Resulullah'ın hadislerini mi arıyorsunuz ?
Türkiye'nin En Geniş Kapsamlı Hadis Sitesi
HZ.MUHAMMED (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
"أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ"

Latest Post

Fısk Bi'l-Bid'a
Bk. Fısk.
“Fısk” ve “fusûk”, birinci, ikinci ve beşinci bablardan çekilen “feseka” kök fiilinin masdarıdır. Her ikisi de sözlükte mutlak olarak “hurûc” karşılığı olarak çıkmak manasına gelir. Nitekim “fesekati'r-ratbetu an kışrihâ” denir ki “taze hurma kapçığından börtleyip çıktı” demektir.
es-Suyüti'nin el-Muzhir isimli kitabında da naklettiği gibi araplar fısk lafzını sadece çıkmak manasına kullanırlardı. Daha sonraları Allah'a itaatten çıkmak manasına naklederek bu manasıyla ilahî taatten çıkana fâsık dediler. 283Demek oluyor ki fısk kelimesi önceleri Araplar arasında umumî olarak çıkmak manasında kullanılmışken sonraları Allah'ın emirlerini terketmek, Ona - Allah korusun - isyan ederek hak yoldan ayrılmak, doğru yoldan sapmak gibi hususî bir mana kazanmış ve bu manada dinî bir terim haline gelmiştir. Daha çok sözlük manasıyle değil, ıstılah manasiyle meşhurdur. Kur'ân-ı Kerim'de de küfür, ma'siyet, yalan, günah ve kötülük manalarında varid olmuştur. 284
Terim olarak fısk, ya itikatta ya da amelde olur. İtikadî fısk ya küfürdür yahut da bid'attir. Gerek amelinde, gerekse küfre varmamak şartiyle itikadında fıska düşene fâsık denilmiştir.
Hadis iminde fısk, fısku'r-râvi yani hadis rivayet eden ravinin fiil ve sözlerinde küfür derecesinde olmamak şartiyle İslam'a aykırı itikat taşıdığının görülmesidir. Ravilerin tenkidinde göz önünde bulundurulan on tenkit esasından (metâ'in-i aşere) biridir ve ravinin doğrudan doğruya adaletiyle ilgilidir.
İtikad açısından fıska bid'at de denir. Böyle itikadî meselelerden doğan fıska ayrıca fısk bi'1-bid'a da denilmiştir.
Ravinin fışkı şayet büyük günahlardan birini İşlemek veya küçük günah işlemeyi terketmeyip onda israr etmek sebebinden kaynaklanmışsa buna da fısk bi'l-ma'siye tabir edilmiştir.
Amel açısından fıska gelince, çeşitlidir. Hadis İlmi açısından en başta ravinin yalancılığı gelir. Özel tabiriyle kizb ale'r-Resûl yani Hz. Peygamber (s.a.s) 'e isnad ederek yalan söylemesi, öteki ifadesiyle hadis uydurması en şiddetli ta'n sebebidir. Yalan söylediği, hele hadis uydurduğu sabit olan ravi şiddetli bir şekilde cerhedilir. Sözüyle islamî esaslara aykın hareket ettiğinden fasık sayılarak terk edilir. Hadisleri hiçbir şekilde kabul edilmez.
Ravinin gerek itikadî gerekse amelî fışkından tevbe etmesi halinde rivayetlerinin kabul edilip edilmemesi konusunda değişik görüşler ileri sürülmüştür. Bu görüşlerden birine ve daha çok makbul addedilenine göre fışkından tevbe ettiği açığa çıkan ravinin rivayeti makbuldür. Ancak hadiste yalan söylediği açığa çıkmış bulunan ravinin rivayeti, tariki hasen bile olsa hiçbir şekilde makbul sayılmaz. 285Ahmed b. Hanbel, Buhârî Şeyhi el-Humeydi, Şafiî âlimlerden Ebu Bekri s-Sayrafî'nin görüşü budur. es-Sayrafî bu konuda “Hz. Peygamber (s.a.s)'in ağzından yalan söyleyen bir kimsenin rivayetini, sonradan (tevbe edip) güzel ahlaklı biri olduğu açığa çıkmış bile olsa, hiçbir zaman kabul edemeyiz” demiştir. Onun şu sözleri de aynı konudadır: “Nakil ehlinden birinin bir haberini, tuttuğumuz bir yalanından dolayı bir kere terk ettik mi artık onu tevbe etmiştir diye bir daha kabul edemeyiz. Bunun gibi zayıf saydığımız bir raviye de bir daha kuvvetli diyemeyiz.” Ebu'l- Muzaffer İbnu's-Sem'ânî de “tek bir haberde bile olsa yalan söyleyen ravinin önceki hadislerini de reddetmek gerekir” diyerek Hz. Peygamber'in ağzından bir tek rivayette bile olsa yalan söyleyen ravinin hadislerinin yalanının açığa çıkmasından öncekilerle birlikte terkedilmesi gerektiğine işaret etmiştir. Böyle birisi sonradan tevbe etmiş bile olsa hakkındaki bu hüküm değişmez.
Öte yandan en-Nevevî, rivayette yalan söylemenin, yalancı şahitlikten hiçbir farkı olmadığını ileri sürmüştür. Ona göre yalancı şahitlikten tevbe eden birinin şahitliği nasıl kabul edilirse rivayeti de kabul edilir. 286Ancak kaydetmek gerekir ki rivayet ile şehadet ayn ayrı şeylerdir. Nitekim es-Suyûtî ikisi arasında 21 noktadan fark olduğunu kaydetmiştir. (Bk. Şehadet). Ayrıca yalan şahitlik yapan birinin zararı şahsa dokunur. Oysa Hz. Peygamber'in ağzından yalan söyleyen biri dine zarar vermiş demektir.
Şu hale göre hadiste yalan söylemek ve hadis uydurmak hariç fısktan tevbe eden ve durumunu düzelttiği sabit olan ravinin rivayeti kabul edilir. Hz. Peygamber üzerine yalan söylemek ya da hadis uydurmak suçunu bir kere de olsa işlemiş bulunan ravinin hadisleri ise hiçbir şekilde kabul edilmez.

Fısk
“Fısk” ve “fusûk”, birinci, ikinci ve beşinci bablardan çekilen “feseka” kök fiilinin masdarıdır. Her ikisi de sözlükte mutlak olarak “hurûc” karşılığı olarak çıkmak manasına gelir. Nitekim “fesekati'r-ratbetu an kışrihâ” denir ki “taze hurma kapçığından börtleyip çıktı” demektir.
es-Suyüti'nin el-Muzhir isimli kitabında da naklettiği gibi araplar fısk lafzını sadece çıkmak manasına kullanırlardı. Daha sonraları Allah'a itaatten çıkmak manasına naklederek bu manasıyla ilahî taatten çıkana fâsık dediler. 283Demek oluyor ki fısk kelimesi önceleri Araplar arasında umumî olarak çıkmak manasında kullanılmışken sonraları Allah'ın emirlerini terketmek, Ona - Allah korusun - isyan ederek hak yoldan ayrılmak, doğru yoldan sapmak gibi hususî bir mana kazanmış ve bu manada dinî bir terim haline gelmiştir. Daha çok sözlük manasıyle değil, ıstılah manasiyle meşhurdur. Kur'ân-ı Kerim'de de küfür, ma'siyet, yalan, günah ve kötülük manalarında varid olmuştur. 284
Terim olarak fısk, ya itikatta ya da amelde olur. İtikadî fısk ya küfürdür yahut da bid'attir. Gerek amelinde, gerekse küfre varmamak şartiyle itikadında fıska düşene fâsık denilmiştir.
Hadis iminde fısk, fısku'r-râvi yani hadis rivayet eden ravinin fiil ve sözlerinde küfür derecesinde olmamak şartiyle İslam'a aykırı itikat taşıdığının görülmesidir. Ravilerin tenkidinde göz önünde bulundurulan on tenkit esasından (metâ'in-i aşere) biridir ve ravinin doğrudan doğruya adaletiyle ilgilidir.
İtikad açısından fıska bid'at de denir. Böyle itikadî meselelerden doğan fıska ayrıca fısk bi'1-bid'a da denilmiştir.
Ravinin fışkı şayet büyük günahlardan birini İşlemek veya küçük günah işlemeyi terketmeyip onda israr etmek sebebinden kaynaklanmışsa buna da fısk bi'l-ma'siye tabir edilmiştir.
Amel açısından fıska gelince, çeşitlidir. Hadis İlmi açısından en başta ravinin yalancılığı gelir. Özel tabiriyle kizb ale'r-Resûl yani Hz. Peygamber (s.a.s) 'e isnad ederek yalan söylemesi, öteki ifadesiyle hadis uydurması en şiddetli ta'n sebebidir. Yalan söylediği, hele hadis uydurduğu sabit olan ravi şiddetli bir şekilde cerhedilir. Sözüyle islamî esaslara aykın hareket ettiğinden fasık sayılarak terk edilir. Hadisleri hiçbir şekilde kabul edilmez.
Ravinin gerek itikadî gerekse amelî fışkından tevbe etmesi halinde rivayetlerinin kabul edilip edilmemesi konusunda değişik görüşler ileri sürülmüştür. Bu görüşlerden birine ve daha çok makbul addedilenine göre fışkından tevbe ettiği açığa çıkan ravinin rivayeti makbuldür. Ancak hadiste yalan söylediği açığa çıkmış bulunan ravinin rivayeti, tariki hasen bile olsa hiçbir şekilde makbul sayılmaz. 285Ahmed b. Hanbel, Buhârî Şeyhi el-Humeydi, Şafiî âlimlerden Ebu Bekri s-Sayrafî'nin görüşü budur. es-Sayrafî bu konuda “Hz. Peygamber (s.a.s)'in ağzından yalan söyleyen bir kimsenin rivayetini, sonradan (tevbe edip) güzel ahlaklı biri olduğu açığa çıkmış bile olsa, hiçbir zaman kabul edemeyiz” demiştir. Onun şu sözleri de aynı konudadır: “Nakil ehlinden birinin bir haberini, tuttuğumuz bir yalanından dolayı bir kere terk ettik mi artık onu tevbe etmiştir diye bir daha kabul edemeyiz. Bunun gibi zayıf saydığımız bir raviye de bir daha kuvvetli diyemeyiz.” Ebu'l- Muzaffer İbnu's-Sem'ânî de “tek bir haberde bile olsa yalan söyleyen ravinin önceki hadislerini de reddetmek gerekir” diyerek Hz. Peygamber'in ağzından bir tek rivayette bile olsa yalan söyleyen ravinin hadislerinin yalanının açığa çıkmasından öncekilerle birlikte terkedilmesi gerektiğine işaret etmiştir. Böyle birisi sonradan tevbe etmiş bile olsa hakkındaki bu hüküm değişmez.
Öte yandan en-Nevevî, rivayette yalan söylemenin, yalancı şahitlikten hiçbir farkı olmadığını ileri sürmüştür. Ona göre yalancı şahitlikten tevbe eden birinin şahitliği nasıl kabul edilirse rivayeti de kabul edilir. 286Ancak kaydetmek gerekir ki rivayet ile şehadet ayn ayrı şeylerdir. Nitekim es-Suyûtî ikisi arasında 21 noktadan fark olduğunu kaydetmiştir. (Bk. Şehadet). Ayrıca yalan şahitlik yapan birinin zararı şahsa dokunur. Oysa Hz. Peygamber'in ağzından yalan söyleyen biri dine zarar vermiş demektir.
Şu hale göre hadiste yalan söylemek ve hadis uydurmak hariç fısktan tevbe eden ve durumunu düzelttiği sabit olan ravinin rivayeti kabul edilir. Hz. Peygamber üzerine yalan söylemek ya da hadis uydurmak suçunu bir kere de olsa işlemiş bulunan ravinin hadisleri ise hiçbir şekilde kabul edilmez.

Fıkhu'r-Râvî
Fıkıh, Fıkhu'l-Hadis maddesinde de söz konusu edildiği gibi, sözlükte bir nesneyi zihinle gereği gibi anlayıp bilmek manasınadır. Fıkhu'r-râvi ise hadis rivayetiyle meşgul olan kimsenin rivayetinin şartlarını, hakikatini, çeşitlerini, hükümlerini, ravilerin hallerini, rivayet edilen hadislerin sınıflarını gereği gibi bilmesi ve bu bilgiye dayanarak sahih olan hadisleri zayıf olanlarından ve uydurmalarından ayırdedebilmesidir. 281
Hz. Peygamber'in hadisleri her şeyden önce Kur'ân-ı Kerim'in açıklaması ve tatbiki mahiyetinde İslâm Dini'nin ikinci kaynağıdır. Hadislerde İslâm'ın özü olan helal, haram, emir, yasak, tavsiye, telkin, irşad, va'z ve nasihat, kısacası bir müslümanın dünya ve ahiret saadeti için gerekli bütün değerler bol miktarda mevcuttur. Hadisleri rivayet edenlerin ve Hadis İlmiyle meşgul olanların bunları bilmesi, herbirinin taşıdığı hükümlere vakıf olması da fıkhu'r-râviye dahildir.
Öte yandan ravi hadisleri etraflı bir şekilde bilirse onları öğrenip hıfzetmesi önemli ölçüde kolaylaşır. Uygulamasını doğru bir şekilde yapar. Böylece Allah'ın “Allah'ı ve Ahiret gününü umarlar, Allah'ı çokça zikredenler için örnek” olarak gösterdiği 282Hz. Peygamber'in yolundan gitmiş, aynı zamanda hadislerin zabtı kolaylaşmış olur.
Diğer taraftan ilmin her yönden faydalı olduğu açıktır. Hadislerin ihtiva ettiği hükümler ve gerçekleri bilenler aynı zamanda birer fakih olarak din kardeşlerine faydalı bir fert haline gelirler. Öğrendikleriyle amel ettikleri belki de kendilerinden daha anlayışlı birine ulaştırarak ilmin yayılmasına ve naklettikleri hadislerin daha iyi bir şekilde istifade edilmesine zemin hazırlamış olurlar. Şu hale göre hadis ravisinin rivayet ettiği hadislerin taşıdığı hüküm ve değerleri bilmesi hem kendisinin amel ederek üstün bir müslüman olması, hem dininin emirlerine riayet etmek, hem de hadislerin iyice bellenmesini kolaylaştırmak yönlerinden son derece önemlidr. Buna dair İmam-ı A'zam ile İmam Evzâ'î arasında Mekke'de geçen bir münazaradan söz edilir. Rivayete göre Evzâ'i, İmam-ı A'zam'a 
“Rüku'a varırken, rükudan kalkarken ellerinizi niçin kaldırmıyorsunuz?” diye sorar. İmamı A'zam, 
“Bu konuda Hz. Peyygamber (s.a.s)'den sahih olarak rivayet edilmiş hiçbir haber yoktur” diye cevap verir. Evzâ'î, 
“Nasıl olmaz” der ve şu hadisi zikreder:
“... Hz. Peygamber (s.a.s) namaza başlarken, rükuda ve rükudan kalkarken ellerini kaldırırlardı.”
Bunun üzerine İmam-ı A'zam bir başka hadis söyler:
“... Hz. Peygamber (s.a.s) ellerini sadece namaza başlarken kaldırır; başka (zaman) kaldırmazlardı” Arkasından da şunları ekler: 
“Hammâd, Sâlim'den daha fakihtir. Alkame'nin İbn Ömer'den rivayetleri olmasa fıkıhta esamisi okunmaz. İbn Ömer'in her ne kadar sohbet şerefi varsa da Esved'in de onun üzerinde pek çok hakkı vardır.”
Anlaşılıyor ki İmam-ı A'zam'ın söylediği hadisin isnadını teşkil eden raviler fakihdirler. Evzâ'i'nin hadisinin isnadında ise âli olmaktan öte böyle bir özellik yoktur. Bu itibarla İmam-ı A'zam ravileri fakih olan hadisi amel etmeye daha layık görmüş ve onunla amel etmiştir.

SELMAN SEVEN

{facebook#https://facebook.com/} {twitter#https://twitter.com/}

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget