Arapların en büyük şairlerinden biri olan Hassan bin Sâbit yeni Müslüman olmuştu. O sıralar müşrik şairler, hicivleriyle Müslümanlara dil uzatıyor, rahatsız ediyorlardı. Müslümanların bu müşrik şairlere cevap verecek bir şaire ihtiyaçları vardı. Zira o zamanlar Araplar şiire çok önem veriyorlardı. Böyle bir şairin arandığını duyan Hassan bin Sâbit hemen Resûlullah’ın huzuruna vardı. Dilini eliyle tutarak, “Yâ Resûlallah! İşte ben size dilimle yardım etmeye hazırım, onları hicvederek haklarından gelirim!” dedi.[1]
Fakat hicvederek yerin dibine batıracağı kimseler, Peygamber Efendimizin de mensubu olduğu Kureyş kabilesindendi. Onları hicvederken sözün Resûlullah’a dokunması ihtimali vardı. Allah’ın Resûl’ü bu duruma şu sözlerle işaret etti:
“Sen onları nasıl hicvedeceksin? Biliyorsun, ben de neseben onlardanım.”
Hassan bin Sâbit bu sözlere şöyle cevap verdi:
“Yâ Resûlallah, ben şiirlerimde mukaddes şahsiyetinizi hamurdan kıl çeker gibi Kureyş müşrikleri arasından nezaketle çeker, çıkarırım.”[2]
Bunun üzerine Resûlullah (a.s.m.) ona izin verdi. Fakat müşriklerin neseplerini öğrenmek için Hz. Ebû Bekir’den istifade etmesini söyledi. Çünkü sahabiler arasında nesep ilmini en iyi bilen Hz. Ebû Bekir’di. Hz. Hassan bundan böyle hicivleriyle müşriklere hücum etmeye ve Müslümanları rahatlatmaya başladı. Sadece müşrikleri hicvetmekle kalmıyor, okuduğu şahane şiirlerle Peygamber Efendimizi ve İslam’ı methederek müminlerin gönüllerinde ulvi heyecan dalgaları meydana getiriyordu. Bir şiirinde şöyle diyordu:
“Resûlullah’ın pak alnı karanlık içinde göründüğü zaman, ortalığa nur saçan, karanlığı izale eden lamba gibi görünür.”
Hicret esnasında Müslüman olan Hassan bin Sâbit bu sırada 60 yaşındaydı. Medine’nin köklü kabilelerinden biri olan Hazreç kabilesine mensuptu. Asılları ise Yemen tarafından gelmişti. Diğer taraftan Peygamber Efendimizle de uzaktan akrabalığı vardı.
İslam’la müşerref olduktan sonra şiirlerinde gayriislami temaları terk etmiş, tamamen İslami mevzularda şiir söylemeye başlamıştı. O gerek müşrikleri hicveden ve gerekse Resûlullah’ı müdafaa ve metheden şiirlerinde öylesine başarılıydı ki, artık “Resûlullah’ın Şairi” unvanıyla anılmaya başlanmıştı.
Resûlullah onun için mescitte hususi bir yer yaptırmıştı. Zaman zaman orada şiirler okuyarak müminleri şenlendirirdi. Resûlullah da onun bu güzel şiirlerini tebessümle dinlerdi. Bir defasında Resûlullah, “Ebû Bekir hakkında da bir şiirin var mı?” diye sordu.
O, “Evet, yâ Resûlallah.” dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz, “Onu da duymak isterim.” buyurdu.
Hassan bir Sâbit, Hicret esnasında Hz. Ebû Bekir’in Peygamber Efendimizle birlikte geçirdiği anları tasvir eden, Resûlullah’ın Hz. Ebû Bekir’e olan muhabbetini dile getiren şiirini okudu. Resûlullah şiiri dinledikten sonra, “Çok doğru söyledin ey Hassan; o, dediğin gibidir.” buyurdu.[3]
Peygamberimiz onun müdafaalarından memnun olur, zaman zaman şöyle derdi:
“Ey Hassan, Allah’ın Resûl’ü namına cevap ver. Yâ Rab, ona Ruhü’l-Kudüs’le teyit et.”
Bir defasında da Hassan’ın lisanıyla yaptığı büyük hizmetlerden dolayı şöyle buyurdu:
“Allah’ım, onu Cebrâil’le kuvvetlendir.”[4]
Müslüman olduktan sonra Hassan bin Sâbit’in şiirlerinde bazı değişiklikler oldu. Artık şiirlerinde yalan ve mübalağa gibi unsurlar yer almıyordu. Hattâ bu yüzden onun şiirlerinde eskiye nispeten gerileme olduğunu söyleyenler bile çıktı. O ise bunlara şöyle cevap veriyordu:
“Şiirlerimin eskisi kadar güçlü olmadığını kabul ederim. Çünkü İslam yalana cevaz vermez. Hâlbuki şiir yalan, hayal ve mübalağa ile güzelleşir.”[5]
Hayatı boyunca Resûlullah’ı şiirleriyle memnun eden Hassan bin Sâbit, onun vefatının ardından duyduğu derin kederi yine yazdığı mersiyelerle dile getiriyordu:
“Artık senin vücudunu topraklar mı örttü?
Keşke senin yerine kara topraklara giren ben olaydım!
Senin vefatından sonra Medine’de insanlar arasında mı yaşayacağım?
Ah, keşke doğmaz, dünyaya gelmez olaydım!”
Müslüman şairler arasında Hassan bin Sâbit’ten başka Abdullah bin Revâha ve Kâ’b bin Mâlik de meşhurdu. Onlar da İslam’ı müdafaa etmişlerdi. Kur’ân bu şairlerin mücadelesini överek, onları müşrik şairlerden şöyle ayırır:
“Şairlere gelince, onlara da sapıklar uyar. Görmez misin ki, onlar her türlü övgü ve yergiye ölçüsüzce dalarlar ve yapmadıkları şeyleri överler! Ancak iman eden, güzel işler yapan, Allah’ı çokça zikreden ve zulme uğradıktan sonra kendilerini müdafaa edenler müstesnadır... O zalimler ise nasıl bir akıbete yuvarlanacaklarını yakında bileceklerdir!”[6]
Hassan bin Sâbit 120 yıl süren uzun bir ömür geçirdi. Bu 120 yılın 60’ı Cahiliyet’te, 60’ı da İslamiyet’le şereflendirdikten sonra geçmişti. Gariptir ki, babası, dedesi, dedesinin babası da hep 120 yıl ömür sürmüşlerdi…
Hassan bin Sâbit, Hz. Muâviye devrinde 120 yaşındayken ebedî âleme irtihâl etti. Son olarak onun şiirlerinden bir-iki mısraının tercümesini nakledelim:
“Zenginlik bana hayâyı unutturmaz.”
“Dünyanın musibetleri huzurumu bozmaz.”
“İnsanın namusu ve şerefi hiçbir leke ve yaraya tahammül edemez.”
“Bir şişe kırıldıktan sonra nasıl tamir olmazsa, insanın namus ve şerefi de öyledir.”
_____________________________________
[1]Üsdü’l-Gàbe, 2: 4.
[2]age., 2: 5.
[3]Tabakât, 3: 174.
[4]Tecrid Tercemesi, 2: 360.
[5]Üsdü’l-Gàbe, 2: 4.
[6]Şuarâ Sûresi, 225-227.
[2]age., 2: 5.
[3]Tabakât, 3: 174.
[4]Tecrid Tercemesi, 2: 360.
[5]Üsdü’l-Gàbe, 2: 4.
[6]Şuarâ Sûresi, 225-227.
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.