Resulullah'ın hadislerini mi arıyorsunuz ?
Türkiye'nin En Geniş Kapsamlı Hadis Sitesi
HZ.MUHAMMED (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
"أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ"

Latest Post


Hz. Âişe validemiz, Efendimizin hastalığı esnasındaki bir hatırasını şöyle an­latır:
“Re­sû­lul­lah (a.s.m.), eve geldiği sırada başımda bir ağrı belirmişti. Ağrının şiddetinden ‘Vay başım, vay başım!’ diye söylendim.
“Re­sû­lul­lah bunu duyunca, ‘Ne ehemmiyeti var, neden üzülüyorsun? Eğer benden evvel dünyadan göçüp gidersen seni teçhiz ve tekfin eder, namazını da kılarım’ diye konuştu.
“Ben de, ‘Benim ölümümü mü istiyorsunuz?’ dedim.”
Hz. Âişe, Pey­gam­be­ri­mizin lâtife yaptığını birden anlayamayıp böyle ko­nuş­muştu.
Resûl-i Ekrem, lâtifesinin sonunu şu ciddi sözlerle bağladı:
“Ey Âişe! Senin başının ağrısı geçer, gider. Asıl baş ağrısı, benim başımın ağrısıdır; artık ondan kurtulmak çok zor!”[1]

Pey­gam­be­ri­miz ve Sıddık-ı Ekber

Her yerde her zaman Allah ve Resûlüne sadâkatin zirvesinde bulunan Sıd­dık-ı Ekber, Resûl-i Ekrem’in huzuruna çıkarak, kendisine hizmet etmekten şe­ref duyacağını, şöylece dile getirdi:
“Yâ Re­sû­lal­lah, müsaade buyurursanız, hastalığınızda size hizmet etmek is­terim!”
Resûl-i Ekrem, Sıddık-ı Ekber’in arzusuna müsaade et­me­di; ama cevabı, gönlünü fethediciydi:
“Yâ Ebâ Bekir! Bu niyetinle bile yapacağın hizmetin se­vab ve mükâfatına şimdiden nâil oldun. Ancak ben, hastalığım esnasında hizmetlerimi kızımla zevcelerimden başkasına gördürecek olursam, onları üzmüş olurum!”

En Ağır Hastalık, En Fazla Izdırap

Hastalığın şiddeti, ateşin yüksekliği sebebiyle Peygamber Efendimiz, yata­ğında bile rahat edemiyordu. Bir o tarafa, bir bu tarafa dönüyordu.
Başucunda bulunanlar, bu durum sebebiyle, “Yâ Re­sû­lal­lah! Eğer bizden birisi bu derece ızdırap çektiğini izhar etseydi, muhakkak bizi tekdir ederdin!” dediler.
Resûl-i Ekrem, cevabıyla durumunu şöylece izah etti:
“Benim hastalığım, bildiğiniz gibi değil, oldukça zordur. Allah Teâlâ, sâlih ve mü’min kullarını belânın, hastalığın ve musibetin en şiddetlilerine mübtelâ eder. Fakat o belâ, o musibet ve o hastalık vasıtasıyla o mü’min sâlih kulunun derecesini yükseltir, günahlarını yok eder.”
Ve Hz. Âişe validemiz şöyle der:
“Hakikaten, Re­sû­lul­lah’ın hastalığından daha zor, daha şiddetli bir hastalık görmedik.”

İbni Mes’ûd Anlatıyor

Abdullah İbni Mes’ûd (r.a.) ise, Pey­gam­be­ri­mizin hastalığının şiddetini şöy­le dile getirir:
“Nebi’nin (a.s.m.) hastalığında vücudu hummanın hararetinden şiddetli sar­­sıldığı sırada huzuruna varmıştım.
“‘Yâ Re­sû­lal­lah! Humma hararetinden çok ızdırap çekiyorsunuz! Yâ Re­sû­lal­lah! Bu hummanın iki kat ızdırabı var; elbette sizin için iki kat ecri ve mükâ­fatı vardır’ dedim.
“Re­sû­lul­lah, ‘Evet’ diyerek beni tasdik etti. Sonra da şöyle buyurdu:
“‘Hastalığa tutulan hiçbir Müslüman yoktur ki Allah Teâlâ onun hata ve günahlarını, ağacın yaprakları döküldüğü gibi dökmesin!’”[2]

Ümmü Bişr Anlatıyor

Hastalığı sırasında Resûl-i Ekrem’in ziyaretine giden Bişr b. Berâ’nın annesi Ümmü Bişr de, gördüklerini şöyle anlatır:
“Re­sû­lul­lah’ı ziyarete gitmiştim. Vücudundaki şiddetli harareti görünce sormadan edemedim:
“‘Yâ Re­sû­lal­lah! Ben böyle sıtma hiç görmedim!’
“Re­sû­lul­lah (a.s.m.), bana cevaben şöyle buyurdu:
“‘Bizim hastalığımız, herkesten daha şiddetli, daha ziyade olur; fakat bunun mukabilinde kazandığımız sevab ve mükâfat da o nis­bet­te fazla olur!’”[3]

Resûl-i Ekrem’in, Bir Yazı Yazdırmak İçin Kâğıt Kalem İstemesi

Rebiülevvel ayının sekizi, Perşembe günü...
Resûl-i Kibriya Efendimizin hastalığının en şiddetli anları... Etrafında Hz. Ömer gibi bazı zâtlar bulunuyordu. Bu arada, “Bana kâ­ğıt kalem getiriniz, size bir yazı yazayım; ta ki bundan sonra hiç­bir zaman yolunuzu şaşırmayasınız” buyurdu.[4]
Hz. Ömer, “Re­sû­lul­lah’a (a.s.m.) hastalığı baskın gelmiştir. Yanı­mızda Kur’an var. Allah’ın kitabı bize yeter” dedi.
Kâğıt kalem getirip getirmemekte tereddüt ettiler.
Bazıları Hz. Ömer’in sözlerini doğruladı. Kimisi de kâğıt kalemin getirilme­si­ni istiyordu. Resûl-i Kibriya Efendimiz, anlaşmazlığa düşüldüğünü fark edin­ce, “Yanımdan kalkınız! Yanımda münaka­şa, gürültü olmaz. Beni kendi halime bırakınız!” buyurdu.[5]
Böylece, Resûl-i Kibriya Efendimizin yazdırmayı arzu ettiği şey, yazılmamış oluyordu.

Hastalığının Hafiflediği Gün

Fahr-i Âlem Efendimizin hastalığı gün gün, saat saat şid­detini artırıyordu. Bir ara soğuk su getirilmesini emretti. Getirilen suyu mübarek vücutlarına dök­türdü.
Bundan sonra biraz hafifleyip rahatlık hissetti. Bunun farkına varır varmaz, Hz. Ali (r.a.) ve Fadl b. Abbas Hazretlerine dayanarak, hâne-i saadetinden Mes­cid-i Şerif’e gitti. Minbere çıkıp oturdu. Ashab-ı kirama şu hitabede bu­lun­du:
“Ey insanlar! Duydum ki vefat edeceğimi düşünüp telâş ediyormuşsunuz! Hangi peygamber ümmeti içinde ebedî kaldı ki ben de kalayım? Bilesiniz ki ben yakında Rab­bime kavuşacağım; O’na siz de kavuşacaksınız!
“Ey ensar! İlk muhacirlere iyilik etmenizi size tavsiye ederim!
“Ey muhacirler! Size de, ensara iyilikte bulunmanızı tavsiye ederim! Onlar si­ze yardımda bulundular. Sizi memleketlerine getir­diler. Sizi evlerinde ağır­la­dı­lar, barın­dılar. Geçimde sıkıntı içinde oldukları halde sizi kendilerine tercih et­tiler. Her kim onların üzerine hâkim durumuna geçerse onlara iyilikte bulun­sun.
“Ey insanlar! Her şey Cenab-ı Hakk’ın ezelî iradesi dairesinde cereyan eder. Allah Teâlâ’nın kaza ve kaderine galebe etmek sevdasına kapılmayınız; çünkü mağlup olursunuz. Cenab-ı Hakk’a hile yapmaya kalkışmayınız; zira zarar ve ziyana siz uğrarsınız. Ben size, şefkatli ve merhametliyim. Siz­ler yine bana ka­vuşacaksınız. Buluşacağımız yer, Kevser Havuzu kenarıdır. Her kim Kevser Havuzu kenarında benimle buluşmak isterse, elini ve dilini lüzumsuz şeyler­den sakınsın.
“İnsanlar! Bilmelisiniz ki günah işlemek, nimet ve kısmetlerin değişmesine sebep olur. İnsanların ekserisi sâlih olursa, onların amirleri, idarecileri de adl ve insaf ile muamele ederler. Halk, isyan ve günaha meylederse onların idare­cileri, hâkimleri de zulm ve adaletsiz iş görmeye yönelirler.”[6]
Bu hitabesinden sonra tekrar Hz. Âişe validemizin evine gitti ve yatağına yattı.

___________________________________________________________________
[1]İbn Hişam, a.g.e., c. 4, s. 292; İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 226; Taberî, Tarih, c. 3, s. 191.
[2]İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 207-208.
[3]İbn Sa’d, a.g.e., c. 8, s. 314.
[4]İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 243; Buharî, Sahih, c. 3, s. 91; Müslim, Sahih, c. 3, s. 1259.
[5]İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 242; Buharî, a.g.e., c. 3, s. 91; Müslim, a.g.e., c. 3, s. 1258.
[6]İbn Hişam, a.g.e., c. 4, s. 300; İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 251-252; Ahmed İbn Hanbel, a.g.e., c. 3, s. 272; Halebî, İnsanü’l-Uyûn, c. 3, s. 464.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ

Kainatın Efendisi || Hz.Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) || Peygamberimizin Hayatı || Salih Suruç || Hadis Kütüphanesi


Fahr-i Âlem Efendimizin, bu fani dünyayı terk edeceği an, günbegün, saat­besaat yaklaşıyordu.
Bir gece yarısı, ansızın hâne-i saadetinden çıktı. Hz. Âişe validemiz, “Yâ Re­sû­lal­lah, nereye gidiyorsunuz?” diye sordu.
Resûl-i Ekrem, “Bâkî Kabristanı’nda medfun bulunan eh­lim için istiğfar et­mek üzere emir aldım; oraya gidiyorum”[1]diye cevap verdi.
Yanında azatlı kölelerinden Ebû Râfi ve Ebû Müveyhib vardı. Bâkî Kabris­tanı’nda kabirler arasında uzun müddet durarak dua ve istiğfarda bulundu. Sonra Ebû Müveyhib’e dönerek yakında ebedî âleme gideceğini, Bâkî-i Ha­kikî’nin cemâliyle müşerref olacağını şöylece ifade buyurdu:
“Ey Ebû Müveyhib! Dünya hazinelerinin anahtarları ile ahiret nimetlerini seçme hususunda serbest bırakıldım; ben de ahiret nimetlerini tercih ettim!”[2]
Bu sözleri duyan Ebû Müveyhib’in birden nutku tutuldu. Yalnız gözü değil, bütün duyguları, ruhu, kalbi bir anda ağlamaya başladı.
Bu manalı ziyaretten sonra Resûl-i Kibriya, hâne-i saadetine geri döndü.

Uhud Şehitlerini Ziyaret

Uhud şehitleri için de dua ve istiğfarda bulunması, Efendimize emredil­mişti. Bu sebeple, bir gün Uhud’a gitti. Orada şehit olan en güzide sahabeleri için uzun uzun dua etti.
Oradan döner dönmez, Mescid-i Saadet’e vardı. Minbere çıktı. Müslüman­lara hitaben, “Ben, sizin Kevser Havuzu’na ilk kavuşanınız ve sizi ilk karşıla­yanınız olacağım” buyurduktan sonra sözlerine şöyle devam etti:
“Ben, sizin hakkınızda, benden sonra müşrikliğe dönersiniz diye korkmu­yorum; fakat ben, sizin hakkınızda, dünyaya kapılır, onun için birbirinizi kıs­kanır, birbirinizi öldürürsünüz ve bunun neticesi olarak sizden öncekilerin yok olup gittikleri gibi siz de yok olup gidersiniz, diye korkuyorum!”[3]

Hz. Meymûne’nin Evinde

Resûl-i Ekrem Efendimiz, âdetleri gereği Hz. Meymû­ne’nin evinde bulunu­yorlardı. Hasta olmasına rağmen ai­le­lerinin hakkına son derece riayet edi­yordu. Burada Efen­dimizin ateşi birden yükseldi. Davet ettiği bütün ha­nımları, etrafında mahzun ve kederli duruyorlardı.
“Yarın hanginizin evine gideyim?” diye sordu.
Bu sualini birkaç kere tekrarladı. Hiçbir hanımından cevap gelmedi.
Bu soruyu sormasındaki maksadı, hastalık günlerini Hz. Âişe validemizin evinde geçirmeyi arzu etmiş olmasındandı.
Peygamber Efendimizin bu arzusunu, Ezvac-ı Tâhirat, ferasetleriyle anla­ma­da gecikmediler; ittifakla, Hz. Âişe validemizin evinde kalmasını uygun gör­düler.
Bunun üzerine, Peygamber Efendimiz, Hz. Meymû­ne’nin evinden çıkarak, bir eli Hz. Ali’nin, diğer eli Hz. Ab­bas’ın omuzunda, onların yardımıyla Hz. Âişe validemi­zin evine geldi.[4]

______________________________________
[1]Ahmed İbn Hanbel, a.g.e., c. 6, s. 71.
[2]İbn Hişam, a.g.e., c. 4, s. 292; İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 204; Ahmed İbn Hanbel, a.g.e., c. 3, s. 489.
[3]İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 205; Ahmed İbn Hanbel, a.g.e., c. 4, s. Müslim, Sahih, c. 4, s. 1796.
[4]İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 232.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ

Kainatın Efendisi || Hz.Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) || Peygamberimizin Hayatı || Salih Suruç || Hadis Kütüphanesi


Hicret’in 11. senesi Sefer ayının 26’sı, Pazartesi günü idi.
Resûl-i Kibriya Efendimizin hastalanmasına bir gün gibi kısa bir zaman var­dı. Buna rağmen o, yine İslam’ın istikbâl ve inkişafını ilgilendiren tedbirler al­mak, gerekli teşebbüslerde bulunmakla meşguldü.
Bizans, İslam devleti için her zaman büyük bir tehlike hüviyetini koru­yor­du. O zamana kadar da gerekli dersi tam manasıyla almış değildi. Bu se­beple, Peygamber Efendimiz, o tarafa büyük ehemmiyet veriyordu.
Pazartesi günü, ashab-ı kirama sefer için hazırlanmalarını emretti. Hedef belli idi: Bizanslılarla, yani Rumlarla muharebe... Emri duyan Müslümanlar ev­lerine dağılıp süratle hazırlığa başladılar.
Ertesi gün, yani Salı günü Resûl-i Kibriya Efendimiz, Üsame b. Zeyd Haz­retlerini huzuruna çağırttı. Ona şu emri verdi:
“Seni, hazırlanan ordu üzerine komutan tayin ediyorum! Süratle harekete geç, babanı şehit edenler üzerine yürü. Allah, sana zafer ihsan ederse, orada fazla durma, geri dön!”[1]

Pey­gam­be­ri­mizin Hastalanması

Bu emri verişinden bir gün sonra aniden hastalandı; fakat cihat için yola çı­kacak ordunun hazırlığından vazgeçmedi. Bir gün sonra, yani Perşembe günü, hasta olduğu halde bizzat kendi eliyle sancağı Hz. Üsame’ye verdi.
“Ey Üsame! Allah yolunda, Allah’ın ismiyle muharebeye çık, Allah’ı inkâr edenlerle çarpış!” buyurdu. Sonra, Müs­lümanlara hitaben, “Ahde vefasızlık et­me­yiniz! Küçük çocukları ve kadınları öldürmeyiniz! Düşmanla karşılaşmayı ar­zu etmeyiniz; zira, ne olacağını bilemezsiniz. Belki, onlar yüzünden belâ ve mu­sibete uğrayabilirsiniz! Fakat ‘Allahım! İmdadımıza yetiş, düşmanımızın hakkından gel, bizi onların zararından koru!’ diye dua ediniz!” diye ko­nuştu ve ilave etti: “Şunu da unutmayınız ki cennet, kılıçların parıltısı altındadır!”[2]
Hz. Üsame, sancağı Büreyde b. Husayb’e teslim ettikten sonra, aldığı emir ge­reği karargâhını Cürüf’te kurdu. Hazırlığını bitiren Müslüman oraya koşu­yor­du.

Bazı Sözler

Hz. Üsame, ordusunu hazırlamakla meşguldü. Müslümanlar da harbe katıl­mak üzere hazırlıklarını tamamlamaya çalışıyorlardı. İslam ordusunda Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Sa’d b. Ebî Vakkas, Ubeyde b. Cerrah gibi ashab-ı kiramın ileri gelenlerinden birçok kimse vardı. Bunların üzerine, henüz yirmi yaşına basmamış Hz. Üsame kumandan tayin edilmişti.
Bu durum, hoşa gitmeyen bazı sözlerin söylenmesine sebep oldu: “Henüz yirmisine ayak basmamış bir delikanlı kumandan tayin ediliyor, ashabın ileri gelenlerinden birçok kimse emri altına veriliyor! Bu nasıl olur?”
Ayyâş b. Ebî Rebîa ise, “İlk muhacirlerin başına bu genç nasıl ku­mandan ta­yin ediliyor?”[3]diyordu.
Sanki bir anda Hz. Üsame’nin Resûl-i Kibriya Efendimiz tarafından tayin edildiği unutuluvermiş gibi bir sürü söz ve dedikodu...
Duruma Hz. Ömer (r.a.) muttali oldu. Bu tarz sözleri sarf­eden­le­re gereken ce­vabı verdikten sonra meseleyi gidip Hz. Re­sû­lul­lah’a (a.s.m.) intikal ettirdi.
Pey­gam­be­ri­miz, yakalandığı hastalığın şiddetinden yatağında yatmaktaydı. Haberi alır almaz, kızgınlığının ifadesi yüzünden belli oldu. Sargılı başıyla yatağından kalktı. Ashabın yardımıyla mescide giderek minbere çıktı. Allah’a hamd ve senâda bulunduktan sonra, “Ey insanlar! Üsame’yi kumandan tayin ettiğim için bazılarınızın ileri geri konuştuğunu duydum!” dedi; sonra, ko­nuş­masına şöyle devam etti:
“Benim, Üsame’yi kumandan tayin etmeme itiraz ediyor gibisiniz! Daha önce Üsame’nin babasını kumandan tayin ettiğim zaman da aynı şeyi yapmış­tınız! Vallahi, nasıl babası kumandanlığa lâyık olduğunu göstermişse, Üsa­me de babasından sonra kumandanlığa lâyık bir kimsedir! Babası nasıl en sevdi­ğim biri idiyse, Üsame de en sevdiğim kimseler arasından biridir! O da, babası da her türlü hayrı işleyebilecek yaratılışa sahip kimselerdir. Onlardan hayırlı işler bekleyiniz. Muhakkak ki Üsame, sizin hayırlı olanlarınızdandır ve bu işe ehliyetli birisidir!”[4]
Bu hitabesinden sonra minberden inip hâne-i saadetine girdi. İslam ordu­suna katılacak Müslümanlar, birer ikişer gelip kendisiyle vedalaştılar. Efendi­miz onlara, “Üsame’yi gönderme işini geri bırakmayınız”[5]diyordu.
Hatta bir ara, dadısı ve Hz. Üsame’nin annesi Hz. Ümmü Eymen, hâne-i sa­a­dete gelip, “Yâ Re­sû­lal­lah! Üsame’yi bir süre ka­rargâhında bıraksan olmaz mı?” deyince, Efendimiz aynı sözlerini tekrarladı: “Üsame’yi gönderme işini ihmâl etmeyiniz. Onu gönderiniz!”
Bu kesin emir üzerine Müslümanlar karargâha gittiler.

____________________________________________________
[1]İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 291; İbn Sa’d, Tabakat, c. 2, s. 190.
[2]Vakidî, Megazi, c. 3, s. 1117-1118; İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 190.
[3]İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 190.
[4]İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 190; Ahmed İbn Hanbel, Müsned, c. 2, s. 20; Müslim, Sahih, c. 4, s. 1884-1885.
[5]İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 190.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ

Kainatın Efendisi || Hz.Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) || Peygamberimizin Hayatı || Salih Suruç || Hadis Kütüphanesi

SELMAN SEVEN

{facebook#https://facebook.com/} {twitter#https://twitter.com/}

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget