Mukatebe İlişkisini Kesmek
3. Mukatebe İlişkisini Kesmek
2320. İmâm-ı Mâlik'e şöyle Rivâyet olundu: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in hanımı Ümmü Seleme, altın ve gümüş karşılığında mükateblerinden ilişkisini kesti. (Yani mükatebler hür oldular).
2321. İmâm-ı Mâlik der ki: İki kişi arasında müşterek olan mükateb hakkında bizce ittifakla hüküm şöyledir: Bu ortaklardan birisinin, kendi hissesi karşılığında diğer ortağın izni olmadan mükateble ilişkisini kesmesi caiz değildir. Çünkü köle ve malı her ikisi arasında ortak olduğundan birinin, diğerinin izni olmaksızın kölenin malından alması caiz görülmemektedir. Ortaklardan birisi mükatebten ilişkisini kesse, diğer ortak kesmese, sonra ilişkiyi kesen ortak ilişkiyi kesme işlemini tamamlarsa, sonradan mükateb mal bırakarak ölse ya da kitabet borcunu ödemekten aciz kalsa, ilişkiyi kesen ortak, kölenin malından alamadığı gibi, diğer ortağına ilişkisini keserken aldığını geri vererek köledeki hissesine tekrar sahip olamaz. Fakat mükatebden ilişkisini ortağının izniyle kesmiş ise, daha sonra mükateb kitabet borcunu ödeyemez hale gelmiş ise, ilişkiyi kesen ortak, ilişkiyi kesme karşılığında almış olduğu parayı verip köledeki hissesine tekrar sahip olmak isterse olabilir. Köle mal bırakarak ölmüş ise, mükatebe anlaşmasını devam ettiren, kölenin malından geri kalan kitabet alacağını alır, sonra da geri kalan malını ilişkiyi kesenle, ortaklık hisseleri oranında paylaşırlar. İki ortaktan biri mükatebden ilişkisini keser, diğer ortak, mükatebe anlaşmasını devam ettirir, sonra da köle kitabet borcunu ödeyemez hale gelirse, ilişkisini kesene: «Eğer sen ilişkini keserken aldığın paranın yarısını verirsen köleye yarı yarıya ortak olacaksın» denir, o da kabul etmez ise, köle tamamen mükatebe anlaşmasına devam eden ortağın olur.
2322. İmâm-ı Mâlik der ki: Ortaklardan biri, ortağının izniyle mükatebten ilişkisini keser, diğer ortak da sonradan ilişkisini kesen ortak kadar ya da daha fazlasını mükatebe alacağına karşılık alır, sonra da mükateb, mükatebe borcunu ödeyemez hale gelirse, mükateb aralarında ortak olur. Çünkü mükatebe anlaşmasına devam eden ortak mükatebten alacağını almıştır. Şayet mükatebe anlaşmasına devam eden ortak ilişkiyi kesen ortaklardan daha az almış, sonra da mükateb, mükatebe borcunu ödeyemez hale gelmişse, ilişkiyi kesen ortak aldığı paranın fazlasının yarısını ortağına verip kölenin yarısına ortak olmak isterse, olabilir, istemezse, kölenin tamamı ilişkiyi kesmeyen ortağın olur. Mükateb, miras bırakarak ölmüş ise ilişkiyi kesen ortak diğer ortakdan fazla olarak ortağının yarı hissesini ona verip mirasa ortak olmak isterse olabilir. İlişkiyi kesmeyen ortak, ilişkiyi kesen ortak kadar, ya da daha fazla almışsa, miras aralarında köledeki hisseleri oranında paylaştırılır. Çünkü ilişkiyi kesmeyen ortak hakkını almıştır.
2323. İmâm-ı Mâlik der ki: İki kişi, bir mükatebte ortaktırlar, birisi hissesinin yarısında ortağının izniyle ilişkisini kesmiş, sonra ilişkisini kesmeyen ortak ilişkisini kesen ortaktan daha az para almıştır. Sonra da mükateb kitabet borcunun ödeyemez hale gelmiştir. İlişkiyi kesen ortak, öteki ortağından fazla olarak aldığının yarısını ortağına geri verirse, köleye yarı yarıya ortak olurlar. Eğer bu parayı geri vermek istemez ise, ilişkisini kesmeyen ortak, ortağının mükatebteki ilişkisini kestiği hisseyi de alır.
İmâm-ı Mâlik der ki: Bu şöyle açıklanabilir: İki kişi, bir köleye yarı yarıya ortaktır. Her iki ortak da birlikte bu köleyle mükatebe anlaşması yapmışlardır. Sonra ortaklardan biri kendi hissesinin yarısında, yani mükatebin dörtte birinde ortağının izniyle ilişkiyi kesmiştir. Sonra mükateb de borcunu ödeyemez duruma düşmüştür. İlişkiyi kesene şöyle denir: «İstersen ortağının aldığından fazla olarak aldığının yarısını or'tağına geri ver, köle aranızda ortak olsun.» Eğer verirse köle ikisi arasında yarı yarıya ortak olur. Şayet vermez ise ilişkiyi kesen ortağın ilişkiyi kestiği hissesi, ilişkiyi kesmeyen ortağın olur. Zaten bu ortak kölenin yan hissesine sahipti. Bununla birlikte, kölenin dörtte üçüne sahip olmuş olur. Kölenin dörtte biri de ilişkiyi kesenin olur. Çünkü ilişkiyi kesen ortak, ilişkiyi kestiği kölenin dörtte birinin bedelini geri vermeyi kabul etmemiştir.
2324. İmâm-ı Mâlik der ki: Bir mükatebten efendisi ilişkisini keser ve onu azat eder, ilişkiyi kesmesi karşılığında alacağı paradan geri kalanı da üzerine borç olarak kaydeder, sonra mükateb plür ve bu mükatebin başka kişilere de borcu vardır. Bu durumda efendi, diğer alacaklılarla birlikte bu alacağını alamaz. Diğer alacaklıların öncelik hakları vardır.
2325. İmâm-ı Mâlik der ki: Başka kişilere borcu olan bir mükatebin efendiyle ilişkiyi kesme anlaşması yapma hakkı yoktur. Böyle olunca köle hürriyetine kavuşur ve hiçbir malı kalmayabilir. Zira alacaklılar, alacaklarını efendiden daha önce alma hakkına sahiptirler. Bu sebeple, mükatebin böyle bir anlaşma yapması caiz değildir.
2326. İmâm-ı Mâlik der ki: Bir efendi, kölesi ile mükatebe anlaşması yapar sonra altın karşılığında ilişkisini keser. Bunu yaparken ilişkisini kesmesi karşılığında alacağı altını peşin ödemesi şartıyle mükatebe borcundan indirimde bulunur. Bizce bunda bir mahzur yoktur. Ancak bunu hoş görmeyenler de vardır. Çünkü efendi, mükateb borcunu normal borç mesabesine indirmiştir. Şöyle ki: Bir kişi, başka bir kişiye belli bir zamana kadar borçlanmıştır. Alacaklı ona indirim yapmış, o da borcunu peşin olarak ödemiştir. Mükatebin borcu bu borca benzemez. Bu, mükatebin bir an önce hürriyetine kavuşabilmesi maksadıyla efendisine mal vermek üzere aralarında yaptıkları ilişkiyi kesme anlaşması neticesinde verilmesi gereken maldır. Bu sebeple, hürriyetine kavuşan bu kölenin miras, şahitlik ve hudud (hükümleri) hakları sabit olur ve hürriyete kavuşmanın haklarını elde eder. Artık dirhem karşılığında dirhem, altın karşılığında altın satın alamaz. (Faiz muamelesi yapamaz) Bu kişi, kölesine şöyle diyen kimseye benzer: «Şu kadar dinarı bana getirirsen sen hürsün.» Köleye bu söylediği miktardan indirim yapar da, ona şöyle der: «Bana bundan daha azını getirirsen sen hürsün.» Bu zimmette sabit bir borç olmaz. Şayet sabit bir borç olsaydı, mükatebin ölmesi veya iflas etmesi halinde alacaklılarıyla birlikte taksime iştirak ederek mükatebin malını beraberce bölerlerdi.
٣ - باب الْقَطَاعَةِ فِي الْكِتَابَةِ
٢٣٢٠ - حَدَّثَنِي مَالِكٌ، أَنَّهُ بَلَغَهُ : أَنَّ أُمَّ سَلَمَةَ زَوْجَ النَّبِيِّ صلّى اللّه عليه وسلّم كَانَتْ تُقَاطِعُ مُكَاتَبِيهَا بِالذَّهَبِ وَالْوَرِقِ(٢٩٤).
٢٣٢١ - قَالَ مَالِكٌ : الأَمْرُ الْمُجْتَمَعُ عَلَيْهِ عِنْدَنَا فِي الْمَكَاتَبِ يَكُونُ بَيْنَ الشَّرِيكَيْنِ، فَإِنَّهُ لاَ يَجُوزُ لأَحَدِهِمَا أَنْ يُقَاطِعَهُ عَلَى حِصَّتِهِ إِلاَّ بِإِذْنِ شَرِيكِهِ، وَذَلِكَ أَنَّ الْعَبْدَ وَمَالَهُ بَيْنَهُمَا، فَلاَ يَجُوزُ لأَحَدِهِمَا أَنْ يَأْخُذَ شَيْئاً مِنْ مَالِهِ إِلاَّ بِإِذْنِ شَرِيكِهِ، وَلَوْ قَاطَعَهُ أَحَدُهُمَا دُونَ صَاحِبِهِ، ثُمَّ حَازَ ذَلِكَ، ثُمَّ مَاتَ الْمُكَاتَبُ وَلَهُ مَالٌ، أَوْ عَجَزَ لَمْ يَكُنْ لِمَنْ قَاطَعَهُ شَيْءٌ مِنْ مَالِهِ، وَلَمْ يَكُنْ لَهُ أَنْ يَرُدَّ مَا قَاطَعَهُ عَلَيْهِ، وَيَرْجِعَ حَقُّهُ فِي رَقَبَتِهِ، وَلَكِنْ مَنْ قَاطَعَ مُكَاتَباً بِإِذْنِ شَرِيكِهِ، ثُمَّ عَجَزَ الْمُكَاتَبُ، فَإِنْ أَحَبَّ الَّذِي قَاطَعَهُ أَنْ يَرُدَّ الَّذِي أَخَذَ مِنْهُ مِنَ الْقَطَاعَةِ، وَيَكُونُ عَلَى نَصِيبِهِ مِنْ رَقَبَةِ الْمُكَاتَبِ كَانَ ذَلِكَ لَهُ، وَإِنْ مَاتَ الْمُكَاتَبُ وَتَرَكَ مَالاً اسْتَوْفَى الَّذِي بَقِيَتْ لَهُ الْكِتَابَةُ حَقَّهُ الَّذِي بَقِيَ لَهُ عَلَى الْمُكَاتَبِ مِنْ مَالِهِ، ثُمَّ كَانَ مَا بَقِيَ مِنْ مَالِ الْمُكَاتَبِ بَيْنَ الَّذِي قَاطَعَهُ وَبَيْنَ شَرِيكِهِ عَلَى قَدْرِ حِصَصِهِمَا فِي الْمُكَاتَبِ، وَإِنْ كَانَ أَحَدُهُمَا قَاطَعَهُ وَتَمَاسَكَ صَاحِبُهُ بِالْكِتَابَةِ، ثُمَّ عَجَزَ الْمُكَاتَبُ، قِيلَ لِلَّذِى قَاطَعَهُ : إِنْ شِئْتَ أَنْ تَرُدَّ عَلَى صَاحِبِكَ نِصْفَ الَّذِي أَخَذْتَ وَيَكُونُ الْعَبْدُ بَيْنَكُمَا شَطْرَيْنِ، وَإِنْ أَبَيْتَ فَجَمِيعُ الْعَبْدِ لِلَّذِي تَمَسَّكَ بِالرِّقِّ خَالِصاً.
٢٣٢٢ - قَالَ مَالِكٌ فِي الْمُكَاتَبِ يَكُونُ بَيْنَ الرَّجُلَيْنِ، فَيُقَاطِعُهُ أَحَدُهُمَا بِإِذْنِ صَاحِبِهِ، ثُمَّ يَقْتَضِي الَّذِي تَمَسَّكَ بِالرِّقِّ مِثْلَ مَا قَاطَعَ عَلَيْهِ صَاحِبُهُ أَوْ أَكْثَرَ مِنْ ذَلِكَ, ثُمَّ يَعْجِزُ الْمُكَاتَبُ. قَالَ مَالِكٌ : فَهُوَ بَيْنَهُمَا، لأَنَّهُ إِنَّمَا اقْتَضَى الَّذِي لَهُ عَلَيْهِ، وَإِنِ اقْتَضَى أَقَلَّ مِمَّا أَخَذَ الَّذِي قَاطَعَهُ، ثُمَّ عَجَزَ الْمُكَاتَبُ، فَأَحَبَّ الَّذِي قَاطَعَهُ أَنَّ يَرُدَّ عَلَى صَاحِبِهِ نِصْفَ مَا تَفَضَّلَهُ بِهِ، وَيَكُونُ الْعَبْدُ بَيْنَهُمَا نِصْفَيْنِ فَذَلِكَ لَهُ، وَإِنْ أَبَى فَجَمِيعُ الْعَبْدِ لِلَّذِى لَمْ يُقَاطِعْهُ، وَإِنْ مَاتَ الْمُكَاتَبُ وَتَرَكَ مَالاً، فَأَحَبَّ الَّذِي قَاطَعَهُ أَنْ يَرُدَّ عَلَى صَاحِبِهِ نِصْفَ مَا تَفَضَّلَهُ بِهِ، وَيَكُونُ الْمِيرَاثُ بَيْنَهُمَا فَذَلِكَ لَهُ، وَإِنْ كَانَ الَّذِي تَمَسَّكَ بِالْكِتَابَةِ قَدْ أَخَذَ مِثْلَ مَا قَاطَعَ عَلَيْهِ شَرِيكُهُ أَوْ أَفْضَلَ، فَالْمِيرَاثُ بَيْنَهُمَا بِقَدْرِ مِلْكِهِمَا، لأَنَّهُ إِنَّمَا أَخَذَ حَقَّهُ.
٢٣٢٣ - قَالَ مَالِكٌ فِي الْمُكَاتَبِ يَكُونُ بَيْنَ الرَّجُلَيْنِ، فَيُقَاطِعُ أَحَدُهُمَا عَلَى نِصْفِ حَقِّهُ بِإِذْنِ صَاحِبِهِ، ثُمَّ يَقْبِضُ الَّذِي تَمَسَّكَ بِالرِّقِّ أَقَلَّ مِمَّا قَاطَعَ عَلَيْهِ صَاحِبُهُ, ثُمَّ يَعْجِزُ الْمُكَاتَبُ. قَالَ مَالِكٌ : إِنْ أَحَبَّ الَّذِي قَاطَعَ الْعَبْدَ أَنْ يَرُدَّ عَلَى صَاحِبِهِ نِصْفَ مَا تَفَضَّلَهُ بِهِ، كَانَ الْعَبْدُ بَيْنَهُمَا شَطْرَيْنِ، وَإِنْ أَبَى أَنْ يَرُدَّ فَلِلَّذِى تَمَسَّكَ بِالرِّقِّ حِصَّةُ صَاحِبِهِ الَّذِي كَانَ قَاطَعَ عَلَيْهِ الْمُكَاتَبَ.
قَالَ مَالِكٌ : وَتَفْسِيرُ ذَلِكَ أَنَّ الْعَبْدَ يَكُونُ بَيْنَهُمَا شَطْرَيْنِ، فَيُكَاتِبَانِهِ جَمِيعاً، ثُمَّ يُقَاطِعُ أَحَدُهُمَا الْمُكَاتَبَ عَلَى نِصْفِ حَقِّهِ بِإِذْنِ صَاحِبِهِ، وَذَلِكَ الرُّبُعُ مِنْ جَمِيعِ الْعَبْدِ, ثُمَّ يَعْجِزُ الْمُكَاتَبُ فَيُقَالُ لِلَّذِي قَاطَعَهُ : إِنْ شِئْتَ فَارْدُدْ عَلَى صَاحِبِكَ نِصْفَ مَا فَضَلْتَهُ بِهِ، وَيَكُونُ الْعَبْدُ بَيْنَكُمَا شَطْرَيْنِ، وَإِنْ أَبَى كَانَ لِلَّذِى تَمَسَّكَ بِالْكِتَابَةِ رُبُعُ صَاحِبِهِ الَّذِي قَاطَعَ الْمُكَاتَبَ عَلَيْهِ خَالِصاً، وَكَانَ لَهُ نِصْفُ الْعَبْدِ، فَذَلِكَ ثَلاَثَةُ أَرْبَاعِ الْعَبْدِ، وَكَانَ لِلَّذِى قَاطَعَ رُبُعُ الْعَبْدِ، لأَنَّهُ أَبَى أَنْ يَرُدَّ ثَمَنَ رُبُعِهِ الَّذِي قَاطَعَ عَلَيْهِ.
٢٣٢٤ - قَالَ مَالِكٌ فِي الْمُكَاتَبِ يُقَاطِعُهُ سَيِّدُهُ فَيَعْتِقُ، وَيَكْتُبُ عَلَيْهِ مَا بَقِيَ مِنْ قَطَاعَتِهِ دَيْناً عَلَيْهِ، ثُمَّ يَمُوتُ الْمُكَاتَبُ وَعَلَيْهِ دَيْنٌ لِلنَّاسِ. قَالَ مَالِكٌ : فَإِنَّ سَيِّدَهُ لاَ يُحَاصُّ غُرَمَاءَهُ بِالَّذِي عَلَيْهِ مِنْ قَطَاعَتِهِ، وَلِغُرَمَائِهِ أَنْ يُبَدَّؤُوا عَلَيْهِ.
٢٣٢٥ - قَالَ مَالِكٌ : لَيْسَ لِلْمُكَاتَبِ أَنْ يُقَاطِعَ سَيِّدَهُ، إِذَا كَانَ عَلَيْهِ دَيْنٌ لِلنَّاسِ, فَيَعْتِقُ وَيَصِيرُ لاَ شَيْءَ لَهُ، لأَنَّ أَهْلَ الدَّيْنِ أَحَقُّ بِمَالِهِ مِنْ سَيِّدِهِ، فَلَيْسَ ذَلِكَ بِجَائِزٍ لَهُ.
٢٣٢٦ - قَالَ مَالِكٌ : الأَمْرُ عِنْدَنَا فِي الرَّجُلِ يُكَاتِبُ عَبْدَهُ، ثُمَّ يُقَاطِعُهُ بِالذَّهَبِ، فَيَضَعُ عَنْهُ مِمَّا عَلَيْهِ مِنَ الْكِتَابَةِ، عَلَى أَنْ يُعَجِّلَ لَهُ مَا قَاطَعَهُ عَلَيْهِ، أَنَّهُ لَيْسَ بِذَلِكَ بَأْسٌ، وَإِنَّمَا كَرِهَ ذَلِكَ مَنْ كَرِهَهُ، لأَنَّهُ أَنْزَلَهُ بِمَنْزِلَةِ الدَّيْنِ، يَكُونُ لِلرَّجُلِ عَلَى الرَّجُلِ إِلَى أَجَلٍ، فَيَضَعُ عَنْهُ وَيَنْقُدُهُ، وَلَيْسَ هَذَا مِثْلَ الدَّيْنِ، إِنَّمَا كَانَتْ قَطَاعَةُ الْمُكَاتَبِ سَيِّدَهُ عَلَى أَنْ يُعْطِيَهُ مَالاً فِي أَنْ يَتَعَجَّلَ الْعِتْقَ، فَيَجِبُ لَهُ الْمِيرَاثُ وَالشَّهَادَةُ وَالْحُدُودُ، وَتَثْبُتُ لَهُ حُرْمَةُ الْعَتَاقَةِ، وَلَمْ يَشْتَرِ دَرَاهِمَ بِدَرَاهِمَ، وَلاَ ذَهَباً بِذَهَبٍ، وَإِنَّمَا مَثَلُ ذَلِكَ مَثَلُ رَجُلٍ قَالَ لِغُلاَمِهِ : ائْتِنِى بِكَذَا وَكَذَا دِينَاراً وَأَنْتَ حُرٌّ، فَوَضَعَ عَنْهُ مِنْ ذَلِكَ فَقَالَ : إِنْ جِئْتَنِى بِأَقَلَّ مِنْ ذَلِكَ فَأَنْتَ حُرٌّ. فَلَيْسَ هَذَا دَيْناً ثَابِتاً، وَلَوْ كَانَ دَيْناً ثَابِتاً لَحَاصَّ بِهِ السَّيِّدُ غُرَمَاءَ الْمُكَاتَبِ إِذَا مَاتَ أَوْ أَفْلَسَ، فَدَخَلَ مَعَهُمْ فِي مَالِ مُكَاتَبِهِ.