OLACAK FİTNELER
9- OLACAK FİTNELER
4086 - “... Muaz bin Cebel (radıyallahü anh)’den şöyle demiştir:
Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir gün bir namaz kıldı da namazı uzattı. Sonra namazı bitirince: Ya Resûlüllah! Bugün namazı uzattınız, dedik (veya dediler). Resûl-i Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) :
(Ben bir ümit ve bir korku namazı kıldım. Ben (namazda) Allah (Azze ve Celle)'den ümmetim için üç şey istedim. Allah iki şeyi verdi ve bir tanesini bana reddetti (onu vermedi). Ben ümmetime başkalarından (yani kafirlerden) bir düşman Mûsâllat etmemesini (yani ümmetin mahvedilmemesini) istedim. Allah bunu bana verdi. Ümmetimi suda boğmak suretiyle helak etmemesini istedim. Bunu da bana verdi. Ümmetimin savaşının kendi aralarında kılmamasını da istedim. Fakat Allah bu isteğimi reddetti.) "
4087 - “... Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in azadlı kölesi Sevban (radıyallahü anh)’den rivâyet edildiğine göre; Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur :
(Yer benim için o derece dürülüp toplatıldı ki ben onun şark taraflarını ve garp taraflarını gördüm. Bana sarı (veya kırmızı) ve beyaz (yani altın ve gümüş) hazineleri de verildi ve bana: Senin (ümmetinin) mülkü senin için dürülüp toplatılan alanlara kadar (genişliyecek)dir, denildi. Ben, Allah Azze ve Celle'den (su) üç şeyi (veya şunları üç defa) istedim: Allah'ım ümmetimin başına tümünü helak edecek bir açlık felaketini Mûsâllat etmemesini ve ümmetimi fırka fırka yapıp (biribiriyle savaşmak ve iç harple) bazasına bazısının azabını tattırmamasını da istedim. (Bu isteklere karşı Allah tarafından) bana: Ben bir hükum verdiğim zaman artık o hükmün infaz edilmemesine mahal yoktur ve ben, senin ümmetin başına onları (tümüyle) helak edecek bir açlık felaketini Mûsâllat etmeyeceğim ve dünyanın çevresi arasında bulunan (kafir düşmanlar)ı ümmetin aleyhinde toplamayacağım ki ümmetinin bazısı diğer bazısını yok etsin ve biribirini öldürsün, buyuruldu. Ümmetimin içine kılıç konulduğu (yani iç savaş olduğu) zaman artık kıyamet gününe kadar kılıç onlardan kaldırılmayacak (yani iç savaş son bulmayacak)tır. Şüphesiz ümmetim için korktuğum şeylerden birisi de sapıtıcı (yani bid'atlere, günahlara çağırıcı) imamlar (yani devlet adamlarıdır. Ümmetimden bazı kabileler putlara tapacak ve ümmetimden bazı kabileler de müşriklere iltihak edecektir. Kıyamete yakın zamanlarda otuza yakın çok yalancı deccal muhakkak olacak. Deccalların hepsi peygamber olduğunu söyleyecektir. (Halbuki peygamberlerin sonuncusu benim ve benden sonra peygamber yoktur). Allah (Azze ve Celle)’nin emri (ki bütün mü'minlerin toptan vefat etme belirtisi olan bir rüzgardır) gelinceye kadar ümmetimden bir zümre daima hak (yol) üzerinde kalıp ilahi yardıma mazhar olacak muhalifleri onlara zarar veremeyecektir.)
Ebû’l-Hasan dedi ki: Ebû Abdillah (ibn-i Maceh) bu hadisin rivâyetini bitirince: Bu, ne kadar dehşetli bir hadistir, dedi.
4088 - “... (Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in zevcelerinden) Zeyneb bint-i Cahş (radıyallahü anha)'dan rivâyet edildiğine göre:
Bir defa Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) uykusundan uyanarak (telaştan) yüzü kızarmış vaziyette:
(La ilahe illallah, vuku bulmasi yaklaşan bir şer (fitne)den dolayı vay Araplann haline. Bu gün Ye'cuc ve Me'cuc'un seddinden şöyle bir delik açıldı, buyurdu ve şehadet parmağının ucunu baş parmağının ortasındaki mafsal ile birleştirerek (açılan deliğin büyüklüğünü göstermek üzere) halka yaptı. )
Zeyneb (radıyallahü anha) demiştir ki: Ben Ya Resûlüllah! İçimizde salih (yani Allah'a itaatkar, iyi ve temiz mü'min)ler bulunduğu halde biz helak olur muyuz? diye sordum. Resûl-i Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) : ,
((Evet. ) fuhuş, günah ve fasıklık çoğaldığı zaman (helak olursunuz)) diye cevab verdi. "
4089 - “... Ebû Ümame (radıyallahü anh)'den rivâyet edildiğine göre; Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
(Bir takım fitneler olacaktır. Adam o fitnelerde mü'min olarak sabahlayacak ve kafir olarak akşamlayacaktır. Ancak Allah'ın ilim ile (kalbini) ihya ettiği kimseler (bu tehlikeden) müstesnadir. ) "
4090 - “... Huzeyfe (bin el-Yeman) (radıyallahü anhüma)’dan; şöyle demiştir:
Biz (bir gün halife) Ömer (bin el-Hattab) (radıyallahü anh)'ın yanında oturuyorduk. Ömer (orada bulunan sahabilere) :
Hanginiz Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in fitne hakkındaki hadisini hafizasında iyice tutuyor? diye sordu. Huzeyfe demişki, bu soru üzerine:
Ben (iyi bellemişim), dedim. Ömer (radıyallahü anh) :
Sen cidden (hadis bellemeye) cüretkarsın, dedi. (Sonra) Hadis nasıldır? diye sordu. Huzeyfe : Ben, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'den:
(Adamın ailesi, evladı ve komşusu yüzünden maruz kaldığı fitneye (günaha); namaz, oruç, sadaka, iyi şeyleri emretmek ve kötü şeyleri menetmek keffaret olur,) buyruğu işittim, dedi. Bunun üzerine
Ömer (radıyallahü anh) :
(Hayır, sormak) istediğim bu (fitne hadisi) değil. Ben ancak denizin dalgalanması gibi dalgalanan fitne (hakkındaki hadisi) kasdediyorum, dedi. Bunun üzerine Huzeyfe (radıyallahü anh) :
Ey Mü'minlerin Emiri! O fitne ile senin ne ilişiğin var? şüphesiz seninle o fitne arasında kilitli bir kapı vardır, dedi. Ömer (radıyallahü anh) :
O kapı kırılacak mı, yoksa açılacak mı? diye sordu. Huzeyfe (radıyallahü anh) :
Hayır, kırılacak, diye cevab verdi. Ömer (radıyallahü anh) : Kırılan kapı (açılan kapıya nazaran) hiç kilitlenemez, dedi.
Şakik demiştir ki : Biz Huzeyfe'ye :
Ömer, kapının kim olduğunu biliyor muydu? diye sorduk. Huzeyfe (radıyallahü anh) :
Evet, yarından önce bu gecenin geleceğini bildiği gibi (biliyordu). Ben ona hile yalan yanlış olmayan bir hadis rivâyet ettim, dedi.
(Şakik demiştir ki:) Biz bunun üzerine kapının kim olduğunu Huzeyfe’ye sormaya cesaret edemedik de Mesruk'a: Sen Huzeyfe'ye sor, dedik. Mesruk ona sordu. O da: (Kapı) Ömer'dir, dedi. "
4091 - “... Abdurrahman bin Abd-i Rabbi'l-Ka'be (radıyallahü anh)’den; şöyle demiştir:
Bir gün Abdullah bin Amr bin el-As (radıyallahü anhüma) Ka’be'nin gölgesinde oturmuş, başında da halk toplanmış iken ben onun yanına vardım. Abdullah'dan (bu esnada) şunu işittim: Biz bir yolculukta Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in beraberinde idik. O, bir ara bir konakta konakladı. Bunun uzerine kimimiz kendi çadırını kuruyor, kimimiz ok atışı yapıyor ve kimimiz otlanan hayvanı ile meşgul oluyordu. Bu sırada Resûl-i Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem)’in çağırıcısı "Haydin namaza" diye çağrıda bulundu. Biz de hemen toplandık. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ayağa kalkarak bize şu hitabede bulundu:
(Benden önceki her peygamber üzerine kendi ümmeti için hayır bildiği şeyleri onlara göstermesi ve şer bildiği şeylere karşı uyarıp korkutması şüphesiz bir hak, görev oldu. Sizin bu ümmetinizin afiyeti (yani dine zarar veren şeylerden selamette bulunması) evvelinde kılındı. Bu ümmetinizin son kısmının başına bela ve hoşlanmayacağınız bir takım işler muhakkak gelecektir. Sonra öyle fitneler gelecek ki bazısı diğer bazısını hafifletecek (yani sonra gelen fitne bir önceki fitneden daha şiddetli olacağından öncekini hafif bırakacaktır). Artık mü'min kul, (bir fitne geldiğinde) : işte beni helak eden fitne budur, der. Bir süre sonra o fitne geçer. Bunun arkasında başka bir fitne gelir ve mü'min kul: işte beni helak edici fitne budur, der. Sonra o fitne de açılıp gider. Artik kim cehennem ateşinden uzaklastırılması ve cennete girdirilmesi kendisini sevindiriyorsa Allah'a ve ahiret gününe iman eder halde iken ölümü gelsin ve insanlara, kendisine yapmalarını arzuladığı şeyleri yapsın. Kim bir devlet başkanına bey'at edip ona elini vermiş (yani seçmiş) ve samimiyetle bağlanmış ise artık olanca gücüyle ona itâat etsin. Şayet bundan sonra başka bir devlet başkanı çıkıp gelir de birincisi ile nizaa kalkışırsa (yani isyan çıkarmak isterse) sonradan gelenin boynunu vurunuz.)
Abdurrahman bin Abd-i Rabbi'l-Ka'be demiştir ki: Bunun üzerine ben başımı topluluğun arasından ileri sokarak (yani Abdullah (radıyallahü anh)'ın yakınına sokularak) : Allah aşkına sana soruyorum, bu hadisi Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'den sen kendin işittin (mi)? dedim. Abdurrahman demiştir ki: Bunun üzerine Abdullah (radıyallahü anh), eliyle kulaklarına işaret ederek: Bunu kulaklarım işitti, kalbim de belledi, iyice ezberledi, dedi. "
٩ - باب مَا يَكُونُ مِنَ الْفِتَنِ .
٤٠٨٦ - حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ نُمَيْرٍ، وَعَلِيُّ بْنُ مُحَمَّدٍ، قَالاَ حَدَّثَنَا أَبُو مُعَاوِيَةَ، عَنِ الأَعْمَشِ، عَنْ رَجَاءٍ الأَنْصَارِيِّ، عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ شَدَّادِ بْنِ الْهَادِ، عَنْ مُعَاذِ بْنِ جَبَلٍ، قَالَ صَلَّى رَسُولُ اللَّهِ ـ صلّى اللّه عليه وسلّم ـ يَوْمًا صَلاَةً فَأَطَالَ فِيهَا فَلَمَّا انْصَرَفَ قُلْنَا - أَوْ قَالُوا - يَا رَسُولَ اللَّهِ أَطَلْتَ الْيَوْمَ الصَّلاَةَ قَالَ ( إِنِّي صَلَّيْتُ صَلاَةَ رَغْبَةٍ وَرَهْبَةٍ سَأَلْتُ اللَّهَ عَزَّ وَجَلَّ لأُمَّتِي ثَلاَثًا فَأَعْطَانِي اثْنَتَيْنِ وَرَدَّ عَلَىَّ وَاحِدَةً سَأَلْتُهُ أَنْ لاَ يُسَلِّطَ عَلَيْهِمْ عَدُوًّا مِنْ غَيْرِهِمْ فَأَعْطَانِيهَا وَسَأَلْتُهُ أَنْ لاَ يُهْلِكَهُمْ غَرَقًا فَأَعْطَانِيهَا وَسَأَلْتُهُ أَنْ لاَ يَجْعَلَ بَأْسَهُمْ بَيْنَهُمْ فَرَدَّهَا عَلَىَّ ).
٤٠٨٧ - حَدَّثَنَا هِشَامُ بْنُ عَمَّارٍ، حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ شُعَيْبِ بْنِ شَابُورَ، حَدَّثَنَا سَعِيدُ بْنُ بَشِيرٍ، عَنْ قَتَادَةَ، أَنَّهُ حَدَّثَهُمْ عَنْ أَبِي قِلاَبَةَ الْجَرْمِيِّ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ زَيْدٍ، عَنْ أَبِي أَسْمَاءَ الرَّحَبِيِّ، عَنْ ثَوْبَانَ، مَوْلَى رَسُولِ اللَّهِ ـ صلّى اللّه عليه وسلّم ـ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ ـ صلّى اللّه عليه وسلّم ـ قَالَ ( زُوِيَتْ لِيَ الأَرْضُ حَتَّى رَأَيْتُ مَشَارِقَهَا وَمَغَارِبَهَا وَأُعْطِيتُ الْكَنْزَيْنِ الأَصْفَرَ - أَوِ الأَحْمَرَ - وَالأَبْيَضَ - يَعْنِي الذَّهَبَ وَالْفِضَّةَ - وَقِيلَ لِي إِنَّ مُلْكَكَ إِلَى حَيْثُ زُوِيَ لَكَ وَإِنِّي سَأَلْتُ اللَّهَ عَزَّ وَجَلَّ ثَلاَثًا أَنْ لاَ يُسَلِّطَ عَلَى أُمَّتِي جُوعًا فَيُهْلِكَهُمْ بِهِ عَامَّةً وَأَنْ لاَ يَلْبِسَهُمْ شِيَعًا وَيُذِيقَ بَعْضَهُمْ بَأْسَ بَعْضٍ وَإِنَّهُ قِيلَ لِي إِذَا قَضَيْتُ قَضَاءً فَلاَ مَرَدَّ لَهُ وَإِنِّي لَنْ أُسَلِّطَ عَلَى أُمَّتِكَ جُوعًا فَيُهْلِكَهُمْ فِيهِ وَلَنْ أَجْمَعَ عَلَيْهِمْ مَنْ بَيْنَ أَقْطَارِهَا حَتَّى يُفْنِيَ بَعْضُهُمْ بَعْضًا وَيَقْتُلَ بَعْضُهُمْ بَعْضًا . وَإِذَا وُضِعَ السَّيْفُ فِي أُمَّتِي فَلَنْ يُرْفَعَ عَنْهُمْ إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ وَإِنَّ مِمَّا أَتَخَوَّفُ عَلَى أُمَّتِي أَئِمَّةً مُضِلِّينَ وَسَتَعْبُدُ قَبَائِلُ مِنْ أُمَّتِي الأَوْثَانَ وَسَتَلْحَقُ قَبَائِلُ مِنْ أُمَّتِي بِالْمُشْرِكِيِنَ وَإِنَّ بَيْنَ يَدَىِ السَّاعَةِ دَجَّالِينَ كَذَّابِينَ قَرِيبًا مِنْ ثَلاَثِينَ كُلُّهُمْ يَزْعُمُ أَنَّهُ نَبِيٌّ وَلَنْ تَزَالَ طَائِفَةٌ مِنْ أُمَّتِي عَلَى الْحَقِّ مَنْصُورِينَ لاَ يَضُرُّهُمْ مَنْ خَالَفَهُمْ حَتَّى يَأْتِيَ أَمْرُ اللَّهِ عَزَّ وَجَلَّ ). قَالَ أَبُو الْحَسَنِ لَمَّا فَرَغَ أَبُو عَبْدِ اللَّهِ مِنْ هَذَا الْحَدِيثِ قَالَ مَا أَهْوَلَهُ .
٤٠٨٨ - حَدَّثَنَا أَبُو بَكْرِ بْنُ أَبِي شَيْبَةَ، حَدَّثَنَا سُفْيَانُ بْنُ عُيَيْنَةَ، عَنِ الزُّهْرِيِّ، عَنْ عُرْوَةَ، عَنْ زَيْنَبَ ابْنَةِ أُمِّ سَلَمَةَ، عَنْ حَبِيبَةَ، عَنْ أُمِّ حَبِيبَةَ، عَنْ زَيْنَبَ بِنْتِ جَحْشٍ، أَنَّهَا قَالَتِ اسْتَيْقَظَ رَسُولُ اللَّهِ ـ صلّى اللّه عليه وسلّم ـ مِنْ نَوْمِهِ وَهُوَ مُحْمَرٌّ وَجْهُهُ وَهُوَ يَقُولُ ( لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللَّهُ وَيْلٌ لِلْعَرَبِ مِنْ شَرٍّ قَدِ اقْتَرَبَ فُتِحَ الْيَوْمَ مِنْ رَدْمِ يَأْجُوجَ وَمَأْجُوجَ ). وَعَقَدَ بِيَدَيْهِ عَشَرَةً . قَالَتْ زَيْنَبُ قُلْتُ يَا رَسُولَ اللَّهِ أَنَهْلِكُ وَفِينَا الصَّالِحُونَ قَالَ ( إِذَا كَثُرَ الْخَبَثُ ).
٤٠٨٩ - حَدَّثَنَا رَاشِدُ بْنُ سَعِيدٍ الرَّمْلِيُّ، حَدَّثَنَا الْوَلِيدُ بْنُ مُسْلِمٍ، عَنِ الْوَلِيدِ بْنِ سُلَيْمَانَ بْنِ أَبِي السَّائِبِ، عَنْ عَلِيِّ بْنِ يَزِيدَ، عَنِ الْقَاسِمِ أَبِي عَبْدِ الرَّحْمَنِ، عَنْ أَبِي أُمَامَةَ، قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ ـ صلّى اللّه عليه وسلّم ـ ( سَتَكُونُ فِتَنٌ يُصْبِحُ الرَّجُلُ فِيهَا مُؤْمِنًا وَيُمْسِي كَافِرًا إِلاَّ مَنْ أَحْيَاهُ اللَّهُ بِالْعِلْمِ ).
٤٠٩٠ - حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ نُمَيْرٍ، حَدَّثَنَا أَبُو مُعَاوِيَةَ، وَأَبِي، عَنِ الأَعْمَشِ، عَنْ شَقِيقٍ، عَنْ حُذَيْفَةَ، قَالَ كُنَّا جُلُوسًا عِنْدَ عُمَرَ فَقَالَ أَيُّكُمْ يَحْفَظُ حَدِيثَ رَسُولِ اللَّهِ ـ صلّى اللّه عليه وسلّم ـ فِي الْفِتْنَةِ قَالَ حُذَيْفَةُ فَقُلْتُ أَنَا . قَالَ إِنَّكَ لَجَرِيءٌ قَالَ كَيْفَ قَالَ سَمِعْتُهُ يَقُولُ ( فِتْنَةُ الرَّجُلِ فِي أَهْلِهِ وَوَلَدِهِ وَجَارِهِ تُكَفِّرُهَا الصَّلاَةُ وَالصِّيَامُ وَالصَّدَقَةُ وَالأَمْرُ بِالْمَعْرُوفِ وَالنَّهْىُ عَنِ الْمُنْكَرِ ). فَقَالَ عُمَرُ لَيْسَ هَذَا أُرِيدُ إِنَّمَا أُرِيدُ الَّتِي تَمُوجُ كَمَوْجِ الْبَحْرِ . فَقَالَ مَالَكَ وَلَهَا يَا أَمِيرَ الْمُؤْمِنِينَ إِنَّ بَيْنَكَ وَبَيْنَهَا بَابًا مُغْلَقًا . قَالَ فَيُكْسَرُ الْبَابُ أَوْ يُفْتَحُ قَالَ لاَ بَلْ يُكْسَرُ . قَالَ ذَاكَ أَجْدَرُ أَنْ لاَ يُغْلَقَ . قُلْنَا لِحُذَيْفَةَ أَكَانَ عُمَرُ يَعْلَمُ مَنِ الْبَابُ قَالَ نَعَمْ كَمَا يَعْلَمُ أَنَّ دُونَ غَدٍ اللَّيْلَةَ إِنِّي حَدَّثْتُهُ حَدِيثًا لَيْسَ بِالأَغَالِيطِ . فَهِبْنَا أَنْ نَسْأَلَهُ مَنِ الْبَابُ فَقُلْنَا لِمَسْرُوقٍ سَلْهُ فَسَأَلَهُ فَقَالَ عُمَرُ .
٤٠٩١ - حَدَّثَنَا أَبُو كُرَيْبٍ، حَدَّثَنَا أَبُو مُعَاوِيَةَ، وَعَبْدُ الرَّحْمَنِ الْمُحَارِبِيُّ، وَوَكِيعٌ، عَنِ الأَعْمَشِ، عَنْ زَيْدِ بْنِ وَهْبٍ، عَنْ عَبْدِ الرَّحْمَنِ بْنِ عَبْدِ رَبِّ الْكَعْبَةِ، قَالَ انْتَهَيْتُ إِلَى عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عَمْرِو بْنِ الْعَاصِ وَهُوَ جَالِسٌ فِي ظِلِّ الْكَعْبَةِ وَالنَّاسُ مُجْتَمِعُونَ عَلَيْهِ فَسَمِعْتُهُ يَقُولُ بَيْنَا نَحْنُ مَعَ رَسُولِ اللَّهِ ـ صلّى اللّه عليه وسلّم ـ فِي سَفَرٍ إِذْ نَزَلَ مَنْزِلاً فَمِنَّا مَنْ يَضْرِبُ خِبَاءَهُ وَمِنَّا مَنْ يَنْتَضِلُ وَمِنَّا مَنْ هُوَ فِي جَشَرِهِ إِذْ نَادَى مُنَادِيهِ الصَّلاَةُ جَامِعَةٌ فَاجْتَمَعْنَا فَقَامَ رَسُولُ اللَّهِ ـ صلّى اللّه عليه وسلّم ـ فَخَطَبَنَا فَقَالَ ( إِنَّهُ لَمْ يَكُنْ نَبِيٌّ قَبْلِي إِلاَّ كَانَ حَقًّا عَلَيْهِ أَنْ يَدُلَّ أُمَّتَهُ عَلَى مَا يَعْلَمُهُ خَيْرًا لَهُمْ وَيُنْذِرَهُمْ مَا يَعْلَمُهُ شَرًّا لَهُمْ وَإِنَّ أُمَّتَكُمْ هَذِهِ جُعِلَتْ عَافِيَتُهَا فِي أَوَّلِهَا وَإِنَّ آخِرَهُمْ يُصِيبُهُمْ بَلاَءٌ وَأُمُورٌ تُنْكِرُونَهَا ثُمَّ تَجِيءُ فِتَنٌ يُرَقِّقُ بَعْضُهَا بَعْضًا فَيَقُولُ الْمُؤْمِنُ هَذِهِ مُهْلِكَتِي ثُمَّ تَنْكَشِفُ ثُمَّ تَجِيءُ فِتْنَةٌ فَيَقُولُ الْمُؤْمِنُ هَذِهِ مُهْلِكَتِي . ثُمَّ تَنْكَشِفُ فَمَنْ سَرَّهُ أَنْ يُزَحْزَحَ عَنِ النَّارِ وَيُدْخَلَ الْجَنَّةَ فَلْتُدْرِكْهُ مَوْتَتُهُ وَهُوَ يُؤْمِنُ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ وَلْيَأْتِ إِلَى النَّاسِ الَّذِي يُحِبُّ أَنْ يَأْتُوا إِلَيْهِ وَمَنْ بَايَعَ إِمَامًا فَأَعْطَاهُ صَفْقَةَ يَمِينِهِ وَثَمَرَةَ قَلْبِهِ فَلْيُطِعْهُ مَا اسْتَطَاعَ فَإِنْ جَاءَ آخَرُ يُنَازِعُهُ فَاضْرِبُوا عُنُقَ الآخَرِ ). قَالَ فَأَدْخَلْتُ رَأْسِي مِنْ بَيْنِ النَّاسِ فَقُلْتُ أَنْشُدُكَ اللَّهَ أَنْتَ سَمِعْتَ هَذَا مِنْ رَسُولِ اللَّهِ ـ صلّى اللّه عليه وسلّم ـ قَالَ فَأَشَارَ بِيَدِهِ إِلَى أُذُنَيْهِ فَقَالَ سَمِعَتْهُ أُذُنَاىَ وَوَعَاهُ قَلْبِي .