Resulullah'ın hadislerini mi arıyorsunuz ?
Türkiye'nin En Geniş Kapsamlı Hadis Sitesi
HZ.MUHAMMED (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
"أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ"

Latest Post

Öldükten sonra, tekrar dirilmek. Lügatte, ayağa kalkmak, dirilmek mânâlarına gelir. Kıyâmet, âhıretin başlangıcı, âhıret de dünyâ hayatının sonudur. İslâm dîninde, îmânın şartlarından birisi de âhırete inanmaktır, öldükten sonra, yine dirilmeye inanmak lâzımdır. Kemikler, etler çürüyüp toprak ve gaz olduktan sonra, hepsi yine bir araya gelecek, rûhlar bedenlerine girip, herkes mezârdan kalkacaktır. Bunun için, bu zamana kıyâmet günü denir.
Kıyâmette herkes, öldüğü zamandaki şekli, boyu ve organları ile mezârdan kalkacaktır. Herkesin kuyruk sokumu kemiği değişmeyecek; başka âzâ, organlar, bu kemik üzerine yeniden yaratılacak; rûhlar bu yeni bedenlerini bulup, te'alluk edeceklerdir.
Kıyâmet günü vardır. O gün elbette gelecektir. Kıyâmetin ne zaman kopacağını ancak Allahü teâlâ bilir. Nitekim A’râf sûresi 187. âyet-i kerîmesinde meâlen; "Ey Habîbim, sana kıyâmet ne zaman kopar diye sorarlar. Onlara de ki, onu ancak, Rabbim bilir. Onu kimse bilemez. Vakti gelince, onu ancak Allahü teâlâ meydana çıkarır. Gökte ve yerde meleklerin, insanların ve cinlerin dehşetli kıyâmet gününü bilmesi ve görmesi ağır oldu. O size ansızın gelir.", Lokman sûresi 34. âyet-i kerîmesinde meâlen; "Muhakkak ki, kıyâmetin ne zaman kopacağını Allahü teâlâ bilir." ve Nâziât sûresi 42, 43 ve 44. âyetlerinde; "Sana kıyametin ne zaman kopacağını sorarlar. Senin için onu bildirmek yoktur. Onun nihâî bilinmesi Rabbine âittir." buyruldu.
Kıyâmet alâmetleri iki kısımdır: Biri küçük alâmetler olup, sayıları pek çoktur. Bu alâmetlerin bir çokları ortaya çıkmış ve çıkmaya devam etmektedir. Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) tarafından bundan 1400 sene evvel bildirilen kıyâmetin küçük alâmetlerinin bugün aynen vukû bulması ise Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) en büyük mûcizelerinden biridir. Bir kısmı da büyük alâmetlerdir. Bunların sayısı bildirilmiştir. Bu alâmetler çıkmadıkça kıyâmet kopmaz.

H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


Ebû Hüreyre'nin (radıyallahü anh) rivâyet ettiği hadîs-i şerîfde, Server-i âlem (sallallahü aleyhi ve sellem); "Muhakkak ki mü'min, kabirde yeşil bir bahçededir. Kabri ona, enine ve boyuna olmak üzere yetmiş arşın genişletilir. Ayın ondördündeki ay gibi kabri ona aydınlatılır." buyurdu.
Ubâde bin Sâmit (radıyallahü anh) buyurdu ki: "Devamlı Kur'ân-ı kerîm okuyan mü'mine ölüm gelince, Kur'ân-ı kerîm onun yanına gelir ve baş ucunda durur. Bu sırada o yıkanmaktadır. Yıkanma işi bittikten sonra, göğsü ile kefeni arasına girer. Kabrine konduğu zaman, ona Münker ve Nekir ismindeki iki suâl meleği gelir. O zaman Kur'ân-ı kerîm, meyyitin göğsü ile kefeni arasından çıkıp, meyyit ile Münker ve Nekir isimli meleklerin arasına girer. Münker ve Nekir, Kur'ân-ı Kerîme; "Sen önümüzden çekil, biz ona suâl soracağız" derler. O zaman Kur'ân-ı kerîm onlara; "Vallahi ben ondan ayrılmam. Eğer onun hakkında bir şey ile emr olundu iseniz, siz bilirsiniz" der. Sonra meyyite bakar ve; "Beni tanıyor musun?" diye sorar. Meyyit; "Hayır" cevâbını verince, Kur'ân-ı kerîm ona; "Ben senin, okumak için gecelerini uykusuz, gündüzlerini susuz geçirdiğin, şehvetlerine uymadığın, gözlerini başka şeye bakmaktan, kulaklarını başka şeyleri dinlemekten menettiğin Kur'ân-ı kerîmim. Beni sâdık bir dost olarak bulacaksın. Seni müjdelerim. Sana, Münker ve Nekir'in suâlinden sonra, artık bir düşünce ve hüzün yoktur" der. Sonra Münker ve Nekir isimli melekler meyyitin yanından çıkar. Kur'ân-ı kerîm ise, Rabbinin huzûruna varır. Allahü teâlâdan, döşek ve yaygı diler. Allahü teâlâ, Cennet’ten döşek, yaygı, kandil ve yasemin verilmesini emreder. Onları bin tane melek taşır. Kur'ân-ı kerîm, o meleklerden önce meyyitin yanına gelir. Ona; "Benden sonra yalnızlık duydun mu? Ben Rabbim'in huzûrunda idim. Rabbim senin için Cennet’ten döşek, yaygı, bir kandil ve yasemin verilmesini emir buyurdu" der. Bu sırada melekler, onun yanına girerler. Getirdikleri döşeği altına sererler. Yaygıyı ayaklarının altına, yasemini de göğsünün üstüne koyarlar. Kandili de meyyitin sağ tarafına koyarlar. Kabri, Allahü teâlânın dilediği kadar genişletilir."
Allahü teâlâ bâzı kabir ehline, kabirde de, dünyâda iken yapmış oldukları sâlih amelleri yapmasına izin verir. Ancak kabirde yaptıkları amellerden dolayı sevâb ve karşılık verilmez. Çünkü ölüm ile artık insanoğlunun amelleri kesilmiştir. Fakat bu yaptıkları ibâdetler, onların Allahü teâlânın zikri ve tâati ile nîmetlenmeleri içindir.
İbn-i Abbâs (radıyallahü anh) şöyle anlattı: "Eshâb-ı kirâmdan birisi, bir yere çadır kurmuştu. Orasının kabir olduğunu bilmiyordu. Burada Mülk sûresini (Tebâreke) okuyan birisi ile karşılaştı. Daha sonra Resûl-i ekremin (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına geldi. "Yâ Resûlallah! Bir yere çadır kurmuştum. Orasının kabir olduğunu bilmiyordum. Bu sırada Mülk sûresini okuyan birisine rastladım. Bu sûreyi sonuna kadar okudu" dedi. Bunun üzerine Resûlullah efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem); "Mülk sûresi, onu kabir azâbından korur." buyurdu.
Hammâd-i Haffâr şöyle dedi: "Cumâ günü kabristana gitmiştim. Bir kabrin yanına varınca, orada Kur'ân-ı kerîm okunduğunu duydum."
İbrâhim Haffâr şöyle anlattı: "Bir kabri kazmıştım. Bitişik kabirden bir kerpiç düştü. Kerpiç parçalanıp, açıldığı sırada, misk kokusu duydum. Kerpicin düştüğü yerden baktığımda Kur'ân-ı kerîm okuyan yaşlı bir zâtı gördüm."
Şeyban bin Cisr, babasının şöyle anlattığını nakletti: Sâbit el-Bennânî'yi mezâra koyduk. Hamîd-üt-tavîl de yanımda idi. Kabrin kerpici düştü. Sâbit'in kabirde namaz kıldığını gördüm. Sâbit diri iken, her zaman; "Yâ Rabbî! Bir kuluna kabirde namaz kılmak kerâmetini ihsân edersen, bana da ihsân et!" diyerek duâ ederdi.
Ebû Sa’îd-i Hudrî şöyle anlattı: "Bakî' kabristanında, Sa'd bin Muâz'ın (radıyallahü anh) kabrini kazanlar arasında ben de vardım. Kabir kazma işi bitinceye kadar misk kokusu duyduk."
Mugîre bin Habîb anlatır: "Abdullah bin Gâlib vefât etmişti. Defnedilirken, kabrinden misk kokusu duyuldu. Yakınlarından birisi, o zâtı rüyâsında görünce, ona, kabrinde duydukları misk kokusunun ne olduğunu sordu. O da; "O koku, Kur'ân-ı kerîmi çok okumamdan dolayı hâsıl olan kokudur" dedi.
Ebü'l-Ferec ibni Cevzî anlattı: "Şerîf Ebû Ca'fer bin Ebû Mûsâ, İmâm-ı Ahmed bin Hanbel'in kabrinin bitişiğine defnediliyordu. Bu sırada Ahmed bin Hanbel'in kefeni görüldü. Hâlbuki, Ahmed bin Hanbel yüz sene önce vefât etmişti."
Allahü teâlâ, bâzı sâlih kimselere lütûf ve ihsân ederek, onlara, civârlarında bulunan mevtâlara şefâat ettirir. Civârında bulunanlar, o sâlih kişi ile komşuluklarından dolayı fayda görürler.
Abdullah bin Nâfî Medinî şöyle anlatır: "Medîneli bir kişi vefât etti ve defnedildi. Birisi onu rüyâsında gördü. Sanki onun, Cehennem ehlinden imiş gibi bir hâli vardı. Bu sebeple, onu rüyâsında gören şahıs çok üzüldü. Aradan yedi veya sekiz gün geçince, onu rüyâsında tekrar gördü. Bu sefer Cennet ehlinden olduğu anlaşılan bir hâli vardı. Ona şimdiki bu iyi hâle nasıl kavuştuğu sorulunca, vefât etmiş olan şahıs ona şöyle cevap verdi: Yanımıza sâlihlerden bir zât defnedildi. Civarında bulunan komşularından kırk kişiye şefâatçi oldu. Ben de onların arasında idim."
Ebü'l-Ferec ibni Cevzî anlatır; "Birisi rü'yasında Ma'rûf-i Kerhî'nin kabrini ve etrâfını gördü. Marûf-i Kerhî'nin, defnedildikten sonra, etrâfındaki kırkbin kişiye şefâat edip, onların ateşten kurtulmalarını sağladığını anladı."
Mevtâların, dirilerin sözlerini işitmeleri, kendilerine selâm veren ve ziyâret edenleri tanımaları: Büyük İslâm âlimi İbn-i Receb, "Ehvâl-ül-kubûr" kitabında buyuruyor ki: Ölülerin işitmelerine ve görmelerine gelince; şehîdlerin, kabirlerinde diri oldukları, Kur'ân-ı kerîmde açıkça bildirilmiştir. Velîler, Allahü teâlânın kerâmet olarak ihsân etmesi ile işitir ve görürler. Allahü teâlâ, sevdiği kulları için, âdetinin, kânunlarının dışında şeyler yaratır. Önce peygamberlerin ve hele bunların en yükseği olan Muhammed aleyhisselâmın, şehîdlerin ve velîlerin, mezârlarında işittiklerine ve gördüklerine inanmayan câhilleri susturmak için, kâfirlerin bile mezârda duyduklarını ve işittiklerini bildireceğiz. Buhârî'nin bildirdiği hadîs-i şerîfde; "Meyyit mezâra konulup, mezâr başındakiler dağılırken, onların ayak seslerini işitir." buyruldu. "Buhârî" ve "Müslim" de yazılı olan hadîs-i şerîfde, Bedr'de öldürülen kâfirlerin, birkaç gün sonra, bir çukura konulması emr olundu. Bundan birkaç gün sonra, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) çukurun başına gelip durdu. Çukurdakilere, isimlerini ve babalarının isimlerini birer birer söyleyerek; "Rabbinizin, size söz verdiğine kavuştunuz mu? Ben, Rabbimin söz verdiği zafere kavuştum." buyurdu. Hazret-i Ömer bunu işitince; "Yâ Resûlallah! Leş olmuş kimselere mi söylüyorsun?" deyince, Resûl-i ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem); "Beni hak peygamber olarak gönderen Rabbim hakkı için söylüyorum ki, siz beni onlardan daha çok işitmiyorsunuz. Fakat cevap veremezler" buyurdu. "Buhârî" ve "Müslim''in bildirdikleri hadîs-i şerîfde; "Meyyit, yakınlarının kendisine bağırarak ağlamasından azâb duyar" buyuruldu. Diğer bir hadîs-i şerîfde ise; "Ey Müslümanlar! Mezârdaki kardeşlerinize yüksek sesle ağlıyarak onları incitmeyiniz." buyuruldu.
Ebû Hüreyre'nin (radıyallahü anh) bildirdiği hadîs-i şerîfde; "Bir kimse, tanıdığının mezârı başına gidip, selâm verince meyyit onu tanır ve selâmına cevap verir. Tanımadığı kimsenin kabrine gidip, selâm verince, meyyit selâmına cevap verir." buyruldu.
Kabir hayatı, ölünün kabre konulmasından başlar, kıyâmete kadar devam eder. Kıyâmetin kopması ile kabir hayatı son bulur.

H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


Kabirde, hem rûha, hem de bedene nîmet ve azâb vardır. Buna, böylece inanmak lâzımdır. İmâm-ı Muhammed bin Hasen Şeybânî (rahmetullahi aleyh) "Akâid-i Şeybâniyye" manzumesinde; "Kabir azâbı vardır. Kabir azâbı, hem rûha, hem de bedene olacaktır" buyurdu. Yâni, kabirde nîmetler ve azâblar rûha ve cesede birlikte olacaktır. Diriler bunu görmezse de, inanmak lâzımdır. Gaybe îmân etmek lâzımdır. Buna inanmamak, kıyâmet günü olan ba's yâni, mezârdan kalkmağa inanmamağa yol açar. Çünkü, ikisi de, Allahü teâlânın kudreti ile olmaktadır. Birine inananın, ötekine de inanması akla uygundur. İnsan kabir azâbını, diri iken anlayamıyor ise de, âyet-i kerîmeler ve hadîs-i şerîfler ve bu ümmetin önce gelenleri, kabir azâbı olacağını haber vermişlerdir.
Fakîh Ebülleys Semerkandî hazretleri buyurdu ki: "Kabir azâbından kurtulmak isteyenin, dört şeyi dikkatle yapması, dört şeyden de kesinlikle sakınması îcâb eder. Dikkatle yapması îcâbeden dört şey; beş vakit namazını, farzına, vâcibine, sünnetine dikkat ederek devam üzere kılması, zekât ve sadakasını vermesi, Kur'ân-ı kerîmi tecvid üzere devamlı okuması ve Allahü teâlâyı çok hatırlamasıdır. Bunları yapmak kabri nûrlandırır ve genişletir.
Kaçınması îcâb edenler ise; yalan, hıyânet, söz taşıma, beden ve çamaşırına bevl sıçratmaktır. Resûlullah efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki; "Bevlden sakınınız. Muhakkak kabir azâbının çoğu bundandır."
Ebû Ümâme (radıyallahü anh) şöyle rivâyet etti: "Bir gün Resûl-i ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) Bakî kabristanına geldi. İki kabrin yanında durdu. "Buraya falan erkekle, falan kadını mı defnettiniz?" buyurdu. Orada bulunanlar; "Evet, yâ Resûlallah!" dediler. Sonra Resûlullah efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), "Nefsim yed-i kudretinde olan Allahü teâlâya yemîn ederim. Falancaya öyle vuruldu ki, bütün uzuvları paramparça oldu. Öyle bağırdı ki, insan ve cinlerin dışındaki bütün mahlûk sesini duydu. Eğer gizli tutabilseydiniz, kabir azâbını benim işittiğim gibi, size de işittirmesi için Allahü teâlâya duâ ederdim. Şimdi şu anda dövülüyor" buyurdu. Orada bulunanlar; "Yâ Resûlallah! Onun günahı ne idi?" diye sordular. Resûlullah efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem); "Falanca erkek, idrardan sakınmadığı için azâba düçâr oldu. Falan kadın ise, insanlar hakkında gıybet ettiği için azâba düştü" buyurdu.
Ebû Sa'îd-i Hudrî'nin rivâyet ettiği hadis-i şerîfde ise, Resûl-i ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem); "Kâfire kabrinde doksan dokuz yılan musallat kılınır. Bunlar, kâfiri kıyâmet kopuncaya kadar sokarlar. Eğer bu yılanlardan birisi, yeryüzüne üfürse idi, yeryüzünde yeşil bir şey bitmezdi" buyurdu.
Ubâde bin Sâmit'in rivâyet ettiği hadîs-i şerîfde, Server-i âlem (sallallahü aleyhi ve sellem); "Kim Allahü teâlâya kavuşmak istese, Allahü teâlâ da ona kavuşmak ister. Kim bunu istemezse, Allahü teâlâ da onu istemez" buyurdu. Bunun üzerine biz; "Yâ Resûlallah! Hepimiz ölümü istemeyiz" dedik. Resûl-i ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle cevap verdi: "Bu, ölümü istememek değildir. Mü'min dünyâdan ayrılacağı zaman, âkıbetinin iyi olacağına dâir müjdeler kendisine verilir. Böylece Allahü teâlâya kavuşmak ister. Bu kavuşma, onun en çok istediği şeydir. Fakat kâfir ve fâcir, son nefesinde, sonunun iyi olmadığını görür ve cenâb-ı Hakk'a kavuşmağı istemez. Allahü teâlâ da ona kavuşmayı istemez."
Abdullah bin Ömer (radıyallahü anhümâ), babasının şöyle anlattığını bildirdi: "Müşrik kabirlerinden birisine uğramıştım. Bu sırada kabirden, ateşler içerisinde ve boynunda ateşten zincir bulunan bir kişinin çıktığını gördüm. Yanımda bir su kabı vardı. O kişi beni görünce: "Ne olur bana su ver, üzerime su dök" diyordu. Bu sırada kabirden bir kişi daha çıktı ve; "Ona su verme, çünkü o kâfirdir" dedi. Boynundaki zinciri alıp, onu çekerek kabre götürdü. Sür'atle Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına geldim. Durumu kendilerine arzettim. Resûl-i ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem); "O gördüğün Ebû Cehl'dir. Kıyâmete kadar böyle azâb çeker" buyurdu."
Amr bin Dînâr şöyle anlatır: "Bir kişinin kız kardeşi vefât etmişti. Yıkanıp, namazı kılındıktan sonra, kabre götürülüp defnedildi. Vefât eden kadının erkek kardeşi eve gelince, para kesesini kabirde unuttuğunu hatırladı. Arkadaşlarından birisini alarak, kabrin yanına gitti. Biraz aradıktan sonra keseyi buldu. Bu sırada arkadaşına; "Sen biraz bana müsâade et, ötede beni biraz bekle. Ben, kızkardeşimin ne hâlde olduğuna, kabrinde herhangi bir şeyin olup olmadığına bir bakayım" dedi. Kabrinin üzerindeki toprağın bir kısmını aldı. Bir de ne görsün, kabir tutuşmuş yanmakta! Hemen üzerini tekrar kapatıp, düzeltti. Hemen annesinin yanına gitti. Kızkardeşinin, dünyâda iken herhangi kötü bir hâlinin olup olmadığını sordu. Annesi ona şöyle dedi: "O, namazlarını hep sonraya bırakır, geciktirirdi. Belki de, abdestsiz olarak namaz kılardı."
Abdullah bin Muhammed, bir arkadaşının şöyle anlattığını nakletti: "Kaybettiğim bir eşyâmı aramaya çıkmıştım. Bir kabrin yanında iken, akşam namazı vakti girdi. O kabrin yakınında bir yerde akşam namazını kıldım. Namaz kıldıktan sonra, o kabirden bir inilti geldiğini duydum. Kabre yaklaştığımda, o iniltinin; "Âh! Ne olaydı, dünyâda iken orucumu tutup, namazımı kılaydım" dediğini duydum. Bu bana çok tesir etti. Orada bulunan birini çağırdığımda, o da benim duyduğum gibi duydu. Sonra evime gittim. Ertesi gün akşam vakti tekrar buraya geldiğimde, o kabirden aynı sözleri duydum. Evime dönünce, bu olayın tesirinden iki ay kadar hasta yattım."
Allahü teâlâ, kabir ehlinin azâbını ve onların gördükleri iyi durumları, kullarından dilediğine göstermektedir. Bu gibi hâdiseler, hem Server-i âlem (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında, hem de O'ndan sonra pekçok defâ vâki olmuştur.
Kur'ân-ı kerîmin, kendisini okuyana şefâat edeceğine, kabir azâbını ondan def edeceğine dâir haberler gelmiştir. İbn-i Mes'ûd (radıyallahü anh) şöyle buyurdu: "Her kim, Mülk (Tebâreke) sûresini her gece okursa, Allahü teâlâ o kimseyi kabir azâbından korur. Biz, Resûl-i ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında bu sûreye mânia (kabir azâbından koruyan) derdik."
İbn-i Abbâs (radıyallahü anh) buyurdu ki: "Mülk sûresini okuyun ve ezberleyin, Onu, âilenize, çoluk-çocuğunuza ve komşularınıza öğretin. O kendisini ezberleyen kimse için Allahü teâlâdan, onu kabir azâbından kurtarmasını diler. Allahü teâlâ, onun hürmetine, onu ezberlemiş olanı kabir azâbından kurtarır."
Muhammed bin Semmâk şöyle anlatır: "Bir kimse kabre konulup azâb edilmeye başlanınca, komşuları bağırıp; "Ey kötü kişi, sen bizden geç kaldın. Biz buraya daha önce geldik. Niçin bizden ibret almadın. Bizim gittiğimizi ve amellerimizin kesildiğini görmedin mi? Sen daha bir müddet yaşadın. Bizim kaçırdığımızı kendin için niye tedârik etmedin?" Bunun gibi, yeryüzünün her köşesindekiler feryâd edip; "Ey dünyâya aldananlar! Niçin bizden önce gidenlerden ve sizin gibi dünyâya aldananlardan ibret almazsınız?" der.
Ebû Eyyûb-i Ensârî'nin (radıyallahü anh) rivâyet ettiği hadîs-i şerîfde, Resûl-i ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem); "Bir mü'min vefât ederken, bir rahmet meleği bunun rûhunu alır. Meyyitler, dünyâda müjde isteyenlerin toplandığı gibi bunun etrâfında toplanırlar. Ona sormağa başlarlar, içlerinden birkaçı da, kardeşinizi bırakınız, dinlensin. Çok sıkıntılı yerden geliyor derler. Etrâfına üşüşürler. Dünyâdaki tanıdıklarını sorarlar, filân adam ne yapıyor? Filanca kadın evlendi mi? derler" buyurdu.

H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


SELMAN SEVEN

{facebook#https://facebook.com/} {twitter#https://twitter.com/}

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget