Resulullah'ın hadislerini mi arıyorsunuz ?
Türkiye'nin En Geniş Kapsamlı Hadis Sitesi
HZ.MUHAMMED (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
"أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ"

Latest Post

Kibir ve gurûru sebebiyle, Allahü teâlânın; "Âdem'e secde ediniz" (Bakara sûresi: 34) emrine isyân edip. O'nun rahmetinden uzaklaştırılan iblisin ve buna tâbi olanların sıfatı.
Şeytan kelimesinin; birine muhâlefet etmek, toprağa girmek, iple bağlamak gibi mânâları vardır ve uzak olmak, uzaklaşmak mânâsına kullanılan "Şe-ta-ne" kelimesinden türemiştir. Bâzıları da ateşten yaratıldığı için "Şâ-ta" kökünden türetildiğini söylemişlerdir.
Birinci şekliyle şeytan kelimesi; âsî, serkeş, itâatsiz, habîs, pek kötü olmak, rahmetten uzaklaştırılmak mânâlarına gelir. İsim olarak da; igfâl edici, ayartıcı, ifsâd edici, yaygaracı, baş belâsı, rahat vermeyen, insanı haktan, rahmetten uzaklaştırıcı mânâlarını ifâde eder. İblise, tabîatı itibariyle insan tabîatından; fâsıklığı ile de her türlü hayır ve iyilikten uzak olduğu için şeytan denilmiştir.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


"Bütün peygamberlerin dinlerinin aslı, temeli birdir. Başka başka değildir. Hep aynı şeyi söylemişlerdir. Allahü teâlânın zâtı ve sıfatları için, haşr (mezardan kalkınca, arasat meydanında toplanmak) ve neşr (hesabdan sonra Cennet’e ve Cehennem’e gitmek, dağılmak) için ve peygamberler için ve melek gönderilmesi için ve melekle kitaplar gönderilmesi için, Cennet’in sonsuz nîmetleri ve Cehennem’in sonsuz azâbları için söyledikleri hep aynıdır. Sözleri birbirine uygundur. Helâl, haram ve ibâdetler için olan sözleri, yâni fürû'âta âit sözleri ise, başka başkadır, birbirine uymaz.
Allahü teâlâ, bir vakit, o vaktin insanları için, zamanlarına ve hâllerine uygun emirleri, bir ülül'azm peygambere göndermiş ve o insanların, buna uymalarını emir buyurmuştur. Birçok sebepler, faydalar için, Allahü teâlâ, ahkâm-ı şer'iyyede değişiklikler yapmaktadır. Yâni, önceki emirleri, sonradan nesh etmiş, değiştirmiştir.
Bütün peygamberlerin, söz birliği ile söylediği hiç değişmiyen sözlerden biri; Allahü teâlâdan başka, bir şeye ibâdet etmemek ve O'na ortak koşmamaktır. Mahlûklardan bâzısını, başkalarına rab, mâbud yapmamaktır. Bu sözü, yalnız peygamberler söylemiştir. Onların yolunda gidenlerden başka, hiç kimse bu devletle şereflenmemiş, peygamberlerden başkaları, böyle söz söylememiştir. Peygamberlere inanmayanlardan bir kısmı, Allahü teâlânın bir olduğunu söylemişse de, bunlar, ya müslümanlardan işiterek söylemiş veya; "Varlığı lâzım olan, birdir" demişlerdir. "İbâdet olunacak, yalnız O'dur" dememişlerdir. Hâlbuki müslümanlar; "Hem varlığı lâzım olan, hem de ibâdet olunmağa hakkı olan birdir" demektedirler. "Lâ ilâhe illallah" demek; "İbâdet olunacak, Allahü teâlâdan başka hiç bir şey yoktur. İbâdet ancak O'na yapılır" demektir.
Bu peygamberlerin birlikte söyledikleri ikinci söz; kendilerini, herkes gibi insan bilip; "Yalnız Hak teâlâya ibâdet olunur" demeleri ve herkesi, yalnız O'na ibâdet etmeye çağırmalarıdır. "Hak teâlâ, hiç bir şeyle birleşmemiştir. Hiçbir maddede yerleşmemiştir" derler. Peygamberlere inanmayanlar ise, böyle söylememiş, hattâ, başta bulunanlar, kendilerine, taptırmak istemiş; "Hak teâlâ bize hulûl etti, bizdedir" demişlerdir. Böylece, kendilerine ibâdet olunmak lâzım geldiğini, ilâh olduklarını söylemekten sıkılmamışlardır. Kendileri, kulluk vazifelerinden çekilerek, her türlü çirkin, kötü şeyleri yapmışlardır. İlâhlık iddiasıyla kendilerinin sorumsuz olduklarını, her şeye tecâvüz edebileceklerini, kendilerine hiç bir şeyin yasak olmayacağını sanmışlardır. Her sözlerinin doğru olduğunu, hiç yanılmayacaklarını her istediklerini yapabileceklerini sanarak aldanmışlar, insanları da aldatmışlardır.
Peygamberlerin (aleyhisselâm) sözbirligi ile bildirdikleri şeylerden biri de; kendilerine melek geldiğini söylemeleridir. Peygamberlere inanmayanlardan hiç biri, bu devlete kavuşamamıştır. Melekler, muhakkak mâsumdur. Yâni vazifelerini elbette doğru yapar. Hiç yanılmazlar, kötü ve pis değildirler. Vahyi, değiştirmeden, unutmadan getirirler. Allahü teâlânın kelâmını taşırlar.
Peygamberlerin her sözü, Hak teâlâdandır. Her getirdikleri emir, haber, hep Hak teâlâdandır. İctihâd ettikleri her söz de, vahy ile sağlamlaştırılmıştır. İctihâdlarında ufak şaşırma olsa, Hak teâlâ, hemen vahy göndererek düzeltir. Hâlbuki, peygamberlere inanmayıp, kendilerini ilâh, tanrı tanıtan kimseler; "Sizi biz yarattık, biz kurtardık" deyip kendilerine taptıran îmânsızların her sözü kendilerindendir.
Son peygamber, Muhammed aleyhisselâmdır. Muhammed aleyhisselâm"Hâtem-ül-enbiyâ"dır. Yâni ondan sonra hiç peygamber gelmeyecektir. Mübârek rûhu, her peygamberden önce yaratıldı. Peygamberlik makâmı, en önce O'na verildi. Peygamberlik, O'nun dünyâyı teşrîf etmesi ile tamamlandı. Îsâ aleyhisselâm, kıyâmete doğru, hazret-i Mehdî zamanında gökten Şam'a inecek ise de, yeryüzüne, Muhammed aleyhisselâmın dînini yayacak ve O'nun ümmetinden olacaktır.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


İnsanların doğruyu, iyiyi, güzel olanı bulabilmeleri tek başına akılla mümkün değildir. Akıl, göz; peygamberler vâsıtası ile gönderilen din ise ışık gibidir. Yâni, insanın aklı, gözü gibi zayıf yaratılmıştır. Göz, maddeleri, cisimleri karanlıkta göremiyor. Allahü teâlâ, görme âletinden (gözden) faydalanmak için güneşi, ışığı yaratmıştır. Güneşin ve çeşitli ışık kaynaklarının nûru olmasaydı, göz işe yaramazdı. Tehlikeli cisimlerden, yerlerden kaçamaz, faydalı şeyleri bulamazdı.
Akıl da, yalnız başına mânevîyâtı, faydalı, zararlı şeyleri anlayamıyor. Allahü teâlâ insanların akıldan faydalanabilmeleri için, peygamberleri, din ışığını yarattı. Peygamberler, dünyâda ve âhırette rahat etmek yolunu bildirmeseydi, akıl kendi başına bulamaz, işe yaramaz, tehlike ve zararlardan kurtulamazdı. Bundan dolayı İslâmiyete uymayan veya aklı az olan kimseler ve milletler, peygamberlerden faydalanamaz. Dünyâda ve âhırette tehlikelerden, zararlardan kurtulamazlar.
"Peygamberler olmasaydı insanlar, akılları ile doğruyu bulabilirlerdi" diyenlere, İmâm-ı Rabbânî hazretleri şöyle cevap vermektedir:
"Akıl, dünyâda kaldıkça, bu bedene de bağlı kalır. Bu bağlılıktan kurtulamaz. Bu iğreti varlıktan alâkası kesilmez. Vehm, her zaman, aklın etrâfında, hayâl dâima yanında bulunur. Gadab, yâni kızgınlık ve şehvet, yâni nefsin arzuları, hep onunla beraber kalır. Hırs ve menfaat, onu yalnız bırakmaz, insanlığın lüzumlu alâmeti olan şaşırmak ve unutkanlık, ondan hiç ayrılmaz. Bu dünyânın hâssası olan, yanılmak ve karıştırmak, ondan sıyrılmaz. O hâlde, akla her şeyde, nasıl inanılır? Aklın vereceği kararlar ve emirler, vehmin karışmasından ve hayâlin tesirinden kurtulamaz ve unutkanlık tehlikesi ve şaşırmak ihtimâlinden korunamaz. Hâlbuki, bu kusurların hiç biri, meleklerde yoktur. Bu pislikler ve kötülükler onlarda bulunmaz. Bunun için, melekler elbette yanılmaz. Meleklere îtimâd olunur. Meleğin getireceği haberlere vehmin karışması, unutkanlık tehlikesi ve şaşırmak ihtimâli, yol bulamaz. Bâzı vakitler, rûh yolu ile gelen bâzı bilgileri, his uzuvları ile bildirmek istediğim zaman, vehm ve hayâl yolundan, doğru olmayan, bâzı başlangıçların meydana çıktığını ve elimde olmıyarak, rûhdan gelen bilgilere karıştığını ve bunları bildirirken, aralarını ayıramadığımı duyuyorum. Bâzı vakit de, bunları ayırt etmeği bildiriyorlar. İşte bundan dolayı, rûhânî bilgilere yanlışlık karışarak, hepsinden îtimâd kalkıyor. Şöyle de cevap verilir ki, aklın ilerlemesi ve temizlenmesi, ancak Allahü teâlânın beğendiği şeyleri yapmakla, yâni ahkâm-ı şer'iyyeyi öğrenip yapmakla olabilir. Bunun için de, peygamberlerin (aleyhisselâm) sözlerini, haberlerini öğrenmek lâzımdır. Onlar haber vermedikçe, akıl ilerleyemez ve temizlenemez. Bâzı inançsız kimselerde ve fâsıklarda görülen, safâ ve parlaklık alâmetleri, kalbin temizliği değil, nefsin parlaklığıdır. Nefsin parlaması da, yolu şaşırtmaktan, zarar ve ziyândan başka bir şey ele geçirmez. Bâzı inanmayanların ve fâsıkların, nefslerinin parlaklığı zamanında, bilinmeyen bâzı şeyleri haber vermelerine istidrâc denir. Yâni, bunları derece derece, yavaş yavaş felâkete, azâba sürüklemek içindir."
Allahü teâlâ peygamberler (aleyhisselâm) vâsıtası ile, insanlara, sonsuz kurtuluş yolunu göstermiş ve onları sonsuz azâbdan kurtarmıştır. Eğer peygamberlerin (aleyhisselâm) mübârek vücudları, olmasaydı Allahü teâlâ, zâtını ve sıfatlarını kimseye bildirmezdi. Kimsenin Allahü teâlâdan haberi olmazdı. Kimse O'na yol bulamazdı. Allahü teâlânın emirleri ve yasakları bilinemezdi. Allahü teâlâ ganîdir. Yâni hiç bir şeye muhtâç değildir. İnsanlara acıdığı için, onlara iyilik ederek, emir ve yasakları göndermiştir. Emirlerin ve yasakların faydaları insanlaradır. Kendisine hiç faydası olmadığı gibi bunlara ihtiyâcı da yoktur. Peygamberler olmasaydı, Allahü teâlânın beğendiği ve beğenmediği şeyler belli olmaz, birbirinden ayrılamazdı. O hâlde, peygamberlerin gönderilmesi, pek büyük nîmettir. Bu nîmetin şükrünü hangi dil söyleyebilir. Kim, bu şükrü yapabilir?


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


SELMAN SEVEN

{facebook#https://facebook.com/} {twitter#https://twitter.com/}

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget