Resulullah'ın hadislerini mi arıyorsunuz ?
Türkiye'nin En Geniş Kapsamlı Hadis Sitesi
HZ.MUHAMMED (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
"أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ"

Latest Post

Dâvûd aleyhisselâmın hükümdârlığı zamanında, ortalığı kasıp kavuran bir taun (vebâ) salgını görüldü. O da halkını alıp Beyt-ül-Makdis'in bulunduğu yere geldi. Melekler buradan göğe yükselirlerdi. Dâvûd aleyhisselâm, bu hâli gördüğü için, oraya duâ etmek üzere gelmişti. Kayanın bulunduğu yere gelince, hastalığın kaldırılması için Allahü teâlâya yalvardı. Daha sonra burada, Mescid-i Aksâ adı ile Kur'ân-ı kerîmde bildirilen büyük bir mescidin inşasını başlattı. Mescidin inşasına, hükümdârlığının onbirinci yılında başlamıştı. Bizzat Dâvûd aleyhisselâm ve bütün âlim ve önde gelenler, şevk ve iftiharla sırtlarında taş getirip, elleriyle binâ etmeye gayret ve itinâ ederlerdi. Bina bir adam boyu olunca; “Bu işin tamamlanması oğlun Süleymân'a müyesser olur” diye ilâhî vahy geldi. Bunun üzerine, binâ için hazırladığı altın ve gümüşleri hazret-i Süleymân'a verdi. Mescidin yapılıp bitirilmesi işini de vasiyet etti.
Dâvûd aleyhisselâm, gayretli idi. Her gece, kapılar kapandıktan sonra ibâdet etmeye koyulurdu. Bir yere gidince, evinin kapısını mutlaka kilitlerdi. Bir gün, âdet-i üzere çıkıp, evine gelince, kapıyı açıp içeri girdi. İçeride bir yabancı gördü. “Sen kimsin?” dedi. O; “Yeryüzü sultânlarından korkmayan ve girmek istediği yerden onu hiç bir şeyin men edemediği kimseyim” dedi. Dâvûd aleyhisselâm; “Vallahi sen ancak ölüm meleğisin” dedi. O da; “Evet” diye karşılık verdi. Dâvûd aleyhisselâm ona; “Bana ölüme hazırlanmam için ne diye haberci göndermedin?” dedi. Melek; “Sana pek çok haberci geldi. Baban, kardeşin, komşun ve tanıdıkların nerededir?” dedi. Dâvûd aleyhisselâm; “Vefât ettiler” deyince. Melek; “Bütün bunlar, benim sana gönderdiğim habercilerdi. Çünkü sen de onlar gibi ölecektin” dedi ve Dâvûd aleyhisselâmın da müsaadesini alarak rûhunu kabzetti (aldı). O vefât edince, Allahü teâlâ mülkünü, ilmini ve peygamberliğini oğlu Süleymân'a aleyhisselâm mîras bıraktı. Dâvûd aleyhisselâm, vefât ettiğinde yüz yaşında idi. Hayatında kırk sene saltanat sürmüştür.
(Bu gün elde bulunan muharref Tevrât ve İncîl'de, hazret-i Dâvûd'un maiyetinde bulunan Urya adlı bir subayın, Betsabe (Bathseba) adlı karısı ile macerası diyerek yazılı olan çirkin hikaye doğru değildir. Hazret-i Ali (radıyallahü anh), bu yanlış ve çirkin hikayeyi anlatanlara yüzaltmış değnek vuracağını bildirmiştir. Kur'ân-ı kerîmde hazret-i Dâvûd'un dâimâ Allah'tan çok korktuğu, kendisine ilim ve hakkı bâtıldan tefrik eden (ayıran) kuvvet verildiği bildirilmiştir. Bu hâdisenin Tevrât'a ve İncîl'e sonradan ilave edildiği ve uydurma olduğu husûsunda bütün İslâm âlimleri ittifâk (söz birliği) etmişlerdir.)


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


Mısır'la, Medîne-i münevvere arasında Kızıldeniz kenarında, İyle yahut Medyen yahut Taberîyye şehrinin halkı, yetmişbin kişi olup, İsrâiloğullarından idiler. Onlar, balık avlamak ve satmakla geçinirlerdi. Cenâb-ı Hak, Cumartesi günü balık avından onları men etti. Cumartesi günü, Mûsâ aleyhisselâmın dîninde ibâdetten başka her iş haram olduğundan, balık avlamaya kimse cesâret edemezdi. Onlar da Cumartesi günü avlanmamak üzere nebîleri Dâvûd aleyhisselâma söz verdiler. İsrâiloğulları, Cumartesi'ye riâyet edip balık avlamamakla emrolundukları hâlde, şeytan onlara; “Siz balığın avından nehyolunmadınız, eklinden (yemesinden) nehyolundunuz” diyerek kalplerine vesvese verdi. Böylece bir kısmı Cumartesi'nin tâzimini ihlal ve balık avlamakla ilâhî yasağa muhâlefet ettiler. Cumartesi günü, Allahü teâlânın hikmeti ile su yüzü balıkla dolar, diğer günler ise görünmezlerdi. Bu durum onlar için bir imtihân idi. Binaenaleyh, ilâhî emre uyarak imtihânı kazanmak mümkün iken, aksini yapmakla azâba koştular.
Tefsîr-i Hazin’de bildirildiği üzere; Eshâb-ı Sebt, üç fırka oldu. Birinci fırka; Allahü teâlânın emrine karşı gelip Cumartesi günü balık avlarlar, yerler, satarlar, hattâ sahilin kenarına havuzlar yaparak, Cumartesi günü balıklar içine dolunca, ağzını kaparlar, Pazar günü o balıkları toplarlardı. Yasaklandıkları bu iş üzerinde ısrâr ederler, hîlelerini örtmek isterlerdi. Bunlar daha da ileri giderek, Cumartesi'nin haramlığı kalktı derlerdi. İkinci fırka; bunların hâline sükut eder, balık avlama günâhını işlemezlerdi. Üçüncü fırka; günâhı işlemedikleri gibi, günâhı işleyenlere vâz ü nasîhat eder ve Allahü teâlânın yasak ettiği şeylerden men etmeye çalışırlardı. Sükût edip balık avlama günâhını işlemeyen, emr-i maruf ve nehy-i anil münkerde bulunmayanlar bunlara; “Helak olacak veyahut azâb görecek bir kavme niçin vâzeder ve kendinizi yorarsınız, emeğinize yazıktır” derlerdi. Nâsîhat etmekten geri durmayanlar da; “Cenâb-ı Hakk'ın huzûrunda mâzur olmak için iyiliği emreder, haram ve günâhlardan nehyederiz” diye cevap verirlerdi.
Tefsîr âlimleri bildirdi ki: Nâsîhat edip emr-i bil maruf ve nehy-i anil münkerde bulunanlar isyân içinde olanların herhangi bir azâba uğrayacaklarını düşünerek, âsî ve bozguncularla kendileri arasına bir duvar çektiler. Yerlerini ayırıp, başka bir kapıdan işlediler ve onlara karışmadılar. Bir gün asîlerin dışarı çıkmadığını görünce, merâkla gidip baktılar. Bir gecede Hakk'ın gadabı ile hepsinin maymun; yahut gençlerinin maymun, yaslılarının hınzır (domuz) sûretinde olduğunu gördüler. Bunlar, kâfir olup maymun sûretine çevrilen akrabâlarını tanıyamadılar. Lâkin maymunlar akrabâlarını tanıyıp, yanlarına gelerek elbiselerini kokladılar ve ağlaştılar. Mü’minlerin; “Biz size, Allahü teâlânın emrini gözetin, haram ve günâh işlerden vazgeçin demedik mi?” sözlerine de, yalnız başlarıyla cevap verip, tasdik ettiler ve üç gün sonra öldüler. Mü’minler ise helâk olmaktan kurtuldular. Arais’de; “Kâfir olup hayvan şekline çevrilen onikibin kişi şehirden çıktı. Sahrada şaşkın şaşkın dolaşıp üç gün sonra hepsi öldü. Hak teâlâ rüzgârla yağmur gönderip, leşlerini deryâya bıraktı” diye bildirilmektedir. Meâlim-üt-Tenzîl’de; Avlanmayıp, lâkin avlayanları da men ve nehy etmeyip susanlar da, birlikte şekil değiştirdiler denmektedir.
Kur'ân-ı kerîmde bu husûs meâlen şöyle bildirilmektedir: (Habîbim!) Onlara (yahudilere) denizin yakınındaki (sahildeki) o kasabayı (onun hâlini ve ahâlisinin başına gelenleri) sor. Hani onlar Cumartesi gününün hürmetini ihlal ederek haddi aşmışlardı. Çünkü, Cumartesi tatili yaptıkları gün, balıklar akın akın meydana çıkarak yanlarına geliyordu. Cumartesi tatili yapmayacakları gün ise gelmiyordu. İşte biz, itâatten çıkmakta olduklarından dolayı, kendilerini böylece imtihân ediyorduk. İçlerinden bir tâife (ki, bu kötü ameli işlemez ve işleyeni de men etmezdi. Bunlar o nehy edenlere); Allah'ın kendilerini (dünyâda) helâk edeceği veya (ahirette) şiddetli bir azâb ile cezâlandıracağı bir kavme ne diye nasîhat veriyorsunuz? dediği zaman, onlar da (o nasîhat edenler de); Bizim nasîhatimiz, Rabbimizin yasak ettiğini beyân etmek, üzerimize vâcib olmakla Allah indinde mâzur olmamız içindir. Umulur ki, onlar korkup günâhı terk ederler demişlerdi. Vakta ki onlar (masiyet işleyenler), nasîhati unuttular (kabul etmediler). Biz de kötülükten vazgeçirmekte sebât edenleri selâmete çıkardık. Zulmedenleri ise, yapmakta oldukları fısklar yüzünden, şiddetti bir azâb ile yakaladık. Bu sûretle, onlar serkeşlik ederek yasak edileni yapmakta ısrâr edince, kendilerine rahmetten uzak olduğunuz hâlde, hor ve zelîl maymunlar olun dedik.” (A’râf sûresi: 163-166)
(Ey İsrâiloğulları!) Muhakkak siz, (seleflerinizden) Cumartesi günü hadd-i tecâvüz edenlerin hâlini bilirsiniz. Biz onlara dedik ki; Zelîl ve hakîr maymunlar olun! (Üç gün sonra da helâk oldular.) Binaenaleyh onu, hem önündekilere (o zaman hazır olanlara), hem ardındakilere (sonradan geleceklere), ibret verici cezâ ve (müminlerden) takvâya erenlere de bir öğüt yaptık.” (Bakara sûresi: 65, 66)
“Ey kendilerine kitap verilenler (Tevrât verilen yahudiler!) Sizinle olan (Tevrât'ı) tasdik edici olmak üzere indirdiğimize (Kur'ân-ı kerîme); biz bir takım yüzleri silip ve belirsiz edip de enselerine çevirmezden, Yâhud Eshâb-ı Sebt'e ettiğimiz lânet gibi kendilerini de lânetlemezden evvel îmân edin. Allahü teâlâ emir ve vâdini hüküm ve kazâsını infaz edicidir.” (Nisâ sûresi: 47)
“İsrâiloğullarından olup da küfredenlere (yani Eshâb-ı Sebt'e ve Eshâb-ı Mâide'ye), Dâvûd'un da, Meryem oğlu Îsâ'nın da (aleyhimesselâm) diliyle lânet olunmuştur. (Eshâb-ı Sebt maymun sûretine, Eshâb-ı Mâide de hınzır sûretine çevrildi.) İşte bu, lânet olanların isyân etmeleri ve ifrâta sapmaları sebebiyle oldu. Onlar, işledikleri herhangi fenâlıktan, birbirini vazgeçirmeye çalışmazlardı. Hakikat, yapmakta devam ettikleri şey ne kötü idi.” (Mâide sûresi: 78, 79)


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


Tâlût'un ölümünden sonra, Dâvûd aleyhisselâm İsrâiloğullarının hükümdârı oldu. İsrâiloğullarının oniki sıptının tamamı Dâvûd aleyhisselâmın hükümdârlığını kabûl ettiler. Bir müddet sonra, cenâb-ı Hak kendisine peygamberlik vazifesi de verdi. Böylece saltanat ile birlikte nübüvvet yükünü de taşıyan ilk peygamber oldu. İsrâiloğullarında peygamberlikle sultânlık ondan önce bir kimsede bulunmamıştı. Peygamber olduğu Kur'ân-ı kerîmde meâlen şöyle bildirilmektedir: “Daha evvel de Nûh'u ve onun neslinden Dâvûd'u, Süleymân'ı, Eyyûb'u, Yûsuf'u, Mûsâ'yı ve Hârûn'u (aleyhimüsselâm) hidâyete (nübüvvete) kavuşturduk. Biz, ihsân sâhiplerini işte böyle mükafatlandırırız.” (En’âm sûresi: 84)
Dâvûd aleyhisselâm, peygamber ve hükümdâr olarak, İsrâiloğullarını, Allahü teâlâyı tanımaya ve O'na kulluk yapmaya çağırdı. Ömrü boyunca insanlar arasında adâletle hükmetti. Kur'ân-ı kerîmde meâlen; “O'nun mülkünü de kuvvetlendirdik. Ona hikmet (peygamberlik, Zebur, kâmil bir ilim ve amel) ve fasl-ı hitâb (Hakk'ı bâtıldan ayırt etmek sûretiyle dâvâları halletmek ve görüşte isabet, kemâlât-ı belâgat yâni güzel hitâb) verdik.” buyruldu. (Sâd sûresi: 20)
“Ey Dâvûd! Biz seni yeryüzünde bir halîfe yaptık. (Yâhud geçen peygamberlere halef kıldık.) O hâlde insanlar arasında hak (ve adâlet) ile hükmet. (Hükmünde nefsinin) hevasına (hevesine) tâbi olma ki, bu, seni Allah yolundan saptırır. Çünkü, Allah yolundan sapanlara, hesap gününü unuttukları için pek çetin bir azâb vardır.” (Sâd sûresi: 26)
Dâvûd aleyhisselâm, kendisine gelen vahiy icâbı, halk arasındaki hükmünde şâhid ve yemin ile hükmeyledi. Mülkü kuvvetlendi. Heybeti halkı öyle kapladı ki, yalnız kalınca bile dîne ve akla uymayan herhangi bir şeyi konuşmaktan korkarlardı.
Allahü teâlâ, Dâvûd aleyhisselâmın mülkünü (saltanatını) kuvvetlendirince, bütün halk onun emrine itâat etti. Âlimlerin bildirdiğine göre, mülkünün kuvvetlenmesi şöyle oldu: Bir gün, kendisine bir kişi geldi. Başka bir şahsın, öküzünü zorla elinden alıp gasbettiğini söyledi. Onu dava etti. Dâvûd aleyhisselâm dâvâlıyı huzûruna çağırttı. Dâvâlı; “Böyle bir işin aslı yoktur. Ben kimsenin öküzünü gasbetmedim” dedi. Dâvâcı olan kişinin de hiç bir şâhidi yoktu. Dâvûd aleyhisselâm olayı araştırdı. Hiç bir delil bulamadı. Gece olunca bir rüyâ gördü. Rüyâsında, Allahü teâlâ tarafından dâvâlının öldürülmesi hazret-i Dâvûd'a emredildi. Bu emir üç defâ tekrarlandı. Hazret-i Dâvûd, ertesi sabah dâvâlıyı huzûruna çağırttı. Allahü teâlânın emrini ona bildirdi. Adam şaşırdı ve karara îtirâz etti. Delilsiz ve şâhidsiz bir insanın öldürülemeyeceğini söyledi. Dâvûd aleyhisselâm ise, kararın kesin olduğunu, çünkü Allahü teâlâdan vahiy aldığını açıkladı. Zirâ peygamberlerin rüyâsı vahy idi. Kendisi için bir kurtuluş ümidi kalmadığını anlayan dâvâlı, başka bir suçunu îtirâf etti ve; “Ey Allah'ın peygamberi! Daha önce şu iddia sâhibinin babasını öldürmüştüm. Ortada hiç bir şâhid de yoktu. Benim öldürülmemi Allah bunun için emretmiştir” dedi. Bu îtirâf üzerine o kişiye kısas tatbik edildi. Bu hâdise, bütün İsrâiloğulları üzerinde büyük bir tesir meydana getirdi. Bundan sonra hiç kimse şeriatın dışına çıkmağa cesâret edemedi. Çünkü onlar ıssız yerlerde bile suç işleseler, Allahü teâlânın bildirmesi ile Dâvûd aleyhisselâmın kendilerini yakalayacağı inancında idiler. Böylece, Dâvûd aleyhisselâmın hükümeti kuvvetlendi. Herkes onun emri haricinde bir şey yapamaz hâle geldi. Zamanın en kuvvetli devleti, Dâvûd aleyhisselâmın devleti oldu.
Dâvûd aleyhisselâm, bir gün ibâdet eder, bir gün kavminin hukûki mes’elelerini karara bağlar, bir gün halka vâz ü nasîhatte bulunur, bir gün de kendi şahsi işlerini yapardı. Böylece vaktini dörde ayırmıştı.
İbadet gününde, mihrabın bütün kapılarının kapatılmasını ve kimsenin yanına bırakılmamasını emrederdi. Fakat, Dâvûd aleyhisselâm ibâdetle meşgûl olduğu günlerden bir gün, iki adam gelerek ansızın Dâvûd aleyhisselâmın önünde peydâ oluverdiler. Dâvûd aleyhisselâm ürpererek onlara; “Benden ne istiyorsunuz? Yoksa sizler bu gün benim ibâdet günüm olduğunu, icra ve karar günüm olmadığını bilmiyor musunuz?” dedi. Onlar; “Tabi biliyoruz. Ancak adâletin tatili olmaz. Bizim aramızda bir sürtüşmemiz var. Senin, ikimizin arasını bulacak bir hüküm vermen için buralara geldik” dediler, Dâvûd aleyhisselâm; “Pekâla, buyrun bakalım” dedi. Onlardan birisi; “Mes’elemiz şundan ibârettir. Kardeşimin doksandokuz koyunu var. Benimse bir tane. Böyle olduğu hâlde kardeşim benden bu bir koyunu da almak istiyor” dedi.
İşi çabuk bitirmek isteyen Dâvûd aleyhisselâm; “Kardeşin senden o bir koyunu da almak istediği için sana zulmetmektedir. Allahü teâlâya îmânı olmayan insanların bir kısmı, işte böyle zulüm yapmaktadırlar. İyi insan da pek az bulunmaktadır” dedi.
Dâvûd aleyhisselâmın cevâbı üzerine, onlar güldüler ve en kısa zamanda oradan ayrıldılar. Bir müddet sonra, Dâvûd aleyhisselâm, çok kısa bir sürede karar vermiş olduğunu farketti. Halbuki öbür kişiye de bunun sebebini sorması gerekirdi. Bu tavrın kadılık (hâkimlik) kanunlarına uygun olmadığını düşündü. Çünkü, ikinci kişinin de haklı olabileceği ve Rabbinin de kendisini adâleti icra ederken imtihân etmiş olması mümkündü. Bu hâdise üzerine Dâvûd aleyhisselâmAllahü teâlâdan affetmesini dileyerek, kendi kendine; bundan sonra hüküm verirken acele etmeyeceğine, doğrulukla hüküm vereceğine, kararını delilleriyle ortaya koyacağına dâir söz verdi. Bu hâdiseden sonra kırk gün kırk gece ağladı. Başını secdeden kaldırmadı. Gözlerinin yaşı secde yerini ıslattı. Sonra Allahü teâlâdan hitâb gelip; “Affeyledim!” buyruldu. Dâvûd aleyhisselâmın bundan sonraki ömrü, üzüntü ve keder ile geçti. Bu husûs Kur'ân-ı kerîmde meâlen söyle bildirilmektedir: “Sana o dâvâcıların haberi geldi mi? Hani onlar duvardan mihraba (mescide) tırmanmışlardı. O vakit Dâvûd'un (aleyhisselâm) karşısına girivermişlerdi de o, bunlardan telâşa düşmüştü. Korkma, dediler. Biz iki dâvâcıyız. Birimiz, ötekine (hakkına) tecâvüz etti. Şimdi sen, aramızda adâletle hükmet. Aşırı gitme. Bize doğru yolu göster. (İçlerinden biri); “Şu benim birâderimdir (din kardeşimdir. Yâhud şerîkimdir. Yâhud arkadaşımdır.) Onun, doksan dokuz dişi koyunu var. Benim ise bir tek dişi koyunum var. Böyle iken; “Onu bana ver de bakayım” dedi ve mücâdelede beni yendi. Dâvûd (aleyhisselâmdâvâcıya dedi ki: Muhakkak o, senin dişi koyununu, kendi dişi koyunlarına katmak istemesiyle sana zulmetmiştir. Muhakkak (mallarını birbirine) katıp karıştıran (ortak) ların çoğu mutlaka birbirine haksızlık eder. Îmân edip de güzel amel (ve hareket) lerde bulunanlar müstesna. (Fakat) bunlar da ne kadar azdır. Dâvûd (aleyhisselâm) anladı ki, biz onu imtihân ettik, (zellesine yâni hükümde acele ettiğine agâh ettik.) Bunun üzerine o Rabbinden (zellesinin) mağfiretini isteyerek rükû ile secdeye kapandı ve (tevbe ile) Allah'a döndü.” (Sâd sûresi: 21-24)
İmâm-ı Şafiî’den (rahmetullahi aleyh) bildirildi ki: Amcam Muhammed bin Ali bana anlattı ve dedi ki: “Abbâsî halîfelerinden Ebû Ca’fer Mansûr'un sohbetinde bulunuyordum. Mecliste İbn-i Ebî Züeyb de vardı. Bu çok oruç tutan, dâimâ hakkı söyleyen, kimseden çekinmeyen bir zât idi. Halîfeye nasîhatleri arasında dedi ki: “Ey mü’minlerin emîri! Allahü teâlâ Dâvûd aleyhisselâma buyurdu ki: “Ey Dâvûd! Huzûruna iki hasım çıkar ve bunlardan birisine gönlünün meyli olursa, sakın hak bunun olsa da hasmını yense diye gönlünden geçmesin. Ey Dâvûd! Ben, peygamberlerimi insanlara deve güden çobanlar gibi gönderdim. Çünkü onlar, Hakk'a riâyetle insanları sevk ve idâreyi bilirler. Onların vazifesi, sürülerini görüp gözetmek ve zayıf olanı su ve otlağa kavuşturmaktır.”


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


SELMAN SEVEN

{facebook#https://facebook.com/} {twitter#https://twitter.com/}

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget