Resulullah'ın hadislerini mi arıyorsunuz ?
Türkiye'nin En Geniş Kapsamlı Hadis Sitesi
HZ.MUHAMMED (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
"أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ"

Latest Post

Büyük âlimlerden nakledilerek bildirildiğine göre, bu kurtuluş zamanı yaklaştığında, Fir’avn bir gece rüyâsında; Beytül-Mukaddes'ten çıkan bir ateşin Mısır'ın evlerini kaplayıp kül ettiğini, kıptîleri yakıp, İsrâiloğullarına dokunmadığını gördü. Korkuyla uyanan Fir’avn, telâşla hemen kâhinleri, sihirbazları, rüyâ tâbircilerini ve müneccimleri çağırdı. Rüyâsının tâbirini istedi. Onlar rüyâyı şöyle tâbir ettiler: “Yakında İsrâiloğulları içinde bir çocuk dünyâya gelir; mülkü, saltanatı elinizden alır. Sizi ve milletinizi yurdunuzdan çıkarır, dînînizi değiştirir. Onun doğacağı zaman çok yakındır.” Bu, Fir’avn için en acı ve hiç tahammül edilmez bir söz ve mutlakâ yok edilmesi icâbeden bir tehlike idi. Bunu duyar duymaz, kin ve nefret dolu bir şekilde, kendine yakışan en çirkin kararı verdi. Merhamet hislerinden tamâmen mahrûm olduğu için, saltanatına son verecek olan çocuğu ortadan kaldırmak istedi. Bu çocuğun hangi âileden doğacağını bilemediğinden, İsrâiloğulları içinde doğacak bütün erkek çocukların derhal öldürülmesini emretti. Memleketindeki ebelerin hepsini toplayıp, onlara; “İsrâiloğullarından doğum esnâsında kız çocukları dışında elinize düşen her oğlanı öldürün” dedi ve başlarına âmirler tâyin edip, emrin yerine gelmesini te’min etti.
Zâten İsrâiloğulları da büyüklerinden duyarak, içlerinden bir zâtın yetişeceğini, kendilerini Fir’avn ve kıptîlerin zulmünden kurtaracağını, yine bu zâtın, onları, dedelerinin asıl memleketi olan Ken’ân diyârına götüreceğini biliyorlardı. Bu zâtın yetişip meydana çıkmasını ümîd ediyorlar, bunun bir an evvel gerçekleşmesini bekliyorlar, yapılan bütün zulüm ve eziyetlere, bu ümîdle sabrediyorlardı.
İmâm-ı Mücâhid (rahmetullahi aleyh) buyurdu ki: “Bize gelen habere göre, Fir’avn; kamıştan, keskin bıçak gibi ameliyat aletleri yapılmasını emretti. İsrâiloğullarının hâmile kadınları zorla yatırılıp bu aletlerle karınları yarılır ve çocukları ayakları arasına düşüverirdi. Bu büyük azâb doğum zamanı gelenlere yapılır ve oğlan çocukları o anda öldürülürdü. Hamile kadınlara, doğum yapıncaya kadar çok büyük azâb ve eziyet edilirdi. İsrâiloğullarının çocukları bu şekilde katledildiği gibi, yetişkin erkeklerden bu hâle dayanamayıp, karşı çıkanlar da öldürülüyordu.”
Bunun üzerine, kıptîlerin reîsi, Fir’avn'a müracaat edip; “Sen İsrâiloğullarının çocuklarını öldürüyorsun. Bu arada yetişkinler de öldürülüyor. Böyle giderse bizim işimiz gâyet zor olacak. Zor ve meşakkatli işler bize kalacak” diyerek endişelerini bildirdiler.
Fir’avn, İsrâiloğullarına merhamet ettiği için değil, kendi kavmi olan kıptîlerin ısrârlarının fazlalığı sebebiyle biraz yumuşar gibi göründü. İstemeye istemeye, İsrâiloğullarından doğacak olan erkek çocukların bir sene öldürülüp, ikinci sene öldürülmemesini emretti. Böylece birer sene arayla, doğacak bütün erkek çocuklar öldürülecekti.
Fir’avn’ın bu korkunç işe teşebbüs etmesinin sebebi, bir başka rivâyete göre şöyledir: “İsrâiloğulları, İbrâhim aleyhisselâmın soyundan gelecek bir kurtarıcının, kendilerini bu sıkıntıdan kurtaracağına inanıyorlardı. Bu husûsu aralarında konuşuyor, Fir’avn ve ordusunun bu kurtarıcının elinde helâk olacağını söylüyorlardı. Kıptîlerden biri bu durumu öğrenerek Fir’avn'a ulaştırdı. Fir’avn, adamları ile görüştükten sonra bu korkunç emri vermişti.”


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


Bütün peygamberler içinde üstünlükleri olan ve kendilerine ülü’l-azm denilen altı peygamberin üçüncüsü. Benî İsrâil'e peygamber olarak gönderilmiştir. Ya’kûb aleyhisselâmın neslindendir. Hârûn aleyhisselâmın kardeşidir. Hazret-i Mûsâ'nın, Ya’kûb'a (aleyhisselâm) kadar olan nesebi; Mûsâ bin İmrân bin Yasher bin Kahis bin Lâvî bin Ya’kûb aleyhisselâm şeklindedir. Bu husûsta târihçiler şöyle yazmaktadır: Ya’kûb aleyhisselâmın Lâvî ismindeki oğlu 89 yaşında iken, Nâbîte binti Mâvî bin Yeşceb isminde bir hanımla evlendi. Bundan; Garsûn, Merzî, Merdî ve Kâhis adlı çocukları oldu. Kâhis 46 yaşında iken, Kâhî binti Mübîn bin Tenvîl bin İlyâs isimli bir hanımı nikâh etti. (Onunla evlendi). Kâhis'in bu hanımından Yasher isimli bir oğlu oldu. Yasher de büyüyüp yetişince, Semyet binti Yetâdim bin Berkiyâ bin Yeş’ân bin İbrâhim isminde bir hanım ile evlendi. Bu evlilikten İmrân dünyâya geldi. Yasher 147 sene yaşadı. İmrân bin Yasher 60 yaşına gelince, Nüceyb (veya Nâciye) binti Şemûyel isminde bir hanımla evlendi. Bu addan başka olarak İmrân'ın hanımının yâni Hazret-i Mûsâ'nın annesinin ismi; Yûhâbiz, Yûhâbîl, Levhâ ve daha başka şekillerde de bildirilmiştir. Bu evlilikten ise, Hârûn ve Mûsâ (aleyhimesselâm) doğdu. Hazret-i Mûsâ doğduğunda 70 yaşında olan babası 67 yıl sonra, 137 yaşında vefât etti.
Tarihçilerin bildirdiklerine göre, Mısır'da hüküm süren ve kendilerine Fir’avn ismi verilen hükümdârlar vardı. Bunlardan Reyyân bin Velîd, Hazret-i Yûsuf'u ülkesindeki bütün hazînelerin başına mâliye nâzırı olarak tâyin eden ve ona inanan, mü’min bir zât idi. Reyyân vefât edince Kâbûs bin Mus’ab, fir’avn (Mısır sultânı) oldu. Hazret-i Yûsuf'u vazifeden almadı. Hazret-i Yûsuf onu îmâna dâvet etti, fakat kabûl etmedi. Bu ve sonra gelen fir’avnlar, Benî İsrâil'e kıymet vermediler. Kâbûs, başkalarına zorla iş yaptıran, çok zâlim bir hükümdârdı. Hazret-i Yûsuf, bu hükümdâr zamanında vefât etti.
Kâbûs'un saltanatı oldukça uzun sürdü. Sonra helâk oldu ve yerine kardeşi Ebü’l-Abbâs geçti. Ebü’l-Abbâs'ın da bundan farkı yoktu. Hattâ Kâbûs'tan daha zengin, daha kibirli, daha zorba ve daha zâlim idi. Bu da uzun bir saltanat sürdü. Kâbûs bin Mus’ab ve kardeşi, Amâlika kabîlesinden olup, soyları, Hazret-i Nûh'un oğlu Sâm'ın torunu Amelîk bin Lâvez bin Sâm'a dayanıyordu.
Yûsuf aleyhisselâmdan sonra İsrâiloğulları Mısır'da kaldılar. Buradan Amâlikalıların idâresi altında yayılıp çoğaldılar. Kendileri; Yûsuf, Ya’kûb, İshak ve İbrâhim'in (aleyhimüsselâm) bildirdikleri dîne bağlı olup, inanç ve ibâdetlerine sıkı sıkıya bağlı idiler. Mısır'ın eski yerlileri olan Kıbt kavmi ise yıldızlara ve putlara taparlardı. Bunlar aynı zamanda Benî İsrâil'e hakâret gözüyle bakarlardı. Fir’avnlar da pek zâlim, gaddar kimseler oldukları için, teb’aları altında yâni saltanat mülkü içinde bulunan Benî İsrâil'i esir gibi çalıştırır, ağır ve meşakkatli işlerde kullanırlardı. Onların günden güne artıp çoğalmalarından ve kendilerine (Kıbt kavmine) galebe çalmalarından endişe ediyorlardı.
Benî İsrâil, Kıbt kavminin muâmelelerinden, fir’avnların baskı ve zulümlerinden tamâmen bezip usanmışlardı. Dedelerinin (yani Ya’kûb aleyhisselâmın) yurtları olan Ken’ân diyârına gitmek istedilerse de bir türlü yakalarını Fir’avn’ın pençesinden kurtarıp Mısır'dan dışarı çıkamadılar.
Oniki kabîle olan Benî İsrâil'in her bir bölüğü, Hazret-i Ya’kûb'un oğullarından birine mensup idi. Her kabîlenin bir önderi vardı. Bunlara, Ya’kûb aleyhisselâmın torunları, mânâsına, Esbât-ı Benî İsrâil denilirdi. Bu oniki kabîlenin hepsi bir araya gelse ve tek bir öndere uysalar, kuvvetleri birleşir ve istediklerini yapabilirlerdi. Fakat onları toparlayacak, bir emir altında birleştirecek bir baş, bir önder lâzım idi. Ancak böyle olduğu takdirde kuvvetlerini birleştirip fir’avna karşı koyabilirler ve esâretten kurtulabilirlerdi.
O zamandaki Fir’avn, pek alçak ve çok zâlim idi. Fir’avnlar içinde, onun kadar katı kalpli, onun kadar uzun saltanat süren, Hak teâlâya karşı onun kadar büyük konuşan, Benî İsrâil'e onun kadar kötü davranan başka birisi görülmemişti. İsrâiloğullarına çok eziyet eder, sürgüne gönderir, onları hizmetçi gibi kullanırdı. Kimini inşaat, kimini zirâat, kimini kanalizasyon işlerinde çalıştırır; ağır işleri, çirkin ve zor hizmetleri onlara verirdi.
Tâbiînin büyüklerinden Vehb bin Münebbih hazretleri şöyle anlatır: “Fir’avn’ın kendilerini çeşitli işlerde kullanmasında, İsrâiloğulları kısım kısım idi. Bâzıları dağlarda taş kesip sırtlarında getirirler, bâzıları Fir’avn için köşkler ve saraylar binâ ederlerdi. Bir kısmı dülgerlik (marangozluk) ve demircilik gibi san’atlarda çalışırlardı. Bu işlerde, zorla, zorbalıkla çalıştırılırlardı. Zayıf ve çalışamayacak durumda olanlara ise vergi konulmuştu. Vergi ödemek durumunda olanlar, her gün güneş batmadan önce, vergisini getirip teslim etmek mecbûriyetinde idi. Şâyet bunlardan biri güneş batıncaya kadar vergisini getirmez ise, sağ kolu, çözülemeyecek şekilde boynuna asılarak bağlanırdı. Bir ay müddetle öyle kalır ve o kimse çok zahmet çekerdi. Fir’avn ve kıptî kavminin, İsrâiloğullarına yaptığı zulüm bu şekilde günden güne artarak devam ediyordu. Fir’avn’ın zulmü altında, İsrâiloğulları epeyce zaman işkence ve eziyet gördüler. Fir’avn çok uzun bir saltanat sürdü. Saltanatı müddetince bütün gücünü, İsrâiloğullarına zahmet vermeye, onları en ağır işlerde çalıştırmaya harcamıştır. Böyle bir zamanda insanları zulümden kurtarıp, îmân ile şereflendirmek için Allahü teâlâ Hazret-i Mûsâ'yı gönderdi.”


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


SELMAN SEVEN

{facebook#https://facebook.com/} {twitter#https://twitter.com/}

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget