebeplerine, Kur’an ve Sünnet’teki neshedilmiş hükümlere, yapılan bir işten kazanılacak sevap ve günahların mahiyetine, yaratılışa ve peygamberler tarihine, ileride meydana gelecek savaşlar, fitneler ve kıyamet ahvaline, akıl ve duyu organlarıyla bilinmesi mümkün olmayıp sadece Resûlullah’tan öğrenilebilecek konulara dair bilgilerdir (İbn Hacer el-Askalânî, Nüzhetü’n-naẓar, s. 104). Sahâbenin bunlarla ilgili naklettiği sözleri mutlaka Hz. Peygamber’den işitmiş olması şart değildir. Resûl-i Ekrem’den dinleyen bir başka sahâbîden ya da ikinci veya üçüncü kişilerden duyması mümkündür (Koçyiğit, s. 218).

Rivayet kitapları içinde mevkuf hadislere en fazla yer veren eserler musannefler olup Süyûtî, özellikle Abdürrezzâk es-San‘ânî ile Ebû Bekir İbn Ebû Şeybe’nin el-Muṣannef’leri, Tahâvî’nin Şerḥu Meʿâni’l-âs̱âr’ı, İbn Ebû Hâtim’in Tefsîr’i ve İbn Cerîr et-Taberî’nin Câmiʿu’l-beyân’ı gibi rivayete dayanan hadis ve tefsir kitaplarını mevkuf rivayetlerin kaynağı olarak göstermiştir (Tedrîbü’r-râvî, s. 117). İmam Mâlik’in el-Muvaṭṭaʾında 222’si mürsel 822 merfû hadise karşılık 613 mevkuf hadis bulunmaktadır (Muhammed b. Abdülbâkī ez-Zürkānî, I, 8).

Kütüb-i Sitte müellifleri de eserlerinde mevkuf rivayetlere yer vermişlerdir. Buhârî’nin el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ’inde bab başlıklarında ve bab içinde mevkuf pek çok rivayet bulunmakta, Buhârî, muallak olarak zikredilen bu rivayetlerle kendi fıkhî görüşlerini ve ictihadlarını ortaya koymaktadır. Müslim’in el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ’te mevkuf rivayetlere fazla yer vermemesi, İbnü’s-Salâh gibi âlimlerin bu eserde mukaddimeden sonra mevkuf rivayet bulunmadığı görüşünü ileri sürmelerine yol açmışsa da (ʿUlûmü’l-ḥadîs̱, s. 19) İbn Hacer el-Askalânî, durumun böyle olmadığını göstermek maksadıyla el-Vuḳūf ʿalâ mâ fî Ṣaḥîḥi Müslim mine’l-mevḳūf adlı eserini kaleme almıştır (nşr. Abdullah el-Leysî el-Ensârî, Beyrut 1406/1986).

Ömer b. Bedr el-Mevsılî, uydurma rivayetleri derleyen müelliflerin mevzû zannettikleri mevkuf ve maktû rivayetleri el-Vuḳūf ʿale’l-mevḳūf adlı eserinde bir araya getirmiş (nşr. Ümmü Abdullah bint Mahrûs el-Aselî, Riyad 1407/1987; nşr. Murtazâ ez-Zeyn Ahmed, Medine 1407/1987), mevzû ile mevkuf ve maktûun farkını belirtip bunları mevzû kabul etmenin yanlış olduğunu söylemiştir. Ardından Alâî, İcmâlü’l-iṣâbe fî aḳvâli’ṣ-ṣaḥâbe’yi (nşr. Muhammed Süleyman el-Eşkar, Küveyt 1987) kaleme alarak sahâbenin söz ve amelleri hakkında söylenenleri geniş bir şekilde incelemiştir.

Çağdaş müelliflerden Şa‘bân Muhammed İsmâil Ḳavlü’ṣ-ṣaḥâbî ve es̱eruhû fi’l-fıḳhi’l-İslâmî (Medine 1988), Abdurrahman b. Abdullah Dervîş eṣ-Ṣaḥâbî ve mevḳıfü’l-ʿulemâʾ mine’l-iḥticâc bi-ḳavlihî (Riyad 1992) adlı eserleri kaleme almışlardır. Seyyid b. Kisrevî b. Hasan’ın Mevsûʿatü âs̱âri’ṣ-ṣaḥâbe’si (I-III, Beyrut 1418/1997) ashabın çeşitli konulardaki görüşlerine dair rivayetleri, Sâlih Ahmed eş-Şâmî’nin Mevâʿiẓu’ṣ-ṣaḥâbe’si (Beyrut 1420/1999) ashabın takvâ hayatını ve buna dair tavsiyelerini derlemek maksadıyla yazılmıştır. Mehmet Ali Büyükkara Mevkûf Hadisler ve Değeri (1993, MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü), Muhammet Yılmaz Mevkûf Hadisler ve Delil Olma Yönünden Değeri (1994, DEÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü) adıyla birer yüksek lisans tezi hazırlamışlardır. Ayrıca Ali Toksarı’nın “Hadis İlmi Açısından Sahâbî Kavli ve Değeri” (EÜ İlâhiyat Fakültesi Dergisi, II [1985], s. 339-357) ve Muhammet Yılmaz’ın “Mevkuf Hadisler ve Hükmen Merfû Kavramı” (Çukurova Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, I/1 [2001], s. 161-179) adlı makaleleri bulunmaktadır.

BİBLİYOGRAFYA
Lisânü’l-ʿArab, “vḳf” md.; Buhârî, “Feżâʾilü aṣḥâbi’n-nebî”, 1, “Ferâʾiż”, 9; a.mlf., et-Târîḫu’l-kebîr, III, 344; a.mlf., el-Edebü’l-müfred (nşr. Kemâl Yûsuf el-Hût), Beyrut 1405/1985, s. 353; Müslim, “Feżâʾilü’ṣ-ṣaḥâbe”, 214; Ebû Dâvûd, “Ṣalât”, 212; Hatîb el-Bağdâdî, el-Câmiʿ li-aḫlâḳı’r-râvî ve âdâbi’s-sâmiʿ (nşr. Mahmûd et-Tahhân), Riyad 1403/1983, II, 190; İbnü’s-Salâh, ʿUlûmü’l-ḥadîs̱, s. 19, 46-51; İbn Kayyim el-Cevziyye, İʿlâmü’l-muvaḳḳıʿîn, IV, 123-153; İbn Hacer el-Askalânî, Nüzhetü’n-naẓar fî tavżîḥi Nuḫbeti’l-fiker (nşr. Nûreddin Itr), Dımaşk 1413/1992, s. 104-108; a.mlf., en-Nüket ʿalâ Kitâbi İbni’ṣ-Ṣalâḥ (nşr. Rebî‘ b. Hâdî Umeyr), Medine 1404/1984, I, 323-354; Süyûtî, Tedrîbü’r-râvî (nşr. Abdülvehhâb Abdüllatîf), Beyrut 1379/1959, s. 109-117; Muhammed b. Abdülbâkī ez-Zürkānî, Şerḥu’l-Muvaṭṭâʾ, Kahire 1310, I, 8; M. Tayyib Okiç, Bazı Hadis Meseleleri Üzerinde Tetkikler, İstanbul 1959, s. 17; Tecrid Tercümesi, Mukaddime, I, 134-140; Zekeriyyâ el-Berrî, Uṣûlü’l-fıḳhi’l-İslâmî, Kahire 1979, s. 84-85; Talât Koçyiğit, Hadis Istılahları, Ankara 1980, s. 217-219, 224-225; Subhî es-Sâlih, Hadis İlimleri ve Istılahları (trc. M. Yaşar Kandemir), Ankara 1981, s. 175.

MERFÛ

المرفوع
Hz. Peygamber’e nisbet edilen söz ve haber anlamında hadis terimi.
Merfû‘ kelimesi sözlükte “yukarı kaldırmak, yükseltmek” anlamına gelen ref‘ masdarından ism-i mef‘ûldür. Ref‘ kelimesi erken dönemlerden beri “bir sözü, bir haberi bir kimseye nisbet etme” mânasına kullanılmaya başlanmış (Müsned, V, 153; Müslim, “Îmân”, 312, “Ṭahâret”, 87; Abdürrezzâk es-San‘ânî, IX, 290), zamanla “bir sözü, bir haberi Resûl-i Ekrem’e nisbet etme” şeklindeki terim anlamını kazanmıştır (Müslim, “Eşribe”, 77). Merfû diye nitelenen bir rivayetin senedinin bulunup bulunmaması, sahih veya uydurma olması arasında fark yoksa da bir rivayete merfû dendiğinde onun kesinlikle Hz. Peygamber’e aidiyeti belirtilmiş olur.

Bir hadis Resûlullah’a açıkça veya dolaylı şeklide nisbet edilebilir. “Hz. Peygamber şöyle buyurdu, şöyle yaptı” diye nakledilen rivayetler merfû olduğu gibi bir sahâbîden “yerfauhû (yerfau’l-hadîse): onu/hadisi yükseltiyor”; “yeblüguhû (yeblügu bi’l-hadîsi): onu / hadisi ulaştırıyor”; “yenmîhi (yenmi’l-hadîse): onu / hadisi nisbet ediyor”; “yüsnidühû: onu isnat ediyor”; “ye’s̱üruhû: onu naklediyor”; “rafaahû: onu yükseltti”; “ravâhu: onu rivayet etti”; “merfûan: merfû olarak”; “rivâyeten: rivayet olarak” diye nakledilen hadisler de açık merfû sayılır. Ancak yukarıdaki ifadeleri söyleyen tâbiî ise onun bu tür rivayetleri mürsel olur.

Sahâbînin “es-sünnetü kezâ” (Bu konuda sünnet şöyledir); “mine’s-sünneti kezâ” (Şöyle yapmak sünnettendir); “ümirnâ ve nühînâ” (Şunu yapmamız emredildi, şunu yapmamız yasaklandı) şeklindeki sözleri, Hz. Peygamber’in vefatından sonra söylenmiş olsa da âlimlerin çoğunluğuna göre hükmen merfû sayılır. Bu sözleri, hayatında genel olarak veya belli bir konuda Resûl-i Ekrem’den başka âmiri bulunmayan bir sahâbînin söylemesi halinde onun merfû olacağında görüş birliği bulunduğu gibi bunları nakleden hadislerin müsned sayılmasında da hadisçiler arasında ihtilâf yoktur.

Sahâbînin, “Hz. Peygamber zamanında şöyle derdik, şöyle denirdi, şöyle yapardık, şunda bir sakınca görmezdik” şeklindeki sözleri de âlimlerin çoğunluğu tarafından hükmen merfû sayılırken böyle bir hadiste dile getirilen sözden ve işten Resûl-i Ekrem’in bilgisi bulunduğunu gösteren bir açıklama varsa onun merfû olacağında ittifak edilmiştir. Birçok âlim bu tür ifadelerde “Hz. Peygamber zamanında” kaydını gerekli görmediğinden bazı âlimler o takdirde hadisin mevkuf olacağını söylemişlerdir. Bu tür ifadelerin merfû veya mevkuf sayılabilmesi için söz konusu meselenin çoğu zaman bilinip bilinmemesine bakılacağını söyleyenler de vardır. Buna göre çoğu zaman bilinebilecek bir şeye dair rivayetler merfû, aksi halde ise mevkuf sayılır.

Diğer din mensuplarından bilgi nakletmeyen bir sahâbînin geçmiş ve gelecek zamanla veya yapılması özel bir sevap yahut ceza gerektiren işlerle ilgili açıklamaları hükmen merfû kabul edilir. Çünkü bunlar akılla bilinemeyecek, ictihad konusu olmayacak bilgilerdir (bk. MEVKUF). Sahâbînin sebeb-i nüzûlle ilgili tefsirleriyle küfür ve isyan sebebi gösterdiği şeyleri birçok âlim hükmen merfû saymıştır. Bununla beraber -yukarıda belirtildiği şekilde- haberin hükmen merfû olduğunu gösterdiği kabul edilen lafızlarla nakledilmiş hadislerin açık ifadelerle Resûlullah’a nisbet edilmesi yine de uygun görülmemiştir (Şemseddin es-Sehâvî, I, 154-155).

Bir hadisin merfû olduğunu dolaylı şekilde anlatmanın bazı sebepleri vardır. Sahâbînin hadisi Hz. Peygamber’e nisbet ederken kullandığı ifade veya Hz. Peygamber’in kullandığı lafız hatırlanmayabilir, hadisin merfû olduğunda şüphe bulunabilir yahut hadisi kısaltma gereği duyulabilir. Hadisin merfû olduğunu dolaylı olarak anlatmada, dinin ikinci kaynağı olan sünnet ve hadisin Resûl-i Ekrem’e nisbet edilmesinin büyük sorumluluk gerektirdiği anlayışı da etkili olmuştur. Bu sebeple birçok râvi, bir haberi Hz. Peygamber’e nisbet etmektense onu bir sahâbîye nisbet etmenin daha kolay olduğunu belirtmiştir. Ancak bütün hadisçilerin bu konuda aynı titizliği gösterdiği söylenemez. Nitekim İmam Şâfiî, hocası İmam Mâlik’in, merfû mu mevkuf mu olduğu konusunda tereddüt edilen bir hadisi mevkuf saymayı tercih ettiği halde diğer râvilerin bunun aksini yaptığını belirtmektedir (Alâî, s. 44). Öte yandan sahâbîler çok defa Resûl-i Ekrem’in hadislerini iktibas ederek kendi sözleri gibi kullanırlardı. Bu ve benzeri sebeplerle hadis kitaplarında zaman zaman bir sözün bir yerde Hz. Peygamber’e, başka bir yerde bir sahâbîye nisbet edildiği görülebilmektedir. Bununla beraber sonraki dönemlerde bir kısım söz ve fiillerin yanlışlıkla veya bilerek Resûlullah’a nisbet edildiği de bir gerçektir. Bu tür nisbetleri yanlışlıkla ve çokça yapanlara “raffâ‘”, bilerek yapanlara “vazzâ‘” denilmiştir. Sahâbe ve tâbiîn sözlerinin sonradan Hz. Peygamber’e nisbet edildiği ve bunun İmam Şâfiî’nin merfû hadisi öne çıkarma gayretlerinden sonra arttığı iddiası ciddi hiçbir delile dayanmamakta olup bilerek veya yanlışlıkla ref‘ olayı sahâbe döneminden itibaren âlimlerin farkında olduğu bir durumdu. Nitekim İmam Şâfiî’den çok önce yaşamış olan Ali b. Zeyd b. Cüd‘ân (ö. 131/748), Yezîd b. Ebû Ziyâd, İbrâhim b. Müslim el-Hecerî (Süfyân b. Uyeyne’nin hocası) ve Velîd b. Müslim ed-Dımaşkī’nin raffâ‘ olduklarına işaret edilmiştir.

Hadisçiler merfû kelimesini başka mânalarda da kullanmıştır. Hatîb el-Bağdâdî gibi bazı âlimler, Hz. Peygamber’e özellikle sahâbînin nisbet ettiği söz ve fiillere merfû denileceğini ifade etmişlerdir. İbnü’n-Nefîs gibi bazı âlimlere göre ise merfû Resûl-i Ekrem’e muttasıl bir senedle izâfe edilen hadistir (bk. MÜSNED).

Merfû kelimesi açıkça veya dolaylı bir şekilde mürsel karşılığında kullanıldığında “muttasıl merfû” kastedilir. Ebû Dâvûd’un, “Bu hadisi merfû olarak sadece Îsâ rivayet etti. Halbuki o diğer râvilerde mürsel olarak bulunmaktadır” sözü ile Tirmizî’nin, “Bu hadisi merfû olarak sadece Îsâ b. Yûnus’un rivayetinden biliyoruz” sözünde kelime bu mânaya gelmektedir (Şemseddin es-Sehâvî, I, 118). Hadisçiler arasında merfû yerine “eser” kelimesi yaygın bir şekilde kullanılmıştır.

BİBLİYOGRAFYA
Müsned, V, 153; Müslim, “Îmân”, 312, “Ṭahâret”, 87, “Eşribe”, 77; Abdürrezzâk es-San‘ânî, el-Muṣannef (nşr. Habîbürrahman el-A‘zamî), Beyrut 1970, IX, 290; Hatîb el-Bağdâdî, el-Kifâye (nşr. Muhammed el-Hâfız et-Ticânî), Kahire 1972, s. 58; İbnü’s-Salâh, ʿUlûmü’l-ḥadîs̱, s. 41, 43; Zehebî, el-Mûḳıẓa (nşr. Abdülfettâh Ebû Gudde), Beyrut 1412, s. 41; Alâî, Câmiʿu’t-taḥṣîl fî aḥkâmi’l-merâsîl (nşr. Hamdî Abdülmecîd es-Selefî), Beyrut 1407/1986, s. 44; İbn Hacer el-Askalânî, en-Nüket ʿalâ kitâbi İbni’ṣ-Ṣalâḥ (nşr. Rebî‘ b. Hâdî Umeyr), Medine 1404/1984, II, 515-539; a.mlf., Nüzhetü’n-naẓar fî tavżîḥi Nuḫbeti’l-fiker, İstanbul 1306, s. 56; Şemseddin es-Sehâvî, Fetḥu’l-muġīs̱ (nşr. Ali Hüseyin Ali), Beyrut 1412/1992, I, 117, 118, 127, 154-155; Süyûtî, Tedrîbü’r-râvî (nşr. Abdülvehhâb Abdüllatîf), Kahire 1385/1966, I, 183 vd.; Radıyyüddin İbnü’l-Hanbelî, Ḳafvü’l-es̱er fî ṣafvi ʿulûmi’l-es̱er (nşr. Abdülfettâh Ebû Gudde), Beyrut 1408, s. 89 vd.; Ali el-Kārî, Şerḥu Şerḥi Nuḫbeti’l-fiker, İstanbul 1327, s. 165, 188, 190; Ebü’l-Bekā, el-Külliyyât, s. 371, 372; Emîr es-San‘ânî, Tavżîḥu’l-efkâr (nşr. M. Muhyiddin Abdülhamîd), Medine, ts. (el-Mektebetü’s-selefiyye), I, 254, 262, 265, 266; Leknevî, Ẓaferü’l-emânî (nşr. Abdülfettâh Ebû Gudde), Beyrut 1416, s. 210; Tâhir el-Cezâirî, Tevcîhü’n-naẓar, Beyrut, ts. (Dârü’l-ma‘rife), s. 67; Talât Koçyiğit, Hadis Istılahları, Ankara 1980, s. 217; G. H. A. Juynboll, Hadis Tarihinin Yeniden İnşâsı (trc. Salih Özer), Ankara 2002, bk. Dizin; a.mlf., “Rafʿ”, EI2 (Fr.), VIII, 397-398.

SELMAN SEVEN

{facebook#https://facebook.com/} {twitter#https://twitter.com/}

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget