Resulullah'ın hadislerini mi arıyorsunuz ?
Türkiye'nin En Geniş Kapsamlı Hadis Sitesi
HZ.MUHAMMED (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
"أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ"

Latest Post

PAPA:
Katolik mezhebine mensûb hıristiyanların en yüksek rûhânî (dînî) lideri. Atalar atası
mânâsına gelen papa, Roma'da bulunur. Îsâ aleyhisselâmın dînini yaymak için seçtiği on iki
havârîden mürted olan (dinden çıkan) Yehûda (Judas) ilk papa olarak kabûl edilir. Aynı
zamanda Roma piskoposu olan papanın aldığı kararlarda yanılmaz olduğuna inanılır. Papa,
kardinaller meclisi tarafından seçilir.
Bugün papa, Vatikan sarayında bir hükümdâr gibi hareket etmektedir. Papaya bu hakkın
tanınması, 1870'de İtalya birliğinin kurulup Roma'nın ele geçirilmesinden sonra olmuştur.
Papaların hıristiyan devletleri üzerindeki siyâsî otoriteleri kalkmakla berâber, halka te'sir
etmede ve kilise adına vergi toplamadaki te'sirleri devâm etmektedir. Lüks bir hayat yaşayan
papanın ve papalığın masrafları hıristiyan halkından toplanan kilise vergisi ile
karşılanmaktadır. (Yeni Rehber Ansiklopedisi)
Orta çağda hıristiyanlık dîni, papaların oyuncağı hâline geldi. Papalar istemediği her kişiyi
dinden aforoz ediyor, istediğini affediyor, para karşılığı Cennet'ten arsa satıyorlardı.
Engizisyon mahkemelerinde binlerce insanı aforoz ettikten sonra işkenceyle öldürtüyorlardı.
Papalar, makamlarını kuvvetlendirmek ve servetlerini artırmak için akıl almaz yollara baş
vurdular. Galile, Kopernik, Newton dünyânın döndüğünü İslâm âlimlerinin yazdığı
kitablardan öğrenip söyleyince, bu sözleri suç sayıldı. Galile, papa tarafından aforoz edildi.
(Harputlu İshâk Efendi)
Hıristiyanlar Îsevîlik (Nasrâniyyet) dîninin esâsını değiştirdiler. Papayı günâhsız kabûl
ettiler. Papazlara günâh çıkarmak gibi yetki verdiler. İnsanların günahkâr olarak doğduklarını
iddiâ ettiler. Teslis yâni üçlü tanrı sistemini kabûl ettiler. Üçlü tanrı inanışına karşı çıkan
papalar oldu. Meselâ Papa Honorius hiçbir zaman üçlü tanrı sistemi olan teslisi kabûl
etmediği için, öldükten kırk sekiz sene sonra İstanbul'da toplanan Sinod (rûhânî meclis)
tarafından resmen lânetlenmiştir. (El-Hâc Abdullah bin Destan Mustafa)
Papaların arasından çok korkunç câniler çıktı. Bunlardan biri olan papa Borjiya (Borgia),
düşmanlarını ve bunların arasında bulunan din adamlarını türlü türlü zehirlerle öldürdü,
mallarını gasb etti. Her türlü rezâleti işledi. Kız kardeşi ile karı koca hayâtı yaşadı. Bütün
bunlara rağmen, mukaddes ve günahsız sayıldı. (Şemseddîn Sâmi, Yeni Rehber Ansiklopedisi)
PAPAZ (Papas):
Hıristiyan din adamlarına verilen ad.
Akıldan ve ilimden mahrûm olan papazlar, İslâm dînine ve onun yüce peygamberine karşı
korkunç iftirâ yapıp yalanlar uydurdular. İslâm âlimleri, papazlarla yaptıkları çeşitli
münâzaralarda onları cevap veremez hâle getirdiler. Hıristiyanlar içinde de papazların
zulümlerine, akıl ve mantıktan uzak inanışlarına isyân edenler çıktı. Luther ismindeki papaz,
papaya isyân etti. İncîl'i Almanca'ya tercüme etti. İncîl'de bulunmayan; papazların evlenmesi,
evlenenlerin bir daha ayrılmaması, günâh çıkarmak ve haça tapmak gibi hususları
hıristiyanlık dîninden çıkardı. Böylece protestan denilen başka bir hıristiyan mezhebi ortaya
çıktı. (Rahmetullah Efendi)
Roma kilisesi diğer din mensublarını ve vahşi kavimleri hıristiyanlaştırarak nüfûzunu
artırmak için dünyânın her tarafında husûsî katolik mektebleri kurdu. Hıristiyanlığı duyurmak
ve yaymak için misyoner ismini verdikleri çok müteassıb (yanlış inanışlarında ısrâr eden)
papazlar yetiştirdi. Bu papazlar gittikleri yerlerde câhilleri aldattılar. Anayı kızının, oğulu
babasının aleyhine kışkırtarak birbirlerine düşman ettiler. (Harputlu İshâk Efendi)
PARA:
Alış-veriş aracı olarak kullanılan, biriktirme ve tasarruf etmeye yarayan, çeşitli
mâdenlerden veya kağıttan îmâl edilmiş değer ölçüsü. Belli ağırlıkta basılmış olan altın ve
gümüş paralara sikke veya meskûkât, altın paralara dînâr, gümüş paralara dirhem denir.
Geçen ümmetlerin herbirine fitneler verildi. Benim ümmetimin fitnesi mal ve para
toplamak olacaktır. (Hadîs-i şerîf-Berîka)
Bir kimse helâl para ile binâ yaparsa, insanlar bundan faydalandığı müddetçe
kendisine sevâb verilir. (Hadîs-i şerîf-Berîka)
Bir zaman gelecek ki, insanlar yalnız malın, paranın gelmesini düşünüp helâlini
haramını düşünmeyecekler. (Hadîs-i şerîf-Kimyây-ı Seâdet)
Malı, parayı İslâm dîninin izin vermediği yerlere sarf etmemeli, izin verilen yere de israf
etmemelidir. Parayı oyunlara, haramlara, çalgılara, süslenmeye, gösteriş yapmaya, öğünmeye,
mal toplamaya kullanmamalıdır. Bunlara dikkat edince mal, para zarardan kurtulur ve
dünyâlıklar âhiretlik hâlini alır. Belki de bunlara dünyâ denmez. (Muhammed Ma'sûm-i
Fârûkî)
Haram olarak ele geçen bir kuruş parayı sâhibine geri vermek, yüz kuruş sadaka
vermekten daha sevâbdır. (Abdullah bin Mübârek)
Eshâb-ı kirâm (Peygamber efendimizin arkadaşları) ve Tâbiîn-i ızâm (Sahâbe-i kirâmı
gören büyükler) zamanlarında paralar üzerine mübârek kelimeler yazılmadı. Çünkü para
alış-veriş vâsıtası olduğundan muhterem (saygıya değer) değildir. Ehl-i sünnet (Peygamber
efendimizin ve Eshâbının yolunda) olmayan hükûmetler meselâ Fâtımîler, Resûlîler gibi
müslüman ismini taşıyan ve İslâmiyet'e uymayan devletler, para üzerine âyet-i kerîme ve
hadîs-i şerîf yazmışlar, milleti kandırmışlardır. (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)
PASKALYA:
Hıristiyanların inanışlarına göre, Îsâ aleyhisselâmın haça gerildikten sonra dirilerek göğe
yükselmesi ile ilgili olarak her yıl Mart ayının on dördüncü gününden sonra gelen ilk Pazar
günü yaptıkları şenlik, âyin.
Hindûların bayram günlerine ve ateşe tapınanların Nevrûz günlerine ve hıristiyanların
Noel gecelerine ve diğer paskalyalarına hürmet etmek (saygı göstermek) ve o zamanlarda
onların âdetlerini onlar gibi yapmak küfre (îmânsızlığa) sebeb olur. Kâfirlerin bayramlarında,
paskalya ve yortularında, müslümanların câhilleri, müslüman olmayanların yaptıklarını
yapıyor ve bu günleri müslüman bayramı zannediyor ve kâfirler gibi birbirlerine hediye
gönderiyorlar. Eşyâlarını sofralarını kâfirlerin yaptığı gibi süslüyorlar. O geceleri başka
gecelerden ayırd ediyorlar. Bunlar hep şirktir, îmânsızlıktır. (Ahmed Fârûkî)
PATRİK:
Ortodoks mezhebine mensûb hıristiyanların, en büyük rûhânî (dînî) lideri.
1054 (H. 446) yılına kadar Roma'daki papaya bağlı kalan İstanbul patriği Mihâel
Kirolarius, papadan ayrılarak şark (doğu) kilisesini kurdu. Ortodoks kilisesi adını alan bu
kilisenin idâresini eline aldı. Bundan sonra ortodoks kiliselerinin merkezi İstanbul Fener'deki
patrikhâne oldu. Ortodoksların en büyük dînî lideri olan patrik, İstanbul'da bulunmaktadır.
(Harputlu İshâk Efendi)
İslâm dîninin herkesi kendi dînî yaşayışında serbest bırakmasından ve müslümanların
hoşgörüsünden istifâde eden patrikler, zamanla kendilerine verilen hak ve hürriyetleri kötüye
kullandılar. Himâyesinde yaşadıkları İslâm devletlerini yıkmak ve hıristiyan tebeayı devlete
karşı ayaklanmaya teşvik etmek için çalıştılar. Osmanlı Devleti'nin duraklama ve gerileme
devirlerinde dînî faâliyetleri bırakıp siyâsî faâliyetlerde bulundular. Sultan İkinci Mahmûd
Han, Boğdan-Eflâk ve Mora isyânlarını plânlayan ve Osmanlı Devleti'ni parçalayarak
yıkmaya çalışan Rum patriği Gregorius'u patrikhânenin kapısında îdâm ettirdi. Tanzimattan
sonra batılı hıristiyan devletlerin destek ve teşvikiyle daha da rahat hareket eden patrikler,
Osmanlı Devleti'nin parçalanmasında ve yıkılmasında önemli rol oynadılar. (Yeni Rehber
Ansiklopedisi)
Osmanlı Devletinde Rus sefiri (büyük elçisi) olarak uzun seneler çalışan İgnatiyef,
hâtırâlarında Sultan İkinci Mahmûd Han zamânında Fener patrikhânesinin kapısında asılan,
1821 (H.1237) Rum isyânının baş plânlayıcısı olan patrik Gregorius'un, Rus Çarı Aleksandr'a
yazdığı mektubu açıklamaktadır. Mektûb ibret vericidir:
"Türkleri maddeten ezmek ve yıkmak mümkün değildir. Çünkü Türkler, müslüman
oldukları için çok sabırlı ve mukâvemetli (dayanıklı) insanlardır. Türkler zekîdirler ve
kendilerini müsbet yolda sevk ve idâre edecek reislere sâhib oldukları müddetçe de
çalışkandırlar. Gâyet kanâatkâr ve an'anelerine (geleneklerine) bağlıdırlar. Türklerde evvelâ
itâat (bağlılık) duygusunu kırmak, mânevî bağlarını parçalamak, dînî sağlamlıklarını
zayıflatmak lâzımdır. Bunun da en kısa yolu millî geleneklerine ve mânevî değerlerine
uymayan hâricî (yabancı) fikirler ve hareketlere alıştırmaktır. (M. Sıddîk Gümüş)
PAZARLIK ETMEK:
Alış-verişte satan ile alan arasında malın fiyâtı veya bir işin ücreti husûsunda yapılan
anlaşma.
Birbirinizi kıskanmayınız. Alış-verişte birbirinizi aldatmayınız. Birbirinize dargın
durmayınız. Birbirinizden yüz çevirmeyiniz. Birinizin bitmek üzere olan pazarlığını
bozmayınız. Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez. Onu yardımsız bırakmaz.
Onu hor ve aşağı görmez. (Hadîs-i şerîf-Müslim)
Peygamber efendimizin mübârek torunları İmâm-ı Hasen ve Hüseyn her aldıklarında
pazarlık eder, ucuz almağa uğraşırlardı. Kendilerine; bir günde binlerle dirhem sadaka
veriyorsunuz da, bir şey satın alırken niçin uzun pazarlık ederek yoruluyorsunuz?
dediklerinde; "Verdiklerimizi Allah rızâsı için veriyoruz. Ne kadar çok versek yine azdır.
Fakat alış-verişte aldanmak, aklın ve malın noksan olmasıdır" buyururlardı. (İmâm-ı Gazâlî)
PERİ:
Cin. (Bkz. Cin)
PEYGAMBER:
Allahü teâlânın, emirlerini ve yasaklarını kullarına bildirmeleri için insanlar arasından
seçtiği ve kendilerine mûcizeler verdiği üstün zâtlar. (Bkz. Resûl ve Nebî)
Allahü teâlânın emirlerini tebliğ etmekte, duyurmakta ve insanları Allahü teâlânın dînine
çağırmakta peygamberler arasında bir ayrılık yoktur. Peygamberlere îmân etmek, aralarında
hiçbir fark görmeyerek, hepsinin doğru sözlü olduğuna inanmak demektir. Onlardan birine
inanmayan kimse, hiçbirine inanmamış olur. (Seyyid Abdülhakîm)
Her peygamber, kendi zamânında, kendi mekânında, her insandan her bakımdan üstündür.
Muhammed aleyhisselâm ise her zamanda ve her mekânda her insandan her bakımdan
üstündür. (Seyyid Abdülhakîm)
Peygamberlik; çalışmakla, açlık, sıkıntı çekmekle ve çok ibâdet yapmakla ele geçmez.
Yalnız Allahü teâlânın ihsânı ile olur. İnsanların dünyâdaki ve âhiretteki işlerinin düzgün ve
faydalı olması için ve yanlış, zararlı işlerden koruyup, selâmete, hidâyete, râhata ve seâdete
kavuşturmak için peygamberler gönderilmiştir. (İmâm-ı Rabbânî)
Peygamberler mezarlarında bizim bilmediğimiz bir hayat ile diridir. Mübârek vücudlarını
toprak çürütmez. Bunun içindir ki, hadîs-i şerîfte; "Peygamberler, mezarlarında namaz
kılarlar ve hac ederler" buyruldu. (Dâvûd bin Süleymân)
Âhiret bilgileri ve Allahü teâlânın beğenip beğenmediği şeyler ve O'na ibâdet şekilleri
eğer aklın çerçevesi içinde olsalardı ve akl ile doğru olarak bilinebilselerdi, binlerce
peygamberin gönderilmesine lüzum kalmazdı. İnsanlar, dünyâ ve âhiret seâdetini kendileri
görebilir, bulabilirdi ve Allahü teâlâ, hâşâ peygamberleri boş yere lüzumsuz göndermiş
olurdu. (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)
PÎR:
1.Yaşlı, ihtiyâr.
Kimisi bezirgân, kimisi hoca,
Ecel şerbetini içmek de güç a
Kimi ak sakallı kimi pîr koca
Ne söylerler ne bir haber verirler.
(Yûnus Emre)
2. Mürşîd-i kâmil, tasavvuf yolunda rehber zât.
Pîr, Allahü teâlânın rızâsına kavuşturur. (Hâce Behâüddîn Buhârî)
Pîr, kâmil ve mükemmil ise (yetişmiş ve yetiştiren ise), sohbeti büyük nîmettir. Ve onun
bakışı devâ (ilâç) ve sözleri (sohbeti) şifâdır. Ve sohbetsiz vüsul (kavuşmak) mümkün
değildir. (Abdülhakîm Arvâsî)
Pîre bağlılıkta bozukluk olursa, yükselmek düşünülemez. (Hâce Muhammed Bâkî-billah)
Her işte pîrlerin mübârek rûhlarını vâsıta yaparak Allahü teâlâya yalvarmalı ve duâ
etmelidir. (Süleymân bin Cezâ)
Bağlı olunan pîre, zâhiren (açıkça) ve bâtınen (gizli) îtirâz etmek feyz kapısını kapatır.
(Hayderîzâde İbrâhim Fasîh Efendi)
Pîrini incitenden sen de incinmezsen, köpek senden daha iyidir. (İmâm-ı Rabbânî)
Pîrlik ve müridlik yalnız külâh giydirmekle ve babadan oğula kalmakla olmaz. Ehl-i
sünnet ve cemâat yolunu bilmek, öğretmek ve göstermekle olur. (İmâm-ı Rabbânî)
Pîr-i Fânî:
Ölünceye kadar Ramazân orucunu veya kazâya kalmış oruçlarını tutamıyacak kadar çok
yaşlı olan.
PİSKOPOS:
Hıristiyanlığın katolik ve doğu kiliselerinde en yüksek rûhânî ünvâna sâhip ve umûmiyetle
bir bölgenin dînî lideri olan hıristiyan din adamlarına verilen ad.
İncîl okuyan hıristiyan din adamlarına Kıssîs, bir üst derecesine de Üskuf denir.
Üskufların yüksek derecesindekilere piskopos denir. (Harputlu İshâk Efendi)
PİŞMANLIK:
Kişinin işlediği bir iş veya günâh sebebiyle vicdânen üzüntü duyması; tövbeye gelme;
nedâmet.
Pişmanlık tövbedir. (Hadîs-i şerîf-Miftâh-un-Necât)
Pişman olmaksızın dil ile yapılan tövbe yalancıların tövbesidir. (Hadîs-i şerîf-Risâle-i
Münire)
Her geçen an, ömrümüz azalmakta, ecel (ölüm) zamânını yaklaştırmaktadır. Bugün
aklımızı başımıza toplamazsak, yarın âh etmekten ve pişmanlıktan başka elimize birşey
geçmez. (İmâm-ı Rabbânî)
PİYANGO:
Bir kumar çeşidi. Mülk sâhiblerinin haklarının miktarlarını değiştirmek veya ortaklardan
birinin hakkını yok etmek, yâhut hakkı olmayana pay vermek için yapılan kur'a.
Satıcıların yaptıkları piyangolar, ziyan ve felâket sigortaları, kumarhâneler ve bankerler,
birçok kimsenin malını elinden alarak, bunu kumar ve fâiz ile başkalarına vermekte,
başkalarından aldıkları haram paranın arslan payı da piyangocunun, bu işi organize edenlerin
ceblerine girmektedir. (M. Sıddîk Gümüş)
İki veya daha çok kimse, aralarında para topladıktan sonra kendi aralarında piyango çekip
kazananların, vermiş oldukları paradan fazla almaları kumar olur. Geri kalan kısmı hayır
kuruluşlarına bağışlamaları, bu piyangoyu kumarlıktan kurtarmaz. (M. Sıddîk Gümüş)
POLİGAMİ:
Çok evlilik. (Bkz. Teaddüd-i Zevcât)
İslâmiyet'te poligami, dörde kadardır. Birden fazla evlenmek emir değil, şartlara bağlı bir
izindir. (Mustafa Sabri Efendi)
PUL:
Altın ve gümüş dışındaki mâdenî paralar. (Bkz. Fülus)
PUT:
Allahü teâlâya inanmayanların taptıkları resim veya heykel.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:
Kureyş kâfirleri, putların kendilerine şefâat edeceklerini söylüyorlar. Onlara söyle ki,
Allahü teâlânın izni olmadan hiç kimse şefâat edemez. (Zümer sûresi: 44)
Putları, tapınılan heykelleri kırmak için ve akrabâya iyilik etmek için gönderildim.
(Hadîs-i şerîf-Berîka)
İbrâhim aleyhisselâm; "Beni ve oğullarımı putlara tapmaktan uzak kıl" diye duâ edince,
Allahü teâlâ duâsını kabûl eyledi. Bu sebeble İbrâhim aleyhisselâmın evlâdından hiç kimse
hiçbir puta tapmadı. (İmâm-ı Mücâhid)
PUTPEREST:
Puta tapan.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:
(Allahü teâlâ) O'nu (Muhammed aleyhisselâmı) hak ve hakîkat olan dîni tebliğ
vazîfesiyle göndermiştir ki, Hak din diğer dinlere gâlib gelsin. Putperestler beğenmese de
bu böyledir. (Tevbe sûresi: 33)
İdrîs (aleyhisselâm) diri olarak Cennet'e çıkarılınca, onu çok sevenler, ayrılık acısına
dayanamadı. Resmini yapıp seyr eyledi. Daha sonra gelenler bu resimleri tanrı sandı. Çeşitli
heykeller de yapıldı. Böylece putperestlik ortaya çıktı. (Nişâncızâde ve Kisâî)
Sâlih aleyhisselâm Semûd kavmine gönderilen peygamberdi. Bu kavim putperest idi.
Sâlih aleyhisselâma inanmadılar. Sonunda onlara gökten azâb gelip helâk oldular.
(Nişâncızâde)

ÖDÜNÇ VERMEK:
Çarşıda misli yâni benzeri bulunan her şeyi, belirsiz bir zaman sonra, misli geri verilmek
üzere verme. (Bkz. Karz-ı Hasen)
Bir müslümana Allah rızâsı için ödünç veren kimseye, her gün için sadaka sevâbı
verilir. (Hadîs-i şerîf-Kimyây-ı Seâdet)
Ödünç vermek, tasadduk etmekten (sadaka vermekten) on sekiz derece daha fazîletlidir.
(Hadîs-i şerîf-Kimyây-ı Seâdet, Ey Oğul İlmihâli)
Ödünç alan kimse, hakkıyla ödemeği niyet ederse, borcunu ödemesi için melekler ona
duâ eder. (Hadîs-i şerîf-Kimyây-ı Seâdet)
Ödünç vermek çok sevâbdır. Îcâb ve kabûl ile (aldım, verdim gibi sözleşme ile) sahîh
(geçerli) olur. Bir altın ödünç alan bir altın öder. Değeri değişti diyerek önceki veya sonraki
değerde gümüş veya kâğıt lira veremez. Ev, dükkan, elbise gibi kıyemî olan yâni misli
(benzeri) bulunmayan şeyleri ödünç vermek fâsittir. Kullanılması harâm olur. (Muhammed
Mevkûfâtî)
Ödünç verirken, zaman tâyin etmemeli. Çünkü, zaman tâyin ederse, malı, misli (benzeri)
ile veresiye satmış olur. Bu ise fâiz olur. Senede ödeme târihi koymamakla, ödünç veren
verdiğini geri almak hakkına her zaman sâhib olmakta, belli bir zamânı beklemek zorunda
kalmamaktadır. Zaman tâyin etmeksizin ödünç vermeli ve arzû ettiği zaman isteyip geri
almalıdır. (Hamzâ Efendi)
Çok malı olmayan veya çoluk, çocuğu sıkıntıya sabredemediği hâlde bunların ihtiyâçlarını
karşılayacak maldan fazlası bulunmayan veya kendisi muhtâc olan kimsenin ödünç vermesi
isrâf olur. (İbn-i Âbidîn)
Ödünç verirken bir menfaat şart koşmak fâiz olur. (Süleymân bin Cezâ)
ÖFKE:
Kızma, sinirlenme, hiddet. (Bkz. Gadab)
... Cennet, Allahü teâlâdan korkanlar için hazırlandı. Bunlar az bulunsa da, mallarını
Allah yolunda verirler. Öfkelerini belli etmezler. Herkesi affederler. Allahü teâlâ ihsân
edenleri sever. (Âl-i İmrân sûresi: 133)
Kızdığı zaman öfkesini yenerek yumuşak davranan kimseyi Allahü teâlâ sever. (Hadîs-i
şerîf-İsfehânî)
Hiç kızmamak değil, öfkesini yenmek fazîlettir. (Hadîs-i şerîf-Berîka)
Öfkesini yenen, kendisine yapılan kötülüğü affeden kimseyi Allah korur ve düşmanını
ona boyun eğdirir. (Hadîs-i şerîf-Buhârî)
Dostunu günâhlarından dolayı mâzur gör. Kusurlarını ört. Sefîhlerin verdikleri sıkıntıyı,
zamânın cefâlı işlerini sabır ve metânetle karşıla. Zâlimlere karşı mukâbelede bulunma.
Onları Allahü teâlâya havâle et. Bil ki, halîmlik, yâni yumuşaklık öfkeli olmaktan hayırlıdır.
(İmâm-ı Mâverdî)
ÖLÜM:
Rûhun bedene olan bağlılığının sona ermesi, rûhun bedenden ayrılması, mevt.
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Her nefs (canlı) ölümü tadacaktır. (Âl-i İmrân sûresi: 185)
İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar. (Hadîs-i şerîf-İhyâu Ulûmiddîn)
İnsanlara vâiz olarak (öğüt ve ibret verici, nasîhat edici olarak) ölüm yetişir. Zenginlik
isteyene, kazâ ve kadere îmân etmek yetişir. (Hadîs-i şerîf-Beyhekî ve Taberânî)
Ölümü çok hatırlayınız. Onu hatırlamak, insanı günâh işlemekten korur ve âhirete
zararlı olan şeylerden sakınmağa sebeb olur. (Hadîs-i şerîf-Berîka)
Ölümden sonra olacak şeyleri bildiğiniz gibi, hayvanlar da bilselerdi, yemek için semiz
hayvan bulamazdınız. (Hadîs-i şerîf-Berîka)
Gece ve gündüz ölümü hatırlayan kimse, kıyâmet günü şehidler yanında olacaktır.
(Hadîs-i şerîf-Berîka)
Beş şeyden evvel beş şeyin kıymetini bil: İhtiyârlık gelmeden önce gençliğin, hasta
olmadan önce sıhhatin, fakirlik gelmeden önce zenginliğin, meşgûliyetten önce boş vaktin
ve ölmeden önce hayâtın. (Hadîs-i şerîf-Buhârî ve Müslim)
Ölümden korkuyor ve hazırlığımız yok diyorsak ne duruyoruz? Ne yapacaksak bir an önce
yapalım. Yarın vakit el verir mi, bunu bilmiyoruz. Giden günler sermâye-i ömürden gidiyor.
Sonra bu sermâye âniden tükenir de haberimiz bile olmaz. (Ali Hâfız)
İsterse bu dünyâ hep senin olsun,
Şân ü şöhret şerâfetinle dolsun,
Halk-ı zaman hep emrinde bulunsun
Âhiri ölümdür ne hayaldesin.
(Alvarlı Muhammed Lütfi)
ÖMR (Ömür):
Hayat, yaşama, yaşayış. İnsanın doğumundan ölümüne kadar geçen zaman.
Kur'ân-ı kerîmde Allahü teâlâ meâlen buyuruyor ki:
Herkesin ömrü ve ömürlerin kısalması hep yazılıdır. (Fâtır sûresi: 11)
Allahü teâlâ ezelde insanları yaratırken; ecellerini, ömürlerini ve rızıklarını takdir
etmiştir. (Hadîs-i şerîf-Müsned-i Ahmed bin Hanbel)
Kazâ-ı muallakı hiçbir şey değiştirmez. Yalnız duâ değiştirir ve ömrü yalnız ihsân, iyilik
artırır. (Hadîs-i şerîf-Mektûbât)
İnsanların en iyisi, ömrü uzun, ameli güzel olan kimsedir. İnsanların en kötüsü, ömrü
uzun, ameli kötü olandır. (Hadîs-i şerîf-Et-Tergîb vet-Terhîb)
Kıymetli ömrü lüzumsuz mübâhlara (dinde izin verilen şeylere) bile harcamamalıdır.
Haramla geçirmemek ise elbette lâzımdır. (İmâm-ı Rabbânî)
Bir kimse binlerce sene ibâdet etse, ömrünü nefsini temizlemekle geçirse ve güzel huylar
ile yanındakilere ve keşfettiği âletler ile bütün insanlara faydalı olsa, Muhammed
aleyhisselâma tâbi olmadıkça, uymadıkça seâdete, mutluluğa kavuşamaz. (İmâm-ı Rabbânî)
Kıyâmet günü makbûl olanlardan, kurtulanlardan olmak istiyorsanız, Allahü teâlânın râzı
olduğu, beğendiği iyi işleri yapınız! Sünnet-i seniyyeye, yâni Resûlullah'ın sallallahü aleyhi
ve sellem yoluna sarılınız. Bu yola uymayan hiçbir şey yapmayınız! Ömrünüzü lehv ve la'b ile
yâni oyun ve eğlence ile ziyân etmeyiniz; çocuklar gibi top oynamakla vaktinizi elden
kaçırmayınız! (İmâm-ı Rabbânî)
İnsan ömrü, çölde bir kerecik esen rüzgâr gibidir. Çok çabuk geçer. (Şeyh Sâ'dî-i Şîrâzî)
Yavrularım ömür çok kısadır. Oyun ve eğlence zamânı değildir. Yakında yaptıklarınıza
pişman olursunuz. (Ali bin Şihâb)
Bir kimsenin ömründen bir saati, Allahü teâlânın beğenmediği bir şeyde geçerse, ne kadar
çok pişman olsa, üzülse yeridir. Bir kimse kırk yaşını geçtiği halde, onun hayırlı işleri, yâni
sevapları, kötü işlerinden yâni günahlarından ziyâde olmadı ise Cehennem'e hazırlansın.
(İmâm-ı Gazâlî)
Ömür tamam olup defter dürülür,
Sırat köprüsü ve mîzân kurulur,
Hakk'ın dergâhında elbet durulur,
Buyruğu tutulur ferman eğlenmez.
(Azîz Mahmûd Hüdâyî)
ÖMRE (Umre):
Hac zamânı olan beş günden yâni Arefe ve Kurban bayramının dört gününden başka,
senenin her günü ihrâma girip Kâbe'yi tavâf etmek, Safâ ile Merve arasında sa'y yapmak ve
saç kazımak veya kesmek. (Bkz. Umre)
ÖMRÎ HİBE:
Bir kimseye; "Ömrün boyunca evim senin olsun" diyerek yapılan hibe.
Ömrî hibe câizdir. Hibe yapılan kimse vefât edince ev sâhibine, ölmüşse mîrâsçılarına
verilir. (Abdullah Mûsulî)
ÖRF:
İslâm hukûkunun kaynaklarından; dînin ve aklın güzel gördüğü, beğendiği şey. (Bkz.
Âdet)
İslâm hukûkunun kaynakları iki kısımda mütâlaa edilir. Kitab (Kur'ân-ı kerîm), Sünnet
(Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) sözleri, işleri ve görüp de mâni
olmadıkları hususlar), icmâ' (bir asırda bulunan müctehid denilen âlimlerin bir işte sözbirliği
etmeleri) ve kıyas (ictihâd). Bu dört ana kaynaktan başka, ikinci derecede (tâlî) kaynaklar da
vardır ki, bunlardan birisi de örf ve âdetlerdir. (İbn-i Nüceym)
Zamânın değişmesiyle, örf ve âdete dayanan ahkâm (hükümler) değişebilir. Nassa (âyet-i
kerîme ve hadîs-i şerîfe) dayanan ahkâm zamanla değişmez. İbâdetlerde nass ile bildirilmiş
olmayan bir hükmü anlamak ve bildirmek için umûmî âdetler delil olur. Âdetin umûmî
olması için Eshâb-ı kirâm zamânından kalma ve müctehidlerin kullanmış olmaları lâzımdır.
Yâni Eshâb-ı kirâm (r.anhüm ecmaîn) ve müctehid denilen âlimler zamânında başlayan ve
devâm eden âdetler, helâle delil olurlar. Sonradan âdet olan şeyler, şer'î delil olmaz.
Muâmelattaki (alış-veriş, ticâret gibi mes'elelerde) hükümler için bir beldenin, memleketin
nassa muhâlif (aykırı) olmayan âdetleri delîl olur. Ancak bunları fıkıh âlimleri anlar. (İbn-i
Âbidîn, Ali Haydar Efendi)
ÖŞR (Öşür, Uşur):
Onda bir. Topraktan alınan mahsûlün zekâtı.
Öşür vermek dînî delîllerle sâbittir. Nitekim "Ekinin hakkını biçildiği gün verin"
(En'âm sûresi: 141) meâlindeki âyet-i kerîme ile farz kılınmıştır. (İbn-i Âbidîn)
Semânın (yağmurun) suladığı mahsûlde öşür, kova veya dolapla sulanan mahsûlden
öşrün yarısı vardır. (Hadîs-i şerîf-Nasb-ur-Râye)
Hanefî mezhebinde yağmur veya nehir suyu ile sulanan öşürlü toprak mahsûlü miktarı az
olsa da ve çabuk çürüyen, bozulan sebze, meyve olsa da, onda biri öşr olarak verilir. Hayvan
ile veya dolab ile, makina motor ile sulananın yirmide biri verilir. Hiçbir masraf çıkmadan
önce vermek lâzımdır. (İbn-i Âbidîn)
Çift sürmekle olsun, bağdan hâsıl olsun, mahsûlün öşrünü fakir müslümana vermeden
önce yemek haramdır. Eğer ölçü ile çıkarıp ölçü ile yedikten sonra, yediğinin de öşrünü
hesaplayıp verirse, yediği helâl olur. On kile buğdayı olan, bir kilesini müslüman fakire
vermezse, yalnız o bir kilesi değil, on kilenin hepsi haram olur. (Abdurrahmân İmâdî)
ÖZR (Özür):
1.Abdesti bozan bir şeyin bir namaz vakti durdurulamayıp, devâm etmesi. İdrârını
tutamama, iç sürmesi, yel kaçırmak, burun kanaması, yaradan kan, sarı su akması, ağrı ile göz
yaşı akması birer özür olup, özürlü erkeğe mâzûr, kadına ma'zûre denir.
Bir ilâçla veya bağlamakla veya namazı oturarak îmâ ile kılmakla, özrü durdurmak
vâcibdir. (İbn-i Âbidîn)
Özürsüz sağlam iken kılmadığı namazları hasta ve özürlü iken kazâ etmek câizdir (olur).
(Halebî)
2. Mâzeret. Af talebi, engel.
Müslüman kardeşinin özrünü kabûl etmemek, günâh olur. (Hadîs-i şerîf-Hadîka)
Özrü kabûl etmek ve kusurları affetmek Allahü teâlânın sıfatlarındandır. Böyle olmayan
kimseye Allahü teâlâ azâb eder. (Hâdimî)
Mü'min affetmesi için özür dilenmesini bekler. Münâfık (iki yüzlü) ayıbların ortaya
çıkmasını ister. (Hâdimî)
Canına-malına saldıracak düşman korkusu, hasta, kötürüm olmak, çok ihtiyârlık, şiddetli
soğuk ve sıcak; cemâate ve Cumâ namazına gitmemek için özürdür. (Hâdimî)
Keffâret orucu; hastalık, yolculuk gibi bir özür ile veya bayram günlerine rastlamak sebebi
ile bozulursa veya Ramazana rastlarsa yeniden altmış gün tutmak lâzım olur. (İbn-i Âbidîn)
Bugün îmânı ve küfrü tanımamak ve ibâdetleri doğru yapamamakta câhillik (bilmemek)
özür olmaz. Öğrenmek lâzımdır. (Molla Hüsrev)
Özr Sâhibi:
Bir namaz vakti içinde yâni namaz vaktinin başından sonuna kadar, abdest alıp yalnız
farzı kılacak kadar bir zaman, abdestli kalamayan yâni idrâr ve başka akıntılar gibi abdesti
bozan şeylerden biri kendisinde devamlı mevcûd olup durduramayan kimse. İstihâzalı olan.
Özür sâhibinin özrü, sonraki her namaz vaktinde bir kere biraz çıkınca özrü devâm ediyor
sayılır. Bir farz namazın vaktinde hiç gelmezse yâni bir namaz vakti başından sonuna kadar
özürsüz geçerse, o kimse özür sâhibi olmaktan kurtulur. (Halebî)
Özür sâhibi her namaz vakti için ayrı abdest alır. Abdestini bozan başka bir şey olmadıkça
bu abdest ile o vakit içinde dilediği kadar namaz kılar. (İbn-i Âbidîn)
İmâm olabilmenin şartlarından biri de özür sâhibi olmamaktır. Özürlü olan özürlü
olmayanlara imâm olamaz. Özürleri birbirine benzeyenler birbirlerine ve bir özürlü olan iki
özürlü olana imâm olabilir. Mâlikî ve Şâfiî mezhebinde özürlü olan, özürsüz olana imâm
olabilir. (Şernblâlî)

ON İKİ İMÂM:
Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) Ehl-i beytinden (akrabâsından) olup,
tasavvufun vilâyet yolunda en yüksek derecelere ulaşmış olan on iki büyük zât. Bunların
hepsine birden Eimme-i İsnâ aşere de denir.
On iki imâm; Ali bin Ebî Tâlib, Hasen, Hüseyn, Zeyne'l-âbidîn, Muhammed Bâkır,
Câfer-i Sâdık, Mûsâ Kâzım, Ali Rızâ, Muhammed Cevâd Takî, Ali Nakî, Hasen Askerî Zekî
ve Muhammed Mehdî'dir. (Abdülazîz Dehlevî)
Resûlullah'tan sallallahü aleyhi ve selem gelen feyzler (mânevî yardımlar) ve mârifetler
(mânevî ilimler) hep hazret-i Ali'nin vâsıtasıyla gelir. Fâtımat-üz-Zehrâ ve hazret-i Hasen ve
hazret-i Hüseyn (radıyallahü teâlâ anhüm) bu makamda hazret-i Ali ile ortaktırlar. Öyle
sanıyorum ki, hazret-i Ali dünyâya gelmeden önce de bu makamda idi. Vefât ettikten sonra da
bu yolda her velîye gelen feyzler, hidâyetler (mânevî ilimler) yine onun vâsıtası ile
gelmektedir. Çünkü kendisi bu yolun en yüksek noktasında bulunuyor. Bu makâmın sâhibi
odur. Hazret-i Ali vefât edince ondan yayılan feyzler hazret-i Hasen ve sonra hazret-i Hüseyn
vâsıtası ile geldi. Daha sonra on iki imâmdan sağ olanları da vâsıta oldular. Bunlardan sonra
gelen evliyâya feyzler bu on iki imâm vâsıtasıyla geldi. Abdülkâdir-i Geylânî velî oluncaya
kadar hep böyle idi. (İmâm-ı Rabbânî)
Ehl-i beyti seven ve on iki imâmın yolunda olanlar Ehl-i sünnettir (Peygamber
efendimizin ve Eshâbının yolundadır). Doğru yoldan ayrılanlar, on iki imâmı sevme adı
altında on iki imâma iftirâ edip haklarında kötü sözler sarf etmektedirler. Doğru yoldaki İslâm
âlimleri hiçbir zaman on iki imâm hakkında iftirâda bulunmamışlar, bilhassa on iki imâmın
sevgisinin, son nefeste îmân ile gitmeye vesîle olacağını bildirmişlerdir. On iki imâmda
Resûlullah efendimizin zerreleri vardır. Bunlara kıymet vermek, saygı göstermek her
müslümanın vazîfesidir. (Abdülazîz Dehlevî)
ORTA YOL:
Îmân ve ibâdetlerde yâni dinde Ehl-i sünnet (Peygamber efendimiz ve arkadaşlarının
yolunda olan) âlimlerin gösterdiği ve bildirdiği doğru yol. (Bkz. Ehl-i Sünnet)
Orta yolun sağında ve solunda olmak iyilikten ayrılmak olur. Orta yoldan uzaklığı kadar
iyiliği azalır. Hak yol orta yoldur. (Hâdimî)
ORTODOKS:
Hıristiyanlık mezheblerinden. Ortodoks mezhebinin rûhânî (dînî) lideri patrik olup,
merkezi İstanbul Fener'deki patrikhânedir. Roma İmparatoru Konstantin üç yüz on senesinde
hıristiyanlığa izin verdi. Kendi de hıristiyan oldu. İstanbul şehrini yaptı. Roma'dan İstanbul'a
taşındı. Fakat bu dînin esasları bozulmuş, unutulmuş olduğundan, papazların elinde oyuncak
oldu. Mîlâdın 395. senesinde Roma Devleti ikiye ayrıldı. 1054 (H.446)'da İstanbul patriği
olan Mihael Kirolarius, Roma'daki papadan ayrılarak Ortodoks kilisesini (mezhebini) kurdu.
Roma'daki papaya tâbi olanlara katolik, İstanbul'daki patriğe tâbi olanlara ortodoks denildi.
Kiliselere resimler, heykeller kondu. (M. Sıddîk Gümüş)
Şark kiliseleri olarak da bilinen ortodoks dünyâsında İstanbul'dan başka İskenderiye,
Antalya ve Kudüs'te de patriklik vardır. Çok sayıda millî kiliseler bu dört patrikliğe bağlıdır.
(Yeni Rehber Ansiklopedisi)
Ortodoks mezhebini diğer hıristiyan mezheplerinden ayıran noktalardan bâzıları şunlardır:
Rûhânî başkanları patriktir. Papanın üstünlüğünü, hazret-i Îsâ'nın vekîli olduğunu,
yanılmazlığını kabûl etmezler. Rûh-ul-kuds'ün (kutsal rûhun) oğul yoluyla babadan çıktığını
ileri sürerler. İbâdetlerini her ülkenin diliyle yaparlar. Papazlar evlenebilir, keşişler,
piskoposlar ve patrikler evlenemez. Boşanma bâzı şartlara bağlı olarak vardır. (Yeni Rehber
Ansiklopedisi)
ORUÇ:
İslâm'ın beş şartından biri. Fecrin (tan yerinin) ağarmasından yâni imsaktan güneş
batıncaya kadar yimeği, içmeği ve cimâ'ı terk etmek.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:
Ey mü'minler! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, sizin üzerinize de farz kılındı.
Umulur ki oruç sâyesinde fenâlıklardan sakınırsınız. (Bekara sûresi: 183)
Oruç bana mahsustur. Onun karşılığını ben veririm. (Hadîs-i kudsî-Buhârî)
Bir kimse, Ramazân ayında oruç tutmayı farz bilir, vazîfe bilir ve orucun sevâbını,
Allahü teâlâdan beklerse, geçmiş günâhları affolur. (Hadîs-i şerîf-Buhârî)
Oruç tutan çok kimse vardır ki, onların orucu yalnız açlık ve susuzluk çekmek olur.
(Hadîs-i şerîf-Mektûbât-ı Rabbânî)
Allahü teâlâ, benim ümmetime, Ramazân-ı şerîfte beş şey ihsan eder ki, bunları hiçbir
peygambere vermemiştir.
1) Ramazanın birinci gecesi, Allahü teâlâ mü'minlere rahmet eder. Rahmet ile baktığı
kuluna hiç azâb etmez.
2) İftar zamanında, oruçlunun ağzının kokusu, Allahü teâlâya, her kokudan daha
güzel gelir.
3) Melekler, Ramazanın her gece ve gündüzünde, oruç tutanların affolması için duâ
eder.
4) Allahü teâlâ, oruç tutanlara, âhirette vermek için Ramazân-ı şerîfte Cennette yer
tâyin eder.
5) Ramazân-ı şerîfin son günü, oruç tutan mü'minlerin hepsini affeder. (Hadîs-i
şerîf-Et-Tergîb vet-Terhîb)
Çok namaz kılan, oruç tutan, sadaka veren, fakat dili ile komşularını incitenin gideceği
yer Cehennemdir. (Hadîs-i şerîf-Zevâcir)
Kimin evlenmeye gücü yeterse evlensin. Zîra evlenmek gözü haramdan daha çok
meneder. İffeti de öylece korur. Kim evlenmeye muktedir olamazsa oruca sarılsın. Çünkü
oruç onun için bir enemidir. (Şehveti kesen, nefsi kıran hafif bir ameliyye gibidir) (Hadîs-i
şerîf-Buhârî)
Ayı görünce oruç tutunuz! Tekrâr görünce, orucu bırakınız. (Hadîs-i
şerîf-Eşi'at-ül-Lemeât)
Vazîfe olduğuna inanmayarak, ehemmiyet vermeyerek, hafîf görerek namaz kılmamak,
oruç tutmamak, zekât vermemek küfür olur. (Hâdimî)
Oruç tutmak, Allahü teâlânın sıfatlarıyla sıfatlanmaktır. Zîrâ Allahü teâlâ yemekten ve
içmekten münezzehtir. (Muhammed Bâkibillah)
Oruç tutmanın on bir faydası vardır: Cehennem'e kalkan olur. Diğer ibâdetlerin kabûlüne
sebeb olur. Bedenin zikri olur. Kibri kırar. Ucbu (yaptığı ibâdetleri ve hayırları beğenmeyi)
kırar. Huşû'u (Allah korkusunu) arttırır. Sevâbı mîzânda (kıyâmet günü terâzide) ağır gelir.
Allahü teâlâ o kulundan râzı olur. Îmân ile vefât ederse, Cennet'e erken girmeğe sebeb olur.
Kalbi ve aklı nûrlanır. (Muhammed bin Kutbüddîn İznikî)
Ramazân-ı şerîf orucunu ta'zîm (hürmet ve kıymet vererek) ve vakar ile tut. Her kim
Ramazan orucunu güzelce tutsa, haramlardan sakınsa, kazâ namazlarını kılsa, Hak teâlâ
hazretleri her gün için, bin gün nâfile oruç tutmuş gibi sevâb ihsân eyler ve o kimse ile
Cehennem arasına birçok perdeler konur. (Süleymân bin Cezâ)
Oruç Kazâsı:
Oruç tutmamayı mubah kılan (dinde bildirilen) bir özür sebebiyle vaktinde tutulamayan
veya kasd (bilerek) olmadan orucunu bozan bir kimsenin, Ramazân bayramının birinci,
Kurban bayramının ilk üç günü hâricindeki zamanlarda gününe gün oruç tutması.
Oruç Keffâreti:
Ramazân-ı şerîfte bilerek orucu bozmanın cezâsı.
Oruç keffâreti cezâsı, mübârek Ramazân ayının hürmet ve nâmus perdesini yırtmanın
karşılığıdır. (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)
Oruç keffâreti olan, bir köle âzâd eder. Köle âzâd edemeyen ard arda altmış gün oruç
tutar. Keffâret orucu, hastalık, yolculuk gibi bir özürle veya bayram günlerine rastlamak
sebebiyle bozulursa veya Ramazâna rastlarsa yeniden altmış gün tutmak lâzım olur. Kadın
hayız ve nifas sebebiyle bozunca yeniden başlamaz. Temizlenince geri kalan günleri tutarak
altmışa tamamlar. (İbn-i Âbidîn, Tahtâvî, Mehmed Zihnî)
Devamlı hasta veya çok yaşlı olup, oruç keffâretini tutamayan kimse altmış fakiri, bir gün
sabah-akşam olmak üzere iki defâ, yâhut bir fakiri, sabah-akşam olmak üzere altmış gün
doyurur. (Tahtâvî, Mehmed Zihnî)
OTUZ ÜÇ FARZ:
Her müslümanın öncelikle bilmesi ve yapması lâzım olan îmân ve ibâdet bilgileri.
Otuz üç farz meşhûr olup şunlardır:
Îmânın şartı altı. İslâm'ın şartı beş. Namazın farzı on iki. Abdestin farzı dört. Guslün (boy
abdestinin) farzı üç. Teyemmümün farzı üç. (Teyemmümün farzına iki diyenler de vardır.
Böylece hepsi otuz iki farz olur). (Kutbüddîn İznikî)
İslâm nikâhını yaptıracak olan dâmât ve gelin, otuz üç farzı bilmeli ve bunlara
inanmalıdırlar. Eğer bilmiyorlarsa nikâh kıyacak kimse, Besmele, hamd ve salevât
(Peygamber efendimize duâ) okuduktan sonra, bu otuz üç farzdan; îmânın ve İslâmın
şartlarını münâsib bir yolla dâmât ve geline öğretmelidir. (S. Abdülhakîm Arvâsî)

SELMAN SEVEN

{facebook#https://facebook.com/} {twitter#https://twitter.com/}

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget