بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla
35- CEHMİYYE'NİN İNKÂR ETTİĞİ ŞEYLERİN BEYÂNI BÂBI
182) ... Cerir bin Abdillah (el-Beceli) (radıyallahü anh)’den rivâyet edildiğine göre şöyle demiştir : Biz Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in yanında oturuyorduk. Kendisi ayın on dördüncü gecesi (dolun) aya bakıp :
( Şu ay’ı nasıl hepiniz izdihamsız olarak ve sıkışıp üst üste yığılmanıza ihtiyaç kalmadan görüyorsanız şüphesiz Rabbiniz de (kıyamet günü) öylece göreceksiniz. Artık güneşin doğuşundan ve batışından önceki namazların bir birisinden alıkonmamaya gücünüz yeterse (onu) işleyiniz. ) buyurdu. Sonra şu (mealdeki) ayeti okudu:
( ... Ve güneşin doğuşundan önce de gurubundan önce de Rabbine hamd ile tesbih et. ) (Kaf, 39)
183) ... Ebû Hureyre (radıyallahü anh)’den rivâyet edildiğine göre kendisi, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), şöyle buyurdu, demiştir :
( Ayın ondördüncü gecesi kamer’i (dolunayı) görebilmek için izdihama ve üst üste yığılmaya ihtiyaç duyuyor musunuz? ) Sahabiler :
Hayır! diye cevap verdiler. Resûlüllah da :
( İşte öylece kıyamet günü Rabbinizi görebilmek için hiç bir izdihama ve üst üste yığılmaya ihtiyaç duymayacaksınız. ) buyurdu.
184) ... Ebû Saidi Hudri (radıyallahü anh)’den rivâyet edildiğine göre kendisi şöyle demiştir : Biz (Resûlüllah’a) :
Ya Resûlüllah! (Kıyamet gününde) biz Rabbimizi görecek miyiz? diye sorduk, (sallallahü aleyhi ve sellem) efendimiz hazretleri bize cevaben):
( Siz, güneş’i öğle zamanı ve hiçbir bulut yokken görmek için itişip kakışmaya, birbirinize zahmet vermeye ihtiyaç görür müsünüz? ) diye sordu. Biz :
Hayır! diye cevap verdik. Bu kere :
( Ayın on dördüncü gecesi (dolun) ayı yine ( hava ayaz iken ve) hiçbir bulut yok iken görmek için bir birinize izdiham etmeye hacet duyar mısınız? ) diye sordu. Sahabiler :
Hayır! diye cevapladılar. (Bunun üzerine) Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) :
( Şüphesiz Allah’ı görmek hususunda ancak (durumu anlatılan) öğle güneşi ve dolunayı görmek için duyduğunuz izdiham kadar bir zahmet göreceksiniz. (Yani Güneş ve Ay’ı görmek için nasıl hiçbir zahmet çekmiyorsanız, ahiret günü Allahü teâlâ’yı görmek için de hiçbir zahmet çekmiyeceksiniz. ) ) buyurdu.
185) ... Ebû Rezin (radıyallahü anh)’den rivâyet edildiğine göre kendisi şöyle söylemiştir:Ben Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e :
- Ya Resûlüllah! Kıyamet günü biz Allah’ı görecek miyiz? ve mahlukatı içerisinde Allah’ı görebilmenin alameti nedir? diye sordum. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):
( Ya Eba Rezin! Hepiniz ayrı ayrı ve izdihamsız olarak Ay’ı görmüyormusunuz? ) buyurdu.
Ebû Rezin dedi ki Ben:
- Evet! (Buyurduğun gibi hepimiz izdihamsız olarak ayrı ayrı ay’ı görüyoruz), dedim. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):
( İşte, Allah her şeyden büyük ve yücedir. Ve rahatlıkla gördüğünüz Ay Allah’ın yaratıkları içinde bir alamettir ), buyurdu.
186) ... Ebû Rezin (radıyallahü anh)’den rivâyet edildiğine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu demiştir:
( Sıkıntılı durumlarının değişmesi yakın olmakla beraber kullarının ümitsizliğe kapılmalarına Allah güldü) buyurdu. Ebû Rezin dedi ki ben:
- Ya Resûlüllah! Rab (Teala Hazretleri) güler mi? diye sordum. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) :
( Evet ) buyurdu. (Bunun üzerine) Ben:
( Gülmek vasfını taşıyan bir Rab’ten daima hayır buluruz, dedim. )
187) ... Ebû Rezin (radıyallahü anh)’den rivâyet edildiğine göre kendisi şöyle söylemiştir: Ben Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e:
- Ya Resûlüllah! Rabbimiz mahlukatı yaratmadan önce nerde idi? diye sordum. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) :
( Rabbimiz, ne altında ne de üstünde hava bulunmayan bir ama (bulut) da idi. Orada hiçbir yaratık yoktu. Rabbimizin arşı su üzerindedir ), buyurdu.
188) ... Safvan bin Muhriz El-Mazini (radıyallahü anh)’den rivâyet edildiğine göre şöyle demiştir:
Abdullah bin Ömer (radıyallahü anh) bir ara Kabe’yi tavaf ederken biz de onun beraberinde idik. Aniden bir adam ona çıkıp geldi ve:
- Ya İbni Ömer! Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in Necva(= kıyamet günü Allah ile Müminler arasında cereyan edecek olan özel görüşme) hakkında buyurduğu (şeyleri) kendisinden sen nasıl işittin? diye sordu. Abdullah İbni Ömer:
Ben Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’den şöyle buyurduğunu işittim:
( Mümin (kul), kıyamet günü Rabbine öyle bir derecede yaklaştırılır ki, artık Rabbi onun sırrını mahşer ehlinden saklamış olur. Sonra Rabbi ona bütün günahlarını ikrar ettirir. Rabbi, (ona günahlarını itiraf ettirirken) şunu işlediğini sen bilir misin? diye sorar. Mümin de : Ya Rabbi! bilirim , der. Nihayet müminin işlediği günahlar hakkındaki itirafları Allah’ın dilediği miktara ulaşınca Allahü teâlâ ona ( şüphesiz ben senin işlediğin günahları dünyada senin için örttüm. Bu gün de senin için o günahlarını mağfiret ediyorum ) buyurur. Resûlüllah buyurdu ki : Sonra onun hasenatının sahifesi veya defteri onun sağ eline verilir. Resûlüllah buyurdu ki : Ama kafir veya münafık ise şahitlerin başları üzerinde nida edilerek şöyle haykırılır:
Şunlar Rablerine karşı yalan söyleyenlerdir. Haberiniz olsun. Allah’ın laneti zalimlerin üzerinedir. ) Ravilerden Halid (bin el-Haris) dedi ki hadis metninden:
( Şahitlerin başları üzerinden) lafzı münkatı’dır. Bu lafzın dışındaki metnin tamamı mevsul’dur.
189) ... Cabir bin Abdillah (radıyallahü anh)’den Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu, dediği rivâyet olunmuştur :
( Cennet ehli (kendilerine verilen) nimet içinde (yaşar) iken aniden onlara bir nur çıkıp yükselecektir. Bunun üzerine onlar başlarını kaldıracak (bu nura bakacaklar). İşte o anda Rab Teala, şanına layık bir yükseklik ve yücelikle onların fevkinden onlara zuhur edecektir. Sonra (onlara) :
- Ey Cennet ehli, Selam sizlere olsun! buyuracaktır.
Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki:
İşte (Allah’ın Cennet ehline buyurduğu) şu selam, O’nun = ( Allah tarafından bir söz olarak onlara ( Selam ) vardır. Kavli (Celili)dir. ) (Yasin, 58)
(Bundan sonra) Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) :
( Allahü teâlâ (Selam verdikten) sonra onlara bakar, onlar da Allah’a bakarlar da Allah’a baktıkları sürece hiçbir nimete iltifat etmiyecekler. Nihayet Allah zatını onlar tarafından görülmez kılar. Fakat Cennet ehlinin makamlarında ve onların üzerinde Allah’ın nuru ve bereketi devamlı kalır. )
190) ... Adiyy bin Hatim(-i Tai) (radıyallahü anh)’den rivâyet edildiğine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu demiştir:
( Sizden hiç kimse yoktur ki Rabbı, (Ahiret günü) kendisi ile konuşacak olmasın. (Rabbiniz her biriniz ile ayrı ayrı konuşacakken de) Rab ile kul arasında tercüman bulunmayacaktır. Bu esnada kul sağına bakar, önceden sunmuş olduğu amelinden başka hiçbir şey görmez. Sonra sol tarafına bakar, takdim ettiği amelinden başka hiçbir şey görmez. Daha sonra önüne bakar, Cehennem ateşi ona görünür.
Sizden kim Cehennem ateşinden bir hurma tanesinin yarısı ile de olsa korunabilirse bunu yapsın. )
191) ... Abdullah bin Kays (Ebû Mûsâ) el-Eşari (radıyallahü anh)’den rivâyet edildiğine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
( Kabları ve bütün eşyaları gümüşten olan iki cennet vardır. Ve kabları ile bütün eşyaları altından olan iki cennet daha vardır. Adin (adlı) Cennet ehli ile bunların Rabları Tebareke ve Teala’ya bakmaları arasında, Allah’ın zatı üzerindeki azamet ve Kibriya rida (= vasfı)ından başka bir engel yoktur. )
192) ... Suhayb (radıyallahü anh)’den şöyle dediği rivâyet olunmuştur: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şu ayeti okudu:
(İman edip güzel amel işleyenlere Cennet ve bir de Allah’ın cemalini görmek vardır... ) (Yunus suresi, 26) ve şöyle buyurdu:
Cennet ehli Cennete, Cehennem ehli de Cehenneme girdikleri zaman bir davetçi : Ey Cennet ehli! Şüphesiz Allah indinde sizler için bir vaad vardır. Allah o vaadı sizlere tam olarak ifa etmek ister, diye çağırır. Bunun üzerine Cennet ehli :
O (vaad) nedir? Allah mizanlarımızı (hasenatla) ağırlaştırmadı mı, yüzlerimizi ak etmedi mi, bizi Cennete dahil etmedi mi, bizi (Cehennem) ateşinden kurtarmadı mı? diye cevap verirler. (Allah’ın onlara bahşettiği lütufları bir bir sıralarlar. ) Resûlüllah buyurdu ki; Bunun üzerine Allah, yüce zatı ile kulları arasından hicap (perdesi)ını açar da Cennet ehli O’na bakar dururlar. Allah’a andolsun ki, Allah Cennet ehline, zatına bakmaktan daha sevimli ve gözlerini daha doyurucu bir şey (nimet) onlara vermemiştir.
193) ... Âişe (radıyallahü anha)’dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir:
İşitmesi bütün sesleri ihata eden Allah’a hamd olsun. And olsun ki mücadeleci kadın Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’e geldi. Ben de odanın bir kendarında idim. O (kadın) eşini şikayet ediyordu. Ben onun söylediklerini işitmiyordum. Biraz sonra Allah: ( .......... ) Ayetini indirdi.
NOT: Hazret-i Âişe (radıyallahü anha)’nin hadisin bitiminde okuduğu ayet –Mücadele - suresinin birinci ayetinin baş kısmıdır. Ayetin tamamının meali şöyledir:
(Kocası hakkında seninle mücadele eden ve (kimsesizliği ile ihtiyacından dolayı) Allah’a şikayet eden kadının sözünü şüphesiz Allah işitti. Allah zaten konuşmalarınızı işitir; Çünkü Allah şüphesiz her şeyi işitici ve görücüdür. )
194) ... Ebû Hureyre (radıyallahü anh)’den Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu, dediği rivâyet olunmuştur:
( Rabbınız, mahlukatı yaratmadan önce, kendi (kudret) eliyle kendi zatı üstüne: ( Benim rahmetim gazabıma sebkat etti. ) (vaadını) yazdı. )
195) ... Talha bin Hıraş (radıyallahü anh)’den rivâyet edildiğine göre kendisi, Cabir bin Abdillah (radıyallahü anh)’den şöyle söylediğini işittim, demiştir :
(Ravi Cabir’in babası olan) Abdullah bin Amr bin Haram, Uhud günü şehid edilince, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana rastladı ve :
( Ya Cabir! Babana Allah’ın söylediği sözü sana bildirmiyeyim mi? ) diye sordu.
(Müellife hadisi rivâyet eden 2 raviden) Yahya da hadisinde (yukarıdaki fıkra yerine) şöyle söylemiştir: Resûlüllah, Cabir’e rastlayınca:
( Ya Cabir! Neden ben seni (kalben) kırgın (ve üzgün) görüyorum?) diye sordu. Cabir dedi ki, Ben de:
Ya Resûlüllah! Babam şehid edildi ve çoluk çocuk ile borç bıraktı, diye cevap verdim. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) :
(Ey Cabir! O halde Allah’ın babanı nasıl bir hitab ile karşıladığını sana müjdelemiyeyim mi? ) buyurdu.
Cabir de :
Buyur ya Resûlüllah! (Allah’ın babama olan hitabını bildir, müjdele) dedi. Resûlüllah (bunun üzerine):
-(Allah hicap (perde) ardından olmaksızın hiç kimse ile katiyen konuşmamıştır. Bununla beraber Allah babanla vicahen (perdesiz ve elçisiz) konuştu ve ona şöyle buyurdu:
( Ey (sevgili) kulum! Benden (ikram) iste. (Ne istersen) sana vereyim. ) Baban da:
Ya Rabbim! (Arzum şudur: ) Beni diriltirsin (dünyaya iade edersin. ) Ben de ikinci bir defa senin uğrunda şehid edilirim, dedi. Bunun üzerine Rab Sübhanehu ve Teala :
( İnsanların dünyaya hiç dönmeyecekleri hükmü şüphesiz benim tarafımdan önceden verilmiştir ), buyurdu. Baban :
Ya Rabbi! O halde (bizim durumumuzu) arkamda kalanlara tebliğ buyur, dedi.
Resûlüllah buyurdu ki :
( İşte bunun üzerine Allahü teâlâ (meali aşağıda alınan) şu ayeti indirdi) :
( Allah uğrunda öldürülenleri sakın ölüler sanma. Hakikatte onlar Rabları katında dirilerdir, Cennet meyvalarından rızıklanırlar. ) (Ali İmran, 169)
196) ... Ebû Hureyre (radıyallahü anh)’den rivâyet edildiğine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) (bir ara) şöyle buyurdu :
( Birisi diğerini öldüren iki kişiyi şüphesiz Allah rızasıyla karşılar. Her ikisi de Cennet’e girer. )
Sahabiler buna şaşarak:
Ya Resûlüllah hem katil hem maktul ikisi birden nasıl Cennet’e girer? diye sorunca da Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) :
( Şu (müslüman) Allah yolunda çarpışarak şehid düşer (ve Cennet’e girer. ) Sonra Allah katilini hidayet eder o da müslüman olur sonra Allah yolunda cihad eder ve neticede o da şehid edilir ), (diye cevap verdi. )
197) ... Ebû Hureyre (radıyallahü anh)’den Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu, dediği rivâyet edilmiştir :
( Allah kıyamet günü bütün yer tabakalarını kudret eline alır. Gök (tabakalarını) da sağ eli içine dürer, büker. Sonra (mahşer halkına) : (İşte ben kainatın yegane malikiyim! Hani yer yüzünün (düzme) padişahları nerede? ) diye hitap eder. )
198) ... Abbâs bin Abdilmuttalib (radıyallahü anh)’den şöyle söylediği rivâyet olunmuştur :
Aralarında Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in de bulunduğu bir ısabe (cemaat) içinde bir kere Batha’da idim. Bu esnada bir bulut parçası geçti. Resûlüllah ona baktı. Sonra (buluta işaret ederek) :
- ( Buna ne isim veriyorsunuz? ) diye sordu. Oradakiler:
- Sehab, diye cevap verdiler. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) :
- ( Müzn de ), (deniliyor mu?) buyurdu. Onlar :
- (Evet) Müzn (ismini) de (veriyoruz) dediler. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):
- ( Anan de, (deniliyor mu?) ) diye sordu. Ebû Bekir (radıyallahü anh) dedi ki orada bulunanlara:
- (Evet) Anan (adını) da (veriyoruz) dediler. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):
- ( Siz kendiniz ile sema (gök) arasında ne kadar mesafe bulunduğunu biliyor musunuz? ) diye sordu. Onlar :
- Biz bilemeyiz, diye cevap verdiler. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):
- ( İşte şüphesiz sizler ile Sema arasında 71 veya 72 veya 73 yıllık mesafe vardır. Onun üstündeki (2’nci) sema da öyledir. ) (Yani iki gök tabakası arasındaki mesafe de bu kadardır. ) ( Resûlüllah yedi sema’yı böylece sayarak (her iki sema’nın arasında bu kadar mesafe bulunduğunu) bildirdi.
( Sonra yedinci gök fevkinde öyle bir deniz vardır ki onun üstü ile dibi arasındaki mesafe iki gök arasındaki mesafe kadardır. Sonra onun daha yukarısında (yapı bakımından dağ keçisinin tekesine benzeyen) öyle 8 melek bulunur ki onların çatal tırnakları ile sırtları arasında mesafe yine iki gök arası kadardır. Bu meleklerin sırtında Arş bulunur. Arş’ın da altı ile üstü arası iki gök arası kadardır. Sonra Allah Tebareke ve Teala(nın hüküm ve saltanatı) Arş’ın üstündedir. )
199) ... Ebû Hureyre (radıyallahü anh)’den rivâyet edildiğine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
( Allah, gökteki meleklere bir şeyin infaz edilmesini emrettiği zaman, düz bir taş üstünde hareket ettirilen zincir sesi gibi heybetli olan bu ilahi buyruğa (korku içinde) tam manasıyla inkıyad etmek üzere melekler, kanadlarını birbirine vururlar. Kalblerinden bu korku gidince de bunlar, Cebrail, Mikail gibi mukarrabin meleklere :
Rabbiniz ne söyledi? diye sorarlar. Mukarrabin melekleri :
Allah, hak ve söz söyledi, diye Allah’ın emir ve hükmünü bildirirler ve, Allah yüce ve büyüktür, derler. Resûlüllah buyurdu ki :
İşte bu suretle kulak hırsızı şeytanlar, Allah’ın verdiği emir ve hükümleri işitirler. Bu esnada kulak hırsızı o şeytanlar (yerden göğe kadar) birbirlerinin üstünde (zincirleme) sıralanmış (kulak hırsızlığına hazırlanmış)lardır. Bu durumda iken en üstteki şeytan melekler arasında cereyan eden konuşmayı işitir ve bu sözleri, altındaki şeytana hemen aktarır. Bazen üstteki şeytan, işittiği haberi altındakine ve o da kahin veya sahirin diline atmadan önce bir ateş parçası üstteki şeytana erişir (ve onu yakar). Bazen de haberi alttakine ulaştırıncaya kadar ateş ona ulaşmaz. Nihayet kendisine haber ulaşan kahin veya sahir o haberle beraber yüz yalan uydurup (sağa sola söyler). Neticede gökten işitilmiş olan söz gerçekleşir. (Kahin veya sahir bunu istismar eder ve ettirir). )
200) ... Ebû Mûsâ (el-Eşari) (radıyallahü anh)’den şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) beş hususu tebliğ etmek üzere, aramızda ayağa kalkarak (bir konuşma yaptı) ve :
( Şüphesiz Allah uyumaz. Zaten uyku onun şanına layık değildir. O, Kıst’ı (=teraziyi) aşağı indirip yukarı kaldırır. Kullarının gündüz amelinden önce gece ameli ve gece amelinden evvel gündüz ameli O’nun katına yükseltilir. O’nun görülmesini perdeliyen hicap nurdur. Eğer Allah o hicap (perdeyi) açsaydı, celal ve cemali, O’nun gördüğü bütün mahlukatını yakardı ), buyurdu.
201) ... Ebû Mûsâ (el-Eşari) (radıyallahü anh)’den rivâyet edildiğine göre kendisi, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
( Şüphesiz Allah uyumaz. Zaten uyku O’nun şanına layık değildir. O, kıstı, aşağı indirir, yukarı kaldırır. O’nun hicabı nurdur. Eğer Allah o hicabı açsaydı, celal ve cemali, O’nun gördüğü her şeyi yakardı. )
Sonra (Ebû Mûsâ’dan hadisi rivâyet eden) Ebû Ubeyde şu ayeti okudu :
( .... Ateş yerinde olan (Mûsâ’ya) ve ateş etrafında bulunan meleklere bereket verildi. Alemlerin Rabbi olan Allah (her türlü eksikliklerden ve ihtiyaçtan) münezzehtir. ) (Neml suresi, âyet 8)
202) ... Ebû Hureyre (radıyallahü anh)’den Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu, dediği rivâyet olunmuştur:
( Allah’ın ikram hazinesi doludur. Hiçbir (harama veya başka) şey onu eksiltmez. O, gece gündüz devamlı akar. O’nun kudret eline de Kıst (= terazi, rızık) vardır. Yükseltir, alçaltır. Resuli Ekrem (sözüne devamla) buyurdu ki:
Allah’ın gökleri ve yeri yarattığı günden beri infak ve ihsan buyurduğu nimetlerin mahiyetini ve miktarını bana bildirebilirmisin? Şüphesiz O’nun harcamış olduğu meblağ kudret elinde ve hazinesinde bulunan nimetlerden hiçbir şey eksiltmemiştir. )
203) ... Abdullah bin Ömer (radıyallahü anh)’den rivâyet edildiğine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) minber üstünde şöyle buyururken, işittim, demiştir:
( Cebbar (olan Allah kıyamet günü mülkü olan) gökleri ve yeri (kudret) eline (şöyle) alır. ) Ravi Abdullah bin Ömer dedi ki: Resûlüllah böyle buyururken elinin parmaklarını kapadı da parmaklarını açıp kapamaya başladı.
( Resûlüllah sözlerine devamla şöyle buyurdu) :
( Sonra Allah buyuracak ki, Cebbar olan, ancak benim. Hani (dünyadaki) Cebbarlar nerede? Hani mütekebbirler nerede? )
Ravi Abdullah dedi ki: Resûlüllah bu konuşmasını yaparken sağına ve soluna eğiliyordu. Hatta baktım minber, altından yukarısına kadar öyle bir derecede sallanıyordu ki ben artık minber Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber düşecek mi? diye endişelendim.
204) ... En-Nevvas bin Seman El-Kilabi (radıyallahü anh)’den rivâyet edildiğine göre kendisi: Ben Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’den şöyle buyururken işittim, demiştir:
( Her kalb ancak Rahman’ın parmaklarından iki parmak arasındadır. Eğer dilerse (hak üzerinde) durdurur ve şayet dilerse saptırır. )
( Ravi en-Nevvas devamla: ) ve Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle dua ederdi. (demiştir):
( Ey kalbleri (dilediği üzerinde) sabit kılan Allah! Kalblerimizi dinin (olan İslamiyet) üzerinde sabit kıl. )
(Ravi bundan sonra da) Resûlüllah şöyle buyurdu, demiştir:
( Terazi Rahman’ın elindedir. Kıyamet gününe kadar bazı kavimleri yükseltir, bir kısım kavimleri de alçaltır. )
205) ... Ebû Said-i Hudri (radıyallahü anh)’den, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir:
( Allah, şu üç şeye şüphesiz yönelir, çok razı olur; Namazda (teşkil edilen) saffa, geceleyin namaza duran adama ve cihad eden kimseye. )
(Ravi dedi ki: Kanaatıma göre cihad eden kimse ile ilgili olarak) Resûlüllah ( Ordunun arkasında (ötesinde... ) ) kaydını koştu.
206) ... Cabir bin Abdillah (radıyallahü anh)’den şöyle söylediği rivâyet edilmiştir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), hac mevsiminde (Mekke’ye çeşitli yerlerden gelen) insanlara kendisini takdim ederek:
( Beni kavmine götürecek kimse yok mu? Çünkü gerçekte Kureyş beni, Rabbimin kelamını tebliğ etmekten alıkoymak istediler ), buyurdu.
207) ... Ebud Derda (radıyallahü anh)’den rivâyet edildiğine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), Allahü teâlâ’nın: = ( ... Her gün Allah yeni bir icadadır. ) buyruğu hakkında şöyle buyurdu:
( Bir günahı örtmesi, bir üzüntüyü gidermesi, bir kavmi yükseltmesi ve bir kavmi alçaltması O’nun (yeni yeni) icadlarındandır. )
٣٥ - باب فِيمَا أَنْكَرَتِ الْجَهْمِيَّةُ
١٨٢ - حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ نُمَيْرٍ، حَدَّثَنَا أَبِي وَوَكِيعٌ، ح وَحَدَّثَنَا عَلِيُّ بْنُ مُحَمَّدٍ، حَدَّثَنَا خَالِي، يَعْلَى وَوَكِيعٌ وَأَبُو مُعَاوِيَةَ قَالُوا حَدَّثَنَا إِسْمَاعِيلُ بْنُ أَبِي خَالِدٍ، عَنْ قَيْسِ بْنِ أَبِي حَازِمٍ، عَنْ جَرِيرِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ، قَالَ كُنَّا جُلُوسًا عِنْدَ رَسُولِ اللَّهِ ـ صلّى اللّه عليه وسلّم ـ فَنَظَرَ إِلَى الْقَمَرِ لَيْلَةَ الْبَدْرِ فَقَالَ ( إِنَّكُمْ سَتَرَوْنَ رَبَّكُمْ كَمَا تَرَوْنَ هَذَا الْقَمَرَ لاَ تَضَامُّونَ فِي رُؤْيَتِهِ فَإِنِ اسْتَطَعْتُمْ أَنْ لاَ تُغْلَبُوا عَلَى صَلاَةٍ قَبْلَ طُلُوعِ الشَّمْسِ وَقَبْلَ غُرُوبِهَا فَافْعَلُوا ). ثُمَّ قَرَأَ {وَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ قَبْلَ طُلُوعِ الشَّمْسِ وَقَبْلَ الْغُرُوبِ} .
١٨٣ - حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ نُمَيْرٍ، حَدَّثَنَا يَحْيَى بْنُ عِيسَى الرَّمْلِيُّ، عَنِ الأَعْمَشِ، عَنْ أَبِي صَالِحٍ، عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ، قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ ـ صلّى اللّه عليه وسلّم ـ ( تَضَامُّونَ فِي رُؤْيَةِ الْقَمَرِ لَيْلَةَ الْبَدْرِ ). قَالُوا لاَ . قَالَ ( فَكَذَلِكَ لاَ تَضَامُّونَ فِي رُؤْيَةِ رَبِّكُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ ).
١٨٤ - حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ الْعَلاَءِ الْهَمْدَانِيُّ، حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ إِدْرِيسَ، عَنِ الأَعْمَشِ، عَنْ أَبِي صَالِحٍ السَّمَّانِ، عَنْ أَبِي سَعِيدٍ، قَالَ قُلْنَا يَا رَسُولَ اللَّهِ أَنَرَى رَبَّنَا قَالَ ( تَضَامُّونَ فِي رُؤْيَةِ الشَّمْسِ فِي الظَّهِيرَةِ فِي غَيْرِ سَحَابٍ ). قُلْنَا لاَ . قَالَ ( فَتَضَارُّونَ فِي رُؤْيَةِ الْقَمَرِ لَيْلَةَ الْبَدْرِ فِي غَيْرِ سَحَابٍ ). قَالُوا لاَ . قَالَ ( إِنَّكُمْ لاَ تَضَارُّونَ فِي رُؤْيَتِهِ إِلاَّ كَمَا تَضَارُّونَ فِي رُؤْيَتِهِمَا ).
١٨٥ - حَدَّثَنَا أَبُو بَكْرِ بْنُ أَبِي شَيْبَةَ، حَدَّثَنَا يَزِيدُ بْنُ هَارُونَ، أَنْبَأَنَا حَمَّادُ بْنُ سَلَمَةَ، عَنْ يَعْلَى بْنِ عَطَاءٍ، عَنْ وَكِيعِ بْنِ حُدُسٍ، عَنْ عَمِّهِ أَبِي رَزِينٍ، قَالَ قُلْتُ يَا رَسُولَ اللَّهِ أَكُلُّنَا يَرَى اللَّهَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَمَا آيَةُ ذَلِكَ فِي خَلْقِهِ قَالَ ( يَا أَبَا رَزِينٍ أَلَيْسَ كُلُّكُمْ يَرَى الْقَمَرَ مُخْلِيًا بِهِ ). قَالَ قُلْتُ بَلَى . قَالَ ( فَاللَّهُ أَعْظَمُ وَذَلِكَ آيَتُهُ فِي خَلْقِهِ ).
١٨٦ - حَدَّثَنَا أَبُو بَكْرِ بْنُ أَبِي شَيْبَةَ، حَدَّثَنَا يَزِيدُ بْنُ هَارُونَ، أَنْبَأَنَا حَمَّادُ بْنُ سَلَمَةَ، عَنْ يَعْلَى بْنِ عَطَاءٍ، عَنْ وَكِيعِ بْنِ حُدُسٍ، عَنْ عَمِّهِ أَبِي رَزِينٍ، قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ ـ صلّى اللّه عليه وسلّم ـ ( ضَحِكَ رَبُّنَا مِنْ قُنُوطِ عِبَادِهِ وَقُرْبِ غِيَرِهِ ). قَالَ قُلْتُ يَا رَسُولَ اللَّهِ أَوَ يَضْحَكُ الرَّبُّ قَالَ ( نَعَمْ ). قُلْتُ لَنْ نَعْدِمَ مِنْ رَبٍّ يَضْحَكُ خَيْرًا .
١٨٧ - حَدَّثَنَا أَبُو بَكْرِ بْنُ أَبِي شَيْبَةَ، وَمُحَمَّدُ بْنُ الصَّبَّاحِ، قَالاَ حَدَّثَنَا يَزِيدُ بْنُ هَارُونَ، أَنْبَأَنَا حَمَّادُ بْنُ سَلَمَةَ، عَنْ يَعْلَى بْنِ عَطَاءٍ، عَنْ وَكِيعِ بْنِ حُدُسٍ، عَنْ عَمِّهِ أَبِي رَزِينٍ، قَالَ قُلْتُ يَا رَسُولَ اللَّهِ أَيْنَ كَانَ رَبُّنَا قَبْلَ أَنْ يَخْلُقَ خَلْقَهُ قَالَ ( كَانَ فِي عَمَاءٍ مَا تَحْتَهُ هَوَاءٌ وَمَا فَوْقَهُ هَوَاءٌ ثُمَّ خَلَقَ الْعَرْشَ عَلَى الْمَاءِ ).
١٨٨ - حَدَّثَنَا حُمَيْدُ بْنُ مَسْعَدَةَ، حَدَّثَنَا خَالِدُ بْنُ الْحَارِثِ، حَدَّثَنَا سَعِيدٌ، عَنْ قَتَادَةَ، عَنْ صَفْوَانَ بْنِ مُحْرِزٍ الْمَازِنِيِّ، قَالَ بَيْنَمَا نَحْنُ مَعَ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عُمَرَ وَهُوَ يَطُوفُ بِالْبَيْتِ إِذْ عَرَضَ لَهُ رَجُلٌ فَقَالَ يَا ابْنَ عُمَرَ كَيْفَ سَمِعْتَ رَسُولَ اللَّهِ ـ صلّى اللّه عليه وسلّم ـ يَذْكُرُ فِي النَّجْوَى قَالَ سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ ـ صلّى اللّه عليه وسلّم ـ يَقُولُ ( يُدْنَى الْمُؤْمِنُ مِنْ رَبِّهِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ حَتَّى يَضَعَ عَلَيْهِ كَنَفَهُ ثُمَّ يُقَرِّرُهُ بِذُنُوبِهِ فَيَقُولُ هَلْ تَعْرِفُ فَيَقُولُ يَا رَبِّ أَعْرِفُ . حَتَّى إِذَا بَلَغَ مِنْهُ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ يَبْلُغَ قَالَ إِنِّي سَتَرْتُهَا عَلَيْكَ فِي الدُّنْيَا وَأَنَا أَغْفِرُهَا لَكَ الْيَوْمَ . قَالَ ثُمَّ يُعْطَى صَحِيفَةَ حَسَنَاتِهِ أَوْ كِتَابَهُ بِيَمِينِهِ . قَالَ وَأَمَّا الْكَافِرُ أَوِ الْمُنَافِقُ فَيُنَادَى عَلَى رُءُوسِ الأَشْهَادِ ). قَالَ خَالِدٌ فِي ( الأَشْهَادِ ). شَىْءٌ مِنِ انْقِطَاعٍ . {هَؤُلاَءِ الَّذِينَ كَذَبُوا عَلَى رَبِّهِمْ أَلاَ لَعْنَةُ اللَّهِ عَلَى الظَّالِمِينَ} .
١٨٩ - حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ عَبْدِ الْمَلِكِ بْنِ أَبِي الشَّوَارِبِ، حَدَّثَنَا أَبُو عَاصِمٍ الْعَبَّادَانِيُّ، حَدَّثَنَا الْفَضْلُ الرَّقَاشِيُّ، عَنْ مُحَمَّدِ بْنِ الْمُنْكَدِرِ، عَنْ جَابِرِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ، قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ ـ صلّى اللّه عليه وسلّم ـ ( بَيْنَا أَهْلُ الْجَنَّةِ فِي نَعِيمِهِمْ إِذْ سَطَعَ لَهُمْ نُورٌ فَرَفَعُوا رُءُوسَهُمْ فَإِذَا الرَّبُّ قَدْ أَشْرَفَ عَلَيْهِمْ مِنْ فَوْقِهِمْ فَقَالَ السَّلاَمُ عَلَيْكُمْ يَا أَهْلَ الْجَنَّةِ . قَالَ وَذَلِكَ قَوْلُ اللَّهِ {سَلاَمٌ قَوْلاً مِنْ رَبٍّ رَحِيمٍ} قَالَ فَيَنْظُرُ إِلَيْهِمْ وَيَنْظُرُونَ إِلَيْهِ فَلاَ يَلْتَفِتُونَ إِلَى شَىْءٍ مِنَ النَّعِيمِ مَا دَامُوا يَنْظُرُونَ إِلَيْهِ حَتَّى يَحْتَجِبَ عَنْهُمْ وَيَبْقَى نُورُهُ وَبَرَكَتُهُ عَلَيْهِمْ فِي دِيَارِهِمْ ).
١٩٠ - حَدَّثَنَا عَلِيُّ بْنُ مُحَمَّدٍ، حَدَّثَنَا وَكِيعٌ، عَنِ الأَعْمَشِ، عَنْ خَيْثَمَةَ، عَنْ عَدِيِّ بْنِ حَاتِمٍ، قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ ـ صلّى اللّه عليه وسلّم ـ ( مَا مِنْكُمْ مِنْ أَحَدٍ إِلاَّ سَيُكَلِّمُهُ رَبُّهُ لَيْسَ بَيْنَهُ وَبَيْنَهُ تَرْجُمَانٌ فَيَنْظُرُ عَنْ أَيْمَنَ مِنْهُ فَلاَ يَرَى إِلاَّ شَيْئًا قَدَّمَهُ ثُمَّ يَنْظُرُ عَنْ أَيْسَرَ مِنْهُ فَلاَ يَرَى إِلاَّ شَيْئًا قَدَّمَهُ ثُمَّ يَنْظُرُ أَمَامَهُ فَتَسْتَقْبِلُهُ النَّارُ فَمَنِ اسْتَطَاعَ مِنْكُمْ أَنْ يَتَّقِيَ النَّارَ وَلَوْ بِشِقِّ تَمْرَةٍ فَلْيَفْعَلْ ).
١٩١ - حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ بَشَّارٍ، حَدَّثَنَا أَبُو عَبْدِ الصَّمَدِ عَبْدُ الْعَزِيزِ بْنُ عَبْدِ الصَّمَدِ، حَدَّثَنَا أَبُو عِمْرَانَ الْجَوْنِيُّ، عَنْ أَبِي بَكْرِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ قَيْسٍ الأَشْعَرِيِّ، عَنْ أَبِيهِ، قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ ـ صلّى اللّه عليه وسلّم ـ ( جَنَّتَانِ مِنْ فِضَّةٍ آنِيَتُهُمَا وَمَا فِيهِمَا وَجَنَّتَانِ مِنْ ذَهَبٍ آنِيَتُهُمَا وَمَا فِيهِمَا وَمَا بَيْنَ الْقَوْمِ وَبَيْنَ أَنْ يَنْظُرُوا إِلَى رَبِّهِمْ تَبَارَكَ وَتَعَالَى إِلاَّ رِدَاءُ الْكِبْرِيَاءِ عَلَى وَجْهِهِ فِي جَنَّةِ عَدْنٍ ).
١٩٢ - حَدَّثَنَا عَبْدُ الْقُدُّوسِ بْنُ مُحَمَّدٍ، حَدَّثَنَا حَجَّاجٌ، حَدَّثَنَا حَمَّادٌ، عَنْ ثَابِتٍ الْبُنَانِيِّ، عَنْ عَبْدِ الرَّحْمَنِ بْنِ أَبِي لَيْلَى، عَنْ صُهَيْبٍ، قَالَ تَلاَ رَسُولُ اللَّهِ ـ صلّى اللّه عليه وسلّم ـ هَذِهِ الآيَةَ {لِلَّذِينَ أَحْسَنُوا الْحُسْنَى وَزِيَادَةٌ} وَقَالَ ( إِذَا دَخَلَ أَهْلُ الْجَنَّةِ الْجَنَّةَ وَأَهْلُ النَّارِ النَّارَ نَادَى مُنَادٍ يَا أَهْلَ الْجَنَّةِ إِنَّ لَكُمْ عِنْدَ اللَّهِ مَوْعِدًا يُرِيدُ أَنْ يُنْجِزَكُمُوهُ . فَيَقُولُونَ وَمَا هُوَ أَلَمْ يُثَقِّلِ اللَّهُ مَوَازِينَنَا وَيُبَيِّضْ وُجُوهَنَا وَيُدْخِلْنَا الْجَنَّةَ وَيُنْجِنَا مِنَ النَّارِ قَالَ فَيَكْشِفُ الْحِجَابَ فَيَنْظُرُونَ إِلَيْهِ فَوَاللَّهِ مَا أَعْطَاهُمُ اللَّهُ شَيْئًا أَحَبَّ إِلَيْهِمْ مِنَ النَّظَرِ إِلَيْهِ وَلاَ أَقَرَّ لأَعْيُنِهِمْ ).
١٩٣ - حَدَّثَنَا عَلِيُّ بْنُ مُحَمَّدٍ، حَدَّثَنَا أَبُو مُعَاوِيَةَ، حَدَّثَنَا الأَعْمَشُ، عَنْ تَمِيمِ بْنِ سَلَمَةَ، عَنْ عُرْوَةَ بْنِ الزُّبَيْرِ، عَنْ عَائِشَةَ، قَالَتِ الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي وَسِعَ سَمْعُهُ الأَصْوَاتَ، لَقَدْ جَاءَتِ الْمُجَادِلَةُ إِلَى النَّبِيِّ ـ صلّى اللّه عليه وسلّم ـ وَأَنَا فِي نَاحِيَةِ الْبَيْتِ تَشْكُو زَوْجَهَا وَمَا أَسْمَعُ مَا تَقُولُ فَأَنْزَلَ اللَّهُ {قَدْ سَمِعَ اللَّهُ قَوْلَ الَّتِي تُجَادِلُكَ فِي زَوْجِهَا} .
١٩٤ - حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ يَحْيَى، حَدَّثَنَا صَفْوَانُ بْنُ عِيسَى، عَنِ ابْنِ عَجْلاَنَ، عَنْ أَبِيهِ، عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ، قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ ـ صلّى اللّه عليه وسلّم ـ ( كَتَبَ رَبُّكُمْ عَلَى نَفْسِهِ بِيَدِهِ قَبْلَ أَنْ يَخْلُقَ الْخَلْقَ رَحْمَتِي سَبَقَتْ غَضَبِي ).
١٩٥ - حَدَّثَنَا إِبْرَاهِيمُ بْنُ الْمُنْذِرِ الْحِزَامِيُّ، وَيَحْيَى بْنُ حَبِيبِ بْنِ عَرَبِيٍّ، قَالاَ حَدَّثَنَا مُوسَى بْنُ إِبْرَاهِيمَ بْنِ كَثِيرٍ الأَنْصَارِيُّ الْحَرَامِيُّ، قَالَ سَمِعْتُ طَلْحَةَ بْنَ خِرَاشٍ، قَالَ سَمِعْتُ جَابِرَ بْنَ عَبْدِ اللَّهِ، يَقُولُ لَمَّا قُتِلَ عَبْدُ اللَّهِ بْنُ عَمْرِو بْنِ حَرَامٍ يَوْمَ أُحُدٍ لَقِيَنِي رَسُولُ اللَّهِ ـ صلّى اللّه عليه وسلّم ـ فَقَالَ ( يَا جَابِرُ أَلاَ أُخْبِرُكَ مَا قَالَ اللَّهُ لأَبِيكَ ). وَقَالَ يَحْيَى فِي حَدِيثِهِ فَقَالَ ( يَا جَابِرُ مَالِي أَرَاكَ مُنْكَسِرًا ). قَالَ قُلْتُ يَا رَسُولَ اللَّهِ اسْتُشْهِدَ أَبِي وَتَرَكَ عِيَالاً وَدَيْنًا . قَالَ ( أَفَلاَ أُبَشِّرُكَ بِمَا لَقِيَ اللَّهُ بِهِ أَبَاكَ ). قَالَ بَلَى يَا رَسُولَ اللَّهِ . قَالَ ( مَا كَلَّمَ اللَّهُ أَحَدًا قَطُّ إِلاَّ مِنْ وَرَاءِ حِجَابٍ وَكَلَّمَ أَبَاكَ كِفَاحًا . فَقَالَ يَا عَبْدِي تَمَنَّ عَلَىَّ أُعْطِكَ . قَالَ يَا رَبِّ تُحْيِينِي فَأُقْتَلُ فِيكَ ثَانِيَةً . فَقَالَ الرَّبُّ سُبْحَانَهُ إِنَّهُ سَبَقَ مِنِّي أَنَّهُمْ إِلَيْهَا لاَ يَرْجِعُونَ . قَالَ يَا رَبِّ فَأَبْلِغْ مَنْ وَرَائِي . قَالَ فَأَنْزَلَ اللَّهُ تَعَالَى {وَلاَ تَحْسَبَنَّ الَّذِينَ قُتِلُوا فِي سَبِيلِ اللَّهِ أَمْوَاتًا بَلْ أَحْيَاءٌ عِنْدَ رَبِّهِمْ يُرْزَقُونَ} ).
١٩٦ - حَدَّثَنَا أَبُو بَكْرِ بْنُ أَبِي شَيْبَةَ، حَدَّثَنَا وَكِيعٌ، عَنْ سُفْيَانَ، عَنْ أَبِي الزِّنَادِ، عَنِ الأَعْرَجِ، عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ، قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ ـ صلّى اللّه عليه وسلّم ـ ( إِنَّ اللَّهَ يَضْحَكُ إِلَى رَجُلَيْنِ يَقْتُلُ أَحَدُهُمَا الآخَرَ كِلاَهُمَا دَخَلَ الْجَنَّةَ يُقَاتِلُ هَذَا فِي سَبِيلِ اللَّهِ فَيُسْتَشْهَدُ ثُمَّ يَتُوبُ اللَّهُ عَلَى قَاتِلِهِ فَيُسْلِمُ فَيُقَاتِلُ فِي سَبِيلِ اللَّهِ فَيُسْتَشْهَدُ ).
١٩٧ - حَدَّثَنَا حَرْمَلَةُ بْنُ يَحْيَى، وَيُونُسُ بْنُ عَبْدِ الأَعْلَى، قَالاَ حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ وَهْبٍ، أَخْبَرَنِي يُونُسُ، عَنِ ابْنِ شِهَابٍ، حَدَّثَنِي سَعِيدُ بْنُ الْمُسَيَّبِ، أَنَّ أَبَا هُرَيْرَةَ، كَانَ يَقُولُ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ ـ صلّى اللّه عليه وسلّم ـ ( يَقْبِضُ اللَّهُ الأَرْضَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَيَطْوِي السَّمَاءَ بِيَمِينِهِ ثُمَّ يَقُولُ أَنَا الْمَلِكُ أَيْنَ مُلُوكُ الأَرْضِ ).
١٩٨ - حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ يَحْيَى، حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ الصَّبَّاحِ، حَدَّثَنَا الْوَلِيدُ بْنُ أَبِي ثَوْرٍ الْهَمْدَانِيُّ، عَنْ سِمَاكٍ، عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عَمِيرَةَ، عَنِ الأَحْنَفِ بْنِ قَيْسٍ، عَنِ الْعَبَّاسِ بْنِ عَبْدِ الْمُطَّلِبِ، قَالَ كُنْتُ بِالْبَطْحَاءِ فِي عِصَابَةٍ وَفِيهِمْ رَسُولُ اللَّهِ ـ صلّى اللّه عليه وسلّم ـ فَمَرَّتْ بِهِ سَحَابَةٌ فَنَظَرَ إِلَيْهَا فَقَالَ ( مَا تُسَمُّونَ هَذِهِ ). قَالُوا السَّحَابُ . قَالَ ( وَالْمُزْنُ ). قَالُوا وَالْمُزْنُ . قَالَ ( وَالْعَنَانُ ). قَالَ أَبُو بَكْرٍ قَالُوا وَالْعَنَانُ . قَالَ ( كَمْ تَرَوْنَ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَ السَّمَاءِ ). قَالُوا لاَ نَدْرِي . قَالَ ( فَإِنَّ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهَا إِمَّا وَاحِدًا أَوِ اثْنَيْنِ أَوْ ثَلاَثًا وَسَبْعِينَ سَنَةً وَالسَّمَاءُ فَوْقَهَا كَذَلِكَ ). حَتَّى عَدَّ سَبْعَ سَمَاوَاتٍ ( ثُمَّ فَوْقَ السَّمَاءِ السَّابِعَةِ بَحْرٌ بَيْنَ أَعْلاَهُ وَأَسْفَلِهِ كَمَا بَيْنَ سَمَاءٍ إِلَى سَمَاءٍ ثُمَّ فَوْقَ ذَلِكَ ثَمَانِيَةُ أَوْعَالٍ بَيْنَ أَظْلاَفِهِنَّ وَرُكَبِهِنَّ كَمَا بَيْنَ سَمَاءٍ إِلَى سَمَاءٍ ثُمَّ عَلَى ظُهُورِهِنَّ الْعَرْشُ بَيْنَ أَعْلاَهُ وَأَسْفَلِهِ كَمَا بَيْنَ سَمَاءٍ إِلَى سَمَاءٍ ثُمَّ اللَّهُ فَوْقَ ذَلِكَ تَبَارَكَ وَتَعَالَى ).
١٩٩ - حَدَّثَنَا يَعْقُوبُ بْنُ حُمَيْدِ بْنِ كَاسِبٍ، حَدَّثَنَا سُفْيَانُ بْنُ عُيَيْنَةَ، عَنْ عَمْرِو بْنِ دِينَارٍ، عَنْ عِكْرِمَةَ، عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ، أَنَّ النَّبِيَّ ـ صلّى اللّه عليه وسلّم ـ قَالَ ( إِذَا قَضَى اللَّهُ أَمْرًا فِي السَّمَاءِ ضَرَبَتِ الْمَلاَئِكَةُ أَجْنِحَتَهَا خِضْعَانًا لِقَوْلِهِ كَأَنَّهُ سِلْسِلَةٌ عَلَى صَفْوَانٍ فَإِذَا فُزِّعَ عَنْ قُلُوبِهِمْ قَالُوا مَاذَا قَالَ رَبُّكُمْ قَالُوا الْحَقَّ وَهُوَ الْعَلِيُّ الْكَبِيرُ قَالَ فَيَسْمَعُهَا مُسْتَرِقُو السَّمْعِ بَعْضُهُمْ فَوْقَ بَعْضٍ فَيَسْمَعُ الْكَلِمَةَ فَيُلْقِيهَا إِلَى مَنْ تَحْتَهُ فَرُبَّمَا أَدْرَكَهُ الشِّهَابُ قَبْلَ أَنْ يُلْقِيَهَا إِلَى الَّذِي تَحْتَهُ فَيُلْقِيهَا عَلَى لِسَانِ الْكَاهِنِ أَوِ السَّاحِرِ فَرُبَّمَا لَمْ يُدْرَكْ حَتَّى يُلْقِيَهَا فَيَكْذِبُ مَعَهَا مِائَةَ كَذْبَةٍ فَتَصْدُقُ تِلْكَ الْكَلِمَةُ الَّتِي سُمِعَتْ مِنَ السَّمَاءِ ).
٢٠٠ - حَدَّثَنَا عَلِيُّ بْنُ مُحَمَّدٍ، حَدَّثَنَا أَبُو مُعَاوِيَةَ، عَنِ الأَعْمَشِ، عَنْ عَمْرِو بْنِ مُرَّةَ، عَنْ أَبِي عُبَيْدَةَ، عَنْ أَبِي مُوسَى، قَالَ قَامَ فِينَا رَسُولُ اللَّهِ ـ صلّى اللّه عليه وسلّم ـ بِخَمْسِ كَلِمَاتٍ فَقَالَ ( إِنَّ اللَّهَ لاَ يَنَامُ وَلاَ يَنْبَغِي لَهُ أَنْ يَنَامَ يَخْفِضُ الْقِسْطَ وَيَرْفَعُهُ يُرْفَعُ إِلَيْهِ عَمَلُ اللَّيْلِ قَبْلَ عَمَلِ النَّهَارِ وَعَمَلُ النَّهَارِ قَبْلَ عَمَلِ اللَّيْلِ حِجَابُهُ النُّورُ لَوْ كَشَفَهُ لأَحْرَقَتْ سُبُحَاتُ وَجْهِهِ مَا انْتَهَى إِلَيْهِ بَصَرُهُ مِنْ خَلْقِهِ ).
٢٠١ - حَدَّثَنَا عَلِيُّ بْنُ مُحَمَّدٍ، حَدَّثَنَا وَكِيعٌ، حَدَّثَنَا الْمَسْعُودِيُّ، عَنْ عَمْرِو بْنِ مُرَّةَ، عَنْ أَبِي عُبَيْدَةَ، عَنْ أَبِي مُوسَى، قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ ـ صلّى اللّه عليه وسلّم ـ ( إِنَّ اللَّهَ لاَ يَنَامُ وَلاَ يَنْبَغِي لَهُ أَنْ يَنَامَ يَخْفِضُ الْقِسْطَ وَيَرْفَعُهُ حِجَابُهُ النُّورُ لَوْ كَشَفَهَا لأَحْرَقَتْ سُبُحَاتُ وَجْهِهِ كُلَّ شَىْءٍ أَدْرَكَهُ بَصَرُهُ ). ثُمَّ قَرَأَ أَبُو عُبَيْدَةَ {أَنْ بُورِكَ مَنْ فِي النَّارِ وَمَنْ حَوْلَهَا وَسُبْحَانَ اللَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ} .
٢٠٢ - حَدَّثَنَا أَبُو بَكْرِ بْنُ أَبِي شَيْبَةَ، حَدَّثَنَا يَزِيدُ بْنُ هَارُونَ، أَنْبَأَنَا مُحَمَّدُ بْنُ إِسْحَاقَ، عَنْ أَبِي الزِّنَادِ، عَنِ الأَعْرَجِ، عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ، عَنِ النَّبِيِّ ـ صلّى اللّه عليه وسلّم ـ قَالَ ( يَمِينُ اللَّهِ مَلأَى لاَ يَغِيضُهَا شَىْءٌ سَحَّاءُ اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ وَبِيَدِهِ الأُخْرَى الْمِيزَانُ يَرْفَعُ الْقِسْطَ وَيَخْفِضُهُ قَالَ أَرَأَيْتَ مَا أَنْفَقَ مُنْذُ خَلَقَ اللَّهُ السَّمَوَاتِ وَالأَرْضَ فَإِنَّهُ لَمْ يَنْقُصْ مِمَّا فِي يَدَيْهِ شَيْئًا ).
٢٠٣ - حَدَّثَنَا هِشَامُ بْنُ عَمَّارٍ، وَمُحَمَّدُ بْنُ الصَّبَّاحِ، قَالاَ حَدَّثَنَا عَبْدُ الْعَزِيزِ بْنُ أَبِي حَازِمٍ، حَدَّثَنِي أَبِي، عَنْ عُبَيْدِ اللَّهِ بْنِ مِقْسَمٍ، عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عُمَرَ، أَنَّهُ قَالَ سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ ـ صلّى اللّه عليه وسلّم ـ وَهُوَ عَلَى الْمِنْبَرِ يَقُولُ ( يَأْخُذُ الْجَبَّارُ سَمَوَاتِهِ وَأَرْضَهُ بِيَدِهِ - وَقَبَضَ بِيَدِهِ فَجَعَلَ يَقْبِضُهَا وَيَبْسُطُهَا - ثُمَّ يَقُولُ أَنَا الْجَبَّارُ أَيْنَ الْجَبَّارُونَ أَيْنَ الْمُتَكَبِّرُونَ ). قَالَ وَيَتَمَيَّلُ رَسُولُ اللَّهِ ـ صلّى اللّه عليه وسلّم ـ عَنْ يَمِينِهِ وَعَنْ يَسَارِهِ حَتَّى نَظَرْتُ إِلَى الْمِنْبَرِ يَتَحَرَّكُ مِنْ أَسْفَلِ شَىْءٍ مِنْهُ حَتَّى إِنِّي أَقُولُ أَسَاقِطٌ هُوَ بِرَسُولِ اللَّهِ ـ صلّى اللّه عليه وسلّم ـ
٢٠٤ - حَدَّثَنَا هِشَامُ بْنُ عَمَّارٍ، حَدَّثَنَا صَدَقَةُ بْنُ خَالِدٍ، حَدَّثَنَا ابْنُ جَابِرٍ، قَالَ سَمِعْتُ بُسْرَ بْنَ عُبَيْدِ اللَّهِ، يَقُولُ سَمِعْتُ أَبَا إِدْرِيسَ الْخَوْلاَنِيَّ، يَقُولُ حَدَّثَنِي النَّوَّاسُ بْنُ سَمْعَانَ الْكِلاَبِيُّ، قَالَ سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ ـ صلّى اللّه عليه وسلّم ـ يَقُولُ ( مَا مِنْ قَلْبٍ إِلاَّ بَيْنَ إِصْبَعَيْنِ مِنْ أَصَابِعِ الرَّحْمَنِ إِنْ شَاءَ أَقَامَهُ وَإِنْ شَاءَ أَزَاغَهُ ). وَكَانَ رَسُولُ اللَّهِ ـ صلّى اللّه عليه وسلّم ـ يَقُولُ ( يَا مُثَبِّتَ الْقُلُوبِ ثَبِّتْ قُلُوبَنَا عَلَى دِينِكَ ). قَالَ ( وَالْمِيزَانُ بِيَدِ الرَّحْمَنِ يَرْفَعُ أَقْوَامًا وَيَخْفِضُ آخَرِينَ إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ ).
٢٠٥ - حَدَّثَنَا أَبُو كُرَيْبٍ، مُحَمَّدُ بْنُ الْعَلاَءِ حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ إِسْمَاعِيلَ، عَنْ مُجَالِدٍ، عَنْ أَبِي الْوَدَّاكِ، عَنْ أَبِي سَعِيدٍ الْخُدْرِيِّ، قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ ـ صلّى اللّه عليه وسلّم ـ ( إِنَّ اللَّهَ لَيَضْحَكُ إِلَى ثَلاَثَةٍ لِلصَّفِّ فِي الصَّلاَةِ وَلِلرَّجُلِ يُصَلِّي فِي جَوْفِ اللَّيْلِ وَلِلرَّجُلِ يُقَاتِلُ - أُرَاهُ قَالَ - خَلْفَ الْكَتِيبَةِ ).
٢٠٦ - حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ يَحْيَى، حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ رَجَاءٍ، حَدَّثَنَا إِسْرَائِيلُ، عَنْ عُثْمَانَ، - يَعْنِي ابْنَ الْمُغِيرَةِ الثَّقَفِيَّ - عَنْ سَالِمِ بْنِ أَبِي الْجَعْدِ، عَنْ جَابِرِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ، قَالَ كَانَ رَسُولُ اللَّهِ ـ صلّى اللّه عليه وسلّم ـ يَعْرِضُ نَفْسَهُ عَلَى النَّاسِ فِي الْمَوْسِمِ فَيَقُولُ ( أَلاَ رَجَلٌ يَحْمِلُنِي إِلَى قَوْمِهِ فَإِنَّ قُرَيْشًا قَدْ مَنَعُونِي أَنْ أُبَلِّغَ كَلاَمَ رَبِّي ).
٢٠٧ - حَدَّثَنَا هِشَامُ بْنُ عَمَّارٍ، حَدَّثَنَا الْوَزِيرُ بْنُ صَبِيحٍ، حَدَّثَنَا يُونُسُ بْنُ حَلْبَسٍ، عَنْ أُمِّ الدَّرْدَاءِ، عَنْ أَبِي الدَّرْدَاءِ، عَنِ النَّبِيِّ ـ صلّى اللّه عليه وسلّم ـ فِي قَوْلِهِ تَعَالَى {كُلَّ يَوْمٍ هُوَ فِي شَأْنٍ} . قَالَ ( مِنْ شَأْنِهِ أَنْ يَغْفِرَ ذَنْبًا وَيُفَرِّجَ كَرْبًا وَيَرْفَعَ قَوْمًا وَيَخْفِضَ آخَرِينَ ).