Resulullah'ın hadislerini mi arıyorsunuz ?
Türkiye'nin En Geniş Kapsamlı Hadis Sitesi
HZ.MUHAMMED (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
"أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ"

Latest Post

Cennet; kapanmak, gizlenmek, örtünmek mânâsında Arapça bir kelime olup, cenne kökünden gelir. Çoğulu Cennât veya Cinândır. C ve N harflerinden meydana gelen kelimeler örtülü demektir. Cennet denilen yer, meyveler, çiçekler, kokular ile örtülü olduğundan, bu isim verilmiştir. Delilere mecnûn denilmesi de akıllarının örtülü oluşundandır. Geceye "Cünn-i leyl" denir. Çünkü karanlık gün ışığını örtmüştür. Cin denilen mahlûklar da, gözümüzden örtülü olduğu, gizlendiği için cin denildi. Cennet kelimesi, dünyâda bostan; âhırette ise, Cennet denilen sonsuz nîmetlerin bulunduğu yer demektir. Cehennem de, burada derin ateş kuyusu; orada ise Cehennem denilen azâb dolu yere denir.
Cennet; Allahü teâlânın râzı olduğu kimselerin gidecekleri ve sonsuz olarak zevk ve seâdet içinde yaşayacakları yer demektir. Bütün semâvî dinler ve bâzı semâvî olmayan inanç sistemleri, bu dünyâdan başka, ikinci bir dünyânın yânî âhıretin varlığından haber vermişlerdir. Cennet, başka bir ifâde ile mü’minleri âhırette mükâfatlandırma yerinin adıdır.
Cennet kelimesi çeşitli şekillerde Kur'ân-ı kerîmin yüzkırkyedi yerinde geçmektedir. Allahü teâlâTevbe sûresinin 112. âyet-i kerîmesinde meâlen; "Şirk ve nifakdan tevbe edenler, Allah'a ihlâsla ibâdet edenler, hamd edenler, oruç tutanlar, rükû ve secde yapanlar (namaz kılanlar), iyiliği, emredip kötülükten alıkoyanlar ve Allah'ın dînini koruyanlar (onları yerine getirenler var ya)! İşte böyle mü'minleri Cennet ile müjdele..." buyurdu.
Allahü teâlâ mü'min ve müttakî kulları için, âhırette; ebediyyeti ve anlatılamaz nîmetleri bulunan; zevkleri, devamlı emîn bir istirâhat yeri olan Cennet’i hazırladı. Cennet’e girecek olan bu bahtiyâr insanlar, melekler tarafından karşılanacak ve kendilerine Cennet’in kapıları açılacaktır. Kur'ân-ı kerîmde beyân buyurulduğu gibi; "Selâm size, hoş geldiniz, temelli olarak buraya giriniz" denilecektir.
Kur'ân-ı kerîmde yerle göğün toplamına eşit bir genişliğe sâhip bulunduğu bildirilen Cennet; soğuğun sertliğinin ve güneşin sıcaklığının etkili olmadığı, devamlı gölgelikli, emîn bir makâmdır. Cennet’in altından ırmaklar akar, kaynaklar ve çeşmeler fışkırır. Cennet ehli de yüksek binâlarda, bahçelerle çevrili köşklerde otururlar. Selsebil çeşmesinde kâfur ve zencefille kokulandırılmış tesnîm suyu bulunmaktadır. Asmalar, palmiyeler, narlar, sıralar hâlinde akasyalar, her mevsim yetişen ve yeme yasağı bulunmayan güzel yiyecekler Cennet’in güzelliklerindendir. Her çeşit meyve, Cennet ehlinin elinin altında bulunur. Yüzlerinde neşe ve rahatlık okunur. Atlastan ve nakışlı yeşil kumaştan elbiseler giyerler, güzel kokular sürünürler, incilerle süslenirler. İncilere benzeyen gümüşten kaplar ve testiler taşıyan genç delikanlılar onlara hizmet ederler. Allahü teâlânın husûsî olarak Cennet ehline hizmet etmek üzere yarattığı inci, mercan gibi güzel ve aynı yaşta iri gözlü süslü hûriler onlara eş olurlar. Cennet sâkinlerinin arzu ettikleri her yiyecek hemen önlerinde hazır olur ve her istediklerini Allahü teâlâ yerine getirir. Kısacası arzu ettikleri ve gözlerini gönüllerini okşayan her şey onlar için mevcûttur. Allahü teâlâ onları arş-ı âlânın yanında karşılar ve rızâsını belirterek kabûl buyurur. Cennet ehlinin yüzünde apaçık ve devamlı bir sevinç ve neşe vardır.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde Tahrîm sûresi 6. âyetinde meâlen; "Ey îmân edenler! Nefslerinizi ve âilenizi; yakacağı, insanlarla taşlar olan ateşten koruyunuz" buyurdu.
 Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem); "Ey Rabbimiz! Dünyâ ve âhırette bizlere güzellikler ve iyilikler ihsân et. Ateş azâbından bizleri koru" diye duâ buyurdu. Şeyhayn hazretleri (Hazret-i Ebû Bekr ve Hazret-i Ömer (radıyallahü anhümâ)) buyurdular ki: "Resûlullah efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) insanları ateş azâbından uyaracağı vakit, öyle bir şekil ve ifâde ile bu mevzûyu anlatırlardı ki, dinleyenler efendimizin o ateşi görüyor olduğunu zannederlerdi."
Resûlullah efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem); "Bir hurma dânesi ile de olsa, kendinizi ateşten koruyun. Bunu bulamayanlar, güzel sözle korusunlar." buyururlardı. Ebû Hüreyre'den (radıyallahü anh) rivâyet edilen hadîs-i şerîfde, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem); "Sen (ilkin) en yakın hısımlarını korkut, uyar" âyet-i kerîmesi indiği vakit, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bütün Kureyş halkını dâvet etti. Bâzan orada bulunanların hepsine bâzan da husûsî olarak (boy adları vererek) "Ey Lüheyoğlu Ka'b oğulları, nefslerinizi ateşten kurtarınız. Ey Ka'b oğullarının Mürre kolu, nefslerinizi ateşten koruyunuz. Ey Hâşim oğulları nefslerinizi ateşten koruyunuz. Ey kızım Fâtıma nefsini ateşten kurtar. Çünkü sizleri kurtarmak için Allah'tan sizler için hiç bir şeye mâlik değilim." buyururdu.
Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir hutbesinde; "Sizleri ateşle korkuttum" diye öyle yüksek bir sesle seslenmişti ki, uzakta bulunanlar dahî bu sesi duymuşlardı, hattâ mübârek omuzlarındaki örtü, iki ayaklarının arasına düşmüştü.
Resûlullah buyurdu ki; "Benimle ümmetimin durumu şu misâle benzer: Adamın biri, bir ateş yakar, çevresi aydınlanınca, pervâneler ve benzer hayvanlar kendilerini bu ateşe atmaya başlarlar. Ben sizleri ateşten korumaya çalışıyorum, sizler ise ona pervâneler gibi koşmaktasınız."
"Bütün gücünüzle ateşten kaçınız, Cennet’e yöneliniz, Cennet’i isteyenleri uyku tutmaz, ateşten kaçanı da uyku tutmaz."
"Ey müslümanlar topluluğu! Allahü teâlânın sizi teşvik ettiği şeye rağbet ediniz ve O'nun yasak ettiklerinden kaçınınız. Allahü teâlânın korkuttuğu şeylerden korkunuz. O'nun cezâsından, azâbından, Cehennem’inden korkunuz. Şu bulunduğunuz dünyâda O'nun ateşinden bir damla kıvılcım bulunmuş olsa, bu dünyâyı sizler için yaşanmaz hâle getirir."
"Cebrâil ile birlikte göklere yükseldiğimiz vakit, başları kayalara vurularak ezilen bir toplumla karşılaştık. Her ezilişten sonra, başları eski hâline dönüyordu. Kardeşim Cebrâil'e dönerek; "Bunlar kimlerdir?" diye sordum, Cebrâil; "Bunlar namaza karşı ağır davranan kimselerdir" dedi. Sonra diğer bir topluluğa uğradık. Bunların önleri ve arkaları yamalı idi. Koyunların ve develerin otladığı gibi dikenin kurusunu, zakkum ağaçlarını yer gibi ortalığa dağılmışlardı. Cebrâil'e bunların kim olduklarını sordum; "Bunlar mallarının zekâtlarını vermeyen kimselerdir. Allahü teâlâ onlara zulümde bulunmuyor. Allahü teâlâ zâlim değildir" dedi. Sonra bir adama rastladık, öyle büyük bir odun ve çalı demeti hazırlamıştı ki bir türlü taşıyamıyordu, üstelik demeti çoğaltmaya ve büyütmeye uğraşıyordu. Cebrâil'e bunun kim olduğunu sordum; "Bu, ümmetinden biridir. Kendisine bir emânet verilmiş, o emânete hıyânet ettiği hâlde yine de emânet almaya devam etmiştir" dedi ve yine göklere yükselirken, dudak ve dilleri demirden makaslarla kesilen ve kesildikten sonra, tekrar eski hâline dönen bir topluluğa uğradık. Cebrâil; "Bunlar, fitne ve fesad yayan hatiplerdir. Bunlar söyleyen, fakat söyledikleriyle amel etmeyen kimselerdir. İnsanlara nasîhatte bulunurlar, fakat kendileri nasîhat dinlemezler" dedi. Sonra kardeşim Cebrâil ile bir vadiden geçtik. Oradan gelen çok çirkin bir ses duydum. "Bu ses de nedir?" diye sordum: "Bu, Cehennem’in sesidir" dedi ve şöyle devam etti: "Cehennem; "Ey Allah’ım! Bana söz ve vâdde bulunduğun ateş ehlini yâni insanları getir, bana ver. Çünkü zincirlerim, kilit ve kelepçelerim, şiddetli ateş ve sıcaklarım ve diğer şeylerim, gittikçe kızmakta, harâretim gittikçe artmakta, gittikçe derinleşmekteyim, durmadan yanan ateşim fazlaca arttı. Söz verdiğin kimseleri bana ver" demektedir. Hak teâlâ Cehennem’e; "İşte, her müşrik kimse, kadın olsun, erkek olsun senindir. Hesap gününe inanmayan azgın ve zâlim kişiler senindir" buyurunca, Cehennem, Rabbine; "Ey Rabbim! Razı oldum, bunları isterim" diye cevap verir."
"Müslim"deki hadîs-i şerîfde Resûlullah efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Allahü teâlâya yemîn ederim ki, sizler benim gördüğümü görmüş olsaydınız, az güler, çok ağlardınız." Bunu dinleyenler, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem); "Ey Allah'ın Resûlü neler gördünüz?" diye sordular. Resûlullah efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem"Cennet ve Cehennem’i gördüm" buyurdu.
Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) gülen ve eğlenen bir grubun yanına uğradı ve; "Cennet ve Cehennem’i aranızda hatırlamanız gerekirken bakıyorum sizler gülmektesiniz." buyurdular. Zübeyr’in oğlu dedi ki: "Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) söyledikleri bu sözlerden sonra, bu gruptan hiçbirinin vefât ettiği güne kadar güldüğü görülmemiştir."
Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir hutbesinde; "Cennet ve Cehennem gibi iki âzametli şeyi unutmayınız." buyurduktan sonra ağlamaya başladı. Mübârek gözlerinden akan yaşlar mübârek sakal-ı şerîfini ıslattı. Sonra da; "Allahü teâlâya yemîn ederim ki, âhıret hakkında benim bildiklerimi bilmiş olsaydınız, yükseklere çıkar, başlarınıza toprak saçardınız." buyurdu.
Resûlullah efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellemCebrâil'e aleyhisselâm"Ey Cebrâil! Mikâil'in güldüğünü hiç görmedim, bunun sebebi nedir?" diye sorduğunda, Cebrâil de (aleyhisselâm); "Cehennem ateşinin tutuşturulduğu günden bu güne dek, Mikâil (aleyhisselâm) gülmemiştir." diye cevap verdi.
Hadîs-i şerîfde; "Allahü teâlâ Cehennem’i yarattığı zaman, korkularından meleklerin kalpleri uçup gitti. Sonra Âdem aleyhisselâm yaratılınca meleklerin hissettiği korku kendilerinden giderek sükûnet buldular." buyuruldu. Meymûn bin Mihrân (radıyallahü anh) dedi ki: "Hak teâlâ Cehennem’i yarattığı zaman, ona homurdanıp kükremesini emretti. Bunun üzerine Cehennem bir kükreyip gürleyince, yedi kat gökyüzündeki meleklerden, yüzü üzerine secdeye kapanmadık hiçbiri kalmadı. Bunun üzerine yüce, münezzeh ve cebbâr olan Allahü teâlâ, meleklere; "Başınızı secdeden kaldırınız. Sizler bilmediniz mi ki muhakkak ben sizleri sırf bana ibâdet ve itâat etmeniz için yarattım. Cehennem’i de kullarımdan âsî, günahkârlar için yarattım" buyurdu. Bunun üzerine melekler; "Ey Rabbimiz! Sen bize Cehennemlikleri gösterinceye kadar bizler Cehennem’den emîn olamayız" dediler. Bu husûs Kur'ân-ı kerîmde Enbiyâ sûresi 28. âyet-i kerîmesinde buyurulan; "Melekler, Allah'ın korkusundan titrerler." kelâmının mânâsıdır.
Ensârdan (Medîneli ilk müslümanlar) bir delikanlıya Cehennem korkusu ağır gelerek, bu korku onu evinden dışarı çıkmakdan alıkoymuştu. Bu husûsu Resûl-i ekreme (sallallahü aleyhi ve sellem) anlattılar da, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) (ziyâret için) yanına girince, delikanlı Resûl-i ekremin boynuna sarıldı ve ölü olarak yere düştü. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem); "Arkadaşınızın teçhiz ve tekfinini hazırlayınız. Çünkü Cehennem korkusu onun ciğerini parçalamıştır" buyurdu.
Selmân-ı Fârisî (radıyallahü anh), Allahü teâlânın Hicr sûresi 43. âyet-i kerîmesinde buyurulan; "Hiç şüphe yok ki onların hepsine vâd olunan yer Cehennem’dir" kelâmını işittiği zaman, Cehennem korkusunun şiddetinden şaşkın bir hâlde dışarı çıktı ve hiç bir şeyi düşünüp akıl edemiyecek vaziyette koşmaya başladı. Sonra Resûl-i ekremin (sallallahü aleyhi ve sellem) huzûruna getirilerek kendisine bu hâlinin sebebi sorulunca, Selmân (radıyallahü anh); "Yâ Resûlallah (sallallahü aleyhi ve sellem)! Muhakkak ki bu âyet-i kerîme kalbimi parçaladı, kopardı" dedi. Bunun üzerine Allahü teâlâ Hicr sûresinin; "Takvâ sâhipleri muhakkak Cennetlerde ve pınar başlarındadır." meâlindeki 45. âyet-i kerîmesini inzâl buyurdu.
Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki: "Her kim Allah'tan üç defâ Cennet isterse, Cennet; "Allah’ım o zâtı Cennet’e koy" diye duâ eder. Her kim de Cehennem’den kurtarmasını (Allahü teâlâdan) isterse, Cehennem de; "Ey Allah’ım! Onu ateşten kurtar" diye niyâz eder. "Sıcak bir gün olunca, Allahü teâlâ gök ile yeryüzü ahâlisine nazar eder. Kul; "Lâ ilâhe illallah" Kelime-i tevhidini okuyarak; "Bu günün sıcağı ne kadar şiddetlidir. Allah'ım, beni Cehennem ateşinin harâretinden kurtar, muhâfaza eyle!" diye duâ ettiği zaman, Azîz ve Celîl olan Allah, Cehennem’e hitâb ederek; "Kullarımdan bir kul benden kendisini, senden kurtarmamı istedi. Muhakkak ki ben onu kurtarmış olmama seni kat’îyetle şâhid tutuyorum" buyurur."
"Çok şiddetli soğuk bir gün olunca da, yine Allahü teâlâ gökyüzü ile yeryüzü halkına nazar eder. Kul; "Lâ ilâhe illallah!" Bugünün soğuğu ne kadar şiddetli, Allah'ım! Cehennem’in çok çetin soğuğundan beni halâs eyle (kurtar)" diye duâ ettiği zaman, Allahü teâlâ da Cehennem’e hitâben; "Kullarımdan bir kul benden kendisini, senin şiddetli soğuğundan muhâfaza etmemi istedi. Şüphesiz ki kulumu kurtarmış, halâs etmiş olduğuma seni şâhid tutuyorum" buyurur". Eshâb-ı kirâm; "Yâ Resûlallah! Cehennem’in zemherîri nedir?" diye sordular. Resûl-i ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem); "İçerisine kâfirlerin atıldığı bir kuyudur ki onun soğuğunun şiddetinden (vücûdunun) bâzı kısımları diğer kısımlarından ayrılıp dağılır." buyurdu. Cehennem’deki azâblar çeşit çeşittir. Ateş ile olduğu gibi zemherîr denilen yerlerinde de şiddetli soğuklarla olacaktır. Bâzı kimselere, bir ateşe bir soğuğa daldırılarak azâb yapılacaktır.
Bâzıları İslâmiyete, yalan ve iftirâ ile saldırırken; "Peygamberler, hep sıcak memleketlerde geldiği için, Cehennem azâbının ateş olduğunu söylemişler, hep ateşle korkutmuşlar. Kutblarda, şimal, soğuk memleketlerde gelselerdi, buz ile azâb yapılacağını söylerlerdi" diyor. Bunlar ilmi olmıyan inançsız insanlardır. Zâten Kur'ân-ı kerîmden haberleri olsaydı ve İslâm büyüklerinin sözlerini duysalardı ve biraz akılları olsaydı, hemen müslüman olurlardı. Hiç olmazsa, böyle ulu orta, yalanları yazmaktan, belki sıkılırlardı. Dînimiz, hem Cehennem’de, soğuk azâblar olduğunu bildiriyor. Hem de peygamberlerin (aleyhimüsselâm) yalnız sıcak memleketlere değil, yeryüzünde, sıcak ve soğuk, her memlekete gönderildiğini haber veriyor. Kur'ân-ı kerîmPeygamberimize sorulan suâllere, soranların bilgilerine ve anlayışlarına göre cevap vermektedir. Âhıretteki bilinmeyen varlıkları da, dünyâda gördüklerine, bildiklerine benzeterek anlatmaktadır. Peygamber efendimizin, kutupları, buz memleketlerini Cehennem’in soğuk azâblarını duymayan Mekkelilere, bildirmesi fâidesiz olurdu. Kur'ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde bu inceliğe uygun haberlerin bulunması; inanmıyanların daha çok sapıtmasına sebep olmaktadır.
Resûl-i ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Her kim Allah yolunda bir gün oruç tutarsa Allahü teâlâ onun yüzünü Cehennem’den yetmiş senelik mesâfeye uzaklaştırır."
"Sizlerden her kim, bir hurmanın yarısıyla da olsa kendisini ateşten perdelemeye gücü yeterse bunu yapsın."
"Her kim abdest uzuvlarını güzel yıkayarak abdest alır ve müslüman kardeşini ziyâret ederse, Cehennem’den yetmiş senelik mesâfeye uzaklaştırılır."
"Her kim (müslüman) kardeşine, onu doyuruncaya kadar yemek yedirir, onu kandırıncaya kadar da su içirirse, Allahü teâlâ bu cömert zâtı Cehennem’den yedi hendek uzaklaştırır ki her hendek arası yüz senelik mesâfedir."
Abdülazîz bin Ebû Revvâd anlatıyor: "Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem, meâlen; "Ey îmân edenler! Yakıtı, insanlarla taşlar olan Cehennem’den, kendinizi ve âilenizi koruyun." buyurulan Tahrîm sûresinin 6. âyet-i kerîmesini okuyunca; orada bulunan bir ihtiyâr; "Ey Allah'ın Resûlü! Cehennem’deki taşlar, dünyâdaki taşlar gibi midir?" diye sordu. Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem"Kudret ve iradesiyle yaşadığım Allah'a yemîn ederim ki, Cehennem’in bir taşı, dünyâdaki bütün dağlardan daha büyüktür." buyurması üzerine, ihtiyâr bayılarak yere düştü. Resûlullah efendimiz elini, onun kalbi üzerine koydu. Sağ olduğunu görünce; "Lâ ilâhe illallah" söyle" buyurdu. İhtiyâr da; "Lâ ilâhe illallah" dedi. Resûlullah onu Cennetle müjdeledi. Bunun üzerine Eshâb-ı kirâmdan birisi; "Ey Allah'ın Resûlü! Bizim aramızda da Cennetlik var mı?" diye sorunca, Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem"Evet" buyurarak meâlen; "Cennet, âzametimden ve azâbımdan korkanlar içindir" buyurulan İbrâhim sûresinin 14. âyet-i kerîmesini okudu.
Şeddâd bin Evs, gece yatağında bir o yana bir bu yana döner ve; "Allah’ım; Cehennem korkusu uykumu kaçırdı" diyerek kalkıp sabaha kadar namaz kılardı.
Abdullah bin Revâha (radıyallahü anh), Mûte savaşı sırasında ağladı ve şöyle dedi; "Vallahi ne dünyâ sevgisi ne de sizin dostluğunuz beni ilgilendirir. Ben, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem); "Sizden Cehennem’e uğramayacak yoktur. Bu, Rabbimin yapacağını vâdettiği kesin bir hükmüdür." meâlindeki Meryem sûresinin 71. âyetini okuduğunu işitmiştim. Cehennem’e vardıktan sonra, oradan çıkıp çıkmayacağımı bilmiyorum."
Yezîd oğlu Mürsid'in göz yaşları dinmeyip, hep ağlardı. Kendisine sebebi sorulunca; "Eğer şânı yüce olan Allah, beni, günah işlediğim takdirde ebediyyen bir hamama hapsetmekle tehdid etseydi, gözyaşlarımın dinmemesi bana vâcib olurdu. Şimdi nasıl dinsin ki, o, beni üçbin sene kızdırılmış bir Cehennem’e koymakla korkutmaktadır" diye cevap verdi.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


Cehennem’in tabakaları yedidir. Birinci tabaka en hafiftir. Fakat dünyâ ateşinden yetmiş kat daha şiddetlidir. Adı Cehennem’dir. Burada müslümanlardan bir kısmı yanıp günahlarından temizleneceklerdir. Cehennem’in ikinci tabakası daha şiddetlidir. Adı Saîr'dir. Burada Tevrât'ı değiştirenler yanacaktır. Üçüncü tabakası daha şiddetli olup adı Sakar'dır. Burada İncil'i değiştirenler azâb görecektir. Dördüncü tabakanın adı da Cahîm'dir. Burada güneşe, yıldızlara tapanlar azâb görür. Hutame denilen beşincisinde, ateşe ve öküze tapanlar azâb görürler. Budistler, Brehmenler burada yanacaktır. Altıncı tabakasının adı Lazy olup burada, hiç dîni olmayanlar, müşrikler, azâb görüp yanacaklardır. Cehennem’in yedinci tabakası, en dibi, en şiddetli tabakası olup adı Hâviye'dir. Burada, inanmadıkları hâlde inanmış görünenler ve İslâm dîninden ayrılıp mürted olanlar yanacaktır. Nisâ sûresi 145. âyetinde meâlen; "İslâm görünüp, içerden kâfir olanlar (münafıklar), bütün tabakaların altında bulunan yedinci tabakada sonsuz azâb olunurlar. Aslâ onların azâbını kaldıracak bir yardımcı bulamazsın." buyuruldu.
Birinci tabakada azâb görenler, günahları affedilmemiş şefâat de edilmemiş olan mü’minlerdir. Günahlardan temizlenmek için orada azâb olunup, sonra çıkar Cennet’e girerler. İntikâm azâbı ve sonsuz azâb, ancak kâfirlere mahsustur. Mü'minlerden âsî olanların bir kısmına yapılan azâb, intikâm için değildir. Günah, kir ve pisliklerinden temizlemek içindir. Hadîs-i şerîfde buyuruldu ki: "Cehennem’de ebedî kalanlar için ölüm ve rahat ile de yaşamak yoktur. Dâima üzüntü ve azâbdadırlar. Fakat müslümanlardan bir kısmına günahları sebebi ile ateş isâbet eder."
Cehennem ateşinde bir kere yanıp, yine tazelenip, kül olup, yine tazelenmek ve tekrar yanmak ve bu şekilde azâb edilmek kâfirleredir. Mü’minlere böyle azâb olmaz. Münâfıklar, küfürlerinin katılığından, belâ ve sıkıntılarının çokluğundan ve imkân buldukça mü’minlere eziyet ettiklerinden dolayı, Hâviye tabakası olan Cehennem’in en aşağı tabakasında yâni dibinde olacaklardır.
Hesapları görülen insanlar Allahü teâlânın huzûruna çıkarılır. Bu durumda amel defterleri uçup gelerek insanların eline düşer. Bâzısının amel defteri sağ tarafından, bâzısının sol tarafından, bâzısının da arka tarafından verilir. Amel defteri sağından verilenlere, nûr-i ilâhîden nûr verilir. Hâllerinin iyiliği için kendileri tebrik edilir. Sıratı, Allahü teâlânın rahmeti ile geçerek Cennet’e girerler. Cennet hazeneleri, melekleri onlara; elbiseler, binekler, buraklar ve onlara lâyık şeyleri, girecekleri Cennetlerin kapıları önünde verip, karşılarlar. Onlar gidecekleri yerlere ayrılırlar. Köşk ve saraylarına sevinçle varırlar. Zevcelerinin yanlarına gidip, dillerin anlatamadığı, gözlerinin görmediği, kalblerinden geçiremedikleri bu nîmete bakarlar. Yerler, içerler ve süslerini takarlar. Kendilerine ayrılan zevceleri ile sohbet ederler. Sonra üstlerinden hüzün ve kederi gideren, hesâblarını kolaylaştıran yaratanlarına hamd ile Allahü teâlânın kendilerine verdiği şeyler için; "Bize hidâyet veren Rabbimize hamd olsun. O hidâyet etmeseydi, hidâyete eremezdik" (A'râf sûresi: 43) âyetini okurlar ve şükrederler.
Dünyâda yakînleri, îmânları ve tasdikleri olduğundan, Allahü teâlâdan korkup, yine ondan ümid edenlerden oldukları hâlde, âhıret için öncelik verdikleri sâlih amelleri sebebiyle gözleri aydın olur. Bu durumda kurtulacaklar kurtulmuş, kâfirler veyl ve helâke düçâr olmuş olurlar.
Amel defterleri sol tarafından ve arkalarından verilenlerin yüzleri siyah, gözleri gök ve mavi olur. Burunlarına dağ (damga) vurulur. Cesedleri büyür, derileri kalınlaşır. Amel defterine bakıp, Kehf sûresi. 49. âyet-i kerîmede meâlen bildirildiği üzere: "Küçük ve büyük günahlardan bir teki bile terkedilmeyip, hepsi sayılmış, yazılmış" gördüklerinde korkarlar ve kendilerine esef ederek; "Eyvah helâk olduk" derler. Hâl ve şanları kötü, zanları bozuk, ümidleri kesilmiş, korku ve dehşetleri kuvvetli, gam ve gussaları haddinden fazla olur. Onlar; kalbleri sarsan, gözleri ağlatan büyük olaylar gördüklerinden, dehşetin çokluğundan başları eğilmiş, gözlerini zül ve hakâret kaplamış, belleri bükülmüş oldukları hâlde gözlerini Cehennem’e dikerler. Kendilerine bakamazlar. Bu durumda Rablerinin kulu olduklarını söylerler, günahlarını îtirâf ederler. Onların bu ikrâr ve îtirâfları, Mülk sûresinin 11. âyetinde bildirildiği gibi, ebedî Cehennem’de kalmalarına hüküm verilmiş olmaktan başka hiç bir fayda vermez.
Bu husûsta Resûlullah efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "İnsanlar Allahü teâlânın huzûrunda dizleri üzerine çökerler. Günah ve kusurlarını îtirâf ederler. Hayretlerinin çokluğundan ve dehşete kapılmalarından ötürü, gözleri bulanıp göremezler. Kalbleri anlıyamaz olur. Âzâ ve organları rahatsız ve kudretsiz olup, konuşamazlar. Âyet-i kerîmede bildirildiği şekilde, kendileri ile yakınları ve akrabâları arasında, yaklaşma ve birleşme kesildiğinden, birbirleriyle görüşmeğe, birbirlerinin hâlinden konuşmağa, onlara sormağa güçleri olmaz. Dünyâda iken inkâr ettikleri, inanmadıkları âhıret hâllerini, elem ve kederleri ve çeşit çeşit azâbları yakînen gördüklerinde, Secde sûresi 12. âyet-i kerîmesinde bildirildiği gibi; "Yâ Rabbî! Gördük ve işittik. Şimdi bizi dünyâya gönder de, sâlih ameller işleyelim" derlerse de, istekleri kabûl olmaz. Cehennem’de susuz kalırlar. Kendilerine su verilmez. Açtırlar, doyurulmazlar. Çıplaktırlar, giydirilmezler. Mağlûbdurlar, yardım olunmazlar. Mahzûndurlar, sevindirilmezler. Nefslerinde, çoluk-çocuk, mal ve kazançlarında zarar ve ziyândadırlar."
"İnsanlar bu hâlde iken Allahü teâlâ Cehennem hazînedârlarına, bukağı, zincir ve gürzler alarak yardımcıları ile Cehennem’den çıkmalarını emreder. Hemen Cehennem’den çıkıp Allahü teâlânın emrini gözetirler. Şakîler onlara bakıp, ellerindeki bukağı ve zincirleri ve elbiselerini gördüklerinde, parmaklarını ısırıp yerler. Kendilerine, eyvâh helâk olduk deyip, gözyaşlarını yerlere akıtırlar. Ayakları titrer. Her iyilikten me'yûs ve ümidsiz olurlar. Bu anda Allahü teâlâ Cehennem meleklerine, Elhâkka sûresinin 31. âyetinde olduğu gibi; "Onları tutunuz, zincir ve bukağılarla bağlayınız, sonra Cehennem’e atınız" buyurur."
"Allahü teâlâ, Cehennem’in hangi tabakasına atmak dilerse, o tabakada görevli zebânîleri çağırıp, onlara; "Bunları alınız" diye emredince, her birine yetmiş melek yapışıp bağlarlar. Ağır bukağıları boyunlarına, zincirleri, kızgınlık ve gadabla burunlarına takıp başları ile ayakları arasını arkaları tarafından bir araya getirirler. Bu durumda bel kemikleri kırılır."
"Bu durumda onlar gözlerini dikip, kapaklarını yummadan dururlar. Şah damarları şişer. Boyunlarındaki etler yanıp soyulur. Bukağıların kızgınlığı beyinlerine işleyip, beyinleri kaynar. Ayaklarına kadar derilerine tesir eder. Vücutlarından derileri dökülüp, etleri yeşil olup, etlerinden sarı sular akar. Bukağılar boyunlarına konduğu zaman, omuzları ile kulakları arasını doldurur, etlerini yakar. Dudakları yanıp dişleri meydana çıkar. Dilleri korkunç seslerle feryâd eder. Cehennem’in yüksek alevleri onların damar ve sinirlerine kan gibi akar, her parçasına işler. Boyunlarındaki bukağılar, bağlar ve demirlerin kızgınlıklarının çokluğu kalblerine işler. Yürekleri boğazına gelip boğazları şişer. Şişkinlikleri artar. Sesleri kesilir, derileri yanıp mahvolur. Bu durumda Allahü teâlâ Cehennem zebânîlerine, onlara elbise giydirmelerini emreder. Zebânîler İbrâhim sûresi, 51. âyetinde bildirildiği gibi, onlara siyah ve kokusu pis ve gâyet kalın katrandan elbise ve don giydirirler. Bunların harâretinden öyle alevli ateş çıkar ki, bu ateş dağların üzerine konsaydı, büyüklük ve sertliklerine rağmen, erirlerdi."
"Sonra Allahü teâlâ Cehennem zebânîlerine, onları kalacakları yere ve herkesi kendi yerine götürünüz buyurur. Cehennem zebânîleri önce onlara vurdukları, taktıkları zincir ve bukağıların daha sert ve uzunları ile gelip, her bir melek o zincirlerden birini alıp bir grubu, âyet-i kerîmede bildirildiği gibi birbirlerine yaklaşık olarak o zincire dizer, zincirin bir ucunu boynuna alır, onlara arkasını dönerek, yüzleri üzerine sürüyerek, o grubun arkasında yetmişbin melek onları demirden gürzlerle döverek gider. Onları, elleri boyunlarına, alınları ayaklarına bağlı, sertlik, şiddet ve gazâbla Cehennem kapısına iletip, orada durdururlar."
"Sonra melekler Tûr sûresi, 14. âyet-i kerîmesi olan; "İşte bu, sizin dünyâda inanmadığınız ateştir. Bu gördüğünüz azâb büyük müdür? Yâhud siz onu görmez misiniz? Çünkü siz, dünyâda iken ona inanmaz, vahiy ve Kur’ân-ı kerîme büyü, azâba yalan derdiniz. Siz şu ateşe girin, ister o azâba sabredin, ister etmeyip feryâd ve figân edin. İkisi de eşittir. Orada sonsuz kalırsınız. O, dünyâda işlediğiniz şirk ve yalanın cezâsıdır" derler."
"Cehennem kapısında durdurulduklarında, Cehennem kapıları, onlar için açılır. Şiddetli alev ve dumanlar çıkıp, gökteki yıldızlar kadar kıvılcımlar saçılıp, binlerce yıllık yol mikdarı yukarı çıkar. O yüksekten Cehennem ehlinin başlarına düşer. Saçlarını yakıp beyinlerini sarsarlar."
"Sonra Cehennem yüksek sesle; "Ey Cehennemlikler! Bana geliniz. Yakînen biliniz. Rabbimin izzet ve celâline yemîn ederim ki, elbette sizden intikâm alırız" diye bağırır. Sonra Cehennem; "Allahü zülcelâl hazretlerine hamd ederim ki, buğz ve gadabı için beni insanlara gazâb edici kıldı. Beni, düşmanlarından intikâm alıcı kıldı. Yâ Rabbî! Harâretim üzerine harâret ekle. Kuvvetime kuvvet ilâve et" diye senâ ve duâ eder."
"Bu hâlde Cehennem’den başka melekler çıkıp, Cehennemliklerden her grubu karşılayıp, onları elleri ile kaldırıp, hor ve zelîl olarak yüzleri üzerlerine atarlar. Yetmişbin yılda Cehennem’deki dağların başına varırlar. Oraya varmadan ve dağ başlarında kalmadan her birinin yetmiş kere derisi yanıp değişir."
"Onların Cehennem dağlarının başında ilk önce yedikleri, dışı çok sıcak, çok acı ve çok dikenli zakkumdur."
"Onlar o zakkumu çiğnemekte iken, melekler gelip onlara gürzler ile vururlar. Kemiklerini kırarlar. Sonra ayaklarından tutup başları aşağı Cehennem’e atarlar. Onlar Cehennem’in vâdi ve derelerine doğru yetmişbin yıl bu hâl üzere giderler. Oraya varmadan her birinin yetmiş kere derisi yanıp değişir."
"O zakkum, ağızlarında durur. Yutamazlar. O zakkum ile yürekleri boğazlarına gelip, boğazları, tıkanıp kalınca, her biri su isterler. Bu hâlde Cehennem’e akmakta olan vâdileri görürler."
"O vâdilere varıp, yüzleri üzere düşüp ondan içmek istediklerinde o anda, yüzlerinin derileri soyulup o vâdilerin içine düşer. O ateş pınarlı vadide, yüzleri üzere düşmüş oldukları hâlde, melekler gelip döverler. Kemiklerini kırarlar. Sonra ayaklarından tutup, yüzkırk yıllık aşağıda bulunan ateş ve duman içine yüzükoyun atarlar. O vâdilerde durmadan her birisinin yetmiş kere derisi yanıp değişir. Onlar o vâdilerdeki sıcak ve kaynar sudan içerler. O kaynar su, onların karınlarında kalmaksızın, derileri yanıp yedi kere değişir."
"O kaynar su, onların karınlarında karar kıldığında, bağırsaklarını doğrayıp arkalarından çıkar. Sinir ve damarlarına tesir eder. Etleri erir, kemikleri yarılır. Bu hâlde melekler gelip, yüzlerine, arkalarına ve başlarına demirden öyle gürzlerle vururlar ki, bu gürzlerin her birinin üçyüz altmış ağzı vardır. Başlarına vurunca, beyinlerini keser. Bellerini kırar. Onları ateş içinde yüzükoyun sürüklerler."
"Cehennem’in şiddetli harâretinden, gamından, çeşit çeşit azâb ve yer darlığından, Cehennem'dekilerin etleri yeşil olur. Kemikleri parça parça olur. Beyinleri kaynayıp, derileri üzerine akar. Derileri yanar. Âzâları kesilir. Onlardan sarı su ve irinler akar. Bedenleri kurtlanıp, kurtlar kendisini yiyip kemirirler. Her biri yabânî eşek gibi olur. O kurtların kartal ve atmaca gibi pençeleri vardır. Onların derileri ile etleri arasını yolup ısırırlar, koparırlar. Etlerini yiyip, kanlarını içerler. O kurtların onlardan başka yiyip içeçekleri yoktur. Sonra melekler onları alıp yüzleri üzerine ateş ve taş üstünde sürükleyerek binlerce yıllık mesâfe olan Cehennem denizine çekerler. Cehennem denizine varmadan her gün birçok defâ organları yanar, yeniden deri verilir. Cehennem denizine vardıklarında, Cehennem zebânîleri gelip, ayaklarından tutup Cehennem denizine atarlar. Cehennem denizinin derinliğini ve enginliğini, onu yaratandan başka bilen yoktur. Onlar bu denize atılıp, kendilerine ateş dokunduğunda, Cehennemliklerden bir kısmı bir kısmına; "Bundan önce azâb olunduğumuz ateş, buna göre çok az ve sanki rüyâ gibi idi" derler."
"Onları o Cehennem denizine bir kere daldırıp sonra yükseğe kaldırırlar. Yüz metre kadar batırıp çıkarırlar. Sonra melekler, onları gürzleri ile sürer ve döverler. Onları Cehennem denizinin yetmiş yıllık mesâfede olan dibine indirirler. Onlardan birisi onun dibinden yukarıya çıkıp, nefes almak ister. Bu durumda melekler, gürzleri ile karşısına çıkıp, onu dövmeğe başlarlar. Gürzlerle başına vurarak, onu Cehennem denizinin dibine atarlar. Allahü teâlânın dilediği kadar orada kalır. Hattâ orada onların etleri ve kemikleri yanıp rûhları kalır. Cehennem denizinin dalgası yetmiş yıl rûhları döver, sonra da onları sâhile atar. O sâhilde yetmişbin mağara, her mağarada da yetmişbin çukur vardır. Her çukurun genişliği ise gâyet büyüktür. İçerisinde boyları otuz metre olan ve ağzında yetmiş dişi bulunan yetmişbin yılan vardır."
"Onların rûhları Cehennem denizinden o mağaraya çıkar. Orada onların cesed ve derileri yenilenip, zincir ve bukağılara vurulur. Bu hâlde, üzerlerine yılan ve akrepler çıkıp, her birine binlerce yapışır. Dizlerine, göğüslerine, boğazlarına çıkarlar, onlar hep sabrederler. Burunlarına, dudaklarına, kulaklarına ve dillerine asıldıkları zaman feryâd ederler. Fakat onların, yardım isteyecekleri bir yer de yoktur. Böylece Cehennem’e atılırlar. O yılanlar, etlerini yer, kanlarını içerler. Akrepler ise sokup ısırır, etlerini düşürür, uzuvlarını keserler. Cehennem’e düştüklerinde yılan ve akreplerin zehirinden ötürü ateş durup yetmiş yıl onları yakmaz."
"Sonra ateş, yetmiş yıl onları yakar, derileri değişir. Acıkırlar ve yemek isterler. Melekler onlara velîme denilen ve demirden sert olan yiyecek götürürler. Ağızlarına atıp çiğnerler fakat yiyemezler ve atarlar. Dayanılmaz derecede çok acıktıklarından parmaklarını yerler. Doymayınca dirseklerine ve omuzlarına kadar yerler. Mümkün olsa bedenlerinin her yerini yiyecek duruma gelirler. Sonra demir zincirlerle ökçelerinden zakkum ağacına asılırlar."
"Yetmişbini, zakkum ağacının bir dalına başları üzerine asılırlar. Altlarında Cehennem yanar, ateşin şiddet ve harâreti yüzlerine çarpar. Hattâ bedenleri tamâmen eriyip, yalnız rûhları kalır. Sonra yeniden beden verilir."
"Cehennemliklerin, amellerine göre, Cehennem içinde yerleri vardır. Bâzısına başkasının girmediği eni ve boyu bir aylık yol olan ateşle kızdırılmış kendisine mahsus yer verilir. Bâzısına da eni ve boyu yirmidokuz gecelik mesâfe olan yer verilir. Bunların yerleri gittikçe azaltılır. Hattâ bunlardan birisine eni ve boyu bir gün bir gecelik yer verilir. Böyle yerlerde azâb olunurlar. Bunlardan bâzısı sırt üstü yatar, bâzısı oturur, bâzısı dizleri üzerine çökmüş, bâzısı da ayakta, bâzısı yüzü ve karnı üzerine yatmış oldukları hâlde azâb olunurlar. Bu yerlerin hepsi, içinde bulunanlara süngü demirinden daha dardır. Ateş; bunlardan bâzısının topuklarına, bâzısının dizlerine, bâzısının beline, bâzısının göbeğine, bâzısının boynuna kadar olur. Bâzısının ateşi de, kendisini yutar!..."
"Cehennem’dekilerin, Cehennem dibinde toplandıkları bir gün vardır. Sonra onlar için bir daha bir araya gelme yoktur. O gün gelip, toplanmalarına izin verildiğinde Cehennem’in dibinden birisi öyle seslenir ki, sesi en yükseğinden en aşağısına, en yakınından en uzağına kadar olanlara ulaşır. Bu duruma haşr denir. Bağırmasında; "Ey Cehennemlik olanlar! Toplanınız" der. Hepsi toplanırlar. Zebânîler de yanlarında bulunurlar."
"Onlar aralarında meşveret edip dertleşirler. Zayıfları büyüklerine ve başkanlarına, dünyâda size uyduk. Size uyup şirk koştuk. Bugün Allahü teâlânın azâbından bir parçasını bizden uzaklaştırabilir misiniz derler. O gururlu başkanlar, emirlerinde olanlara; "Hepimiz Cehennem’deyiz. Biz sizden azâbı nasıl giderebiliriz. Gücümüz olsa, kendi azâbımızı gideririz. Allahü teâlâ kulları arasında hükmetti. Herkesi lâyık olan yere gönderdi" derler. Yine onların başkanları kendilerine uyan zayıflara; "Rahat yüzü görmiyeceksiniz ki, bizden yardım istersiniz" derler. Bu hâlde kendilerine uyanlar da, âyet-i kerîmede bildirildiği gibi; "Bilakis o bedduâ size olsun. Siz küfürde bizden önce idiniz. Sizin aldatmanızla biz de Cehennemliklerden olduk, burası ne korkunç yerdir" derler. Sâd sûresi 61. âyet-i kerîmesinde bildirildiği gibi; "Ey bizim Rabbimiz! Bizi aldatarak Cehennem’e takdim olunmamıza sebep olanların azâbını Cehennem’de kat kat arttır" derler. Tekrar büyükleri onlara İbrâhim sûresi 21. âyetinde olduğu gibi; "Eğer Allahü teâlâ bize îmân, hidâyet etmiş olsaydı, biz de size o yolu gösterirdik. Kurtuluş yolu kapandığından, feryâd da etsek, sabır da etsek aynıdır. Bizim için bu azâbdan kaçıp kurtulmağa çâre yoktur" derler. Yine zayıfları büyüklerine ve başkanlarına Sebe' sûresi 33. âyetinde bildirildiği gibi; "Belki sizin gece-gündüz hîleniz, oyunlarınızla bizim kâfir olmamızı, O'na şirk koşmamızı emrederdiniz. Biz sizden, dünyâda bizi kendilerine, ibâdete çağırdığınız şeylerden sakınırız" derler."
"Sonra onların başkanları, itâatlıları ve Cehennemliklerin hepsi, şeytanlardan arkadaşları tarafına yüzlerini çevirip, bizleri doğru yoldan saptıran, hak yoldan ayıran siz idiniz diyerek üzerlerine yürürler. Kavga ve mücâdele, ayıblama ve kötülemelerinin sonunda şeytan yüksek sesle Cehennemliklere ve şakîlere hitâben, âyet-i kerîmede bildirildiği gibi; "Allahü teâlâ sîze, haşr ve cezâyı hak olarak vâd eyledi. Sizi doğru yola dâvet eyledi. Siz ise o dâvete kulak vermediniz, onu kabûl ve tasdik etmediniz" ve "Ben size hilâf olarak, kıyâmet ve haşr yoktur diye vâd eyledim. Benim sizi zorla yenmem ve böyle bir hüccetim yok idi. Ancak vesvese ile dâvet eyledim. Siz kabûl ettiniz. Siz beni kötülemeyin, ben düşmanlığımı yerine getirdim diye beni ayıblamayın. Belki kendinizi ayıplayın ki Rabbinizi bırakıp, benim sözümü tuttunuz. Ne ben size yardım edebilirim, ne de siz bana yardımcı olabilirsiniz. Bundan önce bana uyarak beni ortak tuttuğunuzu ve bana ibâdetinizi ben bugün kötü görür, ondan teberri ederim der."
"Bu durumda, A'râf sûresi 44. âyet-i kerîmesinde bildirildiği gibi; "Aralarında yüksek sesle, Allahü teâlânın lâneti, başkalarına ibâdet ile kendilerine zulmedenlere olsun" diyerek bir münâdî bağırır."
"Bu anda onlara uyanlar başkanlarına, başkanlar da kendilerine uyanlara lânet eder. Bunların hepsi de, şeytandan olan arkadaşlarına lânet eder. Şeytanları da onlara lânet eder. Sonra hepsi, şeytanlardan olan arkadaşlarına; "Ne olaydı, bizimle sizin aranız, doğu ile batı kadar uzak olsaydı. Siz bugün bize, ne çirkin ve kötü arkadaş oldunuz. Siz dünyâda bizim için ne kötü yardımcı oldunuz" derler. Bu hâlde birbirlerine bakıp bir kısmı diğerine; "Geliniz Cehennem zebânîlerine yalvaralım. Belki Rableri katında bize şefâat ederler. Bir gün kadar olsun azâbımız hafifletilir" derler."
"Bunlar bu sıkıntılı hâlde iken, Cehennem meleklerine başvurmaları yetmiş sene sürer. Sonra meleğe başvururlar. Cehennem melekleri onlara; "Size dünyâda açık beyânlar ile peygamberler gelmedi mi? Sizlere, hakkı ve bu hâlleri haber vermediler mi?" derler. Cehennemliklerin hepsi birden; "Evet" deyip, kendilerine dünyâda açık beyânlarla peygamberler gelip, hakkı ve düçâr oldukları korkunç hâlleri haber verdiklerini söylerler. Cehennem melekleri onlara; "Siz duâ edin. Kâfirlerin duâsı kabûl olunmaz. Kâfirlerin duâsı dalâletten başka bir şey değildir" derler. Bu zaman Cehennemlikler, Cehennem melekleri tarafından kendilerine iyi cevap verilmediğini gördüklerinde, Cehennem meleklerinin başı olan Mâlik'e; "Ey Mâlik, Rabbine bizim için duâ eyle. Hakkımızda ölümle hükmetsin" derler. Bunun üzerine dünyâ ömrü mikdârınca durup onlara cevap vermez. Bir söz söylemez. Tekrar Mâlik'e başvururlar. Mâlik onlara; "Siz ölümle hüküm olunmayıp sonsuz olarak Cehennem’de kalırsınız" cevâbını verir. Mâlik'den de hayırlı cevap alamadıklarını gördükte, Rablerine yalvarıp; "Yâ Rabbî! Bizi Cehennem’den çıkar. Bir daha günah işlemeğe dönersek zâlimlerdeniz" derler. Mâlik-i Cebbâr tarafından onlara yetmiş sene cevap verilmez. Sonra onları köpek seviyesine indirerek; "Sonsuz olarak Cehennem’de kalacaksınız. Susunuz! Bana bir daha bir şey söylemeyiniz. Sizin için oradan çıkmak ve azâbın kaldırılması yoktur" buyurur."
"Cehennem’dekiler Allahü teâlânın kendilerine rahmet etmeyeceğini, haklarında hayır ile cevap vermiyeceğini anladıklarında, birbirlerine; "Bize şefâat edici, dost, arkadaş ve şefkât edici yoktur. Ne olurdu bir kere daha dünyâya dönseydik ve mü'minlerden olsaydık" derler."
"Bundan sonra zebânî melekleri onları, yerlerine dönderir. Hüccetleri bozulur. Diyecek sözleri kalmadığından Hakk'ın rahmetinden ümidsiz olurlar. Kendilerine büyük elem ve üzüntü gelip, dünyâda yaptıkları günah, kusur ve eksikleri için büyük zarar ve pişmanlıkla çağrışıp bağrışırlar. Kendilerinin ve kendilerine uyanların azâblarından hiç bir şey eksilmeden günah ve kusurlarını yüklenirler. İşleri çabuk, sözleri ağır, cesedleri büyük, yüzleri şimşek, gözleri ateş, renkleri alev gibi, dişleri sığır boynuzu gibi ağır ve uzun olur. Ellerinde gürzler bulunan zebânîler yanlarında olur. Eğer o gürzler ile dağlara vursalar, dağlar ufalanıp, toprak olurdu. O gürzler ile, Allahü teâlâya âsî olanlara vururlar. Onların, gözlerinden kanlı yaş akıtırlar. Zîrâ Cehennemlikler onlara, ne kadar yalvarsa, kabûl etmezler. Ağlasalar onlara rahmet etmezler. Su isteseler, içecek su vermezler. Ancak onlara erimiş bakır gibi su verilir. Ağızlarına götürürken, yüzlerini kebap gibi kızartır" buyurdu. Âyet-i kerîmede buyurulduğu gibi; "Ne çirkin su ve ne kötü yerdir" derler.
"Cehennemliklerin her gün üzerlerine öyle büyük bulut gelir ki, onda, gözleri kamaştırır şimşek ve yıldırımlar, belleri büken korkunç sesler, gürlemeler, göz gözü görmez karanlık ve onunla beraber zebânî melekleri vardır. Bu büyük bulut, açık bir ses ile Cehennemliklere hitâb edip; "Size yağmur yağdırmamı ister misiniz?" dediğinde, Cehennemlikler hep bir ağızdan bize serin yağmur yağdır derler. Bu hâlde bu bulut, onlara bir saat taş yağdırıp, o taş onların baş ve beyinlerini yarar. Sonra bir saat kaynar sular, ateş, alev ve demir çengeller yağdırır. Sonra bir saat yılan, akrep, kan ve irin yağdırır."
Bunlar Cehennem’e yağdırıldığında Cehennem denizi coşup gadaba gelir, dalgalanır. Bu anda Cehennem içinde dağ kalmaz. Dalgalar hepsini aşar. Cehennem’dekilerin hepsi ölmeden denize gömülür."
"Cehennem, içinde olan âsîlere Allahü teâlâ tarafından azâb ve elem olmak üzere gayz ve gadabını, alev ve dumanını ve zulmetini arttırır."
"Eğer Cehennem’in en aşağı bir kapısı batıda açılmış olsaydı, tesirinden doğuda bulunan dağlar katran erir gibi erirdi. Eğer Cehennem kıvılcımlarından bir kıvılcım uçup batıya düşse idi, doğuda bulunan bir kimsenin beyni kaynardı. Cehennem’dekilerin azâb bakımından en hafifi, bir kısım insanlardır ki, ayaklarına ateşten iki ayakkabı giydirilip, onun ateşi onların kulak ve burunlarından çıkar. O ateşli ayakkabılardan başlarında beyinleri kaynar. Onlara yakın olan bir kısımları da Cehennem’in büyük taşlarından bir taş üzerine indirilir. O taş üzerinde, içinde kızartma yapılan kızgın tavada, içinde, tâne sıçradığı gibi sıçrarlar. Bir taştan atlayınca diğer büyük bir taşın üzerine düşerler. Cehennem’de olanların hepsi, amellerine göre azâb olunurlar."


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


SELMAN SEVEN

{facebook#https://facebook.com/} {twitter#https://twitter.com/}

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget