Satılan Meyve Ve Hububatı Afetin Helak Etmesi
10. Satılan Meyve Ve Hububatı Afetin Helak Etmesi
1822. Abdurrahman'ın kızı Amre'den: Resûlüllah zamanında bir adam bir bahçe meyveyi satın aldı, bakımını yaptı. Meyve noksan çıkınca, bahçe sahibinden ya fiatı düşürmesini, ya da akdi bozmasını istedi. Mal sahibi de bunu yapmıyacağına yemin edince, müşterinin anası Resûlüllah'a giderek durumu anlattı. Resûlüllah da:
«Hayır işlemeyeceğine yemin mi etti?» dedi. Bunu işiten bahçe sahibi, Resûlüllah'a gelerek:
« Ya Resûlallah, onun olsun, bir şey istemiyorum» dedi. Bu hadis mürseldir; Buhârî ve Müslim mevsul olarak Rivâyet etmişlerdir: Buhârî, 53- Sulh, 10; Müslim, 22- Musâkat, 4; no: 19.
1823. İmâm-ı Mâlik'e, Ömer b. Abdülaziz'in afet sebebiyle eksilen meyvelerin bedelini müşterinin borcundan düşürdüğü Rivâyet edildi. İmâm-ı Mâlik der ki: Bizde de hüküm böyledir.
1824. İmâm-ı Mâlik der ki: Müşteriden indirilmesini gerektiren miktar üçte birini ve daha fazlasını yok eden afettir. Bundan aşağı zayiat muteber değildir.
١٠ - باب الْجَائِحَةِ فِي بَيْعِ الثِّمَارِ وَالزَّرْعِ
١٨٢٢- حَدَّثَنِي يَحْيَى، عَنْ مَالِكٍ، عَنْ أبِي الرِّجَالِ مُحَمَّدِ بْنِ عَبْدِ الرَّحْمَنِ, عَنْ أُمِّهِ عَمْرَةَ بِنْتِ عَبْدِ الرَّحْمَنِ، أَنَّهُ سَمِعَهَا تَقُولُ : ابْتَاعَ رَجُلٌ ثَمَرَ حَائِطٍ فِي زَمَانِ رَسُولِ اللَّهِ صلّى اللّه عليه وسلّم، فَعَالَجَهُ وَقَامَ فِيهِ، حَتَّى تَبَيَّنَ لَهُ النُّقْصَانُ، فَسَأَلَ رَبَّ الْحَائِطِ أَنْ يَضَعَ لَهُ، أَوْ أَنْ يُقِيلَهُ، فَحَلَفَ أَنْ لاَ يَفْعَلَ، فَذَهَبَتْ أُمُّ الْمُشْتَرِي إِلَى رَسُولِ اللَّهِ صلّى اللّه عليه وسلّم، فَذَكَرَتْ ذَلِكَ لَهُ، فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلّى اللّه عليه وسلّم : ( تَأَلَّى أَنْ لاَ يَفْعَلَ خَيْراً ). فَسَمِعَ بِذَلِكَ رَبُّ الْحَائِطِ، فَأَتَى رَسُولَ اللَّهِ صلّى اللّه عليه وسلّم فَقَالَ : يَا رَسُولَ اللَّهِ هُوَ لَهُ(٣٧).
١٨٢٣ - وَحَدَّثَنِي عَنْ مَالِكٍ، أَنَّهُ بَلَغَهُ : أَنَّ عُمَرَ بْنَ عَبْدِ الْعَزِيزِ قَضَى بِوَضْعِ الْجَائِحَةِ.
قَالَ مَالِكٌ : وَعَلَى ذَلِكَ الأَمْرُ عِنْدَنَا.
١٨٢٤ - قَالَ مَالِكٌ : وَالْجَائِحَةُ الَّتِي تُوضَعُ عَنِ الْمُشْتَرِي الثُّلُثُ فَصَاعِداً، وَلاَ يَكُونُ مَا دُونَ ذَلِكَ جَائِحَةً.