Resulullah'ın hadislerini mi arıyorsunuz ?
Türkiye'nin En Geniş Kapsamlı Hadis Sitesi
HZ.MUHAMMED (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
"أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ"

Latest Post

Kâbe-i muazzamanın, yeryüzünde yapılan ilk binâ ve ilk mâbet olduğu Kur’an-ı kerîmde bildirilmiştir. İlk defâ kimin tarafından yapıldığı husûsunda ise çeşitli rivâyetler vardır. Bir rivâyete göre; Allahü teâlâ, yeryüzünde bir beyt (Kâbe) yapılmasını isteyince meleklerden bir kısmını yeryüzüne gönderip; “Yeryüzünde benim için bir beyt binâ ediniz. Semâda Beyt-i ma’mûr tavâf olundukça, yapacağınız bu beyt de yeryüzünde bulunanlar tarafından ziyâret ve tavâf edilsin” buyurdu.
Allahü teâlâ, Âdem aleyhisselâma da; “Ey Âdem! Sen sağ oldukça Beytullah'ı tâmir et. Senden sonra gelecek peygamberler ve ümmetler de zaman zaman onu tâmir edecekler. En son Peygambere kadar bu böyle devam edecektir. Son Peygamberden önce Beytullah'ın şerefini, ismini, zikrini, medh-ü senâsını lâyıkıyla yapacak olan bir peygamber göndereceğim. Bu, O'nun dedelerinden İbrâhim'dir. Kâbe'nin temellerini o yükseltecek, inşâ ve tâmirini onun elinde tamamlayacağım. Ona, Harem'i ve Hil'i (Harem'in dışında kalan yerler) göstereceğim. Onu kendime itâatli, emirlerimi tutan ve benim yoluma dâvet eden bir peygamber yapacağım. İnsanlar arasından seçip, ona doğru yolu göstereceğim. İmtihâna çekeceğim, sabredecek. Afiyet vereceğim, şükredecek. Çocukları ve kendinden sonra gelecek olan nesli için duâ edecek. Ben de kabûl edeceğim. Onu, onlar hakkında şefâatçi yapacağım. Benim için adayacak. Benim için vâd edecek ve vâdini yerine getirecek. Neslini Beyt'imin halkı yapmak sûretiyle, bozulup bid’atlere sapmalarına kadar Kâbe'nin hizmetçileri, mütevellîleri, perdedârları ve bekçileri yapacağım. Onlar saptıkları zaman dilediğimi, istediğim şekle çevirmeye gücüm yeter. İbrâhim'i, bu Beyt halkının ve bu din ehlinin rehberi yapacağım. Buralarda bulunan insanlar ve cinlerin hepsi onun yolunda gidecekler. Onun yoluna uyup, orada, onun gibi kurban kesecekler. Onlardan kim bunu yaparsa adağını îfâ etmiş, hac ibâdetini yerine getirmiş olur. Yapmayanlar da haclarını zâyi etmiş, nasiplerini kaybetmişlerdir...” buyurdu.
Âdem aleyhisselâm, meleklerin yol göstermesiyle bugünkü Kâbe'nin olduğu yere geldi. Burada melekler yedi kat yere kadar varan bir temel kazdılar. Otuz kişinin kaldırabileceği kayaları temele koydular. Sonra Allahü teâlâ melekler vâsıtasıyla bu temelin üzerine, Cennet’ten bir beyt indirdi.
Bâzı rivâyetlere göre; Cennet’ten gelen Beytullah (Kâbe-i muazzama), Âdem aleyhisselâmın vefâtından sonra tekrar göklere kaldırıldı. Âdem aleyhisselâmın evlâtları, önceki temellerin üzerine taştan ve çamurdan bir binâ yaptılar. Bu binâ, Nûh aleyhisselâm zamanındaki tûfana kadar zaman zaman tâmir edildi ise de tûfanda yıkıldı. Allahü teâlâ, tûfandan önce, Hacer-ül-esved’i Ebû Kubeys Dağı’na konmasını emretti. Böylece Kâbe'nin yeri kesin olarak bilinmez hâle geldi. Sâdece, hangi bölgede olduğu biliniyordu.
Burası kırmızı topraklı ve hafif tümsek bir tepe durumunda idi. Bu yerde yapılan duâlar kabûl olup duâ eden herkes murâdına kavuşurdu. Her millet buraya saygı gösterirdi. Bu belirsiz hâl, Nûh aleyhisselâmdan İbrâhim aleyhisselâm zamanına kadar devam etti.
İbrâhim aleyhisselâmAllahü teâlânın emri ile Kâbe-i muazzamayı yapmak için, Mekke'ye gitti. Oğlu İsmâil aleyhisselâm ile Zemzem kuyusunun başında karşılaştılar. Senelerdir hiç görüşemeyen baba-oğul, sevinçle birbirlerine sarılıp hasretlerini giderdiler. Zemzem kuyusunun başında oturdukları zaman İbrâhim aleyhisselâm; “Ey İsmâil! Allahü teâlâ, bana kendi zâtı için bir beyt yapmamı emrediyor. Sen de yardım eder misin?” buyurdu, İsmâil aleyhisselâm da; “Elbette yardım ederim” diye cevap verdi. İbrâhim aleyhisselâm; “Yâ Rabbî! Kâbe'yi nerede yapayım?” diye suâl etti. Cenâb-ı Hak; “Biz sana onun yerini göstereceğiz” buyurdu. Bir rivâyete göre Kâbe'nin yerini Cebrâil aleyhisselâm gösterdi. Böylece İbrâhim aleyhisselâm oğlu İsmâil aleyhisselâm ile birlikte temel kazmaya başladı. Âdem aleyhisselâm zamanında kazılan temeli buldular. Aynı temel üzerine, Kâbe'yi inşâ etmeye başladılar. Cebrâil aleyhisselâmın târifine göre İbrâhim aleyhisselâm, İsmâil aleyhisselâmın getirdiği taşlarla, binâyı yapıyordu. Nihâyet Kâbe'nin duvarları yükseldi ve yukarıya taş yetişemez oldu. Bunun üzerine büyükçe bir taş getirdiler. İbrâhim aleyhisselâm bu taşa basarak duvarı örmeye devam etti. Mübârek ayağının izi çıkan bu taşa da Makâm-ı İbrâhim dendi. Kâbe'de tavâf namazı bu taşın bulunduğu yer olan Makâm-ı İbrâhim'de kılınır. Binanın yapımında, melekler, taş getirmede İsmâil aleyhisselâma yardım ettiler. Sıra Hacer-ül-esved'e gelince İbrâhim aleyhisselâm; “Ey İsmâil! İyi bir taş getir ki, hacılara işâret olsun!” buyurdu. İsmâil aleyhisselâm bir taş getirdi. İbrâhim aleyhisselâm; “Bundan daha iyi bir taş getir” deyince, Ebû Kubeys Dağı’ndan; “Cebrâil aleyhisselâm tûfanda bana bir taş emânet etti. Gel onu al!” diye bir ses işitti. Bunun üzerine Hacer-ül-esved taşı, Ebû Kubeys dağından alınıp, Kâbe'deki yerine konuldu.
Baba-oğul, Kâbe'yi yapıp bitirince, Bakara sûresi 127. âyet-i kerîmesinde meâlen bildirildiği gibi; “Yâ Rabbî! Bizden bu hayırlı işi kabûl et! Muhakkak ki sen, duâmızı işitici, niyetimizi bilicisin.” diye duâ ettiler.
İbrâhim aleyhisselâm, Kâbe-i muazzamayı yapınca Cebrâil aleyhisselâm; “Ey İbrâhim! Beytullah'ı yedi defâ tavâf et” dedi. İbrâhim aleyhisselâm, oğlu İsmâil aleyhisselâm ile birlikte, Kâbe'yi tavâf etmeye başladı. Her tavâfta rükünlerin hepsinde istilâm yaptılar. Yedi tavâfı bitirdikten sonra Makâm-ı İbrâhim'in arkasında ikişer rekat namaz kıldılar. Bundan sonra Cebrâil aleyhisselâm, İbrâhim aleyhisselâma hac ile ilgili bütün ibâdet yerlerini; Safâ, Merve, Minâ, Müzdelife ve Arafat'ı gösterdi. Cebrâil aleyhisselâm Arafat'a kadar olan her yerde yapılacak ibâdetleri yaptırdı ve tek tek öğretti. Arafat meydanına geldikleri zaman; “Ey İbrâhim! Hac vazifesini yapacağın yerleri öğrendin mi?” diye sordu. İbrâhim aleyhisselâm da; “Evet, öğrendim” diye cevap verdi.
İbrâhim aleyhisselâm, İsmâil aleyhisselâmla haccın erkânını yerine getirdikten sonra, oğluna Kâbe'ye bakması ve onu koruması için tenbihatta bulundu ve Şam'a gitmek istedi. Gitmeden önce bir gün Arafat'a çıkmıştı. Mekke-i mükerremeye baktı. Burası bir vadi içinde olup, taşlı ve kumlu idi. Oğlu İsmâil aleyhisselâmın evlâdını düşünerek, şefkât edip mübârek ellerini kaldırdı ve; “Yâ Rabbî! İsmâil'in evlâdına rahmet eyle” diye duâ buyurdu. Gideceği sırada kendisine vahy gelerek, Hac sûresinin 27. âyet-i kerîmesinde bildirildiği gibi meâlen; “Bütün insanlara haccı îlân et. Gerek yaya olarak, gerek her uzak yoldan zayıf develer (binekler) üzerinde tavâf için Kâbe'ye gelsinler” buyruldu. Bunun üzerine İbrâhim aleyhisselâm; “Yâ Rabbî! Benim sesim nereye kadar ulaşır ki?” dedi. Cenâb-ı Hak'dan; “Seslenmek senden, seni insanlara duyurmak benden. Tâ ki, insanlar gelip bu evi ziyâretle şereflensinler” emr-i ilâhîsi geldi. İbrâhim aleyhisselâm mübârek yüzünü Yemen tarafına çevirip; “Ey insanlar! Allahü teâlâ, bir ev binâ ettirdi ve bu evi ziyâret etmenizi emreyledi. Geliniz, Kâbe'yi ziyâret ediniz” diye seslendi. Her yöne doğru dönerek birer defâ bağırdı. Hak teâlâ İbrâhim aleyhisselâmın sesini bütün dünyâya duyurdu. İnsanlar bu sesi duyunca; “Lebbeyk! Allahümme Lebbeyk (emrine âmâdeyim Allah'ım!)” diye cevap verdiler. O zaman, ana rahminde ve baba sulbünde ne kadar hacca gidecek kimse varsa, hepsi “Lebbeyk” dediler. Bir defâ hac yapacak olanlar bir defâ, iki defâ hacca gidecekler iki defâ, daha fazla yapacaklar da ziyâdesiyle cevap verdiler. Sonra İbrâhim aleyhisselâm, oğlu İsmâil aleyhisselâm ve Cürhümîlerle beraber hac yaptı ve Şam'a döndü. Ertesi sene hac mevsiminde refîkası Sâre vâlidemizi ve oğlu İshak aleyhisselâmı da alarak Mekke'ye geldi. Haccı edâ ettikten sonra, tekrar Şam'a döndüler.
Kâbe-i muazzama, Mescid-i Haram'ın ortasında, dört köşe taştan bir oda olup, 17 m. yüksekliktedir. Kuzey duvarı 8,8 m. güney duvarı 7 m. doğu duvarı 11,9 m. batı duvarı 12,8 m. uzunluğundadır. Doğu ve güney duvarları arasındaki köşede Hacer-ül-esved taşı vardır. Hacer-ül-esved’in yüksekliği, yere nazaran bir metreden fazladır. Hacıların ellerini, yüzlerini sürmeleri ve öpmeleri sebebiyle çukurlaşmıştır. Kâbe'nin doğu duvarında bir kapı vardır. Kapı yerden 1,7 m. yükseklikte olup, eni 1,7 m. boyu 2,7 m.dir. Duvarlarının iç yüzü ve zemini renkli mermerlerle kaplıdır.
Kâbe'nin dört köşesine Rükn denir. Şam'a karşı olan köşeye Rükn-i Şâmî, Bağdat'a karşı olana Rükn-i Irâkî, Yemen tarafında olana Rükn-i Yemânî, dördüncü köşeye de Rükn-i Hacer-ül-esved denir. Rükn-i Irakî hizasında; yedisi mermer, diğer basamakları ağaçtan 27 basamaklı, minâre merdiveni gibi yuvarlak olan merdiveni, Osmanlı sultânlarından ikinci Mustafa Han yenilemiştir. Kapının sağ tarafında çukur ve tavana kadar yükselen üç direk bulunmaktadır. Kâbe'nin dış yüzü ipekten yapılmış siyah bir perde ile örtülüdür. Kapının perdesi yeşil atlastır.
Zemzem kuyusu, Mescid-i Haram içinde, Hacer-ül-esved köşesi karşısında ve köşeden 8 m. uzakta bir odada olup, 1,8 m. yüksekliğinde taştan yapılmış bir bileziği vardır. Birinci Sultân Abdülhamid Han'ın yaptırdığı bu odanın zemini mermer döşeli ve duvarlara doğru meyillidir.
Kâbe'nin kuzey duvarı üzerinde altın oluk vardır. Yerde bu oluk hizasında, kavis şeklinde duvarcık ile Kâbe-i muazzama arasında kalan yere Hatim denir. Dünyâda Mekke-i mükerremede bulunan Kâbe'den başka ikinci bir Kâbe yoktur ve burası yeryüzünün en kıymetli yeridir.
Kâbe-i muazzamaya bakmak sevâbdır. Beytullah ilk görüldüğünde yapılan duâlar kabûl olunur. Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), Kâbe'yi gördüğü zaman mübârek ellerini kaldırıp; “Ey Allah'ım! Bu beytin şerefini, saygısını, heybetini, kerâmetini arttır. Hac ve Umre yapanların da şerefini, din gayretini, âzametini ve keremini ziyâde et” diye duâ ederdi. Ayrıca Kâbe'yi tavâf ederlerken Hacer-ül-esved rüknünde hazret-i Âişe vâlidemize buyurdular ki: “Ey Âişe! Bu taş, eğer câhiliyet devrinin pislikleri ve kirleri ile kirletilmiş olmasaydı, onunla her türlü hastalık, veba ve musîbetten kurtulmak için Allahü teâlâdan şifâ istenir ve hâlen de cenâb-ı Hakk'ın ilk indirdiği şekilde bulunurdu, Hak teâlâ elbette bir gün onu ilk yarattığı şekle döndürecektir. O, Cennet yâkutlarından beyaz bir yâkut idi. Fakat Allahü teâlâ, onu, kötülerin günahı sebebiyle değiştirip; zînetini, zâlim ve günahkârlardan gizledi. Zirâ onlar, Cennet’ten çıkma bir şeye bakmaya lâyık değillerdir.” Bir hadîs-i şerîflerinde de; Allahü teâlâ Hacer-ül-esved’i kıyâmette mahşer meydanına getirecek, onun, göreceği iki gözü, konuşacağı bir dili olacak ve kendisine istilâm yapanlara (el sürüp, öpenlere) hakkıyla şâhidlik yapacaktır” buyurdu.
Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) Hacer-ül-esved rüknü ile Rükn-i Yemânî arasında şu duâyı okurlardı: “Ey Allah'ım! Sen Allahü teâlâsın. Sen Rahmânsın. Senden başka ilâh yoktur. Sen varsın, senden başka Rab yoktur. Sen, gâfil olmayan, devamlı var olansın. Sen, görüneni de görünmeyeni de yaratansın. Ey Allah'ım! Beni ihsân ettiğin rızka kanaat ettir. O rızka, benim için bereket ver ve beni, bana malûm olmayan her şeyde hayırla muhâfaza et. Şüphesiz sen, her şeye kâdirsin.” Rükn-i Yemânî’ye gelince de; “Ey Allah'ım! Küfürden, zilletten, fakirlikten dünyâ ve âhırette îtibâr kaybettirecek yerlerde durmaktan sana sığınırım. Ey bizim Rabbimiz! Sen bize dünyâda da, âhırette de nîmet ver ve bizi Cehennem azâbından koru” diye duâ buyururlardı.
Kâbe'yi tavâf etmenin fazîleti hakkında sevgili Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) pek çok hadîs-i şerîfleri vardır. Bunlardan birkaçı şöyledir: “Kim Beytullah'ı tavâf ederse, Allahü teâlâ, onun her adımına bir sevâb yazıp, bir günahını siler.”, “Bu beyt, İslâmın direğidir. Kim bu beyti ziyâret etmek maksadıyla hac veya umre yapmaya çıkarsa (bu yolda) öldüğü takdirde, Allahü teâlâ, onu Cennet’ine koymayı, sağ kaldığı takdirde, ganîmet ve mükâfâtla memleketine döndürmeyi taahhüt eder.”
Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) bir gün eshâbından birine Kâbe-i muazzamayı ziyâret ile ilgili buyurdular ki: “Şüphesiz sen, Beytullah'ı ziyâret kastıyla evinden çıktığın zaman, bindiğin deve, ayağını her kaldırıp indirdikçe, Allahü teâlâ sana bir sevâb yazıp bir günahını da siler. Cenâb-ı Hak katındaki mevkîin dahî bir derece yükselir. Kâbe-i muazzamayı tavâf esnâsında, ayağını her kaldırıp indirdikçe, Hak teâlâ, sana bir sevâb verir, bir hatânı yok eder. Allahü teâlâ katındaki mevkîin de bir derece yükselir. Tavâftan sonra kılacağın iki rekat namazın sevâbı ise, İsmâil aleyhisselâm neslinden yetmiş köle âzâd etmekle birdir. Safâ ile Merve arasında dolaşman, bir köle âzâd etmek kadar sevâbdır. Allahü teâlâ, Arafat'ta meleklerine karşı sizinle öğünerek buyurur ki: “Bu benim kullarım, engin vâdileri aşarak, toz toprak içinde benim emrimi yerine getirmeye geldiler. Benim rahmetimi istiyorlar. Onların günahları; denizdeki kumlar, yağmurlardaki damlalar, yâhut denizdeki dalgaların köpükleri kadar çok olsa da, günahlarını mağfiret edeceğim. Hem sizleri hem de şefâatçi olduğunuz kimseleri affediyorum.” Cemreleri taşlarken attığınız bir taş, günahınızı yok eder. Kestiğin kurban da Allahü teâlâ katında senin için saklanacaktır. Başından tıraş ettiğin veya kısalttığın saç kıllarının her biri senin için bir sevâbdır. Her kıla karşılık olarak da Allahü teâlâ senden bir hatâyı siler.”
Bu müjdeyi alan o kimse; “Yâ Resûlallah! Eğer günahlar daha az ise ne olacaktır?” diye suâl edince de buyurdular ki: “Kıyâmete kadar hasenâtın senin için saklanır. Bu işlerden sonra Beytullah'ı tekrar tavâf ederken, tamâmen günahsız olarak tavâf edersin. Sonra bir melek gelip; Geçmiş bütün günahların affedilmiştir. Artık istikbâlin için amel et der.”
Sevgili Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), Kâbe'ye bakmanın fazîletiyle ilgili olarak da; “Her gün ve her gece Allahü teâlâ Beytullah'ın üzerine yüzyirmi rahmet indirir. Bunların altmışı tavâf edenler, kırkı namaz kılanlar, yirmisi de Kâbe'ye bakanlar içindir” buyurdu. Sa’îd bin Müseyyib hazretleri buyurdu ki: “Kim Allahü teâlâya inandığı ve sırf O'nu tasdik ettiği için Kâbe-i muazzamaya bakarsa, anasından doğduğu gibi günahlarından, sıyrılır.” Ebû Saib (radıyallahü anh) da buyurdu ki: “Kim Allahü teâlâya inandığı ve tasdik ettiği için Kâbe'ye bakarsa, ağacın yaprakları döküldüğü gibi, günahları da ondan dökülür. Mescid-i Haram'da oturup tavâf etmese ve namaz kılmasa, sâdece Beytullah’a baksa; ona bakmayıp evinde nâfile ibâdet ve namaz kılmakla meşgûl olan kimseden daha çok sevâb kazanır.”
Makâm-ı İbrâhim'in fazîleti hakkında Abdullah bin Amr hazretleri buyurdu ki: “Şüphesiz Hacer-ül-esved ile Makâm-ı İbrâhim, Cennet’ten çıkmadırlar” İbn-i Abbâs'dan rivâyet edildiğine göre; “Dünyâda Hacer-ül-esved ile Makâm-ı İbrâhim'den başka Cennet varlığı yoktur. Zirâ onlar Cennet cevherlerindendir. Eğer onlara müşrikler ellerini dokundurmasalardı, onlara dokunan dert sâhiplerine Allahü teâlâ mutlakâ şifâ verirdi.”
Resûlullah efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), Eshâbına (radıyallahü anhüm) Medîne-i münevverede bulunan Mescid-i Nebî için buyurdu ki: Allahü teâlâya yemîn ederim ki, burada namaz kılmak, diğer memleketlerde namaz kılmaktan bin derece daha fazîletlidir.” Başka bir hadîs-i şerîfinde de; “Mescid-i Haram'da namaz kılmanın fazîleti, benim bu mescidimde yüz namaz kılmaktan daha fazîletlidir.” buyurdu.
Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), Mekke'nin fethinde, Mekke'nin fazîletini bildiren bir hadîs-i şerîfinde; “Ey insanlar! Şüphesiz Allahü teâlâ, gökleri ve yeryüzünü, güneş ile ayı yarattığı zaman Mekke'yi yasak bölge (harem) yapmıştır. Şu iki dağı da buraya koymuştur. Mekke, kıyâmete kadar haremdir. Allahü teâlâya ve âhıret gününe inanan kimseler için; burada, kan akıtmak, ağaç kesmek, helâl olmaz. Eğer; “Resûlullah Harem'de harp etmiştir…” denilecek olursa; “Allahü teâlâ bunu Resûlüne helâl kılmıştır, size mubâh etmemiştir” deyiniz” buyurdular.
Kâbe'nin çeşitli zamanlarda yapılan tâmir ve inşâsı sırası ile şöyledir: 1- Meleklerin ve Âdem aleyhisselâmın inşâsı, 2- Şît aleyhisselâmın inşâsı, 3- İbrâhim aleyhisselâmın inşâsı, 4- Amalikalıların inşâsı, 5- Cürhüm kabîlesinin inşâsı, 6- Kusayy'ın inşâsı, 7- Kureyş'in inşâsı, 8- Abdullah bin Zübeyr'in inşâsı, 9- Haccac'ın inşâsı, 10- Sultân Dördüncü Murad Han'ın inşâsı.

İsmâil aleyhisselâm büyüyüp gençlik çağına girmişti. Cürhümîlerden Arapça öğrenmiş ve onlar arasında çok sevilen bir genç olmuştu. Asâleti ve üstün hâlleri ile Cürhümîleri hayran bırakıyordu. Bu sebeple evlenecek çağa girdiğinde onu kendi kabîlelerinden bir kız ile evlendirdiler. Oraya gelen insanların kalbleri onlara ısınmış, o belde emîn ve ma’mûr bir yer olmuştu. Hayatları böyle hoş bir şekilde sürüp giderken günün birinde hazret-i Hâcer vefât etti. Vefât ettiğinde doksan yaşında idi. Hazret-i Hâcer'i Kâbe'nin bitişiğinde bir yer olan ve Hicr denilen yere defnettiler.
İbrâhim aleyhisselâm bir gün onları görmek için Mekke'ye doğru yola çıktı. Bu sırada hazret-i Hâcer vefât etmiş, İsmâil aleyhisselâm da evlenmişti. Babası İbrâhim aleyhisselâmın kendilerini görmeye geldiği sırada, İsmâil aleyhisselâm yiyeceklerini te’min etmek için evinden dışarı çıkmıştı. İbrâhim aleyhisselâm oğlu İsmâil aleyhisselâmın evine yarıp, hazret-i İsmâil'in hanımından onu sordu. “Yiyeceğimizi kazanmak için dışarı çıktı, evde yok” dedi. “Geçiminiz, hâliniz nasıldır?” diye sordu. İsmâil aleyhisselâmın hanımı; “Şiddetli bir darlıkta ve sıkıntılı bir hâldeyiz” diyerek hâllerinden şikâyetçi oldu. İbrâhim aleyhisselâm ona; “Kocan geldiğinde benden selâm söyle, kapısının eşiğini değiştirsin!” dedi. Sonra da ayrılıp gitti. İsmâil aleyhisselâm evine geldiğinde evinde güzel bir koku duydu. “Evimize gelen oldu mu?” diye sorunca, hanımı; “Evet yaşlı bir zât geldi” diyerek İbrâhim aleyhisselâmı târif etti. Sonra; “Bana mâişetimizi, geçimimizi sordu. Ben de şiddetli bir darlık içinde bulunduğumuzu söyledim” dedi. Bunun üzerine İsmâil aleyhisselâm; “Bana söylemen için bir tavsiye ve tenbihte bulundu mu?” diye sordu. Hanımı da; “Evet, sana selâm söylememi ve kapının eşiğini değiştirmeni söylememi tenbih etti” dedi. İsmâil aleyhisselâm bunları işitince; “O gelen ihtiyâr zât benim babamdır. Bana, senden ayrılmamı emretmiştir. Artık sen âilenizin evine gidebilirsin” dedi. Ondan ayrılıp Cürhümîlerden başka bir kadınla evlendi.
İbrâhim aleyhisselâm, bir müddet sonra tekrar, oğlu İsmâil aleyhisselâmı görmeye geldi. İsmâil aleyhisselâm yine evde yoktu. İsmâil aleyhisselâmın yeni hanımına onu sordu. O da; “Mâişetimizi te’min etmek için gitti” dedi. “Geçiminiz, hâliniz nasıl, iyi midir?” dedi. Hazret-i İsmâil'in hanımı; “Biz; hayır, saâdet ve bolluk içindeyiz” diyerek Allahü teâlâya hamdetti. “Ne yiyip ne içiyorsunuz?” deyince de; “Et yeyip, zemzem içiyoruz” dedi. İbrâhim aleyhisselâm; “Yâ Rabbî! Bunların etlerini ve sularını mübârek kıl, bereket ihsân eyle” diye duâ etti. Buharî'de İbn-i Abbâs'dan şöyle rivâyet edilmiştir: Resûlullah efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem); “İbrâhim (aleyhisselâm) zamanında Mekke civarında hububât bilinmiyordu. Av etiyle gıdalanılırdı. Eğer o zaman hububât malûm olsaydı, İbrâhim aleyhisselâm hububât hakkında duâ ederdi” buyurmuştur. İbn-i Abbâs buyurdu ki:” İbrâhim aleyhisselâmın bu duâsı bereketiyle Mekke sıcak olmasına rağmen, et ile su, burada diğer yerlere nazaran insanlara daha faydalıdır.”
“Mearic-ün-nübüvve” kitabında da şöyle yazılmıştır:
“İbrâhim aleyhisselâm, oğlu hazret-i İsmâil'in ikinci hanımına “Hâliniz nasıldır” buyurduğunda; “Elhamdülillah iyiyiz, hayır içindeyiz” dedi ve İbrâhim aleyhisselâma çok hürmet ve ikrâmda bulundu. Buyurun evimizi şereflendirin, hazırda ne varsa size ikrâm edeyim” dedi. İçeri girmeyip döneceğini söyleyince, İbrâhim aleyhisselâma; “Başınız toz içinde kalmış, müsâde ederseniz tozları silip temizleyeyim” dedi. Müsâde etti, o da tozları temizleyip güzel koku sürdü. Atına binip gideceği sırada bir tabak içinde peynir getirip eliyle tuttu. İsmâil aleyhisselâmın bu hanımının ismi Hâle idi. İbrâhim aleyhisselâm onun hizmetinden memnun oldu. Ona; “Kocan geldiğinde benden selâm söyle evinin eşiğini iyi muhâfaza etsin” buyurdu. Sonra İbrâhim aleyhisselâm onların berekete kavuşması için duâ etti ve geri Şam'a döndü.
Akşam hazret-i İsmâil evine döndü. Hanımına; “Bugün kimse geldi mi? deyince, hanımı; “İhtiyâr bir zât geldi, alnında ve yüzünde büyüklük ve peygamberlik nûru parlıyordu. Sana selâm söyledi, evinin eşiğini iyi muhâfaza etsin diye tenbih etti” dedi. İsmâil aleyhisselâm ağlayarak; “O gelen benim babamdır. Evin eşiğinden maksadı sensin. Ey Hâle sana müjdeler olsun! Âhır zaman peygamberi Habîbullah'ın (Muhammed aleyhisselâmın) mübârek nûru sana nasîb olacak (senden geçecek)” buyurdu. İsmâil aleyhisselâmın bu hanımı Hâle'den bir oğlu oldu. Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâmın nûru bu oğluna geçip ondan da evlâtlarına intikâl etti.”
İbrâhim aleyhisselâm bir müddet sonra Şam'dan İsmâil aleyhisselâmın bulunduğu yere, Mekke'ye tekrar geldi. Bu gelişinde, İsmâil aleyhisselâm Zemzem kuyusunun yakınında, büyük bir ağacın altında okunu yontup düzeltmekte idi. Babası İbrâhim aleyhisselâmı görünce hemen kalkıp, karşıladı. Uzun zamandan beri birbirlerine hasret idiler. Kucaklaşıp, hoş geldin dedi ve elini öptü. O da oğlunun gözlerinden öptü. Oturup hasretlerini giderdikten sonra İbrâhim aleyhisselâm; “Ey İsmâil! Allahü teâlâ bana muazzam bir iş emretti” dedi. İsmâil aleyhisselâm da; “Ey babacığım! Allahü teâlâ ne emrettiyse o emri yerine getir!” dedi. “Fakat sen bana yardımcı olacaksın” deyince; “Babacığım ben sana her türlü yardımı yaparım” cevâbını verdi. Sonra İbrâhim aleyhisselâm, yüksekçe bir yere işâret ederek; “Allahü teâlâ bana burada bir beyt (Kâbe'yi) yapmamı emretti!” dedi. İşaret ettiği yerde, Kâbe'nin temellerini bulup birlikte yeniden inşâ ettiler.

İbrâhim aleyhisselâm putperest Keldânî kavmini ve onların azgın kralı Nemrûd'u, açık bir şekilde defâlarca îmâna dâvet ettiyse de, îmân etmediler. Bunun üzerine Allahü teâlânın emri ile onların yaşadığı Bâbil diyârından Şam'a hicret etti. Bu hicretinde Allahü teâlâya duâ edip sâlih bir evlâd ihsân etmesini istedi. Sonra Mısır'a gidip tekrar Şam'a döndü. Bundan sonra da Hazret-i Hâcer ile evlendi ve ondan oğlu hazret-i İsmâil doğdu. Hazret-i İsmâil büyüyünce imtihân için rüyâsında bu oğlunu kurban etmesi emredildi. İbrâhim aleyhisselâm bu emir üzerine oğlu hazret-i İsmâil'i kurban etmeye teşebbüs etti. Fakat Allahü teâlâ Cebrâil aleyhisselâma Cennet’ten bir koç götürmesini ve hazret-i İbrâhim'in o koçu kurban etmesini emir buyurdu. İbrâhim aleyhisselâm bu imtihân karşısında sadâkat gösterdi. Bunun mükâfâtı olarak, Allahü teâlâ ona ihtiyâr yaşında bir oğul daha ihsân etti. Bu oğlu da İshak aleyhisselâmdır.
Kur’an-ı kerîmde İbrâhim aleyhisselâmın oğlu Hazret-i İsmâil'i kurban etmesi emredilince teşebbüse geçip, bu husûsta hem İbrâhim aleyhisselâmın hem de hazret-i İsmâil'in gösterdiği sadâkat bildirildikten sonra meâlen şöyle buyruldu: “Bir de ona sâlihlerden bir peygamber olmak üzere İshak'ı müjdeledik. Hem İbrâhim'e, hem de İshak'a bereketler verdik. Her ikisinin soyundan mü’min olan da var, nefsine apaçık zulmeden kâfir de var.” (Saffât sûresi: 112-113)
İbrâhim aleyhisselâma oğlu Hazret-i İshak'ın doğacağını melekler müjdelediler. Rivâyete göre; bir oğullarının olacağı müjdelendiği sırada İbrâhim aleyhisselâm yüzyirmi, hazret-i Sâre ise doksan veya doksandokuz yaşında idi. Bu haberden bir sene sonra hazret-i İshak doğdu. Bu müjdeyi vermek üzere gelen melekler gâyet güzel yüzlü birer genç sûretinde İbrâhim aleyhisselâmın karşısına çıktılar. Bunların; Cebrâil aleyhisselâm, Mikâil aleyhisselâm ve İsrâfil aleyhisselâm olduğu İbn-i Abbâs'dan rivâyet edilmiştir. Cebrâil aleyhisselâm ile birlikte yedi veya dokuz; veya onbir yâhut da oniki meleğin bulunduğu da rivâyet edilmiştir. Melekler, İbrâhim aleyhisselâma bu sevinçli haberi verdikten sonra; o zaman azgınlıkları son hadde ulaşan Lût kavmini helâk etmeye gittiler.
Melekler güzel yüzlü genç sûretinde İbrâhim aleyhisselâma gözüküp; “Selâmün aleyke” deyince; o da; “Aleyküm selâm” diyerek mukâbelede bulundu. Onları evinde en iyi yere oturttuktan sonra ikrâm etmek üzere hemen kızartılmış bir buzağı (dana) getirdi. Bu nefis yiyeceği misâfirlerin önüne koyup; “Buyurunuz, yiyiniz” dedi. Fakat bu misâfirler yemeğe hiç el uzatmadılar. Bu hâl karşısında İbrâhim aleyhisselâm tedirgin olup, kalbine gizli bir korku düştü. Katâde hazretlerinden rivâyet edildiğine göre o zamanki âdete göre bir eve misâfir geldiğinde, misâfir ikrâm edilen şeyleri yerse, o misâfirden emîn olunur; yemezse, bu misâfirin zarar vermek üzere geldiğine hükmedilir ondan çekinilirdi. Hattâ böylelerinin hırsız olduğundan ve zararından korkulurdu. İbrâhim aleyhisselâmın kalbine bu sebeple bir endişe doğduğu rivâyet edilmiştir. Yine tefsîrlerde rivâyet edildiğine göre; aslında İbrâhim aleyhisselâm bu gelenlerin insan sûretine girmiş melekler olduğunu anlamıştı. İçindeki korkunun sebebi; Allahü teâlânın gadab ettiği bir şey mi oldu, yoksa benim kavmimin helâk edileceğini mi haber vermeye geldiler endişesi idi.
İbrâhim aleyhisselâm ikrâm ettiği nefis yemeği koyup; “Buyurun, yemez misiniz?” dediğinde, melekler; “Biz yemeğin ücretini vermeden yemeyiz” dediler. İbrâhim aleyhisselâm da; “Yiyiniz de bedelini veriniz. Bu yemeğin bir ücreti vardır” buyurdu. Melekler; “Bu yemeğin ücreti nedir?” deyince; “Yemeğin başında Allahü teâlânın ismini söylemek, Bismillâh demek, sonunda da Elhamdülillah demektir” buyurdu. Bunun üzerine Cebrâil aleyhisselâm, Mikâil aleyhisselâma bakarak; “Bu zât, Allahü teâlânın dost (halîl) edinmesine lâyık bir kimsedir” buyurdu.
Bundan sonra melekler; “Ey İbrâhim! Korkma. Biz Lût kavmini helâk etmek için gönderildik!” diyerek melek olduklarını açıkladılar. Böylece yemeği yememelerinin sebebi de anlaşıldı. Çünkü melekler yemezler, içmezler. Bu sırada İbrâhim aleyhisselâmın hanımı hazret-i Sâre perde arkasında ayakta duruyordu. Âyet-i kerîmede onun için; “Dahiket” buyruldu. Mücâhid ve İkrime hazretleri bu kelimeye o sırada hazret-i Sâre hayz oldu, mânâsını vermişlerdir. Ayrıca kelime Arapça'da hem gülmek; hem de hayz olmak mânâsına kullanılmıştır. Bu sebeple ekseriyet de hazret-i Sâre için güldü mânâsını vermişlerdir. Ayrıca gülmesinin sebebi de değişik şekilde rivâyet edilmiştir. Denildi ki, misâfirlerin melekler olduğunu anlayınca, korkma demeleri üzerine kendisinden ve hazret-i İbrâhim'den korkunun gitmesi sebebiyle sevinerek güldü. Bir rivâyete göre de İbrâhim aleyhisselâm ile melekler arasında yukarıda zikredilen konuşma geçince, Cebrâil aleyhisselâmın Mikâil aleyhisselâma; “Bu zât Allahü teâlânın halîl (dost) edinmesine lâyıktır” demesi üzerine gülmüştür. Bu husûsta daha başka rivâyetlerde vardır. Daha sonra İbrâhim aleyhisselâmın korkusu dağılınca, melekler ona bir oğlunun yâni hazret-i İshak'ın olacağını müjdelediler denmiştir. Hazret-i Sâre bulunduğu yerden meleklerin bu müjdesini işitince, hayrete kapılarak ellerini yüzüne kapayıp; “Hayret, benim mi çocuğum olacak? Ben artık ihtiyârladım. Çocuk doğuracak hâlde değilim! Siz nasıl olur da böyle söylersiniz. Üstelik benim kocam da ihtiyârlamıştır. Bu görülmemiş bir iştir” dedi. Ellerini yüzüne kapaması; yaşlılığında hayz görmesinden ve bunun farkına varıp hayâsı sebebiyle utanmasından ileri geldiği de bildirilmiştir.
Hazret-i Sâre'nin bu sözleri üzerine melekler ona; “Sen Allahü teâlânın emrine mi, takdirine mi şaşıyorsun? Muhakkak, Allahü teâlâ neyi dilerse o olur. Allahü teâlânın rahmeti ve bereketi sizin üzerinizedir. Şüphesiz ki, Allahü teâlâ kendisine şükür ve hamd edilmesini gerektiren işleri yapar, yaratır ve O'nun kullarına hayrı ve ihsânı pek çoktur. O kerem sâhibidir. Sizi de nice nîmetlere kavuşturmaya kâdirdir” dediler. Hazret-i Sâre'nin bu habere şaşmasının sebebi îtirâz için değildi. Çünkü o, Allahü teâlâya îmân etmişti ve O'nun her şeye gücünün yettiğini biliyordu. Onun şaşırmasının sebebi; hiç görülmediği hâlde, bilinenin ve âdetin dışında, ihtiyârlamış çok yaşlı kimselerin çocuğunun olacağı idi.
Melekler İbrâhim aleyhisselâma kendilerini tanıtıp, bir oğlu yâni hazret-i İshak'ın olacağını müjdeledikten sonra, İbrâhim aleyhisselâm meleklerin böyle topluca gelmelerinin başka bir sebebi olduğunu da anlayıp, niçin geldiklerini sordu. Melekler, Lût kavmini helâk etmek üzere geldiklerini söylediler. İbrâhim aleyhisselâm Lût kavminin helâk edileceğini öğrenince, meleklere; “Lût kavmini hemen mi helâk edeceksiniz? O kavmin helâk edilmesi tehir edilse, küfürden ve isyândan dönmelerini, îmân etmelerini düşünmez misiniz?” diye temennide bulundu. Melekler, onlara duâ ve benzeri şeyler ile geri çevrilemeyecek bir azâbı Allahü teâlânın emrettiğini, îmân edenlerin ise azâbdan kurtarılacaklarını söylediler. Sonra melekler Lût aleyhisselâma gittiler. (Bkz. Lût aleyhisselâm)
Bu husûslar Kur’an-ı kerîmde meâlen şöyle bildirildi; “Muhakkak ki resûllerimiz (yani melekler) İbrâhim'e müjde ile gelip; “Selâmün aleyke” dediler. O da onlara; Aleyküm selâm dedi ve hemen gidip (onlara) kızartılmış bir buzağı getirdi. İbrâhim (aleyhisselâm) ellerinin buna uzanmadığını görünce onlardan çekindi ve kalbinde onlardan bir nevî korku duydu. Onlar; Korkma, çünkü biz melekleriz, yemez ve içmeyiz. Lût kavmine azâb için gönderildik dediler. İbrâhim'in hanımı (perde arkasında) ayakta idi. (Bu söz üzerine) güldü. Biz de ona İshak'ı, İshak'ın ardından da (torunu) Ya’kûb'u müjdeledik. (İbrâhim'in (aleyhisselâm) hanımı) şöyle dedi: Vah hâlime! Ben doğuracak mıyım? Ben bir ihtiyâr kadınım. Kocam da bir ihtiyârdır. Doğrusu bu, çok şaşılacak bir şey.” (Melekler ona) dediler ki: Allah'ın emrine mi şaşıyorsun? (O'nun emrine şaşırma! Zirâ, Allahü teâlâ neyi irâde ederse o şey muhakkak olur.) Ey Ehl-i beyt-i İbrâhim! Allah'ın rahmeti ve bereketi üzerinize olsun. Şüphesiz ki Allah, nîmet vermesiyle asıl hamde lâyık ve kullarına hayr ve ihsânı pek çoktur.
İbrâhim'den korku gidince ve kendisine (bir çocuğu doğacağına dair) müjde gelince, Lût kavmi hakkında resûllerimiz olan meleklerle mücâdeleye (konuşmaya) başladı. (Lût aleyhisselâmın ve ona inananların da o azâba düşeceğinden korkuyor, onlara acıyordu.) Çünkü İbrâhim, hâlim (kötülük yapanlardan intikâm almakta acele etmeyen), zellelerine çok âh edip insanların hâline üzülen ve dâimâ Allahü teâlâya yönelen bir zât idi.
Melekler; Ey İbrâhim bundan (mücadeleden) vazgeç. Zirâ hakîkat şudur ki, Rabbinin emri geldi. Muhakkak sûrette onlara (dua ve benzeri ile) geri çevrilmesi imkansız bir azâb gelecektir dediler.” (Hûd sûresi: 69-76)
İbrâhim aleyhisselâma verilen müjdeden bir sene sonra hazret-i İshak doğdu. Gerek Ya’kûb aleyhisselâm, gerekse Yûsuf aleyhisselâm olsun, Benî İsrâil'e gönderilen peygamberler, hazret-i İshak'ın soyundan geldi. (Bkz. İshak aleyhisselâm)
Meleklerin, İbrâhim aleyhisselâma oğlu hazret-i İshak'ın doğacağını müjdelemek için gelmeleri, Kur’an-ı kerîmde Hicr ve Zâriyât sûrelerinde de bildirilmiştir. Meâlleri şöyledir: “Kullarıma İbrâhim'in misâfiri olan meleklerden haber ver ki, onlar İbrâhim'in (aleyhisselâm) yanına girip selâm vermişlerdi. (O da meleklerin selâmına cevap verdikten sonra yemek getirdi. Onlar ise o yemekten yemediler. İbrâhim aleyhisselâm bunun üzerine); Biz sizden endişe ediyoruz, korkuyoruz dedi. Melekler ona dediler ki: Bizden korkma. Biz (Rabbinin elçileriyiz). Sana ilm-i nübüvvete ulaşacak bir oğul müjdeliyoruz. İbrâhim (aleyhisselâm); Benim bu ihtiyârlığımda bana evlâd mı müjdelersiniz? Bu ne acayip müjdedir dedi. Melekler dediler ki: “Biz seni hak ile müjdeledik. (Zirâ Allahü teâlâ babasız, anasız insan da yaratmaya kâdirdir. Buna kâdir olan Allahü teâlâ ihtiyâr bir kimseden ve âcûze bir kadından çocuk yaratır.) Sen Hakk'ın rahmetinden ümîd kesme. (İbrâhim aleyhisselâmın şaşması böyle bir işin âdet olmadığından dolayı idi.) İbrâhim; Allahü teâlânın rahmetinden kim ümîd keser! Ancak, Allahü teâlânın rahmetinin bolluğunu bilmeyen azgınlar ümîd keserler. Ey Allahü teâlânın resûlleri! Bana, bu müjdeden başka ne maksatla geldiniz (bana söyleyiniz) dedi. Melekler; Biz mücrim (günahkâr) bir kavme gönderildik ki, tuğyânları (azgınlıkları) sebebiyle onları (Lût kavmini) helâk edeceğiz dediler.” (Hicr sûresi: 52-58)
Zâriyât sûresinde ise bu hâdise meâlen şöyle bildirilmiştir: “Yâ Muhammed! İbrâhim'in hizmetleriyle ikrâm olunan misâfirlerinin sözleri ve haberi sana geldi mi? O misâfirler, İbrâhim'in evine girdiklerinde selâm verdiler. İbrâhim selâmlarına cevap verip (kendi kendine); “Bunlar bilmediğim değişik kimselerdir dedi. İbrâhim, misâfirlerinden habersiz, hanımına gitti. Semiz bir dana kızartıp geldi. O kızartmayı önlerine koydu. Yemez misiniz?” dedi. Onlar, ondan yemediler. Onların yemekten kaçındıklarını görünce, kalbine korku girdi. Melekler onun korkusunu anlayıp; “Korkma!” dediler ve onu, büluğunda ilimde kâmil olacak İshak adında bir oğulla müjdelediler. İbrâhim'in zevcesi (Sâre), bu oğul müjdesini işitince (hayret etti ve) vâveyla ile kalkıp elleri ile yüzüne vurarak odasına yönelirken; Ben acûze bir ihtiyâr kadın iken doğurur muyum? dedi. Melekler; Rabbin müjdelediğimiz gibi buyurmuştur. O hâkim ve âlimdir, her şeye kâdirdir dediler.” (Zâriyât sûresi: 24-30)

SELMAN SEVEN

{facebook#https://facebook.com/} {twitter#https://twitter.com/}

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget