بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla
10. Yeme-İçme İle İlgili Diğer Hadisler
2706. Enes b. Malik der ki: Ebû Talha, Ümmü Süleym'e şöyle dedi:
« Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in sesinin çok zayıf çıktığını işittim. Bundan onun aç olduğu anlamını çıkarıyorum. Yanında yiyecek bir şey var mı?»
Ümmü Süleym:
« Evet» diye cevap verdi.
Bunun üzerine arpa ekmeğinden parçalar çıkardı. Sonra kendi baş örtüsünü alarak bir tarafıyla ekmeği sardı, ekmeği kolumun altına gizledi ve baş örtüsünün bir kısmını da benim üzerime gömlek gibi örttü. Sonra beni Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a gönderdi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a Ümmü Süleym'in gönderdiği ekmeği götürdüm. O'nu ashabıyla birlikte mescitte otururken buldum ve yanlarına dikildim. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):
« Seni Ebû Talha mı gönderdi?» diye sordu. Ben de:
« Evet» diye cevap verdim.
«Yemek için mi?» diye sorunca:
« Evet» diye cevap verdim.
Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) yanındaki ashabına:
«Kalkın» diye emir buyurdu. Ashabıyla Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), aralarında da ben, Ebû Talha'nın yanına gelinceye kadar yürüdük. Ben Ebû Talha'ya (durumu) haber verince, Ebû Talha:
«Ya Ümmü Süleym. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabını getirdi. Yanımızda onlara yetecek kadar yiyecek yok (ne yapacağız?)» dedi.
Ümmü Süleym:
« Allah ve Rasûlu iyi bilir.» cevabını verdi.
Ebû Talha, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'i karşılamaya gitti. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), beraberinde Ebû Talha ile geldi ve eve girdiler.
Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):
« Yanında olanı getir, Ya Ümmü Süleym!» deyince Ümmü Süleym de o ekmeği getirdi. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ekmeğin doğranmasını emretti ve ekmek doğrandı. Ümmü Süleym ekmeğin üzerine, içinde yağ ve bal bulunan tulumu sıkarak ekmeğe katık yaptı. Sonra Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), Allah (celle celâlüh)'ın söylemesini istediği sözleri söyleyerek dua etti. Sonra şöyle dedi:
« On kişinin girmesine izin ver.» bunun üzerine Ebû Talha, on kişiye izin verdi. Onlar doyuncaya kadar (o yemekten yediler), sonra çıktılar. Sonra Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):
« On kişiye daha izin ver» diye emretti.
Ebû Talha on kişiye müsaade etti. Onlar da doyuncaya kadar yediler ve çıktılar. Sonra Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):
« On kişiye müsaade et» buyurdu. Ebû Talha, o on kişiye de müsaade etti, onlar da doyuncaya kadar yediler ve çıktılar.
Sonra Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):
« On kişiye daha izin ver» buyurdu. O da on kişiye daha izin verdi, onlar da doyuncaya kadar yediler ve çıktılar. Sonra Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), cemaatın hepsi yiyip doyuncaya kadar.«Onar kişi içeri al» buyurdu. Cemaat, yetmiş ya da seksen kişi kadardı. Buhârî, Et'ıme, 70/11; Müslim, Eşribe, 36/20, no: 142.
Bu hadisi şeriften çıkaracağımız sonuçlar şunlardır: Peygamberlerin açlık ve benzeri meşakkatlarla imtihan edilmeleri, bu meşakkatlara sabredip sevab ve derecelerinin artması içindir. Başa gelen bazı zorluklara katlanmasını bilip onları hemen dışarı vurmamak ve gizlemek lâzımdır. Ebû Talha'nın yaptığı gibi, sahabenin Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimize gereken ihtimam ve titizliği göstermeleri gerekmektedir. Bu hadis, gönderilen kişinin derecesi yüksek ve gönderilen hediyye az da olsa, hediye göndermenin müstehab olduğunu gösterir.
Ayrıca hadis, yemek yediren kişinin misafirlerini karşılamasının ve onların arasında yürümesinin müstehab olduğunu da gösterir. Bir de «Allah ve Resulü iyi bilir» diyerek evindeki yemeğin azlığına bakmadan, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimizin ashabıyla beraber gelmesini hoş karşılayan ve orada bir hikmetin olduğunu farkeden Ümmü Süleym'in ince anlayış sahibi bir kadın olduğunu ifade eder. Sanki burada Ebû Talha'ya şöyle demek istemiştir: «Sen üzülme şayet Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kalabalık bir cemaatı getirmekte bir maksat olmasa idi, bu kadar çok cemaatı getirmezdi.»
2707. Ebû Hüreyre (radıyallahü anh)'den: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): şöyle buyurdu: «İki kişinin yiyeceği, üç kişiye; üç kişinin yiyeceği de dört kişiye yeter.» Buhârî Et'ıme, 70/11; Müslim, Eşribe, 36/33, no:178.
2708. Cabir b. Abdurrahman (radıyallahü anh)'dan: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: «Kapıyı kilitleyin, su tulumlarının ağzını bağlayın, kanlarınızın ağzını kapatın, yatarken lambayı söndürün. Çünkü şeytan kilitli kapıyı açamaz, ipi çözemez kapalı kapları açamaz. Fare insanların evlerini çok çabuk yakar.» Müslim, Eşribe, 36/12, no:96; Şeybani, 957.
Bu hadiste, bazı şer kuvvetlerin pençesinden kurtulmak için, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bize kurtuluş sebeplerini beyan buyuruyor ve bizi uyarıyor. Gelebilecek bir zararın tedbirini daha önceden almamızı istiyor. Maddi ve manevi bütün şer güçlerden sakınmamız lâzım geldiğini tavsiye ediyor.
2709. Ebû Şüreyh el-Ka'bî (radıyallahü anh)'den; Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: «Allah'a ve ahiret gününe inanan kişi, ya hayır konuşsun ya da sussun. Kim Allah (celle celâlüh)'a ve ahiret gününe inanmış ise, komşusuna iyi davransın. Kim Allah (celle celâlüh)'a ve ahiret gününe inanmış ise, misafirine ikram etsin. Bir gün bir gece ona gereken önemi vererek misafir olarak ağırlar. Üç gün ise normal olarak yediklerinden yedirmek suretiyle misafir eder. Üç gün sonra vermiş olduğu şeyler sadaka olur. Misafirin ev sahibini sıkıntıya düşürecek kadar uzun süre kalması helal olmaz.» Buhârî, Edeb, 78/31; Müslim, Lukata, 31/3, no:14.
2710. Ebû Hüreyre (radıyallahü anh)'den: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: «Bir zaman adamın biri yolda yürürken çok susadı ve bir kuyu buldu. Kuyuya indi, suyu içti ve dışarı çıktı. Çıkar yıkmaz dilini hararetten çıkarmış şiddetli nefes alan ve susuzluktan nemli toprağı yalayan bir köpekle karşılaştı. Adam (kendi kendine) «Benim başıma gelen susuzluk bu köpeğin başına da gelmiş» diyerek, kuyuya indi ve ayakkabısının birisini (çıkararak) su doldurdu. Sonra suyla dolu ayakkabıyı ağzıyla tutarak kuyudan dışarı çıktı ve köpeği suladı. Bundan dolayı Allah adamın bu amelini kabul etti ve günahlarını bağışladı.»
Ashab:
« Hayvanlara yapılan iyiliklerde de bizim için sevap var mı Ya Resûlallah?» deyince Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):
«Her canlı hayvana iyilikte sevab vardır.» buyurdu. Buhârî, Şurb, 42/9; Müslim, Selâm, 39/41, no:153.
Nevevi'nin dediğine göre İyilik yapılarak yardım edilen hayvanlar genellikle öldürülmeleri emredilmeyen hayvanlarıdır. Bunlara yapılacak iyi muameleden dolayı insan sevab kazanır. Bu iyilik, hadiste beyan edildiği gibi, sadece hayvanların susuzluğunu gidermeye de mahsus değildir. Onları doyurmak gibi şeyler de bunun içersine girer.
Bu hadisi şerif, suyun Allah (celle celâlüh)'ın rızasını kazanmanın başında geldiğini göstermektedir.
Bazı salih kişiler, günahı çok olan kimselere günahlarının affedilmesi için suyla ihsanda bulunmalarını tavsiye etmişlerdir. İşte bu hadis köpeği sulayan adamın günahlarının Allah tarafından bağışlandığım ifade ederek bu kişilerin yapmış oldukları tavsiyelerin de yerindeliğine bir delil olmuş bulunuyor.
2711. Cabir b. Abdullah der ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) deniz kenarına bir müfreze gönderdi. Ebû Ubeyde b. Cerrah'ı onlara komutan tayin etti. Ordu üçyüz kişiden ibaretti. Ben de içlerinde bulunuyordum. Yola çıktık, yolun bir kısmını katetmiştik ki yiyeceğimiz tükenmeye yüz tuttu. Bunun üzerine Ebû Ubeyde bütün müfrezenin azıklarının toplanmasını emretti ve hepsi toplandı. Tamamı iki azık torbası kadar hurma idi. Ebû Ubeyde bize onu her gün azar azar yediriyordu. Bitinceye kadar böyle devam etti. Herbirimize birer hurma düşüyordu. Bunun üzerine Vehb b. Keysan der ki Cabire:
«Bir hurma açlığı giderir mi?» demem üzerine Cabir: « Tükenince yokluğu bize daha çok tesir edecek.» dedi.
Sonra deniz sahiline ulaştık. Ulaşır ulaşmaz da küçük bir dağ gibi bir balıkla karşılaştık. Bu müfreze bu balığı on sekiz gün yedi. Sonra Ebû Ubeyde balığın iki kaburga kemiğinin dikilmesini emretti. Kemiklerin köprü şeklinde çatılmasını söyledi. Sonra (bu çatılı iki kemiğin altından geçmesi için) bir deve sürülmesini emretti. Deve sürüldü. Sonra deve bu iki kaburga kemiğinin altından değmeden geçti. Buhârî, Şirket, 47/1; Müslim, Sayd, 34/4, no:17-21.
Cabir (radıyallahü anh)'e bir hurma ile nasıl idare ettikleri sorulunca «çocuğun meme emdiği gibi onu emer sonra üzerine su içerdik ve bize o gün akşam oluncaya kadar yeterdi» diye cevap vermiştir.
Malik der ki: Hadisteki "zarib", küçük dağ demektir.
2712. Amr b. Sa'd b. Muaz ninesinden şöyle Rivâyet etti: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: «Ey mü'min hanımlar! Sizden biri (kendisine verilen) kızartılmış koyun parçası dahi olsa komşusu olan kadının verdiği hediyeyi küçümsemesin.» Sahîhayn'da Saîdet -Makberi - Ebu Hureyre yoluyladır: Buhârî, Hibe, 51/1; Müslim, Zekât, 12/29, no:90.
Bir kişinin kendisine verilen hediyeyi küçümsememesi gerekir. Çünkü küçük hediye hiç vermemekten daha iyidir. Burada Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) az bir şey verme hususunda ve bu hediyeyi kabul etmekle tarafların verdiğini ve aldığını küçümsememelerini anlatmak için bu şekilde konuyu mübalağlı olarak anlatmıştır Hediye aradaki sevgi ve samimiyeti artırır.
2713. Abdullah b. Ebû Bekir (radıyallahü anh) der ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu; «Allah (celle celâlüh) yahudileri helak etsin, iç yağının yenilmesini yasak ediyorlar, onu satıp parasını yiyorlar.» Mürseldir. Sahîhayn'da Ebu Hureyre'den Mevsuldür: Buhârî, Buyu, 34/103; Müslim, Musâkat, 22/12, no:23.
Bu hadisi şerif, yenmesi haram edilen şeyin satılmasının da haram olduğuna delalet eder. Bunun gibi, domuz eti yemek haram olduğu için, satıp parasını yemek de haramdır. Şarap içmek haram olduğu için, şarabı satıp parasını yemek de haramdır.
2714. Malik'e şöyle Rivâyet olundu: Meryem'in oğlu İsa (aleyhisselâm) şöyle derdi: «Ey israil oğulları! Saf su için, karada biten yeşil sebzeleri ve arpa ekmeğini yiyin. Buğday ekmeğinden sakının. Çünkü siz onun şükrünü yerine getiremezsiniz.» Burada şükrünü eda edememe korkusuyla, basit bir şekilde yaşamak, kimsenin hakkı karışmayan şeylerden faydalanmak isteniyordu ki bu bizdeki zühd ve takvaya mutabıktır.
2715. İmâm-ı Mâlik'e şöyle Rivâyet olundu: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) mescide girdi, orada Ebû Bekir es-Sıddık ile Ömer b. el-Hattab'ı buldu ve onlara (neden mescidde bulunduklarım) sordu. Onlar da şöyle cevap verdiler;
«-Bizi açlık (dışarı) çıkardı.» Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):
«Beni de açlık (dışarı) çıkardı.» buyurdu. Birlikte Ebû El-Heysem b. et-Tayyihan el-Ensârî'nin evine gittiler. O da evde yapılmış arpa ekmeğinin onlara getirilmesini emretti ve misafirleri için bir koyun kesmeye kalkınca Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):
«Sütlü koyunu kesme» buyurdu ve bir koyun kesti. Onlara tatlı su getirdi ve bir hurma ağacına asıldı. Sonra bu yiyeceği getirdiler ve ondan yediler ve bu sudan içtiler. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Bu gün yediğiniz bu nimetten mutlaka sorulursunuz, yediğinizin şükrünü eda edin» buyurdu. Müslim, Eşribe, 36/20, no:40.
2716. Yahya b. Said'den: Ömer b. el-Hattab, tereyağı ile ekmek yerken, bedevi bir adamı davet etti. Adam da yemeğe başladı ve tabağın dibindeki yağları bir lokma ekmeğine aldırdı. Bunun üzerine Hazret-i Ömer:
« Sen katığı olmayan birine benziyorsun» deyince adam:
« Vallahi, şu kadar zamandan beri tereyağı yemedim ve onun yenmesini de görmedim.» dedi.
Bunun üzerine Hazret-i Ömer:
« Yağmur yağıp halk bolluğa kavuşuncaya kadar tereyağı yemiyeceğim» dedi.
2717. Enes b. Malik der ki: Ömer b. el-Hattab, mü'minlerin emiri olduğu günlerde kendisine bir sa' hurma verilir ve onu kurutulmuş çürüklerine varıncaya kadar yerdi.
2718. Abdullah b. Ömer der ki: Ömer b. el-Hattab'a çekirgenin helal olup olmadığı soruldu. Bunun üzerine o da:
« Ondan yanımda bir küfe dolusu olsa da yesem.» diye cevap verdi.
2719. Humeyd b. Malik b. Hüseyni der ki: Ebû Hüreyre ile birlikte Akik denen yerdeki tarlasında oturuyordum. Ebû Hüreyre'nin yanına, binekleri üzerinde Medine'li bir cemaat geldi ve yanına indiler. Ebû Hüreyre (bana):
« Anneme git ve ona oğlun sana selam ediyor ve bize bir şeyler yedirsin, diyor şeklinde söyle.» dedi.
(Annesine oğlunun dediklerini söyleyince) Bir tepsiye üç parça ekmek ve (yanına) biraz zeytinyağı ve tuz koydu.
Sonra o tepsiyi de başıma koydu, onu orada bulunan topluluğa getirdim. Tepsiyi önlerine koyunca Ebû Hüreyre «Allahü Ekber» diye tekbir aldı ve şöyle dedi:
« Kara su ve kara hurmadan başka yemeğimiz yokken, sonradan bizi ekmek ile doyuran Allah (celle celâlüh)'a hamdederim.»
Cemaat yemekten yemedi (ve gittiler), onlar gidince Ebû Hüreyre (bana) dedi ki:
«Yeğenim, koyununa iyi bak, burun akıntılarını sil, ağılını temizle ve namazını onun yanında kıl. Çünki koyun cennet hayvanlarındandır. Kudret ve iradesiyle yaşadığım Allah'a yemin ederim ki, yakında insanlar öyle bir zaman gelecek üç-beş koyun, sahibinin yanında (Medine valisi) Mervan b. Hakemin sarayından daha sevimli olacak. Ebû Hüreyre'nin yanına gelen bu cemaat ondan birşeyler öğrenmek için gelmişlerdir. Bu münasebetle, onlara yiyecek bir şeyler takdim etmiş fakat onlar bu yemekten yememişlerdir. Bunun sebebi, oruçlu olmalarıdır Gerçi nafile oruç tutan kişilere ziyafet esnasında oruçlarını bozma ruhsatı var ise de onlar bozmamayı tercih etmişlerdir.
2720. Vehb b. Keysan (radıyallahü anh)'dan: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a bir yemek getirildi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in yanında hanımı (Ümmü Seleme)'nin oğlu Ömer b. Seleme vardı. Ona Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):
« Besmele çek ve önünden ye.» buyurdu. Buhârî, Et'ıme, 70/3.
Bu hadisi şerif, yemeğe başlarken besmele çekmenin sünnet olduğuna ve birlikte bir kabtan yemek yerken önünden yemenin de müstehab olduğuna delalet eder. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), Ömer b. Seleme'ye bu sözleri öğretmek ve güzel ahlaka alıştırmak maksadıyla söylemiş olduğundan, müslümanlarında böyle güzel ahlakı yani İslam ahlakını her fırsatta çocuklarına öğretmesi gerektiğini de ayrıca hadis-i şerif ifade etmektedir.
2721. Kasım b. Muhammed der ki: Bir adam Abdullah b. Abbas'a gelerek ona:
« Benim bir yetimim var, onun da develeri var. Develerinin sütünden içebilir miyim?» diye sordu. İbn Abbas şöyle cevap verdi:
« Kaybolan develerini ararsan, uyuzlarını katranlarsan, su içecekleri havuzun akan yerlerini toprakla tıkar isen ve su içmeye geldiklerinde onları sular isen, yavrularına zarar vermemek ve sütünü tamamen sağmamak şartıyla (sütlerini) iç.»
2722. Hişam b. Urve babasından şöyle haber verdi: Babam Urve, ilaçlar dahil yediği ve içtiği bütün yiyecek ve içecekler kendisine taksim edildiğinde devamlı şöyle dua ederdi; Bize doğru yolu gösteren, bizi yediren ve içiren, bize çeşitli nimetleri veren Allah (celle celâlüh)'a hamdolsun. Allah herşeyden büyüktür.
Allahım! Bize nimetler verdiğin zaman biz kötülükler içersindeydik. Nimetlerin sebebiyle sabah ve akşamımız iyiliklerle doldu. Senden verdiğin nimetleri tamamlamanı istiyor, karşılığında şükrünü eda edebilmemize yardımcı olmam diliyoruz. Senin (bize verdiğin) iyilikten başka iyilik, senden başka tanrı yoktur. Ey sâlih kulların tanrısı ve ey bütün varlıkların Rabbi. Bütün övgüler Allah'a mahsustur. Allah'tan başka tanrı yoktur. Allah dilediğini dilediği gibi yapar. Güçlü olmak ancak Allah'ın yardımıyla mümkündür.
Allahım! Bize verdiğin nimetlerin bereketini arttır ve bizi cehennem azabından koru.
2723. Yahya der ki: İmâm-ı Mâlik'e -Bir kadın, mahremi olmayan yabancı erkeklerle veya kölesiyle yemek yiyebilir mi?» diye soruldu. İmâm-ı Mâlik şöyle cevap verdi: Bir kadının herhangi bir erkekle yemek yemesi, din yönünden belli kurallara uygun şekilde olursa bir mahzur yoktur. Bir kadın kocasıyla yemek yiyen diğer erkeklerle veya kardeşiyle birlikte yemek yiyen diğer yabancı erkeklerle yemek yiyebilir. Aralarında soydan veya evlenme neticesinde veya süt emme sonucu meydana gelen akrabalık bulunmayan yabancı bir erkekle bir kadının yalnız başlarına kalması mekruhtur. İmâm-ı Mâlik yukarıdaki sözleriyle, bir kadının yabancı bir erkekle yemek yemesinin iki şart yerine gelirse mahzurlu olmadığını açıklıyor. Bu şartlardan bin, kadının elleri ve yüzü hariç diğer bütün avret mahalleri kapalı olmalıdır. İkincisi, sofrada mutlaka mahremlerinden yani baba, oğul, kardeş amca ve dayısı gibi bir yakını bulunması lâzımdır. Bu iki şart yerine geldiğinde, beis kelimesini kullandığından efdal olan kadının yabancılarla birlikte yemek yememesidir.
İmâm-ı Mâlik aralarında akrabalık olmayan (mahremi olmayan) bir kadınla birerkeğin başbaşa kalmaları mekruhtur demekle, Allah bilir haramdır demek istiyor. İmâm-ı Mâlik'in bu sözleri kadının ellerine ve yüzüne bakılabileceğine ve bunun bir fitneye sebep olmadıkça mubah olduğuna delalet eder. Zira yemek yemek eller ve yüz açılmaksızın mümkün olmaz.
١٠ - باب جَامِعِ مَا جَاءَ فِي الطَّعَامِ وَالشَّرَابِ
٢٧٠٦ - حَدَّثَنِي عَنْ مَالِكٍ، عَنْ إِسْحَاقَ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ أبِي طَلْحَةَ، أَنَّهُ سَمِعَ أَنَسَ بْنَ مَالِكٍ يَقُولُ : قَالَ أَبُو طَلْحَةَ لأُمِّ سُلَيْمٍ : لَقَدْ سَمِعْتُ صَوْتَ رَسُولِ اللَّهِ صلّى اللّه عليه وسلّم ضَعِيفاً، أَعْرِفُ فِيهِ الْجُوعَ، فَهَلْ عِنْدَكِ مِنْ شَيْءٍ ؟ فَقَالَتْ : نَعَمْ. فَأَخْرَجَتْ أَقْرَاصاً مِنْ شَعِيرٍ، ثُمَّ أَخَذَتْ خِمَاراً لَهَا فَلَفَّتِ الْخُبْزَ بِبَعْضِهِ، ثُمَّ دَسَّتْهُ تَحْتَ يَدِي وَرَدَّتْنِي بِبَعْضِهِ، ثُمَّ أَرْسَلَتْنِي إِلَى رَسُولِ اللَّهِ صلّى اللّه عليه وسلّم، قَالَ : فَذَهَبْتُ بِهِ، فَوَجَدْتُ رَسُولَ اللَّهِ صلّى اللّه عليه وسلّم جَالِساً فِي الْمَسْجِدِ وَمَعَهُ النَّاسُ، فَقُمْتُ عَلَيْهِمْ، فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلّى اللّه عليه وسلّم : ( آرْسَلَكَ أَبُو طَلْحَةَ ؟). قَالَ : فَقُلْتُ نَعَمْ. قَالَ ( لِلطَّعَامِ ؟).قَالَ : فَقُلْتُ نَعَمْ. فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلّى اللّه عليه وسلّم لِمَنْ مَعَهُ : ( قُومُوا ). قَالَ : فَانْطَلَقَ وَانْطَلَقْتُ بَيْنَ أَيْدِيهِمْ، حَتَّى جِئْتُ أَبَا طَلْحَةَ فَأَخْبَرْتُهُ, فَقَالَ أَبُو طَلْحَةَ : يَا أُمَّ سُلَيْمٍ، قَدْ جَاءَ رَسُولُ اللَّهِ صلّى اللّه عليه وسلّم بِالنَّاسِ، وَلَيْسَ عِنْدَنَا مِنَ الطَّعَامِ مَا نُطْعِمُهُمْ. فَقَالَتِ : اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَعْلَمُ. قَالَ : فَانْطَلَقَ أَبُو طَلْحَةَ حَتَّى لَقِىَ رَسُولَ اللَّهِ صلّى اللّه عليه وسلّم، فَأَقْبَلَ رَسُولُ اللَّهِ صلّى اللّه عليه وسلّم وَأَبُو طَلْحَةَ مَعَهُ، حَتَّى دَخَلاَ، فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلّى اللّه عليه وسلّم : ( هَلُمِّي يَا أُمَّ سُلَيْمٍ مَا عِنْدَكِ ). فَأَتَتْ بِذَلِكَ الْخُبْزِ، فَأَمَرَ بِهِ رَسُولُ اللَّهِ صلّى اللّه عليه وسلّم فَفُتَّ، وَعَصَرَتْ عَلَيْهِ أُمُّ سُلَيْمٍ عُكَّةً لَهَا فَآدَمَتْهُ، ثُمَّ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلّى اللّه عليه وسلّم مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ يَقُولَ، ثُمَّ قَالَ :( ائْذَنْ لِعَشَرَةٍ بِالدُّخُولِ ). فَأَذِنَ لَهُمْ فَأَكَلُوا حَتَّى شَبِعُوا، ثُمَّ خَرَجُوا، ثُمَّ قَالَ : ( ائْذَنْ لِعَشَرَةٍ ). فَأَذِنَ لَهُمْ فَأَكَلُوا حَتَّى شَبِعُوا، ثُمَّ خَرَجُوا، ثُمَّ قَالَ : ( ائْذَنْ لِعَشَرَةٍ ). فَأَذِنَ لَهُمْ، فَأَكَلُوا حَتَّى شَبِعُوا، ثُمَّ خَرَجُوا، ثُمَّ قَالَ : ( ائْذَنْ لِعَشَرَةٍ ). فَأَذِنَ لَهُمْ، فَأَكَلُوا حَتَّى شَبِعُوا، ثُمَّ خَرَجُوا، ثُمَّ قَالَ : ( ائْذَنْ لِعَشَرَةٍ ). حَتَّى أَكَلَ الْقَوْمُ كُلُّهُمْ وَشَبِعُوا، وَالْقَوْمُ سَبْعُونَ رَجُلاً، أَوْ ثَمَانُونَ رَجُلاً(٥٠٧).
٢٧٠٧ - وَحَدَّثَنِي عَنْ مَالِكٍ، عَنْ أبِي الزِّنَادِ، عَنِ الأَعْرَجِ، عَنْ أبِي هُرَيْرَةَ، أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلّى اللّه عليه وسلّم قَالَ : ( طَعَامُ الاِثْنَيْنِ كَافِي الثَّلاَثَةِ، وَطَعَامُ الثَّلاَثَةِ كَافِي الأَرْبَعَةِ )(٥٠٨).
٢٧٠٨ - وَحَدَّثَنِي عَنْ مَالِكٍ، عَنْ أبِي الزُّبَيْرِ الْمَكِّيِّ، عَنْ جَابِرِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ, أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلّى اللّه عليه وسلّم قَالَ : ( أَغْلِقُوا الْبَابَ، وَأَوْكُوا السِّقَاءَ، وَأَكْفِؤُوا الإِنَاءَ، أَوْ خَمِّرُوا الإِنَاءَ، وَأَطْفِؤُوا الْمِصْبَاحَ،فَإِنَّ الشَّيْطَانَ لاَ يَفْتَحُ غَلَقاً، وَلاَ يَحُلُّ وِكَاءً، وَلاَ يَكْشِفُ إِنَاءً، وَإِنَّ الْفُوَيْسِقَةَ تُضْرِمُ عَلَى النَّاسِ بَيْتَهُمْ )(٥٠٩).
٢٧٠٩ - وَحَدَّثَنِي عَنْ مَالِكٍ، عَنْ سَعِيدِ بْنِ أبِي سَعِيدٍ الْمَقْبُرِيِّ، عَنْ أبِي شُرَيْحٍ الْكَعْبِيِّ، أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلّى اللّه عليه وسلّم قَالَ : ( مَنْ كَانَ يُؤْمِنُ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ فَلْيَقُلْ خَيْراً أَوْ لِيَصْمُتْ، وَمَنْ كَانَ يُؤْمِنُ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ فَلْيُكْرِمْ جَارَهُ، وَمَنْ كَانَ يُؤْمِنُ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ فَلْيُكْرِمْ ضَيْفَهُ، جَائِزَتُهُ يَوْمٌ وَلَيْلَةٌ، وَضِيَافَتُهُ ثَلاَثَةُ أَيَّامٍ، فَمَا كَانَ بَعْدَ ذَلِكَ فَهُوَ صَدَقَةٌ، وَلاَ يَحِلُّ لَهُ أَنْ يَثْوِيَ عِنْدَهُ حَتَّى يُحْرِجَهُ )(٥١٠).
٢٧١٠ - وَحَدَّثَنِي عَنْ مَالِكٍ، عَنْ سُمَيٍّ مَوْلَى أبِي بَكْرٍ، عَنْ أبِي صَالِحٍ السَّمَّانِ، عَنْ أبِي هُرَيْرَةَ، أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلّى اللّه عليه وسلّم قَالَ : ( بَيْنَمَا رَجُلٌ يَمْشِى بِطَرِيقٍ، إِذِ اشْتَدَّ عَلَيْهِ الْعَطَشُ، فَوَجَدَ بِئْراً فَنَزَلَ فِيهَا فَشَرِبَ وَخَرَجَ، فَإِذَا كَلْبٌ يَلْهَثُ يَأْكُلُ الثَّرَى مِنَ الْعَطَشِ، فَقَالَ الرَّجُلُ : لَقَدْ بَلَغَ هَذَا الْكَلْبَ مِنَ الْعَطَشِ مِثْلُ الَّذِي بَلَغَ مِنِّي, فَنَزَلَ الْبِئْرَ فَمَلأَ خُفَّهُ، ثُمَّ أَمْسَكَهُ بِفِيهِ حَتَّى رَقِىَ، فَسَقَى الْكَلْبَ، فَشَكَرَ اللَّهُ لَهُ فَغَفَرَ لَهُ ). فَقَالُوا : يَا رَسُولَ اللَّهِ وَإِنَّ لَنَا فِي الْبَهَائِمِ لأَجْراً ؟ فَقَالَ : ( فِي كُلِّ ذَاتِ كَبِدٍ رَطْبَةٍ أَجْرٌ )(٥١١).
٢٧١١ - وَحَدَّثَنِي عَنْ مَالِكٍ، عَنْ وَهْبِ بْنِ كَيْسَانَ، عَنْ جَابِرِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ, أَنَّهُ قَالَ : بَعَثَ رَسُولُ اللَّهِ صلّى اللّه عليه وسلّم بَعْثاً قِبَلَ السَّاحِلِ، فَأَمَّرَ عَلَيْهِمْ أَبَا عُبَيْدَةَ بْنَ الْجَرَّاحِ وَهُمْ ثَلاَثُ مِئَةٍ، قَالَ : وَأَنَا فِيهِمْ، قَالَ : فَخَرَجْنَا حَتَّى إِذَا كُنَّا بِبَعْضِ الطَّرِيقِ فَنِىَ الزَّادُ، فَأَمَرَ أَبُو عُبَيْدَةَ بِأَزْوَادِ ذَلِكَ الْجَيْشِ، فَجُمِعَ ذَلِكَ كُلُّهُ، فَكَانَ مِزْوَدَىْ تَمْرٍ، قَالَ : فَكَانَ يُقَوِّتُنَاهُ كُلَّ يَوْمٍ قَلِيلاً قَلِيلاً، حَتَّى فَنِىَ، وَلَمْ تُصِبْنَا إِلاَّ تَمْرَةٌ تَمْرَةٌ. فَقُلْتُ : وَمَا تُغْنِي تَمْرَةٌ ؟ فَقَالَ : لَقَدْ وَجَدْنَا فَقْدَهَا حِينَ فَنِيَتْ، قَالَ : ثُمَّ انْتَهَيْنَا إِلَى الْبَحْرِ، فَإِذَا حُوتٌ مِثْلُ الظَّرِبِ، فَأَكَلَ مِنْهُ ذَلِكَ الْجَيْشُ ثَمَانِيَ عَشْرَةَ لَيْلَةً، ثُمَّ أَمَرَ أَبُو عُبَيْدَةَ بِضِلَعَيْنِ مِنْ أَضْلاَعِهِ فَنُصِبَا، ثُمَّ أَمَرَ بِرَاحِلَةٍ فَرُحِلَتْ، ثُمَّ مَرَّتْ تَحْتَهُمَا وَلَمْ تُصِبْهُمَا(٥١٢).
قَالَ مَالِكٌ : الظَّرِبُ الْجُبَيْلُ.
٢٧١٢ - وَحَدَّثَنِي عَنْ مَالِكٍ، عَنْ زَيْدِ بْنِ أَسْلَمَ، عَنْ عَمْرِو بْنِ سَعْدِ بْنِ مُعَاذٍ، عَنْ جَدَّتِهِ، أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلّى اللّه عليه وسلّم قَالَ : ( يَا نِسَاءَ الْمُؤْمِنَاتِ، لاَ تَحْقِرَنَّ إِحْدَاكُنَّ لِجَارَتِهَا وَلَوْ كُرَاعَ شَاةٍ مُحْرَقاً )(٥١٣).
٢٧١٣ - وَحَدَّثَنِي عَنْ مَالِكٍ، عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ أَبِى بَكْرٍ، أَنَّهُ قَالَ : قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلّى اللّه عليه وسلّم : ( قَاتَلَ اللَّهُ الْيَهُودَ، نُهُوا عَنْ أَكْلِ الشَّحْمِ، فَبَاعُوهُ فَأَكَلُوا ثَمَنَهُ )(٥١٤).
٢٧١٤ - وَحَدَّثَنِي عَنْ مَالِكٍ، أَنَّهُ بَلَغَهُ : أَنَّ عِيسَى ابْنَ مَرْيَمَ كَانَ يَقُولُ : يَا بَنِى إِسْرَائِيلَ عَلَيْكُمْ بِالْمَاءِ الْقَرَاحِ، وَالْبَقْلِ الْبَرِّيِّ، وَخُبْزِ الشَّعِيرِ، وَإِيَّاكُمْ وَخُبْزَ الْبُرِّ، فَإِنَّكُمْ لَنْ تَقُومُوا بِشُكْرِهِ(٥١٥).
٢٧١٥ - وَحَدَّثَنِي عَنْ مَالِكٍ، أَنَّهُ بَلَغَهُ، أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلّى اللّه عليه وسلّم دَخَلَ الْمَسْجِدَ فَوَجَدَ فِيهِ أَبَا بَكْرٍ الصِّدِّيقَ وَعُمَرَ بْنَ الْخَطَّابِ، فَسَأَلَهُمَا فَقَالاَ : أَخْرَجَنَا الْجُوعُ. فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلّى اللّه عليه وسلّم : ( وَأَنَا أَخْرَجَنِي الْجُوعُ ). فَذَهَبُوا إِلَى أبِي الْهَيْثَمِ بْنِ التَّيِّهَانِ الأَنْصَاري، فَأَمَرَ لَهُمْ بِشَعِيرٍ عِنْدَهُ يُعْمَلُ، وَقَامَ يَذْبَحُ لَهُمْ شَاةً، فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلّى اللّه عليه وسلّم ( نَكِّبْ عَنْ ذَاتِ الدَّرِّ ). فَذَبَحَ لَهُمْ شَاةً، وَاسْتَعْذَبَ لَهُمْ مَاءً، فَعُلِّقَ فِي نَخْلَةٍ، ثُمَّ أُتُوا بِذَلِكَ الطَّعَامِ فَأَكَلُوا مِنْهُ، وَشَرِبُوا مِنْ ذَلِكَ الْمَاءِ، فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلّى اللّه عليه وسلّم : (لَتُسْئَلُنَّ عَنْ نَعِيمِ هَذَا الْيَوْمِ )(٥١٦).
٢٧١٦ - وَحَدَّثَنِي عَنْ مَالِكٍ، عَنْ يَحْيَى بْنِ سَعِيدٍ، أَنَّ عُمَرَ بْنَ الْخَطَّابِ كَانَ يَأْكُلُ خُبْزاً بِسَمْنٍ، فَدَعَا رَجُلاً مِنْ أَهْلِ الْبَادِيَةِ، فَجَعَلَ يَأْكُلُ وَيَتَّبِعُ بِاللُّقْمَةِ وَضَرَ الصَّحْفَةِ، فَقَالَ عُمَرُ كَأَنَّكَ مُقْفِرٌ. فَقَالَ : وَاللَّهِ مَا أَكَلْتُ سَمْناً، وَلاَ رَأَيْتُ أَكْلاً بِهِ مُنْذُ كَذَا وَكَذَا. فَقَالَ عُمَرُ : لاَ آكُلُ السَّمْنَ حَتَّى يَحْيَا النَّاسُ مِنْ أَوَّلِ مَا يَحْيَوْنَ(٥١٧).
٢٧١٧ - وَحَدَّثَنِي عَنْ مَالِكٍ، عَنْ إِسْحَاقَ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ أبِي طَلْحَةَ، عَنْ أَنَسِ بْنِ مَالِكٍ، أَنَّهُ قَالَ : رَأَيْتُ عُمَرَ بْنَ الْخَطَّابِ، وَهُوَ يَوْمَئِذٍ أَمِيرُ الْمُؤْمِنِينَ، يُطْرَحُ لَهُ صَاعٌ مِنْ تَمْرٍ، فَيَأْكُلُهُ حَتَّى يَأْكُلَ حَشَفَهَا(٥١٨).
٢٧١٨ - وَحَدَّثَنِي عَنْ مَالِكٍ، عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ دِينَارٍ، عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عُمَرَ, أَنَّهُ قَالَ : سُئِلَ عُمَرُ بْنُ الْخَطَّابِ عَنِ الْجَرَادِ ؟ فَقَالَ : وَدِدْتُ أَنَّ عِنْدِي قَفْعَةً نَأْكُلُ مِنْهُ(٥١٩).
٢٧١٩ - وَحَدَّثَنِي عَنْ مَالِكٍ، عَنْ مُحَمَّدِ بْنِ عَمْرِو بْنِ حَلْحَلَةَ، عَنْ حُمَيْدِ بْنِ مَالِكِ بْنِ خُثَيْمٍ، أَنَّهُ قَالَ : كُنْتُ جَالِساً مَعَ أبِي هُرَيْرَةَ بِأَرْضِهِ بِالْعَقِيقِ، فَأَتَاهُ قَوْمٌ مِنْ أَهْلِ الْمَدِينَةِ عَلَى دَوَابَّ فَنَزَلُوا عِنْدَهُ، قَالَ حُمَيْدٌ : فَقَالَ أَبُو هُرَيْرَةَ : اذْهَبْ إِلَى أُمِّي فَقُلْ : إِنَّ ابْنَكِ يُقْرِئُكِ السَّلاَمَ وَيَقُولُ : أَطْعِمِينَا شَيْئاً. قَالَ : فَوَضَعَتْ ثَلاَثَةَ أَقْرَاصٍ فِي صَحْفَةٍ، وَشَيْئاً مِنْ زَيْتٍ وَمِلْحٍ، ثُمَّ وَضَعَتْهَا عَلَى رَأْسِي وَحَمَلْتُهَا إِلَيْهِمْ, فَلَمَّا وَضَعْتُهَا بَيْنَ أَيْدِيهِمْ كَبَّرَ أَبُو هُرَيْرَةَ وَقَالَ : الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي أَشْبَعَنَا مِنَ الْخُبْزِ بَعْدَ أَنْ لَمْ يَكُنْ طَعَامُنَا إِلاَّ الأَسْوَدَيْنِ، الْمَاءَ وَالتَّمْرَ. فَلَمْ يُصِبِ الْقَوْمُ مِنَ الْطَّعَامِ شَيْئاً، فَلَمَّا انْصَرَفُوا قَالَ : يَا ابْنَ أَخِي أَحْسِنْ إِلَى غَنَمِكَ، وَامْسَحِ الرُّعَامَ عَنْهَا، وَأَطِبْ مُرَاحَهَا، وَصَلِّ فِي نَاحِيَتِهَا، فَإِنَّهَا مِنْ دَوَابِّ الْجَنَّةِ، وَالَّذِي نَفْسِى بِيَدِهِ لَيُوشِكُ أَنْ يَأْتِيَ عَلَى النَّاسِ زَمَانٌ، تَكُونُ الثُّلَّةُ مِنَ الْغَنَمِ أَحَبَّ إِلَى صَاحِبِهَا مِنْ دَارِ مَرْوَانَ(٥٢٠).
٢٧٢٠ - وَحَدَّثَنِي عَنْ مَالِكٍ، عَنْ أبِي نُعَيْمٍ وَهْبِ بْنِ كَيْسَانَ، قَالَ : أُتِيَ رَسُولُ اللَّهِ صلّى اللّه عليه وسلّم بِطَعَامٍ وَمَعَهُ رَبِيبُهُ عُمَرُ بْنُ أبِي(٥٢٠/١) سَلَمَةَ، فَقَالَ لَهُ رَسُولُ اللَّهِ صلّى اللّه عليه وسلّم: ( سَمِّ اللَّهَ وَكُلْ مِمَّا يَلِيكَ )(٥٢١).
٢٧٢١ - وَحَدَّثَنِي عَنْ مَالِكٍ، عَنْ يَحْيَى بْنِ سَعِيدٍ، أَنَّهُ قَالَ : سَمِعْتُ الْقَاسِمَ بْنَ مُحَمَّدٍ يَقُولُ : جَاءَ رَجُلٌ إِلَى عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عَبَّاسٍ فَقَالَ : لَهُ إِنَّ لِي يَتِيماً وَلَهُ إِبِلٌ، أَفَأَشْرَبُ مِنْ لَبَنِ إِبِلِهِ ؟ فَقَالَ ابْنُ عَبَّاسٍ : إِنْ كُنْتَ تَبْغِي ضَالَّةَ إِبِلِهِ، وَتَهْنَأُ جَرْبَاهَا، وَتَلُطُّ حَوْضَهَا، وَتَسْقِيهَا يَوْمَ وِرْدِهَا، فَاشْرَبْ غَيْرَ مُضِرٍّ بِنَسْلٍ، وَلاَ نَاهِكٍ فِي الْحَلْبِ(٥٢٢).
٢٧٢٢ - وَحَدَّثَنِي عَنْ مَالِكٍ، عَنْ هِشَامِ بْنِ عُرْوَةَ، عَنْ أَبِيهِ، أَنَّهُ كَانَ لاَ يُؤْتَى أَبَداً بِطَعَامٍ وَلاَ شَرَابٍ، حَتَّى الدَّوَاءُ فَيَطْعَمَهُ أَوْ يَشْرَبَهُ إِلاَّ قَالَ : الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي هَدَانَا، وَأَطْعَمَنَا وَسَقَانَا، وَنَعَّمَنَا، اللَّهُ أَكْبَرُ، اللَّهُمَّ أَلْفَتْنَا نِعْمَتُكَ بِكُلِّ شَرٍّ، فَأَصْبَحْنَا مِنْهَا وَأَمْسَيْنَا بِكُلِّ خَيْرٍ، نَسْأَلُكَ تَمَامَهَا وَشُكْرَهَا، لاَ خَيْرَ إِلاَّ خَيْرُكَ، وَلاَ إِلَهَ غَيْرُكَ، إِلَهَ الصَّالِحِينَ، وَرَبَّ الْعَالَمِينَ، الْحَمْدُ لِلَّهِ، وَلاَ إِلَهَ إِلاَّ اللَّهُ، مَا شَاءَ اللَّهُ، وَلاَ قُوَّةَ إِلاَّ بِاللَّهِ، اللَّهُمَّ بَارِكْ لَنَا فِيمَا رَزَقْتَنَا، وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ(٥٢٣).
٢٧٢٣ - قَالَ يَحْيَى : سُئِلَ مَالِكٌ : هَلْ تَأْكُلُ الْمَرْأَةُ مَعَ غَيْرِ ذِي مَحْرَمٍ مِنْهَا, أَوْ مَعَ غُلاَمِهَا ؟ فَقَالَ مَالِكٌ : لَيْسَ بِذَلِكَ بَأْسٌ، إِذَا كَانَ ذَلِكَ عَلَى وَجْهِ مَا يُعْرَفُ لِلْمَرْأَةِ أَنْ تَأْكُلَ مَعَهُ مِنَ الرِّجَالِ. قَالَ : وَقَدْ تَأْكُلُ الْمَرْأَةُ مَعَ زَوْجِهَا وَمَعَ غَيْرِهِ مِمَّنْ يُؤَاكِلُهُ، أَوْ مَعَ أَخِيهَا عَلَى مِثْلِ ذَلِكَ، وَيُكْرَهُ لِلْمَرْأَةِ أَنْ تَخْلُوَ مَعَ الرَّجُلِ لَيْسَ بَيْنَهُ وَبَيْنَهَا حُرْمَةٌ(٥٢٤).