Resulullah'ın hadislerini mi arıyorsunuz ?
Türkiye'nin En Geniş Kapsamlı Hadis Sitesi
HZ.MUHAMMED (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
"أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ"

Latest Post

Ebû’l-Yeser (r.a.), Ensar’dandı. İkinci Akabe Biatı’na katılmıştı. Peygamberi­mizle birlikte bütün savaşlara iştirak etti. Bedir Savaşı’nda çok büyük kahra­manlıklar gösterdi. Müşriklere kan kusturduğu bir sırada, müşriklerin safında bulunan, Peygamberimizin amcası Abbas’la karşılaştı. Onu öldürmedi. Çünkü Re­sû­lul­lah, amcasının öldürülmesini yasaklamıştı. “Re­sû­lul­lah seni öldürmeyi bize yasakladı.” dedi. Hz. Abbas da, “Bu, onun akraba hakkını ilk gözetmesi de­ğildir.” mukabelesinde bulundu. Ebû’l-Ye­ser daha sonra Abbas’ı esir aldı, Pey­gamberimize getirdi.
Aslında Ebû’l-Yeser zayıf ve kısa boylu idi. Hz. Abbas ise güçlü kuvvetliydi. Böyle biri tarafından esir edildiği için mahcubiyet duyuyordu. Peygamberimi­ze, “Yâ Re­sû­lal­lah, vallahi beni bu adam esir etmedi! Beni, insanların en güzel yüzlüsü, başının saçı iki tarafa ayrılmış, mor bir ata binmiş, bunların içerisinde göremediğim birisi esir etti.” de­di. Ebû’l-Yeser de onu tasdik etti, “Yâ Re­sû­lal­lah, onu esir ederken hiç görmediğim bir zat bana yardımda bulundu. Onun şekli şöyle şöyleydi.” dedi. Peygamberimiz (a.s.m.), “Sen onu esir alırken şerefli bir melek sana yardım etmiştir.” buyurdu.
Ebû’l-Yeser’in Peygamberimizin yanında ayrı bir yeri vardı. Bir defasında onun için, “Ya Rab, ona uzun ömür ihsan eyle!” diye dua etmişti. Ebû’l-Yeser bu duanın bereketiyle uzun müddet yaşadı.
Ebû’l-Yeser (r.a.), sıkıntı içerisinde olanlara yardım etmekten çok büyük haz duyardı. İmkânı varsa alacağından vazgeçer, bağışlardı; imkânı yoksa da, alaca­ğını tehir ederdi. Bu hususta Peygamberimizin şöyle buyurduğunu rivayet ederdi:
“Hiçbir gölgenin olmadığı kıyamet gününde Arş’ın gölgesinde gölgelenmek kimi sevindirirse, borçluya mühlet versin veya alacağından vazgeçsin.”
Hz. Ebû’l-Yeser, namazlarını son derece huşu içinde kılar, bütün şartlarına riayet ederdi. Başkalarına da böyle yapmaları tavsiyesinde bulunurdu. Bununla ilgili olarak da Re­sû­lul­lah’ın şöyle buyurduğunu rivayet ederdi:
“Bazılarınız namazlarını tam olarak eda ediyorlar; fakat bir kısmınız namazını yarı, kiminiz üçte bir, kiminiz de dörtte bir eda ediyor.”
Ebû’l-Yeser (r.a.) halim selim birisiydi. Yufka yürekliydi. Re­sû­lul­lah ile bir­likte geçen günlerini hatırladıkça ona duyduğu muhabbetten ağlardı. Sebebi so­rulduğunda da, “Sona kaldım!” derdi. Hicret’in 55. senesinde vefat etti. Allah on­dan razı olsun!
Ebû’l-Yeser’in Peygamberimizden rivayet ettiği bir hadisin meali şöyledir:
“Allah’ım! Yıkılmaktan, düşmekten, suda boğulmaktan, bunaklık derecesinde­ki ihtiyarlıktan Sana sığınırım! Ölürken şeytanın beni aldatmasından, Senin yo­luna sırt çevirmiş ve zehirli hayvanlar tarafından sokulmuş olarak ölmekten Sa­na sığınırım!”[1]

_________________________________
[1]Tabakât, 4: 12; Müsned, 3: 427.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ

Peygamberimizin “Sen bendensin, ben de sendenim.” şeklindeki iltifatına mazhar olan ve 250 kadar hadis rivayet eden Hz. Ebû Ümâme’nin ne zaman Müslüman olduğu hakkında yeterli bilgi alınamamaktadır. Uhud Savaşı’na ve Hicret’in 7. yılında yapılan Rıdvan Biatı’na katıldığı kesindir. Yine kaynaklarımız­da, Re­sû­lul­lah’ın onu bazı mühim vazifelere gönderdiği kaydedilmektedir. Re­sû­lul­lah’ın (a.s.m.) onu kan içen bir kavme gönderdiği, onları İslamiyet’e davet etmesini emrettiği rivayet edilir. Kendisi hadiseyi şöyle anlatır:
“Yanlarına vardığımda bana da kan ikram ettiler. ‘Ben sizi bundan menetmek için geldim.’ dedim. Beni dinlemediler. Yemek için başka bir şey de vermediler. O gece aç olarak yattım. Gece yabancı birisi, bana bir kab dolusu şerbet ikram et­ti. Ben bunu içtim. Açlığım susuzluğum gitti. Kalktığımda içlerinden birisinin, ‘Misafire böyle davranılmaz!’ dediğini duydum. Bana süt getirdiler. Buna ihtiya­cım yok, dedim ve tok olan karnımı gösterdim. Şaşırdılar. Bu keramet karşısında hepsi Müslüman oldu…”[1]
Ebû Umâme (r.a.), cömertliğiyle tanınıyordu. Sadaka vermeyi çok severdi. Sırf sadaka vermek için mal kazanırdı. İsteyen hiç kimseyi boş çevirmezdi, mutlaka bir şey verirdi. Bir gün yine bir dilenci gelmişti. Evde yiyecek yoktu. Ebû Ümâme’nin (r.a.) yanında üç dinarı vardı. Birini ona verdi. Sonra bir dilenci daha geldi. Birini de ona verdi. Kalan bir dinarı da biraz sonra gelen dilenciye verdi. Hizmetçisi, “Sen bizi açlıktan öldüreceksin!” dedi. Ebû Umâme sesini çı­karmadı. Sonra da uzandı. Bundan sonrasını hizmetçiden dinleyelim:
“Öğle vakti yaklaştığında onu uyandırdım. Kalktı, abdest alıp mescide gitti. O gün oruçluydu. Acıyıp, iftarlık bir şeyler hazırladım. Hava kararınca yatağını ser­dim. Bir de ne göreyim? Yatağının altında üç dinar duruyor! ‘Vallahi bu her zaman böyle yapıyor.’ dedim. Biraz sonra eve geldi. İftar sofrasını ve yanan çırayı görünce, ‘Bu, Allah tarafından bize gelmiş bir ihsandır.’ dedi. Birlikte yemeğimi­zi yedik. Biraz sonra, ‘Allah senden razı olsun! Senin paran varken bana söyle­miyorsun. Yatağın altında bırakılan para her zaman için tehlikelidir!’ dedim. ‘Be­nim bir şeyden haberim yok, ne parası?!’ dedi. Yatağı kaldırdım. Üç dinarı görünce sevindi ve Allah’a şükretti.”[2]
Ebû Ümâme (r.a.), insanlara nasihatte bulunmayı çok sevredi. Bunu bir vazife telakki ederdi. Bir defasında birkaç kişi yanına geldi ve kendilerine öğütte bu­lunmasını rica ettiler. “Kendisinden duyduklarını başkalarına da anlatmaları” şar­tıyla onlara uzun bir konuşma yaptı. Şöyle diyordu:
“Üç grup insan vardır. Cenâb-ı Hak onların ya şehit düşüp cennete girmeleri yahut büyük bir sevap ve ganimetle evlerine dönmeleri garantisini vermiştir. Bunlardan biri, savaşmak için evinden çıkan kimsedir. Bu kimse eğer şehit düşerse cennete girer, şayet sağ kalırsa büyük bir sevap ve ganimetle evine döner. Biri de, abdest alıp mescide giden kimsedir. Bu kimse orada ölürse cennetliktir, evine dönerse büyük bir sevap ve manevi ganimetle dönmüş olur. Biri de, evine girerken selam veren kimsedir.
“Cehennem üzerinde yedi kademeli köprü vardır. Bu kademelerin ortasında mahkeme kurulur. Kul oraya vardığında ona, ‘Senin üzerinde ne gibi borçlar var?’ diye sorulur. O da ‘Benim üzerimde şu var, bu var.’ diye saymaya başlar. Ona, ‘Borçlarını öde!’ diye emredilir. O, ‘Ey Rabb’im, benim verecek bir şeyim yoktur, borçlarımı nasıl ödeyeyim?!’ der. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak melekle­re, ‘İyiliklerinden alın.’ diye emreder. Melekler iyiliklerini teker teker alırlar, ne­ticede iyilikleri biter. Bundan sonra meleklere, ‘Haksızlık yaptığı kimselerin kötülüklerini alın, ona yükleyin!’ diye emrolu­nur. Melekler emredileni yaparlar. Bazı kimseler dağlar kadar iyilikle oraya geldikleri hâlde iyilikleri alına alına tek bir iyilik kalmaz. Ayrıca zulüm ve haksızlık yaptıkları kimselerin kötülükle­ri sırtına yüklene yüklene kötülükleri dağlar kadar olur.
“Yalandan sakının; çünkü yalan insanı fıska, kötülüğe, fısk da cehenneme sürükler! Doğruluktan ayrılmayın; çünkü doğruluk hayra, hayır da kişiyi cen­nete götürür.
“Yemin ederim ki, siz Cahiliye Devri insanlarından daha çok dalalettesiniz! Çünkü Cenâb-ı Hak, Allah yolunda harcayacağınız bir dinara karşılık vereceği­ni vaat ettiği hâlde siz keselerinizin ağzını sımsıkı bağlıyorsunuz…”[3]
Ebû Ümâme (r.a.) verdiği bir vaazında da şöyle diyordu:
“Hoşunuza gitsin veya gitmesin her hususta sabredin. Çünkü sabır çok güzel bir huydur. Dünya sizi şaşkına çevirdi. Eza ve cefalarını da size yavaş yavaş içirdi. Zevk ve süsü ile kendini sizlere çekti.”
Ebû Ümâme (r.a.), Hicret’in 86. yılında Şam’da vefat etti. Onun Peygamberi­mizden rivayet ettiği hadislerden bazıları şunlardır:
“Utanmak ve az konuşmak imanın iki şubesi, çirkin ve kaba konuşmak da münafıklığın iki şubesidir.”[4]
“Sevdiğini Allah için seven, sevmediğini de Allah için sevmeyen; verdiğini Allah için veren, vermediğini de Allah için vermeyen kimse tam bir imana sahip olmuş olur.”[5]

___________________________________________
[1]el-İsâbe, 2: 182; Üsdü’l-Gàbe, 5: 38.
[2]Hayâtü’s-Sahâbe, 3: 408.
[3]age., 3: 387.
[4]Tirmizî, Birr: 80.
[5]Ebû Dâvud, Sünnet: 16.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ

Ensar’ın büyüklerinden olan Ebû Talha’nın (r.a.) asıl adı “Zeyd bin Sehl el-Busâ-rî”ydi. 20 yaşında cevval bir genç iken Müslüman oldu. Akabe Biatı’na katıl­dı. Kısa zamanda Peygamberimizin (a.s.m.) çok sevdiği sahabileri arasına gir­di. Re­sû­lul­lah, Hicret’ten sonra onunla, Muhacirlerden ve cennetle müjdelenen 10 sahabiden birisi olan Ebû Ubeyde bin Cerrah (r.a.) arasında kardeşlik tesis etti. (Ebû Talha’nın Müslüman olmasıyla ilgili geniş bilgi için, Ümmü Süleym maddesine bakınız.)
İslam davasının kahraman bir fedaisi olan Hz. Ebû Talha, Peygamberimizle birlikte bütün savaşlara iştirak etti, büyük kahramanlıklar gösterdi.
Ebû Talha, Re­sû­lul­lah’a bağlılığı ve muhabbeti ile temayüz etmişti. Peygam­berimizin uğrunda katlanamayacağı fedakârlık yoktu. Onun uğrunda canını feda etmeyi en büyük nimet sayardı. Katıldığı gazalarda bunu ispat etti.
Uhud Savaşı’nda gözü dönmüş müşrikler bütün şiddetiyle Re­sû­lul­lah’ın bu­lunduğu yere yükleniyorlardı. Gayeleri, âlemin yaradılışına sebep olan o Yüce Peygamber’i şehit etmekti. Fakat vücutlarını Re­sû­lul­lah’a siper eden sahabiler, onların Peygamberimize yaklaşmasına fırsat vermiyorlardı. Bunlardan birisi de Hz. Ebû Talha idi. O bir yandan “Yâ Re­sû­lal­lah! Vücudum senin vücuduna fedadır!” diye bağırıyor, bir yandan da müşriklere ok yağdırıyordu. Ebû Talha çok iyi ok atardı. Peygamberimiz bunu bildiği için, kimde ok dolu bir çanta gör­se, “Ok çantanı Ebû Talha’ya ver.” buyuruyorlardı. Gerek Ebû Talha’nın isabetli atışları gerekse diğer sahabilerin gayretleri sayesinde müşrikler, Peygamberimize yaklaşamıyorlardı. Bu arada Peygamberimiz, Hz. Ebû Talha’nın omuzları üzerinden, onun attığı okların isabet edip etmediğine bakıyordu. Ebû Talha bu­nu görünce, bütün samimiyetiyle şöyle dedi:
“Annem babam size feda olsun, yâ Re­sû­lal­lah! Mübarek başınızı kaldırmayı­nız; size bir ok değmesinden korkuyorum! Benim canım sizin uğrunuza kurban olsun! Göğsüm, sizin göğsünüze siper ve feda olsun! Bunlar beni şehit etmedik­çe size hiçbir şey yapamazlar.”
Müşrikler gerçekten Peygamberimize hiçbir zarar veremezlerdi. Çünkü Cenâb-ı Hak onu koruyordu. Fakat Ebû Talha’nın bu sözleri ve sahabilerin kendisini korumak için cansiperane gösterdikleri fedakârlık, Re­sû­lul­lah’ı çok memnun etti.
Evet, sahabiler vücutlarını Re­sû­lul­lah’a feda etmekten çekinmediler. Onlar, Peygamberimizin ayağına bir diken dahi batmaması için ölmeye razıydılar.
İşte, onların bu fedakârlıkları sayesindedir ki, Uhud Savaşı’nda müşrikler faz­la bir zarar veremeden çekilmek zorunda kaldılar.
Hz. Ebû Talha, Re­sû­lul­lah’a olan sevgisi sebebiyle ona ait bir şeyi teberrüken sakla­mak isterdi. Bir gün Peygamber Efendimiz tıraş olmuştu. Hz. Ebû Talha, Re­sû­lul­lah’ın mübarek saçlarını toplayarak hanımına götürdü ve ondan bu mübarek kılları tam bir itinayla saklamasını istedi.
Hz. Ebû Talha’nın ve hanımı Ümmü Süleym’in, Peygamberimizin yanında ayrı bir yeri vardı. Zaman zaman bu aileyi ziyaret eder, onları memnun ederdi. Onlar da evlerinde ne varsa ona ikram ederlerdi. Diğer taraftan, bu evde güzel bir yemek pişirilse mutlaka Re­sû­lul­lah’a da hisse ayrılırdı.[1]
Hz. Ebû Talha’nın en bariz vasıflarından birisi de, Allah’ın ve Resûlünün em­rine hemen itaat etmesiydi. Hiçbir meselede hikmet aramadan, emredileni he­men yerine getirirdi. Kendisi Ashâb’ın zenginlerindendi. Onun kadar malı olan çok az sahabi vardı. Zenginlik nimetinin niçin verildiğini çok iyi biliyordu. Bu sebeple, malını hak yolunda infak etmekten bir an bile geri durmadı. Servetinin fazlalığı onu hiçbir zaman hak yoluna hizmet etmekten alıkoymadı.
Ebû Talha’nın Medine’de çok sayıda hurma bahçesi vardı. Bunlar içerisinde en fazla “Beyraha” hurmalığını severdi. Burası Mescid-i Nebevî’ye çok yakındı. Peygamberimiz sık sık buraya uğrar, güzel manzarasını seyreder ve meşhur su­yundan içerdi. “Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe hayra, sevaba eremezsi­niz.”[2]mealindeki âyet nazil olunca, Hz. Ebû Talha hemen Re­sû­lul­lah’a gitti ve şöyle dedi:
“Yâ Re­sû­lal­lah! Cenâb-ı Hak, ‘Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe hayra, sevaba eremezsiniz.’ buyuruyor. Mallarımın içinde en fazla Beyraha hurmalığı­nı seviyorum. Onu Allah yolunda infak ediyorum. Allah indinde makbule geçmesini umuyorum. Yâ Re­sû­lal­lah, onu Allah’ın emrettiği yerlere ver.”
Peygamberimiz onun bu hareketinden çok memnun kaldı, şöyle buyurdu:
“Söylediğini duydum. Onu akraban arasında infak etmeni uygun buluyo­rum.”
Hz. Ebû Talha, “Yâ Re­sû­lal­lah, buyurduğunuz gibi yaparım.” dedi ve en sevdiği hurma bahçesini akrabasına sadaka olarak dağıttı.[3]
Peygamberimizin hayatı boyunca onun etrafında bir pervane gibi dönen, ona gelen tehlikelere vücudunu siper eden Hz. Ebû Talha, Re­sû­lul­lah’ın ahirete irtihâline tahammül edemedi. Onun ayrılık acısına dayanamayan diğer sahabiler gibi Medine’yi terk ederek Şam’a gitti. Uzun müddet orada kaldı. Peygamberi­mizin kabrini ziyaret etmeyi çok arzulamasına rağmen, Hz. Ömer’in (r.a.) şehit edilmesine yakın bir zamana kadar Medine’ye gelemedi.
Hz. Ömer, Ebû Talha’yı çok sever ve kendisine güvenirdi. Yaralandığında halife se­çimini, o sırada hayatta bulunan, cennetle müjdelenmiş altı sahabiye bıraktı. Bu mühim işte Hz. Ebû Talha’ya da vazife verdi. Onu yanına çağırarak şöyle dedi:
“Ey Ebû Talha! Cenâb-ı Hak çok defa İslam’ı seninle aziz kılmıştır. Bu defa da hizmet et. Halifeyi seçecek şûra üyeleri bir evde toplanacaklar. Sen de Ensar’dan 50 kişi al ve dışarda bekle. İçeriye hiç kimseyi sokma.”
Hz. Ebû Talha bu mühim vazifeyi başarıyla ifa etti. Kapıda bekledi ve içeri girmek isteyenlere engel oldu. Halife seçimi biraz gecikince bir fitne çıkmasın­dan korktuğu için şûra üyelerini ikaz etti:
“Bana göre halife seçiminde çekimser davranmanız, halife seçilmek için birbirinizle yarış etmenizden daha tehlikelidir! Vallahi bütün Müslümanlarda Hz. Ömer’in vefatından dolayı sarsılma olmuştur.” diyerek, onlardan, Müslümanların halifesini bir an önce seçmelerini istedi. Nihayet şûra üçüncü halife olarak Hz. Osman’ı seçti.
Peygamberimizin vefatından sonra bütün vaktini ibadet ve taatle geçiren Hz. Ebû Talha, bir gün Kur’ân-ı Kerim okuyordu. “Ey müminler! Gerek hafif gerek ağırlıklı olarak cihada çıkın.”[4]mealindeki âyet-i kerimeyi okuyunca, içinde şehadet aşkı uyan­dı. “Bu âyet, genç de olsak, ihtiyar da olsak bize cihada katılmayı emretmektedir. Ço­cuklarım, benim hazırlığımı görün, ben cihada çıkıyorum!” dedi. O sırada 70 yaşınday­dı. Çocukları onun bu isteğini kabul etmeye ya­naşmayarak şöyle dediler:
“Allah senden razı olsun! Allah’ın Resûl’ü vefat edinceye kadar onunla birlik­te her savaşta bulundun. Hz. Ebû Bekir ve Ömer zamanındaki savaşlara da işti­rak ettin. Şimdi artık bırak, senin yerine bu işi biz yapalım.”
Ebû Talha cihada çıkmakta ısrarlıydı. Nihayet orduya katıldı. Fakat gemideyken ruhunu teslim etti. Denizde oldukları için yedi gün onu defnedecek bir yer bulamadılar. Bu ka­dar uzun süre kalmasına rağmen bir keramet eseri olarak cesedi bozulmadı.[5]
Ömrünü İslam davasının korunması ve yayılması yolunda feda eden bu büyük sahabi, 92 hadis-i şerif rivayet etmiştir. Onun rivayet ettiği hadislerde bazı dinî meseleler, savaşlar ve sevabı çok olan ameller bildirilmek­tedir. Bu hadislerden birisi şu mealdedir:
“Re­sû­lul­lah bir gün son derece neşeli ve güler yüzlü idi. Şöyle buyurdu: ‘Rab-b’imden bana şöyle bir şey geldi: Ümmetinden kim sana salavat getirirse, Cenâb-ı Hak ona 10 hasene yazar, 10 günahını siler, derecesini 10 kat yükseltir ve onun getirdiği salavat kadar kendisine rahmet eder.’”[6]
Allah ondan razı olsun!

_____________________________________
[1]Tabakât, 3: 504; Üsdü’l-Gàbe, 2: 232.
[2]Âl-i İmrân Sûresi, 92.
[3]Hayâtü’s-Sahâbe, 2: 92; İsâbe, 1: 567.
[4]Tevbe Sûresi, 41.
[5]Tabakât, 3: 507; İsâbe, 1: 567.
[6]Müsned, 4: 29.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ

SELMAN SEVEN

{facebook#https://facebook.com/} {twitter#https://twitter.com/}

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget