Hazret-i Mûsâ Kelîmullah'dır. Vâsıtasız olarak Allahü teâlâ ile mükâleme, konuşma şerefine sâhiptir. Bizim peygamberimiz Muhammed aleyhisselâtü vesselâm, Habîbullah yâni Allahü teâlânın sevgilisidir. İbrâhim aleyhisselâm da Hâlilullah idi. Yâni Allahü teâlânın dostu idi. Hazret-i Mûsâ da Kelîmullah olmakla, Habîbullah Muhammed aleyhisselâm ve Halîlullah İbrâhim aleyhisselâmdan sonra, varlığın ve insanlığın en üstünü, fazîletlisidir. Bi'set yâni peygamber olarak gönderilme sırasına göre, ülü’l-azm olan peygamberlerin dördüncüsü; fazîlet ve üstünlük bakımından da, Muhammed aleyhisselâm ve İbrâhim aleyhisselâmdan sonra dünyâ yaratıldığı günden kıyâmete kadar gelmiş ve gelecek bütün insanların üçüncüsüdür.
Hak teâlâ katında derecesi ve makâmı çok yüksektir. Vahyi tebliğ için Cibrîl-i emîn (aleyhisselâm) kendisine dörtyüz kere gelmiştir.
Mûsâ aleyhisselâmdan Îsâ aleyhisselâma kadar gelmiş olan bütün peygamberler, ümmetlerine, Hazret-i Mûsâ'nın tebliğ ettiği, bildirdiği dîni anlatmışlar, onu yaymak için uğraşmışlardır.
İbn-i Şihâb ez-Zührî'nin (rahmetullahi aleyh) Enes bin Mâlik'ten (radıyallahü anh) rivâyet ettiği bir hadîs-i şerîfte, Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), Mûsâ aleyhisselâm hakkında buyurdu ki: “... Bir gün Mûsâ (aleyhisselâm) yolda giderken Allahü teâlâ kendisine nidâ edip; “Ey Mûsâ! Ben, kendisinden başka ilâh olmayan Rabbin Allah'ım buyurdu. Mûsâ (aleyhisselâm); “Buyur yâ Rabbî! Emrine hazırım” dedi ve secdeye vardı. Allahü teâlâ; “Başını kaldır ya Mûsâ!” buyurdu. Mûsâ (aleyhisselâm) başını kaldırdı. Allahü teâlâ; “Yâ Mûsâ! Arşın gölgesinde gölgelenmek istiyorsan, yetimlere, merhametli bir baba gibi, dul kadına da, onu muhâfaza eden ve gözeten zevci gibi ol. Yâ Mûsâ! Merhametli ol. Böyle olursan, sana da merhamet edilir. Cezâ verirsen, cezâ görürsün. Yâ Mûsâ! İsrâiloğullarına haber ver ki, kim Habîbim Muhammed'e (sallallahü aleyhi ve sellem) yetişir de O'na îmân etmezse, onu ateşe atarım. İzzetim ve celâlim hakkı için Muhammed (aleyhisselâm) ve ümmeti Cennet’e girmeden, kimse Cennet’e giremez” buyurdu. Mûsâ (aleyhisselâm); “Yâ Rabbî! O'nun ümmeti nasıldır?” diye suâl edince, Allahü teâlâ; “O'nun ümmeti, her zaman bana hamd ederler. Temizdirler. Gündüzleri oruç tutar, geceleri ibâdet ederler. Onların yaptığı az bir şeyi de kabûl ederim. La ilâhe illallah (Allah'tan başka ilâh yoktur) deyip, bunu kalbleriyle tasdik ve kabûl ettikten sonra, onları Cennet’e koyarım.” Bunun üzerine Mûsâ (aleyhisselâm); “Yâ Rabbî! Beni bu ümmetin peygamberi eyle” dedi. Allahü teâlâ; “Onların peygamberi, kendilerindendir” buyurdu. Mûsâ (aleyhisselâm) bu defâ; “Yâ Rabbî! Beni habîbin Muhammed'in (aleyhisselâm) ümmetinden kıl diye yalvarınca, Allahü teâlâ; “Yâ Mûsâ! Sen önce geldin. Onlar sonra gelecekler. Fakat âhırette seninle O'nu bir araya getiririm” buyurdu.”
Hadîs-i şerîfte buyruldu ki: “Allahü teâlâ, Mûsâ'ya (aleyhisselâm); “Benim için ne işledin?” diye sordu. “Yâ Rabbî! Senin için namaz kıldım, oruç tuttum, zekât verdim, ismini çok zikrettim” deyince; “Yâ Mûsâ! Namazların sana burhândır. Oruçların, Cehennem’den siperdir. Zekât, kıyâmet gününün sıcaklığından koruyan gölgedir. İsmimi söylemen de, kabir ve kıyâmet karanlığında seni aydınlatan nûrdur. Yâni bunların faydaları hep sanadır. Benim için ne yaptın?” buyurdu. Mûsâ (aleyhisselâm); “Yâ Rabbî! Senin için olan ameli bana bildir!” diye yalvardı. Cenâb-ı Hak; “Yâ Mûsâ! Dostlarımı benim için sevdin mi ve düşmanlarıma benim için düşmanlık ettin mi?” buyurdu.” Mûsâ aleyhisselâm da, Allah için amelin, Hubb-i fillah ve Buğd-ı fillah olduğunu anladı.
Allahü teâlâ, Mûsâ'ya (aleyhisselâm) şöyle vahyetti: “La ilâhe illallah” diye şehâdet edenler olmasaydı, Cehennem’i dünyâ ehline musallat ederdim. Ey Mûsâ! Bana ibâdet eden olmasaydı; bana isyân edenlere göz açıp kapayıncaya kadar bir mühlet vermezdim. Ey Mûsâ! Şurası muhakkak ki, bana inanan, benim indimde mahlûkâtın en kerîmidir. Ey Mûsâ! Âsî olanın sözünün ağırlığı, dünyâdaki bütün kumların ağırlığına denktir.” Mûsâ aleyhisselâm ise; “Yâ Rabbî! Bu âsînin kim olduğunu lütfen bildir” dedi. Allahü teâlâ buyurdu ki: “O kimse anasına ve babasına; “Ben sizi dinlemiyorum” diyendir.”
Allahü teâlâ, Mûsâ aleyhisselâma buyurdu ki: “Yâ Mûsâ! Dünyâda iş yapanlar (amel işleyenler) içinde en çok sevdiğim kimse, zâhid olanlardır. Bana en çok yaklaşan kimse, haram kıldıklarımdan kaçınan kimsedir. Bana en çok sevgili olan âbid, bana ibâdet ederken benim korkumdan ağlayan kimsedir.” Mûsâ aleyhisselâm dedi ki: “Yâ Rabbî! Sen onlar için ne hazırladın? Onlara, karşılık, mükâfât olarak ne vereceksin?” Allahü teâlâ buyurdu ki: “Zâhidlere Cennet’i mubah kılarım. Orada nereyi isterlerse oraya inerler. (Diledikleri yerlere girerler, otururlar.) Haramlardan sakınanlara (verâ sâhiplerine) gelince, onları hesâba çekmekten hayâ ederim ve onları hesapsız olarak Cennet’e sokarım. İbâdetlerinde benim korkumdan ağlayanlara gelince; onlar için, hiç kimsenin kendileriyle berâber olamayacağı (başkalarına nasîb olmayan) Refîk-ül-a'lâ (en iyi dostluk, en üstünlük) mertebesi vardır.”
Hazret-i Mûsâ, Allahü teâlâya münâcâtında; “Yâ Rabbî! Beni Kelîmullah olmakla şereflendirdin. Benimle konuştun. Daha önce, bu şekilde kimse ile konuşmadığın hâlde, ne için beni seçtin? Acabâ yaptığım hangi amel sebebiyle bana bu ihsânı yaptın!” diye suâl eyledi. Allahü teâlâ cevâbında; “Yâ Mûsâ! Senden râzıyım. Râzı olmama sebep, hükümlerime râzı olman oldu” buyurdu.
Sa'lebî tefsîrinde, İbn-i Abbâs'dan (radıyallahü anh) şöyle nakletmektedir: Resûlullah efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “Mûsâ (aleyhisselâm); “Yâ Rabbî! Benim ümmetimden daha üstün bir ümmet yarattın mı? diye suâl eyledi. O zaman Allahü teâlâ; “Ey Mûsâ! Muhammed'in (aleyhisselâm) ümmetinin diğer mahlûklara üstünlüğü, benim, yarattıklarıma olan üstünlüğüm gibidir” buyurdu. Mûsâ aleyhisselâm; “Yâ Rabbî! Keşke ben Muhammed'in (aleyhisselâm) ümmetini görseydim” dedi. Allahü teâlâ da; “Sen onları göremeyeceksin. Keşke onların sözlerini işitmeyi isteseydin” buyurdu. Bunun üzerine Mûsâ (aleyhisselâm); “Onların sözlerini işitmek istiyorum” deyince, Allahü teâlâ; “Ey ümmet-i Muhammed! diye hitâb buyurdu. Biz de, babalarımızın sulbünden, analarımızın rahminden; Lebbeyk Allahümme lebbeyk, lâ şerîke leke lebbeyk, innel-hamde ven-ni’mete leke vel-mülke lâ şerîke lek” diye cevap verdik. Yine Allahü teâlâ; “Ey Muhammed'in (aleyhisselâm) ümmeti! Benim rahmetim gadabımı, affım cezâmı geçmiştir. Ben, size istemeden verdim. Kim bana kıyâmet gününde, Allahü teâlâdan başka ilâh olmadığına, Muhammed'in (aleyhisselâm) benim peygamberim ve kulum olduğuna şehâdet ederek gelirse, onun yerini Cennet yaparım. Günâhları, deniz köpükleri kadar çok olsa bile buyurdu.”
Mûsâ aleyhisselâm bir gün; “Yâ Rabbî Cennet’te benim komşum kim olacak! Bana bildir de onu bulup görüşeyim” diye Allahü teâlâya münâcâtta bulundu. Cevaben emrolundu ki: “Falan beldeye var. Orada çarşının başında bir kasap dükkanı var. O dükkanın sâhibi olan kasabı gör. O, velî kulumdur. Yalnız bilesin ki, onun çok önemli bir işi vardır. Çağırırsan gelmez. İşte senin Cennet’teki komşun o olacaktır.” Mûsâ aleyhisselâm hemen denilen yere gitti. Kasabı buldu ve ona; “Ben sana misâfir geldim” dedi. Kasap, gelen zâtın Hazret-i Mûsâ olduğunu bilmeden; “Merhâbâ, hoş geldin” diyerek onu evine götürdü. Mûsâ aleyhisselâmı baş köşeye oturtup, çok ikrâmda bulundu. Mûsâ aleyhisselâm, kasabın, ocakta bir çömlek içinde et pişirdiğini gördü. Et pişince, çömlekten bir parçasını çıkararak, ufak parçalar hâline getirdi. Bir tabağa koyup hazırladı. Çömlekteki etten bir parça daha çıkarıp bir tabakta misâfirine (Hazret-i Mûsâ'ya) ikrâm etti ve kendisinin mühim bir işi olduğunu, yemeği yemek için beklememesini söyledi. Sonra duvarda asılı büyük bir zenbili indirdi. İçinde bulunan mecâlsiz, yaşlı kadına parçaladığı küçük et parçalarını yedirdi. Kadının kirlettiği bezleri temizledi. Yeni bezler koyduktan sonra yerine astı. Ellerini yıkayıp, misâfirinin yanına geldi. Mûsâ aleyhisselâm bu durumu hayretle tâkib etti. Kasap sofraya gelip, misâfirinin yemeğe başlamadığını görünce, yine buyur etti. Mûsâ aleyhisselâm; “Sen bana bu zenbildeki sırrı söylemedikçe bir lokma bile yemem” deyince, kasap; “Ey misâfirim! Bu zenbilin içinde bulunan yaşlı kadın annemdir. Çok yaşlı olduğu için tâkâti kalmamıştır. Evde ona bakacak bir mahremim yok. Evleneceğim hanım, annemi incitir diye evlenmiyorum. Evde yalnız bıraktığımda herhangi bir hayvanın ona zarar vermesinden korkuyorum. Günde iki öğün yemek yediriyorum. Onun hizmetini gördükten sonra, işime gönül rahatlığı ile gidiyorum” dedi. Bunun üzerine Hazret-i Mûsâ; “Ancak anlayamadığım bir şey daha var. Sen anana su içirdikten sonra, dudakları kıpırdayıp bir şeyler mırıldandı. Sen de âmin dedin. O ne idi?” diye sordu. Kasap; “Annem her defâsında; Allah seni Cennet’te Mûsâ aleyhisselâma komşu eylesin diye duâ eder. Ben de olamayacağını bildiğim hâlde bu güzel duâya âmin derim. Bende nerede öyle bir amel ki, o büyük peygambere komşu olabileyim” deyince, o zamana kadar kimliğini saklayan Mûsâ aleyhisselâm; “Yâ veli! işte ben Mûsâ'yım. Beni sana, Allahü teâlâ gönderdi. Ananın rızâsını kazandığın için Cennet-i a'lâyı ve orada bana komşu olmayı kazandın” dedi. Kasap hemen kalkarak Mûsâ'nın aleyhisselâm elini öptü. Sevinç içinde birlikte yemek yediler.
İşte ana hakkı gözeten böyle olur.
Resûlullah efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) Mûsâ aleyhisselâm üzerine fazîleti şunlardır:
1- Mûsâ aleyhisselâma Kelîmiyyet (Hak teâlâ ile konuşmak) mertebesi verildi. Habîbullah Muhammed aleyhisselâma ise mîrâç gecesinde yalnız olarak sohbet etmek derecesi verildi.
2- Mûsâ aleyhisselâma mûcize olarak Yed-i beydâ verildi; mübârek eli parlak olarak görünürdü. Habîbullah'a ise parlak millet-i Hanîfe ihsân olundu.
3- Mûsâ aleyhisselâma asâ verildi. Bununla Fir’avn’ın sihirlerini mahvetti. Resûl-i ekreme (sallallahü aleyhi ve sellem) ise şefâat verildi ki, cümle günâhları mahveder.
4- Mûsâ aleyhisselâma, Benî İsrâil'in peygamberliği ve hâkimiyeti verildi. Resûl-i ekreme (sallallahü aleyhi ve sellem), dünyâ ve âhıret sultânlığı ihsân edildi.
5- Mûsâ aleyhisselâma mûcize verildi. Ümmetiyle berâber denizi geçtiler. Etekleri ıslanmadı. Bizim Peygamberimize kıyâmet günü öyle bir mertebe verilir ki, ümmetiyle berâber sırâtı geçerler de, eteklerine bile Cehennem kıvılcımı dokunmaz.
6- Mûsâ aleyhisselâm, gece ve gündüz olmak üzere iki kere münâcât ederdi. Muhammed aleyhisselâma öyle bir saâdet verildi ki, ümmeti günde beş kere münâcât ederler.
7- Allahü teâlâ, Mûsâ aleyhisselâma bir taştan oniki çeşme akıttı. Server-i âlemin (sallallahü aleyhi ve sellem) parmaklarından ise pınarlar, ırmaklar akıttı.
Mûsâ aleyhisselâm Hak teâlâ ile mükâleme ederken, Allahü teâlâya sordu; “Yâ Rabbî! Birbiri ile dargın olan iki kişiyi barıştıran ve senin rızânı bulmak için zulüm etmeyen kimseye ne ecir verirsin?” Hak teâlâ buyurdu ki: “Kıyâmet gününde onlara selâmet verir, korktuğu şeylerden emîn eder, umduğu şeylerle şereflendiririm.” Rivâyet edilir ki, Mûsâ aleyhisselâma cenâb-ı Hak sordu: “Yâ Mûsâ! Sana peygamberlik vermeme sebep olan şeyi biliyor musun?” Mûsâ aleyhisselâm; “Hayır” dedi. Sonra; “Yâ Rabbî! Sebebi ne idi?” Hak teâlâ buyurdu ki: “Sen bir gün koyun bekliyordun. Bir koyun sürüden ayrılarak kaçtı. Sen onu sürüye katmak için arkasından yürüdün. Bir hayli yol gittin. Hem sen, hem de koyun yoruldu. Nihâyet koyunu yakaladığın zaman, koyunu tutup şöylece hitâb eyledin: “Yâ koyun, ne zorun vardı da, böylece hem kendini, hem de beni zahmete soktun ve her ikimizi de yordun?” Halbuki, o ânında son derece yorgun ve hiddetli idin. İşte, o hiddetli ve gazâplı zamanında hırsını yenip rıfk ile (yani güzellikle) muâmele ettiğin için, sana peygamberlik derecesini ihsân eyledim.”
Allahü teâlâ, Mûsâ aleyhisselâma vahyedip buyurdu ki: “Cennet’e en son girecek olanlar, gıybetten tevbe edenlerdir. Cehennem’e ilk girecekler de gıybete devam edenlerdir.”
Beyhekî'nin (rahmetullahi aleyh) bildirdiği bir hadîs-i şerîfte buyruldu ki: “Mûsâ bin İmrân (alâ nebiyyina ve aleyhissalevatü vetteslimat); Yâ Rabbî! Kullarının en kıymetlisi kimdir? dedikte, gücü yettiği zaman affeden (müslüman kimse) dir buyruldu.”
Mûsâ aleyhisselâmın eshâbından biri şiddetli bir sıkıntı ile karşılaşmıştı. Hazret-i Mûsâ, bu kimseyi görünce hâline acıdı ve; “Allah'ım buna merhamet et!” diye duâ etti. Hak teâlâ hazretleri de Hazret-i Mûsâ'ya; “Bundan daha büyük rahmet ve merhamet olur mu? Verdiğim bu belâ ile günâhlarını mahvediyor ve derecesini yükseltiyorum” buyurdu.
Fârisî “Esrâr-ut-tevhid” kitabında, Ebû Sa’îd Ebü'l-Hayr hazretleri şöyle anlatır: Mûsâ aleyhisselâma vahiy gelip, buyruldu ki: “İsrâiloğullarına, aranızdan en iyi kimseyi seçiniz diye söyle.”
Bu emir üzerine, İsrâiloğulları aralarından bin kişiyi seçtiler. Tekrar vahiy gelip; “Bu bin kişiden en iyisini seçiniz” diye emredildi. Seçe seçe on kişiyi ayırdılar. Yine vahiy gelip; “Bu on kişiden en iyisini seçiniz" buyruldu. Birini seçtiler. Allahü teâlâ tarafından; “Bu kimseye söyleyiniz ki, Benî İsrâil'in en kötüsünü bulup getirsin” diye vahiy geldi.
İsrâiloğulları içindeki en iyi kimse olarak seçilen bu zât, verilen bu vazifeyi kabûl etti. Aranılan kimseyi bulup getirebilmek için, dört gün mühlet istedi. Çıkıp dolaşmaya başladı. Dördüncü gün bir köye vardı. Orada, her türlü yakışıksız işleri yapmakla ve fesâd işlemekle tanınmış bir kimseyi gördü. Aranılan kimse her hâlde budur diye düşünüp, o kimseyi alarak Hazret-i Mûsâ'ya götürmeyi istedi. Fakat kendi kendine düşündü ki: “Bu kimse her ne kadar kötü olarak tanınıyor, öyle biliniyorsa da, görünüşe göre hüküm vermek doğru olmaz. Onun; bilinmeyen, görünmeyen, tanınmayan bir üstünlüğü olabilir. İnsanların sözleriyle, onun hakkında karar vermem ve onu en kötü kimse diye götürmem uygun olmaz. İnsanlar beni en iyi kimse olarak seçtiler, öyleyse gördüğüme göre hüküm vereyim. Verdiğim karar muhakkak doğru olur diye gurura kapılmam ise çok fenâdır. Böyle yapmam, insanların benim hakkımdaki hüsn-ü zanlarına, güzel düşünmelerine ihânet etmek olur. Yapacağım en akıllıca iş, bu husûsta kendi hakkımda karar kılmamdır.”
İsrâiloğulları arasında, ibâdeti ile tanınan ve en iyi kimse olarak seçilen o zât, böyle düşündükten sonra, sarığını çözüp boynuna bağladı. Mûsâ aleyhisselâmın yanına geldi ve dedi ki: “Ne kadar aradımsa da kendimden daha kötüsünü bulamadım.”
Bunun üzerine, Allahü teâlâ Hazret-i Mûsâ'ya vahiy gönderip buyurdu ki: “Bu kimse, İsrâiloğullarının en iyisidir. Fakat bu iyiliği, çok ibâdeti sebebiyle değil, kendini en kötü kimse olarak kabûl etmesi sebebiyledir."