Resulullah'ın hadislerini mi arıyorsunuz ?
Türkiye'nin En Geniş Kapsamlı Hadis Sitesi
HZ.MUHAMMED (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
"أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ"

Latest Post

Hazret-i Eyyûb, Allahü teâlânın emirlerini tebliğ ederken birçok mûcizeler gösterdi. Bunlardan bâzıları şöyledir:
1- Koyun yünlerinin ibrişim olması: Hazret-i Eyyûb'un duâsının bereketi ile koyunların yünleri ibrişim olurdu. Kavmi çok fakir olduğu için, Eyyûb aleyhisselâma koyunları çoğalsın diye duâ etmesini ricâ etmişlerdi. Hazret-i Eyyûb duâ edince; koyunları çoğaldı ve kırktıkları yünleri ibrişim hâline geldi.
2- Bir evin sütunsuz (direksiz) durması: Eyyûb aleyhisselâm, kavminin hâkimini îmâna dâvet ettiği vakit, o da; “Evimin direkleri kalkarak havada durmasını senden mûcize olarak isterim” demişti. Hazret-i Eyyûb da duâ etti. Nihâyet evin direkleri düştü ve ev havada kaldı. Hâkim bu mûcizeyi gördüğü hâlde îmân etmedi.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


Hazret-i Eyyûb şehrin dışında mübârek hanımının kendisi için yaptığı kulübede yaşıyordu. Bir gün hanımı Rahîme hâtun yiyecek aramaya çıkmıştı. İkindi vakti, Allahü teâlâdan lütûf müjdesi ulaştı. Cebrâil aleyhisselâm çıkageldi ve Allahü teâlâdan; “Ey Eyyûb! Belâ verdim sabrettin. Şimdi ben sıhhat ve nîmet vereceğim” haberini getirdi.
Bu husûs Kur'ân-ı kerîmde şöyle bildirilmektedir: “(Ey Eyyûb!) Ayağını yere vur. Çıkan sudan gusleyle ve soğuğundan iç!” (Sâd sûresi: 42) Bu emr-i ilâhi üzerine Hazret-i Eyyûb ayağını yere vurdu. İki su pınarı fışkırdı. Biri sıcak olup, yıkanmak için, diğeri soğuk olup, içmek için idi. Sıcağından guslettiğinde bedenindeki rahatsızlıklardan; soğuğundan içince de içindeki hastalıklardan şifâ buldu. Bâzı âlimler ikisi tek pınar olup, içme zamanında soğuk, yıkanma zamanında sıcak akardı, demişlerdir. Başka bir rivâyette Eyyûb aleyhisselâm, buyrulan sudan bir yudum içti ve bir parça da başına serpti. Hastalık geçti. Kuvveti geri geldi. Taze bir genç oldu. Cebrâil aleyhisselâm Eyyûb'a (aleyhisselâm) hulle (elbise) giydirdi. Başına taç koydu. Lütûf bulutu, üzerine geldi. Üstüne altın parçacıkları saçıldı. Bir müddet sonra Rahîme şehirden döndü. Eyyûb'u (aleyhisselâm) tanıyamadı. Kaybolduğunu zanneti. Sahraya koştu, feryâd edip ağladı. “Bu kadar sıkıntı çektim, hazîneyi elden kaçırdım, hastayı kaybettim. Ey Eyyûb! Bilmem seni hangi canavar götürdü, hangi hayvan yedi” dedi. Cebrâil aleyhisselâm; “Ey Eyyûb! Rahîme'yi çağır, gönlünü hoş eyle” dedi. Eyyûb aleyhisselâm; “Ey hanım! Kimi çağırırsın, kimi ararsın?” diye seslendi. Rahîme hâtun; “Bir hastam vardı, hayat arkadaşım idi. Onu kaybettim” dedi. “İsmi ne idi” buyurdu. Rahîme; “İsmi sabırlı Eyyûb idi” dedi. “Nasıl bir kimse idi” buyurdu. “Sağlıklı iken sana benzerdi” diye cevap verdi. Eyyûb aleyhisselâm; “Ey Rahîme! O hasta olan Eyyûb, benim” buyurup, kendisini tanıttı. “Allahü teâlâ bana sıhhat verdi” dedi ve her ikisi ağladılar.
Bu hâlden sonra hanımıyla berâber oradan ayrılıp şehre doğru yola çıktılar. Şehrin kapısına gelince, bütün şehir halkının, kendilerini karşılamaya çıktıklarını gördüler. Eyyûb aleyhisselâm onlara; “Bu ne haldir, nereye gidiyorsunuz?” diye sordu. Onlarda; “Bir ses duyduk; Ey insanlar! Eyyûb aleyhisselâm size geliyor, onu karşılayınız diyordu” dediler. Eyyûb aleyhisselâm şehre gelince, eski, köhne evini yenilenmiş gördü. Bundan başka; elinden alınmış malları geri gelmiş, (bir rivâyette ölmüş oğulları dirilmiş), yüz çeviren dostları, kendisine muhabbetle yönelmişlerdi. Nitekim, Allahü teâlâ Sâd Sûresi 43. âyet-i kerîmesinde meâlen; “Tarafımızdan bir rahmet, akıl sâhipleri için bir ibret olarak, Eyyûb'a bütün ehlini ve berâberinde daha bir mislini bağışladık” buyurdu.
“Keşşaf tefsîri”nde; hastalık geçince daha önce vefât eden çocukları dirilip, onlar kadar evlâdı ve torunları oldu. “Gürânî tefsîri”nde; vefât eden evlâdı kadar çocuğu dünyâya geldiği bildirilmektedir. “Vâhidî tefsîri”nde, İbn-i Abbâs'dan (radıyallahü anh) rivâyet olundu ki, Resûl-i ekreme (sallallahü aleyhi ve sellem); “Eyyûb'a bütün ehlini ve berâberinde daha bir mislini bağışladık” âyetinin mânâsını sordum. Buyurdu ki: “Ey İbn-i Abbâs! Allahü teâlâ, Eyyûb'a (aleyhisselâm) hanımını verdi ve onu gençleştirdi. Yirmialtı oğlu dünyâya geldi. Hak teâlâ, Eyyûb'a bir melek gönderdi. Melek; “Ey Eyyûb! Allahü teâlâ sana, belâlara sabrettiğin için selâm söylüyor ve buyuruyor ki, harman yerine çıksın” dedi. Harman yerine çıktı. Allahü teâlâ, üzerine kızıl renkli bir bulut gönderdi. Eyyûb'un (aleyhisselâm) üzerine altın çekirge yağdı. Eyyûb aleyhisselâm eteğini kaldırıp bu altınlardan topladı. Melek; “Ey Eyyûb! Harman içinde olanlarla yetinmez misin” diye latîfe ettikde, Eyyûb aleyhisselâm; “Bu hal, Rabbimin bereketlerindendir. Rabbimin bereketlerine karşı kanâatkâr olamam!” demiştir.”
Buhârî’de, Ebû Hüreyre'den (radıyallahü anh) rivâyet edilen hadîs-i şerîfte, Resûlullah efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “Eyyûb aleyhisselâm mûcizeli suda yıkandığı sırada, önüne altından bir sürü çekirge düşmüştü. Eyyûb aleyhisselâm bunları hemen toplayıp, elbisesine doldurmaya başlamıştı. Bunun üzerine Allahü teâlâ; “Ey Eyyûb! Görüyorsun ben malını sana iâde etmek sûretiyle seni zengin kılmadım mı?” buyurdu. Hazret-i Eyyûb; “Evet yâ Rabbî! Beni o sûretle zengin kıldın. Fakat, senin hayr ve bereket hazînelerinden benim için doymak yoktur. Binaenaleyh, indi ilâhîden her ne buyurulursa kabûlümdür. Çünkü veren sensin, senin verdiğin şeyi nasıl reddederim?” dedi.”
Hazret-i Eyyûb, hastalığı esnâsında bir sebepden dolayı hanımına, iyi olunca yüz sopa vuracağına yemîn etmişti. İyileşince ahdini yerine getirmek istedi. Hanımına yüz sopayı nasıl vuracağını düşünüyordu. Bu düşüncedeyken Allahü teâlâ hazret-i Eyyûb'un yemîninin yerine gelmesini ve Rahîme'nin incinmemesini murâd etti. Zirâ Rahîme uzun zaman Hazret-i Eyyûb'a canla başla hizmet etmişti. Allahü teâlâ, Hazret-i Eyyûb'a vahyedip; “Ey Eyyûb! Yüz tane ince çubuğu bir araya bağla ve deste yap. Sonra eline al ve Rahîme'ye bir defâ vur! Rahîme'ye yüz değnek vurmuş olursun. Yemînin yerine gelir” buyurdu. Hazret-i Eyyûb, Allahü teâlâdan aldığı bu ilâhî emirle, yüz tane ince çubuğu bir demet yaptı ve hanımına bir kere vurdu. Böylece yemînini yerine getirdi. Cenâb-ı Hakk'ın bu lütfunu gören hanımı da bundan çok hoşlandı. İncinmeden cezânın tatbikine ve yemînin yerine gelmesine sevindi.
Kur'ân-ı kerîmde bu husûs meâlen şöyle bildirilmektedir: “Eline yaş ve kuru karışık bir demet ot al! Onunla (hanımına) vur ki, yemîninde durmamazlık etme.” (Sâd sûresi: 44)
Bir rivâyette de Eyyûb aleyhisselâm hanımı Rahîme'ye buyurduğu bir hizmete geç gelmesi dolayısıyle; sıhhate kavuşunca yüz değnek vurmak üzere yemîn etmişti. Rahîme'nin, efendisine karşı hizmetleri, fedâkarlıkları büyüktü. Onun için cenâb-ı Hak, yüz tane ince çubuğun topluca ve bir defâda vurulmasını istedi.
Hazret-i Eyyûb’un hastalığı âfiyet hâline dönüşünce, o gece seher vaktinde bir âh eyledi. Sebebini sorduklarında; “Her gece seher vaktinde; “Ey bizim hastamız nasılsın?” diye ses duyardım. Şimdi o vakit geldi ve; “Ey sıhhatli kulumuz, nasılsın?” sesini duymadım. Bunun için ağlıyorum” buyurdu.
Eyyûb aleyhisselâma; “Bu uzun hastalık müddeti içerisinde, sana en zor ne geldi?” diye sorduklarında; “Dost ve düşmanların serzenişi, her şeyden daha zordur” buyurdu.
Eyyûb aleyhisselâm ömrünün sonunda, en olgun evlâdı olan Havmel'i vasî tâyin etti. Teçhiz ve tekfin husûslarını ona ısmarladı. Yaşı yüzkırk, ikiyüzyirmi, ikiyüzkırk, doksandokuz yâhut doksan sene idi. Zülkifl lakabı ile bilinen Bişr adlı oğlunun peygamberliğinde ihtilâf olunmuştur. Şârih Aynî’ye göre, Hazret-i, Eyyûb'un kabri, Şam'da Beseniyye denilen yerdedir.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


Hazret-i Eyyûb'un başına gelen her türlü belâ, mel’ûn şeytanın (iblîsin) sebebiyle oldu. Eyyûb aleyhisselâmAllahü teâlâyı andığı zaman, göklerde bulunan melekler ona salât ve selâm ederlerdi. Cenâb-ı Hak, hazret-i Eyyûb'u imtihân etmeyi murâd etti. Hazret-i Eyyûb'un mallarını çeşitli vesîlelerle elinden aldı. Koyunları sel ile, ekinleri rüzgâr ile telef oldu. Şeytan da çoban sûretinde, ağlayarak Eyyûb aleyhisselâmın yanına geldi. Eyyûb aleyhisselâm o esnâda insanlara vâz ve nasîhatle meşgûl idi. “Ey Eyyûb! Şaşılacak bir âfet oldu. Allahü teâlâ malını mülkünü helâk etti” dedi. Hazret-i Eyyûb, bu haber karşısında hiç bir şikâyette bulunmayarak Allahü teâlâya hamd ve şükürde bulundu ve; “Üzülme! O malı mülkü bana Rabbim vermişti. Şimdi de aldı. Çünkü sâhibi O'dur” dedi. Hazret-i Eyyûb'un bu hâli ve sözleri, şeytana müthiş bir şamar oldu.
Sonra Allahü teâlâ, Eyyûb aleyhisselâmın, hocaları ile ders okuyan çocuklarının da zelzele ile canlarını aldı. Bunu gören şeytan, hoca şekline girip, feryâd ve figân ile hazret-i Eyyûb'un yanına geldi. Başına topraklar serpip, gözlerinden kanlı yaşlar akıttı: “Ey Eyyûb! Allahü teâlâ evini zelzele ile yıktı. Çocukların öldü. Her biri parça parça oldular. Bağrışmaları, inlemeleri dayanılacak gibi değildi” dedi ve öyle anlattı ki, hazret-i Eyyûb'un mübârek gözlerinden yaş geldi. Şeytan, hazret-i Eyyûb'un üstünü başını yırtıp, feryâd ve figân etmesini bekliyordu. Fakat ondaki sabır ve tevekkülü görünce hiddetlendi ve konuşmaya başlayacağı sırada; hazret-i Eyyûb; “Ey mel’ûn! Sen iblîssin. Beni Rabbime isyâna teşvik etmek istiyorsun. Şunu bil ki, evlâdım bir emânet idi. Rabbime niçin incineyim. Rabbime hamd ederim” buyurdu. (Bu husûsta başka rivâyetler de vardır.)
Bundan sonra Allahü teâlâ, Eyyûb aleyhisselâmı, bedenine hastalık vererek imtihân etmeyi murâd etti. Eyyûb aleyhisselâmın vücûduna hastalık verdi. Hazret-i Eyyûb'un hastalığı gün geçtikçe şiddetlendi. Akrabâları, komşuları ve başkaları yanına uğramaz oldu. Yalnız, sadâkat ve şefkât timsâli Rahîme hâtun onu terketmedi. Ona hizmetine devam edip, ihtiyaç için neyi varsa sarfetti. El işi yaparak mâişet te’minine çalıştı. Hazret-i Eyyûb bu hastalık hâlinde de şikâyet ve feryâdta bulunmayıp, hamd etti. Sabır gösterdi. Hasta olması ve sebebi, Kur'ân-ı kerîmde Sâd sûresi 41. âyet-i kerîmesinde meâlen şöyle bildirilmektedir: “(Yâ Muhammed) kulumuz Eyyûb'u (aleyhisselâm) hatırla. O, Rabbine; (Yâ Rabbî) şeytan beni yorgunluğa (meşakkate) ve azâba (hastalığa) uğrattı diye duâ ve nidâ etti.” Burada Hazret-i Eyyûb edebi gözeterek, duâsında yorgunluğu ve hastalığı, şeytana nisbet etti. Çünkü şeytan, zenginliğine, evlâdına ve çok ibâdet edişine hased edip, musallat olmak istemişti. Gerçekte Eyyûb aleyhisselâm her şeyin Allahü teâlâdan olduğunu bilirdi.
Şeytan bu defâ da Hazret-i Eyyûb'un bulunduğu şehir halkına vesvese vererek; “Aman Rahîme ile görüşüp, ona yardımcı olmayın. Eyyûb'un hastalığı size de geçer. Onu şehrinizden kovun” dedi. Şehir halkı, Rahîme'ye haber gönderip; “Eyyûb'u alıp, buradan berâberce gidiniz. Yoksa sizi taşla öldürürüz” tehdidinde bulundular. Rahîme hâtun, Eyyûb'u (aleyhisselâm) sırtına alıp ayrıldı. Şehre uzaklığı fazla olmayan bir yere götürdü. Altına kumlar yayıp başına taştan bir yastık koydu. Sonra da saplardan küçük bir kulübe yaparak hizmetine devam etti.
Hazret-i Eyyûb şehir dışındaki kulübesinde, rahatsız olmasına rağmen, gelip geçen insanlara Allahü teâlâyı hatırlatıyor, sabrı ve şükrü tavsiye ediyordu. İş ve üzüntüden bîtap düşmüş olan hanımı Rahîme de, şehirdeki hanımlara iplik eğirmekle meşgûl idi. Bir ara Rahîme hâtun, efendisine; “Senin için Allahü teâlâdan sıhhat ve âfiyet isterim” dedi. Eyyûb da (aleyhisselâm); “Ey Rahîme! Allahü teâlâ bizlere nîmetler verirken, biz O'ndan gelen belâlara niçin sabretmeyelim” buyurdu.
Hazret-i Eyyûb yedi yıl dert ve belâ içinde kaldı. Hâlinden hiç şikâyet etmedi. Bir gün Rahîme hâtun; “Cenâb-ı Hakk'a duâ etsen de bu dertleri senden alsa” deyince, o; “Ey Rahîme! Sıhhat ve mes’ûd günlerimiz ne kadar zamandı?” diye sordu. Rahîme; “Seksen yıl idi” dedi. Hazret-i Eyyûb; “Şiddet ve belâ (hastalık) zamanı, sıhhat ve safâ süresi kadar olmadan cenâb-ı Mevlâya, belâ için şikâyet etmekten hayâ ederim” buyurdu. Tâhâmmül gücünün üstünde bir sabır gösteren hazret-i Eyyûb, Kur'ân-ı kerîmin Sâd sûresi 44. âyet-i kerîmesinde medhedildi. Hadîs-i şerîfte de; “Hazret-i Eyyûb, insanların en uysalı, en sabırlısı ve en çok gadabını (öfkesini) yenen idi” buyruldu. Hakk'a rızâsı tam ve kusursuzdu. Şu şiir, onun hâlini çok güzel ifâde ediyor:
Hoştur bana senden gelen,
Ya gonca gül yâhut diken,
Ya hil’atü yâhut kefen,
Nârın da hoş, nûrun da hoş.
Şeytanın, Hazret-i Eyyûb'a ve Rahîme'ye musallat olması ile ilgili çeşitli rivâyetler vardır. Bunlardan birine göre: Birgün, Rahîme hâtun yiyecek almaya gitti. Şeytan, insan sûretinde karşısına çıkıp; “Ey Rahîme! Sen Yûsuf'un (aleyhisselâm) oğlu Efrahim'in kızı değil misin? Burada ne arıyorsun?” diye hatırını sordu. Rahîme; “Evet! Efendim, Allahü teâlânın peygamberi Eyyûb'dur (aleyhisselâm). Belâlara mübtelâ oldu. Onun hizmetçisiyim” dedi. O zaman şeytan; “Kendine yazık ediyorsun. Hastalığı sana geçer” dedi. Rahîme; “Onun üzerimdeki hakkını ödeyemem. Nîmet ve rahat vaktinde onunla yaşadım. Bu hastalık hâlinde onu yalnız bırakamam” deyip yürüdü. Dönünce; başından geçenleri Hazret-i Eyyûb'e anlattı. Eyyûb aleyhisselâm; “Ey hanım! O gördüğün, iblîstir. Seni vesvese ile benden ayırmak ister” buyurdu ve dikkatli olup sakınmasını tenbih etti.
Şeytan bir gün tabib sûretinde Rahîme'nin karşısına çıktı; “Sen herhâlde hasta olan Eyyûb'un hanımısın?” dedi. Rahîme; “Evet” deyince; “Ben onu yakalandığı hastalıktan kurtarmayı düşünürüm. Lâkin şartlarım var” dedi. Rahîme hâtun; “Nedir?” deyince; “Kolay! Eyyûb şarap içecek ve benim için de, şifâyı sen yarattın diyecek, o kadar” dedi. Daha sonra ayrıldı. Rahîme hâtun olan Hazret-i Eyyûb'e anlattı. Eyyûb aleyhisselâm; “O şeytandır. Bizi Rabbimizden ayırmak istiyor. Ondan sakın!” buyurdu.
Birgün yine şeytan yakışıklı bir kişi sûretine girip Rahîme'nin yolunu kesti; “Sen kimsin? Senin gibi güzel kadın buralarda görmedim. Ben yakın köydenim. Servetimin hesâbı yoktur” dedi. Rahîme hâtunda Yûsuf aleyhisselâmın güzelliğinden biraz olup, o civarda ondan güzeli yoktu. Ona; “Hasta olan Eyyûb'un aleyhisselâm hanımıyım. Ona hizmet ederim. O, Allahü teâlânın peygamberidir. Ondan başkasına meyletmem” dedi ve yürüdü. Şeytan da ümîdi kesip oradan uzaklaştı. Rahîme'nin, bu sözler karşısında üzüntüsü artmış ve perişân bir hâlde hazret-i Eyyûb'un yanına dönmüştü. Olup biteni bildirince; Hazret-i Eyyûb bu sözlerden sıkıldı. Gadap arasında yemîn ederek; “Ey Rahîme! Ben sana ondan sakınmanı söylemiştim. Eğer bu mihnetten (hastalıktan) kurtulur, âfiyet bulursam, sana yüz sopa vuracağım” dedi. “Bu husûsta başka rivâyetler de vardır.”
Hazret-i Eyyûb'un hastalığı çok şiddetlendi. Onun bu hâli, beden, kalp ve lisânıyla yaptığı kulluk ve peygamberlik vazifelerini iyice zorlaştırıyordu. O zaman Allahü teâlâya duâ ve niyâzda bulundu. Kur'ân-ı kerîmde bu husûs meâlen şöyle bildirilmektedir: “Bana gerçekten hastalık isâbet etti. Sen merhamet edenlerin en merhametlisisin.” (Enbiyâ sûresi: 83) Hazret-i Eyyûb'un bu şekilde duâ etmesinin sebebi değişik rivâyetlerle anlatılmaktadır. Tefsîrlerdeki rivâyetlerden bâzıları şunlardır:
1- Şeytan ona gelip; “Bana secde edersen seni bu belâdan kurtarırım” demesi ile (kendi bedenindeki hastalıktan değil), şeytanın zararından dolayı böyle duâ etti. İmâm-ı Ca’fer-i Sadık (radıyallahü anh) buyurdu ki: “Musîbet müddeti uzayınca, şeytan; “Ey Eyyûb! Hastalıktan kurtulmak istersen bana secde et” dedi. Mübârek kalbi hüzünlenip coştu ve; “Belâdan sızlanmıyorum. Ama düşmanın harîs olmasından rahatsız oluyorum” deyip; “Bana hastalık isâbet etti” buyurdu.
2- Hazret-i Eyyûb'a îmân eden bir kaç kişinin; “Eğer bunda hayır olaydı, bu belâya mübtelâ olmazdı” demeleri, onun mübârek gönlünü mahzûn etti. Onun için böyle duâ etti. Kavminden bir kaç kişi zaman zaman gelip hazret-i Eyyûb'un hâlini görüp, acırlardı. Bir gün yine gelip, onun yanında; “Bu kişiye bu dertler geleli beri Rabbinden bir merhamet yetişmedi. Bu belânın sona ermesi lâzımdı. Halbuki günden güne çoğalıyor, şiddetleniyor” diye söyleştiler. Hazret-i Eyyûb bu sözlerden incindi ve; “Yâ Rabbî! Yedi yıldır bu mihneti çektim. Senin muhabbetinin şevki (arzusu) beni öyle kapladı ki, bu belâdan hiç incinmedim. Nice zaman bu derdi çekmeye râzı idim. Fakat bu sözler bana güç geldi. Yâ Rabbî! Sen merhamet edenlerin en merhametlisisin” dedi.
3- Rahîme hâtunun çâresiz kalması netîcesinde, yiyecek almak için elbisesini sattığını öğrenen hazret-i Eyyûb böyle duâ etti.
4- Bir gün Hazret-i Eyyûb'a Cebrâil aleyhisselâm gelip, onu dilsiz, konuşmaz bir hâlde buldu. Ona; “Neden böyle durursun?” deyince, Hazret-i Eyyûb; “Sabırdan başka çâre nedir?” dedi. Cebrâil aleyhisselâm; “Hak teâlânın hazînesinde belâ çoktur. Sen ona tâkât getiremezsin. Allahü teâlâdan âfiyet iste” dedi. Hazret-i Eyyûb âyet-i kerîmede buyurulduğu şekilde duâ etti. Eyyûb aleyhisselâm bedenindeki hastalık sebebiyle, insan olması bakımından inlemiş; rûhen de Allahü teâlânın cemâline yönelmiştir. Cismen dili; “Bana gerçekten hastalık isâbet etti” derken, mânen de “Sen merhametlilerin en merhametlisisin” diye zikretmiştir.
Hazret-i Eyyûb'un bu sözleri görünüşte sızlanma gibi ise de gerçekte bir duâ idi. Çünkü Allahü teâlâ“Biz onun duâsını kabûl ettik” buyurmaktadır. Sızlanma, insanlara yapılan şikâyete denir. Allahü teâlâya olan sızlanma, sızlanma olmaz. Nitekim Ya’kûb'un aleyhisselâm hâlini anlatırken, Yûsuf sûresi 86. âyetinde meâlen; “Ya’kûb (aleyhisselâm) dedi ki: “Ben büyük kederimi ve hüznümü ancak Allah'a şikâyet ediyorum ve Allah katında, vahy ile, sizin bilemeyeceğiniz şeyleri de biliyorum” buyuruyor. Evliyâdan biri de; “İnsanlara şikâyet eden, bu şikâyetinde, Allahü teâlânın kazâsına râzı ise; bu, sızlanma ve feryâd olmaz” buyurmuştur.
Hamîd-i Tavîl, Enes bin Mâlik'den (radıyallahü anh) bildirdi ki: “Bir kimse, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) mescidine girdi ve Eyyûb aleyhisselâm ile ilgili bâzı suâller sordu. Muhammed Mustafa (sallallahü aleyhi ve sellem) ağladı ve buyurdu ki: Allahü teâlâya yemîn ederim ki, Eyyûb (aleyhisselâm) belâdan inlemedi, sızlanmadı. Lâkin yedi sene, yedi ay, yedi gün, yedi saat o belâda kaldı. Ayakta namaz kılmak istedi. Duramadı düştü. Hizmette kusur görünce; Bana gerçekten hastalık isâbet etti” dedi.”


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


SELMAN SEVEN

{facebook#https://facebook.com/} {twitter#https://twitter.com/}

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget