Müdebberin Yaralaması
6. Müdebberin Yaralaması
2391. İmâm-ı Mâlik'e şöyle Rivâyet olundu: Ömer b. Abdülaziz, birini yaralayan müdebber hakkında şöyle hükmetti: Efendisi, kölenin malik olduğu hizmetini yaralıya teslim eder. Yaralı müdebberi kendisine hizmet ettirir ve yaralamasının diyeti olan borcunu ceza olarak ödetir. Eğer müdebber, efendisi ölmeden borcunu öderse, efendisinin tekrar kölesi olur.
2392. İmâm-ı Mâlik der ki: Bizdeki ittifaklı hüküm, müdebber birini yaralarsa sonra da efendisi ölürse ve efendisinin de müdebberden başka malı yoksa, müdebberin üçte biri hür olur. Yaralama diyeti, üçe taksim edilir. Diyetin üçte bir parçasını, üçte biri hür olan kölenin ödemesi gerekir. Diyetin üçte ikisi ise, kölenin üçte ikisine sahip olan verese tarafından ödenmelidir. Varisleri isterlerse kölenin kendilerine ait kısmını yaralıya verirler. Dilerlerse yaralıya diyetin üçte ikisini verip müdebber köledeki hisselerine sahip olurlar. Çünkü bu diyetin cinayeti, köle tarafından işlenmiş olup efendisinin borcu değildir. Müdebber tarafından işlenen cinayet, efendinin yapmış olduğu azat etme ve tedbir akdini geçersiz kılmaz.
Müdebberi cinayet işleyen efendinin borcu da varsa, müdebberin diyeti ile efendilin borcunu karşılayan kısmı satılır, bu paradan, önce diyet, sonra da efendisinin borcu ödenir. Diyet ve borç ödendikten sonra müdebberin satılmayan kısmına bakılır. Bu kısmın üçte biri hür olur. Geri kalan üçte ikisi de varislere kalır. Çünkü müdebberin işlediği cinayetin diyeti, efendinin borcundan önce gelir. Zira bir adam ölüp geride bir müdebber köle bıraksa ve bu müdebberin kıymeti yüzelli dinar olsa ve aynı köle hür bir adamı kemiğine kadar yaralasa bu cinayetin diyeti elli dinar olsa, müdebberin efendisinin de elli dinar borcu olsa, müdebberin parasından ilk önce cinayetin diyeti olan elli dinar ödenir. Sonra efendinin elli dinar borcu ödenir. Sonra müdebberin geri kalan satılmayan kısmına bakılır ve bunun üçte biri üzerine vacip olması bakımından diyeti ödemek efendinin borcunu ödemekten daha önemlidir. Efendinin borcunu ödemesi de tedbir akdinden daha önemlidir ki, tedbir akdi, efendinin malının üçte birini vasiyyet etmesi demektir. Müdebberin efendisinin ödenmemiş borcu varken, tedbir akdinin gereğini yerine getirmek caiz değildir. Zira tedbir akdi bir vasiyyettir.
Nitekim Yüce Allah (celle celâlüh) «(Zikredilen miras taksimi ölenin) vasiyyet ini yerine getirip ve borcunu ödedikten sonradır» Nisa, 12. buyurur.
İmâm-ı Mâlik der ki: Ölenin malının üçte biri müdebberin tamamının hürriyetine kavuşmasına yetmiyorsa, müdebber hürriyetine kavuşur. Yaptığı cinayetin diyeti, üzerine borç olur. Diyet tam bir diyet de olsa, müdebber hürriyete kavuştuktan sonra bu borcu kendisinden istenir. Müdebberin efendisinin borcu yoksa hüküm böyledir.
2393. İmâm-ı Mâlik der ki: Müdebber bir adamı yaralasa, efendisi de onu yaralıya teslim etse, sonra efendisi borçlu olarak ölse ve o köleden başka malı da olmasa, varisler: «Biz onu yaralıya teslim ettik» dese, alacaklı da: «Ben daha fazla veririm» dese, alacaklı diyetten biraz olsun fazla verir ise müdebberi almak yaralıdan ziyade onun hakkıdır. Bu hak karşılığında borçlunun borcundan diyetten fazla kısmı düşülür. Şayet alacaklı diyetten fazla vermese, müdebberi alamaz.
2394. İmâm-ı Mâlik der ki: Malı olan bir müdebber, birini yaralasa, efendisi de bu yaralının diyetini vermek istemezse, yaralı yarasının diyetine mukabil müdebberin malını alır. Eğer müdebberin malı diyeti ödemeye kâfi geliyorsa, yaralı bu malı alır, müdebberi efendisine geri verir. Şayet müdebberin malı diyeti ödemeye yetmiyorsa, yarasının diyetine mukabil, hem o malı alır, hem değeri kalan diyete karşılık müdebberi hizmet ettirir.
٦ - باب جِرَاحِ الْمُدَبَّرِ
٢٣٩١ - حَدَّثَنِي مَالِكٌ، أَنَّهُ بَلَغَهُ : أَنَّ عُمَرَ بْنَ عَبْدِ الْعَزِيزِ قَضَى فِي الْمُدَبَّرِ إِذَا جَرَحَ : أَنَّ لِسَيِّدِهِ أَنْ يُسَلِّمَ مَا يَمْلِكُ مِنْهُ إِلَى الْمَجْرُوحِ، فَيَخْتَدِمُهُ الْمَجْرُوحُ وَيُقَاصُّهُ بِجِرَاحِهِ مِنْ دِيَةِ جَرْحِه، فَإِنْ أَدَّى قَبْلَ أَنْ يَهْلِكَ سَيِّدُهُ، رَجَعَ إِلَى سَيِّدِهِ.
٢٣٩٢ - قَالَ مَالِكٌ : وَالأَمْرُ عِنْدَنَا فِي الْمُدَبَّرِ إِذَا جَرَحَ، ثُمَّ هَلَكَ سَيِّدُهُ، وَلَيْسَ لَهُ مَالٌ غَيْرُهُ، أَنَّهُ يُعْتَقُ ثُلُثُهُ، ثُمَّ يُقْسَمُ عَقْلُ الْجَرْحِ أَثْلاَثاً، فَيَكُونُ ثُلُثُ الْعَقْلِ عَلَى الثُّلُثِ الَّذِي عَتَقَ مِنْهُ، وَيَكُونُ ثُلُثَاهُ عَلَى الثُّلُثَيْنِ اللَّذَيْنِ بِأَيْدِى الْوَرَثَةِ، إِنْ شَاءُوا أَسْلَمُوا الَّذِي لَهُمْ مِنْهُ إِلَى صَاحِبِ الْجَرْحِ، وَإِنْ شَاؤُوا أَعْطَوْهُ ثُلُثَيِ الْعَقْلِ وَأَمْسَكُوا نَصِيبَهُمْ مِنَ الْعَبْدِ، وَذَلِكَ أَنَّ عَقْلَ ذَلِكَ الْجَرْحِ، إِنَّمَا كَانَتْ جِنَايَتُهُ مِنَ الْعَبْدِ, وَلَمْ تَكُنْ دَيْناً عَلَى السَّيِّدِ، فَلَمْ يَكُنْ ذَلِكَ الَّذِي أَحْدَثَ الْعَبْدُ بِالَّذِي يُبْطِلُ مَا صَنَعَ السَّيِّدُ مِنْ عِتْقِهِ وَتَدْبِيرِهِ، فَإِنْ كَانَ عَلَى سَيِّدِ الْعَبْدِ دَيْنٌ لِلنَّاسِ مَعَ جِنَايَةِ الْعَبْدِ، بِيعَ مِنَ الْمُدَبَّرِ بِقَدْرِ عَقْلِ الْجَرْحِ، وَقَدْرِ الدَّيْنِ، ثُمَّ يُبَدَّأُ بِالْعَقْلِ الَّذِي كَانَ فِي جِنَايَةِ الْعَبْدِ, فَيُقْضَى مِنْ ثَمَنِ الْعَبْدِ، ثُمَّ يُقْضَى دَيْنُ سَيِّدِهِ، ثُمَّ يُنْظَرُ إِلَى مَا بَقِيَ بَعْدَ ذَلِكَ مِنَ الْعَبْدِ، فَيَعْتِقُ ثُلُثُهُ، وَيَبْقَى ثُلُثَاهُ لِلْوَرَثَةِ، وَذَلِكَ أَنَّ جِنَايَةَ الْعَبْدِ هِيَ أَوْلَى مِنْ دَيْنِ سَيِّدِهِ
وَذَلِكَ أَنَّ الرَّجُلَ إِذَا هَلَكَ وَتَرَكَ عَبْداً مُدَبَّراً، قِيمَتُهُ خَمْسُونَ وَمِئَةُ دِينَارٍ، وَكَانَ الْعَبْدُ قَدْ شَجَّ رَجُلاً حُرًّا مُوضِحَةً، عَقْلُهَا خَمْسُونَ دِينَاراً، وَكَانَ عَلَى سَيِّدِ الْعَبْدِ مِنَ الدَّيْنِ خَمْسُونَ دِينَاراً. قَالَ مَالِكٌ : فَإِنَّهُ يُبْدَأُ بِالْخَمْسِينَ دِينَاراً الَّتِي فِي عَقْلِ الشَّجَّةِ فَتُقْضَى مِنْ ثَمَنِ الْعَبْدِ، ثُمَّ يُقْضَى دَيْنُ سَيِّدِهِ، ثُمَّ يُنْظَرُ إِلَى مَا بَقِيَ مِنَ الْعَبْدِ, فَيَعْتِقُ ثُلُثُهُ، وَيَبْقَى ثُلُثَاهُ لِلْوَرَثَةِ، فَالْعَقْلُ أَوْجَبُ فِي رَقَبَتِهِ مِنْ دَيْنِ سَيِّدِهِ، وَدَيْنُ سَيِّدِهِ أَوْجَبُ مِنَ التَّدْبِيرِ، الَّذِي إِنَّمَا هُوَ وَصِيَّةٌ فِي ثُلُثِ مَالِ الْمَيِّتِ، فَلاَ يَنْبَغِي أَنْ يَجُوزَ شَيْءٌ مِنَ التَّدْبِيرِ وَعَلَى سَيِّدِ الْمُدَبَّرِ دَيْنٌ لَمْ يُقْضَ، وَإِنَّمَا هُوَ وَصِيَّةٌ، وَذَلِكَ أَنَّ اللَّهَ تَبَارَكَ وَتَعَالَى قَالَ فِي كِتَابِهِ : ( مِنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍ يُوصَى بِهَا أَوْ دَيْنٍ ) [النساء : ١٢](٣٠١).
قَالَ مَالِكٌ : فَإِنْ كَانَ فِي ثُلُثِ الْمَيِّتِ مَا يَعْتِقُ فِيهِ الْمُدَبَّرُ كُلُّهُ عَتَقَ، وَكَانَ عَقْلُ جِنَايَتِهِ دَيْناً عَلَيْهِ، يُتَّبَعُ بِهِ بَعْدَ عِتْقِهِ، وَإِنْ كَانَ ذَلِكَ الْعَقْلُ الدِّيَةَ كَامِلَةً، وَذَلِكَ إِذَا لَمْ يَكُنْ عَلَى سَيِّدِهِ دَيْنٌ.
٢٣٩٣ - وَقَالَ مَالِكٌ فِي الْمُدَبَّرِ إِذَا جَرَحَ رَجُلاً، فَأَسْلَمَهُ سَيِّدُهُ إِلَى الْمَجْرُوحِ، ثُمَّ هَلَكَ سَيِّدُهُ وَعَلَيْهِ دَيْنٌ، وَلَمْ يَتْرُكْ مَالاً غَيْرَهُ، فَقَالَ الْوَرَثَةُ نَحْنُ نُسَلِّمُهُ إِلَى صَاحِبِ الْجُرْحِ. وَقَالَ صَاحِبُ الدَّيْنِ : أَنَا أَزِيدُ عَلَى ذَلِكَ : إِنَّهُ إِذَا زَادَ الْغَرِيمُ شَيْئاً فَهُوَ أَوْلَى بِهِ، وَيُحَطُّ عَنِ الَّذِي عَلَيْهِ الدَّيْنُ قَدْرُ مَا زَادَ الْغَرِيمُ عَلَى دِيَةِ الْجَرْحِ، فَإِنْ لَمْ يَزِدْ شَيْئاً لَمْ يَأْخُذِ الْعَبْدَ(٣٠٢).
٢٣٩٤ - وَقَالَ مَالِكٌ فِي الْمُدَبَّرِ إِذَا جَرَحَ وَلَهُ مَالٌ، فَأَبَى سَيِّدُهُ أَنْ يَفْتَدِيَهُ، فَإِنَّ الْمَجْرُوحَ يَأْخُذُ مَالَ الْمُدَبَّرِ فِي دِيَةِ جُرْحِهِ، فَإِنْ كَانَ فِيهِ وَفَاءٌ اسْتَوْفَى الْمَجْرُوحُ دِيَةَ جُرْحِهِ، وَرَدَّ الْمُدَبَّرَ إِلَى سَيِّدِهِ، وَإِنْ لَمْ يَكُنْ فِيهِ وَفَاءٌ اقْتَضَاهُ مِنْ دِيَةِ جُرْحِهِ، وَاسْتَعْمَلَ الْمُدَبَّرَ بِمَا بَقِيَ لَهُ مِنْ دِيَةِ جُرْحِهِ(٣٠٣).