Resulullah'ın hadislerini mi arıyorsunuz ?
Türkiye'nin En Geniş Kapsamlı Hadis Sitesi
HZ.MUHAMMED (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
"أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ"

Latest Post

Peygamberlerden hâsıl olan, insan gücünün yapamayacağı harikulade hâdisedir. Peygamber olduğunu haber veren zâtın doğru söylediğini ispat için, Allahü teâlânın, âdetini değiştirerek, bozarak ilâhî kudret ile peygamberlerine ihsân ettiği fevkalâde şeylerdir. Bir peygamberin elinde, peygamberliği zamanında, peygamberlik iddiasını ispat sebebiyle görülen, âdet dışı hâl ve hâdiselere mûcize denir. Diğer insanlar, onun benzerini göstermekten âciz oldukları için böyle denmiştir. Zâten mûcize, lügatte; “Konulamayan, âciz bırakan, harikulade şey” mânâlarına gelir. Harikulade; sık rastlanmayan, ortaya çıkmasında insan gücünü aşan ve âdetin üstünde olan demektir.
Allahü teâlânın yarattığı şeylerin hepsi, O'nun ezelde tâyin ettiği âdet-i ilâhiyyesi içinde meydana gelmektedir. Yâni Allahü teâlâ her şeyi bir sebep altında yaratmaktadır. Bu sebeplere, iş yapabilecek tesir yâni kuvvet vermiştir. Bu kuvvetlere; tabîat kuvvetleri, fizik, kimya kanunları denir. Bir işi yapmak, bir şeyi elde etmek için, bu işin sebeplerine yapışmak lâzımdır. Meselâ, buğday hâsıl olması için; tarlayı sürmek, ekmek, ekini biçmek lâzımdır. İnsanların bütün hareketleri ve işleri, Allahü teâlânın âdeti içinde meydana gelmektedir. Allahü teâlâ sevdiği insanlara iyilik, ikrâm olmak için, âdetini bozarak sebepsiz şeyler yaratıyor. Meselâ, peygamberlerden âdet dışı olarak kudret-i ilâhî ile meydana gelen bu şeylere mûcize denir. Peygamberlerin mûcize göstermesi lâzımdır. Evliyâda meydana gelen âdet dışı şeylere kerâmet denir. Sâlih, îtikâdı ve ameli düzgün olan temiz müslümanlardan meydana gelene de firaset denir.
Mûcize, peygamber olan zâtın, peygamberliğini kabûl etmeyen kimselere karşı meydan okumak üzere elinde bulunan ve eşyanın alışılmış düzeninden inhiraf eden (ayrılan), öyle bir şeydir ki, başka kimselerin benzerini yapmaları imkânsız bir mahiyet taşımaktadır. Böylece mûcize, peygamberlerin doğruluğunu göstermek husûsunda, Allahü teâlânın bir şehâdeti olmaktadır. Mûcize ile peygamber olduğunu iddia eden kimsenin doğruluğunu ispat etmesi kastedilmiştir. Mûcizenin şartları vardır. Bunlar;
1- Allahü teâlânın mu'tad (alışılmış) sebepler olmadan yapmasıdır. Çünkü, peygamberlerini tasdik ettirecektir.
2- Harikulade olmalıdır. Âdet olan şeyler, meselâ güneşin her gün şarktan doğması, ilkbaharda çiçeklerin açması mûcize olmaz.
3- Başka hiç kimsenin yapamaması lâzımdır.
4- Peygamber olduğunu bildiren zâtın, istediği zaman hâsıl olması gerekir.
5- İstediğine uygun olmalıdır. Meselâ şu ölüyü dirilteceğim deyince, başka hârika hâsıl olursa, meselâ dağ ikiye ayrılırsa veya başka bir ölü dirilirse mûcize olmaz.
6- İsteyince hâsıl olan mûcize, kendisini yalanlamamalıdır. Meselâ şu hayvan ile konuşacağım deyince, hayvan; “Bu yalancıdır” derse mûcize olmaz.
7- Mûcize, peygamber olduğunu söylemeden önce hâsıl olmamalıdır. Hazret-i Îsâ'nın beşikte konuşması, kuru ağaçtan hurma isteyince, annesi Hazret-i Meryem'in eline taze hurma gelmesi, Muhammed aleyhisselâmın çocuk iken göğsünün yarılarak kalbinin yıkanıp temizlenmesi, başının üstünde bulut bulunması, ağaçların, taşların, kendisine selâm vermeleri gibi önceden hâsıl olan hârikalar mûcize değildir. Bunlara irhâs denir. Peygamberliği kuvvetlendirmek içindir. Bunların evliyâda olması da câizdir. Evliyâda hâsıl olanlara kerâmet denir. Peygamberler, peygamberlikleri kendilerine bildirilmeden önce evliyâ derecesinden aşağı değildirler. Kendilerinde âdet dışı şeyler görülür. Mûcize, peygamber olduğunu bildirdikten az zaman sonra hâsıl olabilir. Meselâ; bir ay sonra şöyle olur deyince, hâsıl olduğu zaman mûcize olur. Fakat ortaya çıkmadan önce, onun peygamber olduğunu tasdik etmek lâzım olmaz.
Mûcize gösterirken açıkça tehaddî etmek, yâni; “Haydi siz de yapsanıza! Yapamazsınız ki” demek şart değil ise de, mûcizenin mânâsında tehaddî vardır. Kıyâmet hâllerinden ve ileride olacak şeylerden haber vermekte tehaddî olmayacağı için, bunlar kâfirlere karşı mûcize değildir. Mü’minler bu haberlerin mûcize olduklarına inanırlar. Evliyânın kerâmetleri de, peygamberlik iddia etmedikleri için ve tehaddî bulunmadığı için, mûcize olmazlar. Mûcizenin peygamberlik iddiasının doğruluğunu ispatlaması, başkalarının aynısını yapamayıp âciz kaldıkları içindir. Bu da mûcizenin husûsi tesiri var demektir. Hattâ asıl ispat eden budur.
Her peygamber mûcize göstermiştir. Allahü teâlâ her peygambere, o zamanda yayılmış olan, kıymet verilen şeylere benzer mûcizeler ihsân etti. Kur'ân-ı kerîmde bâzı peygamberlerin gösterdiği mûcizeler haber verilmektedir. Meselâ; Mûsâ aleyhisselâm zamanında sihir (büyücülük) ilerlediğinden, bu işle uğraşan pek çok insan vardı. Mûsâ aleyhisselâmı imtihân etmek istediler. Sihirbazlardan her biri ellerindeki ipleri yılan şekline soktular. Mûsâ aleyhisselâm ise, asâsı ile onların sihirlerini (büyülerini) bozdu. Asâ ejderhâ olup, sihirbazların yılanlarını yuttu. Mûsâ aleyhisselâmın elinin nûr (ışık) gibi parlaması da mûcizesi idi. (Bkz. Mûsâ aleyhisselâm)
Allahü teâlâ, Sâlih aleyhisselâma taş içinden deve yarattı. Hazret-i İbrâhim üzerine Nemrut'un ateşini serin ve selâmet kıldı. Hazret-i Dâvûd'a demiri mum gibi yumuşak kıldı. Böylece ondan zırh yapardı. Allahü teâlâ, birlikte tesbîh etmeleri için, dağları ve kuşları hazret-i Dâvûd'un emrine verdi. Cinleri ve kuşları Süleymân aleyhisselâmın emrine verip, rüzgârı da hizmetinde kıldı. Ayrıca kuşlar ile karıncaların ve diğer hayvanların dillerini bildirdi.
Son peygamber Muhammed aleyhisselâmın gösterdiği mûcizeler ise sayılamayacak kadar çoktur. Her peygamberin mûcizesinden O'na da verilmiştir. Bunların çoğu kitaplarda, meselâ Mirât-ı Kâinât’ta yazılıdır. Muhammed aleyhisselâm zamanında, konuşmada (hitabette) ve yazmada: fesâhat ve belâgat çok ileri gitmişti. Muhammed aleyhisselâm; içinde ilâhî ilimler, astronomi bilgileri, ahlâk, helâl, haram, hikmet, tasavvuf, tıp, târih, kıssalar ve daha nice bilgileri toplayan Kur'ân-ı kerîm ile; inkar edenleri, kıyâmete kadar âciz bıraktı. (Bkz. Muhammed aleyhisselâm)
Bakara sûresi 87. ve 253. âyet-i kerîmelerinde meâlen buyruldu ki: “Meryem oğlu Îsâ'ya (aleyhisselâmaçık mûcizeler verdik ve kendisini Rûh-ul-kuds (Cebrâil aleyhisselâmile takviye ettik, kuvvetlendirdik.”
Bilindiği gibi, her peygamberin, peygamberliğini ispat için gösterdiği mûcizeler, o zamanda bulunan insanların hâline uygun idi. Meselâ; Mûsâ aleyhisselâmın mûcizesi zamanın hâline uygun cinsten olup, o zaman sihirbazlık çok yayılmıştı. Pek usta ve gerçekten mâhir sihirbazlar var idi. Bunun için Mûsâ aleyhisselâm; gözlere hitâb edip, gâlip gelen, boyunları Hakk'a eğdiren, âyet, alâmet ve mûcizelerle gönderildi. Sihirbazlar, sihir mevzuunda son derece mâhir ve bilgili oldukları hâlde, yaptıkları sihirleri mahveden ve kendilerine üstün gelen Mûsâ aleyhisselâmın elinde, Allahü teâlânın ihsân eylediği hârika ve mûcizeleri görünce, âciz kalmışlar, sonunda peygamberliğini tasdik edip, hiç tereddütsüz o anda îmâna gelmişlerdir.
Aynı şekilde Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem), edebiyatın zirvede olduğu, fesâhat ve belâgatın meyvelerinin olgunlaştığı bir zaman ve mekânda gönderildi. Allahü teâlâ ona Kur'ân-ı azîmi indirdi. Hükümler, hikmetler taşıyan ve çok övülmüş olan Kur'ân-ı kerîm, bütün şâir ve edipleri susturacak üslup, ifâde ve beyân ile geldi. Kur'ân-ı kerîmin lâfzı da mûcizedir. İnsanlar ve cinler onun bir benzerini yapmak için bir araya gelip, birbirlerine yardımcı olsalar, değil on sûresinin, bir kısa sûresinin bile bir mislini getirmeye çalışsalar, yapamazlar. İnsanlar buna güçlerinin yetmeyeceğini kat’î olarak anlamışlardır. Çünkü bu, insan sözü değil, âlemleri yaratanın kelâmıdır. Allahü teâlânın ise, zâtında, sıfatlarında ve fiillerinde hiç benzeri yoktur.
Bunun gibi, Îsâ aleyhisselâm da, tıbbın, doktorluğun kuvvetli olduğu bir zamanda gönderildi. Allahü teâlâ, ona da, insanların karşı duramayacakları, tıp ilmi ile çâre bulamayacakları mûcizeler verdi. Ben hakîmim, tabîbim, anadan doğma körleri, gözsüzleri iyi ederim. Abraşları, cüzzamlıları ve müzmin hastalıklara yakalanmış olanları sıhhate kavuştururum dedi. Ölüleri diriltti. Bunlar, değil ölüleri diriltmek, hastalığa bile kesin çâre bulamayan tabiplerin işi olamazdı. Velhasıl, Îsâ aleyhisselâm, onlara hüccet, burhan yâni mûcizeler gösterdiği hâlde, yine de pek çoğu küfür ve sapıklıklarına devam ettiler, inâd ve taşkınlıklarını arttırdılar. Aralarında çıkan sâlih bir tâife de hemen inanarak ona tâbi olup, nasîhat arkadaşları ve yardımcıları olma şerefine kavuştu.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


Îsâ aleyhisselâm daha doğmadan evvel onun, fevkalâde hâlleri görülmüştü. Diğer peygamberler gibi o da, kavminin en asîl, şerefli ve îtibâr sâhibi sülalesinden geldi. Annesi Hazret-i Meryem, Kur'ân-ı kerîmde Hak teâlâ tarafından, ırzını çok güzel koruduğu bildirilerek Sıddîka diye medholunmuştur. Böylece o, her kadına nasîb olmayan çok yüksek bir şerefe kavuşmuş, oğlu Îsâ aleyhisselâm da Allahü teâlânın takdiri ve emri ile babasız olarak doğmuştur.
Doğumundan hemen sonra, annesinin ayağının altından pek güzel bir su kaynamış, Hazret-i Meryem'in yaslandığı, kurumuş hurma kütüğü yeşermiş, mevsimi olmadığı hâlde sallanmakla taze hurmalar dökülmüştür. Bütün bunların yanında, Îsâ aleyhisselâm beşikte iken konuşmuş, çocukluğunda kendisinden çeşit çeşit gizli hâlleri haber vermiştir. Bunların hepsi ondan meydana gelen belli başlı fevkalâde hâllerdir. İslâm âlimleri, herhangi bir peygamberden, peygamber olduğunun bildirilmesinden evvel görülen böyle alışılmışın yâni âdetin üstünde olan hâllere irhâs demişlerdir.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


Âhır zamanda kıyâmetin yaklaştığı sırada ortaya çıkacak olan azgın ve zâlim bir kimsedir. Âdem aleyhisselâmdan beri benzeri görülmemiş büyük bir musîbet olarak insanlara musallat olacak ve onlara zarar verecektir. Bu kimsenin ortaya çıkması, kıyâmetin büyük alâmetlerindendir. Allahü teâlâ kullarını onunla imtihân edecektir. Deccal, önce istidrâc olarak bâzı harikulade hâller gösterecek, fakat sonunda büsbütün âciz kalacaktır. Çok memleketleri istila edip, ilâh olduğunu söyleyerek insanları aldatacaktır. Dünyâda kalacağı müddet kesin olarak bildirilmemiştir. Ancak bu zamanın, kırk gün veya kırk sene olduğu rivâyet edilmiştir. Sonunda Îsâ aleyhisselâm tarafından öldürülecektir.
Deccal kelimesi “Decl” kelimesinin mübalağa sîgası olup; yalan söyleyen hîlekâr demektir. Bu mânâda Deccal, hakkı-batılı, iyiyi-kötüyü birbirine karıştıran kişi demektir. Ayrıca Deccal'e Mesîh denilmiş. Deccal yalancı, Mesîh de mel’ûn mânâsına kullanılmıştır.
Sahîh-i Buhârî, Sahîh-i Müslim ve diğer Hadîs-i şerîf kitaplarında Deccal hakkında pek çok Hadîs-i şerîf bildirilmiş olup, bunlardan Deccal'in çıkışı, çeşitli vasıfları ve işleri bildirilmiştir.
Deccal hakkındaki pek çok hadîs-i şerîften bâzıları şöyledir:
“Geçmiş peygamberler; şaşı, kör ve yalancı olan Deccal'in, büyük fitne ve musîbet olduğunu haber verip, ümmetlerini onun şerrinden, zararından korkuttular.”
“Şüphesiz Deccal çıkacaktır. Ve şüphesiz beraberinde su ve ateş olacaktır. Ama insanların su gördüğü şey ateştir, yakar. İnsanların ateş gördüğü şey ise tatlı, soğuk sudur. Sizden buna kim erişirse, ateş gördüğüne koşsun. Çünkü o güzel, tatlı sudur.”
“Ben, Deccal'in beraberinde olan şeyleri pekala biliyorum, onun beraberinde sudan bir nehir ve ateşten bir nehir olacaktır. Ama ateş gördüğünüz şey sudur. Su gördüğünüz de ateştir. İmdi sizden buna kim erişir de su içmek isterse, ateş gördüğünden içsin. Çünkü onu su bulacaktır.”
“Size Deccal'den hiç bir peygamberin kavmine söylemediği bir hâdis haber vereyim mi? Muhakkak onun bir gözü kördür. Ve muhakkak o beraberinde Cennet ve Cehennem’in misli olduğu hâlde gelecektir. Cennet’tir diye söylediği ateştir. Ben sizi Nûh'un, kavmini uyardığı gibi uyardım.”
Deccal'in çıkması, akıllara hayret verecek derecede büyük bir fitne olacaktır. Rivâyetlerde beyân edildiğine göre, Deccal, istidrâc olarak bir çok garib hâller gösterecek, yanında sudan ve ateşten nehirler bulunduracak ve ilâhlık iddia edecek, halkı aldatarak davasına inandırmaya çalışacaktır. Gittiği yerlerde fazla durmayıp sür’atle geçtiğinden, îmânı zayıf olanlar, onun hakkında düşünmeye vakit bulamadan ve alâmetlerini inceleyemeden onu tasdik edecekler. Bu sebeple bütün peygamberler, Deccal'e karşı ümmetlerini uyarmışlardır.
Kâdı Iyâd'ın beyânına göre, Deccal bir şahsı öldürecek, sonra istidrac olarak onu tekrar diriltecek. Dirilen şahsa kendini tasdik ettirmek isteyince, o şahıs; “Senin şerrini böylece daha iyi anladım” diyerek onu reddedecektir. Deccal'in beraberinde ateşten ve sudan bir nehir bulundurması, Allahü teâlâ tarafından kullara bir imtihândır. Su misâlinden murâd, Cennet’tir. Çünkü su, bütün nîmetlerin zâhirî sebeplerindendir. Ateş misâlinden murâd da, elem ve azâba sebep olacak şeylerdir. Fakat kullarını imtihân için bu hârikaları ona veren Allahü teâlâ, Deccal'in ateşini suya, suyunu da ateşe çevirecek. Böylece Deccal, insanlar arasında rezil rüsva olacaktır. Bu sûretle Deccal’in gösterdiği hârikaların, istidrac ve sihir nev’inden bir şey olduğu anlaşılacaktır. Bilindiği gibi, harikulade bir hal, din düşmanlarından zuhûr ederse, buna istidrac denmektedir.
Sahîh-i Müslim’de, Nevvâs bin Şem'ân’dan rivâyet edilen bir Hadîs-i şerîf şöyledir: Nevvâs dedi ki: “Bir sabah Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Deccal'i zikretti. Onun hakkında alçaltma ve yükseltme (tahkir ve büyültme veya konuşurken seslerini yükseltip alçaltma) yaptı. Hattâ Deccal'i hurma bahçeliğinde zannettik. Akşam Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) huzûruna vardığımızda bu zannımızı anladı ve; “Hâliniz nedir?” diye sordu. Biz; “Yâ Resûlallah! Sabahleyin Deccal'den bahsettiniz. Onun hakkında o kadar alçaltma ve yükseltme yaptınız ki, onu hurma bahçesinde zannettik” dedik. Bunun üzerine şöyle buyurdu:
“Deccal'den başkası sizin namınıza beni daha çok korkutur. Eğer ben sizin aranızda iken çıkarsa, sizin namınıza ben ona galebe çalarım. Ben aranızda yok iken çıkarsa, herkes kendi nefsinin gâlibi olur. Allahü teâlâ her müslümanı, benim onu ondan (Deccal'den) koruduğum gibi korur.
Bu adam (Deccal) kıvırcık saçlı bir gençtir. Gözü fırlamıştır. Ben onu, Abdü'l-uzzâ bin Katan'a benzetir gibiyim. Sizden ona kim yetişirse, üzerine Kehf sûresinin ilk âyetlerini okuyuversin. O, Şam ile Irak arasında bir semtten çıkacak ve sağa sola fesâd saçacak. Ey Allah'ın kulları sebât edin.”
Biz; “Yâ Resûlallah! Deccal yeryüzünde ne kadar kalacaktır?” dedik. “Kırk gün. Bir gün, bir sene gibi. Bir gün bir ay gibi. Bir gün bir hafta gibi. Diğer günleri de sizin günleriniz gibi olacaktır” buyurdular.
“Yâ Resûlallah! Bu bir sene gibi olacak günde, bir günün namazı bize kâfi gelecek mi?” dedik.
“Hayır! Onun için günün miktarını takdir edin” buyurdu.
“Yâ Resûlallah! Onun yeryüzünde sürati ne olacak?” dedik.
“Arkasından rüzgâr esen yağmur gibidir. Bir kavim üzerine gelerek onları dâvet edecek. Onlar da kendisine inanacak ve icâbette bulunacaklar. Gökyüzüne emredecek, o yağmur yağdıracak. Yere emredecek o da nebât bitirecektir. Akşamleyin deve sürüleri o kavmin yakınlarına alabildiğine uzun hörgüçlü ve bol sütlü, böğürleri dolu olarak döneceklerdir. Sonra, bir kavme gelerek onları da dâvet edecek, fakat onun sözünü reddedecekler. O da kendilerinden uzaklaşıp gidecektir. Bunlar kıtlık içinde sabahlayacaklar, ellerinde mallarından bir şey kalmayacaktır. Deccal, bir harâbeye uğrayacak ve harâbeye definelerini çıkar diyecek. Harâbenin defineleri arı kovanları gibi hemen arkasına düşeceklerdir. Sonra genç babayiğit bir adam çağıracak ve onu kılıçla vurarak ikiye bölecek, her parçayı bir ok atımı yere fırlatacaktır. Sonra bu adamı çağıracak. Adam ona, gülerek, yüzü parlar bir hâlde gelecektir. O, bu hâlde iken aniden Allahü teâlâ, Meryem oğlu Mesîh'i (Îsâ aleyhisselâmı) gönderecektir. Mesîh, Dımeşk'ın doğusundaki Ak minâre'ye iki boyalı elbise içinde, elini iki meleğin kanatları üzerine koymuş olarak inecek. Başını eğdiği zaman su damlayacak, kaldırdığı zaman ondan inci gibi gümüş taneleri yuvarlanacaktır. Onun nefesinin kokusunu duyan her kâfir mutlaka ölecektir. Nefesi de gözünün gördüğü yere varacaktır. Mesîh bu adamı arayacak, nihâyet ona Lud kapısında yetişecek ve öldürecektir...”
Râmûz’da bildirilen diğer bâzı Hadîs-i şerîflerde de buyruldu ki: “İsfehan yahudilerinden yetmişbin yahudi, Deccal'e tâbi olur. Hepsinin üzerinde taylasan (şal) vardır.”
“Deccal, Medîne ve Mekke'ye giremez.”


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


SELMAN SEVEN

{facebook#https://facebook.com/} {twitter#https://twitter.com/}

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget