Resulullah'ın hadislerini mi arıyorsunuz ?
Türkiye'nin En Geniş Kapsamlı Hadis Sitesi
HZ.MUHAMMED (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
"أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ"

Latest Post

Allahü teâlâyı mü'minler Cennet’te nasıl olduğu bilinmeyen bir görme ile göreceklerdir. Nasıl olduğu bilinmeyeni, anlaşılmayanı görmek de, nasıl olduğu anlaşılmayan bir görmek olur. Belki gören de, nasıl olduğu bilinmeyen bir hâl alır ve öyle görür. Bu bir muamma, bir bilmecedir ki bu dünyâda, evliyânın büyüklerinden seçilmişlere bildirilmiştir. Bu derin güç mes'ele, herkese gizli iken bunlara hakîkat olmuştur. Bunu Ehl-i sünnetten başka, ne mü'minlerin fırkaları, ne de inanmıyanların bir ferdi anlıyamamışdır. Bu büyüklerden başkası, Allahü teâlâ görülemez demiştir. Bunlar bilmedikleri şeyleri, gördükleri şeylere benzeterek düşündükleri için yanılmıştır. Böyle benzemelerin, ölçmelerin bozuk netîce vereceği meydandadır. Bugün birçok kimse de bu yanlış ölçü ve benzetmekten dolayı îmânlarını gayb edip ebedî felâkete sürükleniyor. Bu gibi derin mes'elelerde îmân şerefine kavuşmak, ancak Muhammed aleyhisselâmın sünnetine (yâni getirdiği dîne, İslâmiyete) uymak ile nasîb olur. Allahü teâlâyı Cennet’te görmeğe inanmak şerefinden mahrûm olanlar, bu saâdete kavuşmakla nasıl şereflenebilir? "İnkâr eden, mahrûm kalır" sözü meşhûrdur. Cennet’te olup da görmemek uygun değildir. Çünkü İslâmiyet, Cennet’te olanların hepsi görecektir diyor. Bir kısmı görecek, bir kısmı görmeyecek demiyor.
Allahü teâlâyı mü’minler Cennet’te, cihetsiz olarak, karşısında bulunmayarak ve nasıl olduğu anlaşılmayarak ve ihâtasız, yâni bir şekilde olmayarak göreceklerdir. Allahü teâlâyı âhırette görmeğe inanırız. Nasıl görüleceğini düşünmeyiz. Çünkü O'nu görmeği akıl anlıyamaz. Buna inanmaktan başka çâre yoktur.
Cennet de, her şey gibi, Allahü teâlânın mahlûkudur. Allahü teâlâ mahlûklarının hiç birisine girmez, birinde bulunmaz. Fakat mahlûklarının bâzısında O'nun nûrları zuhûr eder. Bâzısında ise o kâbiliyet yoktur. Ayna karşısındaki cisimlerin görünüşleri zuhûr ediyor. Taşta toprakta ise etmiyor. Allahü teâlâ her mahlûkuna aynı nisbette ise de mahlûklar birbirlerinin aynı değildir. Allahü teâlâ, dünyâda görülemez. Bu âlem, onu görmek nîmetine kavuşmağa elverişli değildir. Dünyâda görülür diyen yalancıdır, iftirâcıdır. Doğruyu anlıyamamıştır. Bu dünyâda bu nîmet nasîb olsaydı herkesten önce Mûsâ aleyhisselâm görürdü. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) mîrâcda bu devletle şereflendi ise de, bu; dünyâda değildi. Cennet’e girdi ve orada gördü. Yâni âhırette görmüş oldu. Dünyâda görmedi. Dünyâda iken, dünyâdan çıkıp âhırete karıştı ve gördü.
Cennet’teki bu görmeği anlatmak mümkün değildir. Allahü teâlâKur'ân-ı kerîmde Kıyâme sûresinin 22 ve 23. âyetlerinde meâlen; "Yüzler o gün ter-ü tâzedir. Rablerine bakacaklardır", Mutaffifîn sûresinin 15. âyet-i kerîmesinde; "Hayır, onlar îmân etmezler. Şüphesiz ki onlar o gün Rablerini görmekten kat'iyyen mahrûmdurlar." buyuruldu. Bu âyet-i kerîme hakkında, İmâm-ı Şafiî ve İmâm-ı Mâlik hazretleri buyurdular ki: "Bu âyet-i kerîme, mü'mînlerin Cemâl-i ilâhiyi göreceklerine bir delildir."
Cerîr bin Abdullah el-Becelî (radıyallahü anh) diyor ki: "Resûl-i ekremin huzûrunda bulunmakla şereflenmiştik. Ay, tam ondördünde idi. Resûl-i ekrem aya bakarak; "Siz Rabbinizi şu ayı görür gibi, görünüşünde bir leke olmadığı gibi görürsünüz. Gücünüz yetiyorsa sabah ve ikindi namazlarına devam edin" buyurdu ve meâlen; "Güneş doğmadan evvel ve batmadan evvel Rabbini hamd ile tesbîh et." âyetini okudular."
Cennet ehli, nîmetler içinde iken bir ses duyulur. Bu sesi Cennet’in yüksek ve alçak, yakın ve uzağında olanların hepsi işitir. Derki: "Ey Cennet ehli! Hepiniz makâm ve yerlerinizden memnun musunuz?" Hepsi birden, evet diyerek râzı ve memnun olduklarını bildirirler. Allahü teâlâya yemîn ederiz ki, bize iyi yerleri ihsân eyledi. Bulunduğumuz yerlerin değişmesini istemeyiz. Yâ Rabbî, senin nidânı işittik, ona doğru sözle cevap verdik; yâ Rabbî, mübârek cemâline bakmak isteriz, bize kendini göster. Çünkü senin yüksek katında en üstün sevâbımız ve büyük mükâfat ve karşılığımız, mübârek cemâline bakmaktır derler.
Bu hâlde Allahü teâlâDârüsselâm adındaki Cennet’e, süslen ve kullarımın beni görmelerine hazırlan diye emreder. DârüsselâmAllahü teâlânın emrine uyarak süslenir ve görecek olanlar için hazırlanır. Allahü teâlâ meleklerden birine, kullarıma söyle, gelip beni görsünler buyurur. Allahü teâlânın bu yüksek emri üzerine, o melek, Allahü teâlânın katından ayrılıp yüksek ve tatlı bir sesle seslenir ve der ki: "Ey Cennet ehli ve ey Allahü teâlânın sevgili kulları, Rabbinizi görünüz." Bu sesi Cennet’te bulunanların yüksekleri ve aşağıları işitip, hep birden bineklerine atlayıp, beyaz misk ve sarı za'ferândan yüksek bir tepenin üstüne çıkarlar. Orada kapının yanında selâm verirler. Selâmlarında; "Esselâmü aleynâ min Rabbinâ" diyerek, izin isterler. Kendilerine Allahü teâlâ tarafından izin çıkınca, Dârüsselâm'ın kapısından girmek isterler. Bu hâlde Arş'ın altından Mesîre adında bir rüzgâr esip, misk ve za'ferân tepeleri üzerinden geçerek, kaldırmış olduğu misk ve za'ferânı cenâb-ı Hakk'ı göreceklerin üzerlerine saçıp, onların elbise, baş ve boyunlarını güzel kokularla kokulu yapar. Bu hâl ile Dârüsselâm'a girer. Arş ve Kürsî'ye bakarlar. Henüz tecellî olmadan ve üzerlerine bir nûr parlamadan; "Sübhâneke Rabbenâ, kuddûsün Rabbül-melâiketi verrûh, tebârekte ve teâleyte emâ nenzuru vecheke" diyerek, Allahü teâlâyı tesbîh ve takdîs ile cemâlini kendilerine göstermesi için yalvarırlar.
Bu durumda, Allahü teâlâ nûrdan perdelere; "Çekiliniz" diye emredince, birbiri arkasında olan nûr perdeleri kalkar. Hattâ yetmiş perde kalkar. Her perde, bir sonrakinden nûr bakımından yetmiş kat kuvvetlidir. Bu hâlde Allahü teâlâ onlara tecellî eyler. Onlar Hakk'ın dilediği kadar secdeye kapanırlar. Secdede; "Sübhâne lekel hamdü vettesbîhu ebeden." (Bizi Cehennem’den kurtarıp Cennet’e koydun. Cennet ne güzel yerdir. Senden tamâmen râzıyız, sen de bizden râzı ol) derler. Hamd, tesbîh ve takdîs ederler. Allahü teâlânın kendilerinden râzı olmasını isterler. Bu hâlde Allahü teâlâ onlara; "Kullarım, ben sizden her hâlinizle râzıyım. Şu an amel zamanı değildir. Ancak cemâlimi görmek, ondan lezzet almak ve nîmetlerin zamanıdır. İhsân ve yüz gösterme zamanıdır. İstediğinizi dileyin vereyim. Temenninizi arzedin ki, fazlasını ihsân edeyim" buyurur.
Cennet ehli, o zaman tekbir ile başlarını secdeden kaldırırlar. O'nu görürler. Fakat Allahü teâlânın nûrunun çokluğundan, O'na bakamazlar. Bu durumda Allahü teâlâ onlara; "Merhâbâ ey kullarım, ey asfiyâm (seçilmişlerim) ey ahbâbım, ey evliyâm, ey seçkin kullarım" buyurur ve onları neşelendirir.
Allahü teâlâ, Cennet’tekilere hitâben; "Geliniz, makâmlarınıza oturunuz" buyurduğunda, önce resûller gelip minberler üzerine otururlar. Sonra nebîler gelir, kürsîler üzerinde otururlar. Sonra sâlihler gelip, kıymetli örtüler üzerine otururlar.
Bu hâlde onlara, inci ve yâkutla süslü yetmiş türlü renkle renklendirilmiş nûrdan sofralar kurulur. Allahü teâlâ, o sofraların hizmetçilerine, onları yediriniz buyurur. Onlara ziyâfet için konan her sofra üzerinde, inci ve yâkuttan yetmişbin tabak vardır. Her tabakta yetmiş çeşit yiyecek vardır.
Allahü teâlâ; "Ey kullarım, yiyiniz" buyurur. Onlar da, Allahü teâlânın dilediği mikdarda yerler. Birbirlerine, bizim esas makâmımızdaki yiyecekler, bu yiyeceklerin yanında rü'yâ gibi kalır derler. Allahü teâlâ hizmet edenlere, kullarıma su veriniz diye emreder. Sofrada hizmet görenler, onlara Cennet şarâbı getirirler. Cennet ehli ondan içip, birbirlerine, bizim makâmımızdaki şarablarımız, bunların yanında rüyâ gibidir derler.
Allahü teâlâ, yine sofrada hizmet edenlere kullarıma meyveler ikrâm ediniz buyurur. Hizmet görenler meyve getirirler. O meyveleri yedikleri zaman, yine birbirlerine, bizim kaldığımız yerdeki meyveler, bunların yanında rüyâ gibidir derler.
Allahü teâlâ onlara, kullarımı yedirip içirdiniz ve onlara meyve verdiniz. Şimdi hulleler giydiriniz buyurur. Hizmetçiler, hulleler giydirirler. Yine birbirlerine, şu giydiğimiz hullelerin yanında, kendi makâmımızda giydiklerimiz rüyâ gibi kalır derler.
Hulleleri ile kürsîleri üzerinde otururlarken, Allahü teâlâ onlara Arş'ın altından bir rüzgâr gönderir. O rüzgâra Mesîre denir. O rüzgâr onlara Arş'ın altından, kardan beyaz, misk ve kâfur getirir. Onların elbise, yaka ve başlarını çok güzel kokutur. Sonra önlerindeki sofraları üzerlerinde yemekler olduğu hâlde kaldırırlar. Allahü teâlâ onlara hitâben; "Şu anda benden dilediğinizi isteyiniz vereyim, arzunuzu beyân edin, fazlasını ihsân edeyim" buyurduğunda, hepsi birden; "Ey Rabbimiz, senden istediğimiz, ancak, zâtının bizden râzı olmasıdır" derler. Allahü teâlâ; "Ey kullarım, ben sizden râzıyım" buyurur.
Bu durumda Cennet’tekilerin hepsi Sübhânallah ve Allahü ekber deyip, secdeye vardıklarında, Allahü teâlâ, kullarım, başlarınızı secdeden kaldırınız, bugün amel günü değildir. Bugün cemâlime bakınız, nîmetlerime kavuşmanız, sevinç ve lezzet içinde olmanız îcâbeden gündür buyurur. Bu hâlde, Rablerinin nûruyla, yüzleri nûrlanmış ve parlamış olup, başlarını secdeden kaldırırlar.
Allahü teâlâ onlara; "Menzil ve makâmlarınıza dönünüz" buyurmasıyla, oradan ayrılıp giderlerken, hizmetçilerini, binekleri hazırlamış bekler vaziyette bulurlar. Sonra bineklerine binerler. Onlardan isteyen, köşklerine kadar cemâat ve cem'iyyetle beraber gider. Sonra diğerleri de, bu şekilde diledikleri köşklerine giderler. Bunlardan biri köşküne vardığında, zevcesi onu güler yüz ve tatlı sözle karşılayıp; "Şu anda bana, şimdiye kadar sende görmediğim bir güzellik, nûr, koku, elbise, hulle ve süsle geldin" der.
Bu anda Allahü teâlânın katından bir melek yüksek sesle; "Ey Cennet ehli! Bunun gibi size, her zaman sonsuz nîmetler verilecektir" diye seslenir.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


Cehennem’e girmesi hüküm olunanlar cezâlarını bulunca, meydanda yalnız iyiler ve Cennetlikler kalır. Aralarındaki haklar ve diğer husûslar düzeltildikten ve helâl edildikten sonra, kimsenin kimsede zerre kadar hakkı kalmayınca, Allahü teâlânın emri ile Cennet’e doğru sevk olunurlar. Hadîs-i şerîfde Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem); "Cennetlikler, bedenlerinde kıl olmadığı hâlde, otuzüç yaşında olarak Cennet’e girerler." buyurdu. Küçükken ölenler de, böyle olup, otuzüç yaşında kalırlar. Gözlerinde kudretten sürme olup, çok güzel bir görünüşleri vardır. Nitekim hadîs-i şerîfde; "Herkesten önce Cennet’e girenlerin yüzleri, ondördüncü gecedeki ay gibi parlar." buyuruldu. Bunlar hesapsız Cennet’e girenlerdir. Bir başka hadîs-i şerîfde; "Hesapsız Cennet’e girenlerin yüzleri ondördüncü gecedeki ay gibi parlar. Bunlardan sonra gelenlerin yüzleri gökteki büyük yıldızlar gibidir." buyuruldu.
Cennet hullelerini ve kaftanlarını giyip Buraklara binerler. Kitle kitle Cennet’e yaklaşırlar. Karşılamak için Cennet’ten hâdimler ve gılmânlar gelir. Herbirine Allahü teâlâ size, şöyle şöyle sonsuz nîmetler, mülkler ve saâdetler ihsân eyledi. İstediğiniz her şey yanınızda olur. Bakınca içinizi açacak manzaralar ve hediyeler bulunur diye müjde verirler. Cennet’in kokusunu beşyüz yıllık yoldan duyarlar; sevinç, neş'e ve sürûr içinde, yüzlerinden nûr saçarak Cennet kapılarına yaklaşırlar. Hazret-i Ali anlatır: "Cennet ehli, Cennet kapılarına yaklaştıklarında, kapının dışında, kapıya yakın yerde, bir güzel ağaca rastlarlar. Bu ağacın altından iki ırmak akar. Birinden yıkanıp temizlendiklerinde, sürûr, nîmet ve sevinç içindedirler. Taze bir hâl alıp nûrânî bir sîmâya sâhip olmanın yanında baştan ayağa kadar nûra gömülürler. Bu hâl ve parlaklık, onlardan bir daha gitmez. Sonra öbür ırmaktan içerler. İçlerindeki fazlalıklar, kalplerindeki kötü huylar ve diğer bozuk düşüncelerin hepsi yok olur. Onları melekler karşılayıp selâm verirler. Kur'ân-ı kerîmde Zümer sûresinin 73. âyetinde; "Şirkten, küfürden sakınan mü'minler, mahşerde hesapları bittikten sonra, kitle kitle Cennet’e gönderilirler." buyuruldu. Kimi hesâba çekilmeden, kimi kısa, kimi de uzun süren bir hesaptan sonra Cennet’e sevk olunurlar. Onlar Cennet’e gelince, Cennet’in kapıları onlara açılmıştır. Hadîs-i şerîfde Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem); "Ümmetimin Cennet’e girdiği kapının genişliği atlı kimsenin üç günde alacağı mesâfe kadar olur." buyurdu. Kapıları açık bulmalarının hikmeti sonsuz saâdete kavuşanların kapıda beklememesidir. Nitekim zevk ve neş'e olan evde kapılar kapatılmaz.
Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Ben Cennet’e girmeden, hiç bir peygamber; ümmetim girmeden de, hiç bir ümmet giremez." Muhammed aleyhisselâm ümmetinden en önce Cennet’e girecekler, Eshâb-ı kirâmdan olan ve hesapsız Cennet’e giren yetmişbin mübârek kimse olup, sonra herkes derecesine göre, önce veya sonra girerler. Zümer sûresinin 73. âyetinde meâlen; "Cennet melekleri onlara; "Ey Cennetlikler, selâmet sizin üzerinize olsun, siz günahdan temizlendiniz. Devamlı kalmak üzere Cennet’e giriniz" derler" buyuruldu. Cennet’tekiler kendilerine vâd olunan nîmetleri, saâdetleri, mukaddes bağlar ve bahçeleri, yüksek, süslü sarayları gördükleri zaman, sevinç ve konuşma zevkinden ötürü şöyle dediklerini Allahü teâlâ; Zümer sûresinin 74. âyetinde meâlen; "Dünyâda bize kitap ve peygamberler gönderip, îmân ve tâat üzere tevfik buyuran Allahü teâlâya hamd olsun ki, böyle Cennetleri bize vâd eyledi. Vâdini yerine getirip, Cennet toprağına bizi mâlik eyledi. Cennet’te dilediğimiz yüksek yerlere, bahçelere çıkar, misk, anber ve kâfurdan kırlarda ve yüksek dağlarda, serin ırmak kenarlarında yapılan köşk ve saraylarda dolaşır, otururuz. Nereye gitmek istesek gideriz derler" şeklinde bildiriyor. Allahü teâlâ bu nîmetleri bizzat kendisi medh ediyor ve aynı âyet-i kerîmenin sonunda meâlen; "Dünyâda hâlis îmân ve sâlih amel eden kullarımın kavuştukları büyük ecirler ve sonsuz Cennet ne güzeldir" buyurdu. Allahü teâlânın "Ne güzeldir" buyurduğu yere gidebilmek büyük saâdet ve bulunmaz devlettir. Fâtır sûresinin 32. ve 33. âyetlerinde bunların hâllerine temasla meâlen; "Cennet’te bulunanlar derler ki: "Allahü teâlâya hamd ve senâ olsun ki, bizim üzüntü ve elemimizi yok etti. Rabbimiz günahlarımızı çok bağışlayıcıdır. Geçici bir zamandaki az bir amele çok ve sonsuz sevâb, nîmet vericidir. Öyle büyük Allah'dır ki, fadlıyla bizi sonsuz Cennet saraylarına koydu. Cennet’te bize zorluk ve meşakkat olmaz. Yorgunluk ve gevşeklik de gelmez." buyuruyor.
Bütün bu şereflere nâil olmak isteyenin beş şeye devam etmesi gerekir. Bu beş şeyden birincisi; kendisini bütün günahlardan menetmesidir. Allahü teâlâ, Nâziât sûresinin 40. ve 41. âyetlerinde meâlen; "Kim ki Rabbinin âzametinden korkarak kendisini günahlardan menederse, işte Cennet, onun varacağı yerin tâ kendisidir" buyurdu.
İkincisi; dünyâ malından ihtiyaç miktarına râzı olup, onunla yetinmektir. Zîrâ Cennet’in değeri ihtiyaç miktarı dünyâlığa râzı olmaktır.
Üçüncüsü; ibâdet ve tâatleri, şiddetli istek ve arzu ile edâ etmek ve her bir ibâdeti ihlâs ile yapmaktır. Zîrâ umulur ki, o bir tâat, kişinin mağfiretine ve Cennet’e girmesine sebep olabilir. Allahü teâlâ Zuhrûf sûresinin 72. âyetinde meâlen; "İşte bu, sizin yapmakta olduğunuz iyi amel ve hareketleriniz sâyesinde mîrasçı kılındığınız Cennet’tir." Vâkıa sûresinin 24. âyetinde meâlen; "İşledikleri iyi amel ve hareketlere mükâfat olarak." buyurdu.
Dördüncüsü; sâlihlerle hayır ehlini sevmek, onlarla haşir neşir olmak ve onların meclislerinde bulunmaktır. Zîrâ onlardan biri mağfirete kavuşunca, arkadaşlarına ve din kardeşlerine şefâatçi olur. Nitekim Resûlullah efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Din kardeşlerinizi çoğaltınız. Zîrâ kıyâmet günü her bir kardeşin şefâat etme hakkı vardır."
Beşincisi; çok duâ etmek, kendisine Cennet’i nasîb etmesini ve ömrünün sonunu hayırla bitirmesini şânı yüce Allahü teâlâdan istemektir.
Alimlerden biri buyurdu ki: "Sâlih amellerdeki sevâb açıkça bilindiği hâlde nefsânî arzulara meyletmek bir cehâlettir. Sevâbı bilindikten sonra iyi ameller işleme husûsunda gayret göstermemek âcizliktir. Şüphesiz ki Cennet’te bir rahatlık vardır; bu rahatlığa ancak dünyâda Allah için rahat yüzü görmeyenler kavuşur. Orada zenginlik de vardır. Fakat bu, dünyâ hayatında lüzumsuz şeyleri terkedip, meşru kazançlarla ve ihtiyaç mikdarı ile yetinenler içindir." Bir defâsında evliyâdan İbrâhim bin Edhem hazretleri hamama girmek istediğinde, hamam sâhibi; "Ücretsiz girilmez" diyerek ona mâni olmak istedi. Bunun üzerine İbrâhim bin Edhem şiddetle ağladı ve şöyle dedi: "Yâ Rabbî! Ücretsiz olarak şeytanların evine girmeme bile izin verilmiyor. Ya nebîlerle sıddîkların evine (Cennet’e) nasıl girebilirim?"
Enes bin Mâlik'ten rivâyet edilen hadîs-i şerîfde Resûlullah efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Kim ki, Allahü teâlâdan üç defâ Cennet isterse, Cennet şöyle der: "Allah’ım onu Cennetlik yap." Kim de Allahü teâlâdan üç defâ kendisini Cehennem’den kurtarmasını niyâz ederse, Cehennem de şöyle der: "Allah’ım onu Cehennem’den kurtar."
Resûl-i ekrem efendimize (sallallahü aleyhi ve sellem); "Yâ Resûlallah! Cennet ahâlisi hiç uyur mu?" diye soruldu. Resûl-i kibriyâ da; "Hayır uyumazlar. Çünkü, uyku ölümün kardeşidir. Cennet’te ise, ölüm yoktur" buyurdu.
Allahü teâlâKur'ân-ı kerîmde Nisâ sûresinin 69. âyet-i kerîmesinde meâlen; "Kim Allah'a, Peygambere itâat ederse, işte onlar Allah'ın kendilerine nîmetler verdiği peygamberler, sıddîklar, şehîdler ve sâlihlerle beraberdirler. Onlar ne iyi arkadaştırlar." buyurarak, Cennet ehlini bildirdi. Resûlullah da (sallallahü aleyhi ve sellem) bir hadîs-i şerîfinde; Cennet’tekilerin hâllerini şöyle haber verdi: "Allahü teâlâ Cennet’tekilere; "Ey Cennet ehli!" buyurur. Cennet’tekiler de; "Emret! Yâ Rabbî, her iyilik senin yed'inde, kudretindedir" derler. Allahü teâlâ; "Siz benden râzı mısınız?" buyurur. Onlar; "Nasıl râzı olmayalım ki, mahlûkâttan kimseye vermediğin Cennet ve saâdeti, sayısız nîmetleri, sonsuz zevk ve lezzetleri bize verdin" derler. Allahü teâlâ; "Size verdiklerimden daha büyüğünü vereyim mi?" buyurur. Onlar; "Yâ Rabbî! Bunlardan üstün ve büyük ne vardır?" derler. Allahü teâlâ; "Ben rızâmı size helâl ederim ve bundan sonra size ebedî gadab etmem, her an rızâmda olursunuz" buyurur.
Duhân sûresinin 51'den 57. âyetlerine kadar meâlen buyuruldu ki: "Muhakkak ki takvâ sâhibi olanlar (her türlü) kederden emîn bir yerde, bahçelerde ve pınarların başındadırlar. Sündüs ve istebraktan (işlemeli ve kalın) elbiseler giyerek karşı karşıya gelirler. İşte mü’minlerin Cennet’teki yeri böyledir. Hem onları iri gözlü, beyaz yüzlü hûrilerle de eşlendirdik. Orada emîn oldukları hâlde, her türlü yemişi isterler ve getirtirler. Orada, ilk ölümden (dünyâdaki ölümden) başka ölüm tadmazlar. Allah onları Cehennem azâbından korumuştur. (Bütün bunlar kendilerine) Allah'tan bir kerem ve ihsân olarak verilmiştir. İşte bu en büyük saâdettir."
Cennet ehli; rahat, emîn, bütün âfetlerden uzak, sevinç ve neşe içinde nîmetler dolu bir yerde olurlar. Cennet ehli güzel giyinirler. Oturdukları meclislerde sohbetin edebine riâyetle, karşı karşıya otururlar. Ehl-i Cennet’in nâil olacakları nîmetlerin esâsı ve büyüklerinin birincisi mesken, ikincisi elbise, üçüncüsü meclislerde mukâbil olarak sohbet ve ünsiyet etmek, dördüncüsü güzel zevcelerdir. İnsanın en ziyâde sevdiği nîmetlerin esâsı bunlardır. Cennet ehli, her zaman ve her yerde istediklerini mevcût ve hazır bulurlar. Cennet meyvelerinde şişkinlik yapmak ve sıkıntı vermek gibi şeyler olmaz. Cennet meyvelerinde ağrı vermek ve mideyi bozmak gibi şeyler yoktur. Cennet ehli dünyâda gördükleri ölümden başka ölüm tatmazlar. Zirâ Cennet hayatı ebedîdir.
Dehr sûresi 5. âyet-i kerîmesinde meâlen; "Dünyâda sâlih amel işleyen iyi kimseler, Cennet’te katığı kâfur olan (şarab) dolu bir kadehten içerler." buyuruldu. Cennet ehli içi şarapla dolu bir kâseden şarab içerler ki o şarap kâfurla karışmış olduğundan, kokusu kâfur kokusuna benzer, gâyet soğuk ve tatlı olur. Fakat Cennet şaraplarında baş ağrısı vermek, vücûdu zedelemek gibi endişeler olmamakla beraber, akıl gibi bir nîmeti izâle eden (yok eden) sekr, uyuşturuculuk, karın ağrıtmak, ağız kokutmak, baş döndürmek yoktur. O şarab, gâyet sâfi, hâlis ve berrak olduğu gibi içinde tabîate kerih gelecek, mîzâcı bozacak bir şey bulunmaz. O şarabın nefisliği sebebiyle ağzı mühürlü ve mührü miskü anberdir. İçen misk râyihasını duyar. Zîrâ Cennet yiyecek ve içecekleri yalnız lezzetten ibâret olup, îmân ehline hiç zararı olmaz.
Cennet halkı Cennet’e yerleştikten sonra, dünyâda dost olanlar birbirlerini görüp konuşmak arzu ederler. Bu sırada her ikisinin de üzerlerinde oturdukları tahtlar harekete geçer biri gider ve diğeri gelirken yolda buluşur, sohbet ederler. "Falan gün falan yerde yaptıklarımızı hatırlar mısın?" şeklinde konuşur. "Orada duâ ettikde, Allahü teâlâ bizleri mağfiret etti" derler.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


Cennet melekleri vardır. Bütün Cennetlerin hâzini ve hâkimi insan şeklinde çok güzel bir melek olan Rıdvân olup, Cennet’teki meleklerin hepsinin büyüğüdür. Allahü teâlâ Rıdvân'a; "Ey Rıdvân! Benim kullarıma Cennet yemeği ve içeceği verin" buyurur. Cennet melekleri inciden, yâkuttan kaplar ve altından çanaklarla çeşit çeşit ateşte pişmemiş yiyecekler getirirler. Cennet ehli o yemeklerden yerler. Allahü teâlâ; "Ey Rıdvân! Benim kullarıma şerbetler içir" buyurur. Cennet gılmânları gelirler, içlerinde çeşit çeşit içecekler olan inciden ve cevherden kadehler getirirler. Sonra Allahü teâlâ; "Merhâbâ benim hâs kullarım! Niye benden korkar, benden ümid eder ve bana müştâk olursunuz? Ey Rıdvân! Benim kullarıma hil'atlar giydir" buyurur. Rıdvân nidâ eder ve yetmiş türlü hil'at gelip ehl-i Cennet’e giydirilir. Gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, gönüllerden geçmeyen nîmetler verilir. Sonra arş-ı âlânın altında bir rüzgâr eser. Ona mesîre derler. Onların üzerine misk-i ezfer, yâni hâlis misk yağdırır ve bir buluttan da gülsuyu yağar. Sonra hûrîler gelirler. Allahü teâlâ; "Ey Rıdvân! Kullarıma söyle bu makâm, "Makâm-ı sıdk"tır. Her ne isterlerse vereyim. Dünyâda vâd eyledim" buyurur. Mü'minlerde; "Yâ Rabbî! Verilmedik hiç birşey kalmadı, hepsi verildi. Yalnız Hak teâlânın Cemâl-i şerîfini görmek isteriz" derler.
Mü'minler için husûsî olarak tâyin edilen rahmet melekleri, mücevherli eğerlerle süslü Buraklar getirip, Hak teâlânın selâm ve dâvetini tebliğ ve tebşir ederler. Mü’minler de Buraklara binip Adn Cennet’ine çıkarlar. Hak teâlânın misâfirhanesine varıp ikrâm ve izzetlerini görürler. Çeşitli nîmetlerini yiyip selâm ve kelâmını işiterek erişilmez ve noksansız olan Cemâlini bilinmeyen ve anlaşılmayan bir şekilde baş gözü ile görürler ve kendilerinden geçip Cennet nîmetlerini unuturlar.
Sebe' sûresinin 37. âyetinde de meâlen; "Ancak îmân edip de iyi ve güzel amel işleyen kimselerin, işte onların yaptıkları (iyi amellere) karşılık mükâfatları kat kattır ve onlar (Cennet’in) yüksek makâmlarında güven içindedirler." Furkân sûresinin 75. âyetinde meâlen; "İşte onlar, bütün zorluklara sabrettiklerinden ötürü Cennet’in en yüksek makâm ve menzilleriyle mükâfâtlandırılacaklardır ve orada onlar sağlık ve selâm ile karşılanacaklardır" buyuruldu. Resûl-i ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) efendimiz; "Cennet ahâlisi, Cennet’te kendilerinden yükseklerdeki (gurfeler ahâlisi denilen) bir takım köşklerin sâhiplerini (aralarındaki mesâfe farkından dolayı) güçlükle görebileceklerdir. Nasıl ki (dünyâda gündüz) doğu batı ufkunda kalan parlak iri yıldızı, kendileri ile yıldız arasındaki mesâfe uzaklığından dolayı, dikkatle bakanlar görebilirler" buyurdu. Eshâb-ı kirâm (radıyallahü anhüm): "Yâ Resûlallah! O yüksek konak ve köşkler, peygamberlerin menzilleri midir? Başkaları oraya erişemezler mi?" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem); "Evet o köşkler peygamberlerin mevkileri ve makâmlarıdır. Fakat peygamberlerden başkaları da ulaştırılır. Hayatım elinde olan Allahü teâlâya yemîn ederim ki, (o, peygamberlerden başkaları) öyle kişilerdir ki onlar Allah’a îmân etmiş ve gönderilen peygamberleri de tasdik etmiş olanlardır" buyurdu. Resûl-i ekrem (sallallahü aleyhi ve sellemAllahü teâlânın; "İşte onlar bütün zorluklara karşı sabrettiklerinden dolayı Cennet’in en yüksek makâm ve menzilleriyle mükâfatlandırılacaklardır." kelâmı ve "Onlar (Cennet’in) en yüksek menzillerinde güven içindedirler" kelâmının mânâsı husûsunda; "Gurfe yâni köşkler kırmızı yâkuttan, yâhut yeşil zebercedden, yâhut da beyaz inciden olup, hiçbir kırık, ek, bitişmek ve kusur yoktur. Muhakkak ki Cennet halkı, Cennet’ten, (dünyâda) semânın doğu veya batı ufkunda kalan parlak yıldızı, aralarındaki mesâfe uzaklığından dolayı dikkatle bakarak seçip görebildiğimiz gibi, köşkleri, konakları, güçlükle görebilirler. Muhakkak ki Ebû Bekr ile Ömer onların en fazîletlisidir" buyurdu. İbn-i Mes'ûd'dan rivâyet olunan hadîs-i şerîfde Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem); "Dünyâda Allah için sevişenler, muhakkak (Cennet’te) kırmızı yâkuttan başında yetmişbin köşk bulunan bir direk (bir kule) üzerinde olacaklar. Güneşin dünyâyı aydınlatması gibi köşkte oturanların güzelliği, Cennet halkını aydınlatır ve ziyâlandırır. Cennet ahâlisinin bir kısmı diğerlerine; "Gidelim de Allah için birbirini sevenlere bakıp seyredelim" derler. Bu yüksek menzillerin ahâlisi onlara yukardan bakınca güzellikleri Cennet halkını ısıtır (sanki güneşin dünyâ ahâlisini ısıttığı gibi). O gurfe ehlinin üzerinde ince atlastan elbiseler olup yüzlerine, işte onlar Allah için birbirini sevenlerdir, diye yazılmıştır." Yine hadîs-i şerîfde Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem); "Cennet’te yüksek katların halkı Cennet ahâlisine bakıp onları seyreder. Yüksek menzillerin halkından bir kimse yukardan baktığı zaman yüzünün ziyâsı ile Cennet parıldar. Bunun üzerine Cennet halkı, "Bu nûr nedir?" diye sorarlar. Tâat ve doğruluk ehli, yüksek katlardaki iyiler halkından bir kimse yukardan baktı diye cevap verirler." Hazret-i Ali'den (radıyallahü anh) rivâyet edilen hadîs-i şerîfde Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem); "Muhakkak Cennet’te öyle menziller var ki, içerisinden dışarısı, dışarısından da içerisi görülür." buyurdu. Bunun üzerine orada bulunanlardan bir kimse Resûl-i ekremin huzûrunda ayağa kalkarak; "O Cennet kimin içindir, yâ Resûlallah?" diye sordu. Resûlullah da; "Sözü yumuşak olan, fakirlere yemek yediren, Oruçları tutmağa devam eden ve insanlar uykuda iken geceleyin namaz kılan kimseler içindir" buyurdu. Ebû Nu'aym'ın rivâyet ettiği hadîs-i şerîfde de ilâve olarak, bir kimse; "Ey Allah’ın Resûlü buna kim muktedir olabilir?" diye sordu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Ümmetimin buna gücü yeter. Buna gücü yetecek olan kimseyi size haber vereyim mi? Her kim müslüman kardeşine kavuşur da ona selâm verirse o selâmı yaymış olur. Herkim âilesine, ev halkına doyuruncaya kadar yemek yedirirse, o, (fakirlere) yemek yedirmiş olur. Herkim Ramazân orucundan başka her aydan üçgün oruç tutarsa o da oruca devam etmiş olur. Yatsı namazını cemâatle kılan kimse de, insanlar uykuda iken namaz kılmış olur." Başka bir hadîs-i şerîfde Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem); ''Muhakkak Cennet’te öyle köşkler vardır ki ne üzerinde kapağı, ne de altında direği vardır" buyurdu. "Yâ Resûlallah! Ahâlisi oraya nasıl girer" diye sorulunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem); "Ahâlisi oraya kuşlar gibi girerler" buyurdu. "Ey Allah'ın Resûlü, orası kimin içindir?" diye sorulunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem); "Hastalar, ağrı, belâ ve meşakkat çeken ahâli içindir" buyurdu. Hadîs-i şerîfde; "Kıyâmet gününde muhakkak peygamberler ve şehîdlerden olmayan bâzı kimseler (mahşer yerine) getirilir. Fakat onlara Allah'ın ihsân ettiği menzillerden dolayı kendilerine peygamberler ile şehîdler gıbta ederler ve onlar nûrdan kürsîler üzerinde bulunurlar" buyuruldu. "Yâ Resûlallah onlar kimlerdir?" diye sorulunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem); "Onlar Allah'ı insanlara sevdiren, insanları da Allah'a sevdiren ve yeryüzünde nasîhat edip dolaşan kimselerdir." buyurdu. Bunun üzerine bir zât: "Ey Allah'ın Resûlü, onlar Allah'ı insanlara sevdirirler. Fakat insanları Allah'a nasıl sevdirirler?" diye sordu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) cevâben; "Onlar insanlara iyiliği emredip kötülükten nehyederler. İnsanlar da bu nasîhatçılara itâat ettikleri zaman, Allahü teâlâ da kendilerini sever" buyurdu. Kur'ân-ı kerîmde, Bakara sûresinin 152. âyet-i kerîmesinde meâlen; "Öyle ise siz beni (itaatle, ibâdetle) anın, ben de sizi (sevâb ve mağfiret ile) anayım" buyuruldu.
İmâm-ı Buhârî'nin (rahmetullahi aleyh) rivâyet ettiği hadîs-i şerîfde Resûl-i ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Muhakkak ki ben, Cehennem ehlinin Cehennem’den en son çıkacak ve Cennet ehlinin de Cennet’e en son girecek olanını bilip duruyorum. Bu öyle bir kimse ki Cehennem’den emekliye emekliye çıkar. Allahü teâlâ ona; "Git, Cennet’e gir" buyurur. O kimse, Cennet’e varır. Ona öyle gelir ki Cennet dopdoludur. Yâni herkes kendine âit yerlerini almıştır. Dönüp; "Yâ Rabbî! Cennet’i dopdolu buldum" der. Hak teâlâ yine ona; "Git, Cennet’e gir" buyurur ve böyle üç defâ tekrarlanır. Her gidişinde Cennet ona dopdolu gösterilir. Sonunda Allahü teâlâ ona; "Git, Cennet’e gir, dünyâ kadar ve dünyânın on misli kadar yer senindir" buyurur. Her Cennet’in bir kapısı vardır. Eni ve uzunluğu yüz yıllık yoldur ve her kapının tek parça sarı altından olan iki kanadı vardır. Rengârenk çeşitli mücevherle süslenmiştir. Birinci Cennet’in kapısı üzerinde; "Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah" yazılıdır. Diğer kapıları üzerinde: "Ene lâ ü'azzibü men kâle lâ ilâhe illallah" (Ben, Lâ ilâhe illallah diyene azâb etmem) yazılıdır."


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


SELMAN SEVEN

{facebook#https://facebook.com/} {twitter#https://twitter.com/}

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget