Resulullah'ın hadislerini mi arıyorsunuz ?
Türkiye'nin En Geniş Kapsamlı Hadis Sitesi
HZ.MUHAMMED (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
"أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ"

Latest Post

Netîcede İsrâiloğulları, daha sonra ücretini vermesek de olur. Şimdi kabûl etmiş görünüp, sığırı alalım. Boğazlarız. Emir yerine gelmiş olur. O zaman da, biz ücretini vermeyiz diye düşünerek kadından ineği aldılar.
Allahü teâlâ, sığır kesildikten sonra herhangi bir parçasının, kimin öldürdüğünde ihtilâf bulunan zengin kimseye vurulmasını (dokundurulmasını), böylece ölünün dirileceğini bildirdi.
İsrâiloğulları sığırı boğazladıktan sonra ücretini vermemek niyetlerinde devam ediyorlardı. Hazret-i Mûsâ; “Ücretini tam ödemezseniz, ölü dirilmez” buyurdu. Çâresiz ineğin derisini tulum olarak yüzüp çıkardılar. Aralarında altın toplayıp, tulumu doldurdular, kadına teslim ettiler.
Bundan sonra, kesilen ineğin dili alınarak öldürülen kimsenin bedenine dokunduruldu. Hâdisenin üzerinden günler geçmiş olmasına rağmen, adam, Allahü teâlânın emri ile, öldürüldüğü bıçak yaralarından kanlar akarak kalkıverdi. Hemen; “Seni kim öldürdü?” dediler. Adam; “Beni, kardeşimin oğulları filan ve filan öldürdü” diyerek isimlerini söyledi. Bundan sonra yine düşüp can verdi. O anda yeğenleri de orada idi. Zengine kısas olarak o iki yeğen de orada öldürüldü.
Bu kıssa hakkında âlimlerin birçoğu buyuruyorlar ki: Bu hâdisede pek çok ibretler vardır. Öldürülen zengin kimsenin dirilmesi için sebep olarak bir sığır kesilmesi emrolundu ki, evvelden sığıra karşı olan meyilleri, gönüllerinde ona karşı ilâh imiş gibi his kalmaya...
İsrâiloğulları, bu hâdisede de görüldüğü gibi, söz dinlemeyen, her emredileni hemen yapmakta, îfâ etmekte tereddüt eden, gevşek davranan, acâib îtirâzcı insanlardı. Böyle olunca, haddini bilmezliklerinin, bildirileni hemen yapmamanın cezâsı olarak, bildirilen bir sığırı bulup satın alıncaya kadar çok zahmetler çektiler.
Öldürülen kimse tenhâda öldürüldüğünden, hâdisenin şâhidi yoktu ve kâtiller bulunamıyordu. Bulunamayınca da bir çok ihtilâflar ve sürtüşmeler ortaya çıkmıştı. Böylece bu da giderilmiş oldu.
Alimler bildirdiler ki, Allahü teâlâ dileseydi, böyle herhangi bir şey istemeden, Hazret-i Mûsâ'ya, kâtillerin kim olduğunu bildiriverirdi. Fakat, bütün İsrâiloğullarının gözleri önünde böyle bir hâdisenin olmasını, yâni ölünün dirilmesini diledi. Böyle dilemesinin bir hikmeti de İsrâiloğulları içinde bâzıları vardı ki, kıyâmet hâllerine, öldükten sonra tekrar dirilmeye inanırlar, fakat kalblerinden de tereddüt ederlerdi. Acabâ bu nasıl olur derlerdi. Hak teâlâ böyle bir vesîle ile onlara, kullarını yeniden diriltmeye kâdir olduğunu gösterdi.
Zengin adamın öldürülmesinden sonra, kâtilinin bulunmasına çalışırlarken, Allahü teâlânın, bunun için bir sığır kesmelerini emretmesi ve bundan sonraki durum hakkında Bakara sûresi 67-75. âyet-i kerîmelerinde meâlen buyruldu ki: “Mûsâ (aleyhisselâm) bir zaman kavmine; Muhakkak ki, Allahü teâlâ bir sığır boğazlamanızı (kesmenizi) emrediyor demişti de, onlar; “Bizimle istihzâ mı ediyorsun, bizi alaya mı alıyorsun?” demişlerdi. Bunun üzerine Mûsâ (aleyhisselâm); “Mü’minleri alaya almakla câhillerden olmamdan Allahü teâlâya sığınırım” demişti.
İsrâiloğulları; “Bizim için Rabbine duâ et de o sığırın durumunu (yaşını) açıkça bize bildirsin dediler. Mûsâ (aleyhisselâm)Allahü teâlâ buyuruyor ki: “O bir sığırdır ki, ne çok yaşlıdır, ne de pek gençtir. İkisinin ortası dinç bir sığırdır. Artık emrolunduğunuz şeyi yapın” dedi.
Yine kavmi, Mûsâ'ya (aleyhisselâm); “Rabbinden dile ki, onun rengi nedir? Bize beyân etsin, açıklasın” dediler. O da; “Rabbim, o, bakanlara ferahlık veren hâlis sarı renkte bir sığırdır buyuruyor” dedi.
Onlar tekrar dediler ki: “Rabbinden niyâz eyle de, o nedir, bize apaçık anlatsın. Zirâ bize göre, o vasıfta (yukarıda bildirilen vasıflarda) sığır çok olup, hepsi birbirine benziyor. Bununla berâber, inşaallah, eğer Allahü teâlâ dilerse, kesilmesi istenen o sığırı elbette bulmaya muvaffak oluruz (veya hidâyete erdirilmiş oluruz.)” dediler.” (Tefsîr-i Mevâkıb’da diyor ki: Rivâyet edilmiştir ki, Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem); “Eğer Benî İsrâil inşaallah dememiş olsalardı, o sığırı aslâ, hiç bir zaman bulamazlardı” buyurmuşlardır.)
“Mûsâ (aleyhisselâm); “Rabbim buyuruyor ki; “O öyle bir sığırdır ki, ne boyunduruğa koşulup arâzi sürer, ne de ekin sulamak için koşulur. Salmadır. (Aybı kusuru yoktur. Kendi başına gezer.) Renginde hiç karışıklık yoktur, tam sarıdır” dedi. Onlar; “İşte şimdi hakîkati getirdin. (İneğin vasıflarını doğru ve tastamam getirdin)” dediler.
Bunun üzerine emrolundukları sığırı bulup kestiler. Fakat, az kalsın bu işi yapamayacaklardı. (Hemen hemen kesmeyeceklerdi. Çünkü o kadar suâl ettiler, şüphe ve tereddüt gösterdiler ki; emredildikleri işi az kalsın işlemeyeceklerdi ve işlemeyecek bir hâle yaklaşmışlardı. Fakat çok suâlleri sebebiyle, o sığırın bütün şekli, vasıfları bildirilince, îtirâza mecâlleri kalmayıp mecbûren kestiler. Muhalefet edemediler.) Hatırlayın şu vakti ki, hâmisiz bir adamı (Âmil'i) öldürmüştünüz de kâtilinin kim olduğunda birbirinizle atışmış, suçu üstünüzden birbirinizin üzerine atmıştınız. Hâlbuki, Allahü teâlâ sizin gizlediğinizi açığa çıkarıcıdır.
İşte bunun için biz onlara; “Emrimizle boğazladığınız sığırın bir parçasıyla, kâtili bilinmeyen ölüye vurun dedik. (Bunu demekle, kâtili size bildirmeyi murâd ettik.) O sığırın bir âzâsını (dilini), ölüye dokundurdunuz da ölü dirildi ve kâtilini haber verdi. Bunun gibi, Allahü teâlâ ölüleri diriltir ve size, kudretinin kemâlde olduğuna delâlet eden âyetlerini gösterir.
İşte böylece bilesiniz ki, ölü bir kimseyi diriltmeye kâdir olan Hak teâlâ, birçok ölüyü de diriltmeye elbette kâdirdir, gücü yeter. Umulur ki; akıllanırsınız, tefekkür edersiniz. (Allahü teâlânın ölüleri diriltmeye kâdir olduğunu anlarsınız.)
Bundan (ölünün dirilmesi ve kâtilini haber verip tekrar ölmesinden) sonra; sizin kalbiniz, taştan daha şiddetli ve katı oldu. Muhakkak ki taşın öylesi vardır ki, ondan ırmaklar kaynar; öylesi vardır ki, yarılıp ondan su fışkırır. Öylesi de vardır ki, Allahü teâlânın korkusuyla dağdan aşağı iner (yüksekten aşağı yuvarlanır.) Allahü teâlâ sizin işlediğiniz amellerden gâfil değildir.
Ey mü’minler! (Kendilerine haber verdiğimiz husûslarda yahudilerin) size inanacaklarını mı ümîd ediyorsunuz? Hâlbuki, (Mûsâ aleyhisselâm zamanında) onlardan bir tâife vardı ki, onlar Hak teâlânın kelâmını (yani Tevrât'ı) dinlerlerdi de, akılları aldıktan (anladıktan) sonra, bunu bile bile tahrif ederlerdi. (Tevrât’da Hak teâlânın emrettiği hükümlerin hak olduğunu, kendilerinin yalancı olduklarını bildikleri hâlde, bile bile o hükümleri tağyir eder, yâni değiştirirlerdi.)”


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


Rivâyet edildiğine göre İsrâiloğullarından Âmil İsminde çok zengin birisi, bir zaman öldürülmüş olarak bulundu. Öldürenin kim olduğu bilinmiyordu. Âlimler, öldürenin kim olduğunda ve ne için öldürdüğünde ihtilâf ettiler. Bâzıları dediler ki: İsrâiloğulları içinde zengin bir adam vardı. Bunun fakir bir amca oğlu vardı ve bundan başka da vârisi yoktu. Zengin çok yaşayınca, amca oğlu, malına konmak için onu öldürdü. Bâzıları da dediler ki: Âmil, amcasının kızı ile evli idi. İsrâiloğulları içinde bu kadın gibi hüsnü cemâl sâhibi, yâni güzel bir kadın yok idi. Bu kadınla evlenmek için, kadının bir diğer amcazâdesi, Âmil'i öldürdü. Bulunduğu köyden bir başka köye taşıyıp, orada bıraktı.
Hazret-i İkrime dedi ki: “İsrâiloğullarının bir mescidi vardı. Oniki sıbt (kol) için mescidin oniki kapısı vardı. Öldürülen şahsın cesedi bir kapıda bulundu ve bir başka kapıya sürüklenip çekildi. Bu yüzden şeytan aralarına husûmet (düşmanlık) soktu.” İbn-i Sîrîn dedi ki: “Kâtil onu öldürdü. Sonra taşıyıp, yine kendilerinden birinin kapısına bıraktı. Sabah olunca da, intikâmının ve kanının alınması için dâvâda bulundu.”
Başka bir rivâyette kâtil, onun ölüsünü iki köy arasına bıraktı ve bu iki köy halkı birbirlerine düşman oldular. Ölünün yakın akrabâları, Mûsâ aleyhisselâma gelip, bir takım kimseler getirerek bunlardan dâvâcı oldular ve kısas yâni ölenin yerine bunların öldürülmelerini istediler. Mûsâ aleyhisselâm onları muhâkeme etti. Fakat dâvâ edenler delil ve şâhid getiremediler. Mûsâ aleyhisselâm tereddütte kaldı.
Öldürülen ile kâtil zanlılarının taraflarının arasında, çatışma ve kavga baş gösterdi. Bunun üzerine Mûsâ aleyhisselâmdan, bu öldürülme işini açıklığa kavuşturması için, Allahü teâlâya duâ etmesini istediler. Mûsâ aleyhisselâm da Allahü teâlâdan bunu istedi.
Başka bir rivâyette de şöyle bildirilmiştir: Öldürülen kimse malı çok, cimriliği ise daha çok olan biri idi. Oğlu ve kızı yoktu. Sâdece, kardeşinin iki oğlu yâni iki yeğeni vardı. Bu iki yeğen, pek garib ve muhtâç oldukları hâlde amcaları bunlara hiç bakmazdı. Bu iki genç, amcalarının malına, mîrasına kavuşmak için aralarında anlaşarak, bir gece evine vardılar. Bir bahane ile onu dışarı çıkarıp öldürdüler ve iki köy arasına bir yere bıraktılar.
Sabah olunca, amcalarının en yakınları olarak, görünüşte amcalarını müdâfâa etmeye, ağlayıp sızlamaya başladılar. Böyle bir davranışta bulunmaları, onlardan şüphelenilmesine de mâni oluyordu.
Cesedin bulunduğu yerdeki iki köyün ahâlisi birbirine girdi. Her iki taraf birbirine; kâtilin kendilerinden olmadığını, başka taraftan olduğunu iddiâ ediyorlardı.
Diğer taraftan ölen kimsenin yeğenleri de; “Kâtil bulunup amcamıza kısas olarak onun da öldürülmesine kadar, amcamızın cenâzesini defnetmeyiz...” diye tutturmuşlardı.
İsrâiloğulları, kâtilin bulunması husûsunda Hazret-i Mûsâ'ya mürâcat ettiler. O da Hak teâlâya yalvarıp bunun için duâ etti.
Allahü teâlâ da onlara bir inek kesmelerini emretti. Hazret-i Mûsâ kavmine bunu bildirip; “Allahü teâlâ bir inek kesmenizi emrediyor...” buyurdu. Onlar, kâtilin bulunmasıyla inek kesilmesi arasındaki münâsebeti ve bununla emrolunmalarındaki hikmeti anlayamadıkları için; “Bizimle alay mı ediyorsun? Biz başka şey sorduk. Sen ise bize inek kesmemizi söylüyorsun” dediler. Hazret-i Mûsâ, bunun, Allahü teâlânın emri olduğunu bildirdi ve; “Ben mü’minlerle alay edici birisi olmaktan, Hak teâlâya sığınırım” buyurdu.
İsrâiloğulları, işin mâhiyetini kavrayıp, bu emrin Hak teâlâdan geldiğini iyice anladıklarında, emri yerine getirmek istediklerini bildirdiler.
İsrâiloğullarının gariplikleri, tuhaflıkları burada yine kendini gösteriyordu. Îtirâzvari sözlerine burada da devam ettiler. Hazret-i Mûsâ'ya; “Rabbimizin kesmemizi emrettiği sığır, hangi sığırdır? Ne sûrettedir? Duâ et de bunu da bize bildirsin” dediler.
Allahü teâlâdan vahiy gelerek, o sığırın, ne çok genç ne de çok yaşlı olacağı, orta yaşlı olduğu bildirildi. Bu sefer; “Rabbine duâ et de, kesmemizi emrettiği orta yaşlı sığırın rengini bildirsin” dediler. Allahü teâlâ, o sığırın, bakanların gönlünü çekecek renkte, sarı bir sığır olduğunu bildirdi.
Hikmet ehli zâtlar demişlerdir ki, renkler içinde üç tanesi gönlü çeker. Bu renkler sarı, al ve yeşildir. Yeşil rengi, yerde olursa; al, giyecekte olursa ve sarı, dört ayaklılarda olursa daha güzel görünür.
İsrâiloğulları, böyle bir sığırı aramaya koyuldular. Nihâyet bir yerde, ihtiyâr bir kadının bu târiflere tam uyan bir sığırı olduğunu öğrendiler. Bu kadının, yetim bir oğlu vardı ve başka kimsesi yoktu. Bunların tek geçim kaynağı o ineğin, sütü ve yoğurdu idi.
Kadından bu ineği satın almak istediler. Kadın, başka şeyleri olmadığı için vermek istemiyordu. Almaktan vazgeçmeleri için; “Bu ineği bin akçeye ancak veririm” dedi. Durumu Mûsâ aleyhisselâma haber verdiler. “Ne ücret isterse ödeyip sığırı alın, sâhibini kat’îyyen incitmeyin” buyurdu. Tekrar kadına gelip almak istediklerini nâzikçe söyleyince, kadın bu sefer; “İkibin akçeye veririm” dedi. İsrâiloğulları tekrar Hazret-i Mûsâ'nın yanına gelerek, ücretin çok fazla olduğundan ve kadına da bir şey diyemediklerinden şikayet ettiler. “Yâ Mûsâ! Hak teâlâdan dile ki, biz bu sığırı almayalım. Başka bir sığır bulalım. Zirâ bu sığırı almamız bize çok müşkül oldu. Hak teâlâ keseceğimiz sığırı bize tekrar beyân etsin. Eğer o dilerse biz müşkülâttan kurtuluruz...” dediler.
Mûsâ aleyhisselâm duâ edince, Allahü teâlâ bildirdi ki, o sığır öyle bir sığırdır ki, kendisiyle çift sürülmemiş ve ekin sulamak için koşulmamış olsun. Her maraz ve illetten de uzak olsun. Onlar, bunu haber alınca, bu sıfatların hepsi, ancak bulduğumuz sığırda mevcûttur. Târif edilen sığır ondan başkası değildir dediler ve hemen ihtiyâr kadının yanına gelerek sığırı almak istediklerini bildirdiler. Kadın; “Onbin akçeden aşağıya kat’îyen vermem” dedi. Onlar bu işten iyice darlandılar. Kadına hiç bir şey diyemiyorlardı. İtirâzlarının sonucu böyle sıkıntı olmuştu. Halbuki, emir ilk geldiğinde herhangi bir sığırı boğazlasalardı, emir îfâ edilmiş olacaktı. Fakat üst üste sorularla, sanki bunu istemiyormuş gibi davranınca, mes’ele kendilerine ağırlaştırıldı.
Nihâyet kadın, şöyle bir teklifte bulundu: “Bu sığırı boğazlarsınız. Derisini tulum yapıp çıkarırsınız. Sonra o tulumun dolusu kadar altın vermeyi kabûl ederseniz, ben de sığırı size satmayı kabûl ederim.” İsrâiloğulları yine Hazret-i Mûsâ'ya mürâcaat ettiler. O da; “Her ne pahasına olursa olsun almak gerek” buyurdu.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


Mûsâ ile Hızır (aleyhimesselâm) berâber giderlerken, bir gemiye bindiler. Hazret-i Hızır gemiyi deldi. Sonra giderken yolda karşılaştıkları bir çocuğu tutup boğazladı. Daha sonra da yıkılmak üzere olan bir duvarı tâmir etti. Bunların hepsi ilk bakışta çok garib ve olmayacak şeylerdi. Daha sonra bunların hepsinin hikmetleri anlaşıldı. Onların bu berâberlikleri, Kur'ân-ı kerîmde Kehf sûresinde ve hadîs-i şerîflerde bildirilmiştir. Hazret-i Hızır'ın gemiyi delmesi, rastladıkları bir çocuğu boğazlaması ve yıkılmak üzere olan bir duvarı tâmir edip düzeltmesinin hikmetleri ve bu menkıbenin tafsîlâtı, İslâm âlimleri tarafından geniş olarak yazılmış olup, Hızır aleyhisselâm maddesinde anlatılmıştır. (Bkz. Hızır aleyhisselâm)
Büyük İslâm âlimlerinin bildirdiklerine ve kitaplarında yazdıklarına göre, Hazret-i Mûsâ'dan farklı olarak Hazret-i Hızır'a ihsân edilen ilim, Ledünnî ilim olup, bu ilim, kimsenin bilemeyeceği, ancak Allahü teâlânın bildirdiklerinin bilebileceği bazı gaybî ilimlerdir. Ledünnî ilim vehbî olup, çalışmak ve çok gayret etmekle ele geçmez, yâni kesbî değildir. Yalnız Allahü teâlânın ihsânı ile elde edilebilir. Ancak ihsân edilen kimselerde bulunur. Herkese şâmil değildir.
Peygamberlere (aleyhimüsselâm) bildirilen, vahyedilen ilimler ise, umûma şâmil olan, herkesi alâkadar eden ilimlerdir ve ümmetlerine bildirmeleri için onlara bildirilir. Zâten peygamberler de bunun için vazifelidirler.
Bu sebepledir ki, peygamberlerin ilmi, ilm-i Ledünnî'den üstündür. Buna rağmen Hazret-i Mûsâ'nın Hızır aleyhisselâm ile görüşmek isteyip, onun bildiği Ledünnî ilimden bir miktar öğrenmek istemesinde, ilim için çalışmaya, bir teşvik vardır.
Hazret-i Hızır'ın Ledünnî ilmi bilmesi, onun, şerîat sâhibi ülü’l-azm bir peygamber olan Hazret-i Mûsâ'dan daha yüksek olduğunu göstermez. Mûsâ aleyhisselâm elbette daha yüksek ve pek üstündür.
Bununla berâber, Hazret-i Hızır'ın kendisine ihsân olunan ledünnî ilim ile yaptığı ve zâhiren tuhaf görünen işler de, Allahü teâlânın bildirmesi ve emri ile ve bir hikmete binâen yapılmış olduğundan, yanlış değildir ve onun mes’ûliyeti yoktur.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


SELMAN SEVEN

{facebook#https://facebook.com/} {twitter#https://twitter.com/}

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget