بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla
78. Kurban Kesmeden Tıraş Olanın Ödeyeceği Fidye
[147] Doğrusu, senedin Abdulkerîm b. Malik el-Cezevî-Mucahid-Abdurrahman şeklinde olmasıdır.
Buharî, Muhsar, 27; Müslim, Hacc, 15/82. Ayrıca bkz. Şeybanî, 504
1252. Kâb b. Ucre'den: İhramlı vaziyette Hazret-i Peygamberle beraberdim. Başımdaki haşereler bana eziyet vermeye başlamışlardı. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber tıraş olmamı emrederek: «Ya üç gün oruç tut, ya adam başına iki müd olmak üzere altı fakiri doyur, ya da bir koyun kurban kes. Bunlardan hangisini yaparsan, fidyeni ödemiş olursun» buyurdu.
1253. Kâ'b b. Ucre anlatıyor: Hazret-i Peygamber bana:
« Sanırım haşereler sana eziyet veriyor!» dedi. Ben de:
« Evet Ya Resûlallah!» diye karşılık verdim.
Bunun üzerine Peygamberimiz bana:
« Tıraş ol. Fidye olarak ya üç gün oruç tut, ya alta fakiri doyur, ya da bir koyun kurban kes.» buyurdu.Buharî, Muhsar, 27/5.
1254. Kâ’b b. Ucre anlatıyor: Ben arkadaşlarıma ait bir çömleğin altını üflerken Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana geldi. Benim saç ve sakallarım haşerelerle dolmuştu. Hazret-i Peygamber alnımdan kaldırarak:
« Bu saçları kestir. Fidye olarak da, ya üç gün oruç tut, ya da altı fakiri doyur» buyurdu. Hazret-i Peygamber yanımda kesilecek kurbanlık olmadığını biliyordu. Buharî, Megâzî, 64/35; Müslim, Hacc, 15/80 (mevsûl olarak Rivâyet ederler).
1255. İnsanı rahatsız edici durumların fidyeleriyle ilgili olarak İmâm-ı Mâlik şöyle der: Zaruri bir durum olmadıkça kişiye fidye vermek düşmez. Kefaretler farz olduktan sonra ödenirler. Kefaret yüklenen kişi bunu dilerse kurban olarak, dilerse oruç olarak, dilerse sadaka olarak Mekke'de veya başka bir yerde ödeyebilir.
1256. İmâm-ı Mâlik'ten: İhramda bulunan bir kimsenin ihramdan çıkıncaya kadar saçlarını yolması, onları tıraş etmesi, kısaltması doğru değildir. Şayet bu durum başına sıkıntı veriyorsa gerekeni yapar, Allahın emrettiği gibi de fidyesini verir. Yine ihramda bulunan kimsenin tırnaklarını kesmesi, haşere öldürmesi, üzerindeki, başındaki ve elbisesindeki haşereleri yere atması da doğru değildir. Şayet ihramda bulunan kimse üzerindeki veya elbisesindeki bir haşereyi yere atarsa, bir avuç yemekliği fidye olarak vermesi icap eder.
1257. İmâm-ı Mâlik'ten:
Yine ihramda bulunan bir kimsenin unutarak veya bilmiyerek burnundan, koltuk altından kıl koparması, hamam otu ile bedeninden kıl ayıklaması, mecburiyet altında başındaki bir yaranın etrafını tıraş etmesi, kan aldırmak için kafasındaki bir yerin kıllarını kesmesi gibi durumların hepsinde, her bir durum için ayrı ayrı fidye vermesi lâzımdır. Ancak, başından kan aldırmak için başının o kısmındaki saçları kesmesi gerekmez.
1258. Herhangi bir kimse cemreleri taşlamadan önce bilmeyerek tıraş olsa fidye vermesi lâzımdır.
٧٨ - باب فِدْيَةِ مَنْ حَلَقَ قَبْلَ أَنْ يَنْحَرَ
١٢٥٢ - حَدَّثَنِي يَحْيَى، عَنْ مَالِكٍ، عَنْ عَبْدِ الْكَرِيمِ بْنِ مَالِكٍ الْجَزَرِيِّ، عَنْ عَبْدِ الرَّحْمَنِ بْنِ أبِي لَيْلَى، عَنْ كَعْبِ بْنِ عُجْرَةَ : أَنَّهُ كَانَ مَعَ رَسُولِ اللَّهِ صَلَى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَم مُحْرِماً، فَآذَاهُ الْقَمْلُ فِي رَأْسِهِ، فَأَمَرَهُ رَسُولُ اللَّهِ صَلَى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَم أَنْ يَحْلِقَ رَأْسَهُ وَقَالَ : ( صُمْ ثَلاَثَةَ أَيَّامٍ، أَوْ أَطْعِمْ سِتَّةَ مَسَاكِينَ، مُدَّيْنِ مُدَّيْنِ لِكُلِّ إِنْسَانٍ، أَوِ انْسُكْ بِشَاةٍ، أَيَّ ذَلِكَ فَعَلْتَ أَجْزَأَ عَنْكَ )(٧٣٨).
١٢٥٣ - حَدَّثَنِي عَنْ مَالِكٍ، عَنْ حُمَيْدِ بْنِ قَيْسٍ، عَنْ مُجَاهِدٍ أبِي الْحَجَّاجِ، عَنِ ابْنِ أبِي لَيْلَى، عَنْ كَعْبِ بْنِ عُجْرَةَ : أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَم قَالَ لَهُ : ( لَعَلَّكَ آذَاكَ هَوَامُّكَ ). فَقُلْتُ : نَعَمْ يَا رَسُولَ اللَّهِ. فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَم : ( احْلِقْ رَأْسَكَ، وَصُمْ ثَلاَثَةَ أَيَّامٍ، أَوْ أَطْعِمْ سِتَّةَ مَسَاكِينَ، أَوِ انْسُكْ بِشَاةٍ )(٧٣٩).
١٢٥٤ - وَحَدَّثَنِي عَنْ مَالِكٍ، عَنْ عَطَاءِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ الْخُرَاسَانِيِّ أَنَّهُ قَالَ : حَدَّثَنِي شَيْخٌ بِسُوقِ الْبُرَمِ بِالْكُوفَةِ، عَنْ كَعْبِ بْنِ عُجْرَةَ أَنَّهُ قَالَ : جَاءَنِي رَسُولُ اللَّهِ صَلَى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَم وَأَنَا أَنْفُخُ تَحْتَ قِدْرٍ لأَصْحَأبِي، وَقَدِ امْتَلأَ رَأْسِي وَلِحْيَتِي قَمْلاً، فَأَخَذَ بِجَبْهَتِي، ثُمَّ قَالَ : ( احْلِقْ هَذَا الشَّعَرَ، وَصُمْ ثَلاَثَةَ أَيَّامٍ، أَوْ أَطْعِمْ سِتَّةَ مَسَاكِينَ ). وَقَدْ كَانَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَم عَلِمَ أَنَّهُ لَيْسَ عِنْدِي مَا أَنْسُكُ بِهِ(٧٤٠).
١٢٥٥ - قَالَ مَالِكٌ فِي فِدْيَةِ الأَذَى : إِنَّ الأَمْرَ فِيهِ : أَنَّ أَحَداً لاَ يَفْتَدِي حَتَّى يَفْعَلَ مَا يُوجِبُ عَلَيْهِ الْفِدْيَةَ، وَإِنَّ الْكَفَّارَةَ إِنَّمَا تَكُونُ بَعْدَ وُجُوبِهَا عَلَى صَاحِبِهَا، وَأَنَّهُ يَضَعُ فِدْيَتَهُ حَيْثُ مَا شَاءَ، النُّسُكَ، أَوِ الصِّيَامَ، أَوِ الصَّدَقَةَ بِمَكَّةَ، أَوْ بِغَيْرِهَا مِنَ الْبِلاَدِ.
١٢٥٦ - قَالَ مَالِكٌ : لاَ يَصْلُحُ لِلْمُحْرِمِ أَنْ يَنْتِفَ مِنْ شَعْرِهِ شَيْئاً، وَلاَ يَحْلِقَهُ, وَلاَ يُقَصِّرَهُ حَتَّى يَحِلَّ، إِلاَّ أَنْ يُصِيبَهُ أَذًى فِي رَأْسِهِ، فَعَلَيْهِ فِدْيَةٌ كَمَا أَمَرَهُ اللَّهُ تَعَالَى، وَلاَ يَصْلُحُ لَهُ أَنْ يُقَلِّمَ أَظْفَارَهُ، وَلاَ يَقْتُلَ قَمْلَةً، وَلاَ يَطْرَحَهَا مِنْ رَأْسِهِ إِلَى الأَرْضِ، وَلاَ مِنْ جِلْدِهِ، وَلاَ مِنْ ثَوْبِهِ، فَإِنْ طَرَحَهَا الْمُحْرِمُ مِنْ جِلْدِهِ، أَوْ مِنْ ثَوْبِهِ, فَلْيُطْعِمْ حَفْنَةً مِنْ طَعَامٍ.
١٢٥٧ - قَالَ مَالِكٌ : مَنْ نَتَفَ شَعَراً مِنْ أَنْفِهِ، أَوْ مِنْ إِبْطِهِ، أَوِ اطَّلَى جَسَدُهُ بِنُورَةٍ، أَوْ يَحْلِقُ عَنْ شَجَّةٍ فِي رَأْسِهِ لِضَرُورَةٍ، أَوْ يَحْلِقُ قَفَاهُ لِمَوْضِعِ الْمَحَاجِمِ، وَهُوَ مُحْرِمٌ، نَاسِياً أَوْ جَاهِلاً، إِنَّ مَنْ فَعَلَ شَيْئاً مِنْ ذَلِكَ، فَعَلَيْهِ الْفِدْيَةُ فِي ذَلِكَ كُلِّهِ, وَلاَ يَنْبَغِي لَهُ أَنْ يَحْلِقَ مَوْضِعَ الْمَحَاجِمِ.
١٢٥٨ - قَالَ مَالِكٌ : وَمَنْ جَهِلَ فَحَلَقَ رَأْسَهُ قَبْلَ أَنْ يَرْمِيَ الْجَمْرَةَ افْتَدَى(٧٤١).